Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaşayan Necip Fazıl, Yürüyen Büyük Doğu ! (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NECİP FAZIL KİM?
“Beş asırlık tarih dilimimizle berebar çağımızın nabzını yakalayan, ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ızdırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam...”S MİRZABEYOĞLU...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
"Ve biz her şeye rağmen, yüzbinleri aşan kadromuzla yürüyoruz; her şeye rağmen yürüyoruz, yürüyeceğiz ve güzel isimleri arasında “Galip” isminin sahibi Allah adına ve aşkına yürümekten vazgeçmeyeceğiz!"
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Necip Fazıl'ın vefatından önceki son sözü



26 Mayıs 1904 perşembe günü İstanbul'da doğan şair Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983 tarihinde 79 yaşında vefat etti.

Necip Fazıl ölmeden önce adeta ölümü hissetmişti. Prof. Dr. Osman Özsoy, Necip Fazıl'ın ölüm anını şöyle anlatıyor.

"Tam 26 yıl önce yine gizemli bir Mayıs gecesinde, takvimlerin 25 Mayıs 1983 gece yarısını gösterdiği saatlerde, hastalığının ilerlediği dakikalarda yatağından hafifçe doğruldu, ela gözlerini pencereden dışarıya çevirdi, derin karanlığa baktı. Ne gördü bilinmez; ateşin verdiği etki ile kırmızıya yakın pembeleşen dudakları hafifçe kıpırdadı ve "Demek böyle ölünürmüş!.." dedi...

Kimbilir belki de o an, ölüm meleğinin (Azrailin) evine teşrifini gördü... Nitekim bu sözlerinden hemen sonra şahadet getirerek son nefesini verdi."


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ALTAY Siyasi Araştırmalar Derneği tarafından Tarık Zafer Tunaya Kültür merkezinde çok sayıda izleyicinn katılımıyla düzenlenen 21.Yüzyıl'da Kim'in BÜYÜK DOĞU'su isimli panel ile Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl Kısakürek ölümünün 26,doğumunun 105.yıldönümünde saygı ile anıldı.Panele Av.Hasan Ölçer ,Araştırmacı Yazar Mahmut Çetin ,Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Yusuf Kaplan,ve Anadolu Haber Günlüğü editörlerinden Tuncay Aksoy katılmışlar ve Büyük Doğu Mimarının bugünlere uzayan mücadele tarihine değinerek çeşitli yönleri ile Büyük Doğu'ya bakışlarını sunmuşlardır.

Yeni Şafak Gazetesinde çıkan etkinliğin haberini aşağıda sizlerle paylaşıyoruz.

1983'te aramızdan ayrılan büyük şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek ölümünün 26. yılında anılıyor. Ardında 67 kitap ve birçok ödül bırakan Kısakürek, sadece eserleriyle değil, yaşam tarzı, hayatı algılayışı ve anlamlandırışıyla bir ekol olmayı sürdürüyor. Fikirde, daima ruhçu, sezişçi ve İlahi vahdeti tasdikçi olan şair için geçtiğimiz gün Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde bir etkinlik düzenlendi. Av. Hasan Ölçer moderatörlüğünde düzenlenen etkinliğe Mahmut Çetin, Tuncay Aksoy ve gazetemizin yazarlarından Yusuf Kaplan konuşmacı olarak katıldı. Av. Hasan Ölçer "Bugün onu anıyoruz. Anmak deyince Necip Fazıl'ın kendi tabiriyle “Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha adi pohpohlamalarla” değil, duyarak, düşünerek ve yaşayarak anıyoruz" diyerek diğer konuşmacılara söz verdi.

HER ŞEY DOĞUDAN GELDİ
Mahmut Çetin konuşmasında Necip Fazıl'ın modernizm ile ilişkisine dikkat çekti: "Necip Fazıl'ın bahsettiği fikir çağına, İslam'ı sistem olarak kabul ederek hazırlanabiliriz. Fıkıh tasavvuf dengesi İmamı Rabbani hazretlerinin büyük başarısı ve ikinci bin yıldan bu yana bize ışık tutuyor. İmam Gazali geleneğini takip eden Necip Fazıl bütün batıcı birikimlerine rağmen, modernizmin zihni tuzaklarına düşmedi."

Tuncay Aksoy İse "Onun “büyük doğusu” elbette ki İslami bir dünya görüşüne nispetle meseleleri ele almamızı bizlere ihtar ediyor. “Her şey doğudan geldi, her şey! Yani ruhumuz” demiştir. Doğunun ruhu elbette ki İslam'dır." Büyük Doğu düşüncesinin mimarının hareket noktasına dairbir konuşma yaptı.



Medeniyet krizini aşmak
Yusuf Kaplan, TZT'de yapılan etkinlikteki konuşmasında Necip Fazıl'ın vizyonuna dair şunları söyledi: "Necip Fazıl, Türkiye'nin medeniyet krizinin nasıl aşılması gerektiğini hazırlayan öncü kuşağın başındaydı. Bu anlamda zihni düzlemde bir doğuşu gerçekleştirmiştir. Zaten krizin aşılması dönemlerinde en önemli rolü sanatçılar oynar. Tarih yapmış bir ülkede, tarihten firar etmeye zorlanıyordu insanlar. Necip Fazıl bir gün Türk insanının toparlanmasının dünyanın tarihinin akışını değiştireceğini düşünüyordu. Yok olma eşiğinde sürüklenilirken, düzlüğe ancak entelektüel olgu ile çıkılacağını savunmuştur."

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı da Necip Fazıl Kısakürek için bir anma programı düzenliyor. "Necip Fazıl Kısakürek 105 yaşında" etkinliği bugün saat: 14.00'da Kartepe Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek. Etkinlikler kapsamında NFK Kültür Merkezi'nde bir sergi açılacak, Başbakan'ın sesinden "Canım İstanbul", Nejat Birecik'ten "Zindan'dan Mehmet'e Mektup" dinlenecek, son olarak da Ömer Özdemir "Sakarya Türküsü' nü kaside olarak okuyacak.


Yeni Şafak
Öte yandan çeşitli etkinliklerle Üstad anılmaya devam ediyor.
Pendik Belediyesi'de Büyük Doğu Mimarını çeşitli etkinliklerle anıyor!

Belediyeden yapılan açıklamaya göre, şairin ölümünün 26. yılı dolayısıyla Cumartesi günü Mehmet Akif Ersoy Sanat Merkezi'nde anma etkinliği düzenlendi. Etkinliğin açılış konuşmasını Türk Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şube Başkanı Ali Ural yaptı.
Necip Fazıl Kısakürek'in şiiri, kişiliği ve çevresiyle anılacağı etkinlikte, çeşitli üniversitelerden edebiyat profesörleri Kısakürek'i şairlik yönüyle de dirmişlerdir.
Çeşitli panel ve söyleşilerin de olduğu anma etkinliğinde, ''Yazı ve Şiir Atölyesi''nden 12 genç şair, Kısakürek'in eserlerini di...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NECİP FAZIL'I ANMA PANELİ!


Pazar Günü Altay Siyasi Araştırmalar Merkezi Tarafından düzenlenen Necip Fazıl'ı Anma panelindeydim

21. Yüzyılda Kimin Büyük Doğu’su” isimli panele şu anda cezaevinde bulunan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun'da avukatı olan Sayın Hasan ÖLÇER ve Yeni ŞAFAK gazetesi yazarlarından Yusuf KAPLAN ile yine Araştırmacı Yazar Mahmut ÇETİN'in Yanında Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Asya Masası Direktörü olarak katılma şerefine ben'de nail oldum.

Bu yazım da Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl Kısakürek için düzenlenen bu Panel'de ki Konuşmamı sizlerle de aktararak paylaşmak istiyorum

Altay Derneği olarak düzenlenen bu panelde bir soru yöneltildi . Kim’in Büyük Doğusu?

Bu hareketin mimarı hepimizin malumu olduğu üzere Necip Fazıl Kısakürek’tir .İşte bu noktada Kim’in Büyük Doğu’su sorusuna vereceğimiz tek cevap elbette ki Necip Fazılın Büyük Doğusu’dur olacaktır.

Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su da elbette ki İslami bir Dünya görüşüne nispetle meseleleri ele almamızı bizlere ihtar ediyor.

Herşey Doğudan geldi;her şey! Yani Ruhumuz “diyerek belirttildiği gibi bizim de Ruh kökümüzün bağlı olduğu mekan doğu’dan başka bir alan değildir.

Doğu’nun ruh’u nedir? elbette ki İslam’dan başka bir şey değildir.

İdeolocya örgüsü ‘nde Asyacılık başlığı altında aynen şu ifadelere vurgu yapılmaktadır.”Büyük Doğu İsminin mekan ve saha delaleti sadece BÜYÜK ASYA’dır. Denilerek aslında bir bütün olarak mevzuuyu da Necip Fazıl’ın kendisi özetlemiştir. Büyük Asya olarak tanımladığımız Doğu medeniyetine ait olan yerler arasında sadece Asya’yı değil,Afrika kıtasını da dahil etmiştir. (bunu da yeri gelmişken belirtelim) Ve böylece Büyük Doğu coğrafyasının sınırlarını da yine tarihi bir şekilde kendisi tarafından belirlenmiştir.

Yine parantez içerisinde belirtelim ki bu alan dışında Büyük Doğu Mimarı karşı zıd -ve düşman saha olarakta Amerika ve Avrupa kıtalarını göstermektedir.

O halde, Büyük Doğu kimlerindir diye sorarsak;vereceğimiz cevap hem Türk’ün ,hem Kürd’ün hem Arab’ın hemde Acem’in Büyük Doğu’sudur cevabını vermemiz doğru bir hareket olacaktır.

Bize ait olan topraklar bütününe Büyük Doğu’ya karşı özellikle Amerika öncülüğünde girişilmiş bir taarruz var bugün .Bu Doğuya karşı girişilmiş savaştır, fakat Doğu’nun insanı için bu savaşın adı ,Büyük Doğu İstiklal Savaşıdır.

Amerika taa Atlantik’ten gelmiş ,deniz aşırı ,okyanus ötesinden gelip bize ait olan topraklarda hak iddia etmekte ve bize ait olan toprakları yakıp yıkmaktadır. Bunun adına da özgürleştirme ,demokratikleşme falan gibi isimler takmaktadır. Daha önce buna sizde biliyorsunuz medenileştirme hareketi demişler ve toplumumuzun öz değerlerine karşı topyekün saldırıya girişmişlerdir.

Önümüzde somut veriler var mesela;

· Geçtiğimiz haftalarda Afganistan’da çoğu sivil çocuk ve kadın

350 kişi Amerikan insansız uçakları ile katledildi.

Irak bugün çağın en büyük katliamına sahne oluyor.1991 Körfez savaşından beridir süren ve bugün de devam eden bu işgal 5 milyona yakın Iraklının ölmesine sebep olmuştur.

-Büyük Doğuya karşı girişilmiş bu savaşa en güzel cevap şu anda işgal altına bulunan Irak’tan gelmiş ve Irak ABD imparatorluğunun tekerine resmen çomak sokulmuştur.Ve bugün ABD ırak’ta direnişçiler karşısında yenilmiştir.Geriletilmiş ve Irak istiklal savaşı bugün de halan devam ediyor ..

Bugün,ABD'nin başını çektiği İslam dünyasına yönelik operasyonlara en büyük destek Hristiyan Batı - Avrupa’dan gelmektedir. Bu gelinen noktada Müslüman deyince 'terör', terör deyince 'Müslümanları işaret eden ABD öncülüğünde ki emperyalist güçlerin Doğu’ya karşı giriştikleri bu savaşta gerçek Teröristler olduğunu da açıkça vurgulamamız gerekiyor.En Büyük terörist bugün Amerika’dır!

OBAMA!

Biliyorsunuz Bush’un görev süresi bittikten sora yerine Obama geçti!Obama ABD’nin yeni yüzüdür ve Amerika’nın yeni imajıdır.İslam dünyasında yaptığı katliamları unutturmak için emperyalist Amerika’nın başına özel olarak yetiştirilerek getirilmiştir.Bunuda bu noktada belirtelim.

Biliyorsunuz bazı içimizde ki batıcı kesimde obama’yı pohpolayarak bir beklenti içerisine girmişti. Şimdi bu obama gelmiş ne değişmiştir?.Tabi ki hiç bir şey!Açıkçası aylardır değişim sloganları ile pohpohlanan bu adam dünya’ya tamamen bir ahtapot gibi yayılmış kolları ile batan Amerikayı kurtarma peşindedir.


· Afganistan Pakistan

İsrail’li bir yetkili geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı ve dedi ki;

“Bizim için öncelikli tehtid İran değil Afganistan ve Pakistan’dır.”

Bugün Obama’lı Amerika’da ,Bop adını verdiği projelerini Af-pak şeklinde nitelediği Afganistan ve Pakistan bölgesine taşımak istemektedir.

· İngiliz ve Amerikalılara göre ,Batı’nın yüz yüze kaldığı en hayati ve ölümcül tehtid Afganistan ve Pakistan civarında yatmaktadır.O halde açık bir şekilde Doğu medeniyetine karşı Haçlı ve Siyonist bir ittifaktan bahsetmek çok doğru bir sonuç olacaktır.

· Yeri gelmişken belirtelim ;

Bir Amerikan dergisinin ortaya çıkardığı skandal’dır da bu aynı zamanda .

Bakın ,11 eylülden sonra İslam dünyasına karşı girişilen savaşı Bush nasıl nitelemiştir. Aynen okumak istiyorum bunu size;

“Tanrıdan görev aldım.Afganistan ve Irak’a o yüzden savaş açtım.”bunu söyleyen Bush’a dönemin Savunma bakanı Rumsfeldin sunduğu birifing notlarında da Hristiyan Askerler ileri! ve İncil’den ayetler de sıralayarak üst rütbeli general ve politikacılara da bu yönde birifing verildiği ortaya çıktı!

Tabi bunu Bush savaş başlarken sizlerde hatırlarsınız bu bir haçlı savaşıdır diyerek açık etmiştir

· Bu savaş bir Din savaşıdır

Şimdi bu söylediklerimizden yola çıkarak bu savaşın niteliği hakkında sonuca varabilir miyiz ? Elbette ki varırız! Bu savaşın bir Haçlı savaşı olduğu ve yöneldiği mekanın ise İslam Dünyası olduğu açıkça ortadadır.

Yani açıkçası belirtmek istediğimiz şey bu savaşın bir din savaşı olduğudur.

Hristiyan Batı medeniyetinin İslam medeniyetine karşı açtığı en kapsamlı savaştır.

Hepimizin bildiği gibi Filistin, Somali,Afganistan ve Irak’ta süren bir işgal ve buna karşı gelişmiş bir İstiklal Savaşları sürmektedir.

- Kırgızistan’da ABD’nin Afganistan işgali ve bölgenin kontrolünde kullandığı manas askeri üssünü Kırgızlar kapatmıştır.Bu ABD’ye indirilen çok büyük bir darbedir .

- Kazakistan’ı ziyaret eden dönemin dışişleri bakanı Rice Havalimanında uzun bir süre bekletilmiş ve resmen ABD’nin imajı bu bölgelede yerle bir edilmiştir.

Bunların hepsi Batı’nın Doğu Medeniyetine karşı giriştiği saldırılara verilen çok yerinde tepkilere birer örnektir.Aslında Doğu bugün topyekün karşı koyuş aşamasındadır. Somalide,Irak'ta,Afganistan ve bütün İşgal beldelerinde Kurtuluş Savaşları yayılmaktadır ..Açıkçası İnsiyatif bizimde mensubu olduğumuz Büyük Doğu halklarının elindedir.

· -Geçtiğimiz dönemde Aylık Dergisi’ne verdiği bir röportajında Sayın Nihat Genç “Batı’nın bombaladığı her yer Doğudur”demiştir.Bu çok güzel bir tespit olup katılmamak elde değil! O halde Güney Amerika kıtasını’da Venezuellayı’da elbette ki Büyük Doğu olarak görmek veyahut Büyük Doğu’nun dostları olarak nitelememiz mümkündür.

· Orta Asya Kavramlar ve Türkistan

Şimdi sizleri 1990’ı yıllara götürmek istiyorum .

Biliyorsunuz 1990’lı yıllardan sonra Sovyetler Birliği dağılmış ve yerine irili ufaklı birçok devlet bağımsız olarak ortaya çıkmıştı.

Tarihi olarak baktığımızda ,Doğu ve Batı Müslüman Türk dünyasını ayırıcı hareketi Sovyetler Birliği döneminde yapan Rus’lar ilk etapta Türk adını unutturmak için Türkistan yerine Orta Asya demeyi tercih ettiler.

Bizlerin mutlaka Türkistan olarak anmak mecburiyetinde olduğumuz bölgenin Doğusuna Çinliler sincang(yani kazanılmış ülke) ilan edip işgal etti. Batısında kalan kısmı ise Rusya ,Türkistan’ın kendi payına düşen batı kesimini; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan olarak 5 parçaya böldü. Hazar Denizi’nin batısına da Azerbaycan dedi. Türkiye ile Azerbaycan arasına Ermenistan’ı da bir hançer gibi soktu. İşte bu hamle tamamı ile bugünlere uzayan tarihi Rus stratejisinin bölgedeki en önemli taktiği olmuş ve Anadolu ile Türkistan arasına Ermeni devleti inşa edilmiştir.


Türkiye’nin bölgeye yönelik atacağı adımlarda bu husus gerçekten önem arzetmekte olup.Bu saydığımız bölgelerde Türkiye mutlaka kendi plan ve projeleri ile bulunmak zorundadır.Bölgeye yaklaşımımız bugüne dek Dışa bağımlı olduğundan dün tamamen bağımsız olarak ortaya çıkan devletler bugün yeni bir işgal ile karşı karşıyadırlar.

Geçtiğimiz Aylarda bir yurtdışı ziyareti gerçekleştiren Sayın Ahmet Davutoğlunun bir gazetecinin sorduğu soru üzerine verdiği cevap aklıma geldi ,onuda sizlerle paylaşmak istiyorum..


–Türkiye’ye Ortadoğu’da ne görev verilecek?” sorusuna sinirli bir şekilde aynen şu cevabı vermişti . “Bize kimse görev veremez. Biz, tarihi olarak üstlendiğimiz rolü yerine getiririz.” Demiştir.

Şu anda dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Sayın Davutoğlu’nun verdiği Cevabın içeriğine baktığımızda ‘çok önemli ve doğru bir tespiti dillendirdiğini söyleyebiliriz. Lakin Dış politika’da bugüne değin yürütülen icraatlere baktığımızda ise Türkiye’nin Tarihi Rol’ünden hiçbir emareye rastlayamıyoruz. Bugün bölge üzerinde hak iddia edebilecek tek devletin hem coğrafi hemde jeopolitik olarak sadece ve sadece Türkiye olduğu ise aşikar.

Aslında sonucu belli olan bir savaş ve İslam temelli antiemperyalist bir direnişle yenilecek olan ABD orduları arasında yer almak veyahut, Nato denilen ,Birleşmiş Milletler denilen Amerika'nın kurtarıcısı bir yapılanma ile Doğu’da başlayan istiklal Savaşını bastırmak gayesini güden bir savaşta yer almak işte bu iki noktada Türkiye seçim yapmak durumundadır.

Jeopolitik bakımdan ortaya çıkan bu avantajımız bölgedeki hem sayısal, hem nitelikli ve dinamik insan gücü kaynakları, ekonomik ve askeri güç bakımından üstünlüğümüz de eklenirse, mevcut imkanlarla birlikte Türkiye’nin yeni gelişmeleri zamanında yakalamasının, ülkemizi bölgesel bir güç konumuna getirebileceği ve bölgenin şekillenmesinde söz sahibi yapacağı da tartışmasızdır.


Bugün Türkiye ABD ve AB için bir tehtiddir.!

ABD’nin ve Batının Büyük Doğu’da ki tüm planlarının hedefinde Türkiye vardır.Hem tarihi hem de coğrafyası ile bu bölgelerin tek mirascısı Türkiyedir.Ve yine ABD’nin asıl Hedefi Türkiye’den her türlü tavizi kopararak özellikle Türkiye’yi bölgede etkisizleştirmektir.


Batının bize yönelik yok edici bir planı var. Bunun nedeni sadece ve sadece nefrettir.Bu nefret Anadolu ve Büyük Doğu’nun binlerce yıllık tarihine karşı duyulan nefrettir.

Bu ortamda sanırım Türkiye ister istemez gelişen olayların içinde olacak ve Büyük Doğunun yeni yapısı ABD`nin değil, Büyük Doğu’nun istediği şekilde değişecektir. Buda elbtte ki tam bağımsızlıkla mümkündür.

Batı 1900’lü yıllarda Osmanlı’ya karşı giriştiği ameliyatı şu anda tamamlama gayesi ile bize ait olan topraklara tekrar saldırı yapmaktadır.Dolayısı ile Osmanlının ruhu ile savaştığını ve Osmanlı mirasına karşı savaştığını elbetteki hepimiz biliyoruz.

Bugün Büyük Doğu bir İstiklal savaşı vermektedir.Emperyalizmin hedefinde de Büyük Doğu vardır ve gerçekten de bazı gelişmeler ışığında dün bazı kesimlerin elinde bulunan ve sahiplendikleri antiemperyalizm bayrağı da yine bizlerin yani Büyük Doğucuların elindedir.Özellikle belirtelim ki bu mücadele İslam temelli olan antiemperyalist bir mücadeledir.


Son olarak


Cezayir eski Devlet Başkanı ve İstiklal Savaşı liderlerinden olan Ahmet Bin Bella’nın ifade ettiği gibi bütün İslam Devletlerini tek bir devlet altında toplamamız gereklidir.

Bundan yola çıkarakta Anadolu’nun liderliğinde ve öncülüğünde Birleşik bir İslam Milletleri topluluğunu teklif ediyoruz.


Saygı ve sevgilerimle…


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
OiQMbwUk.jpg

Emanetin Emanetimiz..
SULTAN FİKİR TAHTINA OTURANA DEĞİN...
İSLAM HAKİM OLANA DEĞİN...
KÜFÜR YIKILANA DEĞİN...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yeşilırmak

Gözyaşı yüklü bulut toprak altında kaynak
Sakarya`nın derdine kıvrılır Yeşilırmak

Bizdendir onun âşkı emanet ve anahtar
Benzerler benzeşirler zamanı işte akar

Nasıl ki Allah emri O ol deyince olur
Yeşilırmak nefsinde emre uyarken budur

Fikir aşk ve hürriyet ayrılmazlar güzelden
Sırrı malûm sırrında sözleşmişler ezelden

O ki güneşe ayna akis kapan bir görgü
Yıldız yıldız kıvılcım yeni çağda bir örgü

İşte düğümün ucu işde insan ve toplum
Sakarya`nın kalbinde zaman ölçümü buldum

Ne varlık ne de oluş yok da yoktu bir zaman
Ruhum eşyadan gafil ne zaman ne de zaman

Hayat dediğin masal çırpınan suyun sesi
Tek marifet dünyada harcamamak nefesi

İmân sahici imân ateş hattında koşu
Bir günü bir gününe eş olmama buluşu

Yeşilırmak`da hamle sahibi ona kefil
Sakarya`nın ruhunu lif lif açan yeni dil

Fikir fiil ve sanat tek gaye gerçek emek
Bütün dava olmakta Allah`a görünerek

Budur insan rüyâsı gecenin yarısında
Karayılan yelkovan ve akrep arasında

İnkılâba dayanmış saatler döne döne
Büyük Doğu bayrağı İBDA ile en öne

Mânâsını öğrenmiş kurtuluş alayları
Hakikat çevresinde şehitlik adayları

Toplum nedir bilmişler inananlar elele
Sümüklüler kovulmuş ayıklanmış hergele

-`Selam size akıncı!`-`Size selam!` iâde
Doğruyu Allah bilir bizce tamadır vâde

1984
Salih Mirzabeyoğlu
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

Başbaşa

Billûrdan nur kâsesi

Gelenler var sükûtta

Âhengin kendi sesi

Huzur başka buutta



Avcıya emir geldi

İpekten de yumuşak

Bir el şahin pençesi

Yufkaca kavrayarak



Erdi yolun sonunda

Şahine av benmişim

Benim onun kanında

Artık günü gelmişim

1983
Salih Mirzabeyoğlu
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53


O ve Ben

Sanırım yaz sıcağı

Beynimin harareti

Tutuşturdun ocağı

Bende buldun gayreti



Sesinle övünmesem

Senim ya görünmesem

Alenî dövünmesem

Bilmezler ki hayreti

1985
Salih Mirzabeyoğlu
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53


Nisbet

Nasıl'ın hakikati

Elinde kalem kılıç

Cenk meydanı bu dünya

İp uzanmış bir sarnıç

Peşin fikir hikmeti:



Fazıl yoluna bakış

Akıl üstü bahiste

Zaman hükmünde mânâ

Işık aşık nefiste

Lisân zevki ve nakış

1984
Salih Mirzabeyoğlu
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yol ve Dua
Nakışlar düğüm düğüm

Donmaz durmaz akışta

Ruhlardaki kördüğüm

Çözülür bir bakışta



O bakış ki ân kadar

Erişen yakarışta

Yâr ey yâr ey yâr ey yâr

İçten içe varışta

1984
Salih Mirzabeyoğlu
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yıl: 1980... Soran Ahmet Kabaklı.. Mekan, Feneryolu'ndaki Üstad Necip FAzıl'ın Köşkü...

Nazif Baba anlatmıştı bana, 2004 yılı bahar aylarında... Üstadın yanındayken tanıdığı ve o günden beri görüştüğü bir arkadaşı, 2002 seçimlerinden sonra bir muhabbete şöyle der:

"Arkadaşlar ben Üstad'ın ne kadar büyük bir keramet sahibi olduğunu 23 sene sonra anladım."

Sorar Nazif Baba, "niye?

-" Bir gün siz İBDA'cılar yoktunuz, 1980'de, işte biz Ahmet Kabaklı, Abdullah Gül, Turgut Özal vs bu takım kalabalık bir halde Üstad'ın köşküne gittik.

Konu gençlerden ve Üstad'ın gençlere olan alakası ve onlardan beklediği ümid hakkında açıldı.

Rahmetli Kabaklı sordu: "Üstadım, bu gençlerden ne bekliyorsun, ne ümid ediyorsun da , üzerlerine böyle titriyorsun?

Rahmetli Üstad şöyle cevap verdi:

"Turgut Özal'ı işaret ederek: Bu Kemalizmin canına okuyacak! (Özal henüz müsteşar)

Abdullah Gül'ü işaret ederek: Bu da devlet kadrolarında Anadolu insanının yolunu açacak!

Peki dedi Kabaklı Hoca: Ya şu serseri Salih'ten en bekliyorsun? (Salih Mirzabeyoğlu, arslan yelesi gibi saçlara sahip ve ha bire kavga ediyor ya, ondan serseri Salih oluyor)

Rahmetli o delici bakışlarla bir sert baktı öyle... Sonra tok bir sesle şöyle dedi:
"SALİH'İM DE DEVRİM YAPACAK!"

İşte Abdullah Gül Başbakan olunca, Üstad'ın bu sözlerini hatırladım ve Mirzabeyoğlu'nun devrimi ne zaman yapacağını, yani Üstad'ın Kerametinin ne zaman tamamına ereceğini bekliyorum...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
O Erler Ki

O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
Yıldızları tesbih tesbih çeker de,
Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.
Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.
Bir an yabancıya kaysa gözleri,

Bir ömür gözyaşı cezasındalar.
Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.
Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah’ın rızasındalar.

Necip Fazıl Kısakürek
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
yazi2.jpg

ADIMLAR
"1974'DEN 1996'YA"
Salih Mirzabeyoğlu

"PANİK OPERASYONU” – NECİP FAZIL’I ANMA

DEDİ – Biliyorsunuz bu haftaki dergimizi, “Necip Fazıl Özel Sayısı” olarak tertib ediyoruz... Bahis Necip Fazıl olunca da, tabiî olarak söz Salih Mirzabeyoğlu’nun!.. Sohbetimize başlamadan önce, okuyucularımıza Cezaevi’nden çıkışınızı da hatırlatmak üzere “geçmiş olsun!” diyoruz. Bu mevzuda neler söyleyeceksiniz?..DEDİM – Hâdisenin dış yüzüne hikâye etmek uzun sürer... İçyüzüne gelince: Allah, isterse Kâinat’ı bir sineğin kanatlarında da taşıtır hikmetinin tecellisi hâlinde, düşman ve münafık elinde, onların “engelliyorum!” zannı içinde, İBDA fikriyatının muhteşem bir hurucudur!.. “İBDA, hâdiselerin kendisini takip ettiği bir ruh ve keyfiyet mihrakıdır!” hükmünü bir kere daha delillendiren bir dava!.. Görüldü ki, bize karşı girişilen provokasyonlar, ateş üzerine benzinle gitmek gibi bir tesir yapar!.. Üstadım’ın gözleriyle hâdiseyi değerlendirdiğim zaman, söylenecek tek söz şudur: “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Biliyorsunuz Allah Resûlü, Huneyn gazasında İslâm ordusunun bir ânlık dağılışını tek başına ileri atılışla taarruza döndürürken böyle demişti... “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Kendisine yapılacak işkence sırasını beklerken, “Kumandan’a işkence yapıyorlar!” diye ağlayan gençleri görünce, kalbime taşkın bir heyecanla bu mâna dolmuştu... Üstadım, orada arkadaşlarımın ve gençlerin gösterdiği vakar ve aşk tavrını görseydi, ne kadar gurur duyardı... Elbette gördü!..

DEDİ – Orada başka ne gibi tesbitleriniz oldu?..

DEDİM – Bahsimiz Necip Fazıl... Şimdi Büyük Doğu idealinden, cemiyet ve insan anlayışından birkaç madde işaretlemem, uçurumun dibinde yaşayan insan ve cemiyet iklimimize, dağın doruğunu hayâl ettirebilir... Büyük Doğu idealinde, “saadetini ne yapıp yapıp kötüyü bulmakta değil, ne yapıp yapıp kötünün bulunmadığını bulmakta arayan polis”: Yâni, meslekî başarı cehdiyle suç icadına varan ve işkencelerden geçirdiği yüzde doksanı suçsuz insanları kendine düşman eden, yakaladığı adamın suçsuzluğundan dolayı üzülen anlayışın tam tersi... Ve Büyük doğu idealinde: “Polisi, kendi mesleğinin tesadüfen aksini temsil etmeye memur bir yoldaş sanmayan hırsız!”... Farkındasınız; bir ifâde çevikliği içinde, hırsızdan bahsederken, polisin ne olması gerektiğini belirtiyor... Sonra da şu: “Polisle korkuttuklarına karşılık, polisi korkutmak ceberrutu yerine, ona hak takipçiliğini telkin eden hükümet!”... ve ekliyor: “Bunlar oldu mu, hükümet tamamdır!”... Bugünkü halimize bakıp, neyin tamam olup neyin tamam olmadığına dair bir hüküm çıkarabiliriz!..

DEDİ – Hâdiseler sizi yıldırmaktan çok, coşturmuşa benziyor...

DEDİM – İlâhi hikmetlere göz atmayı bilmek lâzım... Allah, nelerin içinde ne imkânlar sunar, neleri nelere vesile eder... Meselâ, Irak ve Batı dünyası arasındaki Körfez savaşında olduğu gibi, gebe olduğu hâdiseler zemini bakımından, mağlubiyetten beter zarara yol açan galibiyetler vardır... Ve yine mahkûm ve mağdur durumlar vardır ki, içinde en büyük zafer tohumları saklar!..

DEDİ – Bu söz bana, Üstadımızın sizin hakkınızdaki ısrarını hatırlattı... Kendisi de münafık ve kâfir soyuyla ademe mahkûm edilmeye çalışılmış Üstadımız, size ısrarla “görünmen lâzım!” demişti... Okuyucularımıza, sizinle röportaj yapan Yalçın Turgut olarak kendimi ifşâ ettikten sonra, bu sözün yakın şahitlerinden ve hikmetini ileriki yıllarda daha iyi gören biri olduğumu söylemeliyim... Bir nevî, kim ne hainlik ve hased tavrı içinde olursa olsun, İBDA’nın önlenemez yükselişi sözkonusu oldu... “Doğru yol” anlayışı hâlinde İslâm’ın!..

DEDİM – Güzel bir teşhis; “doğru yol”... Necip Fazıl bu demektir zaten: İdeali aramayla – toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını, hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam... “İslâma muhatab anlayış”ın, aşkını, vecdini, diyalektiğini ve estetiğini örgüleştiren adam... Bir sanat adamı olarak, şu sözümden ayrıca zevk duymalısın: “Şair her yerde demektir!”... Şairin mânâlarından biri de bu!..

DEDİ – “İslâma muhatab anlayış” davası ile şu “şiir idrakı” üzerinde biraz dursanız...

DEDİM – Önce şöyle formüle edeyim... Mücerret mânâda “ilim”, “bilme” demektir... “Bilme”nin hakikati de, feraset ve anlayış, basiret ve kavrayışta... Bunun uç noktasında da “şiir idrakı” var... Ve insanın bilgilenme süreciyle eşdeğer olan hürriyetin sonsuzluğunca sonsuz hayret!.. Bu dilden anlayan adam, “İslâma muhatab anlayış” davasını da anlar, “ehli sünnet yolu” davasını da anlar!..

DEDİ – Kısa kısa işaretler verseniz...

DEDİM – Pek çok şey ezbere bilindiği için, esasına vakıf olunmadan ezbere cinsinden konuşuluyor... Bu yüzden de İmam-ı Gazalî Hazretlerinin söylediği, “insan, bilmediği şeyin düşmanıdır!” hikmeti çerçevesinde, bir nevî hakikat ve hikmet düşmanlığı tecelli ediyor... Önce, “İslâm selâmet dinidir!” derken, felâh, yâni kurtuluşun, “dindeki gizliliklerin açık edilmesi” mânâsına geldiğini anlamak lâzım... Zaten “Sûre” de, usûlünce gittikçe, muhatab idraka nisbetle kendini ele veren sonsuz mânânın kelâm klişesinde hapsidir... “Fıkıh” da, kapalı bir şeyin hakikatine nüfûz edebilmenin usûlü; bugün bilinen veya bilindiği zannedilen mezheb ve ilim hakikatinden önce, mücerret mânâsıyla “idrak ve anlayış” demektir... İdrak ve anlayışın bu gayeyle ölçülendirdiği usûl... Demek ki, bugünün anlaşıldığı mânâsıyla fıkıh, genel anlamının yanında hususîleştirilmiştir... Bahsimiz Necip Fazıl ve usûlümüz de vesilelerle mesele konuşmak olduğuna göre, şurada çıkardığım notlarda bunun üzerinde durayım isterseniz... Bilmem okumam gerekir mi?.. İsterseniz notları alın, kaset çözümünde yerine koyun... İsterseniz bir işaretle geçeyim bu bahsi... Okuyayım mı?..

DEDİ – Çok faydalı olur... Zaten bizim gayemiz de, soylu bir zeminde Üstadımızı anmak, yoksa ölü ağlayıcılarına mahsus bir yerde konuşmak değil...

DEDİM – Bugün kim “Fürû-u fıkıh”ın inceliklerini bilir ve onlarla meşgul olursa, ona “fakih” derler. Halbuki Birinci Asırda, ahiret yolu ve “nefsin ayetlerinin incelikleri bilgileriyle” amelleri bozan şeyleri bilmeye, dünyalığa kıymet vermeyip – ahiret nimetlerine bağlanmaya ve kalbini Allah korkusunun kaplamasına “Fıkıh ilmi” denirdi... Nitekim Allah, şu Ayet’te bunu açıkça göstermektedir:

"Dinde fakih olup, kavim ve kabileleri döndüğü zaman, onları korkutmaları için.”
Korkutmak kendisiyle mümkün olan; işte bu fıkıhtır... Yoksa “talâk, itak, li’an, selem ve icare” meselelerini bilmek değildir; çünkü bu meselelerle ne çekindirme ve ne de korkutma olur. Belki yalnız bunlarla uğraşmak, kalbin korkusunu azaltır ve kalbi karartır; nitekim bunlarla uğraşanlarda olduğu gibi... Bu gibiler hakkında Allah şöyle buyuruyor:

-"Onlar için kalbler var ki, o kalblerle anlamazlar."

Buradaki "fıkh” kelimesinden, “fetvaları anlamazlar” değil, imânın ne demek olduğunu anlamazlar mânâsı murad edilmiştir. Ömrüme yemin ederim ki, “fıkh” ve “fehm-anlayış” kelimesinin ikisi de lûgatta bir mânâdadır. Araplar arasında eski ve yeni şivelerde ikisi de bir mânâda konuşulur:

- "Bu ise, anlayışlı bir kavim olmadıklarındandır.” (59-Haşr:3)

Allah’tan korkularının azlığı ve insanların saldırılarını büyütmeleri, fıkıh azlıklarına havâle ediliyor. Bak bakalım, bunların “fakih” olmamaları, fetvaların çeşitlerini bilmedikleri için mi, yoksa bizim anlattığımızı bilmedikleri için midir?.. Peygamber Efendimiz kendisini ziyârete gelen bir cemaat hakkında fıkıh meselelerini değil, imân, amel ve ahlâk esaslarını öğrenmelerini ve iyi hasletlerini anlatmaları üzerine, “Âlimdirler, hakîmdirler, fakihdirler!” buyurmuştur; halbuki bunların hiçbiri diğer mânâda fıkıh meselelerini bilmezlerdi. Zührî Kabilesi’nden İbrahim oğlu Sâd’a (R.A.), “hangi şehir halkı fakihtir?” diye soruldukta, “Allah’tan daha çok korkan!” diye cevab vermekle, fıkhın neticesine işaret etmiştir. Çünkü ilmin bâtınî neticesi fetva hükümleri değil, takvadır.

DEDİ – Sanıyorum, Üstadımızın şiirindeki “korku” motifinin anlaşılması gereken yönleri burada... Şu mezhebler meselesine de temas etseniz...

DEDİM – Evet; İmamı-ı Gazâlî’den çıkardığım bu notta, Üstadım’ın şiirine hâkim olan korku ve hafakan sırrı da görünüyor... “Benim şiirimdeki korku, öcü ve umacı korkusu değil ki; gaibi kurcalamak?” diyordu ya... Tabiî o böyle diyedursun, “Necip Fazıl’ın şiirlerine korku ve hafakan hâkimdir; halbuki filânca, kasabadan temiz hava getirdi!” diye değerlendiriliyordu... Onun şiirlerinde, “otel odaları, dehlizler”den filân bahsediyormuş, bir arayış belirtiyormuş, bu bakımdan İslâmî değilmiş... Tabiî ben neyin ne olduğunu anlatınca, herkes küstü!.. Neyse... “İslâma muhatab anlayış”ın bir yönüyle ne olduğu, daha doğrusu ne olmadığı da anlaşıldı sanırım... Meseleler içiçe, biz de kısa kısa işaretlerle geçmek zorundayız... Mezheb; bilindiği üzere, -gerçi pek çok meselede olduğu gibi, ben üzerine büyüteç tutup meçhûlden kurtarmasam bilindiği de yoktu ya-, “yol” ve “zann” demek... Umumiyetle “zan” deyince, işin “ihtimâl” mânâsı anlaşılır da, “kat’iyyet ve şüphesizlik” mânâsı bilinmez... Şöyle bir misâl vereyim: “Zannediyorum ki şu çekmecede kalem var!” desem ve çekmece açılınca orada kalem bulunsa, bu “zan” keyfiyeti kat’iyyet ifâde eder... Hayatın, imkân ve ihtimâllere açılan arazdan yürüdüğü hakikatini bilenler, mezheblerin doğuş hikmetini anlayacakları gibi, zaruretini de kestirirler: Hakikatiyle mezhebler, İslâm’a muhatab anlayışın doğru yolu üzerinde, esasta değil de, “esası zedelemeyici” bir takım teferruat noktalarında ve “rahmete vesile ihtilâf sırrı” içinde farklılık gösterirken, farklılıklarında birbirlerine halef olucu ve iltica edici geçit noktaları bulan bir birlik arzederler... Alevîlik ise, bu mânâda bir mezheb değil, sapık bir koldur... Hazret-i Ali’yi sevme zannı etrafında, gerçekte sahabeye ve Hazret-i Ali’nin hakikatine ihânet içinde bulunan bir zümre; ruhî gıdaları da Rahmanî değil, Şeytanî... Üstadım’ın güzel bir misâli var: “Hazret-i Ali sevgisi, Sünnet ve Cemaat ehli ölçüsüne bağlıdır; ve tıpkı Musa ve İsâ Peygamberlerin gerçek kıymet ve hakikatlerini bulmak isteyenlerin; bunu Yahudiler’de ve Hıristiyanlar’da bulmak yerine İslâm’da görmek mevkiinde olmaları gibi!”... Bu incelikler çerçevesinde, Büyük Doğu’nun kendisini izâhını, benim ağzımdan röportajın sonuna koyarsınız...

DEDİ – Müsaade ederseniz, Üstad’ın “Büyük Doğu”yu tanımlaması sohbetimizin de noktalanması olsun...

DEDİM – (Büyük Doğu, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezheb, ne de yeni bir içtihad kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifâdelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. Asrın eşiğinde eşya ve hâdiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı.)

1991
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
NECİP FAZIL VE BÜYÜK DOĞU


Ali BİRADEROĞLU



GİRİŞ


"Her can ölümü tadıcıdır"[1] İlahi emri gereği Yunus Emre'nin de ifade ettiği gibi:

"Gelen geçer, konan göçer, nasibi oldukça yer içer

Ecel ömre kefen biçer, anadır ölümün zinhar "

Evet bu aleme gelen "fanilik kadrosu tabiatın merkezinde ebedilik hamlesine memur büyük varlık olan insan" bir gün, güneşe, dağa, taşa her türlü güzelliğe, servete, şöhrete, mevkiye, sevdiklerine gözlerini kapayarak "tahta ata" binerek, tek başına "zorların zoru ölümle" aslı olan toprağa dönüyor. Artık bundan sonra ölenin ağzına kurt, sonsuz ihtirasın remzi ve büyüleyici güzelliğin mevzu olan gözlerine kum dolacak, maddi varlığı böceklerin, yılanların, çiyanların yemi olacak. Ama ne var ki, yaratılış gayesine uygun yaşayandan "duvardaki ezik bir böcek" gibi gelip gidenler hiç bir iz bırakmadan unutulurken, "pırıl pırıl tek damla kanda kainatı süzen bir mercek" olanlar "geçmeyen an, pörsümeyen yeni ve solmayan renkten" bazı çizgiler taşıyanlar ise şu veya bu sebeple yaşamaya devam ediyorlar. Nitekim kutsal kitabımızda: "Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyin! Bilakis onlar diridirler. Fakat siz iyice anlayamazsınız."[2] buyuruluyor.

Şüphesiz bunda önemli olan; insanın inançları ile tutarlı bir hareket tarzı içinde hakka ve halka yarayışlı işler yapıp, ürettiği olumlu hizmetler ile yaşamasıdır. Allah'ın rahmeti boldur. Bunun için rahmete vesile, dikilen bir fidan olacağı gibi hayırlı bir evlat, verilen bir eser veya maya tutturulan bir gençlik olabilir.

"Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil."

Topluma yeni değerler getiren, milletlerin kültürlerinin biçimlenmesinde veya asli mecrasına yöneltilmesinde pay sahibi, fikir namusuna sahip, inandığı fikirlerin mücadelesini verip, çilesini çekmiş büyük insanlar bazen sonsuza kadar hep başkalarının beyninde, başka kuşakların entellektüel hayatında yeniden dünyaya gelirler. Getirdiği değerler pörsüyene, solana, yok olana kadar yaşarlar. Önemli olan böyle bir ölümle ölebilmek... Yoksa;

"Ölüm güzel şey; budur perde arkasından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?"

Nitekim bu dünyadan göçeli şu kadar yıl olmasına rağmen Üstad Necip Fazıl'ı rahmetle yad ederek anmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Getirdiği yeni değerler, yeni yorumlar, billurlaştırdığı sentez, sanat verimleri, mücadele yöntemleri, çektiği çileleri, muhasebesi ve yol göstericiliği ile her geçen gün yokluğu daha da derinden duyulmakta, ister istemez tekrar tekrar ona dönmekteyiz.

Kuşkusuz bütün bunları ben-merkezli bir değerlendirmeyle ileri sürüyoruz. Kaç kişinin düşüncesini tercüme ettiğimizin farkında değiliz. Ama ne var ki en azından, gerek ülkemizin, gerekse halkı Müslüman olan ülkelerin onunla hesaplaşmaları gereğini vurgulayarak teklif ediyoruz. Çünkü Necip Fazıl'la hesaplaşmadan ne ülkemizin, ne de halkı Müslüman diğer ülkelerdeki İslami hareketleri anlamamıza imkan yoktur. Çünkü Necip Fazıl’la hesaplaşırken göreceğiz ki; hiç değilse tefekkür planında bir çok problem çözümlenmiş veya en azından problemler ortaya konmuştur. Necip Fazıl'la hesaplaşmak düşünme hayatındaki kontinüte bakımından kaçınılmaz bir zorunluluktur. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok...

Bizim bugünkü gözlemlerimize göre rahmetli Üstad; hiç bir resmi ve özel gayret olmamasına, hatta her türlü kayıtsızlığa, hiç bir grubun çabası olmamasına rağmen spontan bir biçimde yaşadığı dönemden daha çok gündemdedir. Çünkü ölüm; bazı duygusal davranışları, değerlendirmeleri, düşmanlıkları rahmet suyu gibi yıkayarak, bir çoklarındaki olumsuz davranışları yumuşamasına hatta törpülenmesine yardım etmiş, doğru bir duruş, tavır kazandırmıştır. Ayrıca bunun yanında kendisinden sonraki zamana hitap eden Üstad gibi dahilerin anlaşılmadığı geçen süre içinde biraz daha imkan dahiline girmektedir. Anlaşıldıkça da kabul edilebilirliği artmaktadır. İnsanlar bilmediklerinin düşmanıdırlar... Tenzihen Antik Yunan filozofu Heraklietos'un şu benzetmesini aktarmak isterim: "Aptal insan her söz (logos) karşısında her zaman şaşkın şaşkın bakınır. Köpekler tanımadıklarına havlarlar."[3] Bunun yanında yapılan bu tür toplantılar yazılan inceleme ve tartışmalar bu tür dehaların hatırlanmasına vesile olmakta ve biraz daha anlaşılmalarına yardım etmektedir.

Fakat ne var ki, bizde anma günleri profesyonel bazı kişilerin konuşmalarına ve kendilerini göstermelerine vesile olan toplantılar haline gelmiştir. Halbuki bizce anma günlerinin amacı; anılan kişiyi o günkü egemen değer yargılarına göre bir takım zorlamalarla yorumlayarak sevimli kılmaya o güne göre hazmedilebilir veya kabul edilebilir duruma getirmeye çalışacak olmayıp; anılan kişiyi gerçekten bilen, anlayan, kavrayan kişilerin, korkmadan gerçeğe iki kaşının ortasından bakarak, o kişinin hayatını, fikirlerini mücadelelerini kendi eserlerine dayanarak o güne göre sevimli olsun olmasın dürüstçe ortaya koymak olmalıdır. Böylece aykırı kişilerin düşünceleri, o günkü günübirlik moda değer yargılarına göre sevimsiz gibi, kabul edilemez gibi gözükse de; cari değerlerin yeniden gözden geçirilmesine, kemikleşmiş bazı beyinleri hiç değilse birazcık ta olsa hayatiyet kazanmasına, buzların erimesine, yeni sentezlerin oluşmasına yol açabilir.

Aksi halde anılan kişiyi aktüel şablonların kalıbına uydurarak sevimli gösterebilmek için; düşüncelerini, kişiliğini eğerek, bükerek, törpüleyerek o günün telakkilerine, zamanla sınırlı moda akımlarına uydurmak; o kişiyi bir daha dirilmemek üzere ölümlülerin en fecisi en acımasızı ile öldürmektir ki; buna fikir namusuna sahip hiç bir kişinin hakkı yoktur.

Rahmetli Üstad'ın bilerek veya bilmeyerek, amaçlı veya amaçsız kişilerin düşüncelerinin çarpıtılmasına, sevimli kılınmaya çalışılmasına büyük tepki gösterdiği herkesin bildiği bir gerçek...

Yıl l965... Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda "Mehmet Akif'i anma Günü" ... Konuşacaklar arasında bir kaç profesör ve Üstad... Üstad şimdi hayatta olmayan, bazılarınca sahasında otorite bir Türkoloji profesörü ile yan yana oturuyor. Adı geçen profesör kalkıyor konuşmasını yapıyor. Akif'i zorlayıcı ve saptırıcı subjektif bir yorumlamayla günümüzün değer yargıları muvacehesinde şirin ve sevimli gösterme çaba ve telaşı içinde bir konuşma... Profesör yerine oturuyor. Üstad gayet nazik bir biçimde elini sıkıyor ve:

-Cehaletinizi tebrik ederim, diyor.

Kendisini üstün bir cemiyet mefkuresine adamış kişilerin anma günleri, o idealin anlaşılmasına, o idealin fikir ikliminin doğmasına, hatta özellikle bazı problematik yanlarının gündeme gelmesine ve böylece bir tartışma ortamının oluşmasına yardımcı olmaktır.

Nitekim rahmetli Üstad şöyle hitap ediyor: "Gerçek Müslüman! Senin işin İslam’ın herkesçe bilinen, bilinmesi kolay olan, kolayca bilinmekle mahrum nasipler üzerinde bir tesir bırakıp bırakmayacağı meçhul bulunan, umumi ve hususi bilgileri ezbere sıralamak değildir! Senin işin, bu bilgiler altında yaşayan namütenahi derin ruhu, tamamıyla İslami ölçüler altında, ebediyet mikyasıyla zaman ve mekanı fethedici zaman mimarisini kurmaktır! Ebediyetin Rehberi belki de böyle bir fiile şart tayin buyurmak için bazı İlahi tefekkürlerin bir saatine yetmiş sene namaz sevabı müjdelemişlerdi."[4]

Yine aynı konu etrafında Üstad şu tavsiyede bulunuyor: İşin kolay tarafından harcanacağınıza zor cephesinde heykelleşecek bir şahsiyet örmeğe bakmalısınız kendinize. "[5]

Bu hitaba ehliyet sahibi olduğumuz için değil de; sadece layık olma dileğinde bulunduğumuz için, Üstad'ın düşüncelerimiz altındaki derin ruhu, bazı noktalarda kurcalamayı deneyeceğiz. Bütün değerleri alt üst eden, yıkan, yeni değerler getiren Üstad gibi insanın anma gününün de böyle olması gereğine inanıyoruz. Biz Üstad'ın kişiliği hakkında doğru olduğuna inandığımız bazı temel noktaları tembih ettikten sonra bunların verimi olan Büyük Doğu İdeolocyası’nı ana noktaları ile arz etmeye çalışacağız.



 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ENTELLEKTÜEL CEPHESİ



Her ne kadar Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi "Bütün insanlar eşit olarak doğar." diyor ise de, bu ifade bir temenninin, dilin retorik gücünden yararlanılarak bir gerçeklik yargısı halinde dile getirilmesidir. Halbuki reel hayatta insanların "ferdi farklar dediğimiz"; beden, zihin ve şahsiyet bakımından farklı biçimlerde yaratılmış olduklarını görüyoruz.

Nitekim yapılan zeka testleri toplumlardaki insanların zeka durumunu bir çan eğrisi şeklinde göstermektedir. Bu testlere göre bir toplum içindeki insanların % 50'si normal zeka seviyesinde iken % 25'i normalin altında, % 25'i de normalin üzerinde yer almaktadır.

Allah'ın bazı kulları da bu test nisbetlerinin üzerinde yaratılmış, dünya tarihinde sayılı entellektüel seviye ve özelliklere sahiptirler ki bunlara “Dahi” diyoruz. İşte biz yine ben-merkezli bir değerlendirmeyle Üstad Necip Fazıl'ı çok nadir gelen bu dahilerden biri olarak kabul ediyoruz. Bütün kavram analizleri netameli olduğu için, biz "Dahi" kavramının tanım ve tahliline girmeden sadece vurgulamakla yetiniyoruz. Bunun yanında bir çok kişi de Üstad'ın dehasından bahsetmişlerdir.

Bu yargının en objektif kanıtları verdiği eserleri, davranışlarıdır. Ayrıca subjektif, fakat bazıları için çok daha geçerli kanıt olarak Efendisinin "Keşke bu kadar zeki olmasaydın" sözü ile, kendisi de rahmetli olan Muhib Efendinin, "Necip ayrıldıktan sonra, arkasından acib bir zeka, acib bir istidat." derlerdi... Rivayeti ve şahadeti...

Bu tespitten sonra bir dahinin anlaşılmasının ne kadar zor olduğunu ifade etmek durumundayız. Dahiler, eşya ve olayları o kadar derinden kavramaktadırlar ki hiç bir zaman sahip oldukları yetenekler bu imajlarını başkalarını da aynı yoğunlukta duyurmaya yetmemektedir. Çünkü iç yaşantı, iç tecrübe sembolleri aşıyor. İster şair, ister ressam, ister müzisyen olsun... Hemen hemen hepsinde Dostoyevski örneğinde olduğu gibi "Ah bir duyduklarımı anlatabilsem." feryadı ile karşılaşmaktayız.

Nitekim Rahmetli Üstad da; (bak: 25 Nisan l947 s. 11)

“Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda,

Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda…”

demektedir.

Hiç bir zaman içlerindeki duygu zenginliğini ve şiddetini kalıplara dökemeyen, hep söyleyeceklerinin hasreti içinde ölüp giden bu seçkin insanların dünyalarına girerek bütün gizli açık yanları ile, bütün entellektüel oluşumlarını kavrayarak, onları anlatmanın ne kadar zor olduğunu takdirlerinize sunarız.

Irwin Edman'ın naklettiğine göre; bir piyanist Beethoven'in bir sonatını çalar. Dinleyen müzik düşkünü arkadaşı bu sonatın anlamını, yorumunu sorar. Piyanist oturur, aynı sonatı bir kere daha çalar.[6] Bu dahileri yine en iyi kendileri yorumlar. Bunlarla duygudaşlık (einfühling) temin etme çok zordur.

Dahileri anlamadaki bu zorluk dolayısı ile bazen maksatlı, bazen de maksatsız olarak yanlış yorumlara konu olma her dehanın şanssızlığıdır. Nitekim bir çok yayın organında şu veya bu vesile ile Necip Fazıl Bey'den söz edildiğine şahit oluyoruz. Fakat hemen hemen bütün yaklaşımların yanlış ve yorumların hatalı olduklarını görüyoruz. Bize göre bu durum, söz gelişi 100 kilometre karelik bir Necip Fazıl posterinden bir kaç santimetre kare yırtan bir insanın gerçek Necip Fazıl benim elimde demesine benziyor. Halbuki bütün mesele Necip Fazıl'ı bir bütün olarak kavrayabilmekte...

Önce şunu tespit etmeliyiz ki: O tek başına ne sanatkar, ne fikir adamı, ne de mücahede adamı olmayıp; belki de tek tek bütün bu özelliklerini imanı emrine vermiş bir dahi idi. En güçlü yanı veya güçlü yanlarından biri olan sanatı mutlak hakikati arama işi olarak kabul edip, fantezileri elinin tersi ile itmiş:

“Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış,

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış…” diyerek sanatını davasının emrine vermiştir.



Böyle bir sanatkarın bu tavrının doğru olup olmadığı sorulabilir ise: Dostoyevski, Tolstoy, Nietzsche ve Baudelaire gibi örneklerin serencamını göz önüne alırsak olumlu ve olumsuz yanları ile “dahi”, ya teslim olup aklını kurtaracak, yoksa onu teslim edip kurtaracak... Bu ikilem, bu yol ayrımı şu veya bu dereceleri ile dehaların trajik bir sonu gibi geliyor bize. Bu çelişkiden kaçmak, kurtulmak yok. (Not: bak. İdeolocya Örgüsü s. 207. )

Başımıza ne geldiyse mütefekkirimizi yetiştiremediğimizden geldi ve gelecek dedikten sonra: "İşte açılmasını beklediğimiz ve herkesin kapısını bir kere çalmasını istediğimiz tenkit yolu, içerideki büyük tefekkür ve kurtuluş geçidinin cümle kapısıdır. Size tenkidi tavsiye ediyorum tenkidi."[7]

"Her şeyden şüphe ediyorduk; her şeyden... Gördüğümüz eşyadan, duyduğumuz sesten, aldığımız kokudan, tuttuğumuz maddeden, her şeyden... Hatta şüphe eden akıldan... O kadar şüphe ettik ki, nihayet şüphesizi bulduk... Ey şüphe eden ahmak, şüpheyi bilseydin imanı anlardın..."[8]
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
AYDIN TAVRI



Her dahi aydın mıdır? Bilmiyoruz, tartışmaya açık bir konu, fakat "evet" deme eğilimindeyiz. Nitekim Üstad Necip Fazıl aydın bir dahi idi. Bütün kavramların alt üst karmakarışık olduğu ülkemizde biz aydını, formel bir yaklaşımla; bütün entellektüel faaliyetlerinin bağlı olduğu temel önermelerini uzun çileler ve eleştiriler sonucu sağlayan, her türlü yargısının hesabını verebilen, her an kendi kendisi ile hesaplaşan, sürekli olarak kendi kendisiyle savaşan, koltuk değnekleri kullanmadan, kendi ayakları ile yürüyebilen, kendi gözü ile görebilen; bu süreç sonucu elde ettiği düşünceleri namusu bilen, ülkesine ve tüm insanlığa karşı görevlerini davranışsal olarak da yerine getiren kişi olarak tanımlıyoruz.

Bizim öngördüğümüz formel yaklaşıma göre; aydın olmanın ölçüsü, hangi düşüncelere sahip olunduğu olmayıp, bu düşüncelerin nasıl elde edildiğidir. Belirli listeler tespit ederek şu listedeki düşünce kalıplarını ve eylem planlarını kabul eden "aydın" diğer listedekileri kabul eden "yobaz" gibi bir ayrımı çok ilkel buluyoruz.

Aydın-yobaz ikilemini salt bilgi bazında almak ta çok yanlıştır. Çünkü bilgi gerek, ama yeterli şart değildir. Bir büyüğün dediği gibi "İlim cehli izale eder ama ahmaklığı değil..." Ayrıca yobazlığın bir sebebi de; eşya ve hadiseler karşısında doğru bir tavır alamamaktan, fikir namusuna sahip olamamaktan doğan oportünist bir yaklaşım biçimidir.

İkinci sanayi devriminin ortaya çıkardığı büyük şehir olgusunun doğal bir sonucu olan milyonlarca insan içinde yalnızlığa mahkum olmanın doğurduğu; korkuyu sıkıntıyı, ölüm endişesini kıskançlığı bütün varlığı ile duyan olağanüstü yaratıcı hayal gücü ile senteze sokan ve bütün bunları telafi edeceğine inandığı anne şefkatini, insan sevgisini, hissettiklerini tercüme arzusunu, dünya ihtişamını, sevgili ve dost özlemini, megalopolisin remzi olan kaldırımlara projekte edip süblime eden, sadece metafiziğin hassasiyet sahibi, yirmi dört yaşındaki "Kaldırımlar"ın mistik şairi yavaş yavaş oluşan, lif lif örgüleşen, yiv yiv derinleşen ve otuz yaşında şiirleşen, ilk ismi ile "Senfoni" sonraki ismi ile "Çile" eserinde; tümüyle yaşanmış, uzun ve çileli, hafakanlarla dolu bir dizi iç deneyimin olağanüstü izlenimlerinin zengin sonuçlarını içeren, buhranlı bir süreç sonunda metafizik açmazlardan dini hassasiyete, oradan da İslami imana nasıl ulaştığını şelale güzelliğinde bir ifade gücü ile anlatır. (Not: 12 Ağustos l949, s. 2)

Mükemmel bir (introspeksiyon) örneği olan bu şiir; bir dahinin kendi kendisi ile korkunç çatışmasını veya bir vücuttaki nefs-ruh mücadelesini harikulade bir güzellikle, gerçek bir saf şiir niteliğinde anlatır. Üstad şiirin eski baskılarının başına şöyle bir not koymuştur: "Allah'ı nasıl buldum?" (7 Kasım l947, Yıl: 2, C. 3, Sayı: 71)

Fiziksel dünya ile değerler dünyasının bütünüyle nasıl yıkıldığını nasıl her şeyin bir kıyamet toz dumanı içinde kaldığını ve bu facianın içinden bütün entellektüel faaliyetlerinin üzerinde şekilleneceği temel önermelerinin nasıl yavaş yavaş yeşerdiğini, filiz verdiğini, gür bir amaç haline geldiğini anlayabilmek için Rahmetli Üstad'ın "En çok sevdiğim şiir" diye nitelediği "Çile" yi baştan sona, yorumlayarak okumak gerekir. Ama fazla vaktinizi almamak için ben bazı kıtalarını sadece okumakla yetineceğim.

Yine kendi ifadesiyle "Gökte tam bir mesafe emniyetiyle uçarken birden bire duvara çarpmak gibi bir hal...(...) İnandığım dünya bir anda elimden çıkıveriyor ve kalemimi bırakıp dehşetler içinde başımı tutuyorum."





Ensemin örsünde bir demir balyoz

Kapandım yatağa son çare diye

Bir kanlı şafakta, bana çil horoz

Yepyeni bir dünya etti hediye



Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;

Mekanı bir satıh, zamanı vehim

Bütün bir kainat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim



Nesin sen, hakikat olsan da çekil!

Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!

Otursun yerine bendeki her şekil,

Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!



Akıl dişi o kadar şiddetle ağrımaktadır ki; hiç bir şeyin üzerine basamamakta, bütün duyu organlarına güvenini kaybetmiş... Ama bu dayanılmaz ağrı yavaş yavaş kamaşmaya dönüşüyor, yavaş yavaş hiç değilse bir şeylerin eleştirisini yapma gücünü kazanıyor.



Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın

Benliğim bir kazan ve aklım kepçe

Deliler köyünden bir menzil aşkın

Her fikir içimde bir çift kelepçe



Niçin küçülüyor eşya uzakta

Gözsüz görüyorum rüyada nasıl?

Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl.



Artık ensesinin örsündeki balyozun etkisi şiddetini yavaş yavaş kaybetmekte sanki iptal edilen bir takım duygularını yeniden kazanmakta... Artık çektiklerinin muhasebesini yapabilecek duruma gelmiştir.



Bir fikir ki sıcak yarada kezzap

Bir fikir ki beyin zarında sülük

Selam selam sana haşmetli azap,

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.



Artık bilmecesine yol aramaya başlamıştır, kendisi de bir şeyler dilemekte, annesinin duasına sarılmaktadır:



Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş

Mevsimden mevsime girdim böylece

Gördüm ki ateşte, cımbızda yokmuş

Fikir çilesinden büyük işkence.



Bu çözümsüzlük, bu boşlukta kalış,bu sallantılı durum dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Geçmeyen an, pörsümeyen yeni ve solmayan renk için tutku halinde bir istek... Mutlak hakikati bulma isteği...



Evet, her şey bende gizli bir düğüm;

Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir, çektiğim mesafelerden!



Bu noktada ağır ağır bazı şeyler yerli yerine oturmaya başlamıştır. "Ben" kendisine sonsuz bir güvenden yola çıkmış, ama sonunda bir yere varamayacağını kavramıştır. Ben'inden vazgeçen sonsuz gerçeği bulacaktır. Sormadan verene yepyeni bir dünya hediye edilecektir.



Gece bir hendeğe düşercesine

Birden kucağına düştüm gerçeğin

Sanki erdim çetin bilmecesine

Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin



Açıl susam açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mavera dede

Yandı sırça saray, İlahi yapı

Binbir avizeyle uçsuz maddede



Atomlarda cümbüş, donanma şenlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.

İç içe mimari iç içe benlik

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!



Nizam köpürüyor, med vakti deniz:

Nizam köpürüyor, ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;

Suda ezel fikri; ebed duygusu.



Kaçır beni ahenk, al beni birlik;

Artık barınamam gölge varlıkta,

Ver cüceye onun olsun şairlik,

fiimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.



Öteler, öteler gayemin malı;

Mesafe ekinim, zaman madenim,

Gökte saman yolu benim olmalı;

Dipsizlik gölünde inciler benim.



Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu deste ve yumak

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...



Kaldırımların yirmi üç yaşındaki şairi, otuz yaşlarında efendisi ile tanışmış, İslami gerçekler o mübarek ağızdan bu çile dolu beyne akmaya başlamıştır. Bundan sonra da Necip Fazıl'da kavramlar, telakkiler, kısaca her şey her şey değişmiş yepyeni bir dünyaya sahip olmuştur. Onunla tanışmasının beşinci yılında da "Çile" yi yazmıştı. Bu bakımdan biz bu şiirde geçen;





Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur

Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.



Suda bir gizli yol, pırıltılı iz

Suda ezel fikri, ebed duygusu



Artık barınamam gölge varlıkta



Öteler öteler gayemin malı.



Ve benzeri mısraları, entellektüel yaşantısındaki değişme, o dönemde yazdığı düz yazı ve şiirler göz önüne alınırsa tamamen İslami tahassüsle yüklü düşünceler olarak kabul ediyoruz. Metafizik sorunlar zaman zaman depreşse de, İslami bir çözümle sona ermiştir. (Not: 12 Ağustos 1949 s. 2)

Bütün insanlar için düşünce dünyalarının temeli olan ana önermeleri mutlak hakikati bu kadar çileli bir süreç sonucunda elde eden Üstad; ondan sonra büyük bir fatura karşılığı elde ettiği bu dünyadan hareketle onunla tutarlı koskoca bir evren kurmuştur. (Yıl: 2, C.3, Sayı: 74, s. 2 - 2 Ocak 1948 "l00l Çerçeve", Hemen Değilse Ne Vakit )

Fakat her türlü sosyal problemlere yaklaşım usulü, hep bu ana temellere bağlı kalarak, şüphecidir. İşte l948 yılında yazdıkları...

"Evet, tepemizden güneşler doğup batıyor ve zamanın inkılapları, doğru başlanmış bir cümleyi daha tamamlanmadan yanlış˛ hale getirecek bir hızla akıp gidiyor." Yine 1944 yılında yazdıklarından; " Öyleyse bizim yarınki dünyaya bugünkü kıymetin bütün illet ve müessirlerini tartarak, tanıyarak, anlayarak ve bütün tarih seyri boyunca kendi nefs muhasebemizi bütün zaaflarımız ve kuvvetlerimizle tespit etmiş olarak, yepyeni bir ruh, mefkure ve nizam yekpareliği içinde doğmamız lazım!"[9] Yine hep aynı usul konusu etrafında l947'de yazdıklarından: "İslam vecd ve imanının, ana sütünden daha beyaz ve daha temiz çarşaf üzerine yirminci asır dünyasına ait şifalı ve zehirli ne kadar yemiş varsa hepsini silkeledikten sonra, bizden olan her şeyi çekici ve bizden olmayan her şeyi itici bir ana kıyas vahidine sahip, sağ elimizde Allah'ın kul parmağı girmemiş biricik kitabı ve sol elimizde insanoğlunun olanca fikir ve iş kütüphanesi bir şahlanışla kendimizi bulmak!.."[10] Yine l947'de yazdıklarından, "Boyuna aramak, boyuna keşfetmek, boyuna değişmek, ermek, olmak ve hiçbir durakta kalmadan terakki etmek..."

Rahmetli Üstad, hiçbir zaman hiç kimseyi kolaya, ucuza, lüpçülüğe davet etmedi. Daima çileye, hepçiliğe, zora, "zehirle pişmiş˛ aşı yemeye" davet etti. İşi kolay tarafından harcayacağınıza, zor cephesinden heykelleşecek bir şahsiyet örmeğe bakmalısınız kendinize..[11]



“Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor

Çilesiz suratlara tüküresim geliyor.”



Üstadın eşya ve olaylar karşısında takındığı aydın tavır ve duruşun çok sayıda örnekleri verilebilir. Biz l949 yılında yazdığı şu satırlarla bu konuya aydınlık getirmek istiyoruz:

"Efendiler! Ne sağ derken sağı, ne sol derken solu tanıyoruz; ne severken niçin sevdiğimizi ne de tiksinirken niçin tiksindiğimizi biliyoruz! Bütün felaketimiz bu noktada!.."[12]
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Batı metodunun kurucularından Francis Bacon'a göre insanların kafalarında bir takım idoller, putlar vardır, bunlar kırılmadıkça insan doğru düşünemez, gerçeği bulamaz. İşte bu anlamda ve entellektüel planda Necip Fazıl bir put kırıcıdır. İşte onun bu konudaki doğru duruşu kendisine yepyeni bir dünya ve Türkiye muhasebesi yapabilme imkanı sağlamıştır.

Bir örnek olmak üzere; tarihimizin düğümü telakki ettiği Abdülhamid tezini hazır bulmamıştır. 1930'larda Namık Kemal hakkında bir piyes yazmak için araştırmalar yaparken, Abdülhamid'le ilgili malum düşüncelerle doludur zihni. Fakat bu süreç içinde elde ettiği vesikalar kendisini çıkış yolunun tam tersine götürmüştür. Ama ne var ki aydın insan gerçeklerden korkmaz. Doğruyu kendi dünyasına zıt ta olsa kabul edecek kadar geniş bir yüreği vardır.





AYKIRI



Üstad'ın diğer bir özelliği de AYKIRI bir kişiliğe sahip olmasıdır. Aykırı kavramını; beynini limon gibi sıkarak, ölüm terleri dökerek kurduğu dünyaya ve değerlere ödünsüz bağlanan, entellektüel planda her durum ve safta bunun savaşını veren bir kişiliği karşılamak üzere kullanıyoruz. Hatta aydın kavramının içinde şu veya bu oranda aykırılık vardır. Zaten aykırı olmayan insan, toplumdan korkan insan doğru bir duruş sahibi olamaz. Bu yüzden de doğruyu bulma şansına sahip değildir. Aykırı olmayan kişi toplumdan korkan kişidir. İnsanlık bütün gelişimini bu aykırı kişilere borçludur. İşte şu veya bu örnekleri ile Doğu ve Batı... Bütün davranışları ile en büyük aykırı özelliğe sahip kişi Hz. Peygamberdir. Her şeye her şeye rağmen içinde bulunduğu toplumun değer yargıları ile en ufak bir uzlaşmaya girmemiştir. İçinde bulunduğu bu kokuşmuş topluma karşı tavrı "Sağ elime güneşi, sol elime ay’ı verseniz davamdan vazgeçmem!"

Yalnız Üstad'ın aykırı kişilik özelliklerini tam olarak kavrayabilmek için, onun arkaik şuur altından getirdiği birikimleri incelemek gerekir. Fakat zamanımız elvermediği için böyle bir yolu takip etmeyeceğiz. Çocukluğunu bir kaç fırça darbesiyle çizmekle yetineceğiz.

İlk çocukluğu kendi öz bünyesi içinde ve dışarıdan aldığı bin bir tesir altında, kendi ifadesi ile şöyle: "Marazi bir hassasiyet... Acıtan bir hayal kuvveti... Ve bu arada dehşetli bir korku... O yaşta bile anlıyordum ki, ben başka türlü, ayrı bir yaratılışta bir insanım. Ve hissettiklerimle öbür insanların duydukları arasında müthiş bir fark..." İşte çocukluğuna ait kendi kişiliği hakkındaki bu izlenimleri daha sonra karşılaştığı faktörlerle birlikte şahsiyetini lif lif dokudu.

Zaten başkalarından, çoklardan pek çoklardan, sürüden, sıradan insandan farklı olduğu şuuru içindeki bu çocuk, zaman içinde evrensel çapta bir ideolojinin müellifi haline gelince; kendi dışında hazır bulduğu ısmarlama dünyanın bütün değer yargıları ile kıyasıya bir savaşa başladı... Ve bu savaş hiç tavsamadan ölünceye kadar devam etti.

Psikanalitik kavramlarla: ego-süper ego çatışması çocukluğundan itibaren patolojik bir biçimde başladı. Sonuna kadar da daha bir muhteva kazanarak, şiddetlenerek devam etti. İşte bunun içindir ki o; her devrin adamı olmak yerine her devrin mazlumu, mahkumu ve mahcuru oldu.

Size Üstad'ın l943 yılında çıkartmaya başladığı Büyük Doğu'nun serencamını kısaca arz edersem bu aykırılık açık ve seçik bir biçimde ortaya çıkar. (Not: 19 Ağustos l949, s. 1)

l943: Allah demek yasak... İlk Büyük Doğu... İlk hapis...

l944: Vekiller heyeti kararıyla kapanış.

l946: Örfi idarece mühürleniş.

l947: İkinci hapis.

l950: Üçüncü hapis.

l95l: Dördüncü hapis.

1953: Malatya hapsi.

1956: Örfi idare kapatmaları.

1957: Altıncı hapis.

1959: Bolu dağlarında katillere, hırsızlara uygulanan bir yöntemle yedinci tevkif.

1960: Sekizinci hapis. Bu arada beraatla sonuçlanan onlarca dava.

Nihayet seksen yaşının içinde onsekiz aylık en son hapis cezası...

O muhteşem insan Sokrat, sözüm ona insanlığın altın çağı telakki edilen Antik Yunan'da ölüme mahkum edilir... İşte son nefesini verirken son sözü "Aiskhylos'a bir horoz borcumuz var, versinler." olmuştur. Yirminci asrın eşiğinde de Üstad gibi bir iman savaşçısının son sözünün: "Devlete onsekiz ay hapis borcumuz var yatsınlar" mı olması gerekirdi. Güneşler doğup batıyor, çağlar gelip geçiyor değişen ne var ki? (Not: 21. Yıl, Sayı: 1, 30 Eylül l964, )

Gerçekten yüce bir ülkü uğruna adanmış, mücadelelerle dolu bir hayat Rahmetli Üstad'ın ki... Şu hayata şu mücadeleye çekilen bunca çileye rağmen onun düzenle uzlaştığı gibi bir iddia ileri sürülürse buna cevabımız sadece "Edep Yahu!" olacaktır.

Bütün bu katlanılan maddi ve manevi mahrumiyetlere, çilelere rağmen insanı kahreden tecelliler... 12 Aralık l952 cuma günü Toptaşı Cezaevinden yazdıkları: "Ben din propagandası yapmaktan hapse atılıyorum ya, beni beni teslim ettikleri polis de beş vakit namazında ve Hafız..."

Rahmetli Üstad yaşayışında toplumu parantez içine almıştı. Fakat hangi toplumu? İşte şu beyitler sorunun cevabı:

Canım kurban, başı secdede,

İki büklüm, Allah diyene!

ve

Ellerime uzanan dudakları tepeyim

Allah diyen, gel, seni ayağından öpeyim.

Bir de bu kişilik özellikleri yüzünden Üstad hakkında adam yetiştirmedi gibi bir iddia var. Fakat biz buna katılmıyoruz. Kastedilen manada "adam" olmaya layık birini bulamadı ki Rahmetli Üstad yetiştirsin.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt