Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaşayan Necip Fazıl, Yürüyen Büyük Doğu ! (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yaşayan Necip Fazıl, Yürüyen Büyük Doğu !



Şair, ehl-i hâl… Şair, çağının mesulü ve şahididir! Şair, zamanın nabzını tutan ve cemiyetin ruhi trafiği ortasında geliş-gidiş yönlerini kestiren ve gerekirse bu trafiği yeniden tanzim eden ulvi mütefekkirdir. Açıkça belirtmekte fayda var; mütefekkirden kasıt, kitap ve mücerret fikir denizinde boğulmuş bir allâme veya nazariyeci değil, en haysiyetli tecrit ile en katı teşhisi birleştirmeyi başarabilmiş bir ameliyeci, bir aksiyon sanatçısı ve ustasıdır.


Doğumunun 105. vefatının 26. yılında Üstad Necip Fazıl’ın “şair” kimliğinin tanımı ve takdimi bizce budur. Bunun dışında bir mütefekkir asla teşrih masasına yatırılıp bölünemez. “Şöyle şair, böyle romancı, şöyle hikâyeci…” gibi tanımlamalar, parça bütünün habercisidir hikmetince, ‘büyük mütefekkir’den birer parça taşısa da unutulmamalıdır ki bir bütün onu meydana getiren parçalardan çok daha fazla bir şeydir. “O’ndan” olmasıyla, “O” olması arasındaki namütenahi keyfiyet farkı…

Nasıl ki surat tanımakla, adam tanımak birbirinden farklı şeylerse; bir mütefekkiri anmaya çalışmakla, anlamaya çalışmak da birbirinden farklı şeyler. Geçtiğimiz yıllarda ‘V For Vandetta’ diye bir film izlemiştim. Oradaki ana karakter, “İnsanlar ölür ama fikirler ölmez.” diyor ve ekliyordu, “Hatta aradan dört yüz yıl geçse bile yeniden doğabilir.” İnsanlar ölüp, fikirler yaşamaya devam ediyorsa, gelin cansız bedenlerin başında bekleyip “ah, vah” eden cenaze evi müdavimlerini terk edelim, anmayalım! Metropollerde -mimari hokkabazlık numunesi- plaza yüksekliği seviyesinde hapsedilmiş maddi ve mânevi göz hududumuzu, zırvalıklardan arındırarak, Himalayalar üzerindeki Everest zirvesine denk, canlı bir mânâ abidesine dikelim! Buyurun!.. Anmaya değil, anlamaya ve yaşamaya!..


Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl’ın 15. Asır Hitabesi:

Muazzez iman gençliği!


Bugüne kadar çok laf ettik! Kelam, ilahi nimet… Ama her ilahi nimet gibi bir de ters tarafı var… Ya gökleri ikiye şakkeder, yahut bir sineğin kanadını bile kıpırdatamaz. Ve işte o zaman, seviyesi laf olur. Elverir ki muhatabında gereken elektrik nâkiliyetini bulsun…


Benim bir tabirim var: “Artık söz yalama oldu!”… Aşınmış yivler üzerinde somunun olduğu yerde dönmesi, hiçbir noktaya varamadan sonsuzluk boyunca yerinde sayması… Bu hâl, fikir, söz ve hareket arası muhteşem elektrik seyyalesinin, memleketimizde elektrik şebekelerine eş, her an kesikliğini, kopukluğunu, kısırlığını ilan eden en tehlikeli akıbet… Kanıksama hâli… Hem fert ve hem cemiyet hesabına, böyle! Gafilin ibadeti, memurun rehaveti, cahilin inadı, ahmağın rahatı gibi, her an akamete uğratan feci bir alışkanlık, kabuk tutma, kendisini koyuverme hâli…


Allah’ın mahlûklarına kurduğu bir tuzaktır bu… İmtihan tuzağı… Bu tuzağa düşmemenin şuurunu, ruhumuzda, ateşten şekillerle billurlaştırmadıkça ne yapsak, ne etsek, ne desek boş!..



Bu dikkat ve şuur, aşkla billurlaşır. Ve aşk yarasının kabuğunu her an deşmek ve sızısını her an çekmekle gelişir.

Ben Yunus’u biçareyim,

Baştan ayağa yareyim;

Gel gör beni aşk neyledi?



Buraya kadar söylediklerim, esas derecesinde kıymetli usul icabı. Bu hayati metot ölçüsünden sonra askeri bir kumandan üslubuyla “doldur ve kapa!” biçiminde ve en sert ve katı realite teması içinde, esasa geçebiliriz.


Evet, “doldur ve kapa!”… Kulağını, içindeki ve dışındaki göklere verip de bu sesi duymayana gerçek Müslüman denilemez.


İslami 1396 yılının bu nazik gününde, Türk yurduna ve İslam âlemine avaz avaz haykırıyoruz ki artık silahımızı doldurup mekanizmasını kapamanın, daha doğrusu namluda uyuyan kurşuna hedef aramanın ve her an tetikte bulunmanın zamanı gelmiştir.


Bu silah mânevidir ve en büyük aksiyonun eşiğinde maddeyle iç içedir. Ve artık ulvi ‘mücerret’ten ‘müşahhas’a dönmenin, kıyılarda ve köşelerde aciz dert yanmaktan büyük ‘ameliye’ye geçmenin ve agoraya çıkmanın hem zamanı gelmiş, hem de mekânı heykelleşmiştir.


Resûllullah’ın Veda Haccı’nda, kızıl tüylü bir devenin üstünde, akşam güneşi ufka yaslanıp mercan rengi gözyaşlarını dökerken, yüz bin sahabeye karşı söyledikleri bir söz var… Bir İngiliz tarihçisinin “İnsan kelamı hiçbir devirde bu yüksekliğe varamadı.” dediği bir söz… Şu söz: “İşte zaman, devrini yapa yapa, çıktığı noktaya ulaştı!”


Gerçekten kelam bu noktaya çıkamaz. Bu noktada erir, ışık olur, ahenk olur. Bu sözde, kâinatın, işte o gün, yaratılış gayesine vardığı, bu gayenin de İslam ve Son Peygamber olduğu hikmeti pırıldıyor.


Ve işte, esas noktası, muazzez İman Gençliği, şu nokta: İslam takviminin 15. asrına 4, 21. asra da 24 yıl kala, bugün zaman, ana gaye etrafında 1396 sene her türlü helezonlarla devrini yapa yapa, insanlığın maddede en marifetli, ruhtaysa en hafakanlı demine, kurtarıcı bekleyen ikinci gaye noktasına, sana kadar geldi!


Fıkırdayan bir zift denizinde gövdeleri ve kafaları kayıp, kolları göğe doğru imdat isteyici insanlık ne bulursa İslam’ın 15. asrında bulacak ve bulduğu Anadolu kaynaklı olacaktır.


Kaynak tek ve mutlak… O… Kâinatın Efendisi… O’nun mukaddes emanetini asırlarca koruduktan, zaman ve mekânın zirvesine çıkardıktan sonra iki felaketli devre halinde önce hikmetsiz yobaz ve peşinden kâfir elinde pörsütülmüş ve çöplüğe atılmış gören Türk, şimdi onu, bütün saffet ve hakikatiyle ihya etmek ve bu muazzam hamlenin yeni kaynağı olmak memuriyeti ve mesuliyeti altında bulunuyor. Evvela kendisine, sonra İslam âlemine, en sonra da insanlığa sunulacak kurtuluş iksiri…


Petrolden evvel, sondaj burgusunu beyin beyin ve yürek yürek daldırıp bu iksiri bulmak… Burada bozulup bütün İslam âleminde bozulanı, burada düzeltip bütün İslam âleminde de düzeltmek… Ve sonra, Allah’ın Türk’e bahşettiği tarihi kader tecellisindeki imtiyazla, tek noksanı olmayan bir tamamlık içinde Batı’nın karşısına çıkmak ve ona yaşanmaya değer hayatın örneğini vermek…


Anadolu, şu perişan haline rağmen bu kadar büyük bir teklif altındadır ve “Ya ol, ya öl!” çizgisinin orta yerinde, şimdi, ölüm güdücülerinden sonra hayat güdücülerini beklemektedir.


Türk’ten daha halli olmayan bazı İslam ülkelerince Türk’e atfedilen İslam’ı yitirmiş olma görüşü, üst yapıdaki yapıştırma şekillere göre tam doğru, alt yapıdaki ve temeldeki mânâlara göre de gerçeğe yüzde yüz zıttır.


Mübarek kubbemizi, tersine çevrilen bir limon kabuğu gibi çukurlaştırıp sarhoşların kusmuk hokkası haline getirenlere karşı, alt ve temel yapı, yepyeni fakat İslam ölçülerinden zerre feda etmez bir anlayış emrinde en tepeye oturtmayı bilecek ve intikamını Allah’ın “Müntâkim” ismine ısmarlayacaktır. Duamız şudur: “Ya Müntâkim! Bizi intikamına memur et!”


Günümüzde, düşe düşe bitpazarındaki çocuk lâzımlığı seviyesine kadar alçalan ‘inkılâp’ vakasının ne demek ve nasıl bir şey olduğu da o zaman anlaşılacaktır.
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta…


İslam’da her asrın bir yenileyicisi olduğuna göre 15. asır yenileyicisine çevre teşkil etmek şerefi tam kırk yıldır, suyu kan ve tuzu gözyaşından ibaret olarak teknemizde hamurlaşmasına çalıştığımız ve şimdi, şükürler olsun, sayısının milyonları aştığını gördüğümüz yeni nesle, Türk ruh kökünün davacısı nesle, senin nesline, sana düşüyor!


Mazi, hâl ve istikbal hükmünü sen getireceksin!


Tarihinden sahtelerle gerçekleri ayıklamayı, bazı ölüler üzerindeki kubbeleri yıkıp bazıları üstüne altından kubbeler çekmeyi sen başaracaksın!


Bu zamana kadar kavanozun camını yalayarak reçelini yediklerine inandıkları Batı marifetini, çilesini çekmek şartıyla nefsine mal etme hünerine sen ereceksin!


Ruhi tahakküm buyruğundan sıyrılınca, insanoğlunu burnundan yakalayan ve halkalayan ve kendisini putlaştıran makinenin burnuna “Hâkimiyet ruhundur ve makine köledir.” halkasını sen geçireceksin!


İslam’a “çağdışı” diyen tarih öncesi hayvanların çağdışı diye anılacağı çağı sen açacaksın!


Allah ve Resûlu’ne yanaşır gibi olup da şeriatı reddetmeye kalkışanların “güneşe evet ama ışığına hayır!” derecesinde bir abes temsil edici tımarhanelikler veya fikir yankesicileri olduğunu sen ispat edeceksin!


İnsanın bu dünya ve ötesine ait hesabını vermeyen herhangi bir rejimin, kubur farelerine gıda hazırlamaktan başka bir iş yapmadıklarını sen yaftalayacaksın!


Hâsılı, İslam’ı topyekûn genişliğine madde ve derinliğine ruh planında sen temsil edecek, sevdirecek, sindirecek, yayacak, döşeyecek, cihazlandıracak, nakışlandıracak ve dipsiz fezayı ören bunca yol arasında sen tekleştireceksin!


Sen!.. Sen!.. Sen!.. 15. İslam asrının eşiğinde bütün insanlığa karşı İslam’ı ve Türk’ü sen örnekleştirecek ve Resûlullah’ın mukaddes emanetini sen baş tacı edeceksin!


Ve işte yeri:
Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!..




Yusuf Serkan BİLGE
Genç Dergisi – Mayıs 2009


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Necip Fazıl'ı Anma Paneli: "21 Yüzyılda Kimin Büyük Doğu'su"



Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Necip Fazıl’ı Anma Paneli: “21 Yüzyılda Kimin Büyük Doğu’su”


http://anadoluhaber.blogspot.com/2009/05/anadoluhaber-altay-siyasi-arastrmalar.html
altay__amblem_2_1242679815.jpg

Yeni Kurulan Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Derneği, ilk faaliyetini, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’ın 26. vefat yıldönümü vesilesiyle, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” idealinin gerçekleşmesine adım adım yaklaşıldığı günümüzde, Büyük Doğu’yu, “Büyük Orta Doğu- Genişletilmiş Orta Doğu” Projesiyle engelemeye çalışan AB-D- İsrail emperyalizminin tartışılacağı bir panel düzenleyerek, gerçekleştirecek.
24 Mayıs 2009 Pazar günü saat 16:00’da, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek panele, gazeteci-yazar Yusuf Kaplan, araştırmacı-yazar Mahmut Çetin, Salih Mirzabeyoğlu ve Carlos’un (Ilich Ramirez Sanchez) avukatı Hasan Ölçer, Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Asya Masası Direktörü ve Baran dergisi yazarı, araştırmacı-yazar Tuncay Aksoy konuşmacı olarak katılacaklar. Yaklaşık 2 saat sürecek olan panelde, “Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” ideali çerçevesinden kaynaklanan bir bakışla, “21. Yüzyıl ‘Fikir Çağı’na nasıl hazırlanmalıyız” meselesi tartışılacak.

Panel Programı:

Necp Fazıl’ın 26. Vefat Yıldönümü...
“21. Yüzyılda Kimin Büyük Doğu’su”
16:00. Halil Kantarcı (İşadamı ve Dernek Genel Sekreteri): Sunum
Konuşmacılar: Av. Hasan Ölçer (Moderatör)
: Gazateci-Yazar Yusuf Kaplan (Yeni Şafak gazetesi)
: Araştırmacı-Yazar Mahmut Çetin ( Biyografinet yyaınevi kurucusu ve
Tv5 Kitabiyat Programı yapımcısı)
: Tuncay Aksoy (Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Asya Masası
Direktörü ve Baran dergisi yazarı, araştırmacı-yazar.


Adres: İstiklâl Caddesi Şahkulu Bostanı Sokak No:8 Tünel Beyoğlu
Tel: 0 212 293 12 70 (3 HAT)
Fax: 0212 293 12 73
Mail: kultursanat@kultursanat.org

*** **** **** **** **** **** ***
Dernek Yönetim Kurulu:
Hasan Kapar (İşadamı)
Muzaffer Doğan (Bahçelievler Eski belediye Başkanı, Eğiitmci-yazar)
Av. Ali Rıza Yaman
Halil Kantarcı (İşadamı)
Bünyamin Eser ( Yazar)
Tuncay Aksoy (Araştırmacı yazar)
Selim Albayrak (İşadamı)

Fazıl Duygun: Genel Danışman
** *** *** *** *** *** ***
Adres: Merkezefendi Mah. Mevlana Cad. Tercüman Sitesi Platin B1 Apartmanı, kat:1, Daire:8 Cevizlibağ-İstanbul (Vatan Bilgisayar arkası)

İrtibat Telefonu: 0539 655 80 76


Altay Siyasî Araştırmalar Merkezi Deklarasyonu
*** ****
İsim Olarak “ALTAY”
Zahir olma ihtiyacıyla siyaset sahnesine çıkmaya hazırlanan ALTAY, öz Türkçedeki gibi “Yüce Dağ ” demektir.
“Dağ”ın “şahsiyet” demek oluşundan hareketle ismin hedeflediği mânâ, iş içinde şahsiyetin ortaya çıkmasıdır.
Rusların bir inanışına göre, kötülüğün kaynağını ortadan kaldıran, yanlışların cezasını tereddüt etmeksizin veren sırf alevden oluşan bir at vardır ve bu at sadece kötüleri cezalandırmakla kalmamakta, cezalandırırken doğruya giden yolu da aydınlatmaktadır.
Alevden at gibi saf hakikate muhatab olan insanın onun karşısında anlama çabası yani siyaseti, hakikati yorumlamaktan, terbiye etmekten başka bir şey değildir.
“Dağ”ın “Hakikat” demek oluşundan hareketle ismin hedeflediği mânâ, çarpıtmaları ve yanlışları vesikalarıyla birebir enseleyerek “doğru”ya giden yolu tahlil ve terkib vasıtalarını kullanarak politik kararlarıyla meşale gibi aydınlatmak, tarihin yalan yorumlanmasıyla oluşturulan sahte dengelerin insanları daha fazla yıpratmasına müsaade etmemektir.
Bu amaç doğrultusunda ALTAY için her vasıtanın tartışılması ve karara bağlanması gereken bir kıymeti vardır.
Anlaşılıyor ki “Altay”, aynı “Türk” kelimesi gibi belli bir kavmi işaretlemenin değil mânâyı hedeflemenin adıdır.

Mânâ Olarak “ALTAY”
“Gerçek” de tarih gibi sadece bir yorumdur. Hakikate yaklaşabildiği ölçüde kıymeti ve uygulanabilirliği artar.
Altay “olan”ı kuru kuruya tahlil etmek ve “herkesin bir hakikati var” demek değil “olmuş”u ve “olan”ı hakikate mutabık yorumlayarak geleceğe sarkmak, kısa ve uzun süreli politika üretmek demektir.
31 Mart vakası mânâ olarak Altay’ı anlamakta yarar sağlayacaktır. İngiliz destekli bir kısım ilmiye sınıfının “şeriat isterük” diye Halife’ye karşı ayaklanışı, buna mukabil içlerinde masonların ve ajanların cirit attığı hareket ordusunun isyanı bastırmak gayesiyle İstanbul’a gelişi… Olması gereken sadece isyanı bastırmak iken, isyancılarla aynı hüviyete bürünen hareket ordusunun halifeyi tahttan indirişi.
Ve bugün aynı İngiliz Amerikan destekli “şeriat isterük, olmazsa ılımlı İslam” diyenlerin İttihat ve terakki kökenli muhalifinden intikam hareketi. Biri İslam, diğeri vatanseverlik kılıflı iki tarafında iplerinin batı elinde oluşu sebebiyle görüyoruz ki her iki cenah da hakikati temsile ve bunun hareketini gerçekleştirmeye layık değildir.
Altay, yangını dumanlarından seyreder gibi kilometrelerce öteden bulanık gözlerle Türkiye’ye bakan gelişi ve kurtarışı muhal bir ütopya değil, vicdanlarda bir asırdır ötelenen bir ahlakın hareketidir. Altay’ın Türkiye’ye mesafesi işte budur. Vatan ve hakikat kaygısından mahrum herhangi bir vasıtayla jet hızında bile olsa bir asırda ancak imdada yetişecek bu hareket, halis bir samimiyet sayesinde bir anda burada olacak kadar yakındır.
Hareket ordusunun batıdan gelişine mukabil Altay yön olarak da hakikatin geliş noktasını göstermektedir.

Sıfat Olarak “ALTAY”
“Sıfat, bir şeye değerini verendir.”
Altay’ın sıfat olarak kullanılması kendi değerlerini üreteceği mânâsını da ihtar eder. Altay coşkusu, Altay insanı, Altay duruşu, Altay bakışı vesaire… Kendi duruşunu bakışını insanını ve coşkusunu oluşturmak mükellefiyetinde olan bu hareket, beklenen “Yüce Dağ- Yüce şahsiyet”e kadro temin etme vazifesini de sırtlanmış olur.
Öyleyse Altay, kendine bir at gözlüğü imal etmişçesine günübirlik politik düşüncelerle hareketini sınırlayan değil, ufkunu geniş tutan uzun vadeye yayılı çözümler üretebilen bir kuruluştur.. Altay’ın sıfat olabilmesi değer olmasıyla, değer olması da günübirlik moda değerlerden uzak duruşuyla mümkündür.

Vazife Olarak “ALTAY”
İsim mânâ ve sıfat olarak söylenenler her ne kadar vazifenin genişliğine işaret ediyorsa da ayrı bir başlık altında inlenmesi gereken bir konudur vazife…
Her hareketi tıkır tıkır işleyecek bir plana bağlı olacak olan bu yapı, her zaman alternatif senaryolarını da üretmek mevkiindedir. Bu cemiyet, sadece görüntüyü doldurmaya yönelik alelusul toplantılar, amaçsız seminerler, ancak malzeme değerinde analizler üretmekle mükellef değildir. Her faaliyetin izahı yapılmış bir mânâsı ve faydası vardır. Vazife, azami faydadır. İzahı yapılmış mânâ ve faydadan kasıt ise faaliyetlere gönülden katılımcı olmayı sağlayacak olan duygudaşlığı temin içindir.
Onun için yapılacak her faaliyetin gerekliliği, getirisi ve götürüsü kadro temin etme ana gayesine ilişkisi teklif eden kişi tarafından gerekirse yazılı olarak usule uygun olarak yapılmalıdır. Tartışılmayacak reylere sunulmayacak politik karar yoktur.
Teşkilatın, bağlısı olan azalarına soracağı önemli soru şudur:
“Kararlarımızı senin hangi keyfiyetinin kefaleti altında tartışıyoruz?”
Teşkilat içi eğitimin şart olduğunu, belli periyotlarla genel eğitimin gerçekleştirilmesi gerektiğini hatırlatan bu söz aynı zamanda taklitçi değil iştirakçi olma zorunluluğunu da bağlılarına ihtar eder.


 

Emanet

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2008
Mesajlar
3,573
Tepki puanı
32
Puanları
48
Yaş
38

BİR RAMAZAN HATIRASI

Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir Ramazan günüydü. Çemberlitaşta oturduğumuz büyük Konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme Konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı:

-Şu bacaksıza da bak! Sokakta, elâlemin karşısında yiyor!

Ödüm patlamıştı sanki... Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım.

Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.

Şimdi, masum çocuklara değil, Ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum:

-Günahınızı niçin Allahla aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz Allah hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz? Eskiden Ermenisi, Rumu, Yahudisi bu kul hakkına tecavüz etmemek için Ramazanlarda müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!

Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama, kovalayanın soyundan kimse kalmadı.

21 Temmuz 1980


nfk
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Nasıl ki surat tanımakla, adam tanımak birbirinden farklı şeylerse; bir mütefekkiri anmaya çalışmakla, anlamaya çalışmak da birbirinden farklı şeyler. Geçtiğimiz yıllarda ‘V For Vandetta’ diye bir film izlemiştim. Oradaki ana karakter, “İnsanlar ölür ama fikirler ölmez.” diyor ve ekliyordu, “Hatta aradan dört yüz yıl geçse bile yeniden doğabilir.” İnsanlar ölüp, fikirler yaşamaya devam ediyorsa, gelin cansız bedenlerin başında bekleyip “ah, vah” eden cenaze evi müdavimlerini terk edelim, anmayalım! Metropollerde -mimari hokkabazlık numunesi- plaza yüksekliği seviyesinde hapsedilmiş maddi ve mânevi göz hududumuzu, zırvalıklardan arındırarak, Himalayalar üzerindeki Everest zirvesine denk, canlı bir mânâ abidesine dikelim! Buyurun!.. Anmaya değil, anlamaya ve yaşamaya!..
Katkılarınız için en içten dualarımı sunarım gönüldaş EMANET55
Allahcc yar ve yardımcınız olsun..
BESMELE...SELAM...DUA..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ALLAH’ın mahlûklarına kurduğu bir tuzaktır bu… İmtihan tuzağı… Bu tuzağa düşmemenin şuurunu, ruhumuzda, ateşten şekillerle billurlaştırmadıkça ne yapsak, ne etsek, ne desek boş!..



Bu dikkat ve şuur, aşkla billurlaşır. Ve aşk yarasının kabuğunu her an deşmek ve sızısını her an çekmekle gelişir.

Ben Yunus’u biçareyim,

Baştan ayağa yareyim;

Gel gör beni aşk neyledi?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
63497.jpg


Püf Noktası, Ya Ol Ya Öl


Genç Öncüler Tiyatro Topluluğu, Necip Fazıl Kısakürek'in "Püf Noktası Ya ol Ya öl"ünü canlandırdı.



"Ben herkesin püf noktasını ararken kendi püf noktama geldim."

"Ben püf nokta savcısı, püf noktasından vurulmuşum."

"En bilmediklerimiz, bildiğimizi sandığımız şeylerdir."

"Her türlü hokkabazlığa ebediyen paydos."

"Artık kendi öz oluşuma bakmalıyım."

"Namaz uykudan hayırlıdır."

ve millete sesleniş;

…sana göz yaşını döktürecek şiiri nasıl yazmalı…
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Necip Fazıl Doğum ve Ölüm Yıldönümünde Anılıyor

2008-05-26_15-31-18.jpg



Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci, doğumunun 104'üncü yıldönümünde düzenlenen çeşitli etkinliklerle anılıyor.
Necip Fazıl Kısakürek vefatının 25'inci yıldönümü olan 25 Mayıs günü İstanbul'da çeşitli yerlede yapılan etkinliklerle anılırken, doğumunun 104'üncü yıldönümü olan 26 Mayıs'ta da çeşitli programlarla anılıyor.
NECİP FAZIL KISAKÜREK'İN DOĞUM YILDÖNÜMÜ İÇİN YAPILACAK BAZI ETKİNLİKLER
26 Mayıs günü sevenleri Necip Fazıl'ı Eyüp Mezarlığı'ndaki mezarı başında anacak. Saat: 10:30
27 Mayıs Cumartesi günü İstanbul Yerebatan Sarnıcı'nda Hüseyin Köroğlu, Hümay Güldağ ve Şenay Saçbüker Necip Fazıl Şiirleri okuyacak. Saat: 19:00
27 Mayıs günü Ümraniye Kültür Merkezi'nde Dursun Ali Taşçı ve İhsan Atasoy, 'Yaşayan Necip Fazıl' başlıklı bir konferans verecekler. Saat: 20:00
29 Mayıs günü Ümraniye'de Necip Fazıl Kültür Merkezi'nde Mustafa Özdamar ve Vehbi Vakkasoğlu'nun katıldığı 'Necip Fazıl'ı Anlamak' konulu bir panel düzenlenecek. Saat: 19:30
dunyabulteni.com
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
"Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ...
O, kim mi?
Allahın Sevgilisi...
Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...
Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.
Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat...
Benim hayatım budur!

Necip Fazıl Kısakürek
 

can kırıkları

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Mar 2009
Mesajlar
1,967
Tepki puanı
13
Puanları
38
Yaş
38

İşim Acele

Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele!

Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!

(1972)

Necip Fazıl Kısakürek
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ne görsem ötesinde hasret çektiğim diyar.
Kavuşmak nasıl olmaz mademki ayrılık var....NFK
Makamı cennet olsun ..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Rahminde cemiyetin ben doğum sancısıyım
Mukaddes emanetin dönmez davacısıyım..NFK..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.


Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak..


Necip_Faz%C4%B1l_K%C4%B1sak%C3%BCrek.jpg
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Mutlu adam, dünyayı bir acı gurbet bilen;
Öz vatan pınarından, ölümü şerbet bilen..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Nicin kücülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmıs, onu oğrensem asıl !
N. Fazıl Kısakurek
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ölüm güzel şey budur perde ardından haber..
Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber ?..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt