Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaşayan Necip Fazıl, Yürüyen Büyük Doğu ! (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BÜYÜK DOĞU

Tekrar başa dönersek; aykırı ve aydın kişiliğe sahip bu dahi; kronolojik olarak merdivenini otuzuna dayarken, bir türlü özlediği aleme dayayamamanın ızdırabı içinde kıvranmakta... İşte bu dönemde kendi ifadesiyle kendisi: "Hiçbir şeyle doymayan, kanmayan, yetinmeyen ne şiirimdi, ne fikrim, ne kültürüm... Çocukluğumda görür gibi olup kaybettiğim çarpıcı renk, çekici ses, tılsımlayıcı eda... Buydu aradığım... Şiirin, fikrin, bilginin üstünde bir alemden, kapılarımı tırmıklayan, pencerelerimi zangırdatan işaretler almış ve artık onları bir daha bulamaz olmuştum. Bütün dış hayat, bildiğimiz bütün olaylarıyla, başımın üstünde bir takım basık tavanlardan ibaret... Onları bir bir yıktıkça, çıkan ikinci katın tavanı da bana alçak geliyor ve ciğerlerimin muhtaç olduğu havaya bir türlü çıkamıyordum. Çatıyı da yıkamıyorum."[13]

Bu çelişkiler içinde kıvranıp dururken, nihayet bir gün... l934 yılı bir kış akşamı vapurda karşılaştığı meçhul bir şahsın tavsiyesi ile Ağa Camii'ne gidiyor. Ve orada rehberini, efendisini tanıyor. Bundan sonra Üstad'ın kendi ifadesi ile "Gözleri, gözleri daima baktığı şeylerin ilerisindeki bir görünmeze bakan gözleri." kendisini kıskıvrak yakalıyor. İşte Necip Fazıl'ı bu faktörden soyutlayarak anlamak imkansız. Bundan sonra anlatacaklarımız kısaca sözünü ettiğimiz tanışmadan sonra.

l938 yılı başlarında kendisinden bir milli marş isterler. İşte bu marşı yazarken bir mısra nurla fışkırır ruhunun derinliklerinden:

Doğsun BÜYÜK DOĞU benden doğarak!

Yine kendi ifadesiyle "Nelerden neler doğuyor ve neler nelere vesile oluyor?"

Böylece Büyük Doğu yavaş yavaş kendi içinde pişerek, olgunlaşarak, oluşarak bir İdeolocya olma haysiyetini kazanıyor. Nedir Büyük Doğu? Hep kendi ifadesiyle:

"Doğuş olmaya doğuş... Doğu olmaya doğu... En doğrusu Doğunun doğuşu... Büyük Doğu, İslam içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihad kapısı... sadece "Sünnet ve Cemaat ehli" tabirinin mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslamiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti yirmibirinci asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı..."[14]

Bu açıklamalardan sonra "Efradını cami, ağyarını mani" bir tanımla Üstad'ın ifadesi ile Büyük Doğuyu şöyle tanımlayabiliriz: "Garp dünyasının müsbet bilgilerden ibaret madde hakimiyetini ve akıl yolu ile maddeyi istismar zaferini tam bir şahsiyet ve ehliyetle doğuya mal edip, Doğunun asli ruh vahidine eklemek; böylece Doğu'nun eksiğini Batı'da, Batı'nın eksiğini Doğu'da giderici üstün cemiyet mefkuresine bağlamak."[15] Şimdi de bu tanımda geçen bazı kavramları açıklamaya çalışalım.

İlk çağlardan beri geçen zaman süreci içinde değişik anlamlar kazansa da Doğu ve Batı ayrımları yapılmıştır. Büyük Doğu ideolocyasına göre Doğu, "İçeride Hint denizine doğru, bütün vecd ve hakikatini kaybetmiş, her türlü savunma kudretinden mahrum, sadece yılgınlar, bezginler ve kıravatlı maymunlardan ibaret ölü bir insanlık... Dışarıda da Atlas Okyanusuna doğru yalnız saldırıcı dize getirici ve kendisini Doğu'ya örnek gösterdikçe büsbütün zehirleyici bir alem..."

Yapılan birinci ayrım Doğu ve Batı'dan sonra, ikinci ayrım ruh ve madde... Ruhun vatanı doğu, maddenin vatanı Batı... Batı maddeye dürbünün doğru yanıyla bakmış ve onu gerçek yerine oturtmuş, böylece yumruğunu sıkarak onu sımsıkı yumruğunun içine almış, fakat ruha dürbünün tersiyle bakarak onu objektif olarak kavrayıp onu yerli yerine oturtamamıştır. Böylece ruhu yöneltici gerçek ruhi değerleri bulamadığı için hakim olduğu madde kendisini yöneltmeye başlamıştır.

Doğu ise ruha dürbünün doğru tarafıyla bakmış, fakat maddeye dürbünün tersiyle baktığı için yumruğunu çözüp maddeyi büsbütün elinden kaçırmıştır. Genel olarak Doğu, hiçbir zaman maddeyi olduğu gibi görememiş her zaman onu mistikleştirerek, İslami telakki dışı iç alemine saplanıp kalmıştır. Batı da ruhu tam ihmal ederek maddenin dış kalıbına bağlanıp kalmıştır. (Not: Bak: 17 Mayıs l946, s. 2)



AKIL



Batı, Doğu'dan en önemli farkı olan madde hakimiyeti ve maddeyi istismar zaferini; metod, sistem, akılla maddeye tahakküm sistemi, laboratuar tecrübesi, Yunani ve hendesi zevkle elde etmiştir.

Adım adım ilerlerken Batı dünyasının maddeyi istismar zaferini akıl yoluyla gerçekleştirdiğini söyleyerek, dünya düşünce tarihinin netameli problemlerinin başında gelen akıla geliyoruz.

Akıl, hani şu, Antik Yunan dünyasının sonsuz renklilikteki felsefi zenginliğinin belirli bir zaman kesiti içinde çeşnisi olan, sonra uzun bir süre sürgün edilerek unutulan, nihayet 17. asırda Descartes'in eliyle prenses olarak tekrar tahta çıkartılan, daha sonra da Kant tarafından tahtından indirilerek, hesaba çekilip, belki de gerçek yerine yakın bir yere oturtulan şu yetimiz... Bazen genel-geçer, tümel bilgilerin kendinde bulunulduğuna inanılmış, bazen de derece derece şüphe edilerek redde kadar varılmıştır. Bu netameli meseleye Büyük Doğu İdeolocyasının yaklaşımı nasıldır? Aklı nereye koyuyor? Nitekim dıştan toptancı bir bakış sanki bir çelişki varmış zehabına kapılabilirse de bu sadece bir yanılgıdır.

Her şeyden önce şunu tespit edelim ki; akıl Allah'ın insana bahşettiği mevhibelerden biridir. Ama ne var ki bütün incelik şu noktadadır ki; bir anlama aleti olan akıl, yine bizzat kendisini anlamaya çalışmalı, kendisini eleştiri süzgecinden geçirerek, imkan ve kabiliyetinin sınırlarını tespit etmelidir. Akıl öyle bir yetimizdir ki; o olmayınca hiç bir şey yapamayız. Mükellef olmanın şartlarından biri de akil olmaktır.

Fakat aynı akıl kendisini her şey zannettiği, bütün varlık biçimlerini bilebileceğini iddia ettiği, sınırlarını aştığı anda insanı iki dünyada korkunç bir hüsrana götürür. Bunun içindir ki bu inceliği tasavvuf harikulade güzellikte şu şekilde ortaya koymuştur: "Bu iş ne akılla olur ne de akılsız." Üstad'a göre: " Derin ve gerçek müminde ilahi nimetlerin en zenginlerinden biri olan akıl; şer'i isimlendirilişiyle SELİM AKIL şeriatı yegane ve mutlak hakikat sayar ve bu mutlak nizamı aynıca mizana çekme kudretini nefsinde görmez..." Üstad devam ediyor: "Namütenahi ve esrarlı bir ruh feyziyle imana gelen, aklının dudaklarını kilitleyen, başını boynundan itibaren kesen, bu teslimiyetinden sonra iade edilen gerçek kafa ve büyük akıl ile o kişi "bilinebilir" olanın içine girer."[16]

Üstad ikiye ayırdığı bu "bilinebilir"i yer yer değişik kavramlarla ifade etmiştir. Biz bu gnoseolojik ayrımı kendi ifadeleri ile: MAVERA ALEMİ VE DIŞ ALEM olarak ifade edeceğiz. Mavera alemi ile anlatılmak istenen: Mutlak hakikatin, Allah ve üstün illiyetlerin[17] bulunduğu alemdir. İşte akıl dediğimiz yetimiz; mavera alemine ait konularda yetki sahibi değildir. Ve bu noktada aklın en son aşaması bu alemdeki gerçekleri anlayamayacağını anlamasıdır. Bu alemin bilgisi, gerçekleri; ancak imanla, aşkla, gönülle bilinebilir. Ancak sebep-sonuç bağı içinde gerçekleşen kozaliteye bağlı gerçekleri anlayabilen akıl, sebep-sonuç ilişkisi dışında gerçekleşen mavera alemindeki olguları kavrayamaz. Şüphesiz buradaki gerçekleri akılla anlayamayacağımızı da akılla anlıyoruz. Fakat ne var ki bir şeyin kendini aşması için, kamil noktaya ulaşması gerekir. Ancak bu akıl sahipleri aklı aşabilir. Bir de babaannelerimiz o samimi cehaletleri ile...

Nitekim aklı temsil eden melek, Peygamber efendimizi "Sidretü'l Münteha" ya kadar taşıyabildi. Ve "bir adım daha ileriye geçemem, geçersem yanar, kül olurum!" dedi. "Ya buradan ileriye nasıl geçilir?" sorusuna da "Aşkla!" cevabını verdi. (Not: Bak: Aşk, 18 Ekim 1946, Sayı: 51, Vecdimin Penceresinden)

Hepiniz bilirsiniz; Miraçtan sonra Yahudiler koştular Hz. Ebubekir'e geldiler. "Bak seninki ne diyor? Gökyüzüne gitmiş, gelmiş, daha yatağı soğumamış!" Hz. Ebubekir soruyor: "Kim dedi" Cevap: "O" karşılık: "Öyleyse inandım" İşte sıddıkiyet mertebesi... Üstad; Hz. Ali'nin Müslüman oluşunu anlatırken şöyle diyor: "Nihayet şimşeklerin şimşeği, seziş dediğimiz o akıl üstü yol gösterici, o alev, o kıvılcım, o nur, gönlünü tutuşturuveriyor. Alemde güvenilecek tek idrak noktası varsa budur: Akıl ve hesap değil, seziş ve eriş... Yatağından fırlıyor Allah Resulüne varıyor: İnandım! İman ettim! Sen hak Peygambersin ve getirdiğin din haktır!"[18]

Ayrıca biz mavera alemine ait olağanüstü olayları; televizyon, radyo vb. aletlerle ispata çalışmayı en basitinden absürd buluyoruz. Çünkü mucize ve keramet sebep-sonuç ilişkisinin bir an kesilmesidir. Halbuki gerek radyo ve gerekse televizyon, her türlü teknolojik alet sebep-sonuç ilişkisi içinde, tabiat kanununa uygun olarak, aynı prensiplerle çalışmaktadır.

Şu halde, böylece Allah ve üstün illiyetleri anlayamayacağını anlayan akıl, dış aleme yönelerek, sebep-sonuç ilişkileri içinde, tabiat kanunlarına göre oluşan olayları araştırmak genellemeler yapmak, yasalar halinde ifade etmek borcundadır. İşte bu alanda laboratuar tecrübeleri yapılacak, gözlem yapılacak ve akıl son sınırına kadar gerilecek, kullanılacaktır. Demek ki bütün incelik aklı kullanacağımız alan ile, aklın yetki alanına girmeyen sınırları tam bir hassasiyetle çözebilmekte. İşte bu akıl: Batı'nın bugüne kadar kendi aklını kullanarak maddeyi kendi emelleri uğruna kullanmak için geliştirdiği teknolojiyi, kendi asli ruh vahidine ekleme savaşına girişecektir.

Doğunun asli ve ruh vahidinden de kastedilen yine Üstad'ın kendi ifadesi ile "tam pazarlıksız ve muvazaasız İslam." Demek ki insanoğlu her ne kadar öteleri fethetmek, Mavera alemine ait sırları keşfetmek için yaratılmış ise de; insanın önce bu dünyayı, dış alemi fethetmesi veya diğer dünya fatihi milletlerin esiri olmaması için kendi elinde tutması gerekir ki; buna da ancak müspet bilgiler yoluyla ulaşılabilir.

Not: Avrupalı otomobili icat etti diye sen İslamlıktan tiksindin. 27 Ağustos ya da Aralık l947, l00l Çerçeve, Yıl, 2, C. 4, Sayı: 73)







TEKNİK- KÜLTÜR



Kısacası İslam’dan zerre feda etmeksizin Batı'nın bütün teknik başarılarını ve onun insanlığa faydalı yanlarını devşirme davası... Yalnız kanaatimizce burada teknik-kültür ilişkisinin üzerinde durulması gerekir. Çünkü egemen teknoloji, kültürü ile birlikte geliyor. Nitekim biz Japonya örneğinin yanlış değerlendirildiği kanaatindeyiz. Amerikanizm ne Japon geleneği, ne de Japon kültürü bırakmıştır. Ama eğer gelenek görenek kültür dediğimiz kılıç-kalkan ekibiyle turist karşılamaksa o bizde de yapılıyor.

Bu konunun ciddiyetle tartışılması gereğine inanıyoruz. Nitekim Prof. Dr. Sadıklar l97l de yazdığı bir kitapta "Bugün Tokyo'yu ziyaret eden bir yabancı bu şehri diğer büyük Batı şehirlerinden zor ayırt edebilir. Büyük binaları, tesisleri ve caddelerindeki kalabalığın kıyafetleri ile Tokyo gittikçe bir Paris, Newyork manzarasını almaya başlamıştır. Yeni gençlik, sıkıntıları ve hippileriyle Batı gençliğinin bir kopyası olma yolundadır." demektedir. Nitekim Japonya hakkında bir kitap yazan Prof. Dr. Güvenç, "Kent merkezi Tokyo bir batı sahnesidir. Dekoru batılı oyuncusu doğulu garip bir sahne" dedikten sonra, Fransız ve ABD eğitim sistemlerinin alındığını, dolayısıyla eğitimin, ailenin, kıyafetin kısacası kültürün hızlı bir değişim içinde bulunduğunu ifade ediyor. Bu değişimin edebiyata yansımasını da şöyle ifade ediyor: NATSUME Saseki, "Kokora" adlı romanında geleneksel Japon ruhunun yittiğini ve toplumun geleceği hakkında karamsarlığı ifade ediyor. TANAZAKİ Çuniçiro "Moikoko Kardeşler" romanında soluğu kesilmiş bir toplumu anlatıyor. KAVAZAKİ (1976) maskesi düşürülmüş Japonya'yı yazıyor. MİŞİMA Yukio; (1975) o güzel Japon ruhunun yittiği gerekçesiyle intihar ediyor, FUZUKAVA Yukiçi bu değişimin gereğini savunuyor; "Fukuda"da.

Geleceği Allah'tan başka kimse bilemez. Fakat eğer gelecekte Japonya dünyanın birinci ülkesi olursa, bu yine Japon kültürünün Japonyası olmayıp Amerikanizmin egemen olduğu bir Japonya olacaktır.

Bu tür tesellileri alıkoyucu duraklar ve tuzaklar olarak görüyoruz. Bu konuda Üstad da bir şüphe beliriyor, fakat üzerinde fazla durmuyor. fiöyle diyor: "Yoksa bir Garp Cemiyeti içinde doğup yetişmeden ve Garplı bir ailenin hassasiyet havasında yoğrulmadan veya bu havanın kendi memleketinde ocağını kurmadan garp ahlakına tevarüs mümkün değildir. İlmine, fennine tevarüs belki..." l944'te yazdığı bir yazıdan...[19]

Garbın sadece ilmini, tekniğini almak görüşü çok rahatlatıcı fakat bizce tatminkar değil. Öyleyse ne mi yapmak lazım? Bilmiyoruz... Sadece kıyasıya tartışılması gereğine inanıyoruz. Belki de bir yere varabiliriz.

www.tutak.gen.tr
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SADECE FATİHA ve KURAN..
Yıllar nasıl da su gibi akıp geçiyor...

Ünlü şairimiz Necip Fazıl Kısakürek vefat edeli bugün itibari ile tam 26 yıl olmuş. Sanki dün gibi...

26 Mayıs 1904 perşembe günü İstanbul'da doğan şair Necip Fazıl, 25 Mayıs 1983 tarihinde vefat etti. 26 Mayıs perşembe günü toprağa verildi. Günü gününe tam 79 yıl yaşadı.

Milli Şairimiz Mehmed Akif’i vefatında nasıl ki gençlik omuzladı ise, merhum Necip Fazıl da benzer bir cenaze töreni ile son yolculuğuna uğurlandı. Hatta hiç unutmuyorum, cenazesine katılan sınıf arkadaşlarımdan o gün Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gözaltına alınanlar olmuştu. Kimin gözaltına alındığını ertesi günü sınıfın yarısı okula gelmeyince ancak anlayabilmiştik. O kadar zor, özgürlükler açısından o kadar sıkıntılı günlerdi.

Mayıs ayı Necip Fazıl’ın hayatında hep sırlarla dolu oldu. Tam 26 yıl önce yine gizemli bir Mayıs gecesinde, takvimlerin 25 Mayıs 1983 gece yarısını gösterdiği saatlerde, hastalığının ilerlediği dakikalarda yatağından hafifçe doğruldu, elâ gözlerini pencereden dışarıya çevirdi, derin karanlığa baktı.

Ne gördü bilinmez; ateşin verdiği etki ile kırmızıya yakın pembeleşen dudakları hafifçe kıpırdadı ve "Demek böyle ölünürmüş!.." dedi...

Kimbilir belki de o an, ölüm meleğinin (Azrailin) evine teşrifini gördü...

Nitekim bu sözlerinden hemen sonra şahadet getirerek son nefesini verdi.

Geride güzel bir vasiyet bıraktı. Sevenleri de gereğini yaptı.

Vasiyetini ilk okuduğum andan beri çok hoşuma gitmiştir. Her cenaze töreninde merhum Necip Fazıl’ın vasiyetinde yer alan bazı noktalar gelir aklıma.

Hele, Türkan Saylan’ın cenaze töreninde uzunca bir konuşma yapan ve evvelce de müftülük yaptığı söylenen din görevlisinin tutumunu görünce, Necip Fazıl’ın vasiyetini hatırlamamak mümkün değildi.

Bu din görevlisi beyefendi kendisine yapılan alkışlardan çok hoşlanmış olacak ki, hemen başucunda dikildiği cenazenin yanında konuşmasını yaparken, ‘İslam geleneğinde alkış yoktur, dinimize göre cenaze şöyle uğurlanır...’ diye bir kez bile olsun hatırlatma gereği duymadı. Aksine, olan bitenden memnun gibi hali vardı.

Halbuki o sırada çok sayıda kanal canlı yayındaydı. Onbinlerce kişi cami avlusunda ve yakın çevresinde, milyonlarca kişi de ekran başında cenaze törenini izliyordu.

Eğer bu din adamı tam da böylesi bir anda İslam’a uygun cenaze uğurlaması nasıl olur meselesine sadece 1 dakika temas etseydi, şuna kuvvetle inanıyorum ki, din görevlisi olarak hayatını geçirdiği tüm zamanlar boyunca kazandığı sevaptan ve işlediği hayır amelden zannımca daha fazlasına o dakikalarda nail olurdu.

Kime nasip olur ki aynı anda milyonlarca kişiye bir cenaze vesilesi ile de olsa hitap etmek. Bundan daha önemli fırsat mı olur. 20 dakika Türkan Saylan’dan söz ettiği kadar, keşke 1 dakika da İslam’a göre cenaze adabına girseydi... Bu vesile ile, böylesine yararlı bir bilginin kendi cenazesinde toplumla paylaşılmasına vesile olan Türkan Hanım’ın da bu sevaptan hissedar olmasına zemin hazırlasaydı.

Tam aksine bu beyefendi, tam da o noktada gerekli ikazları yapmamak suretiyle cenazeye alkış yapılması gibi dinimize göre çirkin bir davranışın meşrulaşma eğilimine girmesi gibi bir anlayışa da zemin hazırladı. Normalmiş gibi algılanmasına neden oldu. Cem Karaca’nın hassasiyeti kadar duyarlılık gösteremedi.

Yazımızı, merhum Necip Fazıl’ın uzunca vasiyetinde yer alan ve cenazesinin nasıl kaldırılmasını istediği satırlarla bitirelim. Yazının bu kısmını, bahsi geçen müftü beyefendiye ithaf ediyorum.

Necip Fazıl’ın vasiyetindeki ilgili kısımlar şöyle:

“...Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.

Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslami usullerin en incelerine riayetle gömünüz!

Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum. Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna...

Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Nede, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! Ve "bid"at" belirtici hiçbirşey!...

Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur"an...

Mezarımda ilahi ve ulvi isim ve sıfatlardan ve benim beşeri ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlid de istemem! Onu, uhrevi rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur"an...

Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, Eğer bu davada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için "Necip Fazıl"ın kaza borcuna karşılık" niyeti ile bir günlük (Beş vakit) namaz kılması ve yine birgün oruç tutması... Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafii içtihadında caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir. Her ferdin, en aşağı yüz Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi... 70 bine dolması lazım... Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helal etmeleri... Ölünceye dek, üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. "Şey"en lillah" tabiriyle bana Allah için birşey veriniz! Yardımınızı esirgemeyiniz!

Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!...

Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!

Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından bir takım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız!”

Necip Fazıl’ın vasiyetiinn bazı bölümleri işte böyle...

Biz de kendisinin vasiyetine uyarak bu vesile ile Üstad Necip Fazıl’ı hatırlamış olduk. Mekanı cennet olsun...


Prof. Dr. Osman ÖZSOY
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Görüldü ki, bize karşı girişilen provokasyonlar, ateş üzerine benzinle gitmek gibi bir tesir yapar!.. Üstadım’ın gözleriyle hâdiseyi değerlendirdiğim zaman, söylenecek tek söz şudur: “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Biliyorsunuz ALLAH Resûlü, Huneyn gazasında İslâm ordusunun bir ânlık dağılışını tek başına ileri atılışla taarruza döndürürken böyle demişti... “İşte şimdi ocak kızıştı!”... Kendisine yapılacak işkence sırasını beklerken, “Kumandan’a işkence yapıyorlar!” diye ağlayan gençleri görünce, kalbime taşkın bir heyecanla bu mâna dolmuştu... Üstadım, orada arkadaşlarımın ve gençlerin gösterdiği vakar ve aşk tavrını görseydi, ne kadar gurur duyardı... Elbette gördü!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
DEDİM – Güzel bir teşhis; “doğru yol”... Necip Fazıl bu demektir zaten: İdeali aramayla – toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını, hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam... “İslâma muhatab anlayış”ın, aşkını, vecdini, diyalektiğini ve estetiğini örgüleştiren adam...S.M.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es01.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es02.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es03.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es04.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es05.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es06.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es07.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es08.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es09.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es10.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es11.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es12.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es13.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es14.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es15.jpg"] [/URL]​

user_online.gif
progress.gif
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es17.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es18.jpg"] [/URL]

[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es19.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es22.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es23.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es24.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es25.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es26.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es33.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es34.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es35.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es36.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es37.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es38.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es39.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es40.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es41.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es42.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es43.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es44.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es45.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es46.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es47.jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es48.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es49.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/erkam[1].jpg"] [/URL]
[URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es_51.jpg"] [/URL] [URL="http://www.ibdayayinlari.com/images/book/es27.jpg"] [/URL] <A href="http://www.ibdayayinlari.com/es52.html" target=_blank rel=nofollow>
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İşim Acele

Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!

Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!

(1972)


Necip Fazıl Kısakürek
Allahcc yar ve yardımcınız olsun gönüldaş...
BESMELE...SELAM...DUA..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53


[FONT=arial black,avant garde]Özel Sayımız 120 Sayfa[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]FURKAN MECLİSİ'NDEN[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Sevgili Furkan okurları, bu sayımızda sizlere Üstad Necip Fazıl Rahmetullahî Aleyh’i anlatmaya çalıştık… Anlattık diyemiyoruz zira, Esseyyid Abdukhakim Arvasî Hazretleri’nden Üstad’a intikâl eden cümle kapısına bile yaklaşabildiğimizi zannetmiyoruz. Bu sebeble anlatmak değil, anlatmaya çalışmak ifadesi’nin bediî zevki incitmediği kanaatinde olduğumuzdan böyle ifade ediyoruz; etmek zorundayız.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Üstad’ı tanıyanlar(!) ordusu her sene olduğu gibi cicili bicili ve de şiirli kutlamalarına bu sene de devam ettiler. İçlerinde, Üstad’ın ruhaniyetine, idealine uygun, fındık kabuğunu dolduracak keyfiyet bulunmayan bu kutlamaların da miadı dolmak üzere.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Neden mi?...[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Zaman’ın sonunda yaşıyor olmamızdan kaynaklanan müthiş bir tempo yaşıyor insanlık… Bu hız son limitini bulmuştur, uzun süre bu hızla gitmesi mümkün değildir. Toslayacak.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Sonra?..[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Hakikatlerin gölgesinde barınanlar, hatırlanması gerekeni hatırlayacak; Kâinatın Efendisi buyuruyorlar ki:[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]“BU ÜMMETİN ÖMRÜ BİN SENEYİ GEÇECEK, FAKAT BİNBEŞYÜZ SENEYİ AŞMAYACAKTIR” (Muhammed b. Resul El Huseyni El Berzenci- Kıyamet Alâmetleri)[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Anlayanlar mânâ iklimlerinden esen bu rüzgârları, son derece lâtif ve müjdeli tevil ediyorlar. Bizler de Kervan’ın arkasından sekerek giden harâbat ehline gözlerimiz dikmiş bekliyoruz.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Tüm acziyetimize rağmen, bu mânânın ifadesi çerçevesinde kalma çabamız dağları gözlerimizde küçültüyor. Buna inanın ve aynı ruh hâlini yaşamanız için bir mani kalmadığını kavrayın.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Bu hız’ı idrak edenler ve ayak uyduranlar ufuklara bakıp gülümseyebilirler… Anlamayanlar, küçük hesapların kazandırdığı(!) oyuncaklarıyla oynamaya devam etsinler… “Bir âlem ki gökler boru içinde/ Üstüste sorular soru içinde”[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Üst üste ve iç içe soruların girdabında kaybolmamamız için siz Furkan okuyucularına acizane tavsiyemiz şudur: DERTLERİ BİR’E İNDİRİN. Yâni tek derdimiz Allah Celle Celâlühü olsun. O’na inanmanın, O’nun ifadesiyle “İNANDIK DEMEKLE KURTULACAĞINIZI MI ZANNEDİYORSUNUZ” hikmeti çerçevesinde olması gerektiğini anlayamazsak vay halimize. Sevgili Furkan okurları, 32. Sayımız için de bir şeyler söylemek ihtiyacı duyuyoruz. Sapık itikatların kolbaşlarından olduğu şüphe götürmeyen Efgâni’nin şahsında, sapık meshepsizleri masaya yatırdığımız bu sayımıza tahminimizden öte tepkiler aldık.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Tebrik edenler, kızanlar ve hatta seslerini duyamayacağımız kadar cılız seslerle ‘tehdit’e yeltenenler… Anlaşıldı ki, bu sapıklarla ciddi olarak ilgilenmek gerekiyor… Ümmetin imanına musallat bu haşereler bir şekilde bertaraf edilmeli. Zira ümmetin içine düşürüldüğü bu felâketli ortamdan istifade ile yol almaya çalışan bu çakal sürüleri, arkalarına aldıkları belirsiz sermayelerle, itikat sapkınlığı yolunda yürümeye devam etmek niyetindeler.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Ehl-i Sünnet ulemasına “Tuvalet Bezi” diyebilen, Allah Resûlü’nün vahiy katipliğini yapmış Büyük Sahabî Hazret-i Muaviye Radıyallahu Anh ile dalga geçen alçaklar tabiî olarak kalemimizin hedefidir. Peşlerini bırakmayacağız.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Sapık Humeyni’nin kadınlarla ilgili sapık fetvası(!)nı ümmete yutturmaya çalışan ZENNE’ler, yakın bir gelecekte Sahabe-i Kirâm’a dil uzatmanın ne mânâya geldiğini elbette anlayacaklar… Cehennem ne için var?..[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Hülâsa…[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Bu süratli giden hâdisatın içinbe kaybolmayanlar, hayatın hakikatine dair ‘şuur’un peşine düşenler, hızla büyüyüp ordulaşmalıdırlar. Biz Yeni Furkan kadrosu olarak, mektep ifadesinde bu ordulaşma aksiyonuna çark olma niyetindeyiz. Ve, siz Furkan okuyucularından bu çarkın daha elverişli ve daha hızlı dönmesi için, bizleri dualarınızla gönülden desteklemenizi arzu ediyoruz… Bu kervan durmaz.[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Devam inşallah!..[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]İÇİNDEKİLER[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]KURTULUŞ YOLU[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Salih Mirzabeyoğlu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]NECİP FAZIL MİRZABEYOĞLU[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Saadeddin Ustaosmanoğlu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]ÜSTAD’I ANMAK[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]-Kuşlar ve Yılanlar-[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Selim Gürselgil[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]BÜYÜK DOĞU VE İBDA “MİMARLARI” ÇERÇEVESİNDE[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Hayreddin Soykan[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]NECİP FAZIL’I DOĞRU OKUMAK[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Osman Akyıldız[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]Röportaj[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Muzaffer Doğan[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]“Üstad’ı En İyi Anlayan Salih Mirzabeyoğlu’dur!”[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]NECİP FAZIL MİRZABEYOĞLU’NUN HAYATI[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Hazırlayan: Ümit Elönü[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]İZAHLI ÇIFIT AHLÂKI[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Mustafa Saka[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]“ÖKÜZLERİN KUYRUĞUNA ASILANLAR MAĞLUB OLUR” [/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Mahmud Ustaosmanoğlu Kuddise Sırrıhu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]ŞERİAT’I HAKİKAT MÂNÂSINDA YAŞAMAK[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Şehid Hızır Ali Muradoğlu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]TERCİHİNİ YAP![/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Şehid Bayram Ali Öztürk[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde][/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]PAŞASININ MUHABİRİ[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Ali Tavşanlı[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]MÜFSİD M. İSLÂMOĞLU -II-[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Sedat Bulut[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]BÜYÜK MÜRŞİD-İ KÂMİL ŞEYH AHMED[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]ZIYÂÜDDÎN GÜMÜŞHÂNEVÎ[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Ahyed Hâlidî Selîmhânoğlu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]Amerika’dan Furkan Mektubları[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]HAZRETİ İSA VE “GÜZEL KOKU”[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Y. Rıchardson[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]İSMET ÖZEL SÖYLEDİKLERİNİ ANLIYOR MU?[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Enes Mollaoğlu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]SAHÂBİ VE SÜNNET ANLAYIŞI[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Bahaddin Ustaosmanoğlu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]Röportaj[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]MAHBUB’L AŞIKÎN YAZARI HANDAN ÖZDUYGU[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]“RESÛL AŞKI OLMADAN ALLAH[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]AŞKINDAN SÖZEDİLEMEZ!”[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]SAVAŞ ZAMANLARININ TESBİHATI!..[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Handan Özduygu[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]MANAS DESTANI VE KIRGIZLAR[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Prof. Dr. Mustafa Erdem[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]DERSİ HAYATTAN ALMAK[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]İpek Fırat[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]OBAMA-NAPOLYON-SÖMÜRÜ[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Orhan Akdemir[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]Röportaj-İktibas[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]TALİBAN’IN GÜNEY VEZİRİSTAN EMİRİ MOLLA NEZİR AHMED[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]“KILIÇLARIMIZI K I N I N D A N ÇIKARMAKTAN BAŞKA ÇÖZÜM YOK!”[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Çeviren: Şule Koman[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]HAÇLI GÖZÜNÜ SUDAN’A DİKTİ[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Dr. Eymen el-Zevâhiri[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Çeviren: Şule Koman[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]Çizimler[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]“PENCERE…”[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Mehmet Fırat[/FONT]

[FONT=arial black,avant garde]KOCA ÇINAR[/FONT]
[FONT=arial black,avant garde]Rukiye Şenel[/FONT]
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Dua

bıçak soksan gölgeme
sıcacık kanım damlar
girde bir bak ülkeme
başsız başsız adamlar


ağlayın su yükselsin
belki kurtulur gemi
anne seccaden gelsin
bize dua et emi
... NFK...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yaşayan Necip Fazıl, Yürüyen Büyük Doğu
serkanbilge.jpg
Şair, ehl-i hâl… Şair, çağının mesulü ve şahididir! Şair, zamanın nabzını tutan ve cemiyetin ruhi trafiği ortasında geliş-gidiş yönlerini kestiren ve gerekirse bu trafiği yeniden tanzim eden ulvi mütefekkirdir. Açıkça belirtmekte fayda var; mütefekkirden kasıt, kitap ve mücerret fikir denizinde boğulmuş bir allâme veya nazariyeci değil, en haysiyetli tecrit ile en katı teşhisi birleştirmeyi başarabilmiş bir ameliyeci, bir aksiyon sanatçısı ve ustasıdır.
Doğumunun 105. vefatının 26. yılında Üstad Necip Fazıl’ın “şair” kimliğinin tanımı ve takdimi bizce budur. Bunun dışında bir mütefekkir asla teşrih masasına yatırılıp bölünemez. “Şöyle şair, böyle romancı, şöyle hikâyeci…” gibi tanımlamalar, parça bütünün habercisidir hikmetince, ‘büyük mütefekkir’den birer parça taşısa da unutulmamalıdır ki bir bütün onu meydana getiren parçalardan çok daha fazla bir şeydir. “O’ndan” olmasıyla, “O” olması arasındaki namütenahi keyfiyet farkı…
Nasıl ki surat tanımakla, adam tanımak birbirinden farklı şeylerse; bir mütefekkiri anmaya çalışmakla, anlamaya çalışmak da birbirinden farklı şeyler. Geçtiğimiz yıllarda ‘V For Vandetta’ diye bir film izlemiştim. Oradaki ana karakter, “İnsanlar ölür ama fikirler ölmez.” diyor ve ekliyordu, “Hatta aradan dört yüz yıl geçse bile yeniden doğabilir.” İnsanlar ölüp, fikirler yaşamaya devam ediyorsa, gelin cansız bedenlerin başında bekleyip “ah, vah” eden cenaze evi müdavimlerini terk edelim, anmayalım! Metropollerde -mimari hokkabazlık numunesi- plaza yüksekliği seviyesinde hapsedilmiş maddi ve mânevi göz hududumuzu, zırvalıklardan arındırarak, Himalayalar üzerindeki Everest zirvesine denk, canlı bir mânâ abidesine dikelim! Buyurun!.. Anmaya değil, anlamaya ve yaşamaya!..

Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’ın 15. Asır Hitabesi:
Muazzez iman gençliği!
Bugüne kadar çok laf ettik! Kelam, ilahi nimet… Ama her ilahi nimet gibi bir de ters tarafı var… Ya gökleri ikiye şakkeder, yahut bir sineğin kanadını bile kıpırdatamaz. Ve işte o zaman, seviyesi laf olur. Elverir ki muhatabında gereken elektrik nâkiliyetini bulsun…
Benim bir tabirim var: “Artık söz yalama oldu!”… Aşınmış yivler üzerinde somunun olduğu yerde dönmesi, hiçbir noktaya varamadan sonsuzluk boyunca yerinde sayması… Bu hâl, fikir, söz ve hareket arası muhteşem elektrik seyyalesinin, memleketimizde elektrik şebekelerine eş, her an kesikliğini, kopukluğunu, kısırlığını ilan eden en tehlikeli akıbet… Kanıksama hâli… Hem fert ve hem cemiyet hesabına, böyle! Gafilin ibadeti, memurun rehaveti, cahilin inadı, ahmağın rahatı gibi, her an akamete uğratan feci bir alışkanlık, kabuk tutma, kendisini koyuverme hâli…
Allah’ın mahlûklarına kurduğu bir tuzaktır bu… İmtihan tuzağı… Bu tuzağa düşmemenin şuurunu, ruhumuzda, ateşten şekillerle billurlaştırmadıkça ne yapsak, ne etsek, ne desek boş!..
Bu dikkat ve şuur, aşkla billurlaşır. Ve aşk yarasının kabuğunu her an deşmek ve sızısını her an çekmekle gelişir.

Ben Yunus’u biçareyim,
Baştan ayağa yareyim;
Gel gör beni aşk neyledi?

Buraya kadar söylediklerim, esas derecesinde kıymetli usul icabı. Bu hayati metot ölçüsünden sonra askeri bir kumandan üslubuyla “doldur ve kapa!” biçiminde ve en sert ve katı realite teması içinde, esasa geçebiliriz.
Evet, “doldur ve kapa!”… Kulağını, içindeki ve dışındaki göklere verip de bu sesi duymayana gerçek Müslüman denilemez.
İslami 1396 yılının bu nazik gününde, Türk yurduna ve İslam âlemine avaz avaz haykırıyoruz ki artık silahımızı doldurup mekanizmasını kapamanın, daha doğrusu namluda uyuyan kurşuna hedef aramanın ve her an tetikte bulunmanın zamanı gelmiştir.
Bu silah mânevidir ve en büyük aksiyonun eşiğinde maddeyle iç içedir. Ve artık ulvi ‘mücerret’ten ‘müşahhas’a dönmenin, kıyılarda ve köşelerde aciz dert yanmaktan büyük ‘ameliye’ye geçmenin ve agoraya çıkmanın hem zamanı gelmiş, hem de mekânı heykelleşmiştir.
Resûllullah’ın Veda Haccı’nda, kızıl tüylü bir devenin üstünde, akşam güneşi ufka yaslanıp mercan rengi gözyaşlarını dökerken, yüz bin sahabeye karşı söyledikleri bir söz var… Bir İngiliz tarihçisinin “İnsan kelamı hiçbir devirde bu yüksekliğe varamadı.” dediği bir söz… Şu söz: “İşte zaman, devrini yapa yapa, çıktığı noktaya ulaştı!”
Gerçekten kelam bu noktaya çıkamaz. Bu noktada erir, ışık olur, ahenk olur. Bu sözde, kâinatın, işte o gün, yaratılış gayesine vardığı, bu gayenin de İslam ve Son Peygamber olduğu hikmeti pırıldıyor.
Ve işte, esas noktası, muazzez İman Gençliği, şu nokta: İslam takviminin 15. asrına 4, 21. asra da 24 yıl kala, bugün zaman, ana gaye etrafında 1396 sene her türlü helezonlarla devrini yapa yapa, insanlığın maddede en marifetli, ruhtaysa en hafakanlı demine, kurtarıcı bekleyen ikinci gaye noktasına, sana kadar geldi!
Fıkırdayan bir zift denizinde gövdeleri ve kafaları kayıp, kolları göğe doğru imdat isteyici insanlık ne bulursa İslam’ın 15. asrında bulacak ve bulduğu Anadolu kaynaklı olacaktır.
Kaynak tek ve mutlak… O… Kâinatın Efendisi… O’nun mukaddes emanetini asırlarca koruduktan, zaman ve mekânın zirvesine çıkardıktan sonra iki felaketli devre halinde önce hikmetsiz yobaz ve peşinden kâfir elinde pörsütülmüş ve çöplüğe atılmış gören Türk, şimdi onu, bütün saffet ve hakikatiyle ihya etmek ve bu muazzam hamlenin yeni kaynağı olmak memuriyeti ve mesuliyeti altında bulunuyor. Evvela kendisine, sonra İslam âlemine, en sonra da insanlığa sunulacak kurtuluş iksiri…
Petrolden evvel, sondaj burgusunu beyin beyin ve yürek yürek daldırıp bu iksiri bulmak… Burada bozulup bütün İslam âleminde bozulanı, burada düzeltip bütün İslam âleminde de düzeltmek… Ve sonra, Allah’ın Türk’e bahşettiği tarihi kader tecellisindeki imtiyazla, tek noksanı olmayan bir tamamlık içinde Batı’nın karşısına çıkmak ve ona yaşanmaya değer hayatın örneğini vermek…
Anadolu, şu perişan haline rağmen bu kadar büyük bir teklif altındadır ve “Ya ol, ya öl!” çizgisinin orta yerinde, şimdi, ölüm güdücülerinden sonra hayat güdücülerini beklemektedir.
Türk’ten daha halli olmayan bazı İslam ülkelerince Türk’e atfedilen İslam’ı yitirmiş olma görüşü, üst yapıdaki yapıştırma şekillere göre tam doğru, alt yapıdaki ve temeldeki mânâlara göre de gerçeğe yüzde yüz zıttır.
Mübarek kubbemizi, tersine çevrilen bir limon kabuğu gibi çukurlaştırıp sarhoşların kusmuk hokkası haline getirenlere karşı, alt ve temel yapı, yepyeni fakat İslam ölçülerinden zerre feda etmez bir anlayış emrinde en tepeye oturtmayı bilecek ve intikamını Allah’ın “Müntâkim” ismine ısmarlayacaktır. Duamız şudur: “Ya Müntâkim! Bizi intikamına memur et!”
Günümüzde, düşe düşe bitpazarındaki çocuk lâzımlığı seviyesine kadar alçalan ‘inkılâp’ vakasının ne demek ve nasıl bir şey olduğu da o zaman anlaşılacaktır.
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta…

İslam’da her asrın bir yenileyicisi olduğuna göre 15. asır yenileyicisine çevre teşkil etmek şerefi tam kırk yıldır, suyu kan ve tuzu gözyaşından ibaret olarak teknemizde hamurlaşmasına çalıştığımız ve şimdi, şükürler olsun, sayısının milyonları aştığını gördüğümüz yeni nesle, Türk ruh kökünün davacısı nesle, senin nesline, sana düşüyor!
Mazi, hâl ve istikbal hükmünü sen getireceksin!
Tarihinden sahtelerle gerçekleri ayıklamayı, bazı ölüler üzerindeki kubbeleri yıkıp bazıları üstüne altından kubbeler çekmeyi sen başaracaksın!
Bu zamana kadar kavanozun camını yalayarak reçelini yediklerine inandıkları Batı marifetini, çilesini çekmek şartıyla nefsine mal etme hünerine sen ereceksin!
Ruhi tahakküm buyruğundan sıyrılınca, insanoğlunu burnundan yakalayan ve halkalayan ve kendisini putlaştıran makinenin burnuna “Hâkimiyet ruhundur ve makine köledir.” halkasını sen geçireceksin!
İslam’a “çağdışı” diyen tarih öncesi hayvanların çağdışı diye anılacağı çağı sen açacaksın!
Allah ve Resûlu’ne yanaşır gibi olup da şeriatı reddetmeye kalkışanların “güneşe evet ama ışığına hayır!” derecesinde bir abes temsil edici tımarhanelikler veya fikir yankesicileri olduğunu sen ispat edeceksin!
İnsanın bu dünya ve ötesine ait hesabını vermeyen herhangi bir rejimin, kubur farelerine gıda hazırlamaktan başka bir iş yapmadıklarını sen yaftalayacaksın!
Hâsılı, İslam’ı topyekûn genişliğine madde ve derinliğine ruh planında sen temsil edecek, sevdirecek, sindirecek, yayacak, döşeyecek, cihazlandıracak, nakışlandıracak ve dipsiz fezayı ören bunca yol arasında sen tekleştireceksin!
Sen!.. Sen!.. Sen!.. 15. İslam asrının eşiğinde bütün insanlığa karşı İslam’ı ve Türk’ü sen örnekleştirecek ve Resûlullah’ın mukaddes emanetini sen baş tacı edeceksin!
Ve işte yeri:

Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya...
 

ahde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Mar 2009
Mesajlar
590
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
allah (cc) razı olsun kardeşim
Üstadı idaallerine yakışır bi şekilde andığınız için
sizinde belirttiğiniz gibi amacımız anmaktan öte anlamak

NETİCE BİZİMDİR!

Dostlar, sormayın bize, bedbin miyiz diye! Bize sormayın, muvaffakiyet yolunda, büyük veya küçük, bir ümide yer var mı diye! Bu son derece ince ve girift bir nüktedir dostlar! Birazcık inhiraflı bir anlayış ve anlatış, bu son derece ince ve girift bir nükteyi harcıyabilir.

Dostlar! Kâinatı şöyle tasarlayın: İç içe dairelerden ibaret sonsuz bir zemin... Biz işte, bedbinlikten ve ümitsizlikten başlayıp daireler inkişaf ettikçe nikbinlik ve ümidin bizzat yatağına doğru yol alan insanlarız. Arada kaç daire boşa çıkarsa çıksın, bir sonraki, o da olmazsa ondan sonraki, daha sonraki, daha sonraki, daha sonraki ve nihayet en sonraki, dairede aradığımızı mutlaka bulacağız! Hale bakın ki, topyekün bütün ümit ve nikbinliğin kaybolduğu, en dar, en küçük, en havasız, en ışıksız dairenin içinde, temsil ettiğimiz mukaddes dâvanın ilerilere doğru nasıl olsa galip geleceğini mutlak ilimle bilenlerdeniz biz! Buna rağmen bu ilmin gönlümüzde yatan sarsılmaz imanı müstesna, müşahhas eserler ve tesirler plânında her şey, bizi ümitsizlikler ve bedbinliklerin, efsane çapında, en müthişleriyle çevrelemiştir. Yani biz, tedbirler âlemine göre bedbinlik ve ümitsizliğin son haddini çerçeveleyici şartlar içinde, takdirler âlemine göre nasıl olsa kurtulacağımızı bilmekten başka hiçbir imkân sahibi olmayan ve böylece dasitanı sabırlar, tahammüller, sırlar ve bilmecelerle sarılmış bulunan eşi ve menendi görülmemiş örnekleriz! Bundan, Allahın sırtımıza yüklediği bu soylu ağırlıktan da, hamdetmekten başka ne düşebilir bize?

Evet dostlar; eğer ümit ve nikbinlik hissi, yalnız tedbirler âleminin şartlarından müstakil olarak gelen bir vakıa olsaydı, bizim, ümit ve nikbinliğimizi, bugün değil, üç batın evvelki büyük babamızla tam yüz yıl evvel kaybetmemiz lâzımdı. Bu âleme ve bu âlemin müşahhas perde üzerindeki tezahür cümbüşlerine göre hiçbir ümit ve nikbinlik hissine yer kalmamıştır! Fakat, aman, aman!... Sakın bizi ümitsiz ve bedbin sanmayınız! Biz, aynı müşahhas perde üzerindeki cümbüşlerin, ânbeân, ilâhî bir emirle, Galata Köprüsü üzerindeki otomobiller gibi tıkanıp kalacağını bildiğimiz kadar, neticenin, büyük neticenin mutlaka bizim olduğunu biliyoruz.

Netice... Bu kelimeye dikkat buyurun!... Netice bizimdir! Ve onlar ki, netice kendilerinindir, hiç ümitsiz ve bedbin olabilirler mi? Yarış yerine çıkarılmak üzere atlar gibi, ağızlarında gem ve burunlarında kıvılcım, netice ufkumuzda şaha kalkacağı âna doğru gökleri eşeleyen henüz doğmamış güneşlerin heyecanını, yuvalarında, şimdiden görüyoruz sanki... Bizi bugün anlamasa, yarın anlayacak; cemad, nebat ve hayvan anlayacak; o da olmadı mı, Son Gün, Hesap Günü, Mizan Günü her şey bizim olacaktır.

Netice bizimdir dostlar! İç içe daireler halinde en küçüğünden en büyüğüne kadar bizim! Bu sırrı bilen insanlar gibi dayanalım! Netice bizimdir!

2 Aralık 1949
nfk

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bizi bugün anlamasa, yarın anlayacak; cemad, nebat ve hayvan anlayacak; o da olmadı mı, Son Gün, Hesap Günü, Mizan Günü her şey bizim olacaktır.

Netice bizimdir dostlar! İç içe daireler halinde en küçüğünden en büyüğüne kadar bizim! Bu sırrı bilen insanlar gibi dayanalım! Netice bizimdir!

2 Aralık 1949
nfk

__________________

Allahcc yar ve yardımcınız olsun gönüldaş...
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

BESMELE...SELAM...DUA...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İslam’a “çağdışı” diyen tarih öncesi hayvanların çağdışı diye anılacağı çağı sen açacaksın!


ALLAH ve Resûlu’ne yanaşır gibi olup da şeriatı reddetmeye kalkışanların “güneşe evet ama ışığına hayır!” derecesinde bir abes temsil edici tımarhanelikler veya fikir yankesicileri olduğunu sen ispat edeceksin!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Aşk Ahlâkı, Tesir Aşkı ve ‘Yetiştiricileri Yetiştirme’
Hayreddin Soykan
Aşk Ahlâkı, Tesir Aşkı ve ‘Yetiştiricileri Yetiştirme’
Birlikte var olmanın, var kalmanın ve var etmenin yolu; birbirimizi “ölmeyen” ve “öldürmeyen” bir hürriyet aşkına teşvik ve “sonsuz”a rabtolmuş bu yolun zevki kadar, sorumluluklarını ve zorunluluklarını da telkindir. Eski İngiliz Başbakanı Thatcher’in bir zamanlar meâlen söylediği gibi:
“Güzel sözler söylemeyi başkasına bırakıyor, ben iş yapmayı üzerime alıyorum”…
İş yapmak deyince, hemen bunaltıcı ve duygusuz bir “vazife”yi idealize etmediğimizi şu âna kadar yazdıklarımızda vurgulamaya çalıştık. O, kendini ve çevresini kula bahşedildiği ölçüde “var etme” zorunluluk ve sorumluluğunu, hürriyet zevki ve aşk ahlâkıyla kalbinin en muhkem köşesinde duymak; bir sanatçının “eser”ine eğildiğinde hissedebileceği en derin “estetik zevk”le bu “ahlâkî sorumluluk” duygusunu buluşturarak, insanlığın insanca “varolması” idealine bir “iş ihtirası”yla katılmak; ve bunu, ne bir fâniden korktuğu, ne fâni bir çıkar umduğu, ne de fâni gururunu alkışlatmak istediği için yapmaktır. Hür şahsiyetler medeniyetini kurmak; ailesinden başlayarak, sınıfını, toplumunu ve insanlığı bu muazzam, bu mukaddes “sanat eseri”nin tuvali görebilmek; insanları “obje-şey” görmeden, haklarını “zâyi” etmeden!.. Bir yandan kendini yetiştirirken, diğer yandan insanları yetiştirme ve “yetiştiricileri yetiştirme” sanatı. Sanatların ve eserlerin en büyüğü!..
Bir anne-babanın “en güzel eseri”, “çocuk” değil midir? Böyle diyor Mütefekkir!.. Kendisi de bir “çocuk” olan insanın en güzel eseri, farklı müesseseler ve katmanlar boyunca yine yetiştirdiği diğer “çocuk”lardır, insanlık tuvaline vurduğu rengârenk sonsuzluk fırçasıdır. Hayata, kendimizi ve çevremizi resmetmeye geliyoruz, vereceğimiz “estetik biçim”e direnen fâni tortuları, maddenin ve görüntü varlıkların “direniş”ini bir heykeltraş gibi yontmaya geliyoruz.
Sanat Tarihi’nden çarpıcı ve murâdımıza denk düşen bir tablo:
Büyük İtalyan ressam ve heykeltraşı Mikelanj, ruhundan ruh, canından can verme ihtirasıyla, kan ter ve sancılar içinde, günler ve haftalar boyu çalışıp nihayet bitirir meşhur “Mois-Musa” heykelini. Kendisine bakan heykelin gözlerine diker gözlerini ve bir rivayete göre, çekicini heykelin dizine vurarak hırsla haykırır: “Ne duruyorsun, haydi yürüsene!”. Diğer rivayete göreyse, şöyle bağırır: “Ne susuyorsun, konuşsana!”…
Fakat, ruh ve can taşıyan insan, ruhsuz, şuursuz ve aksiyonsuz bir kütle değildir. O, inanır, duyar, düşünür, “konuşur”, “yürür”, davranır, idealleri için çarpışır ve dünyanın dörtbir köşesine, maddeye, harflere, notalara, renklere, herkese ve herşeye sonsuzluk bestesini nakşeder. Böylesi hür, böylesi mübdî, böylesi faal bir varlığın ruhunu nakışlandırmaksa, fâni sanatların tümünden de yüksek bir sanat değil midir? “Çocuk” yetiştirme, “insan” yetiştirme sanatı!.. Ailenin de, toplumun da, medeniyetin de, tarihin de, sonsuzluğa perçinli tek bir sanat hedefi var o hâlde: O İDEAL ÇOCUĞU DOĞURMAK ve VAR ETMEK!.. Kendinde ve neslinde!..
İBDA idealinin gözettiği öncelikli prensibi hatırlatmanın tam yeri: “Yetiştiricileri yetiştirme ve yetiştiricilerin yetişmesi”…
Bu prensip önünde, “insan” olma sorumluluğu duyan herkese bir borç düşüyor, önce şu soruyu cevablama borcu: İnsan olarak varolma ve bu uğurda kendimi yetiştirme gereği duyuyor muyum; bu gayeyle en son “kime başvurdum”, en son “neyi okudum”?.. Belki birkaç cümlelik bir cevab bulduk bu soruya; ya şuna: Kendim ve kendi gururum için mi yaşıyorum, herkesle birlikte o sonsuzluğu ruhuma doldurmak mı istiyorum; bu yolda en son kimi yetiştirmeye davrandım, idealimi başka insanlarla paylaşmak için en son hangi adımı attım?.. Son soru, çoğumuzun, eğer kendimize yalan söylemiyorsak ve hâlâ gururumuza mazeret tedârikine davranmıyorsak, pek cılız cevablar bulabildiğimiz sorudur. Egoizmini aşabilen, egosantrizme takılır çoğu; burasını da aşabilen “nâdide” insanlar, “aşk ahlâkı”nın kahramanları kimlerse, ruhumuzu en ziyâde nakışlandırmaya ve insanların idâresini üzerine almaya da ehil olanlar onlardır! Kendisi için yaşamayan, sonsuzluk nakkaşları!..
İnsanımız adına, tarihe lânetlenerek geçmemize sebeb olabilecek ne büyük utançtır ki; insanımızı ve insanlığı “yeniden” ve “birlikte” var etmenin en büyük ve en çilekeş sanatçısı-savaşçısı, yeniden “can” vermek istediği kitlelerin hissiz ve sorumsuz bakışları altında, üç-beş kemik peşinde yokoluşa sürüklenen ve “mide gurultusundan daha aziz” bir değer tanımayacak derecede “düşürülmüş” halkının cansız ve “camdan” gözleri önünde çakallara parçalatılmak, hiçbir hukukî kıstas umursanmaksızın ipe çekilmek istenmektedir. Kelimeler sussun, vicdan konuşsun; ki bu vicdan, eğer son bir “hayat hamlesi”yle silkinmezsek, yarının tarihçilerinin lânetleyici vicdanı olacaktır. Biz sorumsuz ve duygusuzların değil!..
Evet; “aşk ahlâkı”, “yetiştiricileri yetiştirme ve yetiştiricilerin yetişmesi davası” ve “tesir etme aşkı”… Birlikte varolmanın “zorunlu” sacayağı… Mütefekkir’den dinleyelim gerisini; “Kültür Davamız” adlı eserinden:
«İnsana varlığını empoze eden her şey, “Mutlak Fikir” içinde izâhını bulur; yeter ki “İslâm’a muhatap anlayış”ın kavranmasıyla AŞK AHLÂKI hâlinde işin çetinliği yaşanabilsin. Varlık, hayat ve oluş kavramlarının genişliğince geniş meseleler, mevzuuna göre, dereceleri, belirişleri, değişimleri, davranışları ve gelişimleriyle, izâha kavuşturulur; yeter ki, sözkonusu anlayışla bunu becerebilecek liyâkate erilebilsin. Dikkat ediliyorsa, insan ve toplum meselelerini izâha kavuşturabilmenin bu anlayışla mümkün olabileceğini belirtme davası üzerindeyiz; yoksa Büyük Doğu, eşya ve hadiselerin her ân yeniliği içinde karşımıza çıkabilecek meselelerin çözüm şablonu değildir.
Her şeyden önce kabul etmek gerekir ki, dava önce YETİŞTİRİCİLERİ YETİŞTİRME VE YETİŞTİRİCİLERİN YETİŞMESİ davası olduğuna göre, ruhun derinliklerinden kaynaklanan estetik bir zevk hâlinde disipline girmedikçe, ne yetişmek ve ne de yetiştirmekten bahsedemeyiz… Hem teoride ve hem de pratikteki verilerle yanlışlığı ve uygulanamaz oluşu ortaya çıkmış olan Marksizmin yaygınlaşma sebeplerinden biri de, bu yolla öğretilebiliyor olmasındandır; hakikatiyle kof, teferruatçılığıyla avlayıcı… Uygulanmıyor, çünkü uygulanamıyor; ama öğretilebiliyor, bunun metoduna ermişler. Oysa biz, uzun seneler boyunca öğrenme ve öğretmenin ne olduğunu bile tartışmamışız, tartışmayı öğrenmemişiz. “İç”e doğru sonsuz “tek” ve “dış”a doğru sonsuz “çok”a açılı bir sisteme mensup oluşumuzun idrakıyla, derinleştikçe genişliğine ve genişledikçe derinliğine yol alarak, teferruatçılığın gereğini yerine getirelim. “Hiçbir şey yoktur ki, ilmi cehlinden iyi olmasın” şiarından pay almaya bakalım… Bu bakımdan kendimizi başlangıç sayabiliriz.» (Vurgular bize ait.)
Mütefekkir’in, yukarıdaki hikmet, işaret ve ihtarlarından önce sözünü ettiği ve yazımızda-denememizde de sık sık geçen “aşk ahlâkı” tâbiri, bizi yıllardır elimizin altında bulunan ama bir fırsatını bulup da okuyamadığımız bir kitaba başvurmaya sevketti: Hilmi Ziya Ülken’in “Aşk Ahlâkı” adlı eserine. İlk cümlelerimizden itibaren sık sık yararlandığımız bu kitab vesilesiyle belki daha pek çok şey söylenebilir. Bunu şimdilik ertelemek durumunda olsak da, her baktığımız yerde İBDA fikriyatının daha bir ihtişamla delillendirildiğini görme zevkini yaşamak; bugüne kadar gereğince okuyamadığımız için farkedemediğimiz, Külliyat’da mündemic kudret potansiyelini böyle küçük açılışlar hâlinde de olsa izleyebilmek, tarifi güç bir haz veriyor bize; hiç olmazsa bunu paylaşabiliriz sizinle.
Şu yüzden söyleme gereği hissettik ki; Külliyat, insanlığın yeniden ihyâ ve inşâı idealine gönül veren herkes için kâinatın bir “topoğrafya”sıdır, bir nevî haritasıdır. Kâşif, yolcu ve işçiye, hangi hazinenin, madenin, definenin nerede gömülü olduğunu gösteren; medeniyetimizin kuruluş ve inşâ mimarisini bazen kuşbakışı bazen en derin teferruatıyla çerçeveleyen, âlemi keşif ve semerelendirmek için nereye hangi yoldan ve hangi vasıtayla gidileceğini bildiren mütekâmil bir “yol” haritası; yani “seyirlik” değil…
Artık bize düşen, “harita” başında oyalanmak değil, haritayı elimize alıp, hangi hazineyi çıkaracaksak ve nerede hangi binayı kuracaksak, uygun âlet ve edevâtı sırtlanıp yola çıkmaktır. Hiçbir ilme önceden belli bir “metod” empoze edilemeyeceğine göre ve her ilim bir “metodlar kompleksi-çeşitliliği”yle çalıştığına göre, “sahamızda-branşımızda” karşımıza çıkabilecek ve “sahaya çıkmazdan önce” tam olarak kestirilemeyecek muhtevâyı (kestirilebilse zaten “keşfetmek”, “ibdâ ve inşâ etmek” mevzubahis olmazdı!), yeni ihtiyaç veya problemleri çözümleyip işleyebilici bir ideolojik-teknik formasyon zaruridir.
Kısacası, Külliyat bize “dışa açılma”yı vazife kılmaktadır. Fakat her açılışta da, bütünle irtibatı kaybetmemeyi ve bataklıklara saplanmamak için, “harita” merkezinde “içte toplanma”yı şart kılarak!.. Ve “dayanışmalı fikir oluşumu” prensibiyle, her türlü keyfî, egoist, egosantrik, anarşist temâyülleri disipline ederek ve birbirini yetiştirmeyi, bu arada çevreye “tesir aşkı”nı da kaybetmemeyi “şiar” kılarak!.. Bu bünye disiplini tuttuktan sonradır ki, İBDA’dan fışkıran dallar ve çiçekler hâlinde farklı fikir-sanat-aksiyon “ekol-okul” ve tarzları neşvünemâ bulur; “Başyücelik Akademyası”nın kahramanları vücûd bulur! Önce insanımızın, sonra halka halka insanlığın “genel fikir çerçevesine Büyük Doğu’yu oturtma” dâvâsı, uygun kalkış ve toplanış merkez ve manivelâsına kavuşur; dileğimiz olmaktan önce, hiç olmazsa ilk adımı atmakla başlayarak, sorumluluğumuz budur.
Evet, son sözü, “Aşk Ahlâkı” adlı eserindeki “tesir etme aşkı” bahsi vesilesiyle Hilmi Ziya Ülken’e bırakalım:
“Tesir etme sevgisi, ruhun kendi dışında tamamlamak için yaptığı olgun (yetkin) hâlde bir gayrettir. Tesir aşkı inanışla vakalar arasında köprüdür; ruhla âlem arasında birliğe ulaşmak için yapılan en yüksek hamledir. İnsanın kendini aşması ve insanlara tesir etmesi için enginlere açılmasıdır. Ruhu zekâ kalesine kapanıp kalmadan, gurura ve bencilliğe kul olup yalnızlığa çekilmeden, inanışı bir his garabeti gibi zindanda bırakmakdan kurtarmaktır. Tesir sevgisi, telkinin İsrâfil sûru gibi esen yeliyle ruhları birlik haline koymaktır. Bir dâva uğrunda birleşenlerden kahramanlar, gönülsüz feragat adamları çıkarmaktır. İnanışı hareket hâlinde, fiil hâlinde zindanından, zincirlerinden kurtararak âlemle birleştirmektir.
Ruh, tesir etme sevgisi ile kendini toplumla tamamlar ve kişilik olur. Zincirlerini kırarak yeryüzüne ateşi indiren Prometheus olur. Tasavvuru fiil hâline getiren hürriyet olur. Tesir etme aşkı, parçayı bütünle, ferdi cemiyetle, insanı insanlıkla birleştiren en yüce fiil olur.
İnsanın kişi olması, ruhun hürlüğünü kazanması için hakikat ihtirası, iş ihtirası yetmez. Hakikat için yola çıkan fakat yolun mihnetine katlanmasını bilmiyen, işinin, cemiyetin kölesidir. Hakikat iksirini arayan, yolun cefasına katlanan, fakat tesir aşkının inancını yaymak şevkinden mahrum olan da henüz hürriyete kavuşamamıştır. Çünkü onun ruhu ya yalnız tasavvur hâlindedir, inanış hâlindedir. Ya yalnız hareket, fiil, irade hâlindedir. Tesir aşkına sahip olmak, ihtirasın kanatlanması demektir; güçsüz tasavvurun fiille güç kazanması, yoksul fiilin tasavvurla zengin olması demektir. Tesir aşkı varlığın birliğine doğru yol almaktır. Ruhun hürriyetinde ilk büyük merhaleyi aşmaktır.”
Hayata sonsuzluk aşkını yaymaya değil de, ölmeye ve öldürmeye gelmiş “yaşayan ölü”lere yuh olsun!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ALLAH ve Resûlu’ne yanaşır gibi olup da şeriatı reddetmeye kalkışanların “güneşe evet ama ışığına hayır!” derecesinde bir abes temsil edici tımarhanelikler veya fikir yankesicileri olduğunu sen ispat edeceksin!


İnsanın bu dünya ve ötesine ait hesabını vermeyen herhangi bir rejimin, kubur farelerine gıda hazırlamaktan başka bir iş yapmadıklarını sen yaftalayacaksın!


Hâsılı, İslam’ı topyekûn genişliğine madde ve derinliğine ruh planında sen temsil edecek, sevdirecek, sindirecek, yayacak, döşeyecek, cihazlandıracak, nakışlandıracak ve dipsiz fezayı ören bunca yol arasında sen tekleştireceksin!


Sen!.. Sen!.. Sen!.. 15. İslam asrının eşiğinde bütün insanlığa karşı İslam’ı ve Türk’ü sen örnekleştirecek ve Resûlullah’ın mukaddes emanetini sen baş tacı edeceksin!


Ve işte yeri:
Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Dostlarım malüm! Düşmanımı tanımak istiyorum. Ben senin düşmanınım diyecek kadar namus aptalı kim var? Onu bulmak, ayaklarına kapanmak istiyorum. Dostluk, o bir maymuncuk, o bir hırsız anahtarı. Evimizin kapısını açıyor, ruhumuzun kapısını açıyor ne bulursa yakıp kül ediyor. Ne bulursa pazarda satıyor. Beni upuzun bir tabuta yatıracakları gün, arkamdan gelecek dostlarım değil, kefenimin hırsızlarıdır…”NFK
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ALTAY Siyasî Araştırmalar Merkezi Derneği’nin Düzenlediği”Necip Fazıl” Paneli....

panel1.jpg
Vefatının 26. Yılında Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in aziz Hatırasına düzenelenen “21. Yüzyılda Kimin Büyük Doğusu” konulu panelde, izleyicilerin konuşmacılarla karşılıklı diyaloğu damga vurdu. Yeni Şafak gazetesinden, sinema ve algı dünyası üzerine ihtiaslaşmış yazar Yusuf Kaplan, Biyografinet yyaınevi sahibi ve araştırmacı-yazar Mahmut Çetin, ALTAY Asya Masası Şefi ve Baran Dergisi yazarı Tuncay Aksoy’un konuşmacı olarak katıldıkları panelin yöneticisi ise Sayın K. Salih Mirzabeyoğlu ve Kumandan Carlos’un avukatlığını yapan Hasan Ölçer’di.
Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde, 24 Mayıs 2009 akşamı gerçekleştirilen bu panel, ALTAY Siyasî Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği ilk panel oldu. Panelin açılış konuşmasını gerçekleştiren Dernek Genel Sekreteri ve iş adamı Halil Kantarcı, derneğin kuruluş deklarasyonunu okuduktan sonra, Kırgızistan/ Türkistan merkezli TAZA Din hareketinin kendileirne gönderdiği ve dergimizn bu sayıısnda da okuyacağaınız bildiriyi okudu.
Geçen hafta yayınladığımız dernek deklarasyonu çerçevesinde, faaliyetine ilk olarak “21. Yüzyıl büyük Doğu İdeali’nin yeniden şuurlara zerkedilmesi” gayesiyle böyle bir paneli düzenledindiği ifade edildikten sonra, panelin yöneticisi Av. Hasan Ölçer, Üstad Necip Fazıl’ın nasıl anılması, hatırlanması gerektiğine dair, yne Üstad’ın sözlerinden bir pasaj okudu.Av. Ölçer, Üstad’ı “Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha adi pohpohlamalarla” değil, duyarak, düşünerek ve yaşayarak anıyoruz" dedi.
Daha sonra söz alan Yusuf Kaplan, önce gazetecilğie dair bugün zihnimize zerkedilen Batıcı manipülatif kavramları eleştirerek, Batı tarafından, bugün gazeteciliğin bir zihin yıkma ve yeni bir sanal zihin oluşturma gayesinin en büyük aracı haline getirildiğini ifade etti.
Yusuf Kaplan, Üstad necip Fazıl’ın, Fatih Sultan mehmed’le kıyasını yaptı ve 2. Bir Fatih olduğunu ifade etti. Kaplan, Necid Fazıl’ın Türkiye’den başlayarak, İslâm âlemi için yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturduğunu ve bu medeniyet tasavvurunu, ehl-i Sünnet anlayıı üzerine kurduğunu ifade etti. Osmanlı’nın, İslâm devletler ve medeniyet tarihinde en zirve noktaya ulamış bir vakıa olduğunu ifade eden Kaplan, İmam-Gazalî, İmam-ı Rabbani ve İbn-İ Haldun çizgisinde gelen Sünnî medeniyet anlayışının, Üstad Tarafından 20. Asırda bir bütün halinde yoğrularak, 21. Asır ve sonrası müslümanların zihnî altyapıısnın korunmasında büyük ve öncü bir rolü olduğunu ifade etti. Dünyanın ve de İslâm dünyasının çok büyük bir kriz içinde bulunduğunu ifade eden Kaplan, tıpkı bin yıl önce olduğu gibi, Üstad’ın da müslümanların büyük bir kriz içinde bulunduğu bir devrede yetiştiğini ve Üstad ve devrinin Sultan 2. Abdulhamid Han’ın yetiştirdiği bir nesil olduğunu, dolayısıyla Abdulhamid’in ne kadar büyük bir feraset sahibi olduğunu buradan da anlaşılabileceğini ifade etti. Kaplan, şunları söyledi: "Necip Fazıl, Türkiye'nin medeniyet krizinin nasıl aşılması gerektiğini hazırlayan öncü kuşağın başındaydı. Bu anlamda zihni düzlemde bir doğuşu gerçekleştirmiştir. Zaten krizin aşılması dönemlerinde en önemli rolü sanatçılar oynar. Tarih yapmış bir ülkede, tarihten firar etmeye zorlanıyordu insanlar. Necip Fazıl bir gün Türk insanının toparlanmasının dünyanın tarihinin akışını değiştireceğini düşünüyordu. Yok olma eşiğinde sürüklenilirken, düzlüğe ancak entelektüel olgu ile çıkılacağını savunmuştur."
Yusuf Kaplan’dan sonra söz alana Mahmut Çetin ise, Üstad’ın, sünni itikad ve amel üzerine bina ettiği taa Osmanlıdan gelen İslâm anlayışına yeni bir ruh üfleyerek, çağın nabzına zerkeetiğini ifâde etti. Çetin, Üstad, İslâm’ın ruhlaırmıza sinebilmesi için bir “vasıta sistem” hasretini yıllarca dile getirdi, dedi. Çetin, “Vasıta sistem olmaksızın, İslâm’ın hayata tatbik edilemeyeceğini, ve Muhammed Abduh- Cemaleddin Afganî çizgisinin İslâmcıları ve İslâm âlemini hem zihnen ve hem de fizîken darmaduman ettiğini” söyledi. Mahmut Çetin, Abduh- Afganî çizgisinde yetişmiş, Batıcı çizgideki İslâmcı aydının, İslâmın temel düsturu olan, “Devlet” kavramını bile inkâr noktasına geldiğini” ifâde etti.
panel2.jpg
Panelimize Baran Dergisi Yayın Kurulu üyesi Sayın Kâzım Albayrak, Sorumlu Yazıişleri Sayın Aydın Alkan, Furkan Dergisi Yayın Yönetmeni Sayın Saadettin Ustaosmanoğlu, Baran Dergisi ve Furkan Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Sayın Nazif Keskin, Bahçelievler Eski Belediye Başkanı Sayın Muzaffer Doğan ve İBDA Yayınevi Yetkilileri, Kıvam Hukuk Ofisi'nden Sayın Av. Necdet Budak Bey katıldılar.

Mahmut Çetin konuşmasında, Üstad Necip Fazıl'ın modernizm ile ilişkisine dikkat çekti: "Necip Fazıl'ın bahsettiği fikir çağına, İslam'ı sistem olarak kabul ederek hazırlanabiliriz. Fıkıh tasavvuf dengesi İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin büyük başarısı ve ikinci bin yıldan bu yana bize ışık tutuyor. İmam-ı Gazali geleneğini takip eden Necip Fazıl, bütün Batıcı birikimlerine rağmen, modernizmin zihnî tuzaklarına düşmedi."
Mahmut Çetin, Necip Fazıl- Salih Mirzabeyoğlu halkasının, çağı içine aldığı “vasıta sistem”e sahip, ve Büyük Doğu’ya inanmış vasıta sistemi bağlıları, mensubu oldukları fikir sistemini toplumumuza yeterince yansıtamamaktadırlar. Geçmişte “Akademya”, günümüzde “İlma” gibi dergiler ve ALTAY gibi dernekler, İnşaallah bu eksikliği giderecekler ve Büyük Doğu”yu toplumun nabzına taşıyacaklar, dedi. ALTAY, İlma, Akademya gibi oluşumların halka ulaşmakta büyük bir tesrinin olduğunu ve bunu kendisinin bizzat yaşayarak gördüğünü ifade etti.
Tuncay Aksoy ise şunları söyledi: “Bu hareketin mimarı hepimizin malumu olduğu üzere Necip Fazıl Kısakürek’tir .İşte bu noktada Kim’in Büyük Doğu’su sorusuna vereceğimiz tek cevap elbette ki Necip Fazılın Büyük Doğusu’dur olacaktır.
Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su da elbette ki İslami bir Dünya görüşüne nispetle meseleleri ele almamızı bizlere ihtar ediyor.
“Herşey Doğudan geldi;her şey! Yani Ruhumuz “diyerek belirttildiği gibi bizim de Ruh kökümüzün bağlı olduğu mekan doğu’dan başka bir alan değildir.
Doğu’nun ruh’u nedir? elbette ki İslam’dan başka bir şey değildir.
İdeolocya örgüsü ‘nde Asyacılık başlığı altında aynen şu ifadelere vurgu yapılmaktadır.”Büyük Doğu İsminin mekan ve saha delaleti sadece BÜYÜK ASYA’dır. Denilerek aslında bir bütün olarak mevzuuyu da Necip Fazıl’ın kendisi özetlemiştir. Büyük Asya olarak tanımladığımız Doğu medeniyetine ait olan yerler arasında sadece Asya’yı değil,Afrika kıtasını da dahil etmiştir. (bunu da yeri gelmişken belirtelim) Ve böylece Büyük Doğu coğrafyasının sınırlarını da yine tarihi bir şekilde kendisi tarafından belirlenmiştir.
Yine parantez içerisinde belirtelim ki bu alan dışında Büyük Doğu Mimarı karşı zıd -ve düşman saha olarakta Amerika ve Avrupa kıtalarını göstermektedir.
O halde, Büyük Doğu kimlerindir diye sorarsak;vereceğimiz cevap hem Türk’ün ,hem Kürd’ün hem Arab’ın hemde Acem’in Büyük Doğu’sudur cevabını vermemiz doğru bir hareket olacaktır.
Bize ait olan topraklar bütününe Büyük Doğu’ya karşı özellikle Amerika öncülüğünde girişilmiş bir taarruz var bugün .Bu Doğuya karşı girişilmiş savaştır, fakat Doğu’nun insanı için bu savaşın adı ,Büyük Doğu İstiklal Savaşıdır.
(...)Yeri gelmişken belirtelim ;
Bir Amerikan dergisinin ortaya çıkardığı skandal’dır da bu aynı zamanda .
Bakın ,11 eylülden sonra İslam dünyasına karşı girişilen savaşı Bush nasıl nitelemiştir. Aynen okumak istiyorum bunu size;
“Tanrıdan görev aldım.Afganistan ve Irak’a o yüzden savaş açtım.”bunu söyleyen Bush’a dönemin Savunma bakanı Rumsfeldin sunduğu birifing notlarında da Hristiyan Askerler ileri! ve İncil’den ayetler de sıralayarak üst rütbeli general ve politikacılara da bu yönde birifing verildiği ortaya çıktı!
panel3.jpg
Tabi bunu Bush savaş başlarken sizlerde hatırlarsınız bu bir haçlı savaşıdır diyerek açık etmiştir·
Bu savaş bir Din savaşıdır
Şimdi bu söylediklerimizden yola çıkarak bu savaşın niteliği hakkında sonuca varabilir miyiz ? Elbette ki varırız! Bu savaşın bir Haçlı savaşı olduğu ve yöneldiği mekanın ise İslam Dünyası olduğu açıkça ortadadır.
Yani açıkçası belirtmek istediğimiz şey bu savaşın bir din savaşı olduğudur. Hristiyan Batı medeniyetinin İslam medeniyetine karşı açtığı en kapsamlı savaştır. Orta Asya Kavramlar ve Türkistan
Şimdi sizleri 1990’ı yıllara götürmek istiyorum .
Biliyorsunuz 1990’lı yıllardan sonra Sovyetler Birliği dağılmış ve yerine irili ufaklı birçok devlet bağımsız olarak ortaya çıkmıştı.
Tarihi olarak baktığımızda ,Doğu ve Batı Müslüman Türk dünyasını ayırıcı hareketi Sovyetler Birliği döneminde yapan Rus’lar ilk etapta Türk adını unutturmak için Türkistan yerine Orta Asya demeyi tercih ettiler.
Bizlerin mutlaka Türkistan olarak anmak mecburiyetinde olduğumuz bölgenin Doğusuna Çinliler sincang(yani kazanılmış ülke) ilan edip işgal etti. Batısında kalan kısmı ise Rusya ,Türkistan’ın kendi payına düşen batı kesimini; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan olarak 5 parçaya böldü. Hazar Denizi’nin batısına da Azerbaycan dedi. Türkiye ile Azerbaycan arasına Ermenistan’ı da bir hançer gibi soktu. İşte bu hamle tamamı ile bugünlere uzayan tarihi Rus stratejisinin bölgedeki en önemli taktiği olmuş ve Anadolu ile Türkistan arasına Ermeni devleti inşa edilmiştir.”
Panel daha sonra, izleyicileri sorularına verilen cevaplarla bitti ve dernek tarafındna verilen Kokteylde koyu bir sohbet ortamı oluştu.
Panele dair geniş malumat ALTAY Siyasî Araştırmalar Merkezi Derneğinin web sitesinden alınabilir.


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt