Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda namaz kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İbrahim suresi ayet 31
İman etmiş kullarıma söyle:
Alış verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar...
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın müslümanla kâfiri ayırdedici özelliği

Bakara suresi ayet 143
Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kâ'be'yi) kıble yapmamız, peygambere uyanları, iki topuğu üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah'ın hidayete ulaştırdıklarının dışında kalanlar için büyük (bir yük) tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.

Bu, İslâm ümmetinin önderliğinin ilân edilmesidir. "Böylece" (Kezalik) sözü hem Hz. Muhammed (s.a.) , hem de kıblenin değiştirilmesini kastetmektedir. Müslümanlar kendilerinin "vasat ümmet" olmalarını sağlayan üstün meziyetlere, Hidayet'e tâbi olarak ulaşmışlardı. Kıble'nin, Mescid-i Aksa'dan Kâbe'ye çevrilmesi ise, İsrailoğulları'nın önderlik görevinden alınıp, yerine müslümanların konulduğunu gösteriyordu. Bu nedenle Kıble'nin Kudüs'ten Kâbe'ye çevrilmesi beyinsizlerin sandığı gibi sadece bir yön değişikliği değil, aslında önderlik görevinin İsrailoğulları'ndan alınıp Hz. Muhammed'e (s.a.) inananlara verildiğinin ilânı idi.
Arapça "Ümmet-i Vasat" kelimesi başka bir dilde hiçbir kelimenin tam anlamını ifade edemeyeceği kadar geniş anlamlıdır. O, belirli sınırları aşmayan, orta yolu izleyen, diğer milletlere âdil davranan ve diğer milletlerle olan ilişkilerini hak ve adalete dayandıran doğru ve soylu bir toplumdur.
"Böylece biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için vasat bir ümmet kıldık; peygamber de üzerinizde bir şahit olsun" ayetinin anlamı:
Bütün insanların bir araya toplanacağı kıyamet gününde her peygamberden, kendisine vahyolunan Hakk'ı hiç gizlemeksizin söz ve fiil ile ümmete tebliğ ettiğini ispatlayacak deliller göstermesi istenecektir. Buna karşılık ümmetten de, peygamberden aldığı şekliyle Hakk'ı söz ve fiil ile diğer insanlara tebliğ etmek için elinden geleni yaptığını gösterir deliller istenecektir.
Şuna da dikkat edilmelidir ki Allah, önderlik şerefiyle, insanlar önünde Hakk'a şahitlik etme görevini aynı düzeyde tutmaktadır. Önderlik şerefli bir konum olmakla birlikte, yanında birçok şerefli sorumlulukları da getirmektedir. Bu görev peygamberin diğer insanlara şahitlik etmesi gibi, İslâm toplumunun diğer insanlar önünde hakkın, doğruluğun ve adaletin yaşayan şahitleri olmalarını ve hakkın, doğruluğun ve adaletin anlamını tüm dünyaya göstermelerini gerektirir.Bu görev sebebiyle hesaba çekilecek İslâm toplumuna çok büyük sorumluluk düşer. Nasıl Hz. Peygamber (s.a.) Allah'ın hidayetini tebliğ etmekle görevli idiyse, aynı şekilde müminler de hidayeti diğer insanlara tebliğ etmekle sorumludurlar. Eğer Allah huzurunda bu görevi ellerinden geldiğince iyi bir şekilde yerine getirdiklerini gösteremezlerse orada cezalandırılacaklardır. Eğer Hakk'ın şahitleri olarak görevlerinde en ufak bir gevşeklik göstermişlerse, kendi kötü amelleri ile birlikte kendi önderlikleri zamanında yayılan kötülüklerden de sorumlu tutulacaklardır. Kıyamet gününde Allah şöyle soracaktır: "Dünyayı kasıp kavuran sapıklık, zulüm ve günah salgınını gördüğünüzde onu engelemek için ne yaptınız?"

Kıblenin değiştirilmesi aynı zamanda gerçek müminlerle, önyargılarına tapanların ve ırkçıların ayırdedilmesini de sağlamıştı. Bir tarafta, kendi Kâbe'lerini bırakıp Mescid-i Aksa'yı kıble olarak kabul etmeye hazır olmayan Araplar vardı. İlk önce onlar denendi. Bu zorlu bir sınavdı, fakat samimi müminler geçtiler, kavmiyetçilik putuna tapanlar ise sınavı kaybettiler. Kıblenin, Kudüs'ten Kâbe'ye çevrilmesiyle ise müslüman olan Yahudi ve Hıristiyanlar da deneniyordu. Atalarının kıblesinden başka bir kıble kabul etmek onlar için çok zordu. Bu şekilde İslâm'dan yüz çeviren ırkçılar Allah'ın gerçek kullarından ayırdedildi ve Hz. Peygamber'in (s.a.) yanında sadece gerçek müminler kaldı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın müslümanla kâfiri ayırdedici özelliği

Tevbe suresi ayet 5
Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tevbe edip namaz kılarlarsa ve zekâtı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Buradaki "Haram aylar"ın hangi aylar olduğu tefsir bilginleri arasında tartışmalıdır. Acaba bu aylar üzerlerinde anlaşma sağlanmış olan klâsik "haram aylar"mıdır ki, bunlar Zilkaade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. Eğer böyle ise "Hacc-ı Ekber" günü yapıla ilişki kesme açıklamasından sonraki mühlet Zilhicce ayının kalan günleri ile Muharrem ayından ibaret olur, bu da elli gün eder. Yoksa kavramın buradaki anlamı o yıl ki Kurban bayramını izleyen ve bitimine kadar savaşın yasak olduğu özel bir "mühlet"midir. Eğer öyle ise bu yıl ki Rebiulaher ayının sonuna kadar uzayan bir süredir. Yoksa ilk mühlet antlaşmalarını bozan müşrikler için sözkonusu iken, ikinci mühlet hiç bir antlaşması olmayan veya süresiz antlaşmalı müşrikler için mi geçerlidir?

Bize göre burada sözü edilen haram aylar, bilinen haram aylar değildir; bu sıfatla anılmalarının sebebi sırf bu sürede varolan savaşma yasağı yüzündendir; bu yasak müşriklere seyahat özgürlüğü tanımak amacı ile getirilmiştir ve geneldir. Sadece antlaşmaları süreye bağlanmış olan müşrikler bu yasağın kapsamı dışındadır; çünkü onların antlaşmaları, sürelerinin sonuna kadar geçerli sayılmıştır. Bu kavramı böyle yorumlamak gerekir. Çünkü madem ki, yüce Allah, müşriklere "Dört ay boyunca yeryüzünde serbestçe seyahat ediniz" buyuruyor, bu dört ayın bu açıklamanın yapıldığı günden itibaren başlaması gerekir. Bu "ilân"ın, bu bildirimin özelliği ile bağdaşan yorum budur.

Yüce Allah, müslümanlara bu dört aylık sürenin bitiminden itibaren, müşrikleri ya buldukları yerde öldürmelerini ya esir almaları ya -eğer kapalı bir yere sığınmışlarsa- kuşatma altına almalarını ya da yollarını gözlemek üzere pusuya yatarak kaçmalarını ve gelip-geçişlerini önlemelerini emrediyor. Bunun tek istisnası antlaşmaları, sürelerinin sonuna kadar geçerli sayılan ve bu süre içinde her hangi bir yaptırım uygulamasından muaf tutulan müşriklerdir. Çünkü müşriklere daha önce gereken uyarı yapılmış, kendilerine yeterli süreyi kapsayan bir mühlet verilmişti. Buna göre ne öldürülmeleri bir gaddarlıktır ve ne de yakalanmaları sürpriz bir baskın sonucudur. Kendileri ile yapılan antlaşmalar bozulmuş ve karşılaşacakları akıbetten önceden haberdar edilmişlerdir.

Ayrıca onlara yöneltilen bu saldırı bir yoketme, bir öc alma saldırısı değildir. Amaç onları son kez uyarmak ve İslâm'a yönelmelerini sağlamaktır. Okuyoruz:

"Eğer tevbe eder de namazı kılar ve zekâtı verirlerse onları salıveriniz. Hiç şüphesiz Allah affedicidir, merhametlidir."

Düşünelim ki, müslümanlar ile müşriklerin arasındaki ilişkilerin yirmiiki yıllık bir geçmişi vardı. Bu süre içinde müslümanlar, müşriklere çağrı yapar, açıklamada bulunurken müşriklerden çeşitli eziyetler, dinlerinden döndürme girişimleri, savaş girişimleri ve yeni devletlerini yıkmaya yönelik ortak komplolar görmüşlerdi. Buna rağmen gerek Peygamber'den, gerek bu dinden ve gerekse bu dinin bağlılarından hep müsamaha görmüşlerdi. Bu süre oldukça uzun bir tarihti. Bütün bunlara rağmen İslâm, onlara kollarını açıyordu. Yüce Allah eziyetlere uğrayan, dinlerinden dönsünler diye işkenceler altında inletilen; savaşlara, sürgünlere ve öldürülmelere maruz bırakılan müslümanlara ve Peygamberimiz'e eğer müşrikler tevbe edip yüce Allah'a dönerlerse, bu dine teslim olduklarını, onun görevlerini yerine getirmeye yöneldiklerini, kısacası bu dine girdiklerini kanıtlayacak biçimde onun farzlarını yapmaya başlarlar ise kendilerine ilişmemeyi, onları cezalandırma işlemini durdurmayı emrediyordu. Çünkü yüce Allah, ne kadar günah işlemiş olursa olsun, tevbe eden hiç kimseyi reddetmez. "O bağışlayıcıdır ve merhametlidir."

Sözlerimizin burasında bu âyetin aşağıdaki cümlesi hakkında gerek tefsir kitaplarının ve gerekse fıkıh kitaplarının dalmış oldukları tartışmalara girmek istemiyoruz:

"Eğer onlar tevbe eder de namazı kılar ve zekâtı verirlerse onları salıveriniz."

Bu şartlar, onları yerine getirmeyenlerin kâfirlikle damgalanmalarına yolaçacak şartlar mıdır? Bu şartları yerine getirmeyenler ne zaman kâfirlikle damgalanır? İslâm'ın diğer bilinen şartlarını bir yana bırakarak sırf bunları yerine getireceğini söyleyen bir tevbekârın tevbesi yeterli olur mu?

Âyetin bu cümlesinde bu sorulardan herhangi birine cevap verme amacı güdüldüğünü sanmıyoruz. Âyetin cümlesi sadece o gün Arap Yarımadası'nda barınan müşriklerin hayatlarındaki pratik bir uygulamayı karşılıyor. Bu pratik uygulamaya göre eğer bir müşrik tevbe edip geçmiş tutumundan ayrılarak namaz kılmaya ve oruç tutmaya koyulursa bu tutum değişikliği İslâm'ı tümüyle kabul ettiği, onu her yönü ile benimsediği anlamına gelirdi. Âyette tevbe etme, namaz kılma ve zekât verme şartları vurgulanıyor. Çünkü o günlerde müslüman olmayı kafasına koymayan, İslâm'ın bütün şartlarını onaylamayan ve tam anlamı ile bu dine bağlanmaya karar vermeyen hiç bir müşrik bu şartları yerine getirmeye yanaşmazdı. Bu şartları yerine getiren müşrikin diğer İslâm şartlarını da onayladığı anlaşılırdı. Sözkonusu şartların başında yüce Allah'ın birliğine ve Peygamberimiz'in peygamber olduğuna inanmak, yani "Allah'dan başka ilâh olmadığını" ve "Muhammed'in, O'nun elçisi olduğu"nu dile getiren "şehadet" cümlesini samimiyetle seslendirmek gelirdi.

Demek ki, bu âyette yeralan bu cümlenin amacı İslâm hukukuna (fıkha) ilişkin bir hüküm ortaya koymak değil, özel eklentileri olan bir pratiği uygulamaya koymaktır.

Son olarak şunu da belirtmeliyiz ki, İslâm dört ay sonrası için müşriklere topyekün savaş ilân etmiş olmasına rağmen onlara yönelik hoşgörüsünü, ciddiliğini ve gerçekçiliğini sürdürüyor. Bir defa yukarda söylediğimiz gibi onlara yok etme amaçlı bir savaş ilân etmiyor. Bunun yerine onlara karşı mümkün olduğu takdirde doğruyola gelmelerine yönelik yeni bir kampanya başlatıyor. Hatırlanacağı gibi İslâm'la çatışan, İslâm'a karşı düşmanlığını ortaya koyan her hangi bir cahiliye grubuna üye olmayan tek tek müşriklere şu güvenceler veriliyordu: Böyleleri İslâm yurduna güvenlik içinde girebileceklerdi. Yüce Allah'ın emri ile Peygamberimiz bunlara bu yolda dokunulmazlık sağlayacak, böylece Allah'ın mesajını rahatça dinleme, bu çağrının içeriğini tam anlamı ile öğrenme imkânına kavuşturulacaklardı. Arkasından da can güvenliği içinde olacakları bir yere ulaşana dek korunacaklardı. Üstelik bütün güvencelerden yararlanırken müşrikliklerini sürdürebileceklerdi.
 

yarensin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Eyl 2008
Mesajlar
978
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
ALLAH RAZI OLSUN çok güzel bir konu açmışsınınz ve harika bilgiler vbermişsiniz rabbim katında sevabıınızı hanenize kat kat yazdırsın inşaallah...​
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
yarensin,
Allah CC razı olsun hepimizden yazandan okuyandan bize bu imkanı verenlerden
 
H

hado77

selamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü
kelamullahın her döneme bakan bir yönü olması hasebiyle bu dönem de namaz kılmama zekat ve oruç hususnda gevşeklik gösterip dinle alakası olmama durumunda olan kişiler için
Eğer onlar tevbe eder de namazı kılar ve zekâtı verirlerse onları salıveriniz deki hükmün süre sınırı fıkhi bir mesele gibi gözükmüyor mu? zekat gibi dönemsel en az 1 yıllık süre tanınan ibadetlerde, onların gözlemlenmesi ve dinen zengin olma sıfatını elde ettikten sonra şayet mümminse zekatı vermesi önem arzetmiyor mu.tevbe kelime-i şehadet namaz oruç gibi faaliyetler kolaylıkla nifaka düşülebilecek haller iken hem süre bakımından dönmeselliği ihtiva eden zekat hem de efendimizin(SAS) ümmetimin fitnesi maldır.(genelde dünya sevgisi ) diye özetlenen durum karşısında bu husus bir pratiği değil fıkhi bir meseleyi zihin jimnastiğini değil islam hukukunun bir gereğinin ortaya konulması anlamını taşıyor gibi. tartışma ortamı bilgilenme kaynaşma bakımından fikri olan arkadaşlarla görüşmek isterim. ALLAH(cc) Sizden benden ve alem-i islamdan razı olsun. paylaşım için teşekkürler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
hado77,
Aleykümselam ve berekatühu,
Konuya gösterdiğiniz ilgiye teşekkür ederim,

1- Namaz kılmama zekat ve oruç hususnda gevşeklik gösterip dinle alakası olmama durumunda olan kişiler için
Eğer onlar tevbe eder de namazı kılar ve zekâtı verirlerse onları salıveriniz deki hükmün süre sınırı fıkhi bir mesele gibi gözükmüyor mu?

2- Zekat gibi dönemsel en az 1 yıllık süre tanınan ibadetlerde, onların gözlemlenmesi ve dinen zengin olma sıfatını elde ettikten sonra şayet mümminse zekatı vermesi önem arzetmiyor mu?

3- Zekat hem de efendimizin(SAS) ümmetimin fitnesi maldır.(genelde dünya sevgisi ) diye özetlenen durum karşısında bu husus bir pratiği değil fıkhi bir meseleyi zihin jimnastiğini değil islam hukukunun bir gereğinin ortaya konulması anlamını taşıyor

Değerli kardeşim bunların hepsi bir başlık altında değerlendirilmeli

Kuranda namaz bölümünde Kuranda namaz kavramına bakışı işlemek istiyorum tabi bu ayetlerde meal ve tefsir verilince diğer sorularda akla geliyor bu da doğal ama sizinde bildiğiniz gibi dinin direği Namaz ve onun ayrılmaz parçası konumunda Zekat var Namazın ne kadar ciddi bir konu olarak Kuranda geçtiğini hatırlatmak adına bir hizmette bulunmaya çalışıyorum Katkılarınızı beklerim
selamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Bakara suresi ayet 43
Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle siz de rükû edin.

Müslümanlarla birlikte namazı kılın.
Mallarınızın zekatını, onu almaya layık olanlara verin.
Boyun eğenlerle birlikte siz de Allah'a boyun eğin.

Taberi diyor ki:
"Bu âyetler, Allah tarafından, İsrailoğullan âlimlerine ve münafıklarına, tevbe edip Allah'a yönelmeleri, Müslümanlarla birlikte İslama girmeleri, itaat ederek Allah'a boyun eğmeleri için bir emirdir. Yine bu âyetler, onlara, deliller ortaya çıktığı ve uyarıldıkları halde, Muhammcd(s.a.v. in Peygamberliğini bile bile gizlemelerini yasaklamakladır.

Ayrıca bu âyetler. İsraİloğuIlanna ve onlann geçmiş kavimlerine, Allah'ın bir lütuf olarak vermiş okluğu nimetleri hatırlatmakta ve arlık bu konuda herhangi bir bahane bulamayacaklarını ilan etmektedir.

Taberi diyor ki:
"Yahudi hahamları ve münafıklar, insanların namaz kılmalarını ve zekat vermelerini emrettikleri halde kendilerinin bunları yapmadıkları bu sebeple de Allah tealanın,onları bu âyetle ikaz ettiği zikredilmektedir.
Ta ki Müslümanlarla birlikte namaz kılsınlar, onlar gibi mallarının zekatını versinler ve yine onlar gibi, Allaha boyun eğsinler.

Taberi diyor ki:
"zekat vermek"ten maksat, farz kılınan zekatı vermektir. "zekat" kelimesinin lügat mânâsı, "Malın artması ve temizlenmesidir. Zekata bu adın verilmesinin sebebi, Allah Tealanın, malının zekatının veren mal sahibinin, zekat vermesinden sonra malını artırmasmdandır. Yahutta zekat veren kişinin, malında bulunan fakirlerin hakkını vererek malının haksız kazançtan temizlemesi ve arındırmasındandır.
Taberi, zekata bu adın, bu ikinci sebepten dolayı verildiğini söylemenin daha uygun olacağını zikretmiştir.

"Rükudan maksat, Allaha itaat ederek boyun eğmektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Bakara suresi ayet 83
Hani İsrailoğullarıdan, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anneye-babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin, namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin" diye kesin söz almıştık. Sonra siz, az bir bölümünüz dışında yüz çevirdiniz ve (hâlâ) çevirmektesiniz.

Ey İsrailoğullan topluluğu, sizden, "Allahtan başkasına ibadet etmeyin,anaya, babaya, şefkat kanatlarını indirerek, onlara acımak, onlara kaşı ince kalbli olmak ve hayır dua etmek suretiyle iyilikte bulunun.Yakm akraba ile münasebetleri devam ettirin. Onların haklanın verin. Kız olsun erkek olsun yetimlere şefkat ve merhametli davranın. İhtiyaç ve fakirlikten dolayı sefil olanlara, , Allah'ın, mallarınızdan farz kıldığı haklarını vermek suretiyle iyilik yapın. İnsanlara edeple ve iyi bir davranışla güzel söz söyleyin. Rükuunu, secdesini, kıraatim ve huşuunu tam yapmak suretiyle namazı eda edin. Zekatı almaya layık olanlara mallarınızın zekatını verin" diye kesin söz aktığmızı hatırlayın. Ey Yahudi topluluğu, bundan sonra siz, pek azınız müstesna ahde vefadan yüzçevirdi-niz. Zaten siz, haktan ve doğru yoldan yüzçeviricilersiniz.

Âyette geçen "Allah'tan başkasına kullak etmeyin" ifadesinden maksat, Allah'a ihlasla ibadet edin ve onun dışında herhangi bir şeye kulluk etmeyin" demektir. "Anaya babaya iyilik yapın" ifadesinden maksat, Muhammed ümmetine emredilen iyiliklerdir. Bu da anneye babaya iyi davranmak, güzel sözler söylemek, merhamet için tevazu kanatlarım indirmek, onlara saygı, göstermek, onlar için hayır dualar etmek vb. şeylerdir.

"İnsanlara güzel söz söyleyin" ifadesinden maksat, Abdullah b. Abbasa göre insanlara Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" demeyi emredin." demektir.

Ebul Âliyeye göre, "İnsanlara iyiliği emredin" demek, İbn-i Cüreyce göre "İnsanlara Muhammed (s.a.v.) hakkında doğru söyleyin" demek, Süfyan es-Sevriye göre "Onlara iyiliği emredin ve onlan kötülüklerden alıkoyun" demek,. Atâ b. Ebi Rebah'a göre ise "Karşılaştığınız her insana güzel söz söyleyin" demektir.

İsrailoğullanna, vermeleri emredilen "Zekat" tan maksat ise, Dahhak'ııı Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre İsrailoğullanna mahsus olan bir zekat çeşididir. Bu, Muhammed ümmetine farz kılınan zekat gibi değildir. Onların zekatı, Allah için kurban kesmeleriydi. Eğer kurbanları kabul edilecek olursa gökten bir ateş iner onu alıp götürürdü. Kabul edilmezse bu olay cereyan etmezdi. Malını helal yollardan kazanmayanın kurbanı kabul olunmazdı.

Ali b. Ebi Talhanm, Abdullah b. Abbas'tan naklettiğine göre ise İsrailoğullanna emredilen zekattan maksat, Allah'a itaat etmeleri ve itaatlerinde ihlaslı olmalarıdır. Böylece mallarım değil kendilerini arındırmış, olurlardı.

Âyetin sonunda "Siz pek azınız müstesna yüzçcviricilcrsiniz" Duyurulmaktadır. Abdullah b. Abbas bu ifadeyi şöyle izah etmektedir: Allah teala kitabında açıkladığı bu İsrailoğullarından, zikredilen şeyleri yapacaklarına dair yeminle kuvvetlendirilmiş bir ahit aldıktan sonra onlar, yapmayı taahhüt ettikleri şeyleri ağır bulmuşlar, onlan sevmemişler ve yapmamışlardır. Kendilerine daha hafif şeylerin emredilmesini istemişlerdir. İsrailoğullarından pek az bir zümre, verdikleri sözde durmuşlar ve Allah'a itaat etmişlerdir.

Âyetin sonunda da "Zaten siz yüzçeviricilcrsiniz" buyurulmaktadır. Bir kısım âlimler âyetin bu bölümünde, kendilerine hıtabedilen Yahudilerin, Uz. Muhammed'in döneminde bulunan Yahudiler olduğunu, âyetin bundan önceki kısmında hıtabedilen Yahudilerin ise daha önce yaşayan Yahudiler olduklarını söylemişlerdir. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Ey Yahudi topluluğu, geçmişteki atalarınızdan, belli şeyleri yapacaklarına dair söz almıştık. Onlar verdik*leri sözü yerine getirmeyip yüzçevirdiler. Onlardan sonra gelen sizler de atalarınız gibi verdiğiniz sözden yüzçeviriyorsunuz."

Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu âyetin tümü, Resululhıh'ın hicreti sırasında mevcut olan İsrailoğullanna hitap etmektedir. Onlara, Tevratta kendilerinden alınan ahitlerini bozduktan hatırlatılmakla ve bu yüzden kınanmaktadırlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Bakara suresi ayet 110
Dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Hiç şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.

Namazı, bütün şartlarını yerine getirerek kılın. Mallarınızın zekatlarını, içinizden gelerek, gönül hoşluğu ile verin. Ne kadar salih amel işler de onu âhiretiniz için önceden gönderirseniz onun sevabını Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz ki Allah, kullarının yaptığı herşeyi çok iyi gömlektedir. O halde ona ciddiyetle itaat edin, isyandan kaçının.

Taberi diyor ki:
"Allah tealanın, bu âyette müminlere namaz kılmalarını, zekat vermelerini ve salih ameller işleyip kendileri için önceden âhirete göndermelerini emretmesinin sebebi şudur. Allah teala müminleri, Yahudilerden öğüt beklemeleri, onlara meyletmeleri ve Resulullah'a kabaca konuşmaları yüzünden, işledikleri günahlardan arındırmak istemiştir. Zira müminlerin namaz kılmaları, günahlarının keffaretidir. Zekat vermeleri, nefislerini ve bedenlerini günah kirinden arındırmadır. Salih amel işlemeleri ise Allah'ın rızasına erişmelerinin bir vasıtasıdır.

Âyet-i kerimenin sonunda " Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir." buyurulmaktadır. Âyetin bu bölümü her ne kadar Allah'ın her şeyi gördüğünü haber verme mahiyetinde ise de bu bölüm, zımnen bir kısım vaad ve tehditler emir ve yasaklan içermektedir. Zira Allah tealamn kullarına, yaptıklarını gördüğünü bildirmesi, onlann kendisine itaat etmeleri gerektiğini ve yasaklarından kaçınmaları icebettiğini, itaat ettikleri takdirde bir kısım mükâfaatlara kavuşacaklarını, isyan ettikleri takdirde ise cezalandırılacaklarını ifade eder. Çünkü Allah, onlann yaptıkları her şeyi gören ve denetleyendir.

Bu âyette, dinin direği olan namazın kılınması, sosyal-adaleti sağlayan en önemli ibadet olan zekatın verilmesi emredilmektedir. Namaz ve zekât, dinimizin emrettiği en önemli ibadetlerdir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) de bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Kişi ile Allah'a ortak koşmak ve kâfirlik arasındaki şey, namazı terkctmcktir.

İslam âlimleri, namazı terketmenin çeşitli şekilleri ve hükümlerini beyan etmişlerdir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

a- Namaz, inkâr edilerek terkedilirse bunu yapan kimse kâfirdir. Bu hükmün aksini iddia eden hiçbir kimse yoktur.

b- Namaz unutularak terkedilirse bunu yapan kimse kâfir değildir. Bu hükmün böyle oluşunda da ihtilaf yoktur.

c- Namaz inkâr edilmediği halde kasten terkedilirse bunu yapan kişi hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Ahmed b. Hanbel, İbrahim en -Nehâî ve İbn-i Mübarek gibi âlimler
"Kim, özürsüz olarak namaz vakti geçinceye kadar onu terkeder kılmazsa o kimse kâfirdir." demişlerdir.
Ahmed b. Hanbel, "Hiçbir Müslümanı günahından dolayı tekfir etmeyiz.Namazı terkeden hariç." demiştir.

İmam Şafii ve Mekhul gibi âlimler ise namazı inkâr etmediği halde kasten terkedip kılmayan kişinin kâfir olmayacağını fakat kendisine kısas tatbik edilen bir mümin gibi öldürüleceğini söylemişlerdir.
Bunlara göre, inkâr etmediği halde namazı kasıtlı olarak terkeden kişi öldürülür. Fakat kendisine Müslüman muamelesi yapılır. Yani cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına def*nedilir, mirasçıları kendisine mirasçı olurlar. Ancak bazı Şafii halimeri, böyle bir kimsenin cenazesinin kılınmayacağım söylemişlerdir.

Ebu Hanife ve arkadaşları ise inkâr etmediği halde özürsüz olarak namazı terkedenin kâfir olmayacağını ve öldürülmeyeceğini fakat namaz kılıncaya kadar hapsedilip kendisine sopa atılacağını söylemişlerdir. Bunlara göre Hadis-i Şerifin sert ifadesi namazın ehemmiyetini ortaya koymak içindir

Resulullah (s.a.v.), zekâtını vermeyenler hakkında da şöyle buyurmaktadır:

"Allah kime mal verir de o da malın zekâtını vermeyecek olursa o kişinin malı, kıyamet gününde, gözlerinin üzerinde iki siyah nokta bulunan bir kel yılan şekline dönüşerek sahibinin boynuna dolanacak sonra onun avurtlarından yakalayıp "İşte senin malın benim, senin hazinen ben'im," diyecektir. Resulullah ( s.a.v.) sözlerini bitirmiş ve şu âyet-i kerimeyi okumuştur. "Allah'ın, kendilerine, lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik yapanlar bunun kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler. Bilakis bu onlar için bir serdir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirafsV Allah'a aittir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Bakara suresi ayet 177
Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa) , isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler(in tutum ve davranışıdır) . İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.

İbadetlerin dış formlarına verilen önemin anlamsızlığını göstermek üzere, örnek olarak, yüzünü doğuya veya batıya döndürmenin gerçek iyilik (birr) olmadığına işaret edilmektedir. Burada, bazı dinî formalite ve törenleri icra etmenin veya dindarlık gösterisinin gerçek iyilik olmadığı ve Allah katında önem ve değeri bulunmadığı anlatılmak istenmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Bakara suresi ayet 277
Şüphesiz iman edip güzel amellerde bulunanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve zekâtı verenler; onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.

Bu bölümde Allah karşılaştırma için iki karakter sunmaktadır. Birisi servet düşkünü, gece gündüz Allah'a ve yarattıklarına aldırmaksızın servet biriktirmekle uğraşan tefecidir. Diğeri ise Allah'a ibadet eden, Allah'ın yarattıklarının haklarını gözeten, serveti kazandıktan sonra kendisi, başkaları için ve iyi ameller uğrunda harcayan cömert kimsedir. Allah birinci tür kimselerden hoşlanmaz; çünkü onlar, iyi ve dengeli bir toplum kuramazlar. Aksine onlar bu dünyada hem kendilerini, hem de başkalarını rezil ederler, Ahiret'te onlara acıklı bir azap vardır. Bunun aksine Allah ikinci tür kimselerden razı olur, çünkü bu kimseler iyi ve dengeli bir toplum kurup, gerçek başarıya ulaşabilirler. Onlar bu dünyada huzur içindedirler ve Ahiret'te de bütün Cennet nimetleri onların olacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Nisa suresi ayet 77
Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi- hata daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahiret ise muttakiler için daha hıyırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız."

Bu ayet üç anlama gelir ve üçü de aynı derecede doğrudur:
Birincisi,
şimdi korkaklık gösterip geri çekilen kimseler,savaş emri verilmeden önce savaşmak için sabırsızlanıyorlardı. Kendilerine uygulanan baskılardan şikayet ederek: "Bize izin ver de savaşalım. Çünkü bunca yanlışlığa tahammülümüz kalmadı" diyorlardı. Kendilerine sabırlı olmaları, namaz ve zekâtla nefislerini temizlemeleri tavsiye edildiğinde ise bu tavsiyeleri tutmuyorlardı. Fakat onlara savaş emri verildiğinde, aynı kişiler, düşman ordusu ve çeşitli tehlikelerle karşılaşınca korkmaya başladılar.

İkinci anlam ise şudur:
Bu kimseler namaz ve zekât gibi kolay ve bir tehlike teşkil etmeyen ibadetlerle emrolundukları sürece "dindar"dırlar. Fakat onlara Allah yolunda savaşmaları emrolununca hayatlarını kaybetmekten korkup dehşete kapıldılar ve dindarlıklarını unuttular.

Üçüncü anlam ise şudur
:
İslâm öncesi dönemde ganimet toplamak veya heva ve heveslerini tatmin etmek için gece gündüz savaş yapıyorlardı. Fakat Allah yolunda savaşmaları emredilince, kendi nefislerini yüceltmek için savaştıklarında birer cesaret örneği olan bu kişiler birer korkak haline geliyor ve kaplan gibi atılgan olanlar, kedi gibi korkak oluyorlardı.
Yukarıda bahsettiğimiz bu üç anlam üç farklı gruba tekabül eder ve Arapça metin o kadar geniş kapsamlıdır ki bu üç gruba da uyar.

Yani, "Allah yolunda yaptığınız hizmetlerin karşılığını merak etmenize gerek yoktur. Siz Allah yolunda çaba sarfederseniz, O sizin emeklerinizi boşa çıkarmaz."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisâ suresi ayet 103
“Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”

Namazı ikmal ettikten sonra da Allah’ı zikredin, Allah’ı günde-me alın, kıyamda, ayakta iken, otururken, yanlarınız üzerinde yatar-ken Allah’ı zikredin. Allah’ın kitabıyla beraber olun, Allah’ın âyetlerini gündeminize alın, Allah’ın yasalarını hatırlayıp gündem maddesi yapın. Savaşın içinde de Allah’ın âyetleriyle, Allah’ın zikriyle ilginizi kes-meyin. Gündeminizi Allah belirlesin, hareketlerinizi, tavırlarınızı Allah belirlesin.

Evet savaşta Allah’la beraberiz, savaşın en kızışkın halinde, ölürken öldürürken Allah’la beraberiz, Allah’ın âyetleriyle beraberiz, namazla beraberiz. Hayat memat kavgasının en kritik noktasında bile namaz vasıtasıyla Allah’la diyalogumuzu kesmeyeceğiz. Namaz bittikten sonra da Allah’la beraberliğimiz sürecek ve keşmekeş bir hayatın insanı olmayacağız. Allah’ın zikriyle, Allah’ın âyetleriyle beraberliğimiz devam edecek.

Ama savaştan uzaklaşıp, savaş ortamı bitip de emniyete, güvenliğe kavuştuğunuz zaman da savaş öncesi namazınızı nasıl kılıyor idiyseniz, ağır ağır, yavaş yavaş, namaz içinde okuduğunuz âyetlerin mânâlarını düşüne düşüne, âyetlerin bilincine ere ere, ne dediğinizin ne okuduğunuzun, Allah’tan hangi mesajları aldığınızın ve Allah’a hangi sözleri verdiğiniz farkına vara vara namazlarınızı kılın. Namazlarınızı vaktinde kılın. Çünkü namaz mü’minlere belirli vakitlerle farz kılınmıştır. Beş vakit namaz olarak emredilmiştir.

Öyleyse seferde olmadığınız, savaşta olmadığınız, korku içinde bulunmayıp emniyet ve güven içinde bulunduğunuz zamanlarda beş vakit namazın her birerini vaktinde ifa edin. Ekonomik kaygılarla, oyun eğlence gibi boş şeyler peşine düşerek, başka sebeplerle acele etmeyerek doğru dürüst kılın namazlarınızı.
 

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Nisâ suresi ayet 103
“Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”

Namazı ikmal ettikten sonra da Allah’ı zikredin, Allah’ı günde-me alın, kıyamda, ayakta iken, otururken, yanlarınız üzerinde yatar-ken Allah’ı zikredin. Allah’ın kitabıyla beraber olun, Allah’ın âyetlerini gündeminize alın, Allah’ın yasalarını hatırlayıp gündem maddesi yapın. Savaşın içinde de Allah’ın âyetleriyle, Allah’ın zikriyle ilginizi kes-meyin. Gündeminizi Allah belirlesin, hareketlerinizi, tavırlarınızı Allah belirlesin.

Evet savaşta Allah’la beraberiz, savaşın en kızışkın halinde, ölürken öldürürken Allah’la beraberiz, Allah’ın âyetleriyle beraberiz, namazla beraberiz. Hayat memat kavgasının en kritik noktasında bile namaz vasıtasıyla Allah’la diyalogumuzu kesmeyeceğiz. Namaz bittikten sonra da Allah’la beraberliğimiz sürecek ve keşmekeş bir hayatın insanı olmayacağız. Allah’ın zikriyle, Allah’ın âyetleriyle beraberliğimiz devam edecek.

Ama savaştan uzaklaşıp, savaş ortamı bitip de emniyete, güvenliğe kavuştuğunuz zaman da savaş öncesi namazınızı nasıl kılıyor idiyseniz, ağır ağır, yavaş yavaş, namaz içinde okuduğunuz âyetlerin mânâlarını düşüne düşüne, âyetlerin bilincine ere ere, ne dediğinizin ne okuduğunuzun, Allah’tan hangi mesajları aldığınızın ve Allah’a hangi sözleri verdiğiniz farkına vara vara namazlarınızı kılın. Namazlarınızı vaktinde kılın. Çünkü namaz mü’minlere belirli vakitlerle farz kılınmıştır. Beş vakit namaz olarak emredilmiştir.

Öyleyse seferde olmadığınız, savaşta olmadığınız, korku içinde bulunmayıp emniyet ve güven içinde bulunduğunuz zamanlarda beş vakit namazın her birerini vaktinde ifa edin. Ekonomik kaygılarla, oyun eğlence gibi boş şeyler peşine düşerek, başka sebeplerle acele etmeyerek doğru dürüst kılın namazlarınızı.

Merhaba. Arapça bilenlerin yardımına ihtiyacım var.

(1)Nisâ 101: ...en TAKSURÛ mine's salât. Mevcut meallere göre buradaki TAKSURÛ geçişli olup kısaltmak anlamına geliyor. Oysa gramer tahsil etmiş olan bazı Araplar* aslında bu fiilin geçişsiz olduğunu, dolaysıyla geri kalmak anlamına geldiğini açıklıyorlar. Hangisi doğru; mevcut meallerin verdiği anlam mı ya da Arapların verdiği anlam mı?

(2)Nisâ 103: "kitaben mevkûta"daki MEVKÛTA da mevcut meallere göre, sayın tahsin'in yukardaki mealinde de görüldüğü üzere, belirli vakitlerde demek. Salât inananların üzerine belirli vakitlerde farz kılındı. Oysa çok iyi Arapça bilen bir tanıdığım bu kelimenin aslında kesin olarak anlamına geldiğini söylüyor. Salât inananların üzerine kesin olarak farz kılındı -inne's salâte kânet ale'l muminîne kitaben MEVKÛTA. Dolayısıyla salâtın vakitleri Kuran'da belirtilmemiştir. Hangisi doğru?

Cevap verenlerden Allah razı olsun.

Sevgi ile,
Hasan Akçay
______________________

* Samia: This verb "qasartu alsalaat: performed it at the time of qasr" has nothing to do with "qasartu alsalaat: I shortened the prayers (which is a wrong usage of the verb qassara: to shorten something).

Stop being a blind believer of grammar and grammariens, and see this error:

وقَصَرْتُ من الصلاة بالفتح أقْصُرُ قَصْراً.

and

( قَصْر الصلاة ) في السفر : أن يُصِلّي ذاتَ الأربع ركعتين

Where in sentence 1 the verb has a preposition, which magically disappeared when it changed into a vebal noun. Grammarians say that if a verb has preposition, this preposition is part of it, and will not disappear at all. Imagine saying : جئت إلى البيت I came home; then change it to verbal noun (coming home: المجئ البيت ). Is this correct?!

And even a bigger error:

وقَصَرْتُ الصَّلاةَ قَصْراً وقَصَّرْتُها

Why didn't he continue with the verbal noun of form II تقصيرا and say: وقصّرتها تقصيرا? Because this will be very funny and will show how the verb does not mean "to shorten". Again, grammarians know verb forms and understand their purpose: no verb of a form will be synonymos to a verb of the same root and different form. Especially in forms I and II, which are very different. But they seem to betray the rules to force their agenda.

The verb "qasara" I used to explain the verse has a different meaning and is not the same verb that means (to become short; which is qasura).

Please refer to kitabul 3ain but note how it twists the rules. I use the dictionary to help me, but I know they can twist the meaning, and I can easily find out where they do, by breaking the universal rules of Arabic. In suchh cases I do not trust what they say in that context of rule breaking and will not take it.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisa suresi ayet 101
Yeryüzünde yolculuğa çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık yapmalarından korkarsamz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Şüphesiz, kâfirler sizin apaçık düşmanıdır..

Ey müminler, sizler yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda namaz kılarken kâfirlerin hücum edip sizi öldüreceklerinden veya esir alacaklarından yahut namazınıza engel olarak sizi Allah´ı birlemekten alıkoyacaklarından korkacak olursanız, mukim iken tam olarak kıldığınız namazları kısaltarak yansını kılmanızda sizin için günah yoktur. Çünkü Allah´ın birliğini inkâr eden kâfirler, sizin Allah´a ve Resulüne iman etmeniz ve putlara tapmamanız ve sapıklıkta kendilerine uymamanız yüzünden sizin apaçık düşmanlannızdir.

Müfessirler bu âyet-i kerimede kısaltılabileceği zikredilen namazın hangi hallerde ve ne kadar kısaltılabileceği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

a- Yaİâ b. Ümeyye´nin, Hz. Ömer´den, Ebu Eyyub´un da Hz. Ali´den rivayet ettiğine göre burada, kısaltılabileceği beyan edilen namaz, kişinin yolculuk halindeyken kılacağı farz namazdır. Kılastılacak miktar ise, dört rekatlı farz namazların iki rekt olarak kılınmasıdır.

Âyette geçen "Kâfirlerin size fenalık yapmalarından korkarsamz" ifadesi, namazın kısaltılması için esasla ilgiii bir şart olmayıp sadece o zamandaki müslümaıılann genel durumunu belirtmektedir. Bu hususta Ya´lâ b. Ümcyye diyor ki:

"Ömerb. el-Hattab´a "Kâfirlerin size kötülük yapmalarından korkarsamz, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur." âyetini okudum ve "Bugün artık insanlar güven içindedirler. (Namazı yine kısıltacaklar mı?) dedim. Ömer b. el-Hattab şöyle dedi: "Senin hayret ettiğin bu hususa ben de hayret etmiş ve bunu Resulü İlah1 a sormuştum. Resulullah da şöyle buyurmuştu: "Bu (namazı kısaltma) Allah´ın size verdiği bir sadakadır. Sadakasını kabul edin."

b- Hz. Aişe ve Sa´d b. Ebi Vakkas´tan nakledilen diğer bir görüşe güre ise bu âyette, kısaltılabileceği zikredilen namazdan maksat, yolculuk yaparken düşmandan korkma halindeki namazdır. Yolcu olan kimse, düşmandan korkacak olursa, dön rekatlı farz namazları iki rekat kılarak kısaltır. Şayet düşmandan korkmayacak olursa kısaltmaz.

Bu hususta Abdullah b. Muhammed, Hz. Aişe´nin şöyle dediğini işittiğini söylemiştir: "Yolculukta iken namazı tam kılın." Hz. Aişe´nin bu sözü üzerine kendisine denildi ki: "Resulullah yolculuk yaparken dört rekath farzları iki rekat kılıyordu." O da "Resulullah savaş halindeydi o korkuyordu. Siz de korkuyor musunuz?" diye cevap verdi.

Atâ da Resulullah´ın s alı ab ilerinden Hz. Aişe ve Sa´d b. Ebi Vakkas´in, yolculuk yaparken namazları tam kıldıklarını söylemiştir.

c- Mücahid, Ebu Ayyaş ez-Züraki ve Cabir b. Abdullah´dan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette, kısaltılacağına ruhsat verilen namazdan maksat, fiilen savaşma dışında düşmandan korkulduğu sırada kılınacak olan namazdır. Bunlara göre âyet-i kerime, rnüslümanların, böyle bir korku içinde bulundukları bir sırada nazil olmuştur. Bu hususta Ebu Ayyaş ez-Züraki diyor ki:

"Biz , Resulullah ile birlikte "Usfan" denen yerde bulunuyorduk. ResululIah bize öğle namazım kıldırdı. Müşriklerin başında komutan olarak Halid b. Velid bulunuyordu. Müşrikler birbirlerine dediler ki: "Biz onların aklanacakları ve gafil oldukları bir zamana rastlamıştık." (Yani namaz kılarken onlara hücum etmeliydik. Çünkü o anda onlan gafil avlayabilirdik) İşte bunun üzerine öğle ile ikindi vakti arasında, korku namazını beyan eden hüküm indi. Resulullah bizleri iki gruba ayırarak ikindi namazını kıldırdı. Bir grup, Resulullah ile birlikte namaz kılıyor diğeri ise onu bekliyordu. Resulullah, arkasında bulunan gruba da onları koruyan gruba da birlikte tekbir aldırdı. Ve hep birlikte rükuya vardılar. Sonra, Resulullah´ın arkasında bulunan grup secde etti. Geri çekildi. Daha sonra diğer grup ilerleyip secde etti. Sonra hep birlikte ayağa kalktılar ve hep birlikte ikinci rükuu yaptılar. Arkasında bulunanlar da onu koruyanlar da. Sonra Resulullah´ın arkasında bulunanlar secde ettiler ve geri çekildiler. Arkadaşlarının bulundukları safta ayağa kalktılar. Diğer grup ileri geçti secde etti ve Resulullah hepsiyle birlikte selam verdi. "Böylece, herkes imamla birlikte iki rekat namaz kılmış oldu. Resulullah böyle bir namazı bir defasında da Süleym oğullan yurdunda kıldı."

d- Süddi, Abdullah b. Ömer, Said b. Cübeyr ve Kâ´b´dan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette, kısaltılacağı belirtilen namazdan maksat, fiilen savaşma dışında, düşmandan korkma halinde kısaltılan namazdır. Ancak bu namaz, seferi halde kılınan ve iki rekat olan namazın kısaltılarak bir rekat şeklinde kılınmasıdır.

Bu görüşte olan âlimlere göre kişi mukim iken, dört rekath farzları dört olarak kılar. Seferi iken de iki rekat olarak kılar. Seferi iken iki rekat kılması, namazları kısaltma değil namazı seferi olarak tam kılmaktır. Ancak kişi seferi olduğu halde düşmanlardan da korkuyorsa işte bu takdirde tam sayılan iki rekat seferi namazını kısaltıp tek rekat olarak kılar. İşte bu âyet-i kerime, kısaltılan bu tek rekath namazı kasdetmiştir.

Bunlar, görüşlerine delil olarak şu hadisleri zikretmişlerdir. Sa´lebe b. Zehdem diyor ki:

"Biz, Said b. el-Ass iie birlikte Taberistanda´ydık. O ayağa kaîklı ve dedi ki: "Sizden hanginiz ResuluIIah ile birlikte korku namazı kıldı?" Huzcyfe kalktı ve dedi ki: "Ben kıldım. Resuiullah korku anında insanları iki gruba ayırdı. Bir gurupla bir rekat, diğer bir grupla da bir rekat kıldı. Bunlardan hiçbiri bir şey kaza etmediler.

Diğer bir rivayette, Huzeyfe ayağa kalkmış, insanları arkasında iki sağ. yapmış bir safı arkasında bırakmış diğer safı düşmanın karşısına koymuş, arkasında bulunmalara bir rekat namaz kıldırmış onlar ayrılıp düşmanın karşısında duranların yerine gitmişler, bu defa onlar gelip Huzeyfe ile bir rekat namaz kılmışlar, hiçbiri de namazlarını tamamlamamışlardır."

Abdullah b. Abbas şöyle demiştir:

"Allah îeala, Peygamberinin lisanıyla namazı yolcu olmama halinde dört rekat, yolcu iken iki rekat ve korku anında da bir rekat olarak farz kılmıştır."

Diğer bir rivayette, Abdullah b. Abbas şunları söylemiştir:

"Resuiullah, "Zikared" denen yerde namaz kıldırdı. İnsanlar onun arkasında iki saf oldular. Bir saf, onun arkasında bulunuyor, diğer saf ise düşmanın karşısında duruyordu. Arkasında bulunan safa bir rekat namaz kıldırdı. Onlar ayrılıp düşmanın önünde bulunan diğer safın yerine gittiler. Bu defa onlar geldiler. Resuiullah onlara da bir rekat kıldırdı. Bundan sonra, herhangi bir saf, namazı bitirmedi.

Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Resuiullah onlara korku namazı kıldırdı. Bir saf. Rcsulullah´m önünde, diğer bir saf da arkasında durdu. Arkasında bulunan safa bir rüku ve iki secdeli bir rekat kıldırdı. Onlar, öne geçip arkadaşlarının yerini aldılar. Onlar da gelip diğerlerinin yerinde Resulullah´ın arkasında durdular. Resuiullah onlara da bir rüku ve iki secdeli bir rekat kıldırdı. Sonra selam verdi. Böylece Resuiullah iki rekat kılmış oldu. Onlar da birer rekat kılmış oldular. Ebu Hureyre (r.a) diyor ki:

"Resulullah, müşriklerin engel oldukları zaman "Dacnan" ve "Usfan" denen yerlerin arasında konakladı. O anda müşrikler, kendi kendilerine şöyle dediler: "Bunların öyle bir namazları var ki bu namaz onlar için, oğullarından ve kızlarından daha sevimlidir. Siz, ne yapacağınıza karar verin sonra bunlara sadece bir hamle yapın." (Yani bir hamlede işlerini bitirin) Bu arada Cebrail (a.s.) geldi. Resulullah´a, sahabilerini iki kısma ayırmasını, onlardan bir gruba namaz kıldırırken diğer gruba, tedbir alarak silahlarıyla birlikte düşmanlarının önünde durmalarını, arkasında bulunanlara bir rekat kıldırdıktan sonra geri çekilmesini, düşmanın önünde bulunanların ileri gelerek onlara da bir rekat namaz kıldırmasını böylece onların her birinin Resulullah´la birer rekat kılmış olacaklarını Resulullah´ın ise iki rekat kılmış olacağını bildirdi."

e- Abdullah b. abbas´dan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette kısaltılması zikredilen namazdan maksat, sefer halinde ve düşmanla çarpışma anında kısaltılacak olan namazdır. Bu âyet-i kerime, çarpışan mücahidlerin, namaz kılmak istedikleri zaman yüzleri hangi tarafa dönük olursa o tarafa doğru başlarıyla işaret ederek bir rekat namaz kılmalarına ruhsat vermiştir.

Abdullah b. Abbas´ın, bu âyetin izahında şunları söylediği rivayet edilmiştir: "Sen düşmanla karşılaşırsan namaz vakti de gelmiş olursa, "Allahu Ek-ber" diyerek başım eğer ve işaretle namaz kılarsın. İster binekli ol, ister bineksiz. İşte namazı kısaltma budur.

Taberi diyor ki: "Âyetin izahında tercihe şayan olan görüş, şöyle diyen görüştür: "Bu âyette kısaltılması beyan edilen namazdan maksat, düşmanla çatışma ve vuruşma anında rükunlan eksilterek kılınan namazdır. Yani, rüku ve secdeleri tamamlanmayan, istenilen her yöne dönülerek kıhnabilen, bineğin üzerinde ve yerde eda edilebilen namazdır. Nitekim Allah teala farz namazlarının böyle bir şekilde kılınacağını başka bir âyet-i kerimesinde şöyle zikretmiştir: "Eğer korku içinde bulunursanız, yaya olarak yahut binekli iken namazınızı kılın.

Taberi diyor ki: "Bu görüşü tercih etmemizin sebebi, bundan sonra gelen âyette: "Emniyete kavuştuğunuzda namazı gereği gibi kılın." buyurulmasidır.

Çünkü namazı gereği gibi kılmak onun rükuunu, secdelerini ve diğer iarzlanm artırıp eksiltmeksizin yerine getirmektir. Bundan da anlaşılmaktadır ki kişi, korku anında kısaltılacak namazın bazı rükunlannı yerine getirmeyebilir.

Bahsettiğiniz konu yukarıda görüldüğü gibi alimler tarafından namazın kısaltılması olarak anlaşılmış.

Nisa suresi ayet 103
Âyet-i kerimede geçen ve "Şüphesiz ki namaz müminler üzerine belli vakitlerde farz kılınmıştır." şeklinde tercüme edilen cümlesi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:

a- Atiyye el-Avfı, Abdullah b. Abbas, Süddi ve Mücahid´den nakledilen bir görüşe göre bu cümlenin mânâsı şöyledir: "Şüphesiz ki namaz müminlerin üzerine farz kılınmış bir farzdır."

b- Hasan-ı Basri, Mücahid, Abdullah b. Abbas ve Ebu Cafer´den nakledilen diğer bir görüşe göre bu cümlenin mânâsı şöyledir: "Şüphesiz ki bu namaz, müminlerin üzerine gerekli bir farzdır."

c- Abdullah b. Mes´ud ve Zeyd b. Eslem´den nakledilen diğer bir görüşe

göre bu cümlenin mânâsı şöyledir: "Şüphesiz ki namaz müminler üzerine vakitlere bölünmüş bir farzdır. Onlar onu vakitlerinde eda ederler."

Taberi diyor ki: "Bu görüşler birbirlerine yakın olan görüşlerdir. Bununla birlikte bu âyetin izahında evla olan yorum: "Şüphesiz ki namaz, müminlerin üzerine, vakitlere ayrılmış bir farzdır." şeklindeki yorumdur. Zira kelimesinin mânası, "Vakitlendirilmiş" "vakitlere ayrılmış" demektir.
 

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Tahsin kardeşim, ayeti ben de sizin gibi anlıyorum. Ama anlamak bir kanıta dayanmazsa zan olmaktan öteye geçemez ve zan başkadır, gerçek başka -inne'z zanne lâ yuğnî mine'l hakkı şey'é (10:36). Kanıt lütfen!

Samia gramer tahsil etmiş olan bir Araptır. Onun açıklamasını anladınız mı?

Sevgi ile,
Hasan Akçay
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hasan Akçay
Verdiğiniz ayet aşağıda
Zan üzerine binayı kurdunuz
oysa gramer tahsil etmiş olan bazı Araplar Kim bu araplar zan değilmi?
aynı ayeti benim gibi anlıyorsunuz ama ayet kanıt değil bazı arapların gramer bilgisi kanıt öylemi ? bu nasıl bir çelişki verdiğimiz tefsir sahipleri gramer bilgisine sahip değillerdi demekki.
Ayetten anladıklarımız budur en doğrusunu Allah CC bilir.

Yunus suresi ayet 36
Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).

Onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.
 

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Hasan Akçay
Verdiğiniz ayet aşağıda
Zan üzerine binayı kurdunuz
oysa gramer tahsil etmiş olan bazı Araplar Kim bu araplar zan değilmi?
aynı ayeti benim gibi anlıyorsunuz ama ayet kanıt değil bazı arapların gramer bilgisi kanıt öylemi ? bu nasıl bir çelişki verdiğimiz tefsir sahipleri gramer bilgisine sahip değillerdi demekki.
Ayetten anladıklarımız budur en doğrusunu Allah CC bilir.

Yunus suresi ayet 36
Ve mâ yettebiu ekseruhum illâ zannâ(zannen), innez zanne lâ yugnî minel hakkı şey'â(şey'en), innallâhe alîmun bimâ yef'alûn(yef'alûne).

Onların çoğu zandan başka bir şeye tâbî olmaz. Şüphesiz zan, haktan bir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarını bilendir.

Ben Arapça bilenlerden kanıt rica ettim. Siz ise benim Kuran dışından kanıt aradığımı zannedip kara çalmaya yöneldiniz. Hayır! Kuran bana yetiyor.

Buna göre vardığım sonucu anlatmaya çalışayım. Yani bir bakıma sesli düşüneceğim:

EN TAKSURÛ isim fiilini kısaltmak diye çarpıtıp "en taksurû mine's salât"ı salâttan kısaltmak diye tercüme etmek yanlıştır. Doğru çevirinin salâttan geri kalmak olması gerekir.

SALÂTTAN GERİ KALMAK ifadesinin salâtı tamamen terketmek anlamına gelmediğini ise Nisâ 102 kanıtlıyor. Çünkü orada salâtın "1 kıyam + 1 secde"lik uygulaması var. Allah'ın emri kesin: düşmanın aniden üzerinize çullanacağından korkuyor olsanız dahi salâtın "1 kıyam + 1 secde"lik miktarını kılacaksınız; hepsinden geri kalamazsınız; salâtı terk edemezsiniz.

Kuranî kanıt bu.

Sevgi ile,
Hasan Akçay
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hasan Akçay,
Şimdi yaptığınıza bakalım
Kısaltmak tabiri yanlış demişsiniz, Peki siz "1 kıyam + 1 secde"lik kısmı ikame etmekle sonuçta namazı kısaltmadınızmı?
Bana göre sizin ifadeniz salâttan geri kalmak ifadesinden namaz kılmaz sonra kılarsınız manası çıkar. Bu nedenle kısaltmak daha doğru olur
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt