AYDIN TAVRI
Her dahi aydın mıdır? Bilmiyoruz, tartışmaya açık bir konu, fakat "evet" deme eğilimindeyiz. Nitekim Üstad Necip Fazıl aydın bir dahi idi. Bütün kavramların alt üst karmakarışık olduğu ülkemizde biz aydını, formel bir yaklaşımla; bütün entellektüel faaliyetlerinin bağlı olduğu temel önermelerini uzun çileler ve eleştiriler sonucu sağlayan, her türlü yargısının hesabını verebilen, her an kendi kendisi ile hesaplaşan, sürekli olarak kendi kendisiyle savaşan, koltuk değnekleri kullanmadan, kendi ayakları ile yürüyebilen, kendi gözü ile görebilen; bu süreç sonucu elde ettiği düşünceleri namusu bilen, ülkesine ve tüm insanlığa karşı görevlerini davranışsal olarak da yerine getiren kişi olarak tanımlıyoruz.
Bizim öngördüğümüz formel yaklaşıma göre; aydın olmanın ölçüsü, hangi düşüncelere sahip olunduğu olmayıp, bu düşüncelerin nasıl elde edildiğidir. Belirli listeler tespit ederek şu listedeki düşünce kalıplarını ve eylem planlarını kabul eden "aydın" diğer listedekileri kabul eden "yobaz" gibi bir ayrımı çok ilkel buluyoruz.
Aydın-yobaz ikilemini salt bilgi bazında almak ta çok yanlıştır. Çünkü bilgi gerek, ama yeterli şart değildir. Bir büyüğün dediği gibi "İlim cehli izale eder ama ahmaklığı değil..." Ayrıca yobazlığın bir sebebi de; eşya ve hadiseler karşısında doğru bir tavır alamamaktan, fikir namusuna sahip olamamaktan doğan oportünist bir yaklaşım biçimidir.
İkinci sanayi devriminin ortaya çıkardığı büyük şehir olgusunun doğal bir sonucu olan milyonlarca insan içinde yalnızlığa mahkum olmanın doğurduğu; korkuyu sıkıntıyı, ölüm endişesini kıskançlığı bütün varlığı ile duyan olağanüstü yaratıcı hayal gücü ile senteze sokan ve bütün bunları telafi edeceğine inandığı anne şefkatini, insan sevgisini, hissettiklerini tercüme arzusunu, dünya ihtişamını, sevgili ve dost özlemini, megalopolisin remzi olan kaldırımlara projekte edip süblime eden, sadece metafiziğin hassasiyet sahibi, yirmi dört yaşındaki "Kaldırımlar"ın mistik şairi yavaş yavaş oluşan, lif lif örgüleşen, yiv yiv derinleşen ve otuz yaşında şiirleşen, ilk ismi ile "Senfoni" sonraki ismi ile "Çile" eserinde; tümüyle yaşanmış, uzun ve çileli, hafakanlarla dolu bir dizi iç deneyimin olağanüstü izlenimlerinin zengin sonuçlarını içeren, buhranlı bir süreç sonunda metafizik açmazlardan dini hassasiyete, oradan da İslami imana nasıl ulaştığını şelale güzelliğinde bir ifade gücü ile anlatır. (Not: 12 Ağustos l949, s. 2)
Mükemmel bir (introspeksiyon) örneği olan bu şiir; bir dahinin kendi kendisi ile korkunç çatışmasını veya bir vücuttaki nefs-ruh mücadelesini harikulade bir güzellikle, gerçek bir saf şiir niteliğinde anlatır. Üstad şiirin eski baskılarının başına şöyle bir not koymuştur: "Allah'ı nasıl buldum?" (7 Kasım l947, Yıl: 2, C. 3, Sayı: 71)
Fiziksel dünya ile değerler dünyasının bütünüyle nasıl yıkıldığını nasıl her şeyin bir kıyamet toz dumanı içinde kaldığını ve bu facianın içinden bütün entellektüel faaliyetlerinin üzerinde şekilleneceği temel önermelerinin nasıl yavaş yavaş yeşerdiğini, filiz verdiğini, gür bir amaç haline geldiğini anlayabilmek için Rahmetli Üstad'ın "En çok sevdiğim şiir" diye nitelediği "Çile" yi baştan sona, yorumlayarak okumak gerekir. Ama fazla vaktinizi almamak için ben bazı kıtalarını sadece okumakla yetineceğim.
Yine kendi ifadesiyle "Gökte tam bir mesafe emniyetiyle uçarken birden bire duvara çarpmak gibi bir hal...(...) İnandığım dünya bir anda elimden çıkıveriyor ve kalemimi bırakıp dehşetler içinde başımı tutuyorum."
Ensemin örsünde bir demir balyoz
Kapandım yatağa son çare diye
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz
Yepyeni bir dünya etti hediye
Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Mekanı bir satıh, zamanı vehim
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim
Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bendeki her şekil,
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!
Akıl dişi o kadar şiddetle ağrımaktadır ki; hiç bir şeyin üzerine basamamakta, bütün duyu organlarına güvenini kaybetmiş... Ama bu dayanılmaz ağrı yavaş yavaş kamaşmaya dönüşüyor, yavaş yavaş hiç değilse bir şeylerin eleştirisini yapma gücünü kazanıyor.
Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe
Deliler köyünden bir menzil aşkın
Her fikir içimde bir çift kelepçe
Niçin küçülüyor eşya uzakta
Gözsüz görüyorum rüyada nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl.
Artık ensesinin örsündeki balyozun etkisi şiddetini yavaş yavaş kaybetmekte sanki iptal edilen bir takım duygularını yeniden kazanmakta... Artık çektiklerinin muhasebesini yapabilecek duruma gelmiştir.
Bir fikir ki sıcak yarada kezzap
Bir fikir ki beyin zarında sülük
Selam selam sana haşmetli azap,
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Artık bilmecesine yol aramaya başlamıştır, kendisi de bir şeyler dilemekte, annesinin duasına sarılmaktadır:
Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş
Mevsimden mevsime girdim böylece
Gördüm ki ateşte, cımbızda yokmuş
Fikir çilesinden büyük işkence.
Bu çözümsüzlük, bu boşlukta kalış,bu sallantılı durum dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Geçmeyen an, pörsümeyen yeni ve solmayan renk için tutku halinde bir istek... Mutlak hakikati bulma isteği...
Evet, her şey bende gizli bir düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir, çektiğim mesafelerden!
Bu noktada ağır ağır bazı şeyler yerli yerine oturmaya başlamıştır. "Ben" kendisine sonsuz bir güvenden yola çıkmış, ama sonunda bir yere varamayacağını kavramıştır. Ben'inden vazgeçen sonsuz gerçeği bulacaktır. Sormadan verene yepyeni bir dünya hediye edilecektir.
Gece bir hendeğe düşercesine
Birden kucağına düştüm gerçeğin
Sanki erdim çetin bilmecesine
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin
Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede
Yandı sırça saray, İlahi yapı
Binbir avizeyle uçsuz maddede
Atomlarda cümbüş, donanma şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İç içe mimari iç içe benlik
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!
Nizam köpürüyor, med vakti deniz:
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri; ebed duygusu.
Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta,
Ver cüceye onun olsun şairlik,
fiimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.
Öteler, öteler gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim,
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu deste ve yumak
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...
Kaldırımların yirmi üç yaşındaki şairi, otuz yaşlarında efendisi ile tanışmış, İslami gerçekler o mübarek ağızdan bu çile dolu beyne akmaya başlamıştır. Bundan sonra da Necip Fazıl'da kavramlar, telakkiler, kısaca her şey her şey değişmiş yepyeni bir dünyaya sahip olmuştur. Onunla tanışmasının beşinci yılında da "Çile" yi yazmıştı. Bu bakımdan biz bu şiirde geçen;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz
Suda ezel fikri, ebed duygusu
Artık barınamam gölge varlıkta
Öteler öteler gayemin malı.
Ve benzeri mısraları, entellektüel yaşantısındaki değişme, o dönemde yazdığı düz yazı ve şiirler göz önüne alınırsa tamamen İslami tahassüsle yüklü düşünceler olarak kabul ediyoruz. Metafizik sorunlar zaman zaman depreşse de, İslami bir çözümle sona ermiştir. (Not: 12 Ağustos 1949 s. 2)
Bütün insanlar için düşünce dünyalarının temeli olan ana önermeleri mutlak hakikati bu kadar çileli bir süreç sonucunda elde eden Üstad; ondan sonra büyük bir fatura karşılığı elde ettiği bu dünyadan hareketle onunla tutarlı koskoca bir evren kurmuştur. (Yıl: 2, C.3, Sayı: 74, s. 2 - 2 Ocak 1948 "l00l Çerçeve", Hemen Değilse Ne Vakit )
Fakat her türlü sosyal problemlere yaklaşım usulü, hep bu ana temellere bağlı kalarak, şüphecidir. İşte l948 yılında yazdıkları...
"Evet, tepemizden güneşler doğup batıyor ve zamanın inkılapları, doğru başlanmış bir cümleyi daha tamamlanmadan yanlış˛ hale getirecek bir hızla akıp gidiyor." Yine 1944 yılında yazdıklarından; " Öyleyse bizim yarınki dünyaya bugünkü kıymetin bütün illet ve müessirlerini tartarak, tanıyarak, anlayarak ve bütün tarih seyri boyunca kendi nefs muhasebemizi bütün zaaflarımız ve kuvvetlerimizle tespit etmiş olarak, yepyeni bir ruh, mefkure ve nizam yekpareliği içinde doğmamız lazım!"[9] Yine hep aynı usul konusu etrafında l947'de yazdıklarından: "İslam vecd ve imanının, ana sütünden daha beyaz ve daha temiz çarşaf üzerine yirminci asır dünyasına ait şifalı ve zehirli ne kadar yemiş varsa hepsini silkeledikten sonra, bizden olan her şeyi çekici ve bizden olmayan her şeyi itici bir ana kıyas vahidine sahip, sağ elimizde Allah'ın kul parmağı girmemiş biricik kitabı ve sol elimizde insanoğlunun olanca fikir ve iş kütüphanesi bir şahlanışla kendimizi bulmak!.."[10] Yine l947'de yazdıklarından, "Boyuna aramak, boyuna keşfetmek, boyuna değişmek, ermek, olmak ve hiçbir durakta kalmadan terakki etmek..."
Rahmetli Üstad, hiçbir zaman hiç kimseyi kolaya, ucuza, lüpçülüğe davet etmedi. Daima çileye, hepçiliğe, zora, "zehirle pişmiş˛ aşı yemeye" davet etti. İşi kolay tarafından harcayacağınıza, zor cephesinden heykelleşecek bir şahsiyet örmeğe bakmalısınız kendinize..[11]
“Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor
Çilesiz suratlara tüküresim geliyor.”
Üstadın eşya ve olaylar karşısında takındığı aydın tavır ve duruşun çok sayıda örnekleri verilebilir. Biz l949 yılında yazdığı şu satırlarla bu konuya aydınlık getirmek istiyoruz:
"Efendiler! Ne sağ derken sağı, ne sol derken solu tanıyoruz; ne severken niçin sevdiğimizi ne de tiksinirken niçin tiksindiğimizi biliyoruz! Bütün felaketimiz bu noktada!.."[12]