Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda namaz kavramı (1 Kullanıcı)

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Hasan Akçay,
Şimdi yaptığınıza bakalım
Kısaltmak tabiri yanlış demişsiniz, Peki siz "1 kıyam + 1 secde"lik kısmı ikame etmekle sonuçta namazı kısaltmadınızmı?
Bana göre sizin ifadeniz salâttan geri kalmak ifadesinden namaz kılmaz sonra kılarsınız manası çıkar. Bu nedenle kısaltmak daha doğru olur

KASARA geçişsiz yani nesne almayan bir fiil. Onun karşılığı "aciz olmak"tır; "geri kalmak"tır. Mevcut meallerin ona layık gördüğü KISALTMAK ise nesne alan bir fiil. O yüzden yanlış. Örnek vereyim. Saç KISALTILABİLİR ama saç GERİ KALINAMAZ.

Doğru ifade: salâttan geri kalmak. Allah'ın sözü bu. Önce Allah'ın sözünü Allah'a bırakacak kadar haddimizi bilelim. Allah ne diyorsa o! Tamam? Allah'ın sözleri eleştiriye kapalıdır.

Sonrasına gelince, "salâttan geri kalış"ın salâtı terketmek anlamına gelmediği Nisâ 102'ye dayanarak benim yaptığım bir yorum. O benim sözüm. O, eleştiriye açık.

Tahsin kardeşim, sizden bana fayda yok. Hiç olmazsa Samia'nın açıklamasını anlayacak kadar Arapçası olan bir kardeşimiz yok mu bu forumda? Lütfen.

Sevgi ile,
Hasan Akçay
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hasan Akçay,
KASARA Allah CC sözü olan "geri kalmak" bu kelimeye sizin yüklediğiniz anlam değilmi?
Başarı dileklerimle
 

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Hasan Akçay,
KASARA Allah CC sözü olan "geri kalmak" bu kelimeye sizin yüklediğiniz anlam değilmi?
Başarı dileklerimle

Arapçası çok iyi olan bir kardeşimizin açıklaması:

Siz/cumhur, "qasara min-es-saléti"den: "terake minhé qismen: Namazın bir kısmını bıraktı/terketti." anlıyorsunuz. Ben de "qasara min-es-saléti"den: keffe anhé ve terakahé meal-acz.": aczinden/yetişemediğinden salattan geri kaldı, salatı bıraktı, terketti." anlıyorum.

Bu kardeşimizin anlayışı Kuran'a dayanmadığı için yalnızca bir zandır. Ben ise anlayışımı Nisâ 102'ye dayandırıyorum. Aradaki farkı gördük mü?

Açıklamanın devamı:

Samia'nın* kalıp I dediği QA-SU-RA (kısa oldu/kısa geldi); kalıp II dediği QAS-SA-RA (kısalttı). 1. nin geniş ve gelecek zaman kipi YEQSURU, 2. nin YUQSİRU olur. Nisa 101'deki fiil, dikkat ederseniz, TUQSİRÛNE değil de YEQSURÛNE'dir. 1-KE-TE-BE (yazdı), A-Lİ-ME (bildi/öğrendi/anladı), NE-ZE-LE (indi/kondu-konakladı). 2- KET-TE-BE (yazdırdı), AL-LE-ME (bildirdi/öğretti) gibi.

Birincisi geçişsizse, ikinci kalıba aktarılınca fiil geçişli olur. Örneğin NEZELE geçişsizdir, İniş fiili inende kalıyor. Kalktı, oturdu, gitti, geldi vs de böyledir, geçişsiz fiillerdir. Şayet geçişli ise geçişliliğini bir kat daha artırıyor. Örneğin; ALİME (bildi) fiili geçişlidir, ALLEME geçişliliğini katlamış oluyor. Yani fiil birden fazla nesneye geçiş yapmıştır.

Sevgi ile,
Hasan Akçay
__________________

Bir açıklama:

قصر الشعر = He shortened the hair
قصر من الشعر = He shortened the hair
قصر الصلوة = He contracted or crutailed the "salaat"
قصر من الصلوة = He contracted or curtailed the "salaat"

Reference: Lane's lexicon page 2533


Samia'nın buna itirazı ve mukabil açıklaması: Your example is not correct. The first line : قصّر الشعرَ has a form II verb and is transitive: he shortened the hair (hair is accusative/direct object); but when it's intransitive, it's form I: قصُر الشعرُ : the hair became short (hair is nominative/subject).

So, if you want to say (he contracted/shortened the salaat) analogically it should be قصّر الصلاة. But again, these are the rules of grammarians.
 

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Arapçası çok iyi olan bir kardeşimizin açıklaması:

Siz/cumhur, "qasara min-es-saléti"den: "terake minhé qismen: Namazın bir kısmını bıraktı/terketti." anlıyorsunuz. Ben de "qasara min-es-saléti"den: keffe anhé ve terakahé meal-acz.": aczinden/yetişemediğinden salattan geri kaldı, salatı bıraktı, terketti." anlıyorum.

Bu kardeşimizin anlayışı Kuran'a dayanmadığı için yalnızca bir zandır. Ben ise anlayışımı Nisâ 102'ye dayandırıyorum. Aradaki farkı gördük mü?

Açıklamanın devamı:

Samia'nın* kalıp I dediği QA-SU-RA (kısa oldu/kısa geldi); kalıp II dediği QAS-SA-RA (kısalttı). 1. nin geniş ve gelecek zaman kipi YEQSURU, 2. nin YUQSİRU olur. Nisa 101'deki fiil, dikkat ederseniz, TUQSİRÛNE değil de YEQSURÛNE'dir. 1-KE-TE-BE (yazdı), A-Lİ-ME (bildi/öğrendi/anladı), NE-ZE-LE (indi/kondu-konakladı). 2- KET-TE-BE (yazdırdı), AL-LE-ME (bildirdi/öğretti) gibi.

Birincisi geçişsizse, ikinci kalıba aktarılınca fiil geçişli olur. Örneğin NEZELE geçişsizdir, İniş fiili inende kalıyor. Kalktı, oturdu, gitti, geldi vs de böyledir, geçişsiz fiillerdir. Şayet geçişli ise geçişliliğini bir kat daha artırıyor. Örneğin; ALİME (bildi) fiili geçişlidir, ALLEME geçişliliğini katlamış oluyor. Yani fiil birden fazla nesneye geçiş yapmıştır.

Sevgi ile,
Hasan Akçay
__________________

Bir açıklama:

قصر الشعر = He shortened the hair
قصر من الشعر = He shortened the hair
قصر الصلوة = He contracted or crutailed the "salaat"
قصر من الصلوة = He contracted or curtailed the "salaat"

Reference: Lane's lexicon page 2533


Samia'nın buna itirazı ve mukabil açıklaması: Your example is not correct. The first line : قصّر الشعرَ has a form II verb and is transitive: he shortened the hair (hair is accusative/direct object); but when it's intransitive, it's form I: قصُر الشعرُ : the hair became short (hair is nominative/subject).

So, if you want to say (he contracted/shortened the salaat) analogically it should be قصّر الصلاة. But again, these are the rules of grammarians.

Bir açıklama:

قصر الشعر = Saçı kısalttı - He shortened the hair
قصر من الشعر = Saçı kısalttı - He shortened the hair
قصر الصلوة = Salâtı kısalttı -He contracted or crutailed the "salaat"
قصر من الصلوة = Salâtı kısalttı - He contracted or curtailed the "salaat"

Kaynak: Lane's lexicon sayfa 2533 -Reference: Lane's lexicon page 2533

Samia'nın buna itirazı ve mukabil açıklaması: Verdiğiniz örnek yanlış. Satır 1'deki قصّر الشعرَ Kalıp II'de olup geçişli bir fiile sahitir. Anlamı: O, saçı kısalttı (saç Nesnedir); geçişsiz hale geldiğinde ise fiilimiz Kalıp I'e girer: قصُر الشعرُ. Anlamı: Saç kısa oldu (saç Öznedir).

O halde niyetiniz "Salâtı kısalttı" demek ise ifademiz kıyasen قصّر الصلاة olur. Ama yine de gramercilerin kuralı bu.
 

Hasan Akçay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Haz 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
83
Bir açıklama:

قصر الشعر = Saçı kısalttı - He shortened the hair
قصر من الشعر = Saçı kısalttı - He shortened the hair
قصر الصلوة = Salâtı kısalttı -He contracted or crutailed the "salaat"
قصر من الصلوة = Salâtı kısalttı - He contracted or curtailed the "salaat"

Kaynak: Lane's lexicon sayfa 2533 -Reference: Lane's lexicon page 2533

Samia'nın buna itirazı ve mukabil açıklaması: Verdiğiniz örnek yanlış. Satır 1'deki قصّر الشعرَ Kalıp II'de olup geçişli bir fiile sahitir. Anlamı: O, saçı kısalttı (saç Nesnedir); geçişsiz hale geldiğinde ise fiilimiz Kalıp I'e girer: قصُر الشعرُ. Anlamı: Saç kısa oldu (saç Öznedir).

O halde niyetiniz "Salâtı kısalttı" demek ise ifademiz kıyasen قصّر الصلاة olur. Ama yine de gramercilerin kuralı bu.

Samia:

"Onu qasrda YERİNE GETİRDİ" anlamındaki "qasartu alsalaat"ın "salâtı KISALTTI" anlamındaki "qasartu alsalaat" ile ilgisi yok; zira QASARA bir şeyi kısaltmak anlamına asla gelmez.

Şu çarpıklığa bakın:

1. وقَصَرْتُ من الصلاة بالفتح أقْصُرُ قَصْراً.
2. (قَصْر الصلاة ) في السفر : أن يُصِلّي ذاتَ الأربع ركعتين.

Cüme 1’deki fiil "min"lidir. Ama Cümle 2’de fiilimiz mastar haline gelmiş ve min, ne sihirdir ne keramet, yok oluvermiş (قَصْر الصلاة). Gramerciler bilir ki eğer bir fiil min almışsa artık onunla birlikte bir bütündür; "min"siz olmaz.

جئت إلى البيت dendiğini düşünün. Anlamı: eve geldim. Fiilin ilé almış olduğuna dikkat edin. Bu fiil "ilé"yle birlikte bir bütündür; "ilé"siz olmaz.

Sonra onu mastara çevirelim yani eve geliş anlamını taşımasını sağlayalım: المجئ البيت. Ne sihirdir ne keramet, ilé yok oluverdi! Gülünç bu! Mümkün değil.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Nisa suresi ayet 162
“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitaba ve senden önce indirilen Kitaba inanan mü'minlere, namaz kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.”

Demek ki toplumlar, insanlar ne kadar da bozulmuş, tefessüh etmiş olurlarsa olsunlar mutlaka onların içinde bozulmayanlar da olabilecektir. İşte bu sapmış yahudilerin içinde, yahudileşmiş İsrail oğulları içinde yahudileşmeyen, bozulmayan Allah’ın istediği biçimde Müslümanca tavırlarını sürdüren samimi Müslümanların varlığını anlatıyor Rabbimiz.

Onlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, ilimde derinleşenler ve de önceden dosdoğru iman sahibi olanlar hem indirilmiş olan kitaba hem de senden öncekilere indirilmiş kitaplara iman ederler, namazı ikâme edip ayağa kaldırırlar. Zekâtlarını verirler. Namazla Allah’ın hayatlarına karıştığına, zekâtla da mallarına karıştığına imanlarını gündeme getirirler. Namazla Allah’ın bedenlerinde söz sahibi olduğuna, zekâtla da malları konusunda Allah’ın söz sahibi olduğuna imanlarını gündeme getirirler. Ve onlar âhiret gününe de iman ederler. Ölüm ötesi hayatın hesabına kitabına iman ederler. Hayatlarını bu imana bina ederek yaşarlar.

Âyeti ya böyle anlıyoruz, ya da o ehl-i kitaptan ilimde derinleşmiş olanlar, önceki kitaplarına vakıf olup samimiyetle onunla amel edenler, kör bir taklide kapılarak atalarının yanlışlarına düşmeden önceden de vahyi tanıyanlar şimdi aynı kaynaktan gelmiş son kitaba da iman ederler. Burada Rasulullah Efendimiz döneminde Medine ve çevresinde yaşayan yahudileşen ve hıristiyanlaşan kitap ehli arasında bir kısım âlimler vardı ki bunlar Tevrat’a, İncil’e, Zebur’a samimiyetle inanmış ve bu imanlarını samimiyetle sürdüren kitap ehli kastedilmektedir.

Bunlar peygamberler ve kitaplar arasında hiçbir ayırım yap-mayan, önceki kitaplarına ve peygamberlerine samimiyetle iman et-tikleri için son elçiyle karşı karşıya geldikleri zaman da hiçbir sıkıntı çekmeden, hiçbir ön yargı içine girmeden hemen iman eden kimselerdir. İşte bunlar ve önceden kitapla, dinle hiçbir ilgileri olmadığı halde şimdi bu son kitaba iman eden, namaz kılan, zekât veren muhacir ve ensâr var ya, işte onlar için elbette büyük bir mükafat vereceğiz, buyuruyor Rabbimiz.

İlim sahibi olanlar, âlim özelliğine sahip olanlar, okuyanlar, araştıranlar, vahiyle ilgi kuranlar anlıyoruz ki kıyamete kadar dünyanın hangi coğrafyasında olurlarsa olsunlar mutlaka Kur’an’a ve peygam-bere iman etmişler ve edeceklerdir. Bunlar mutlaka inandıkları Allah’a kulluğun en belirgin sembolü olarak namazı kılacaklar ve toplumda Allah için mallarını harcayacaklardır.

Ve işte onların bu yaptıklarını asla boşa çıkarmayacaktır Allah. Hayatlarını böylece Allah için yaşayan kullarına Rabbimiz büyük mükafatlar ve cennetler vaad ediyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Maide suresi ayet 12
Andolsun, Allah İsrailoğullarından kesin-söz almıştı. Onlardan oniki güvenilir-gözetleyici göndermiştik. Ve Allah onlara: "Gerçekten ben sizinle birlikteyim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, Peygamberlerime inanır, onları savunup-desteklerseniz ve Allah'a güzel bir borç verirseniz, herhalde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi gerçekten, altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, cidden dümdüz bir yoldan sapmıştır."

Eğer namazı ikame ederseniz. Namazı dimdik ayağa kaldırırsanız. Namazla ayağa kalkarsanız. Namazla hayatı ayağa kaldırır-sanız. Namazla hayatı düzenlerseniz. Bireysel, ailevi, toplumsal tüm hayatınızı namaza özdeş hale getirirseniz. Namazla hayatı doğru orantılı kılarsanız. Namazda Allah’tan mesaj alır ve hayatınızı namaz eksenli, Allah eksenli, vahiy eksenli şekillendirirseniz. Arkadaşlar, namazın ayağa kaldırılması dinin ayağa kaldırılması demektir. Çünkü namaz dinin direğidir. Namazı yerlerde sürünen bir din yıkılmış demektir. Namaz dikildi mi çadır ayaktadır, namaz yıkıldı mı çadır yıkılmış demektir.

Din neydi?
Din bir hayat programıydı. Din bir yaşam biçimiydi. Öyleyse bireysel ve toplumsal hayatınız, hukukunuz, ceza kanunlarınız, eğitiminiz, askeriyeniz, sosyal ve siyasal yapılanmalarınız, ekonomik düzenlemeleriniz namazda ilgi kurduğunuz Allah’ın kitabında anlatıldığı gibi olursa din ayağa kaldırılmış demektir. İşte böyle Allah’ın istediği gibi bir namazla hayatınızı, varlığınızı Allah’a adarsanız, Allah için bir hayat yaşamaya yönelirseniz. Varlığınız, vücutlarınız ko*nusunda tek söz sahibi olarak Allah’ı kabullenirseniz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Maide suresi ayet 55
Sizin dostunuz (veliniz) , ancak Allah, O'nun Resulü, rükû' ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren mü'minlerdir.

Allah teala bu âyet-i kerimede müminlerin, Allah'ın Peygamberlerinden ve kendi dinlerinden oîan müminlerden başka hiçbir dostları olmadığını belirterek Yahudi ve Hristiyanlar gibi din düşmanlarını dost edinenlerin, yanlış bir yol seçtiklerini, sonunda mutlaka pişman olacaklarım veya o dost edindikleriyle beraber olacaklarını bildirmektedir.

Ishak b. Yesur ve Aıiyye b. Sa'd bu âyet-i kerimenin, Kaynuka Yahudile-riyle oian dostluğunu ve antlaşmasını bozup ancak Allah Resulünü ve müminleri dost edindiğini bildiren übade b. es-Samit hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Ayet-i kerimenin "Namazı kılarlar, rüku ederek (boyun eğerek) zekatı verirler." bölümünün kimin hakkında indiği huusıında iki görüş zikredilmiştir.

Bazılarına göre bu âyet, bütün müminler hakkındadır.
Süddi, Ebu Cafer, Uibe b. Ebi Hakim ve Mücahid'e göre ise âyetin bu bölümü Hz. Ali hakkında nazil olmuştur. Çünkü Hz. Ali namazda rüku ederken yanından geçen dilenci ondan bir şey istemiş Hz. Ali de onu yüzüğünü vermiştir. Bu sebeple "Rüku ederken zekatlarını verirler" şeklinde vasıflandırılmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Enam suresi ayet 72
Bir de: "Namazı kılın ve O'ndan korkup-sakının (diye de emrolunduk.) Huzuruna (götürülüp) toplanacağınız O'dur.

Allah bize namaz kılmamızı ve daima kendisinden korkmamızı emretmiştir. Kıyamet gününde hepimiz, yaptıklarımızın hesabını vermek üzere onun huzurunda toplanacağız.

Araf suresi ayet 170
Kitaba sımsıkı sarılan ve namazı kılanlara gelince, şüphesiz ki biz o iyiliğe çalışanların mükâfaatını asla zayi etmeyiz.

Allah Teâlâ, Tevrattan yüzçevirenlerin halini beyan ettikten sonra, göndermiş olduğu kitaba sımsıkı sarılanları överek buyuruyor ki: "Allah'ın kitabına sarılıp onunla amel edenler namazlarını tam vaktinde hakkıyle kılanlar yok mu? Şüphesiz ki biz, iyi amel işleyenlerin amellerini asla zayi etmeyeceğiz.
 

gurakarcem

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Eki 2008
Mesajlar
210
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
48
Allah razı olsun paylaşım için teşekkürler
Allah ibadetlerimizi kabul etsin
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
gurakarcem,
Allah CC sizden de razı olsun sizinde ibadetleriniz kabul etsin
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Enfâl suresi ayet 3
Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

İşte gerçek mü’minler bunlardır. Demek ki bir mü’min var, bir de gerçek mü’min vardır. İmanlarının eylemini gerçekleştirmiş, imanlarını iddia planından ispat planına dökmüş, hem dilleri, hem kalpleri ve hem de amelleriyle, hayatlarıyla imanlarını ortaya koymuş insanlar bunlardır. İmanlarının gereklerini yerine getirmiş mü’minler bunlardır.

Öyleyse bir insan gerçek mü’min olmak istiyorsa kesinlikle bu özelliklere sahip olmak zorundadır. Kalbim temiz olduktan sonra namaz kılmasam da olur diyen bir kimse gerçek mü’min değildir. Namazını kıldığı halde onu ikame etmeyen, namazda Allah’tan hiç bir mesaj almayan, hayatıyla namazı doğru orantılı olmayan, namazı kendisini kimi kötülüklerden alıkoyamayan kimse gerçek mü’min değildir. Malında, bilgisinde, zamanında, hayatında ve tüm sahip olduklarında Allah’ın söz sahibi olduğunu bilmeyen, sahip olduklarını Allah kullarıyla paylaşma kavgası içine girmeyen bir kimse de gerçek mü’min değildir.

Evet bunlar gerçek müminlerdir ve onlar için Allah katında de-receler vardır, mağfiret vardır, Allah onların geçmişlerini sıfırlayacak, hatalarını bağışlayacak ve onlara Kerîm bir nîmet, değerli bir cennet lütfedecektir. Kesintisiz ve baş kakıntısı olmayan bir cennet vardır on-lar için. Evet Rabbimizin kitabından ve Resulünün Sünnetinden cenneti öğrenen bir kimsenin onu kaybettirecek bir hayatı yaşaması mümkün değildir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Tevbe suresi ayet 5
“Hürmetli aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.”

Bu aylar ya Rabbimizin kitabında kan dökmeyi yasak kıldığı dört haram aydır, ya da yukarıda müşriklere tanınmış olan dört aylık bir dokunulmazlık süresidir. Ya da bunun her ikisi de birlikte ifade edilmiş olabilecektir. Yâni bu haram aylara denk geldiği için bu süre içinde onlara dokunmayın buyurulmaktadır. İşte bu süre sıyrılıp çıktığı zaman artık o müşrikleri yakaladığınız yerde öldürün. Onları tutun, hapsedin, kuşatın onları. Her gözetim noktasında gözetleyin onları. Takibe alın onları.

Bu onlar için bir cezalandırmadır. Ama bu cezalandırma anladığımız kadarıyla küfrün ve şirkin bir cezalandırılması değil ihanetin cezalandırılmasıdır. Sözleşmelerine karşı giriştikleri ihanetlerinin, hainliklerinin cezalandırılmasıdır. İnsanlar arası var olan, var olması gereken hukukun ihlâl edilmesinin cezalandırılmasıdır.

Ey Müslümanlar, işte böyle insanlar arası ilişkilerinde hainlik edenleri gözetleyin, takibe alın, kuşatın ve yakaladığınız yerde onları öldürün. İster Harem bölgesinde, isterse başka bir mekânda nerede bulursanız bitirin onları. Serbest dolaşmalarını engelleyin. Böylece Müslüman olup kurtulmaktan başka çareleri kalmasın onların. Yâni öyle bir kuşatın ki onları Müslüman olmaktan başka çıkış yollarının kalmadığını anlayıp Müslüman olsunlar.

Eğer tevbe ederler, salât’ı ikâme ederler, zekatı da verirlerse, Allah’la ve kendileriyle barışırlar, fıtratlarıyla barışırlar ve bunun gereği olarak bireysel ve toplumsal kulluklarını sadece Allah’a yaparlarsa, mallarında ve bedenlerinde Allah’ın söz sahipliğini kabul ederler, Allah için bir hayat yaşamaya yönelirlerse onları salıverin, yollarını açıverin.

Evet kitabımızın başka âyetlerinden ve Rasulullah efendimizin hadislerinden öğreniyoruz ki namaz ve zekat emrine isyan insanların öldürülme sebebidir. Allah’ın insanın bedeninde ve malında söz sahipliği anlamına gelen, ya da insanın bireysel ve toplumsal hayatına Allah’ın karışmasını kabul anlamına gelen namazı ve zekatı reddeden bir kimse öldürülür. Bu konuda hiç bir ihtilâf yoktur. Ancak namaz ve zekatın farziyetini kabul etmekle beraber yerine getirmeyen kimseler hakkında ihtilâf vardır.

Bazı âlimler âyetin baş tarafını ölçü alarak böyle kimseler had-den öldürülür derken, bazıları da âyetin sonraki bölümünü temel kabul ederek hapsedilir ve bu farizaları ifa edecekleri ana kadar hapisten çıkarılmaz demişlerdir. Zekatı vermeyenler üzerine Hz. Ebu Bekir efendimizin ordu gönderdiğini biliyoruz. Kim demiş efendim namaz da, zekat da insanın Allah’la kendi arasında bir ilişkiymiş? Kim demiş buna insanlar karışmazmış? Kim demiş kimse insanlara namaz kılmalısın, zekat vermelisin diyemezmiş? Kim demiş dinde zorlama yok muş?

İşte âyet son derece açık ve net bir şekilde bunun böyle olmadığını ortaya koyuyor. Böyleleri Müslüman olduklarını da iddia etseler evlerimize girmelerine, kızlarımızla evlenmelerine, iş yerlerimizde çalışmalarına yol verilmeyecek. Yol vermeyin ki Allah’ın istediği şekilde Müslümanca bir hayata dönmekten başka çareleri kalmasın.

Evet eğer onlar namaz kılarak Allah’la diyaloga geçerler, Allah’tan mesaj alırlar ve hayatlarını bu mesaja bina ederlerse, Allah’tan aldıkları bu mesajı toplumla paylaşırlar, yâni Allah ve kullarıyla ilişkilerini Allah’ın istediği şekilde düzeltirlerse dokunmayın onlara. Çünkü Allah Gafur ve Rahîmdir. Unutmayın ki Allah kullarını çok bağışla-yandır. Sizler de böylelerine karşı Rabbinizin ahlâkıyla ahlâklanın.

“Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah'a güven. O, şüphesiz işitir ve bilir.
(Enfâl 61)

Eğer o Kâfirler sizinle yaptıkları anlaşmalarını bozduktan sonra, size hainlik ettikten sonra sizden korkarak tekrar sizinle bir anlaşmaya yönelirlerse sen de barıştan yana ol ve bu konuda Allah’a güven. Muhakkak ki Allah işiten ve bilendir. Zira savaş değil, barış esastır. Evet Rabbimizin yasalarında onlarda gerçekten barışa bir meyil görülmüşse bu mutlaka değerlendirilecektir. Ama onlar gerçekten barış taraftarı değil de yine bir başka hainlik düşünüyorlarsa bu güzel bir şekilde araştırılıp karar verilecektir.

Evet Müslümanların diğer insanlarla, diğer toplumlarla ilişkileri Allah’a güven esasına dayanır. Allah her konuda Müslümanlara yetecektir. En olumsuz şartlar içinde bile tüm hainliklere rağmen Rab-bimiz mü’minleri yardımıyla destekleyecek ve zafere ulaştıracaktır. İşte bu konuda da temel yasa budur. O halde bize düşen her şart al-tında Allah yasalarına sahip çıkmaktır. Gerisi Allah’a aittir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Tevbe suresi ayet 11
“Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, sizin din kardeşiniz olurlar. Bilen kimseler için âyetlerimizi uzun uzadıya açıklıyoruz.”

Eğer böyleleri tevbe eder, kendini düzeltir, Allah’la ve kendisiyle barışık hale gelir, namazı ayağa kaldırır, namazla hayatını özdeşleştirir, namazı ve namazla aldığı Allah mesajını hayatına egemen kılar ve zekatını da verirse. Allah’a imanının gereği olarak arınıp yücelmek için zekat gibi bir bedel ödemeye yönelirse o zaman onlar sizin dinde kardeşiniz olurlar. Evet onlar namazı ikâme ederek Allah’la ilişkilerini, zekatla da insanlarla ilişkilerini Allah’ın istediği gibi düzenleme yoluna girerlerse onlar sizin din kardeşleriniz olurlar.

Tevbe dönüş demektir. Tevbe kişinin Allah’la ilişkilerini gözden geçirip Onun istediğine yönelmek demektir. Ama sadece ben tevbe ettim, ben döndüm demekle olmaz bu iş. Bu dönüşünü bizzat bireysel ve toplumsal hayatında göstermesi gerekir. Dönüşündeki samimiyetini ortaya koymak üzere namazı ikâme ederek bireysel ha-yatında, zekatı da vererek toplumsal hayatında sadece Allah’a kul olduğunu, sadece Onu dinlediğini ortaya koyacak. Malını ve canını Allah yolunda kullanacak, Allah’ın emrine teslim edecek. Allah’ın belirlediği yasalar istikâmetinde bir ömür tüketecek.

İşte o zaman onlar sizin din kardeşiniz olurlar. Yâni sadece canlarını ve mallarını emin kılmakla kalmayıp sizin kardeşliğiniz şerefine de erişirler. Dinde sizin lehinize ne varsa onların lehlerine de o vardır. Sevinçte, kıvançta, tasada sizinle beraber olur onlar. Daha önceden babalarınızı, kardeşlerinizi öldürmüş bile olsalar onların din kardeşleriniz olduğunu unutmayın. Öyleyse Allah’la ve insanlarla ilişkilerini Allah’ın istediği şekilde düzenlemeyenler, küfür ve şirkten dönüş yapıp malları ve canları konusunda Allah’ı söz sahibi bilmeyenler bizim kardeşlerimiz değillerdir. Onların dinleri ayrı olduğu için bizimle kardeşlik bağları da yoktur.

İşte Biz âyetlerimizi onları dinleyen, onlara kulak veren, onların değerini bilen, onlara iman eden ve onlar istikâmetinde bir hayat yaşayacak olanlar için böyle tüm boyutlarıyla ele alıp açıklıyoruz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Tevbe suresi ayet 18
“Allah'ın mescitlerini sadece, Allah'a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler.”

Allah’ın mescidlerini imar, tüm yeryüzü mescidini düzenleme, yeryüzünün yapılanması sadece Allah’ı ve âhiret gününe inanan, namazı ikâme eden ve sadece Allah’tan korkan, sadece Allah için bir hayat yaşayan, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan kimselerin hakkıdır. Bu yetki, bu hak sadece bu özellikleri taşıyan mü’minlere aittir. Allah insan ilişkilerini Allah’ın istediği gibi ayarlama mânâsına gelen namazı ikâme edenler, insanların kendi aralarındaki ilişkilerini Allah’ın istediği gibi ayarlama anlamına gelen zekatı verenler ve de Allah’tan başka hiç kimseden korkmayanların işidir tüm arz mescidinin imarı. Arzda düzen yapma, yeryüzünde yapılanma gerçekleştirme, yeryüzünde egemen olma sadece bunların hakkıdır. İşte ancak bunlar mühtedidirler. Ancak bunlar doğru yoldadırlar ve bunların yapacakları düzen, doğru düzendir.

Allah’a Allah’ın istediği gibi inanmayan, âhiret endişesi taşımayan, yaptıklarından dolayı hesaba çekileceklerine inanmayanların, namazı ikâme, zekatı verme gibi, yâni bireysel ve toplumsal hayatı Allah’ın istediği gibi düzenleme diye bir derdi olmayanların mescidleri imar etmeleri, tüm arz mescidinde Allah’ın istediği düzeni kurmaları mümkün değildir. Yine Allah’tan başkalarından korkan kimseler mes-cidleri korktukları kimseler adına inşa ederler. Orada korktukları kimselerin adının yüceltilmesine sa’y ederler. Onların yasalarının hamdi-ne sa’y ederler. Ama sadece Allah’tan korkanlar sadece Onun adının yüceltilmesine, sadece Onun yasalarının hamd edilmesine sa’y ederler.

O halde bu mescidlere biz kendimiz sahip çıkmak zorundayız. Bu mescidler bizimdir. O mescidleri kâfirlere ve müşriklere bırakma-yacağız. Dinin eğitim ve öğretiminin gerçekleştirileceği ibadet kurumlarımızı, eğitim kurumlarımızı kendimiz oluşturmak zorundayız. Oralarda kendimiz egemen olmak zorundayız. Programlarımızı kendimiz yapmak zorundayız. Bunları müşriklerden bekleyecek olursak şirke bulaşmaktan kendimizi de çocuklarımızı da kurtarmamız mümkün olmayacaktır. Allah’ın dinini, Allah’ın kitabını sansürsüz anlama imkânımız olmayacaktır. Dinimizi müşriklerden, onların programlarından öğrenmeye kalkışırsak asla Allah’ın istediği hidâyete ulaşma, mühtedi olma imkânımız olmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Tevbe suresi ayet 71
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Münafıklarla, gerçek mü'minlerin özellikleri arasındaki karşıtlık, dış görünüşte İslam'a iman ve itaat bakımından ikisi arasında benzerlik olmasına rağmen, birbirlerinden tamamen farklı olduklarını göstermektedir.
Farklılık, ahlaklarında, davranış, alışkanlık, tavır ve düşünce şekillerindedir. Bir tarafta, İslam'a inandıklarını söylemekten hiç bıkmayan, fakat samimi imandan yoksun olan ve davranışları inancını yalancı çıkaran münafıklar vardır.
Bunlar, üstündeki etikette "misk" yazan, fakat içinde hem görüntüsünden hem de yaydığı kokudan inek pisliği olduğu her yönden, görünüşü, kokusu ve diğer özellikleri ile ispatlanan şişelere benzerler. Diğer tarafta ise, içinde misk olan ve misk olduğu her yönden, görünüşü, kokusu ve diğer özellikleri ile ispatlanan şişelere benzeyen gerçek mü'minler vardır. Gerçi dıştaki İslam etiketi münafıklarla müslümanları bir tek İslam toplumu yapar, ama ikiyüzlülerin özellikleri gerçek müslümanlardan o kadar farklıdır ki, bu ikisi aslında iki ayrı toplum oluşturur. Kadın, erkek münafıklar, benzer özelliklere sahip diğer kimselerle birlikte ayrı bir toplum oluştururlar. Bunların hepsi Allah'tan gafildirler, kötü işlerle meşgul olup, hayırlı işlerden yüzçevirirler ve asla gerçek mü'minlerle işbirliği yapmazlar; kısacası bunlar birbirlerinin dostudurlar, kendilerini İslam toplumundan saymazlar ve kendilerine özgü bir grup oluştururlar. Bunların aksine kadın, erkek, gerçek mü'minler bir tek toplum oluştururlar. Hepsi de hayırlı işlerle meşgul olup kötülükten nefret ederler, gece gündüz Allah'ı zikrederler ve O'nu anmaksızın geçen bir hayat düşünmezler, Allah yolunda harcarken çok cömerttirler, hiçbir şart ve kayıt tanımaksızın Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. Bu ortak özellikler onları münafıklardan ayırır, onları tek bir toplum haline getirir ve birbirinin dostu kılar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Hac suresi ayet 41
“Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namaz kılarlar, zekât verirler, uygun olanı emrederler, fenalığı yasak ederler. İşlerin sonucu Allah'a aittir.”

Onlar öyle kimseler ki; yeryüzünde yerleştirdiğimiz zaman, on-ları yeryüzünde egemen kıldığımız zaman, yardımımızla onları arzda iktidar mevkiine getirdiğimiz zaman, kendilerine imkân ve fırsat verdiğimiz zaman, yeryüzünde söz sahibi edip dünya insanlığına yön verir bir konuma getirdiğimiz zaman, yeryüzünde denge unsuru oldukları zaman:

Hemen onlar namazı ikâme ederler. Hemen ilk görevleri olarak, ilk eylemleri olarak namaz ortamı hazırlarlar onlar. Namazın önündeki barikatları temizlerler, namazın önündeki engelleri kaldırırlar. Hayatı namaza endekslerler. Hayata özdeş bir namaz, namaz kaynaklı bir hayat kurarlar. Bedenlerinde Allah’ın söz sahipliğini kabul adına bedenlerini Allah’ın emrine verirler.

Sonra ikinci görev, ikinci eylem olarak onlar zekâtı verirler. Yâni mallarında da Allah’ın söz sahipliğini ortaya korlar. Allah’ın verdiklerini Allah kullarıyla paylaşmaya koşarlar. Malla ilişkilerini o malın sahibi olan Allah’ın istediği gibi ayarlarlar. Malın kazanma ve sarf yerlerini Rablerine sorarak belirlerler. Mala bakışlarını Allah’ın istediği gi-bi tespit ederler. Malları üzerindeki tasarruflarını Allah’ın istediği gibi icra ederek, Allah’ın ver dediği yere vererek mallarını temizlerler. Allah için vermeye alıştırarak, Allah için fedakârlığa alıştırarak nefislerinin cimriliğini temizlerler. Ve mallarını kendileriyle paylaşmaya çalıştıkları çevrelerindeki fakir kardeşlerinin kendilerinin mallarına bakışlarını temizlerler.

Yine sözlerinde, ahitlerinde dururlar o mü’minler. Sözlerine sâdık davranırlar. Gerek Rablerine verdikleri sözlerine, gerekse Allah kullarına verdikleri sözlerine sâdık davranırlar. Emânete ihanet etmezler. Emin ve güvenilir insanlar olurlar. İyiliği emrederler kötülükleri yasaklarlar. Sadece kendilerinin değil, tüm toplumun güzel ve dengeli olmasını sağlarlar. İnsanları cehennemden, cehenneme gidişten ko-ruyup, cennete ulaştırmayı kendilerine en büyük iş, en büyük dert edi-nirler. Toplumda iyilerin, iyiliklerin yaygınlaşıp, kötülüklerin ve kötülerin yok olmasına say ederler. Tüm dünyada huzur ve sükunu sağlarlar. Âhiretten, Allah’ın azabından, Allah’ın sorgulamasından tir tir titrerler. Herkesin, zayıf güçlü, zengin fakir, kadın erkek, çoluk çocuk hakkına-hukukuna riâyet ederler. İnsanların gözleri önünde güzel bir hayat yaşarlar, temiz bir hayat sergilerler. İnsanlara Allah’ın istediği güzel bir hayat yaşamanın esaslarını gösterirler.

Zaten işlerin sonu Allah’a aittir. İşler sonunda Allah’a döndürülecektir. Dünya da Onundur, âhiret de Onundur. Hayat da Onundur, ölüm de O’nundur. Yaratan, yaşatan da O’dur, öldürecek ve sonunda hesaba çekecek de O’dur.

İşte böylece Rabbimizin bu âyetleriyle, bu yol gösterileriyle Rasulullah efendimiz ve beraberindeki müslümanlar Medine’de böyle bir iman, böyle bir teslimiyet, böyle örnek bir hayat sergileyecekler ve tüm dünya insanlığına işte müslümanlık budur. İşte Allah’ın istediği hayat budur diyebilecek bir ortamı hazırladılar. Namazı Allah’ın istediği şekilde ikâme ettiler. Namazı Allah’tan vahiy alma vasıtası yaptılar. Namazı Allah’la diyalog unsuru yaptılar. Namazı hayatın, hayat programının odak noktası yaptılar. Zekâtı; Allah için paylaşmayı, Allah için diğer gamlığı, fedâkârlığı, özveriyi ortaya koydular. Toplumda iyilikleri hakim kıldılar, kötülüklerin kökünü kazıdırlar. Dünyayı cennete çevirdiler. Allah hepsinden razı olsun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Müminun suresi ayet 9
Onlar ki namazlarına devam ederler.

Müminin kurtuluşa erme şartlarından biri de, namazlarını vaktinde eda etmesidir.

Allah Teala, mümini kurtuluşa erdirecek sıfatlardan birincisi olarak ta sonuncusu olarak ta namazı zikretmiştir. Bu da namazın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu göstermektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) namazın önemini belirten bir Hadis-i Şerifinde Muaz b.Cebel'e şöyle buyurmuştur:
"Ben sana bu işin başını, direğini (be! kemiğini) ve zirvesini haber vereyim mi?"
Muaz: "Evet, ey Allah'ın Resulü." demiş ve Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Bu işin başı İslâm'dır. Direği namazdır, zirvesi de cihaddır..

Diğer bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyuruluyor: "Abdullah b.Mes'ud diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.)e dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, amellerin hangisi Allah'a daha sevimlidir?" Resulullah buyurdu ki:
"Vaktinde kılınan namazdır." "Sonra hangisidir?" diye sordum.
Resulullah* "Anneye babaya iyilikte bulunmaktır." buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye sordum.
Resulullah "Allah yolunda cihad etmektir." buyurdu
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Nur suresi ayet 56
“Namaz kılın, zekât verin, peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.”

Namazı ikâme edin, namazı ayağa kaldırın, namazı hayatın düzenleyicisi kılın. Ey Müslümanlar haydi namazı ikâme edin. Allah’ın sizden ilk istediği budur. Namazsız bir hayattan yana olmayın. Zekâtlarınızı da verin. Mallarınızda Allah’ı söz sahibi bilin. Mallarınızla ilişkilerinizi Allah’ın istediği şekilde ayarlayın. Mallarınızın sahibinin Allah olduğunu bilin. Tüm hayatınız konusunda, tüm hayat problemleriniz konusunda Allah’a ve Resûlüne itaat edin, tüm hayatınızda Allah ve Resûlünü dinleyin ki size merhamet olunsun. Namazla bedenlerinizi, azalarınızı temizleyin, zekâtla mallarınızı temizleyin, Resule itaatle de tüm hayatınızı temizleyin.

Rasûlullah (a.s)‘a itaat Rasûlullah (a.s)’ı bilmekle, tanımakla mümkün olacaktır. Allah’a itaat Allah’ın kitabını tanımadan mümkün olmadığı gibi, Rasûlullah (a.s)’a itaat da Kur’an’ı ve Rasûlullah’ın sünnetini, hayatını, uygulamalarını bilmeden mümkün olmayacaktır.

Yâni namazın ve zekâtın dışında top yekun hayatı kapsayan Rasûlullah’ın örnekliliğini de bilmek zorundayız. İşte bunun yolu şu kitabı başından sonuna kadar, sünneti de başından sonuna kadar bilmekten geçer. Demek ki o kadar kolay değildir bu iş. Allah’ı tanımadan, Allah’ın arzularını bilmeden, yâni Allah’ın kitabını öğrenmeden, Resûlünün sünnetini tanımadan ne Allah’a itaat ne de peygambere itaat mümkün değildir. Bildiğimiz âyet kadar, tanıdığımız sünnet kadar ancak itaatimiz söz konusu olacaktır, unutmayalım!

Biz de bu Allah vaadine ulaşıp izzetli ve şerefli bir hayata ulaşmak istiyorsak bunu yapmak zorundayız, ben başkasını da bil-medim, bilemedim. Evimiz eksik olsa, eşyamız eksik olsa, altınımız gümüşümüz olmasa, atımız arabamız olmasa ne çıkar? Kuru bir ekmekle ömür geçirsek ne olur? Şunu kesinlikle bilelim ki maldan, mülkten, eşyadan, köşe dönmeden, dünyadan taviz vermeden Allah ve Resûlüne itaat mümkün değildir. Allah’a itaat mümkün olmayınca da Allah’ın vaadine ulaşmak, kölelikten kurtulup şerefli bir hayata ulaşmak mümkün olmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Namazın İslamın rükünlerinden (esas) olduğu

Ankebût suresi ayet 45
“Ey Muhammed! Kitaptan sana vahy olunanı oku; namaz kıl; muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah yaptıklarınızı bilir.”

Ey peygamberim, ey peygamber yolunun yolcuları, sana, size kitaptan vahy olunanı okuyun, size kitaptan vahy edileni izleyin, ona tabi olun, onu anlayın, onu öğrenin, onunla birlikte olun, onu gündeminize alın, onu uygulayın. Senin, sizin ilk işiniz budur. Senin birinci işin kitabı okumaktır. Bizim birinci işimiz kitabı okumaktır. Başka şeyleri okumayacağız. Sihirbazları, şeytan vahiylerini okumayacağız. Allah’a hayat hakkı tanımayan zalimleri okumayacağız. Başkalarının kitaplarını Allah’ın kitabının önüne geçirmeyeceğiz. Günlük mutlaka Allah’ın kitabıyla ilgi kuracağız. Ve:

Namazı da ikâme et. Namazı ayağa kaldır. Hayatını düzenleyecek, hayatına çekidüzen verecek, Allah’tan mesaj alacak, tüm hayatına imzasını atacak bir namaz kıl. Namazını koru. Namazın üstüne titre. Namaz için her şeyi fedâ et. Namazın Allah’ın istediği gibi olsun. Muhakkak ki namaz insanı münkerattan ve fuhşiyyattan alıkor. Namaz sahibini her türlü hayasızlıklardan, iffetsizliklerden alıkor. Eğer namaz kıldığımız halde hayatımızda bir kısım bozukluklar varsa biz namazı Allah’ın istediği şekilde kılmıyoruz da namaz gösterisinde bulunuyoruz demektir. Namazla din kurtarma çabası içine giriyoruz demektir. Eğer kişinin namazıyla hayatı, namazıyla ticareti, namazıyla siyaseti, namazıyla aile hayatı, namazıyla sosyal hayatla münâsebeti aynı doğrultuda değilse bu namaz Allah’ın istediği bir namaz değildir.

Muhakkak ki zikrullah, Allah’ın zikri en büyüktür. En güzel zikir Allahu Ekber demektir. En güzel zikir Allah’ı gündeme almaktır. En büyük şeref Allah’a kulluktur. En büyük gündem Allah’ın kitabının gündemidir. En şerefli zaman Allah’ın âyetlerinin anlaşılmasına ayrılan zamandır. Ankebût’un, Rum’un, Lokman’ın, Secde’nin, Zümer’in anlaşılması adına teksif edilen zaman, teksif edilen enerji en şereflidir. İnsanlar Kur’an’dan haberdar oldukları kadar şeref sahibidirler.

Öyleyse bir düşünelim. Allah’ı ne kadar zikrediyoruz? Allah’ın kitabını ne kadar gündeme alabiliyoruz? Geceleri bize ne kadar

Kur’an nâzil oluyor? Yoksa gecelerimiz Allah’ın kitabından uzak şeytan vahiyleriyle mi dolu geçiyor? Gündemimizde ne var? En çok neleri konuşuyoruz? Neleri tartışıyoruz? Unutmayın ki konuştuklarınızın, gündeme aldıklarınızın en şereflisi, en büyüğü Allah’ın zikridir, Allah’ın âyetlerinin gündeme alınması ve konuşulmasıdır. Şunu da kesinlikle bilesiniz ki beni kandırabilirsiniz, insanları atlatabilirsiniz ama Allah’ı asla kandıramazsınız. Allah yaptıklarınızın tümünü bilmektedir. Kendi âyetlerini mi gündeme alıyorsunuz, yoksa başka şeylerimi gündeme alıyorsunuz? Allah bunu bilmektedir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt