Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda namaz kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mescidlerin temizliği ve bakımı

Bakara suresi ayet 125
"Biz beyti (Kâbe’yi) insanlar için toplanma, sevap kazanma yeri ve emniyet kıldık. İbrahim’in makamında da namaz kılacak yer edinin. İbrahim’le İsmail’e de beytimi tavaf edenler, beytime misafir olanlar, oraya gelenler ve orada ibâdet kastıyla itikafa girenler için, ve de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye emir vermiştik."

İbrahim (a.s) gündeme gelince elbette Kâbe de gündeme gelecektir. Çünkü Kâbe’yi bina eden oydu. Kâbe’yi ilk bina eden Adem’di (a.s). Ama ikinci olarak o beytin İbrahim (a.s) tarafından bina edildiğini biliyoruz. Evet beyt istikrar yeridir, beyt emniyet yeridir, beyt eman yeridir. O beyte sığınan, o beytle beraber yaşayan kişi istikrara kavuşmuş demektir. O beyte sığınan kişi, emniyette olmuş demektir. Evet emniyet, huzur ve istikrar mahalli.

Bakıyoruz, şu anda tüm dünyada insanlar istikrar ve huzur arayışı içindedirler. Yeryüzünün hiçbir yerinde, hiçbir bölgesinde huzur ve sükun kalmamış. Öyleyse biz de huzurunu kaybetmiş, sükûnet arayan, huzur ve sükuna susamış tüm bu yeryüzü insanlığa diyeceğiz ki; gelin ey insanlar Allah’ın istikrar, huzur ve saâdet mahalli kıldığı evini temel kıble kabul edelim ve hayatımızı o kıbleye yönelik olarak düzenleyelim. O kıblenin Rabbine göre bir hayat yaşayalım. O kıblenin Rabbinin kitabına ve o kitapta bize haber verilen yasalara göre bir hayat yaşayalım. O kıblenin Rabbinin koruması altına girelim. Rab olarak, İlâh olarak sadece onu bilelim ve sadece onun programını hayat programı olarak kabul edelim. Eğer bunu yaparsak kesinlikle bilelim ki, o bizi istediğimiz istikrara ve huzura kavuşturacaktır.

Öyleyse kıblemizi değiştirmek zorundayız. Washington’dan veya Paris’ten veya Pekin’den kıble edindiğimiz sürece bizim istikrara kavuşmamız mümkün değildir. Allah’tan başkalarının kıblelerine tabi olmaktan vazgeçersek, Allah’tan başkalarının rotasına girmeyi terk edersek, hareket tarzımızı Allah’tan başkalarının belirlemesini bırakırsak, Allah’tan başkalarının kanunlarına itaatten vazgeçerek kıblemiz sadece Kâbe olursa, kesinlikle bilelim ki; tüm problemlerimiz bitecektir. Tüm hayatımızda huzur ve sükun hakim olacaktır. Çünkü orası güvenlik yurdudur, emniyet mahallidir.

"İbrahim’in makamında da namaz kılacak yer edinin."


Makam-ı İbrahim’de Mûsâlla edinin. Makam-ı İbrahim’de namaz kılın. Makam-ı İbrahim’de dua edin, yâni duanız İbrahim’in duası gibi olsun. Yâni namazınız İbrahim’in namazı gibi olsun. İbrahim gibi namaz kılın. İbrahim gibi hayatınıza hakim olacak bir namaz kılın. Ha-yata hakim olan bir namaz, namaza endeksli olan bir hayat yaşayın, tıpkı İbrahim (a.s) gibi olun, yâni herşeyinizle İbrahim gibi olun. Maka-m-ı İbrahim’de olmak, İbrahim makamında, İbrahim konumunda olmak demektir, İbrahim (a.s) gibi olmak demektir. İbrahim makamın-da olmak, İbrahim’in rolünü üstlenmek demektir. İbrahim makamında olmak, İbrahim’in yaptıklarını yapmak demektir. İbrahim’in misyonunu üstlenmek demektir.

İbrahim’in (a.s) ilk başlangıç mücâdelesinden itibaren yâni babasıyla, kavmiyle, kralıyla, puta tapan toplumuyla nasıl bir mücâdele yapmışsa, vatanından sürülmesi pahasına da olsa Allah’a kulluktan nasıl vaz geçmemişse, bu imtihanlardan sonra imamet hakkına, önderlik ve idarecilik hakkına nasıl ulaşmışsa, siz de tıpkı onun gibi onun makamında olun ve onun ulaştığı makama ulaşın. Onun gibi ibâdet edin, onun gibi tavır koyun, babanıza tavrınız onun gibi, toplumunuza tavrınız onun gibi, zâlim idarecilere, onların putlarına, put sistemlerine karşı tavrınız onun gibi olsun. Ateşe atılma, zindana tıkılma, sürgüne maruz kalma ile karşı karşıya kaldığınızda tavrınız onun gibi olsun. Adım adım onun hayatını örnek alın emrini veriyor Allahu Te-âlâ..
"İbrahim’le İsmail’e de beytimi tavaf edenler, beytime misafir olanlar, oraya gelenler ve orada ibâdet kastıyla itikafa girenler, rükû ve secde edenler için tertemiz tutun diye emir vermiştik."

Namaz kılanlar için temizleyin, temiz tutun diye emir vermiştik, ahid almıştık onlardan. Allah ahid alıyordu o ikisinden.

Çünkü Kâbe’yi onlar bina etmişlerdi. Elbette bu beytte ilk görevliler onlar olacaktı. Beytin ilk hizmetçileri de onlar olacaktı. Çünkü bu beyt Allah’ın eviydi, bu beyte gelenler de Allah misafiriydi. Allah kullarına, Allah misafirlerine de elbette hizmeti Allah peygamberleri yapardı. Çünkü peygamberler insanlardan ücret almak için, insanların sırtına binmek için değil insanlık için var olan insanlardı. Çevresindeki insanlara en fazla fedâkarlık yapan, bir ihtiyar kadının bile, bir küçük çocuğun bile hizmetinde olan insanlardı. Ve işte İbrahim (a.s), İsmail (a.s) Allah’a bu konuda ahid veriyorlardı. Beyti Allah’ın kulları için hazırlayacaklar, temizleyeceklerdi.

Allah’ın beyti temiz olacaktı. Beytin temizlenmesi, temiz tutulması demek; sadece maddî pisliklerden temizlenmesi de*mek değildi. Bununla beraber putlar gibi, putların egemenliği gibi, şirk gibi her tür pisliklerden temizlenmesi gerekiyordu. Orada şirk olmayacaktı, orada putlara yer olmayacaktı, orada krallara yer olmayacaktı, orada tâğut-ların hâkimiyeti olmayacaktı. orada Allah’tan başkalarının sözü geçmeyecek, orada sadece Allah yüceltilecekti, sadece Allah’ın emirleri konuşulacaktı, Allah’tan başkalarının tâlimatlarına yer olmayacaktı. Allah’tan başkalarının sistemleri uygulanmayacaktı. Hayat programları uygulanarak Allah’tan başkalarına hamd edilmeyecekti. Allah’tan başkalarının arzuları, programları, emir yasakları uygulanmayacaktı. Hayat sadece Allah için yaşanacaktı.

Evet, Allah’ın evi tüm bu pisliklerden temizlenecekti. Ya da yıllardır biz Hz. İbrahim’in yolundayız, biz onun torunlarıyız diyerek Kâbe’ye sahiplik iddiasında bulunan ve o güne kadar Allah’ın beytinde olmadık pislikler gerçekleştiren müşrikler oradan çıkarılacak, egemenliklerine son verilecek, etkinlikleri bitirilecek ve böylece Kâbe temizlenecekti.

O gün bu konuda onlar Allah’a söz veriyorlardı, ama onlardan sonra bu emaneti kıyamete kadar üzerine alan müslümanlar da bu vazifeyi gerçekleştirmek üzere Allah’a söz veriyorlardı. Öyleyse Allah evlerini şirklerden, mescidleri Allah dışındaki egemen güçlerden ne kadar temizlediğinizi, Allah’a verdiğiniz bu sözü ne kadar gerçekleştirdiğinizi bir düşünün.

Rükû ve secdeli namazın sadece Muhammed’in (a.s) ümmetine mahsus bir namaz olduğu düşünülürse, Cenab-ı Hak as*lında bu ahidle Hz. İbrahim ve İsmail’den böyle bir ümmetin, Muhammed ümmetinin geleceği konusunda ahid almıştı da diye*biliriz. Gelecek şerefli ümmet için, Muhammed ümmeti için bu evimi temizleyin, temiz tutun diye Allah, İbrahim ve İsmail’den (a.s) söz alıyordu.

Müşrikler Kâbe bizimdir, Kâbe’nin sahipleri bizleriz diyorlardı. Ama hani İbrahim’den ve İsmail’den alınan bu sözün pratiği yok. Allah, onlara orayı Allah’ın kulları için, Allah’a kulluk yapacak olanlar için temizleyin buyurduğu halde bu müşrikler Allah’ın bu sözünü unutmuşlar ve orasını putlarla doldurmuşlar, putların egemenliğinde bir Kâbe haline getirmişler.

Peki bu mu Kâbe’ye sahip olmak? Bu mu Kâbe’ye ehil olmak? Biz İbrahim’in yolundayız diyorlar. Bu mu İbrahim’in yolunda olmak? Böyle mi yapmıştı İbrahim? Bir ömür boyu putlarla savaşan bir İbrahim’in yolunda olmak bu olmamalıydı elbette. Hem putları yücelteceksiniz, hem Kâbe’de putlara egemenlik tanıyıp Allah’ı unutacaksınız hem de İbrahim’in yolunda olduğunuzu iddia edeceksiniz, olacak şey midir bu? Hem Allah’ı farklı tanıyacaksınız, Allah’ın kulu ve Rasûlü olan bir insanı, Hz. İsa’yı Allah yerine koyacaksınız, hem de biz İsa’nın yolundayız diyeceksiniz, olacak şey mi bu? Hem Muhammedin (a.s) yolundan ayrılacaksınız, onun sünnetini, yolunu terk edeceksiniz, hayatınızda ona ve sünnetine yer vermeyeceksiniz hem de onun ümmeti olduğunuzu iddia edeceksiniz, olacak şey midir bu?

Evet, Kâbe budur ve oraya yönelerek kılınacak namaz da budur. Öyle bir namaz ki; hayata hakim, öyle bir hayat ki; na*maza özdeş. Hayatla namaz özdeşleşmiş. Hayat namazdan ayrı değil, namaz hayattan kopuk değil, böyle hayatla namaz iç içe olacak. Yani namaz hayata egemen olacak. Hayatın tüm programını namaz belirleyecek. Hayata etkin olmayan, hayat programının boşluklarına sıkıştırılmış bir namaz, yani şu anda biz müslümanız diyen insanların kıldığı namaz Allah’ın istediği bir namaz değildir.

Yâni bir kimsenin namazıyla hayatı doğru orantılıysa o kimse namazı ikâme ediyor demektir, o kimse namazı ayağa kal*dırmış, ya da o kimse dininin direğini dikmiş demektir. O kimsenin namazı namaz demektir. Yâni onun namazı rükûlu ve secdeli bir namaz demektir.

Namazın rükûlu ve secdeli olması demek, yâni namazı onun ekonomisine, ticaretine, kılık kıyafetine, alışverişine, işine, aşına, karısına, kızına, mesleğine, meşrebine karışabiliyorsa, yâni kişinin tüm hayatına namazı imzasını atıyorsa bir adamın, işte o kimse rükûlu ve secdeli bir namaz kılıyor demektir. Değilse hayatına karışmayan bir namaz, rükûsuz ve secdesiz, işte ehl-i kitabın namazı gibi bir namaz olacaktır Allah korusun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mescidlerin temizliği ve bakımı

Hac suresi ayet 26
“Hani Biz İbrahim’e Kâbe’nin yerini belirtip hazırladığımız zaman şöyle emretmiştik: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyama duranlar, rüku edenler ve secdeye varanlar için Evimi temiz tut" diye İbrahim Kabe'nin yerine yerleştirmiştik.”

Hatırlayın, hani biz İbrahim’e beytin yerini bildirip orasını hazır hale getirmiştik. Ona beytin yerini, temellerini göstermiş, Ona Onu teslim etmiş ve Onu inşa etmesi için Ona emir vermiştik, izin vermiştik ve demiştik ki: Ey İbrahim! Bana hiçbir şeyi ortak koşma! 24 saatlik hayatının tümünde, gecende ve gündüzünde, malında ve çocuklarında, almanda ve vermende, küsmende ve sevmende, savaşında ve barışında, nikahında ve talâkında, giyiminde ve kuşamında sadece Beni dinle! Sadece bana kul ol ve Bana başkalarını asla ortak etme! Tavaf edenler, kıyama duranlar veya Mekke’de ikâmet edenler, rüku edenler ve secdeye varanlar için, yâni namaz kılanlar için evimi maddi ve manevi her tür pisliklerden temiz tut! diye emretmiştik.

Mekke İbrahim (as) için hicret yurduydu. İbrahim (as) Kudüs’te yaşıyordu. Kitabımızın başka sûrelerinde anlatıldığı gibi atamız babası ve kavmiyle verdiği çetin bir kavganın sonunda öz vatanı olan Kudüs’ten Mekke’ye hicret etti. Karısı ve oğlu İsmail’i orada bıraktı ve geri döndü. Sonra tekrar Mekke’ye döndü ve oğlu İsmail ile birlikte Kabe’yi inşa ediyordu. Yıllar önce Adem atamızın bina ettiği özgürlük beldesindeki, emin beldedeki özgürlük evini şimdi İbrahim (a.s) inşa ediyordu. Ve Rabbimiz tarafından kendisine bu evin temizlenmesi, temiz tutulması emrediliyordu. Namaz kılanlar için beytimi temiz tutun diye emir vermiştik Ona.

Evet Allah beytinin ilk görevlileri iki Allah elçisiydi. Beyti onlar temizleyecekler, beyte hizmetçi onlar olacaktı. Çünkü beyt Allah’ın beytiydi ve bu beyte gelenler de Allah misafirleriydi. Ve bu Allah evi temiz tutulacaktı. Peki neden temizlenecekti Allah evi? Putlardan, putların egemenliğinden, küfürden, şirkten, orada Allah’tan başkalarının yüceltilmesinden, orada Allah’tan başkalarının talimatlarının zik-redilmesinden. Orada sadece Allah’ın adı zikredilecek ve yüceltilecekti. Orada sadece Allah yasaları geçerli olacaktı. Orada Allah’tan başkalarına yer olmayacaktı. Orada Tâğutlara yer olmayacaktı. Tabii Rabbimiz burada bize bunu anlatırken bizlerin de Allah evlerini temiz tutmamızı istiyor. Tüm arz mescidini temizlememizi, küfrün şirkin eserlerini yok etmemizi, tüm arz mescidinde sadece Allah’ın arzularını hakim kılmamızı istiyor. Bir ömür boyu putlarla, put sistemleriyle savaşan atamız İbrahim gündeme getirilerek bizim de Onun yolunda olmamız isteniyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mescidlerin temizliği ve bakımı

Nûr suresi ayet 36
“Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O'nu tesbih ederler.”

Öyle evler var ki; o evlerde Allah kendisinin isminin zikredilmesine, kendi şanının şerefinin yüceltilmesine izin verdi, imkân verdi, lütfetti. O evlerde sadece Allah yüceltilir, sadece Allah gündeme alınır, sadece Allah’ın âyetleri okunur, sadece Allah’a kulluk gerçekleştirilir. O evlerde Allah’ın âyetleriyle, Allah’ın yasalarıyla aydınlık bir dünya yaşanır. O evlerde gece-gündüz Allah tesbih edilir. İşte Allah’ın hidâyetinin girdiği, kitabın, peygamberin, vahyin girdiği, Allah’ın nûruyla nûrlanmış, aydınlanmış, Allah nûrunun egemen olduğu kalplerin yaşadığı, mü’minlerin ikâmet ettiği o evlerde sadece Allah yüceltilir. Sadece Allah övülür. Sadece Allah gündeme alınır, Allah’ın âyetleri gündemi doldurur. Evet mü’minlerin evleri işte böyledir.

Şimdi Allah için kendi kendimizi bir sorgulayalım. Evlerimizi bir gözden geçirelim. Gerçekten evlerimizde sabah akşam tesbih edilen, yüceltilen, zikredilen Allah mı? Allah’ın âyetlerimi zikrediliyor evlerimizde? Allah’ın kitabı mı okunuyor? Madem ki Allah’ın nûruyla aydınlanan bir Müslümanın yaşadığı evde, Müslümanların ikâmet ettiği evlerde Allah tesbih ediliyor, Allah gündeme alınıyorsa, acaba gerçekten bizim evlerde bu var mı? Acaba hayatımızı kitapla mı düzen-liyoruz? Acaba akşam sabah kitap ve sünnetle bilgilenebiliyor muyuz? Acaba aile hayatımızı şu okuduğumuz sûreye göre mi düzen-liyoruz? Acaba kazanma harcama anlayışlarımızı, giyim kuşam anlayışlarımızı, erkek kadın ilişkilerimizi, oturma kalkma düzenlerimizi, ziyaret ve ziyafet anlayışlarımızı bu kitaba göre ve bu kitabın pratiği olan Rasûlullah efendimizin uygulamalarına göre mi düzenliyoruz? Hukukumuzu, eğitimimizi, siyasal yapılamalarımızı bu kitaba göre mi ayarlıyoruz? İşte Allah’ı tesbih, Allah’ı zikir, Allah’ı yüceltmek demek budur.

Evet evlerimizde Allah’ın adının anılması, Allah’ın yüceltilmesi demek, Onun nûrunun, Onun kitabının, Onun peygamberinin, Onun dininin anlaşılması ve Onun istediği gibi bir hayatın gerçekleştirilmesi demektir. Eğer günlük ve gecelik hayatımızda Kur’an yoksa, peygam-ber yoksa, dilimizde, gözümüzde, kulağımızda, kalbimizde Allah’ın âyetleri yoksa, Allah’ın âyetleri bize yol göstermiyorsa, keyfimize göre bir hayat yaşıyorsak kesinlikle bilelim ki bize, kalbimize nûr girmemiştir, bizim eve nûr girmemiştir ve bizim evlerimizde Allah’tan başkalarının zikri, Allah’tan başkalarının yüceltilmesi, Allah’tan başkalarının gündeme alınması söz konusudur. Biz evlerimizde başka şeyleri tes-bihle meşgulüz demektir. Öyle değil mi? Eğer bizim evlerimizde Allah’ın değil de şeytanların vahiyleri izleniyorsa, bize hakim olan Allah kitabı değil de başkalarının kitaplarıysa o evde Allah zikrediliyor, o evde Allah tesbih ediliyor, Allah yüceltiliyor denebilir mi?

İşte nûru böyle anlayacağız, nûrun hâkimiyetini böyle anlayacağız. Allah nûrunun egemenliği budur işte. Ve kimin evinde, kimin kalbinde bu nûr var? Kimin evinde yok, bunu anlatıyor Rabbimiz. Öy-leyse kalplerimizi, evlerimizi Allah’ın nûruyla, Allah’ın istediği hidâyetle doldurmak zorundayız. Kalplerimizde, evlerimizde Allah nûrunu egemen kılmak, hep o nûrla bakmak, hep o nûrla görmek ve o nûrun ay-dınlığında bir dünya yaşamak zorundayız ki bu nûr inşallah sürekli artarak bizi cennete kadar götürsün. Sadece bizim kalp değil, sadece bizim ev değil diğer kalplere, diğer evlere de bu nûrumuz taşınsın ve tüm dünya bu nûrun aydınlığına ulaşsın. Bizim ev nûr saçan bir ev olsun ki böylece tüm evlerde, tüm dünyada Allah’ın adı anılsın, tüm dünyada Allah yüceltilsin, tüm dünyaya Allah egemen olsun, Allah’ın nûru, Allah’ın hidâyeti egemen olsun. Kalplerimiz Allah’ın kitabının bilgisiyle öyle bir dolsun ki, evlerimiz Allah’ın âyetleriyle öyle bir yükselsin ki herkes bunu fark edip nûra koşsun. Herkesi aydınlatacak tüm kalpleri bu nûrla tutuşturacak bir noktaya gelelim.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mescide gelme adâbı

Arâf suresi ayet 31
“Ey Âdemoğulları! Her mescid yanında ziynetlerinizi takının; yiyin için fakat İsraf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.”

Her mescid yanında süslenmemizi, ziynetlenmemizi istiyor Rabbimiz. Her mescid yanında bizden bir hareket isteniyor. Ama bu öyle bir hareket olacak ki devamlı olacak, hiç kesintiye uğramayacak ve bir de mutedil olacak ifradı tefriti olmayacak. Bu hareketin sınırları Allah ve Resûlü tarafından çizilmiştir. Nerede durulacak nerede yürünecek bunu Allah ve Resûlü belirlemiştir.

Halbuki bakıyoruz ki bugün müslümanların hayatında belli bir hedef, belli bir durak yoktur. Durulacak bir hudut bir sınır yoktur. Hep ileri, hep ileri bir felsefenin esiridir müslümanlar. Halbuki müslümanın hareketlerinde bir sınır bir hudut olmalıdır. Allah ve Resûlü böyle istemektedir.

Meselâ yemede içmede bir sınır vardır. Karın doyuncaya kadar yenir, ihtiyaç kadar içilir. İhtiyaç kadar kazanılır ve karşıdakine ihtiyacı kadar verilir. Zengin olunca o da vermeye başlar. Giyininceye kadar giyinilir ve karşıdaki giyininceye kadar giydirilir. Abdest alınıncaya kadar su kullanılır. İslâm’da davranışlarımızın tümünde bir sınır bir hudut vardır.

Burada da diyor ki bakın Rabbimiz her mescid yanında ziy-netlerinizi takınınız. Her mescid yanında süsleniniz. Mescidler de öy-le bir süslenin ki bu sizin süsünüz olsun. Mescitlerin içini süsleyin. Neyle? Halılar zililer, koltuklar kanepeler, yazılar levhalar, akvaryumlar avizelerle mi? Hayır saf temiz cemaatlerle. Tertemiz müslüman saflarla. Bir binanın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenmiş, kafa kalp birliği, iman itikad birliği içinde omuz omuza cemaatlerle.

Ya da şirkten, bid’atlerden ve hurafelerden uzak Allah’ın istediği gibi ibadetlerle süsleyin mescidleri. Allah ve Resûlünün istediği Allah’a lâyık kulluklarla, namazlarla, zikirlerle, tesbih ve tehlillerle, Allah’a lâyık kıyam ve secdelerle süsleyin. Yâni mescidin içini süsleyin, ya da mescitlerin içinde süslenin.

Ya da mescidlerin çevresini, mescid mahallerini süsleyin. Mescitlerin çevresini temizleyin. Yâni yıkın mescidlerin çevresindeki meyhaneleri. Yerle bir edin mescidlere bitişik kumarhaneleri. Silip sü-pürüp mescidlerin yanı başındaki fâiz haneleri. Temizleyin mescidleri bu pisliklerden ve süsleyin mescidlerinizin çevresini.

Âyet-i kerîmeden şu namaz kıldığımız mescidleri anladığımız gibi bir de hani Allah’ın Resûlü tüm arz benim için mescid kılındı buyuruyordu ya öyleyse ey müslümanlar öyle bir hayat yaşayalım ki tüm arz bizim için mescid olsun. Tüm arz bizim için orada Allah’ın emirlerini uygulayacağımız mekânlar olsun, tüm arz mescidinde Allah’ın biz-den istediği tavırlarla süslenelim. Tüm arz mescidinde Allah’ın emirlerini görüntüleyelim. Her nerede olursak olalım orada Allah’ın emirlerine secde ederek Allah’ın arzularıyla süslenelim. Her yerde Allah’ın kitabını görüntüleyelim. Allah’ın boyasıyla boyanalım, çevremize bu boya ile görünelim ve çevremizi de bu boya ile süsleyelim. Arzın her bir bölgesinde Rabbimize yakınlık gereği onun her istediğine onun istediği biçimde boyun bükelim.

Ziynet budur işte. Ziynet Allah’ın boyası, Allah’ın bizde gör-mek istediği görüntüdür. Allah ve Resûlünün ziynet dediği, süslü dediği şey ziynettir, süstür ve süslüdür. Dışındakilerin hiç birisi süs değildir, ziynet değildir.

Meselâ bir gelin düşünün ki üzerine giydiği gelinlik Zambiya’dan getirtilmiş, açık yeri kapalı yerinden fazla. Allah ve Resûlünün kıstaslarına göre bu elbisenin içindeki gelin süslü değildir. Süs ve ziynet değildir bu elbise. Bir gelin ki tepeden tırnağa örtülü işte süslü olan budur.

Bir ev düşünün ki şu kadar metre kare bir alana yapılmış, bahçesindeki çiçekler Sirilankadan, içindeki vazolar Bohemya’dan, kol-tukları kanepeleri İtalya’dan getirtilmiş süslü değildir bu ev. Ama yarın ölecekmiş gibi eşyaları Allah ve Resûlünün istediği gibi bina edilmiş bir çadır ondan süslüdür.

Bir el düşünün ki milyarlara mal olmuş bir altın yüksük takıl-mış bu el süslü değildir. Ama Allah ve Resûlünün istediği biçimde çok ucuz da olsa gümüş bir yüksük takılmış el süslüdür. Bir baş düşünün ki açık, o baş süslü değildir.

Veya bir baş düşünün ki takke giyilmiş o da süslü değildir. Başın ziyneti o takkenin üzerine sarılmış bir sarıktır. Veya sakalsız bir yüz asla süslü değildir.

Yüzün ziyneti de Allah ve Resûlünün istediği biçimde bırakıl-mış sakaldır. Tesettürsüz bir vücut süslü değildir. Allah ve Resûlünün tarifine uygun olarak giyinmiş bir beden ziynetlidir. Bir kadının kocasının yanında ona kendisini arz etmesi, onun süsü ve ziyneti, dahası başkalarının yanında sesini ve saçının bir telini bile saklaması onun süsü ve ziynetidir.

Yâni Allah neyi nasıl istemişse öylece yapmak ziynettir. Su geminin altındaysa ziynettir, ama su geminin içindeyse ziynet değil-dir. Dünya ve dünyalık her şey ayaklarınızın altındaysa, siz onlara hükmedebiliyorsanız ziynetlidir, ama dünyalıklar sizin içinize girmiş ve size hükmetmeye başlamışsa bu ziynet değildir.

O halde Allah’ın bizden istediği, beğendiği, bizde görmekten razı olduğu her türlü davranışlarımız bizim ziynetimiz ve süsümüzdür. Namaz vücudumuzun süsü ve ziynetidir. Zekât mallarımızın ziynetidir. Terbiye adına çocuklarımıza attığımız her tokat onların süsüdür. Müslümanın onu cennete ulaştırma adına hanımının yüzüne kondurduğu buse de onun süsüdür.

Bir sofra ki Rasûlullah’ın sofrasına benzediği ölçüde süslüdür. Bir yiyiş içiş modeli Rasûlullah’ınkine benzediği ölçüde ziynetlidir. İşte bu bir başka ifadesiyle ruhsattır. Ruhsat miktarı olanlar süslüdür ziynetlidir ruhsat ötesine aşıldığı zaman da bu israftır.

Evet öyle bir süslenelim ki bu arz mescidinde bu Allah ve Resûlünün bizden istediği bir süslenme olsun. Tıpkı kocası için süslenen bir kadının yahut da karısı için süslenen bir kocanın süslenmesi gibi biz de Rabbimiz için ve Rabbimizin istediği biçimde süslenelim.

Bakın âyetin devamında Rabbimiz süslenmenin hemen akabinde İsrafı da yasaklamaktadır.

Yemenizde içmenizde, giyinmenizde kuşanmanızda da haddi aşıp İsraf etmeyin. Allah’ın sınırlarını aşmayın. Allah ve Resûlünün tanıdığı ruhsatın dışına çıkmayın. Haramı helâl yapmayın. Öyle yiyin için, öyle giyinin kuşanın ki bu Allah’ın size tanıdığı ruhsat kadar olsun. Yeme içme ve giyinme konusunda Allah’ın Resûlü ne kadarına müsaade etmişse işte o kadarı israf değildir. Bu sınırı aşanların tamamı bilelim ki israftır. Tek çeşit yenecek, acıkmadan oturulmayacak, doymadan kalkılacak, ayakta yenmeyecek, besmele çekilecek önünden yenecek, aç komşular varsa onlar da çağrılacak.

Evet yiyin için ama israf etmeyin çünkü Allah israf edenleri sevmez. Peki İsraf nedir? İsraf ihtiyaç dışı tüketim demektir. İhtiyaç dışı istihlak demektir. İsraf ihtiyaçsızlık adına harcamaktır. Peki ihtiyaç nedir? İhtiyaç işte curcuna burada başlıyor. Efendim işte şu kadar da olsa yetmiyor, yetiremiyoruz. Bizim ihtiyaç felsefemiz yanlıştır. İhtiyaç anlayışlarımız bozuktur.

Peki nedir ihtiyaç? İhtiyaç Allah’ın bizden istediği kulluğun icrasında bize mutlaka lâzım olan şeylerdir. Cenâb-ı Hakkın bizim hayatımıza çizdiği kulluk programının icrası adına harcanacaklara, harcanması gerekenlere ihtiyaç diyoruz. İşte bunun dışına çıkmak bu sınırı aşmak israftır. İhtiyaç elzemi lâzıma tercih etmektir. İsraf da lâzımı elzeme tercih etmek demektir.

Öyleyse hayatımızda bir lâzım bir de elzem olan şeyler vardır. Yâni onsuz olmaz mutlaka elzem olanlar vardır bir de olsa da olur olmasa da olur dediğimiz lâzım olanlar vardır. O halde ihtiyaç elzemi lâzıma tercihtir. Mutlaka elzem dediğimiz onsuz olmaz dediğimiz şeyleri lâzıma tercih edeceğiz.

Meselâ her evin mutlaka bir sergiye ihtiyacı vardır. Elzemdir bu. Ama bu serginin bir kilim yahut bir hasır olması elzemken bilmem kaç milyona mal olacak bir Bünyan halısı olması da belki lâzımdır. Öyleyse biz elzemi lâzıma tercih edecek ve o konuda İsraf etmeyeceğiz. Evimizde aydınlanmak için mutlaka bir aydınlatıcıya ihtiyaç vardır. Elzemdir bu. Ama yüz mumluk bir ampul dururken bilmem kaç milyona mal olacak bir avize almamız lâzımı elzeme tercihtir ki bu İsraftır.

Yaşamak ve Allah’a kulluk takdim edebilmek için yemek zorundayız bu elzemdir. Ama şu kadar liraya mal olan bir yemekle doyacakken bu kadar liraya mal olacak yemeklerin peşine takılmak, hayatta onları hedef haline getirmek veya üç lokmayla doyacakken dördüncü beşinci lokmaya uzanmak İsraftır. Hattâ ol sebepten bar-sakları boşaltma adına tuvalette kaybedilen zaman bile İsraftır.

Kişinin Allah’ın kendisinden sarfını istemediği her türlü sarf, her türlü harcama İsraftır. Efendim bu havluya el siliniyor bir de ayak havlusu lâzım. Peki var mıydı sahabenin böyle ayak havluları? İhtiyaç konusunda kitap ve sünnet ölçüdür. Ne yapalım bunlar, bunlar da ihtiyaçtır diyerek eğer Pavlos’un köpeği şartlanmaya kalkışırsak ihtiyaçlarımız hiç bir zaman bitmeyecek ve biz ihtiyaçsızlığı ihtiyaç bilip bir ömür boyu bunların giderilmesi adına çırpınıp duracağız demektir.

Allah’ın Resûlü bir hadislerinde denizin kenarında da bulun-sanız abdest alırken fazla su harcayıp İsraf etmeyin buyurmaktadır. Denizin kenarında bile olsanız. Yâni benim yaptığım meşru bir iştir, ben şu anda abdest alıyorum binaen aleyh iki üç avuç fazla su harcasam ne çıkar? Denizin suyu tükenecek değil ya demeyeceğiz. Bu bir emirdir ve müslümanın tüm hayatı buna uygun olmalıdır. Bakın deniz kenarında meşru bir yere harcarken bile israf etmeyeceğiz.

Tabi burada anlatılan sadece deniz değildir. Ne kadarda malın olursa olsun yine de harcaman ölçülü olacaktır. Yâni düşünün ki çok malınız var. Deniz kadar da malınız olsa meşru dairede harcarken bile israf etmeyeceksiniz. Gayri meşruya zaten harcanmayacak da meşruya harcanırken bile İsraf edilmeyecek. Bir iki örnek verelim.

Meselâ bugün Allah ve Resûlünün istediği tarzda bir düğün eğer üz yüz milyona mal olabiliyorsa iki yüz elli milyonu olan bir elli milyon borç bulsun üç yüz milyon harcasın, yüz milyarı olanda yine üç yüz milyon harcasın ve İsraf etmesin demektir bunun mânâsı. Peki deniz kadar malı var adamın o da bu kadar harcayacak peki bu adam malının geri kalanı ne yapacak? Onu harcamayıp, İsraf etmeyip Allah kullarına ulaştıracak.

Veya meselâ beş kişilik bir ailenin bir akşam yemeği elli bin liraya hazırlanabiliyorsa yüz milyonumuz da olsa yine elli bin lira harcayacak ve İsraf etmeyeceğiz. Efendim benim deniz kadar malım var. Şu kadar da harcasam tükenmez, ne fark eder ben başkaları gibi değilim ki, benim sofram başkalarının sofrası gibi olamaz, benim düğünde harcamam başkaları gibi olamaz demek Allah korusun İslâm dışı bir hayatı çağıracak ve bizi İsrafların içine batıracak ve toplumda fertler arası uçurumlar meydana getirecektir.

Meselâ çocukların ekmeği bile zor bulabildikleri bir mahallede bizim çocuklarımızın ellerinde pastayla sokağa çıkması ne büyük bir dengesizlik ve ne acı bir yıkım doğuracaktır bunu düşünmek zo-rundayız.

Öyleyse unutmayalım ki deniz kadar malı olan da ırmak kadar malı olan da aynı ölçüde harcayacak, her ikisinin de sofraları aynı olacak, her ikisinin de harcamaları aynı olacak ve fazlalıklar Allah kullarına ulaştırılacak ve İsraf edilmeyecektir. işte hadisin bize anlatmak istediği budur.

Günümüz insanı maalesef deliğe göre yama yerine, yamaya göre delik açma kavgasındadır. İhtiyaca göre harcama yerine paraya göre, gelire göre harcama alanları açmaya çalışıyorlar. Nice insan bilirim ki kaşınan yerlerini bile kaşıyamıyor, ama niceleri de vardır ki gicişmedik yerlerini kaşıma kavgası veriyor. Ben öyle insanlar tanırım ki sadece bir akşam yemekleri mübâlağa etmiyorum fakir bir ailenin bir aylık yiyeceği. Fakir bir ailenin bir ayda yiyeceğini bir akşam yiyebiliyorlar.

Sanki adamların ağzı mutfakta ensesi tuvalette. Yemekten başka bir şey düşünmüyor adamlar. Halbuki vücutlarımız bize Allah’ın emânetidir. Vücutlarımızın yapısını değiştirmeye, bozmaya ve işleyişini zorlaştırmaya yönelik her şey yasaktır. Emânete hıyanettir. Bir mideye her gün inen mayeyi şöyle bir düşünün. Sabahleyin beş bardak renkli su çay, gündüz akşama kadar renkli su, ayran, göze faydalıdır diye bir iki bardak havuç suyu, vitamin vardır diye bir iki bardak portakal, limon suyu, bir iki şişe meşrubat, her uğradığı yerde hatır için çay üstüne çay, kahve üstüne kahve. Şimdi bu mideyi düşünün siz.

Lâkin şurası bir hakikat ki bütün bu içmeler ihtiyaç adına, beslenme adına değil hatır adına, İsraf ve lüks adınadır. Vücudun yapı taşlarını bozma adınadır. Dostluk adına veya müşterinin her isteğini yerine getirme adına bunlara karşı çıkamayan kişi İsrafın içine gömülüyor demektir. Meselâ gittiğiniz her yerde size su ikram edilse siz de bunu reddetmeseniz ölürsünüz . Ama renkli su olunca akşama kadar içmeye devam ediyor adamlar.

Halbuki bu dünyada elbette mü’minler kâfirlerden farklı olmalıdırlar. Kitabımızın başka âyetlerinin beyanıyla; kâfirler dünyada sa-dece yerler içerler. Hem de hayvanlar gibi yerler içerler. Bu hayvan özelliğidir. Sadece yemek içmek. Önüne ne gelirse yemek içmek. Ye-mek için yemek, içmek için içmek. Kulluk için değil, ihtiyaç için değil önüne gelen hiçbir şeyi reddetmeden yemek içmek bu hayvan karakteridir. Halbuki mümin asla böyle değildir. O önüne gelen her şeyi ye-meden yana olmaz. Onun yemesinde ve içmesinde bir sınır bir durak noktası vardır.

Hattâ Allah’ın Resûlü bir hadislerinde:
“Kişinin canının çektiği her şeyden yemeye çalışması İsraf olarak ona yeter”

Buyurmaktadır. Ee efendim tüm bu nîmetler yenmek ve içmek için yaratılmamış mıdır? Yemeyelim mi yâni? Bütün kadınlar da evlenmek için yaratılmışlardır ama bir sınır var değil mi? Hepsinden istifade hakkımız yoktur değil mi? Hayvanlar yerler içerler ama yiyip içtikleri nîmetler üzerinde hiç düşünmezler. Acaba bu yediğim, içtiğim rızklar nereden gelmiştir? Nasıl meydana gelmiştir? Kim yaratmış bunları? Acaba tüm bu nîmetleri yaratıp benim hizmetime sunan varlık bu nîmetler karşılığında benden ne ister? O’na nasıl teşekkür etmeliyim? Hayvan bunu düşünmez düşünemez. İşte kâfirler de aynen bu hayvanlar gibidirler. Yiyip içmelerinde hiçbir kontrol mekânizması, hiçbir sınır ve durak noktası olmadığı gibi tüm bu nîmetleri kendilerine sunan Rablerine karşı da en küçük bir minnet duyguları da yoktur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namaz vakitlerinin belirlenmesi

İsrâ suresi ayet 78
“Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl; sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahit olur.”

Güneşin batıya yönelmesinden gecenin karanlığı basıncaya kadar namazı ikâme et. Namazı ayağa kaldır. Ve sabah vakti de namaz kıl. Sabah okuyuşuna da en güzel bir şekilde riâyet et. Sabah okuyuşuna da dikkat et. Zira unutma ki sabah namazına melekler şa-hit olurlar. Aslında Allah’ın melekleri tüm namazlara, tüm güzel amellere şahittirler, ama burada özellikle sabah namazının zikri bu namazın önemine dikkat çekmek içindir. Onun içindir ki Allah’ın Resûlü ve sahâbe-i kirâm efendilerimiz sabah namazında uzunca Kur’an okurlardı. Evet güneşin tam tepeden meyletmesinden sonra öğle ve ikindi namazlarını kıl, gecenin karanlığının basması zamanından itibaren akşam ve yatsı namazlarını kıl, sonra da sabah namazını da kıl emrini alıyordu Rasûlullah efendimiz Rabbinden ve tabii bizler de.
Böylece İsrâ sûresinin 78. âyetiyle beş vakit namazla emrolunduk.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
[I]Vaktinde kılınan namazın fazileti

Bakara suresi ayet 238
Namazlara ve orta namaza devam edin. Gönülden boyun eğerek Allahnı huzurunda durun.

Farz namazlara ve orta namaza, yani ikindi namazına devam edin. Namazlannızda Allanın huzurunda, gönülden itaat içinde, huşu ile sessizce durun. Müfessirler, âyet-i kerimede zikredilen "Orta namaz"dan neyin kastedil*diği hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir.

a-Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said el-Hudri, Hz. Ai-şe, Ümmü Seleme, Hz. Hafsa, Abdullah b. Mes'ud, Semüre b. Cündeb, Ümmü Habibe, Hasan-ı Basri, İbrahim en-Nehai, Rüzeyn b. Hubeyş, Katade, Dehhak, Mücahid, Ebu Eyyub ve Zır b. Hubeyşe göre
bu âyette zikredilen "Orta namaz"dan maksat, ikindi namazıdır. Bu hususta bazı sahabilerden şu hadis-i şe*rifler rivayet edilmiştir:

Hz. Aişenin azadh kölesi Ebu Yunus diyor ki:
"Aişe (r.anh.) bana, kendisi için bir Kur'an nüshası yazmamı emretti ve dedi ki: "Namazlara ve orta namaza devam edin." âyetine gelince onu bana bildir." Ben de o âyete geiince ona haber verdim. O da bana: "Na*mazlara, orta namaza ve ikindi namazına devam edin." şeklînde yazdırdı ve dedi ki: "Ben bunu Resulullah (s.a.v.)den duydum.

Ümmü Selemenin azadh kölesi Abdullah b. Rafı de Ümmü Selemenin kendisine Kur'an nüshası yazdırırken aynen Hz. Aişeden rivayet edilen şekilde yazdırdığını, Nafı de Hz. Hafsanın Kur'an nüshası yazdınrken yazana aynen Hz. Aişenin söylediği şeyleri söyleyip yazdırdığını rivayet etmişlerdir.

Bu hususta Semure b. Cündeb, Resulullah (s.a.v.)'in,
"Orta namaz ikin*di namazıdır" buyurduğunu rivayet etmiştir.

Abdullah b. Mes'ud da
Resulullah (s.a.v.)'in "Orta namaz ikindi nama*zıdır." buyurduğunu söylemiştir

Hz. Aliye (r.anh.) Hendek savaşı sırasında ikindi namazı hakkında Resu-lullahın şöyel buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Düşmanlar bizi orta namazdan alıkoydular. Nihayet güneş battı. Alah onların kabirlerini ve evlerini ateşle doldursun." (I)iğef bir rivayette, "Kabİrierirîi ve içlerini ateşle doldursun," şeklindedir") Bu hadis-i şe*rif Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbasdan da rivayet edilmiştir.
Berâ b. Âzib ise şöyle demiştir:
"Bu âyet indiğinde "Namazlara ve ikindi nama*zına devam edin." şeklindeydi. Ben bunu Rcsulullalnn döneminde Allanın dilediği kadar okumuştum. Daha sonra ise Allah teala âyetin bu şeklini neshetti ve "Namazlara ve orta namaza devam edin." şeklinde indirdi.

İbrahim b. Yezitl ed-Dımışkî diyor ki:
"Ben Abdulaziz b. Mervanın ya*nında oturuyordum.
O bir adama: "Ey filan, falan adamın yanına git ve ona de ki: "Sen Resulullahtan orta namaz hakkında ne işittin?" Bunun üzerine orada oturan bir adam şöyle dedi:
"Ben, küçük bir çocuk iken Ebubekir ve Ömer, orta namazın ne demek olduğunu sormam için beni Resulullaha gönderdiler.
O be*nim, serçe parmağımı tuttu "İşte sabah namazı budur"
Sonra serçe parmağımın yanındaki parmağı tuttu "Öğle namazı da budur." dedi.
Sonra baş parmağımı tuttu "Akşam namazı budur." dedi. Daha sonra onun yanındakini (şehadet par*mağını) tuttu ve "Yatsı namazı budur" dedi.
Sonra da "Hangi parmağın kaldı?" dedi.
Dedim ki: "Orta parmağım."
Dedi ki: Hangi namaz kaldı?"
Dedim ki: "İkindi namazı."
dedi ki: "İşte orta namaz budur."
Resulullah, ikindi namazını kılmayanlar için büyük bir ceza bulunduğunu haber vermiştir.

Abdullah b. ÖmerResulullahın, ikindi namazını geçiren kimse için

"O adam, ailesi ve malı helak edilmiş gibidir." buyurduğunu söylemiştir

b- Abdullah b. Ömer ve Zeyd b. Sabit'ten nakledilen diğer bir görüşe gö*re bu âyette zikredilen "Orta namaz"dan maksat, öğle namazıdır. Zeyd b. Sabit diyor ki: "Resulullah öğle namazını sıcaktan dolayı insanların ortalıktan çekil*dikleri zamanda kılardı. Resulullahın kıldığı namazlar içinde, sahabilere bundan daha zor gelen bir namaz yoktu. Onların bu zorlanmaları üzerine "Namazlara ve orta namaza devam edin." âyeti nazil oldu. Zeyd b. Sabit, diyor ki: "Öğleden önce de iki namaz vardır. Ondan sonra da iki namaz vardır.

Hz. Hafsamn Kur'an-ı Kerim nüshası yazdırırken bu âyeti: "Namazlara, orta namaza ve ikindi namazına devam edin." şeklinde yazdırdığı ve bunu Resu*lullahtan işittiği rivayet edilmektedir. Görüldüğü gibi bu rivayete göre ikindi na*mazı, orta namazdan ayn bir namaz olarak zikredilmiştir. Bu da orta namazın, öğle namazı olduğunu göstermektedir.

c- Kubeyse b. Züeyb'e göre ise "Orta namaz"dan maksat, akşam namazı*dır. Zira, rekatlarının sayısı bakımından namazların ne en azı ne de en çoğudur. Onların ortasındaki bir sayıdadır. Ayrıca, yolculukta dahi kısaltılmaz. Keza Re*sulullah onun ne vaktini ertelemiş ne de onu acele ederek kılmıştır.

d- Abdullah b. Abbas, Cabir b. Abdullah, Ata, İkrime, Müeahid, Abdullan b. Şeddad ve Rebi' b. Enesten nakledilen diğer bir görüşe göre burada zikre*dilen "Orta namaz"dan maksat, sabah namazıdır. Taberi diyor ki:
"Bunların, "Orta namaz"dan maksadın sabah namazı olduğunu söylemelerinin sebebi, şu*dur: "Bunlar âyetin devamında gelen ve "Gönülden boyun eğerek." şeklinde ter*cüme edilen ifadesini "Kunut duası yapanlar" şeklinde izah etmişlerdir. Buradaki "Orta namaz"dan maksadın da sabah namazı olduğunu söylemişlerdir.

c- Abdullah b. Ömer, Rebi' b. Haysem ve Said b. el-Müseyyebden nakle*dilen diğer bir rivayete göre bu âyette zikredilen "Orta namaz" beş vakit namaz içinde herhangi bir vakittir. Bu vaktin hangi vakit olduğu belirtilmemiştir. Zira bu vakit belirtilecek olsaydı insanlar sadece ona titizlik gösterir diğerlerini ih*mal ederlerdi. Bu nedenle "Orta namaz"dan maksadın hangi vakitte kılman na*maz olduğu belirtilmedi. Ta ki kullar bütün vakitlere devam etmek suretiyle ona da devam etmiş olsunlar.

Taberi diyor ki:
"Zikrettiğimiz bu görüşler içerisinde doğru olanı, hakkın*da Resulullahtan birbirini destekleyen çokça haberler zikredilenidir. O da ikindi namazıdır."

Allah teala, kullarını özellikle bu vakitte namaz kılmaya teşvik etliği gibi Resulullah da bu vakitte namaz kılmaya teşvik etmiştir.

Ebu Basra el-Ğifari diyor ki:
"Resulullah "Muhammas" denen yerde bizlere ikindi namazını kıldırdı. Sonra buyurdu ki: "Bu namaz, sizden öncekilere arzcdilmişti. Fakat onlar bunu zayi ettiler. Kim bu namaza devam edecek olursa onun için iki kat nıükâfaat vardır. Şahit doğuncaya kadar bu namazdan başka namaz yok: tur. (Yani başka namaz kılınmaz) Şahit ise yıldızdır.

Resulullah (s.a.v.) ikindi namazını geçiren kimse için "O adam, ailesi ve malı helak edilmiş gibidir. buyunnuştur.

Umare b. Rüeybe eliyor ki:
"Resulullah (s.a.v.)'in güneşin doğmasından önce ve batmasından önce namaz kılan bir kimse asla cehennem ateşine girmeyecektir. "Yani sabah ve ikindi namazını kılan bir kimse asla cehennem ateşi görmeyecektir." buyurdu*ğunu işittim.

Taberi diyor ki:
"Bütün namazlara devam etmek farz loduğu halde Resu-lullalıın özellikle ikindi namazına devam etmeyi teşvik etmesi gösteriyor ki Al*lah teala da "Orta namaza devam edin" buyurarak ikindi namazına devam etme*yi teşvik etmiştir.
Taberi devamla diyor ki:
"Diğer vakitler arasında, özellikle ikindi namazına devam edilmesinin emredilmesi şu hikmete binaen olmalıdır. Akşam yatsı ve sabah namazları insanların çoğunun işlerini bıraktıkları ve din*lendikleri vakitlerde olduğu için onları kılmaları kendileri için bir zorluğa sebep olmaz. Öğlen namazı da sıcağın şiddetli anma rast geldiğinden, insanların istira*hata çekilme anlarında kılınır. Bu da onlar için zor değildir. İkindi namazı ise. insanların çalışmalarının yoğun olduğu bir zamana rastlar. Bu bakımdan onu ih*mal etme durumu tlaha çoktur. Bu sebeple Allah teala bütün namazlara devam edilmesini emrederken, özellikle ikindi namazına da devam etmelerini emret*miştir. İkindi namazına "Orta namaz" denmesinin sebebi ise, kendisinden Önce iki vakit kendisinden sonra iki vaktin bulunması ve kendisinin beş vakit nama*zın tam ortasında bulunmasındandır.

Âyet-i kerimenin devamında zikredilen ve "Gönülden boyun eğerek Alla*nın huzurunda durun." diye tercüme edilen cümlesinde ge*çen ve "Gönülden boyun eğerek" diye tercüme edilen kelimesinden ne*yin kastedildiği hakkında müfessirler farklı görüşler zikretmişlerdir:

a- Şa'bi, Ata, Said b. Cübeyr, Dehhak, Abdullah b. Abbas, Hasan b. Ebil Hasan, Mücahid, Atiyye, Said b. Abdülaziz, Tâvûs ve Ebu Said eMIudriden ri*vayet edilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen kelimesinin mânâsı "İtaat ediciler" demektir. Bu hususta Ebu Said el-Hudri, Resulullahın:

"Kur'anda zikredilen her kelimesinden maksat, "İtaattir. buyurduğunu rivayet etmiştir.

b- Süddi, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Erkam, İkrime ve İbn-i Zeyd'den rivayet edilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen kelimesinden maksat "Sükut edenler, konuşmayanlar." demektir.

Bu hususta Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"Resulullah beni, namazda iken selamımı almaya alıştırdı. (O namazda iken selam verdiğimde selamımı alırdı) Yine bir gün onun yanma varıp namazda iken selam verdim. Selamımı almadı. (Namazı bitirince) şöyle buyurdu: "Allah, dilediği zaman işinde yeniük ya*par. O namazda, AHahı zikretme, onu şanına layık bir şekilde teşbih etme ve yüceltme dışında herhangi bir kimsenin herhangi bir şey konuşmaması esasını İhdas etti. Siz, Allah için sükut ederek namaz kılın."

Zeyd b. Erkam diyor ki:
"Biz, daha önceleri namaz kılarken birbirimizle konuşuyorduk. Öyle ki bazımız diğer kardeşinden ihtiyacı olduğu şeyi istiyordu. Nihayet, "Na*mazlara ve orta namaza devam edin ve sukut ederek Allanın huzurunda durun." âyeti indi ve namazın içinde iken susmamız emredildi.

c- Mücahid ve Rebi" b. Enese göre, burada zikredilen kelime*sinden maksat, "Rüku eden, huşu içinde olan" demektir. Bu hususta Mücahidin şunları söylediği rivayet edilmektedir. "Namazda rtikuun uzun oluşu, gözlerin kapalı olması, namaz kılan kimsenin rabbine karşj kendisini zelil hissetmesi ve Allah korkusundan dolayı huşu içinde olması (Bunların hepsi) kunuttardır. Alimlerden biri namaz kıldığında Rahman olan Allanın huzurunda ondan çeki*nerek etıafına bakamazdı. Secde yerindeki çakıl taşlarını dahi bir tarafa ilemez*di. Herhangi bir şeyle oynayamaz hatta dünyaya ait bir işi hatırından bile geçiremezdi. Ancak dalgın olduğu durumlarda böyle bir şey olurdu.

d- Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre bu âyette zik*redilen kelimesinden maksat "Dua edenler" demektir. Buna göre âyetin mânâsı "Siz, namazı, AUaha yalvararak onun için kılın" demektir. Bu hususta Ebu Reca diyor ki: "Ben, Basra Mescidinde Abdullah b. Abbasın arkasında sa*bah namazını kıldım. O, rükudan Önce kunut yaptı. Sonra dedi ki: "Allah teala-nın "Kunut yapanlar" olarak Allah için namaz kılın." buyurduğu orta namaz iş*te budur." dedi.

Teberi diyor ki:
"Bu âyetin tefsirinde tercihe şayan olan görüş kelimesinden maksat "İtaat edenler"dir, diyen görüştür.. Allaha itaat, namazda susmayı da huşu içinde olmayı da Allaha yalvarmayı da kapsar. Bu nedenle, âyeti geniş şekilde yorumlamak daha evladır. [/I]
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vaktinde kılınan namazın fazileti

Arâf suresi ayet 170
“Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namaz kılanlar için ecir vardır, düşünmüyor musunuz? Biz, iyiliğe çalışanların ecrini elbette zâyi etmeyiz.”

Evet Allah’ın kitabına sım sıkı sarılanlar ve insanların da ona sarılmasını sağlayıp öğütleyenler ve namazı ayağa kaldırıp hayatlarını namazla özdeşleştirenler, çevrelerine namaz eğitimi verenler, na-maz konusunda emri bil’maruf yapanlar var ya işte biz o ıslahçıların, o kendileri sâlih olup aynı zamanda çevrelerini de ıslah etmeye çalışan muslihînin amellerini, ecirlerini zâyi etmeyeceğiz.

Evet kitaba sımsıkı sarılanlar. Kitaba sarılmak kitabın şu cismine sarılıp, onu bağrına basıp onunla yatıp kalkmak değildir. Kitabın âyetlerini ve o âyetlerin ortaya koyduğu mânâyı hiç kaybetmeden hayatta uygulamaya çalışarak onu muhafaza etmek demektir. Ben bunsuz hayatıma çeki düzen veremem, ben bunsuz yol bulamam, ben bu kitapsız hayat programı yapamam, ben bunsuz hayat programı yapıp cennete ulaşamam diyerek kitabın âyetlerine sarılıp, sürekli onlar kılavuzluğunda yol bulmak, yolunu onlara sormak ve onlarla bir hayat yaşamak demektir.

Evet kitaba sarılanlar, Hz. Mûsâ (a.s) gibi Yed-i Beyzaya sa-rılanlar veya Yedi Beyzayı ortaya koyanlar, Hz. Yahya gibi kitabı elin-den hiç bırakmayan, kitaba sım sıkı sarılıp hayatına kitapla yön veren, kitabın istediği hayatı yaşayan, kitapsız bir adım bile atmayan veya Allah’ın Resûlü gibi tüm hareketlerinde kitabı istinat noktası kabul edip sağ elime güneşi, sol elime de ayı verseler, dünyanın tüm nimetlerini üzerime yağdırsalar da yine bu kitaptan ve bu kitabın yol gösterisinden vazgeçmeyeceğim diyerek yemin edenler, gibi kitaba sım sıkı tutunanlar.

Bir de namazı ikâme edenler. Yâni kitapla beraberliklerinin, kitaba sarılmalarının ispatı olarak, kitaptan mesaj almalarının pratikteki ilk eylemi olarak namazı ikâme edenler. Salat aslında yöneliş demektir. İnsanın bütün varlığıyla, içiyle dışıyla Rabbine yönelişinin adıdır namaz. İşte hayatımızda bunu gerçekleştirmemizi istiyor Rab-bimiz. Tüm hayatımızla kendisine yönelmemizi istiyor. Bunun için na-mazı ikâme etmemizi istiyor. İkame doğrultmak, ayağa kaldırmak de-mektir. Namazın ikâmesi de hayatın namazla doğrultulması demektir. Kişinin imanıyla doğrulması imanını ayağa kaldırması hayatını, iman kaynaklı yaşamaya karar vermesi demektir. Kâbe’nin avlusunda namazla doğrulan Allah’ın Resûlü etrafındakilere bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Namazıyla hayatı şekillendirmeye ve o hayatta putları devirip onların yerine Allah’ın egemenliğini kurmaya çalışıyordu. Öy-leyse namaz hayata hâkim olmalıdır.

İşte böylece kitaba sımsıkı sarılıp bunun gereği olarak da namazı ikâme edenlerin yâni muslihînin ecirlerini zâyi etmeyeceğiz diyor Rabbimiz. Demek ki bundan da anlıyoruz ki namaz ıslahmış ve namazı ikâme edenler ıslahçılarmış. İnsan kendisini ıslah etmekle beraber aynı zamanda muslıh da olması gerekmektedir. Yâni kendisi sâlih olmakla birlikte başkalarını ıslah etmesi de gerekmektedir. Yâni namazla Rabbinden aldığı mesajı çevresindeki Allah kullarına ulaştırması gerekmektedir.

Namaz Allah’la buluşmak demektir. Namaz Allah’la konuşmak, Allah’la sözleşmek demektir. Onun kelâmıyla, bizzat onunla sözleşmek demektir. O sözlere göre bir hayat yaşayacağına söz ver-mek demektir. Namazla özdeş bir hayat yaşamaya, namaza endeksli bir hayat yaşamaya, hayatı düzenleyecek bir namaz kılmaya sözleş-mek demektir. Hukuka etkili, eğitime etkili, ekonomiye etkili, kazanmaya-harcamaya ve tüm hayat birimlerine etkili bir namaz kılmaya ve bunun gereği olarak da namazda alınan mesajla hayatı düzenlemeye sözleşmek demektir.

Elbette böyle bir namaz kılabilmek için de kitaba sımsıkı sarılmak gerekmektedir. Kitabı bir an bile elimizden düşürmememiz, onunla oturup onunla kalkmamız, onu hayata tatbik etmemiz gerekmektedir. Biz kendimiz böyle sürekli onunla beraberliğimizi sürdürdüğümüz gibi, etrafımızdaki insanlara da onu ulaştırma çabası içinde olmamız gerekmektedir. Şereflilerin en şereflisi olan Allah elçilerinin mesleğidir bu. Tüm Allah elçileri hayatları boyunca bunu yapmışlar. Kendileri Allah’ın kitabına sımsıkı sarılmışlar, onu kendilerinden kendilerini ondan ayırmamışlar, hayatlarını onunla düzenlemişler ve çevrelerindeki insanlara da sürekli onu duyurmuşlardır
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vaktinde kılınan namazın fazileti

TâHâ suresi ayet 14
“Şüphesiz Ben Allah'ım, Benden başka İlâh yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.”

Şüphesiz ki Ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana kulluk et, Beni dinle ve Beni zikretmen, beni hatırlaman, beni hatı-rında canlı tutman, hep beni yüceltmen için namaz kıl. Beni anlamak, Beni tanımak için namaz kıl. Benimle ilgi kurmak, benimle diyalogu kesmemek için namaz kıl. Namaz kıl değil de namazı ikâme et. Yâni namazı ayağa kaldır, hayatını düzenleyecek mesaj almak üzere namazı ikâme et.

Evet dikkat ederseniz tevhidden sonra, Allah’tan başka İlâh olmadığını kabulden sonra hemen namaz isteniyor. Namaz Hz. Adem’den bu yana bütün peygamberlerin hayatında değişmeyen ilk ibadettir. Namaz bütün risâlet silsilelerinde ameli farzların ilkidir. Namaz peygamberlerin risâlet, vahiy ve tebliğ yükünü kaldırabilmeleri için onların ilk dayanaklarıdır. Namaz mü’minin mü’minliğini ortaya koyan en baş ve en vazgeçilmez sıfatıdır. Namaz küfürden imana geçişin ilk ameli tatbikatıdır. Namaz mü’mini kâfirden ayıran en belirgin özelliktir. Namaz dinin dışa yansıyan yönüdür. Namaz baştan sona temizliktir. Namaz Allah’la buluşma makamıdır. İşte Rabbimiz buyuruyor ki ey Mûsâ Beni hatırlamak için, Beni unutmamak, Benden gafil olmamak için namazı ikâme et.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sabah namazının vakti Sabah namazını fazileti

İsra suresi ayet 78
“Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar namaz kıl; sabah vakti de namaz kıl, zira sabah namazına melekler şahit olur.”

Güneşin batıya yönelmesinden gecenin karanlığı basıncaya kadar namazı ikâme et.
Namazı ayağa kaldır.
Ve sabah vakti de namaz kıl.
Sabah okuyuşuna da en güzel bir şekilde riâyet et.
Sabah okuyuşuna da dikkat et.
Zira unutma ki sabah namazına melekler şahit olurlar. Aslında Allah’ın melekleri tüm namazlara, tüm güzel amellere şahittirler, ama burada özellikle sabah namazının zikri bu namazın önemine dikkat çekmek içindir. Onun içindir ki Allah’ın Resûlü ve sahâbe-i kirâm efendilerimiz sabah namazında uzunca Kur’an okurlardı.
Evet güneşin tam tepeden meyletmesinden sonra öğle ve ikindi namazlarını kıl, gecenin karanlığının basması zamanından itibaren akşam ve yatsı namazlarını kıl, sonra da sabah namazını da kıl emrini alıyordu Rasûlullah efendimiz Rabbinden ve tabii bizler de.
Böylece İsrâ sûresinin 78. âyetiyle beş vakit namazla emrolunduk.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sabah namazının vakti Sabah namazını fazileti

Tâhâ suresi ayet 130
“Ey Muhammed! Onların dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabb’ini hamd ile tesbih et; gece saatleri ve gündüzleri de tesbih et ki; Rab-b’inin rızasına eresin.”

Ey peygamberim, sen onların sözlerine sabret. Kesinlikle dinleme onları. Sen sabret. Sen dayan ve diren. Sen yoluna devam et. Sen onlar için kulluk programını bozma. Sen sakın kulluğundan vazgeçme peygamberim. Onlar ne derse desin sen aldırma ve yoluna devam et.

Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rab-b’ini hamd ile tesbih et, Rabb’ini yücelt, Rabb’ini noksan sıfatlardan tenzih et, Onu büyük bil, Onu Azîz bil, Onu şerefli bil, yaratan bil, öldüren bil, dirilten bil, cennetin sahibi bil, cehennemin sahibi bil. Gecenin bir bölümünde de tesbih et Onu. Gündüzün başında ve sonunda da tesbih et. Umulur ki Allah’tan razı olabilirsin, Allah’ı razı edebilirsin, sen Allah’tan razı, Allah ta senden razı olur.

Evet, ey peygamberim sen böylece yoluna devam et. Onlar azgınlıklarına devam ede dursunlar. Hani niye helâk olmuyoruz ya? Diye dursunlar. Bizimle, bizim gücümüzle Allah baş edemez diye dur-sunlar. Sen boş ver onları da Rabb’ini iyi tanı. Kitabında sana haber verdiği isimleriyle, sıfatlarıyla Rabb’ini iyi tanı, bu isim ve sıfatları Ondan başkalarına verme ve Rabb’ine Onun istediği gibi kulluk yap. Hep Onunla beraber ol.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sabah namazının vakti Sabah namazını fazileti

Kaf suresi ayet 39
Ey Peygamber, sen onların söylediklerine karşı sabırlı ol. Rabbini güneş doğmadan ve batmadan önce hamd ile tesbih et.

Ey Muhammed, sen, Yahudilerin, Allah hakkında yapmış oldukları iftira*lara sabret. Rabbini överek, güneş doğmadan ve batmadan önce tesbih et.

Allah teala bu âyet-i kerimede, güneş doğmadan ve batmadan önce, kendisinin övülerek tesbih edilmesini emretmektedir. Bu vakitlerde yapılması emredilen tesbih'ten maksat, Katade ve İbn-i Zeyd'e göre,
namaz kılmaktır. Bunlara göre âyetin izahı şöyledir:
"Ey Muhammed, sen, müşriklerin, Allah hakkında uydurdukları iftiralara karşı sabret. Güneş doğmadan önce, rabbine hamdederek sabah namazım kıl. Güneş batmadan önce de ikindi namazını kıl.

Cerir b. Abdullah diyor ki:

"Biz bir gece Resulullah ile beraber oturuyorduk. Resululah, on dördünde olan aya baktı ve şöyle buyurdu: "Sizler yakında, bunu gördüğünüz gibi rabbinizi göreceksiniz ve onu görmekte güçlük çekmeyeceksiniz. Sizler, güneş doğmadan ve güneş batmadan önceki namazları geçirmemeye gücünüz yettiği müddetçe onları geçirmeyin, Resulullah sonra: "Rabbini güneş doğmadan ve batmadan önce hamd ile tesbih et." âyetini okudu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sabah namazının vakti Sabah namazını fazileti

Fecr suresi ayet 1
Yemin olsun fecre,

Âyette geçen "Fecr" kelimesinden maksat, Abdullah b. Abbas'tan nakle*dilen bir rivayete göre "Gündüz"dür. Diğer bir rivayete göre "Sabah namazı"dır. İkrimeden nakledilen başka bir riyaveye göre ise "Sabah vakti"dir.

Hz. Ali, Mücahid ve Süddi'nin de fecr kelimesini, sabah vakti olarak izah ettikleri nakledilmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İkindi namazının vakti İkindi namazının fazileti

Bakara suresi ayet 238
"Namazları ve bilhassa orta namazı (üzerine ti*tizlikle düşerek) muhafaza edin! Ve Allah için kalkıp O’-na gönülden boyun eğiciler olarak divan durun! (kunutta bulunun)"

Namazlarınızı muhafaza ediniz. Namazların muhafazası, tüm namazları vaktinde rükûn ve şartlarına riâyet ederek hiçbirini ihmal etmeden, Allah’ın istediği biçimde yerine getirmek demektir. Namazla*rın muhafazası, namazla Allah’tan alınan mesajın muha*fazası de*mektir. Namazla Allah’tan alınan mesajın, namaz sonrası hayata ak*tarılması ve sosyal hayatın bu mesajla düzenlenmesi demektir. İşte böyle namazlarınızı hiç ihmal etmeden muhafaza edin ve özellikle de orta namaza dikkat edin!

"Salâtul vusta" Vüsta, evsad kelimesinin müennes ismi taf-dıylidir. Arapça’da bu kelime hem orta, hem de yüce, yüksek anlamla*rına gelmektedir. Hem orta namaz, hem de bütün sıfatla*rını havi ola*rak Allah’ın istediği biçimde kılınan namaz mânâsına gelmektedir. Bu namazın hangi namaz olduğu, şu bildiğimiz na*mazlardan birisi mi, yoksa bu namazlardan başka bir namaz mı ol*duğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Sahabeden çoğunun ifa*desine ve dört mezhep ima*mının görüşüne göre bu namaz, ikindi namazıdır. Allah’ın Rasûlü Ah-zâb savaşı günü, kendilerini çok şid*detli bir biçimde sıkıştıran ve hattâ Müslümanlara ikindi namazı kılma imkânı bırakmayan müşrik*lere bedduada bulunmuştu:

"Onlar bizi orta namaz olan ikindi namazından meş*gul ettiler. Allah da onların evlerine ve kalplerine ateş doldursun!" diye bedduada bulunmuştur.
(Beyhaki, Sünenü’l-Kübra 1/460)


Yine Allah’ın Resûlü’nün Tirmizî’de:

"Orta namaz, ikindi namazıdır."


hadisini biliyoruz.

Yine sahabeden kimileri bu orta namazın sabah namazı ol-duğunu söylemişlerdir. Kimileri bunun öğle namazı olduğunu, kimileri akşam, kimileri yatsı namazı olduğunu söylemişlerdir. Bu, beş vakit namazın tamamını içine alır diyenler de olmuş. Sahib-i tertip olmanın önemine dikkat çekiliyor diyenler olmuş. Cemaatla kılınan namazdır, Allah burada cemaata dikkat çekiyor diyenler olmuş. Cuma günü kılı*nan cuma namazıdır, korku namazıdır, vitir nama*zıdır, Kurban bay*ramı namazıdır, Ramazan bayramı namazıdır gibi pek çok görüşler serd edilmiştir bu konuda.

Fakat tüm bu rivâyetler dikkatlice incelenirse Allahu âlem en uygunu bunun ikindi namazı olmasıdır. Çünkü bu konuda en güzeli Rasûl-i Ekrem’in beyanına uymaktır. İnsanlar için meşguli*yetin en fazla olduğu dönem de ikindi dönemidir. Buna göre şöyle demek her*halde daha uygun olacaktır: Her şahıs için engellerin ve meşguliyetin çokluğu sebebiyle kılınması en zor ve geçirilmesi en çok ihtimal dahi*linde olan namaz, onun için en faziletli namaz veya orta namazdır.

Veya bu orta namaz açıkça belirtilmediğine göre mümin bütün namazlarını tam olarak muhafaza ederse, bu namazı da muhafaza etmiş olacaktır. Tıpkı Kadir Gecesini Rabbimizin gizli tuttuğu gibi. Ka*dir Gecesini yakalamak isteyen kişi Ramazanın son on gününü ta*mamen ibâdetle geçirmesi gerektiği gibi. Öy*leyse tüm namazlar Al*lah’ın istediği biçimde muhafaza edilmeli ki, bu orta namaz da muha*faza edilmiş olsun. Evet, namazların tü*münü muhafaza edin, özellikle de bu orta namaza çok dikkat edin!

"Ve de Allah için kalkıp, divan durunuz. (Kunutta bulununuz)"

Allah için kalkıp Allah huzurunda el pençe divan durunuz.
"Ganitiyn" kelimesinin birkaç mânâsı vardır.

1- İtaat ediciler olarak Allah’ın huzurunda durun.

2- Konuşmadan ve namazı bozacak fiillerde bulunmadan hu*zurda durun.

Ahmed İbni Hanbel’in Müsned’inde şu rivâyeti görüyoruz: Zeyd Bin Erkam diyor ki: "Habeşistan’a hicretten önce Allah’ın Rasûlü na*mazdayken biz ona selâm verirdik, o da bizim selâmı*mızı alıyordu. "Ve Allah’ın huzurunda huşu ile durun" âyeti nazil olmuş Ha*beşistan’dan dönüşümüzde tekrar ona namazda iken selâm verdik; fakat Allah’ın Rasûlü bizim selâmımızı almadı. Öyleyse bu âyetin mâ*nâsı "Namazda konuşmayın!" demektir.

3- Huzû ve huşû içinde namaz kılın ve namazda dua edin de*mektir.

"Kunûd" el pençe beklemek demektir. Emre hazır bekle*mek demektir. Ya Rabbi ben sana teslimim! Ben sana bağlıyım! Ne ister*sen iste! Ne emredersen emret! Ben senin emrini bekliyo*rum! De*mektir. Kulluğu sadece Allah’a hasretme, şirkten kaçınma ve Allah’-tan başkalarını kesinlikle dinlemeyeceğini ortaya koyma*dır bu.

Bir de bu:
"Ve Allah için ganitiyn olarak ayakta durun!"


Âyetinin mânâsı; namazda aldığınız mesajla hayatınızı ayakta tutun! Bu mesajla ayağa kalkın anlamına gelmektedir. İs*ter evlilik, ister boşanma, ister yemin olsun Kur’an’da Allah’ın bil*dirdiği hükümle*rin tamamına uymak, namaz gibi ibâdettir. Nasıl ki namaz konusunda Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm koyma yetkisi yoksa, diğer konu*larda da hiç kimsenin hüküm verme yet*kisi yoktur. Allah öğle nama*zını dört rek'at olarak tayin buyurduğu halde bu namazı beş rek'at kı*lacaksınız diyenlere itaat eden kişiler, nasıl ki Allah’ı bırakıp bu emri verenleri ilâh kabul etmişlerse ay*nen bunun gibi boşama yetkisini er*kekten alıp kadına veya dev*lete vererek Allah’ın hükmünün dışında hükmedenlerin hükümle*rini kabul edenler de bunarı ilâh kabul etmiş*ler demektir.

Allah, kocası tarafından boşanmış kadınların üç kuru’ müddeti iddet beklemesini emrettiği halde veya kocası ölen kadınların dört ay on gün beklemelerini emrettiği halde Allah’ın hükmünü değişti*rip, ha*yır kadın hemen evlenebilir, diyenlere itaat edenler de bunları İlâh kabul etmişler demektir. Allah’ın hükümleri dışında hüküm veren*ler kim olurlarsa olsunlar, kim olurlarsa olsunlar reddedilmesi gereken tâğutlardır.

Her kim de bu tâğutları reddetmez ve yalnız Allah’a yapıl*ması gereken kulluğu bu tâğutlara da ayırarak onları İlâh kabul ederse; bunlar Allah için ganitiyn olarak durmayan insanlardır. Al*lah’la birlikte başkalarına da itaat eden müşrikler demektir. Na*mazda hiç mesaj al*ma*yan, ya da namazda aldıkları mesajı ha*yatlarına aktaramayan in*sanlar demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İkindi namazının vakti İkindi namazının fazileti

Taha suresi ayet 130
Ey Muhammed, sen, kâfirlerin sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce ve batmadan önce rabbini hamd ile tesbih et. (İbadette bulun) Gecenin bîr bölümünde ve gündüzün çeşitli vakitlerinde rabbini tesbih et. (İbadette bulun) ki (rabbinin verdiği nimetlerden) memnun olasın.

Taberi bu ayet-i kerimeyi şöyle izah etmektedir:
"Ey Muhammed, kavminden seni yalanlayan kâfirlerin "Sen sihirbazsın." "Sen delisin." "Sen bir şairsin" şeklindeki sözlerine karşı sabret.
Güneş doğmadan önce rabbine hamdederek tesbih et. Yani, sabah namazını kıl.
Güneş batmadan önce de rabbine hamdederek tesbih et. Yani, ikindi namazını kıl.
Gecenin bir bölümünde de rabbini tesbih et. Yani, yatsı namazını kıl.
Gündüzün taraflarında da rabbini tesbih et. Yani, Öğle ve akşam namazını kıl
ki böylece, rabbinin sana vereceği mükâfatlardan memnun olasın.

Müfessirler, âyet-i Kerimede geçen "Güneş doğmadan önce rabbini hamd ile tesbih et." ifadesinden sabah namazının kastedildiğini,
"Güneş batmadan önce rabbini hamd ile teşbih et."ifadesinden de ikindi namazının kastedildiğini söylemişlerdir.

Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den şu Hadis-i Şerif rivayet edilmektedir: Cerir b.Abdullah diyor ki:
"Biz, Resulullah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. O, ay'ın ondördünde ay'a baktı ve "Şüphesiz ki sizler, şu ay'ı gördüğünüz gibi, hiçbir sıkıntı çekmeden rabinizi göreceksiniz. Acze düşmedikçe (Sizi tamamen bağlayıp tesirsiz bırakan bir sebep olmadıkça) güneşin doğmasından ve batmasından önceki namazlan mutlaka kılın." buyurdu ve "Güneş doğmadan önce ve batmadan Önce rabbini hamd ile teşbih et."ayetini okudu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İkindi namazının vakti İkindi namazının fazileti

Kaf suresi ayet 39
“Ey Muhammed! Söylediklerine sabret; Rabbini, güneşin doğmasından önce ve batışından önce överek tesbih et.

“Kesinlikle dinleme onları. Sen sabret. Sen dayan ve diren. Sen yoluna devam et. Sen onlar için kulluk programını bozma. Sen sakın kulluğundan vazgeçme peygamberim…” Âyet bir taraftan Ra-sulullah Efendimizi teselli ederken, diğer taraftan da kâfirler için büyük bir tehdit oluşturuyor.

Gerek Yahudilerin, “dünyayı yarattıktan sonra Allah dinlenmeye çekilmiştir” şeklindeki sözleri, gerek demokratik kafalıların “Allah hayata karışmaz” şeklindeki iddiaları, gerekse müşriklerin “öldükten sonra tekrar diriliş yoktur” şeklindeki zırvalarına karşı, Rabbimiz, Ra-sulullah Efendimizin sabretmesini emrediyor.

“Sen sabret, unutma ki sen bizim gözetimimizdesin, güvendesin, emniyettesin. Sen Rabbinin yolunda olduğun sürece hiç kimse sana bir zarar veremeyecek. Sen güneşin doğmasından önce, güneşin batışından sonra Rabbini överek, hamd ile O’nu tesbih et.” Buradaki tesbih beş vakit namazdır. Kur’an-ı Kerîm’de her bir zorlanma anında Rasulullah Efendimize namaz tavsiye edildiğini görüyoruz. Namazla güç kaynağıyla irtibata geçilecek ve alaylamalara, zulümlere dayanma gücü kazanılacak. Bu tebliğcinin her an muhtaç olduğu bir emirdir.

İşin gücün Rabbini hamd ile tesbih etmek olsun. Yani tüm ha-yatın hamd ve tesbih olsun. Tüm hayatında Rabbini kitabında kendisini tanıttığı gibi tanımak, inanmak, kabul etmek, gece gündüz O’nu övmek, O’na hamd etmek, O’nu gündemde tutmak hedefin olsun. Gece-gündüz işin bu olacak. Namazda, kıyamda, secdede, oruçta, hacda, savaşta, barışta, evde, sokakta, her zaman ve zeminde Rabbini yüceltmek, yüceliği Rabbine vermek, O’nun için bir hayat yaşamak olacak.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ezanın meşruiyeti

Mâide suresi ayet 58
Namaza çağırıldığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yapar*lar. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bi kavim olmalarındandır.

Ey müminler, sizin müezzininizin ezan okuyup sizi namaza davet ettiğin*de, Yahudi, Hristiyan ve müşriklerden olan kâfirler, sizin bu davetinizi alaya aiır, onu oyuncak yapmak isterler. Bu da, rablerini bilmemelerinden ve namaza çağırıyı kabul etmenin kendileri için ne kadar faydalı olduğunu idrak edememe-lerindendir. Yine bu davanışlan, namaza çağıran ezanla alay edenlerin cezasının neolacağmı düşünememelerindendir. Eğer bunun cezasını düşünecek olsalardı elbette böyle davranmazlardı.

SUddi diyor ki:
"Medinede Hristiyan olan bir adam vardı. Müezzinin ezan okurken "Eşhedü emıe Muhammeden Resulullah" dediğini duyunca şöyle dedi: "Ateşte yanası yalancı" Bir gece bu Hristiyanm hizmetçisi, kendisi ve aile*si uyurken elinde bir ateşle içeri girdi. Ateşten bir parça düştü ve ev yanarak o kişi ve ailesi öldü.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ezanın vakti

Cuma suresi ayet 9
Ey iman edenler, Cuma günü namaza çağırıldığınız zaman, hemen Allanın zikri olan namaza koşun. Alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu si*zin için daha hayırlıdır.

Ayet-i kerime, Cuma günü ezan okunduğu zaman, alış veriş gibi işlerin bırakılarak Cuma namazına gidilmesini emretmektedir.

Cuma günü "Toplantı günü" demektir. Bu güne bu ismin verilmesinin se*bebi, müslümanlann her haftanın bu gününde en büyük ibadethanelerinde bir araya gelmelerindendir. Allah tealu, yedi kat göklerin ve yerin yaratılmasını bu günde tamamlamıştır. Âdem bu günde yaratılmış, bu günde cennete onmuş ve bu günde cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet bu günde kopacaktır. Cuma gününde öyle bir saat vardır ki, mümin bir kul o saatte Allahtan bir hayır dilediği vakitte Allah o dilediğini ona mutlaka verir.

Cuma günü, bizden önceki ümmetler için de haftanın Bayram günü ta*yin edilmiş fakat Yahudiler onu terk ederek Cumartesi gününü tatil yapmışlar, Hristiyanlar da yine o günü terkederek pazar gününü tatil yapmışlardır.

Ayette zikredilen "Namaza çağın İmasından maksat, İmam minbere çık*tıktan sonra okunan ikinci ezandır. Bunda önce okunan ezan, müslümanlar ço*ğalınca onları uyarmak için Hz. Osman döneminde okunmaya başlanmış olan ezandır.

Sâibb. Yeziddiyoki;

"Resulullah (s.a.v.)in Ebubekir ve Ömer (r.a.)ın dönemlerinde Cumanın ilk ezanı, İmamın minbere oturduğu zaman okunan ezandı. Osman (r.a.) Halife olunca ve müslümanlann sayısı çoğalınca, "Zevra" denen evden üçüncü ezanın okunmasını ilave etti." (Yani birinci ezam ilave etti. Bu ezan ikinci ezan ve kametle birlikte üçüncü ezan olmaktadır.)

Âyet-i kerimede zikredilen ve "Koşun" diye tercüme edilen ifadesinden maksat, yürürken fiilen koşmak değil, Cuma namazına ihtimam göstermek ve onu eda etmektir.

Nitekim Hz. Ömer ve Abdullah b. Abbas bu kıraat yerine âyeti "Devam edin." anlamına gelen kıraatıyla okumuşlardır. Zira namaza gi-deken koşmak hadis-î şeriflerle yasaklanmıştır.

Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Ben, ResuluHahın şöyle buyurduğunu işittim.:
"Namaz için kamet geti*rildiğinde koşarak gelmeyin. Yürüyerek gelin. Sükunet ve vakarınızı muhafaza edin. Ne kadarına kavuşursanız onu birlikte kılın. Neyi de kaçırmış olursanız onu tamamlayın."

Âyette geçen "Allahm zikri." ifadesinden maksat, Mücahid ve Cabir'e gö*re imanın okuduğu hutbedir.

Âyet-i kerimede geçen "Alış verişi bırakın." ifadesinden maksat, Abdul*lah b. Abbas'a göre Cuma günü caminin içindeki ezan okunduktan sonra artık alış verişin haram olmasıdır. Ata'ya göre ise o andan itibaren her işte çalışmak haramdır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mescidde namaz

Araf suresi ayet 29
De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her Mescitte yüzlerinizi ona çevirin ve dini sadece ona tahsis ederek ona yalvarırı. İlk defa sizi o yarattığı gibi yine ona döneceksiniz."

Ey Muhammed, o cahillere de ki: "Rabbim bana, adaletli davranmayı ve doğru olmayı emretti. Herhangi bir Mescitte namaz kıldığınız zaman putlara değil Allah'a yönelin. İbadet ve itaatlerinizi sadece ona tahsis ederek ona yalvarın. Zira o sizi ilk defa yoktan var ettiği gibi, ölüp yok olmanızdan sonra, kıyamet gününde tekrar dirilip ona döneceksiniz. Yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz."

Âyete geçen "Yüzlerinizi ona çevirin." ifadesinden neyin kastedildiği hususunda iki görüş vardır.
Mücahid ve Süddîye göre âyetin manası:
"Her Mescitte yüzünüzü Kâbeye çevirin." demektir.

Rebi1 b. Enese göre ise âyetin manası:
"Herhangi bir Mescitte namaz kıldığınız zaman putlara değil Allah'a yönelin" demektir.

Taberi,
âyetin, müşrikleri kasdettiğini ve müşriklerin mabedleri olmadığı için yüzlerini Kâbeye çevirmelerinin söz konusu olmadığını, bu nedenle bu son görüşün tercihe şayan olduğunu ve "Yüzlerini putlara değil Allah'a çevirmelerinin emredikliğini söylemektedir."

Âyet-i kerimenin sonunda "ilk defa sizi o yarattığı gibi yine ona döndürüleceksiniz.» buyuruimaktadır. Bu ifade, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir.

a- Abdullah b. Abbas, Cabir, Said b. Cübeyr ve Mücahide güre ayetin bu bölümünün manası şöyledir:
"Allah sizleri ilk yarattığında iki guruba ayırıp mümin ve kafir olarak yarattığı gibi kıyamette de aynı şekilde iki gurup olarak dirileceksiniz. Müslüman olarak ölen kimse ahirette de müslüman olarak dirilecek, kafir olarak ölen de kafir olarak dirilecektir.

b- Ebul Âliye, Muhammed b. Kâ'b el-Kurezi ve Süddiye göre ise bu ifadeden maksat şudur:
"Allah yarattıklarım ezeli ilminde nasıl bilmiş ve takdir etmisse yaratıklar, Allah'ın o bilgisine göre davranacaklardır. Müm'min olacaklarını bildiği kimselerin mümin olarak doğup mü'min olarak öleceklerdir. Kâfir olacaklarını bildiği kimseler ise, İblis gibi, önce cennetliklerin amellerini işjeseler dahi sonunda cehennemlik olarak öleceklerdir.

c- Hasan-ı Basri, Katade, Abdullah b. Abbas, Mücahid ve İbn-i Zeyde göre bu ifadeden maksat şudur:
Allah sizleri, hiç yokken ilk defa nasıl var ettiyse ölüp yok olmanızdan sonra da tekrar dirilip aynı şekilde ona döneceksiniz."

Taberi de
bu son görüşü tercih etmiştir. Zira ayet-i kerime ahirete iman etmeyen müşriklere öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğini bilidinneyi kastetmektedir. Sonra dirilmenin gerçekleşeceğini bildirmeyi kasetmektedir. Âhİrete iman etmeyen insanlara, mümin veya kâfir olarak dirileceğini bildirmenin bir manası yoktur. Bu nedenle âyetin tekrar dirilmeyi beyan ettiğini söyele-mek daha isabetlidir. Resulullah (s.a.v.)'de şu hadis-i şerifinde insanların tekrar dirileceklerini beyan ettikten sonra şu ayeti okumuştur. Bu da bizim izah şeklimizin sıhhatli olduğunu göstermektedir.

Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Sizler, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolacaksınız." Sonra Resulullah "varlıktan ilk defa nasıl yarattıysak sonra da öyle dirilteceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Şüphesiz biz, vaadimizi mutlaka yerine getirenleriz
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mescidde namaz

Nûr suresi ayet 36
Bu kandil, Allah'ın, imar edilip yükseltilmesine ve içlerinde adı*nın anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada insanlar sabah akşam Allah ı tesbih ederler.

Âyet-i Kerimede zikredilen "Evler"den maksat, mescitlerdir, insanlar sabah akşam orada rablerini tesbih ve tenzih ederler. Orada ezan okurlar, Kur'an okurlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazda kıbleye yönelme

Bakara suresi ayet 142
İnsanların içinden beyinsiz olanlar: "Yöneldikleri kıbleden on*ları çeviren nedir?" diyeceklerdir. Ey Muhammcd, de ki; "Doğu da Alla-hındır batı da. O, dilediğini doğru yola iletir."

Yahudi ve münafıklardan cahil ve beyinsiz olanlar diyeceklerdir ki:
"Na*mazlarında yönelmiş oldukları kıblelerinden onların yüzünü çeviren ve onları döndüren nedir?
Ey Muhammed, onlara de ki:
"Doğunun, batının ve o ikisinin arasındaki varlıkların mülkiyetleri ancak Allaha aittir. O, yarattıklarından dile*diğini hidayete kavuşturur ve doğru yola gitmelerine muvaffak kılar. Dilediğin*den ise yardımını keser ve doğru yoldan saptırır. O halde önemii olan doğruya veya batıya dönmek değil Ali ahin emrine göre hareket etmektir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medineye hicret ettikten sonra Kudüse doğru yönelerek namaz kılmış fakat bir zaman sonra Aliah teaîa, namaz kılar*ken Kabe'ye yönelmesini emretmiştir. Bu emir üzerine Resulullah (s.a.v.) Kâbeye doğru yönelmiş fakat ehl-i kitap ve münafıkların eleştirilerine maruz kalmıştır.

Bu meseleyi anlatan Bera b. Âzib diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) Medineye ilk geldiğinde Ensar'dan anne tarafından olan ecdadına veya dayılarına misafir oldu. Medinede on altı veya on yedi ay Kudiise doğru yönelerek namaz kıldı. Kudüse doğru namaz kılıyor fakat gön*lünden kıblesinin Kabe olmasını arzu ediyordu.

Resulullahın Medinedeyken, Kâbeye doğru kıldığı ilk namaz bir ikindi namazıydı. Kendisiyle beraber başka insanlar da namaz kılmışlardı. Bu namazı kılanlardan bir tanesi, diğer bir mescide gitti. Orada namaz kılmakta olan cema*at rüku halindeydi. Oraya giden kişi: "Allah şahidim olsun ki ben, Resulullah ile birlikte Mekkeye (Kâbeye) yönelerek namaz kıldım." dedi. Bunun üzerine ce*maat, durumlarını değiştirmeden aynı vaziyette Kâbeye doğru döndü.

Resulullahın, Kudüse doğru namaz kılması Yahudiler ve diğer ehl-i kita*bın hoşuna gidiyordu. Resulullah, Kâbeye doğru yönelince bunu hoş karşılama*dılar.

Ayrıca, Kıble Kâbeye doğru çevirilmeden Önce Kudüse doğru namaz kı*lan fakat o günden evvel ölmüş olan sahabiler vardı. Bunlar hakkında ne diye*ceğimizi bilemez olduk. Bunun üzerine Allah teala: "... Allah sizin imanınızı (namazınızı) zayi edecek değildir.. âyetini indirdi. Yani bu âyet gel*meden önce Kudüse doğru namaz kılan ve bu âyet gelmeden evvel vefat eden Müslümanların namazları da sahihtir. Allah onların namazlarını kabul etmiştir.

Kıblenin sonradan değişmesi onların namazlarını iptal etmez.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Kıble Kudüsîeıı kâbeye çevrilince Yahudi*ler dediler ki:"Ey Muhammed, daha önce yöneldiğin kıbleye dön sana uyalım ve seni tasdik edelim." Bu sözleriyle Resulullahı dininde bocalatmaya çalışıyor*lardı. İşte bunun üzerine "İnsanlar içinden beyinsiz olanlar diyeceklerdir ki:" âyet-i kerimesi nazil oldu.

Bu âyetin izahında Taberi diyor ki: "Âyet-i kerimede zikredilen "Beyin*siz insanlar"dan maksat, Mücahid, Bera b. Azib ve Abdullah b. Abbasa göre Yahudiler, Süddiye göre ise münafıklardır.

Resuİullahın, Kudüse yönelerek ne kadar bir zaman namaz kıldığı ihtilaf*lıdır. Said b. Cübeyr veya İkrimenin Abdullah b. Abbastan naklettiklerine ve Ebubekir b. Ayyaş'ın da, Bera b. Âzibdcn rivayet ettiğine göre, Resulullah Ku*düse doğru on yedi ay namaz kılmıştır. Ebu İshakın Bera b. Azibden rivayet et*tiğine ve Said b. el-Müseyyebe göre Resulullah Kudüse doğru on altı ay namaz kılmıştır.

Enes b. Mâlikten rivayet edildiğine göre, Resulullah Kudüse doğru dokuz veya on ay namaz kılmıştır.

Muaz b. Cebelden rivayet edildiğine göre on üç ay Kudüse doğru namaz kılmıştır.

Resuİullahın Kudüse doğru namaz kılması, ehl-i kitabı İslama kazandır*mak için kendi içtihadıyla mı olmuştur? Yoksa Allah-tealamn ona emretmesiylc mi olmuştur? Bu hususta iki görüş zikredilmektedir.

Hasan-i Basri, İkrime ve Ebul Âliyeye göre Resulullah, kendi isteğiyle Kudüse doğru namaz kılmıştır. Ta ki Kudüse doğru yönelen Yahudileri İslama çeksin ve onların İman etmelerine vesile olsun.

Abdullah b. Abbas ve İbn-i Cüreyc'e göre ise, Allah teala, Resulullaha, Önce Kudüse doğru namaz kılmasını emretmişti. Resulullah ve sahabileri Allah tealamn emri gereği Kudüse doğru namaz kılıyorlardı. Fakat Resulullah Uz. İb-ruhimin kıblesi olan Kâbeye doğru namaz kılmak istiyor, yüzünü göğe doğru çevirip Allaha niyazda bulunuyordu. Bunun üzerine Allah teala Resulullahm, Kâbeye doğru yönelmesini emreden âyetleri indirdi.

Yahudi veya münafıkların, Resulullaha ve müminlere "Onları, üzerinde bulundukları kıbleden çeviren netlir*?" demelerinin sebebi, Abdullah b. Abbas tarafından şöyle izah edilmektedir: "Kıble Kudüsten Kâbeye çevirilince Resu*lullaha, Yahudilerden bir topluluk geldi ve ona: "Ey Muhammed, sen, İbıahimin dini üzere olduğunu iddia ettiğin halde bulunduğun kıbleden seni çeviren nedir? Tekrar eski kıblene dön ki sana tabi olalım ve seni tasdik edelim." dediler. Yahudiler bu sözleriyle Resulullahı dininde bocalatmak istiyorlardı. İşte bunun üzerine Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirdi.

Abdullah b. Abbastan nakledilen başka bir görüşe göre, Allah tealanın ResuluUaha, Kâbeye doğru yönelmesini emretmesi üzerine Resulullah Kâbeye doğru namaz kılmaya başladı. Bunun üzerine bir kısım insanlar: "Bunları, üze*rinde bulundukları kıbleden çeviren nedir? Şüphesiz ki bu adam, doğduğu yeri özledi." dediler. Bunun üzerine Allah teala bu âyeti indirdi. Süddi de bu âyetin münafıkların dedi kodulan üzerine nazil olduğunu söylemiştir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt