Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaşayan Necip Fazıl, Yürüyen Büyük Doğu ! (1 Kullanıcı)

C

ceylin2009

Yazilarini anlamak icin lügata bakmam gerekiyor bazan,emegine saglik..sayende bilmediklerimi ögrendim.Allah razi olsun

SERSERİ

Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür, arkadaşımı.
Ölsem dikecek yok mezar taşımı;
Halime ben bile hayret ederim.

Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr,
Gölgemin peşinden yürür giderim…
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yazilarini anlamak icin lügata bakmam gerekiyor bazan,emegine saglik..sayende bilmediklerimi ögrendim.Allah razi olsun

SERSERİ

Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür, arkadaşımı.
Ölsem dikecek yok mezar taşımı;
Halime ben bile hayret ederim.

Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr,
Gölgemin peşinden yürür giderim…

Ceylin 2009 gönüldaşımıza hediye ediyorum bu şiiri..
Allahcc yar ve yardımcınız olsun kardeşimiz...
Allahcce emanet olasınız...
O EN GÜZEL VEKİLDİR...
BESMELE...SELAM...DUA...

Şarkımız / Necip Fazıl Kısakürek
Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim
Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman
Görürler nasılmış, neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Sular her tarlayı arkımız bizim
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda, sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur bizde gideriz
Kalır dudaklarda şarkımız bizim
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Görüldü ki, bize karşı girişilen provokasyonlar, ateş üzerine benzinle gitmek gibi bir tesir yapar!.. Üstadım’ın gözleriyle hâdiseyi değerlendirdiğim zaman, söylenecek tek söz şudur: “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Biliyorsunuz ALLAH Resûlü, Huneyn gazasında İslâm ordusunun bir ânlık dağılışını tek başına ileri atılışla taarruza döndürürken böyle demişti... “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Kendisine yapılacak işkence sırasını beklerken, “Kumandan’a işkence yapıyorlar!” diye ağlayan gençleri görünce, kalbime taşkın bir heyecanla bu mâna dolmuştu... Üstadım, orada arkadaşlarımın ve gençlerin gösterdiği vakar ve aşk tavrını görseydi, ne kadar gurur duyardı... Elbette gördü!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ALLAH KULUNDAN DİNLEDİKLERİM' den

ALLAHIM, SENİ İSTİYORUZ!
22ot0.jpg

Yıllardır insanlık, derin ve sinsi bir dert çekiyor. Bu dert, sinirleri bozuk bir mirasyedi oğlunun iç sıkıntısı. Mirasyedi çocuğu, gözünün bir işaretiyle yeryüzünün bütün çeyizlerini ayağına serdirebileceği halde hiçbirisiyle avunamıyor. Lâstik toplarını ısırıyor, renkli balonlarını iğneliyor, motorlu fillerini, pervaneli atlarını yerlerde süründürüyor ve bütün zenginliklere arkasını dönmüş, bir pencereden, bir türlü kendisine kadar gelemiyen güneşin toprak üstündeki altın lekelerini seyrediyor. Bu hastalık, masallardaki dünya güzeli şehzadelerin derdi gibi bir şey... Başında bin doktor ve üfürükçü, bin hokkabaz ve falcı çare arıyadursun; o, günden güne fenalaşmakta...

Denizaşırı bir memlekette bir takım kardeşleri, tuhaf bir ülke kurdu. Evleri itfaiye merdivenlerinden, gökleri arı kovanlarından, sokakları, üstünde binlerce bıçağın işlediği bileği taşlarından farksız... Orada, uzun boylu, cam gözlü, dört köşe omuzlu; az konuşan, konuştuğu zaman da kurbağa gibi sesler çıkaran bir insan örneği pey dahlandı. Suratı yoğurttan daha çizgisiz olan bu tipin ne zaman ağladığı, ne zaman güldüğü, ne zaman heyecanlandığı belli değil... Yalnız bir paspasın üstünde, yumruklarına deriden bohçalar sarmış iki çıplak insan boğuşurken; milyonluk kalabalıklar karşısında, bir takım kısa pantalonlu çocuklar meşinden bir yuvarlağı kovalarken; iki lâstik tekerlekli araba 80 derece meyille bir dönemeci kıvrılırken gırtlağından nâralar boşanıyor.
Ufak bir ameliyatla aşka ait her kahırdan kurtulmuş harem ağaları gibi, içinin bütün zehirlerini sinirleriyle beraber söktürmüş olan bir insan örneği, teselliyi cematlaşmakta aramanın korkunç misali...
İşte, bütün hârikası sadece kemiyet plânını alabildiğine köpürtmekten ibaret (Yeni Dünya) isimli diyarın macerası!..

Beri tarafta, şarka doğru bitmez ormanlar ve sonsuz (step)ler memleketinde başka kardeşleri, yıldızların bile duyduğu bir çığlık kopardılar: Komünizma!..
Yenicami merdivenlerinde asker terhislilerine leke sabunu satan işportacıların kolay belâgatiyle dünyayı, asırları, medeniyetleri, milletleri ve sınıfları markaladılar. Bütün derdi, fazladan bir demet soğan, bir şişe yağ ve iki saat istirahatten ibaret bir sınıfın istırabı, insandaki büyük ve mücerret idrâk ıstırabının yerini almak istedi. O gündenberi kâinatı dört köşe gören bir madde telâkkisi, hâdiselerin ebedî düğümünü arıyan ruh kavrayışına; sefil bir yokluk mantığı, mantığın üstündeki varlık murakabesine; Eskimolara bile vâdeden insaniyetçi dolandırıclık, millet aşkına; sokak afişçiliği, sâf ve hâlis san'ata; âdî vu zuh, ulvî muğdile düşman kesildi. Sonunda onlar da, ezelî ve ebedî kıymetlerin çoğuna, merkezinden mahrum olarak, sinsi sinsi dümen kırmakta aradılar muvazeneyi...

Gelelim, (Adriyatik) kıyılarından esmeğe başlayıp Baltık sahillerinde kasırgalaşan, sonra dünya büyüklüğünde bir balon gibi patlayıveren mahut tecrübeye: Faşizma ve Nazizma!...
Bu tecrübe, eşya ve hâdiselere tahakküm iktidarından düşen, öz terakkileri içinde boğulan (Greko - Lâtin) medeniyetinin kendi nefsine karşı bir aksülâmeli oldu. Bir aksülâmel; kendi kanunlarına, mukaddeslerine karşı bir isyan ve ihanet... Garp medeniyetinin son yemişi müsbet bilgiler, onu bir hançer gibi tutan elde, hiçbir başka hak ve mukaddes tanımaksızın, mutlak bir imtiyaz ve tahakküm edasiyle mirasa konmak istedi.
Ve meydanı, hiçbir insanî ideolocya gayreti olmıyan, sadece kâbuslarda bile görülmez bir iştiha ve ihtiras psikolocyasiyle şişmiş, ilim ve sistem sahibi bir canavarlık hamlesi kapladı. Netice malûm...

Ya demokrasyalar?.. Hastalığın başı onlarda!.. Bir zamanki sahte muvazeneleri ve sonra bu muvazeneyi allak bullak eden madde keşiflerinden sonra, rahimlerine bu iki (menfi)yi düşüren, bilmeden geliştiren, doğuran ve nihayet teker teker boğup kilise kapılarına bırakmaya mecbur olacak kadar bedbahtlaşan; şu ânda maddede muzaffer, fakat mânada büsbütün müflis onlardır!
Hiçbir misal ve tecrübe, insanlığı kandıramıyor. O, kifayetsizi ve dalâleti hemen seziyor. Menfiyi, çürüğü, günübirliği sezmek işten bile değil, fakat müsbeti, sağlamı, devamlıyı bulmak, dâvaların dâvası...
Niçin o kadar tapındığı müsbet ilimler ona tesellisini vermiyor. Ölülerin kalbini şişelerde zıplatan doktorları; suyun altına, havanın üstüne merdiven kuran mühendisleri; Londradaki fısıltıyı Tahranda dinleten kâşifleri var. Bütün bunlar içinin yıkıntısına niye ilâç değil?..
Ruhunun bütün nizamı çöktü. Bestekârın kulağına eski vecdin sesleri yerine sar'alı kadın çığlıkları ve Afrikalı vahşi tepinmeleri geliyor. Ressamın gözüne, eski âhenkli yüzler yerine, yedi başlı zebanîler ve kemik hastalıkları koğuşundan seçilmiş hilkat galatları görünüyor. Mimar, gökyüzüne bağırsak gibi şeyler çekiyor. Şairin şiiri, daha içini okumadan, uzaktan bakıldığı vakit, kocakarı ağzı gibi yıkık dökük... Üstünde oturduğumuz eşya, taş devri âletleriyle yontulmuş, işsizlik, ümitsizlik ve bedbinlik teneşirleri...
İnsanlık bunalıyor!!!
İşte bütün dâva; insanlık bunalıyor!!!
Belki de bunalmaktan kurtulmak için ayaklandırdığı kıyamete rağmen insanlık bunalıyor. Ve asıl bundan sonra bunalacak!...
Son yıllarda zamanın en ince çizgisine dokunan filozof ormanlarda dolaştı; ve (Bunalma felsefesi) başlığı altında korku ve sıkıntıyı bestelemeğe çalıştı. Şimdi de insanlığın beklediği yeni ve büyük (metafizik)ten bahsediyorlar!

Artık anlıyoruz; Allah dünyamızdan çekilmiştir!
Dünyanın ve her şeyin mutlak sahibi dünyadan çekilmedi; dünyanın kalbleri, kendilerini onun nurundan çekti. Allah dünyamızdan çekilmiştir.

Bize kim yol verecek? Kabuğunu emdiği şeyin ruhunu tüküren ham ve kaba softa mı? Adını bile anmayın!
Basit ve tabiatın üstünde, âlem içi âlem sezen yepyeni (fevkalâde) telâkkisi; sen neredesin? Kaz kümeslerine sığmayan üstün ruhun, istikbâle ve mâveraya iştiyakından ne haber?.. Kurbanlık koyunlar gibi boynu kesilmiş büyük saffet ve teslimiyet; bizi E f e n d i m i z e ancak sen kavuşturabilirsin!

Niçin yıllarca güneşe, ateşe, öküze ve ağaca taptık?.. Ne diye bu âdi maddelere ruhumuzun esrar gömleklerini giydirdik? Hep bu dört köşe şeklin dışındaki ruhu, hep bu yaşadığımız günün ilerisindeki ânı, hep bu gençliğin üstündeki durağı ifadelendirmek için...
Dünya ilk defa olarak Allahsızdır. Artık ne bir (harikulâde) telâkkisi, ne bir sonsuzluk duygusu, ne bir gizlilik idrâki, ne bir yarın iştiyakı!..
Hızını büyük imanlardan alan müsbet bilgilerimiz, lokomotifi bozulmuş vagonlar gibi ilk darbeyle yürüyor ve hep inişlerden faydalanıyor. Yokuş göründü! Vagonlardan çığlıklar geliyor: Nasıl tırmanacağız?..
Allah dünyamızdan çekildi. Bu çekiliş, bir insandan cesaretin çekilişi, bir çehreden sevginin uçuşu, bir bahçeden baharın gidişi gibi, kaba madde üzerinde takibi mümkün bir iş değil!...
Ve işte bunalıyoruz!!! Günün en ince çizgisi, bu... Rahatsızız; mahduda sığamıyor, hudutsuzu dolduramıyoruz.
Her sakatlık ve çarpıklık yalnız bu yüzden...
Bu hal, her vasfı ihmal edilen ruhun, göze görünmez bir plânda, kâinat kadar büyük şahsiyetini ihtar edişinden doğmakta...

Dünyanın ve her şeyin mutlak sahibini, has aynası olan gönüllerde, mutlak sahiplik tecellisine dâvet etmeyi bilecek miyiz, bilmeyecek miyiz? Bilmeyeceksek bilelim ki bir saniye ilerimizde, artık bir daha zerrelerimiz yanyana gelmemecesine müthiş, patlama ânı var!..
Allahım! Seni istiyoruz!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

KİM ALLAH ve RESUL DİYORSA,
BİZ ONDANIZ,ODA BİZDEN...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BAHÇELİEVLER BELEDİYE BAŞKANI MUZAFFER DOĞAN

"Üstad'ı En İyi Anlayan Mirzabeyoğlu'dur"

Büyük Doğu'nun Samimi Evladı Muzaffer Doğan'la Konuştuk

FURKAN:İlk söz olarak…

MUZAFFER DOĞAN: Üstad’ı Fatiha okuyarak analım…



ADEME MAHKUM ETME TAVRI SONUÇ VERMEDİ VERMEZ

F: Şuradan başlayalım. Son zamanlarda özellikle dillendirilmeye çalışılan bir şey var. Üstad ile Salih Mirzabeyoğlu arasındaki munasebet sonucu zuhur eden hadiseler var, kitaplarda yazılıp çiziliyor. Fakat birileri bundan hoşnut olmuyorlar , yokmuş gibi farzediyorlar, sizce bunun sebebi ne olabilir?

MUZAFFER DOĞAN : Üstad 1940’lı yıllardan başlayarak vefatına kadar mücadele verdi. Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’ni tanıdığı sene 1934. Üstad 1904 doğumlu olduğuna göre bir çok kitapta bir çok antolojide 1905 diye yazıyorlar ısrarla. Birilerinin ikaz etmelerine rağmen. Bizzat Üstad kendi hatıratında 1904’lü olduğunu ısrarla söylemesine rağmen, ısrarla 1905 doğumlu olduğunu söylüyorlar. Halbuki Üstad 1904 doğumludur, Efendi Hazretlerini tanıdığı sene 1934 olduğuna göre, 30 yıl. Bunu da bir noktalamasında şöyle dile getiriyor biliyorsunuz.

“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum.

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”

1934 de tanıyor Efenddi Hazretlerini ve hemen arkasından Örümcek Ağı’nın yayınlandığı yıllar. “Ben ve Ötesi”, “Kaldırımlar”. Daha sonra Tohum piyesi , Ağaç dergisi 17. Sayısında kapanıyor biliyorsunuz. Asıl Büyük Doğu mücadelesi 1944 de başlıyor. 40 yıl mücadele veriyor Üstad. Bu 40 yılda dönem dönem Büyük Doğu Fikir kulüpleri hatta bir ara Büyük Doğu Partisi kurulma arefesine gelinmiş. Ortalığın karışacağını bilen çevreler partiyi engellemişler. Üstad tabi dönem dönem, Büyük Doğu Fikir Mektebi, Edebiyat Mektebi olarak, bir çok insan yetiştirdi. 70’li yıllarda Salih Mirzabeyoğlu ile yakın temasta oldu Üstad. Raporlar çıkıyordu biliyorsunuz. Ben, Salih Mirzabeyoğlu’nu o Raporlarda tanıdım. O günlerde Raporlar, Gölge, Akıncı Güç çıkıyordu. Önce Gölge’de ve Akıncı Güç’de ismini tanıdığım Salih Mirzabeyoğlu ile, daha sonra yüz yüze Büyük Doğu da karşılaştık ve kısa bir süre selamlaştık, hal hatır sorduk. Fakat daha sonra kitapları peş peşe geldi. Üstadı 40 yıllık mücadele safhasında kanaatime göre en iyi anlayan, yorumlayan insan Salih Mirzabeyoğlu’dur. Bu münasebeti yok saymak ahmaklık olur. Zaten ortada olan bir şeyi inkar mümkün değil.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
F: Peki, sizin gibi bir çok insanın şahitliği olmasına rağmen. Her şeyden önce eserler de ortada. Bir şey söylemeye gerek kalmamasına rağmen, piyasada alttan alttan işlenmeye çalışılıyor. Hatta biraz daha ileri gidersek , Büyük Doğu yayınlarının başındaki insanlar bile, duyduğumuz kadarıyla, iftira etmiş olmayalım ama bunu dillendirmeye çalışıyorlar. Bunun sebebi ne olabilir?

MUZAFFER DOĞAN: Büyük Doğudaki insanlarla geçmişte benim çok temasım oldu. Üstadın oğulları Mehmet Kısakürek, rahmetli Ömer Kısakürek, ve Osmanla. Benim görüştüğüm sıralarda Salih Mirzabeyoğlu ile ilgili herhangi bir menfi sözlerine şahit olmadım. Daha sonrada zaten ben Belediye Başkanlığı yaptım Bahçelievlerde . O sıralar, şimdi burada söz konusu etmeyeceğim sebepten dolayı münasebetimiz limonileşti. O gün bu gündür Büyük Doğu yayınlarını uzaktan takip ediyorum. Kendileriyle temasım yok. Böyle bir ifadeleri var mı bilmiyorum ama Cağaloğlu piyasasında Salih Mirzabeyoğlu ile Üstad’ın ilişkisi olmadığı yönünde ahmakça ifadelere rastlıyorum, gülüp geçiyorum. Üzerinde durmaya değmez. İBDA külliyatı ortada. Bu kitaplara doğrudan bakıldığı takdirde, Salih Mirzabeyoğlu’nun mağruf tabir ile K’nın Üstad ile münasebeti ortadadır. İnkar edenler kendilerini inkar etmiş olurlar.

F. Bunu şunun için sorma gereği duydum. Tabi aslında eserler ortada olduğuna göre bu mevzuya girmek bile abesle iştigal ama, dergimize gelen maillerde bizden şöyle bir talepte bulunuluyor. İnsanlar bu münasebetin olduğuna dair bir şey anlatılmadığı için soru soruyorlarmış kendilerine, böyle bir şey yok nasıl bir bağlantı kuruyorsunuz diye.

MUZAFFER DOĞAN: Kime soruyorlarmış?

F: Bize mail gönderenlere. Bu tür mailler aldığımız için demek ki bir yerlerde bu iş fazlasıyla kurcalanıyor gibi geldi bize. Onun için bu soruyu sorma gereği duydum. Yoksa ne sizin, ne bizim için böyle bir soru’nun mahiyeti çok önemli değil.

MUZAFFER DOĞAN: Sağlığında Üstad ile Salih Mirzabeyoğlu ‘nun görüştüğüne biz şahidiz ve bir çok kişi şahit. 12 Eylül ihtilali öncesinde ilişkilerinin çok sıkı olduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Farzedelim ki Üstad’ın sağlığında hiç görüşmediler Üstad öldükten sonra!.. Üstad sıradan bir fikir adamı değil kİ; dünya çapında. Üç yüz, dört yüz yılda bir gelecek bir fikir adamı . Diyelim ki, sonradan Üstad’ın eserlerini okudu Salih Mirzabeyoğlu. Kendisi de dünya çapında bir fikir adamı. Diyelim ki böyle bir temas kurdu ve bu fikir örgüsünü bunun üzerine bina etti olamaz mı? Kaldı ki sağlığında beraberdiler.

Sağlığında İBDA Külliyatından çıkan eserlerin bir kısmını da Üstad gördü, takdir etti. Takdir ettiğine dair el yazısı var, biz el yazısını biliyoruz Üstadın. Birileri uydurmuş olamaz. Dolayısıyla, bilindiği gibi tarihteki büyük filozoflardan Eflatun ile Sokrat arasında bir münasebet var.

F: Üstad da onu misal veriyor; Biz Sokrat’a nisbetle Eflatun gibiyiz, diyor İBDA Mimarına.

MUZAFFER DOĞAN: Dolayısıyla günümüzde iyi veya kötü niyetle bu münasebeti yok sayanlara baktığımızda, yine kendimizde aramalıyız eksiği diyorum. Demek ki biz anlatamamışız bu münasebeti . Bize gayret düşüyor.

BAŞBAKAN ERDOĞAN İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’NÜ OKUDU MU?

F: Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında Yaşayan Necip Fazıl, İBDA’nın bünyesinde Yürüyen Büyük Doğu ; bu bir bedahet. Türkiyede fikir silsilesi içinde fevkalade bir kopukluk mu var ki bu münasebet anlaşılmıyor. Yoksa bazı artniyetlilerinde teşebbüsleri var mı?

MUZAFFER DOĞAN: Biliyorsunuz 1923 devrimlerinden sonra korkunç bir kuraklık baş gösterdi ve bu giderek derinlere işledi. Türkiye’de ciddi ve sağlıklı bir fikir ortamından bahsedilemez. Bir başıbozukluk var. Dolayısıyla bu başıbozukluk arasında bir hay huydur gidiyor. Zaten Türkiye’de ciddi anlamda okuma oranı düşük. İlk öğretiminden Üniversiteye 20 milyondan fazla öğrencisi var Türkiye’nin. Bu, Bulgaristan ve Yunanistan’ın genel nüfusundan daha fazla. 75 milyondan daha fazla nüfusu olan bir ülke. 1970’de Nevşehir lisesini bitirdim. Ben o yıllarda ciddi kitap okumaya başlamıştım. O günlerde aldığım kitaplara bakıyorum, dört bin beş bin kitap basılıyordu, o günün nüfusu 30 bin civarıydı. Şimdi iki katından fazla nüfusa sahip Türkiye ama, şimdi ciddi yayınevleri ciddi kitapları bin adet basıyor. Demek ki, Türkiye’de medya ve internet ağı yaygın. Ama ciddi okuma yok. Günübirlik , iki günde hazırlanan çerez kabilinden kitaplar çıkıyor. İşte onlardan da böyle bir ortam doğar. Tabi Üstadı okuyup anlamak her babayiğidin harcı değil. Ve bir o kadarda Salih Mirzabeyoğlu’nun külliyatını . Üstadı seven belki milyonlarca insan var. Bir çok şehirde Necip Fazıl kültür evleri var ama, onu hakikatiyle anlayan kaç kişi var. Acizane ifade etmiş olayım; ilk defa üstadımız adına kültür evi açmak bana nasip oldu. Sonra Türkiye’nin bir çok ilçesinde…

F: Öncü siz oldunuz yani!

MUZAFFER DOĞAN: Bir çok kültür evi biliyorum, Üstadın adını taşıyan cadde, sokak, mahalle o kadar çok. Hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ‘ün eski Büyük Doğucu olduğu söyleniyor. Öylemidir değil midir ayrı vakıa, şimdi o konuya girmeyeceğim. Sayın Başbakan Erdoğan’ın da Büyük Doğucu olduğu söyleniyor. Hatta Üstadın şiirlerini ezbere okuduğunu ve kendi sesinden kaset doldurduğunu biliyoruz. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın ve bir çok bakanın, işte Anayasa Başkanı’nın Büyük Doğucu olduğu söyleniyor. Bu kadar Büyük Doğucu var da İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü kaç kişi okudu. Benim, Tayyip Erdoğan’ın ciddi anlamda İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü okuduğundan şüphem var açıkçası. Bu röportajın çıkacağı Furkan dergisi kendilerinin eline ulaşır mı bilmiyorum. Özellikle sizden istirham ediyorum. Sayın Başbakan’ın İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü okumuşsa bile anladığından şüpheliyim. Furkan dergisini kendisine postalayın, kendisi bizi tanır, bizde onu tanır severiz. Eğer fırsatı olur da bu röportajı okursa ne der ne düşünür bilmiyorum ama, ben harbi olarak söylüyorum, bu olgun ve dolgun yaşında bu kitabı okuyup anlayacağını umarak kendisinden tekrar okumasını istirham ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanının okuduğunu biliyorum çünkü, Büyük Doğu Fikir Kulübü vardı Kayseride ve İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü ilk derli toplu hale sokan Kayseri Fikir Kulübüdür. Zannediyorum 69 yılında. Ama diyorum ki İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü , Üstad’ı sevenlerin içinde kaç kişi anlayarak okumuştur. Sakarya Türküsünü ezberlemek tamam; yedi-sekiz yaşında çocuklar çıkıyor televizyona okuyor papağan gibi; ezberletilmiş, belli ki babaları Büyük Doğucu. Fakat Sakarya’yı anlayabilselerdi İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü anlamış olurlardı. Bizde, eski Büyük Doğucuların çoğu bugün, burayı tırnak içinde yamanızı istiyorum, aşkla şevkle Türkiye’yi Avrupa Birliğine sokmak için gecelerini gündüzlerine katıyorlar. Bu nasıl bir Büyük Doğuculuk, nasıl gerçek Müslümanlıktır. Dolayısıyla Türkiye’de fikir ortamımız bu. İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nün açılımını sağlayan -burayı özellikle böyle yazmanızı istiyorum- MÜEBBET MAHKUMUMUZ K. Salih Mirzabeyoğlu’nun, Üstad’ın eserlerinin açılımı sayabileceğimiz kitaplarını okumamız, okutmamız elzemdir günümüzde. Aydınlar, münevverler bu kitaplara eğilmelidirler. Türkiye’de kominizmi , marksizmi bir kurtuluş yolu zannediyorlardı. 90’lı yıllarla beraber kominizm bitti. Türkiye’deki eski tüfek koministler ve sosyalistler bile kominizmden sosyalizmden bahsetmiyor. Dünyayı felakete sürükleyen Amerikan kapitalizmi de bitiyor. Demokrasi ise insanlara hiçbir Doğu İBDA ile ortaya konulmuştur. Birileri hasetliğinden fesatlığından , zihni tembellikten, bir takım insanlarda Üstad ve Üstad’ın yoluna, Salih Mirzabeyoğlu ve Salih Mirzabeyoğlu’nun yoluna düşmanlıklarından bu kitaplara sırt çeviriyorlar.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NET KONUŞMAK LAZIM ÜRKÜTÜCÜ GELİYOR

F: Bir kısmına değindiniz ama, yine de soracağım, daha da açılsın diye. Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül; bunlar eski Büyük Doğucular, belki hala da kendilerini öyle addediyorlar; bilemiyoruz.

MUZAFFER DOĞAN: Hala Üstad’a olan muhabbetlerini biliyoruz biz kendilerinin.

F: Bir çok kimse gibi Üstad’ı görmüş insanlardan biri de sizsiniz. Ve bir çok şeye şahit oldunuz. Aynı noktadan çıkış yapılmış olmasına rağmen sizin bazı insanlar gibi Salih Mirzabeyoğlu’na bırakın kıskançlık tavrı içinde bakmayı, tam tersi ne kadar hoşnutlukla baktığınızı görüyoruz…

MUZAFFER DOĞAN: Benim nazarımda, net bir şekilde söylüyorum; Salih Mirzabeyoğlu bir kahramandır. Hakikaten böyle çileli bir insanı yok saymak da, böyle büyük bir manaya ihanettir.

F: Tam bu noktada şunu sormak istiyorum. Salih Mirzabeyoğlu’na, menfi tavırlar içinde bakanların asıl duyguları sizce nedir. Mesela Başbakan ve Cumhurbaşkanının Büyük Doğucu olmalarına rağmen, Üstad’ın Salih Mirzabeyoğlu’nu nasıl takdir makamına yükselttiğini bilmiş olmalarına rağmen hiç dönüp bakmamaları, yokmuş gibi davranmalarının sebebi nedir sizce?

MUZAFFER DOĞAN: Genel olarak söylüyorum. Resmi makam işgal edenlerin bu tavırları arkasında şunun yattığını düşünüyorum; Üstad’ın ve ona bağlı olarak Salih Mirzabeyoğlu’nun adının korkutucu gelmesi… Net konuşmak lazım ürkütücü geliyor. Ben Salih Mirzabeyoğlu gibi soylu bir kafaya çileli bir mütefekkire , haksız yere müebbet hapse mahkum edilen birine onların bigane kalacağını düşünmek istemiyorum; kalmamalılar. Fakat işler farklı yürüyor, mesela birkaç sene önce Taksim Kültür Evi’nde Üstad’ın 100. Anma günü yapıldı. Sayın Cumhurbaşkanı o zaman Dışişleri Bakanı idi. Başbakan geldi, o zaman Kültür Bakanı Erkan Mumcu vardı. Kültür Bakanlığı da çok ciddi güzel bir kitap çıkarmıştı, bu kitabın tanıtımı oldu. Başbakan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Erkan Mumcu Kültür Bakanı olarak konuşma yaptı ve Üstad’ı anma gününde ister istemez Nazım Hikmet’ten de bahsedildi.

F: Bunun sebebi nedir?

M: Sanki Nazım Hikmet’ten bahsedilince Üstad arada meşrulaşacakmış gibi; böyle bir çekingenlik. Üstad sistemle 40 yıl kavga etmiş bir adam. Üstad tek kelime ile pazarlıksız Müslüman. Eserlerinde anlatıyor; kendisine ya Büyük Doğuyu terk et ya da Üniversitede hocalığı, diye bir ihtarname geliyor Milli Eğitim Bakanlığı imzası ile. Üstad’da ne diyor biliyorsunuz. Elli kişilik üniversite anfi’sindense vatan çapında hocalığa dönüyorum, diyor. Dünya çapında destanlık bir mücadele bu. Ben Bahçelievler Belediye Başkanı olduğum 92-94 yılları arasında Bahçelievlerde bir kültür merkezine Üstadımızın adını koyduğumuzda Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan aynen şunları dedi. Bu adam eski MHP’li bu adamın üstüne neden bu kadar düşüyorsun. Sonra kendisi Büyük Şehir Belediye Başkanı oldu. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi, Üstad ile ilgili bir gün düzenledi. Bende davet edildim. Tayyip Bey ile yan yana oturduk. Aynen kendisine şöyle dedim; Tayyip Bey, Üstad MHP’li idi siz Büyük Şehir Başkanı olarak burada gün düzenliyorsunuz, bu çelişkiyi anlayamadım. Aynen şöyle dedi; ya oraları karıştırma. Bu röportajı okursa hatırlayacaktır. İki üç dönem Bağcılar Belediye Başkanlığı yapan Feyzullah Kıyıklık da aynısını dedi. Ya Necip Fazıl da ne buluyorsun, üstüne niye bu kadar düşüyorsun, dedi bana. Anlaşılıyor ki bunlar Üstadı okumamış. Ben onlara dedim ki, Üstad geçmişte Milli Selamet Partili olmadı hiç. MHP’nin mitinglerine çıktı ama hiç MHP’li olmadı. Üstad zaten, ‘Geldi gerçek parti, partiyi batırdı dibe’, diyor. Üstad gibi bir insan partilerin dar sınırlarına sığacak bir insan mıdır , dedim. Tabii iyi niyetli olanların bir kısmı da Üstad’ın isminden korkuyorlar. Üstad’ı seviyorum demek yürek ister. Üstad’ı seviyorum dediğiniz andan itibaren bir çok kapı size kapanıyor. Millet Vekilliği kapısı kapanabilir, Belediye Başkanlığı kapısı kapanabilir. Üstad antidemokrat, antikemalist bir adam. Kemalizmle Türkiye’de ilk ciddi ve tutarlı hesaplaşmanın Üstad’dan başka ekolünü bilmiyorum. Said-i Nursi’den belki bahsedilebilir ama o avami planda ve çok farklı onun mücadelesi. Entelektüel çapta ve sistem teklif ederek; İslam’ı İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ ile bir hayat tarzı olarak sunarak… Doğu değil Büyük Doğu diyerek Batı’nın karşısına dikiliyor. İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ dünyada belki de sistem teklif eden tek kitap. Birilerine çok abartılı gelebilir bu, okuyunca görürler. Okusunlar bizi çağırsınlar biz kendileriyle tartışalım konuşalım. Bir grup Üstad’ın isminin duyulmasıyla kapıların kapanacağından korkuyor. Bir kısım da haset edenler. Üstad’ın büyüklüğünü hayli bilen var ama değişik yerlerden gıdalanmışlardır, bu gayet tabiidir. Bağlı oldukları yerler olabilir, bir tarikat büyüğü ki, tarikat büyüğünün böyle bir şeyi olmaz çünkü tarzı o değil. Ben çok haset eden bilirim, burada isimlerine girsem şaşarsınız, gerek yok. Okuyucunun idrakine bırakıyorum bu kıyaslamaları. Bir de düşmanları var. Ben marksizmin düşmanıyım kemalizmin düşmanıyım ama NUTUK’u on kere okudum. Mustafa Kemal’in ve kemalizmin düşmanıyım, bunu aynen böyle yazabilirsiniz. Ama bir kemalistten daha iyi biliyorum kemalizmi. NUTUK’u hem Osmanlıcasından hem Latinize edilmiş şeklinden okudum. Bir çok bölümlerinin de çıkarıldığını gördüm. Şimdi bunu niye söylüyorum, biz kemalizmi sevmediğimiz ve onu bir dünya görüşü olarak görmediğimiz halde, bunu tırnak içinde söylüyorum, adeta onların Kur’an’ı olan bu kitabı bir çok kemalist okumamıştır. Ben okudum. Kemalistler İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nü okumamışlardır. Üstad mealen; bir fikre ve fikrin öncüsüne düşman olabilirsiniz ama ben Marks’ı okudum, Engels’i okudum, Lenin’i okudum, Batı’da bir çok felsefecinin mübdilerini okudum. Ben Batıya karşı çıkıyorsam onların önde gelen fikir adamlarını bilmem lazım, diyor. Fikir haysiyeti bunu gerektiriyor. Ben de diyorum ki İslam görüşüne , Üstad’a ve onun en iyi yorumcusu Salih Mirzabeyoğlu’na karşı çıkanlar, Üstad’ın ve Salih Mirzabeyoğlu’nun kitaplarını iyi okumalılar; muhalefet edebilmeleri için.

TESTİNİN İÇİNDE NE VAR?

F: Tam yeri geldi yine sorayım. Şu an ki hükümetin bakanlarından birisi Furkan dergisi Genel Yayın Yönetmeni Saadettin Ustaosmanoğlu’na selam gönderiyor, bir ihtiyaçları var mı, diye soruyor.

MUZAFFER DOĞAN: Sağolsun.

F: Biz de dedik ki kendilerine; bizim hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Fakat şu anda cezaevinde kendisine Zihin Kontrolü tatbik edilen Büyük Doğu İBDA’nın mimarı Salih Mirzabeyoğlu var. Eğer bir iyilik yapmak istiyorlarsa ellerinden geleni yapsınlar. Hiçbir sonuç doğmadı tabi. Sormak istediğim şu; ellerinde mevcut olan bir takım imkanları sağcısı, solcusu , milliyetçisi her zaman kullanır. İktidarın böyle bir nimeti var. Bunlar Üstad’ı açıktan methedemezler makam mevki itibarıyla . Salih Mirzabeyoğlu’nu hiç edemezler, o ayrı bir cesaret işi, fakat ellerinde imkan var ve hukuki olarak müdahale etme görevleri de var. Çünkü bir iddia var. Kendisine zihin kontrolü yapıldığına dair.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MUZAFFER DOĞAN: Zulüm tatbik ediyorlar.

F: En azından; yahu nedir burada söylenenler diye hukuken de müdahale edebilirler. Fakat hiçbir şey yapmıyorlar. Bu kavle göre bu insanlar samimi mi değiller veya kalben düşmanlıkları uç noktaya gitmiş de dışarıya mı hissettirmiyorlar. Niye böyle yapıyorlar biz anlayamıyoruz tabii ki. Bunu siz neye yoruyorsunuz?

MUZAFFER DOĞAN: Görüşüp konuşma imkanımız yok. Samimi olup olmadıklarını sadece Allah bilir. Bir testinin içinde ne varsa dışına o sızar, diye bilinen bir gerçek var. Temin ifade ettiğimiz gibi, Salih Mirzabeyoğlu’na bir zulüm tatbik ediliyor. Bundan ıstırap duyan yüz binler var. Salih Mirzabeyoğlu sıradan bir insan değil, yüz binlerce bağlısı var. Şimdilik ellerinden bir şey gelmiyor. Uzaktan gönülden dua ediliyor. Sona erdirilmesi gereken bir ıstırap var. Bu da dediğimiz gibi hükümete düşer. Adalet Bakanlığına düşer. Salih Mirzabeyoğlu hangi büyük cürmü işlemiş, bunu kamuoyu bilmeli. Eğer gerçekten suç işlemişse Salih Mirzabeyoğlu, bu bilinmeli. Bundan dolayı bu cezayı hak etti denmeli. Bi gayri hakkın içeride tutuluyor. 28 Şubat sürecindeki mahkemelerin durumu belli. Derhal bu zulme son verilmesi lazım. Türkiye’yi Avrupa Birliğine aşkla şevkle sokmak için çabalayan insanlar, hiç olmazsa Avrupa ülkelerindeki düşünce özgürlüğüne bir nazar etmeliler. Bir fikir adamı orada müebbet hapse mahkum edilmiş midir?

F: Mümkün değil.

MUZAFFER DOĞAN: Dolayısıyla bunun üzerinde durmalı hükümet. Bu insan Müslüman bir insan, İslami hayat tarzı teklif ediyor. Tehdit değil, teklif ediyor. Salih Mirzabeyoğlu’nu hapiste tuttuklarında Türkiye’nin hangi problemi çözülüyor. Salih Mirzabeyoğlu’nu salıverseler Türkiye ne zarar görecek. Bence Türkiye’nin düşünce dünyasına katkıda bulunmuş olacaklar. Mesela Sarp Kuray sol hükümet olsaydı müebbet hapisle cezalandırılmazdı gibi geliyor bana. Veya daha önce cezalandırılmış olsaydı ve sol bir hükümet gelseydi Sarp Kuray’ı bir yolunu bulup çıkarırlardı. Benim aklıma Nazım Hikmet geliyor. Nazım Hikmet 1950 Demokrat Parti iktidarından önce Cumhuriyet Halk Partisi tek parti döneminde bir çok kere cezalandırılmış. Uzun yıllar mahkum edilmiş. Demokrat Partide de o dönemden kalan cezalarını yatarken o günün yazar çizer takımı Mehmet Emin Yalman’ında öncülüğüyle Nazım Hikmet’e özgürlük diye bir kampanya başlattılar. Biz çocuktuk tabi ki, sonraki araştırmalarımız bunu gösteriyor. Daha sonra Cumhurbaşkanı olacakken dövülüp İsviçre’ye kovulan Ali Fuat Başgil hoca bile Nazım Hikmet’in hapisten çıkarılması için imza verebiliyor. Aradan 50 yıl geçmiş, Türkiye daha özgür olması gerekirken, fikrinden dolayı insanlar müebbet mahkum edilebiliyor. Türkiye’deki fikir namusuna sahip olanların da artık meydanlara çıkması lazım. Bu ülkede en çok zulmü Müslümanlar görüyor. Çıkıp haysiyetli bir şekilde bunun davasını gütmeliyiz. Salih Mirzabeyoğlu’na özgürlük bayrağını açmalıyız, diyorum ben. Efendice, haysiyetlice, müdellel bir şekilde. Sadece Müslümanların bu işi yapması gerekmiyor. Fikir haysiyeti taşıyan, hatta İslam’a inanmayan kimselerin de bu kampanyaya katılması sağlanabilmeli.

F: Biz Furkan dergisi olarak Cumhurbaşkanına bir mektup yolladık. Dergimizde de yayınladık. Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan işkencenin muhtevasına dair meseleyi anlattık. Oradan da hiç ses çıkmadı. Şimdi, bir Büyük Doğucu, yürüyen Büyük Doğu olarak kaim kaldığı için, fikir adamı haysiyetiyle dik durduğu için cezaevine atılıyor. Dönem arkadaşı Cumhurbaşkanı oluyor. Burada ellerinden bir şey gelir mi gelmez mi diye sormayacağım çünkü devletin başındalar. Buna rağmen en ufak değişiklik yok hadisenin muhtevasında.

MUZAFFER DOĞAN: Korkuyu üzerimizden atmalıyız. Bana göre bir korkudur bu. Tabulara dokunmalıyız. Kimse yirmi birinci yüz yılda tabuları sevmeye zorlanamaz. Dümdüz söyleyeyim; Mustafa Kemal’i sevmediği ve kemalizmi sevmediği için suçlandırılamaz. Artık Türkiye Büyük Doğucu bir insanın Cumhurbaşkanı olduğu bir dönem yaşıyor. Son beş yüz yılın yetiştirdiği büyük fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek’in ruhunu muazzeb etmek istemiyorlarsa, onun takipçisi Salih Mirzabeyoğlu’nun kangrenleşmiş bu meselesine el atmaları gerekir. Kimseden korkmasınlar arkalarında koca bir Türkiye var. Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık makamları kalıcı değil, onlar bunu en az bizim kadar iyi bilirler. Sayın Abdullah Gül’ü ve Sayın Erdoğan’ı yakından bilen biriyim. Ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahini, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçeği… M. Ali Şahin’in Gölge Dergisi, Akıncı Güç dergisi okuduğunu biliyoruz. Kimliklerini neden saklıyorlar. Ben Belediye Başkanı olduğum sırada, o zaman bu kadar güçlü de değildik. İktidarda başka dünya görüşlerinin mensupları da vardı. Kimseyle durup dururken kavga etme niyetiyle değil , gayet dostça inandığımızı efendice söylüyorduk. Kimse de bize bir şey yapmadı. Ben Cumhurbaşkanı olsaydım ilk işlerimden biri olarak görürdüm bunu. Bu ülkede Sayın Abdullah Gül’den önce yedi seneyi geçmiş bir şekilde Cumhurbaşkanlığı yaptı Sayın A. Necdet Sezer. Dağda Türk askerine kurşun sıkan adamları, bir çok insanları katletmiş kişileri patır patır affetti değil mi. Kim ne dedi A. Necdet Sezer’e?

AHMET NECDET SEZER KADAR CESUR OLMAK

F: Yapılabiliyor demek ki. Peki şöyle bir şey olabilir mi. Başbakan iktidar olduk ama muktedir olamadık, dedi. Bu sebepten yapamıyor olabilirler mi?

MUZAFFER DOĞAN: Kur’anda iktidardan da bahsedilir muktedirlikten de. Allah-u Teala insanlara hem iktidar veriyor hem muktedir kılıyor. Öyle bir makama getirmişse Allah onları, o makam onları zaten muktedir olmaya mecbur ediyor.

F: Peki bu sözü niye söylemiş olabilir?

MUZAFFER DOĞAN: Tevfik Fikret’in Kelime-i Tevhid ile başlayan şiirler yazarken Mehmet Akif ile kavgalarını hatırlarsınız. Fikrim Tebdil-i Tebaiyyet ediyor, dedi. Ve ciddi bir değişim geçirdi. Bu insanlara bu gözle mi bakmak lazım. Bu gözle bakmak insafsızca olur diyorum. Başbakan’ın da, Cumhurbaşkanı’nın da hanımlarının başları kapalı. Halbuki başörtülü insanlar üniversitelere giremiyor ama bu iki insan orada oturuyor, bu tezadı nasıl izah edecekler. Hanımlarının başını örtmesi şahsi meseleleridir saygı duyuyoruz, ama koca bir camianın kangrenleşmiş meselesine de bir neşter atmalılar. Cesaret gerekiyor. İktidar sahiplerinin muktedir olmasını bekliyoruz.

F: A. Necdet Sezer kadar cesur olsunlar diyorsunuz.

MUZAFFER DOĞAN: Ondan daha cesur olmaları gerekiyor. Üç yüze yakın mahkumu yetkisini kullanarak bıraktı. Hatta biz Sarp Kuray’ı da çıkartmalarını istiyoruz. Ona da zulmediliyor. Hatta Cemalettin Kaplan’ın oğlu Metin Kaplan’a da aynı şekilde muamele ediliyor.

F: O zaman şöyle noktalayalım. Cumhurbaşkanı , Başbakan ve Bakanlar bu meseleyi bir kez daha düşünmeliler.

MUZAFFER DOĞAN: Temin iktidar ve muktedir olmaktan bahsettiniz ya. Bunlar eğer bunu başaramazlarsa, ‘mahkeme kadıya mülk değil’ diye meşhur bir söz var biliyorsunuz. Bir nesil geliyor, zaman akıp gidiyor. İktidar kimseye baki değil. Üstad;

“Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes,

Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es”

diyordu, ta 1940’lı yılların başında. Şimdi bir çok gedik açıldı. O gediklerden birileri girdi Cumhurbaşkanı oldu Başbakan oldu, Bakan oldu. Ülkenin yönetimini ele geçirdiler. O koltuklarda oturmak marifet değil. Üstad Türkiye’yi yüzlerce kere taradı Beklenen ve Özlenen Nesil diye konferanslar verdi, geceli gündüzlü. İki üç saat uyuduğunu Sayın Abdullah Gül iyi bilir. Çok yakınındaydı, çayını taşıdığını biz biliyoruz. Cumhurbaşkanı olacağı sıralarda Üstad’ın çaycısı diye karikatür çizildi. Aleyhte bazı yazarlar bunu dile getirdiler. Üstad gibi bir insanın tırnak içinde, çaycısı olmak bir şereftir. Ben de keşke öyle bir şerefe nail olabilseydim. Abdullah Gül kadar değil ama, Üstad’ın yanında ben de bulundum, ona hürmet ve hizmet etmeye çalıştım. Ama şunu biliyorum; Üstad’ı hiç görmemişte olabiliriz. Görmek ayrı bir nimettir ama, görememekte neticede takdir. Şunu biliyoruz ki; Üstad özlenen neslin bir takım vasıflarından bahsederdi. Mesela Büyük Zuhur diye bir yazı, Salih Mirzabeyoğlu’nun çıkardığı Akıncı Güç dergisinde iktibas edildi. Bu yazı şöyle bitiyor. Vasıflarını saydığı gençler için diyor ki; GELİYORLAR… Evet o nesil geliyor. Eğer Abdullah Gül’den beklediğimizi göremezsek. Üst derecedeki Bakanlardan beklediğini göremezse bu millet… Yarın bu milletin içinden herhalde CHP değil şimdiki iktidardan daha muktedir iktidar sahibi kişiler gelir. Geleceğini umut ediyoruz. Onların vasıflarını şöyle çiziyordu Üstad; gözleri kara, alınları fikir çizgili, kalpleri ceylan, iradeleri çelik, imanları volkan, irfanları tarla, idrakleri bıçak, edaları şiir, diyalektikleri ipekten örgü; geliyorlar… Geleceğiz geliyoruz. Biz geliriz bizden sonrakiler gelir. Resulüllah çıktı, Mekkeli müşrikler olmadık zulümlere başvurdular, o büyük akımı durduramadılar. Hazret-i Ömer Efendimiz geldi, Hazret-i Ebu Bekir’den sonra. Hazret-i Ali efendimiz, Hazret-i Osman efendimiz, Ebu Zerr Gıfari Hazretleri; o sahabi ordusu geldi. Sonra İslam dalga dalga tüm dünyayı sardı. Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı vs. Yeni bir büyük zuhur gelecek; inanıyoruz. İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nün bir yerinde tamda bu konu ile alakalı bir kısım size nakletmek istiyorum. Ümitsizliğimiz diye bir yazı… İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ’nün sonlarına doğru iki yazı var peş peşe. Biri Ümidimiz sonrada Ümitsizliğimiz. Bildiğiniz gibi Müslüman tavrı beyn-el havf ve reca, korku ile ümit arasında olmak. İşte Üstad bu iki yazıda buna temas ediyor ve bir yerinde diyor ki; Müslüman ruhunun son haddiyle ümitsiz ve ümitliyiz. Her şeye rağmen tepesinde yapayalnız kaldığımız dağdan memlekete baktıkça ümitsiz, başımızı dipsiz maviliklere çevirip ilahi hikmetlere göz attıkça da ümitli. Ümidimizi de böylece bildiriyoruz, diyor Üstad. Demek ki memleket manzarasına bakıldığında bir zamanlar Büyük Doğu’dan gıdalandıklarını bildiğimiz insanların ataletine baktıkça biraz ümitsizliğe kapılıyor olsak da ümitliyiz. Kelimenin tam manasıyla ümitliyiz. Rabbimize sığınıyoruz ve Rabbim o güzel günleri bize gösterecek. Şimdi.. ümidimiz ve ümitsizliğimiz deyince, Üstad’ın Çerçeveler’de bir Yol yazısı vardır… Çok eskiden, 1940’larda yazılmış bir yazı. Onun bir yerinde Üstad diyor ki; “Yirminci asrın yol ortasında insanoğlu… (Biz yirmi birinci yüz yıldayız dikkat ederseniz)batılla batıl arasında kaç nokta varsa hepsine birden bilet kesen, hepsine birden tren kaldıran cehennemi bir yol şebekesinin merkez istasyonundadır. Belki de yalnız Hakk’a giden hattır ki, işlememekte, üzerinde yorgun öküz arabaları dinlenmekte” Şimdi yirmi birinci yüzyılın 2009 yılının Nisan ayının yirminci günündeyiz. Şimdi de dünyayı böyle farz edebiliriz. Yani, batılla batıl arası kaç nokta varsa hepsine birden bilet kesen, hepsine birden tren kaldıran , cehennemi bir yol şebekesinin merkez istasyonundayız. Belki de yalnız Hakk’a giden hattır ki, işlememekte, üzerinde yorgun öküz arabaları dinlenmekte. Bu öküz arabaları ne zaman hattan kalkacak da bu yorgunluğu bu ataleti üzerimizden atacağız. Ne zaman küheylan olacağız. Ne zaman o büyük zuhur yazısındaki gibi; imanları volkan, irfanları tarla diye ifade ettiği noktaya geleceğiz. İşte o zaman bu düğüm çözülecek!

F: Birilerine duyurulur diyorsunuz.

MUZAFFER DOĞAN. Birilerine ithaf olunur.

F: Teşekkür ederiz.

Furkan Dergisi
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Üstad Necip Fazıl Rahmetullahi Aleyh buyuruyor:
Namaz kılanlar, kendileri de işin içinde, namazın sathında kalanlara acısın.
Kılmayanlar da, o satha bile tutunamadan derinliklere girmek palavrasından haya etsin!..
O ve Ben sf/168

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
21. asrın başında, bugün, İslâm sanki hiç yaşanmamış gibi tekrar “esfel-i sâfilîn”e düşmüşüz...
Bu hâl bir “beklenmedik” değil; tevâtüren haber verilmiş korkunç bir düşüş bu yaşadığımız...
Bu hâli müteâkip, İslâm’ın yeniden izzet bulacağı da mütevâtir bir haber...
Peki, kimlere nasib olur bu kez bu emsâlsiz şeref; nasıl bir karakter sahibi olanlar takdir olunur (seçilir)?
Zâhid, sofu, halim, selim, mülâyim; ama “ağzına vur lokmasına al” nanemollalar mı?
Şair, romantik, bilgili, kibar, beyefendi; ama keyf ehli konformistler mi?
Mert, cesur, sert, kavgacı; ama mafyacı, çeteci kaba ve gabî tipler mi?
Hacı, hoca, cemaat lideri, kanaat önderi, entel; ama dantel ve ürkekler mi?
Çalışkan, fedâkâr, terbiyeli, mûnis; ama saf, naif, aldatılmış diyalogcu ve hoşgörücüler mi?
Nânemollalar da, konformistler de, ürkekler de, gabî tipler de, boşgörücüler de değil elbette!
Ama...
Hilkatten aldığı zâhidlik, şâirlik, fedâkârlık, bilgelik, mertlik ve cesaret kıvılcımlarından hiç olmazsa birini tutabilmiş olan her bir nasipli, o bir kıvılcımla tutuşabilir...
Bir kıvılcımla tutuşma bahtiyarlığına erenlerin, sonra tutuşabilir sönmeye yüz tutmuş diğer güzellikleri de; madenleri dönebilir elmasa...
ANLADIM SANAT ALLAHI ARAMAKMIŞ.
MARİFET BU GERİSİ ÇELİK-ÇOMAKMIŞ.NFK.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
(Büyük Doğu-İBDA, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezheb, ne de yeni bir içtihad kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifâdelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. Asrın eşiğinde eşya ve hâdiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı.)
NECİP FAZIL Kısakürek...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Necip Fazıl'a,
"Allah, deveyi iğnenin deliğinden geçirebilir mi?" diye sormuşlar.
"Evet geçirir" demiş.
Bunun üzerine "deveyi mi küçültür, yoksa iğneyi mi büyültür?" demişler. Necip Fazıl, ilahi kudretin sonsuzluğunu ifade babında, şu cevabı vermiş:

- Ne deveyi küçültür, ne iğneyi büyültür. Gökteki yıldızları senin gözbebeğine sığdırdığı gibi, vızır vızır geçirir.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
22 Ağustos 2009 Cumartesi




HANGİ BAKAN “NECİP FAZIL-BÜYÜK DOĞU-İBDA’CILARDAN UZAK DURUN” DEDİ


Baran dergisi yazarı Kazım Gökbayrak, derginin bu haftaki sayısında AKP’li bir bakanın eilginç bir açıklamasını gündeme getirdi. Gökbayrak, isim vermediği bakan hakkında oldukça ağır ifadeler kullandı.
Kazım Gökbayrak’ın yazısına göre AKP'li avukat bir bakan, İBDA'cılarla arkadaşlığı olan bir avukata haber yolluyor ve avukat arkadaşına "kendisi iyi avukat İBDA’cılardan uzak dursun!” mesajını gönderiyor.

Anlaşılan o ki, AKP’li bakanın arkadaşına gönderdiği bu mesaj Gökbayrak’ı çok kızdırmış. Bu masaj için , “tiksinti ile karşılanan ahlaksız bir teklif…” ifadesini kullanan yazar, kendisi de avukat olan AKP’li bakan için hakarete varan ifadeler kullanıyor. Kazım Gökbayrak’ın ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, olaya konu olan bakan bir avukat. İşte AKP’li bakanlardan avukatlık yapanların listesi;







Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek,İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest avukat olarak çalıştı.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest avukatlık yaptı.

Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat olarak çalıştı.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde kurum avukatlığı ve serbest avukatlık yaptı.

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest avukat olarak çalıştı.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Serbest avukatlık yaptı.

Odatv.com


 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Sultan ' üş - Şuâra! .. Necip Fazıl KISAKÜREK
***Sultan ' üş - Şuâra! ..***
----------------------------------------
Bin Dokuz Yüz Seksen Üç...Mayısın Yirmi Beşi,
Yetim kaldı 'Zindanda Mehmed’in din kardeşi,
Yesevî halkasının seksenlik son güneşi;
.....Peşinde milyonlarca tam inanmış dört adam;
.....Kaybetti Anadolu'm, saf çocuğu “Sakarya”m! ..

Zifîri karanlıkta ağaran şafak “Çile”!
Bu ışıkla gelmiştir “Fikir Örgüsü”dile,
Sanatkârlık cücelik, kalp denilen kandile;
....'Çöle İnen Nûr'gibi,“İman-İslam Atlası”;
.....Şirke davet edene hazır keskin baltası! ..

“Necip” Türk milletine “Fâzıl” ın sözü kıssa!
Hisseni al genç adam; yol uzun,ömür “Kısa”
-“Kürek” çek o ummana tufanı etme tasa;
.....Can vermeden ölmekse; takva,ihlas ve hikmet!
.....“Sultan’üş – Şuâra”dan “Büyük Doğu” emanet! ..
Ahmet Turanoğlu
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
\" VE DAĞ DAĞ ELVEDA \"

Üstadı öteye yolculadık. Haberi duyduğumdan beri, içimde duygular, düşünceler, anılar düğüm düğüm. Onları çözmek ve yazıya dökmek bu gün için ne mümkün! Bizim nesilden, kimimiz dünyaya henüz gözünü açtığı, kimimizin ise daha dünyaya bile gelmediği günlerde, küfrün, ortalığı taun gibi istila ettiği, toplumda İslam davasını dile getirenlerin parmakla sayılabilecek kadar az olduğu bir dönemde, taa 1940larda kaleme aldığı "VASİYET" adlı beyitiyle o şöyle demişti:

"Son günüm olmasın dostum, çelengim, top arabam,
Alıp götürsün beni tam dört inanmış adam."

Dört inanmış adam değil, duyunca ülkesinin dört bir tarafından koşmuş; her birinin İslam adına bilinçlenmelerinde babalarından çok Üstadlarının hakkı olan, onbinlerce inanmış adam götürdü O'nu ölümsüzlüğün kapısına! Şimdi Üstad Necip Fazıl;

"İnsandan murad onlar, ölümü öldürenler!

Ötenin ötesinde sonsuz hayat sürenler!"


diye şiirleştirdiği İslam kahramanlarının arasındadır.

Mü'min için zindandan başka bir şey midir dünya? O, eğer sağlığı elverseydi, Allah yolunda cihada adadığı ömrünü zindan içinde zindanda tamamlamış olacaktı. 20 yıl önce yazdığı bir kitapta dile getirdiği fikirleri için "hüküm" giymişti. "Dünyadan tek nokta seçecek" kadar gözlerinde fer, ayakta duracak kadar dizlerinde derman kalmış olsaydı, "kanun" onu zindana koyacaktı. Şimdi ise "hüküm" sadece Allah'ındır!

"Gideriz, nur yolu izde gideriz.

Taş bağırda, sular dizde gideriz.

Bir gün aksam olur biz de gideriz

Kalır dudaklarda şarkımız bizim."

Şimdi O'nun şarkısını, yetişmeleri için uğruna ömrünü vakfettiği BÜYÜK DOĞU NESLİ terennüm edecek; ta ki Allah'ın hükmü galip olsun!

"Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış; ebed bizimdir!"

O, küçük cihadın fırtınalı anaforundan sıyrılıp; büyük cihadın sessiz sularına açıldığı anlarda "Merhamet! suçumdan aşkın merhamet!" diye inlerdi.

Şimdi yetiştirdiği Büyük Doğu Nesli O'nu:

-Rahmet! Yüce Allah'ımız Üstadımıza Rahmet! diye uğurluyor.


(Yeni Devir, 27 Mayıs 1983)

Erdem Beyazıt..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt