nihalim
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 3 Eki 2006
- Mesajlar
- 2,593
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
- Konum
- *meftun*
- Web Sitesi
- www.hatim-online.com
Bir lahza insanlik
Bir lahza insanlik
Bir lahza insanlik
BİR LAHZA İNSANLIK
Bir deli rüzgar eser de götürürse bütün neşe-nizi ve coşkularınızı, bilmelisiniz ki, arkasından sağanak halinde rahmet damlaları dökülecektir, Yüce Rabbin fazlından.
Hayat bir nehir gibidir, önüne gelen her şeyi sürükler götürür. Bu hengamede kimileri gemiy-le, sandalla, yüzerek, bazıları da çırpına çırpına boğulmuş bir halde giderler. Hayata karşı dura-mazsınız ama boğulmamak için gerekli önlemi her an için alabilirsiniz.
Yüzme bilmedikleri halde "Bana bir şey ol-maz." diyerek azgın sulara dalanlar cahil cesareti gösteren ahmaklardır. Oysa hepimiz bu nehrin içinde yaşamıyor muyuz? Önemli olan kulaçla-rımızı sağlam ve doğru atmaktır. Eğer hiçbir şey yapmayıp sadece kurtarılmayı bekliyorsanız bo-ğulmanız an meselesidir. İnsanların büyük bir kısmı kendisini nehrin akıntılarına bırakır ve öylece yaşamayı yeğlerler. Lâkin bu akıntıya ka-pılmış kalabalıkların içinde öylesine pisliklere ve günah çamurlarına batıp çıkmaktansa, önce kendimizi sahil-i selamete çekip, ardından da çevremizdekileri ve insanlığı kurtarmak için çalı-şıp çabalamak en akıllıca iş değil midir? Azgın suların içinde kaybolup gitmektense birlik ve be-raberlikle nehrin önüne barajlar inşa ederek bu nehirden faydalanmak akıl kârı değil midir? Elde edilecek enerjinin bir şehri değil, topyekün bütün insanlığın ruhunu ve kalbini aydınlatacak kadar güçlü ve uhrevî olduğunu bilmiyor mu-yuz?
Hayat denen bu azgın sulara sahip nehirden boğulmadan çıkmak için insanın önce içhuzuru-nu yakalaması gerekir. Gönlünde huzur ve mut-luluk ışığını yakamayanın, dışarıya olmayan şe-yi yansıtması imkânsızdır. Bir mumla bir odayı ne kadar aydınlatabilirsiniz ki? Orayı ancak güç-lü bir elektrik lambasıyla aydınlık hale getire-bilirsiniz. Dolayısıyla önce ruhunuzu, kalbinizi ve gönlünüzü aydınlatın, ondan sonra gerisi gelecektir. İçhuzuru, sanıldığı gibi dünyalık mal ve para ile sağlanamıyor malesef. Çoğu insan eğer zengin olsa çok mutlu olacağını zanneder. Dünya malı nefsin ve bedenin belki biraz rahat ya-şamasını kolaylaştırır ama içhuzurunu veremez. Merhum Nasrettin Hoca'ya bir gün zengin bir kom-şusu bir kese altın verir. Artık Hoca zengin olmuştur. Ama o gece sabaha kadar gözüne uyku girmez. "Ya sakladığım yerden altınları çalarlarsa, ya o altınlar için benim canıma kasdederlerse!" ve daha neler ne-ler! Sabah olunca hemen altın kesesini eline alır, komşusunun kapısına dayanır ve der ki:"Komşu, al şu altınlarını, ver benim huzurumu!"
İstatistikler göstermektedir ki, intiharın en fazla olduğu kıta, hayat standardının çok yüksek olduğu söylenen Avrupa kıtasıdır. Maddiyat maalesef gönül huzuru vermiyor. Aksine fazla doyum, doyumsuzluk getiriyor. Maddî anlamda her istediğini elde eden, dünyalık bütün zevkleri tadan insanların bir kısmı, ölümü merak ettiği için intihar ederken, bir kısmı da ruhunun açlığını bir türlü gideremeyerek intihar edi-yor. Gönül huzurunu yakalayamayan insana, yaşa-mak sadece sıkıntı verir.
İnsan, beden ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Bedenini doyurup da ruhunu ihmal edenler ne baht-sız insanlardır. Bazı zavallılar bedeninin ihtiyaçlarını karşıladıkları halde, stres ve sıkıntıyla çekip giderler bu âlemden. Kimileri de geç de olsa anlar insan ol-duğunu, gönül huzurunun iman ve salih amellerde olduğunu, gösterişsiz, tertemiz, katıksız bir kullukta olduğunu. Tanıdığım bir ihtiyar aşağıdaki cümleleri sarfetmişti gözyaşları içinde. Anlamıştı hayatın gaye-sini ama gençlik elden gittikten sonra. Şöyle diyor-du; "Keşke bilebilseydim, gökyüzünün masmavi rengi olduğunu, kuş cıvıltılarının insanlar için, insan olduğunu fark edip yüreğinde kuş seslerine de yer verenler için olduğunu, her bir rengin ayrı bir mana ihtiva ettiğini keşke bilebilseydim. Ve keşke, sıkıntı ve stresin Medine çağlayanlarından kana kana içi-lerek giderilebileceğini, uğruna bir ömrü heba ede-rek benim zannettiğim her şeyin sadece bekçisi ol-duğumu, taşı yesem eritirim dediğim midemin ve tüm azalarımın birer birer ihtiyarlayıp bana sadece ağrı ve sızılar bırakacağını keşke bilebilseydim, keş-ke! Hayatı, nefis atının üzerinde doludizgin koşarak yakalayabileceğimi zannetmek boşunaymış, maalesef boşuna!
Küçük küçük de olsa kendinizi mutlu etmesini bilin. Bir çocuğun saf, temiz, gülen gözleriyle bakın hayata. Bir yavrunun başını okşamak, karşılaştığınız insanların hal ve hatırını sormak, sevgi ve tebes-sümle selam vermek, en küçük bir iyiliğin karşılığın-da bile teşekkür edip o insanı onore etmek ve daha nice şekillerde. İçinizdeki huzurun karşınızdaki in-sanlara yansımasını görünce daha da mutlu olur-sunuz. Selam verirken, hal-hatır sorarken içinizdeki sevgiyle, nezaket ve hilmle davranın insanlara. Al-lah (c.c.) insanın mutlu olması için ruhuna öyle gü-zellikler bahşetmiş ki, hangi birini sayalım.
Bir gün bir insanın sıkıntısını, ihtiyacını giderin ve bunun hazzını, lezzetini yaşayın. Bir insanın sizin yaptığınız iyilikten dolayı mutlu ve sevinçli oldu-ğunu gördüğünüzde inanınız ki, siz ondan daha mutlu olursunuz, içhuzurunu, gönül güzelliğini ya-şarsınız.
Bazı şeyler senin olmasa da güzeldir. Dünyanın bütün güllerini buket yapıp elinde taşıyamazsın ama onları koklayabilirsin, seyredebilirsin ve bu şekilde de güzelliği anlayıp yaşayabilirsin. Tamahkâr olma, her şeyi elde edemedim diye üzülme. Senin olmasa da güller güzeldir, güzel kokar, neşe verir, huzur verir. Üzülme, hayatta her şeyi elde ede-mezsin, her şeyi ancak cennette elde edebilirsin, dünya bir tadımlıktır, doyumluk değil.
Ağzınızdan çıkanı kulaklarınız da duysun. Dili-nizin iki dudağınız arasından gönderdiklerine dik-kat edin Altına imzanızı atamayacağınız, arkasın-da duramayacağınız sözler sarfetmeyin. "Büyük lokma ye ama büyük söz söyleme." demiş atalar. Yutamadığınız bir lokmayı geri çıkarma durumu-na sahip olabilirsiniz ama söylediğiniz bir büyük sözü geri alma durumuna sahip değilsiniz. Zira bu hareket sizi küçük düşürür. "Ben bu işe baş koy-dum." diyen birisine beceremediği zaman "Öyley-se ver haydi başını." denilince veremiyorsa, yani sözlerinde ciddî değilse zamanla bütün ciddiyeti kaybolur. Sözlerinde ciddî olamayanlar, ciddî bir yaşantı sergileyemezler. Plâstikten yapılmış insan maketi gibi her istenilen yöne eğilenlere tekme vuran çok olur. Hayat, küçük çocukların oynadığı evcilik oyunu değildir, ciddiyet ister. Yılışık ve sö-zünün eri olamayana kimse itibar etmez. Kâinatta eksiksiz, kusursuz, en mükemmel ve ciddî bir şe-kilde yaratılan insana düşen de ciddî bir hayat ser-gilemesidir vesselam.
Selâm ve dua ile...
İlker Çakır ribat
Bir deli rüzgar eser de götürürse bütün neşe-nizi ve coşkularınızı, bilmelisiniz ki, arkasından sağanak halinde rahmet damlaları dökülecektir, Yüce Rabbin fazlından.
Hayat bir nehir gibidir, önüne gelen her şeyi sürükler götürür. Bu hengamede kimileri gemiy-le, sandalla, yüzerek, bazıları da çırpına çırpına boğulmuş bir halde giderler. Hayata karşı dura-mazsınız ama boğulmamak için gerekli önlemi her an için alabilirsiniz.
Yüzme bilmedikleri halde "Bana bir şey ol-maz." diyerek azgın sulara dalanlar cahil cesareti gösteren ahmaklardır. Oysa hepimiz bu nehrin içinde yaşamıyor muyuz? Önemli olan kulaçla-rımızı sağlam ve doğru atmaktır. Eğer hiçbir şey yapmayıp sadece kurtarılmayı bekliyorsanız bo-ğulmanız an meselesidir. İnsanların büyük bir kısmı kendisini nehrin akıntılarına bırakır ve öylece yaşamayı yeğlerler. Lâkin bu akıntıya ka-pılmış kalabalıkların içinde öylesine pisliklere ve günah çamurlarına batıp çıkmaktansa, önce kendimizi sahil-i selamete çekip, ardından da çevremizdekileri ve insanlığı kurtarmak için çalı-şıp çabalamak en akıllıca iş değil midir? Azgın suların içinde kaybolup gitmektense birlik ve be-raberlikle nehrin önüne barajlar inşa ederek bu nehirden faydalanmak akıl kârı değil midir? Elde edilecek enerjinin bir şehri değil, topyekün bütün insanlığın ruhunu ve kalbini aydınlatacak kadar güçlü ve uhrevî olduğunu bilmiyor mu-yuz?
Hayat denen bu azgın sulara sahip nehirden boğulmadan çıkmak için insanın önce içhuzuru-nu yakalaması gerekir. Gönlünde huzur ve mut-luluk ışığını yakamayanın, dışarıya olmayan şe-yi yansıtması imkânsızdır. Bir mumla bir odayı ne kadar aydınlatabilirsiniz ki? Orayı ancak güç-lü bir elektrik lambasıyla aydınlık hale getire-bilirsiniz. Dolayısıyla önce ruhunuzu, kalbinizi ve gönlünüzü aydınlatın, ondan sonra gerisi gelecektir. İçhuzuru, sanıldığı gibi dünyalık mal ve para ile sağlanamıyor malesef. Çoğu insan eğer zengin olsa çok mutlu olacağını zanneder. Dünya malı nefsin ve bedenin belki biraz rahat ya-şamasını kolaylaştırır ama içhuzurunu veremez. Merhum Nasrettin Hoca'ya bir gün zengin bir kom-şusu bir kese altın verir. Artık Hoca zengin olmuştur. Ama o gece sabaha kadar gözüne uyku girmez. "Ya sakladığım yerden altınları çalarlarsa, ya o altınlar için benim canıma kasdederlerse!" ve daha neler ne-ler! Sabah olunca hemen altın kesesini eline alır, komşusunun kapısına dayanır ve der ki:"Komşu, al şu altınlarını, ver benim huzurumu!"
İstatistikler göstermektedir ki, intiharın en fazla olduğu kıta, hayat standardının çok yüksek olduğu söylenen Avrupa kıtasıdır. Maddiyat maalesef gönül huzuru vermiyor. Aksine fazla doyum, doyumsuzluk getiriyor. Maddî anlamda her istediğini elde eden, dünyalık bütün zevkleri tadan insanların bir kısmı, ölümü merak ettiği için intihar ederken, bir kısmı da ruhunun açlığını bir türlü gideremeyerek intihar edi-yor. Gönül huzurunu yakalayamayan insana, yaşa-mak sadece sıkıntı verir.
İnsan, beden ve ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Bedenini doyurup da ruhunu ihmal edenler ne baht-sız insanlardır. Bazı zavallılar bedeninin ihtiyaçlarını karşıladıkları halde, stres ve sıkıntıyla çekip giderler bu âlemden. Kimileri de geç de olsa anlar insan ol-duğunu, gönül huzurunun iman ve salih amellerde olduğunu, gösterişsiz, tertemiz, katıksız bir kullukta olduğunu. Tanıdığım bir ihtiyar aşağıdaki cümleleri sarfetmişti gözyaşları içinde. Anlamıştı hayatın gaye-sini ama gençlik elden gittikten sonra. Şöyle diyor-du; "Keşke bilebilseydim, gökyüzünün masmavi rengi olduğunu, kuş cıvıltılarının insanlar için, insan olduğunu fark edip yüreğinde kuş seslerine de yer verenler için olduğunu, her bir rengin ayrı bir mana ihtiva ettiğini keşke bilebilseydim. Ve keşke, sıkıntı ve stresin Medine çağlayanlarından kana kana içi-lerek giderilebileceğini, uğruna bir ömrü heba ede-rek benim zannettiğim her şeyin sadece bekçisi ol-duğumu, taşı yesem eritirim dediğim midemin ve tüm azalarımın birer birer ihtiyarlayıp bana sadece ağrı ve sızılar bırakacağını keşke bilebilseydim, keş-ke! Hayatı, nefis atının üzerinde doludizgin koşarak yakalayabileceğimi zannetmek boşunaymış, maalesef boşuna!
Küçük küçük de olsa kendinizi mutlu etmesini bilin. Bir çocuğun saf, temiz, gülen gözleriyle bakın hayata. Bir yavrunun başını okşamak, karşılaştığınız insanların hal ve hatırını sormak, sevgi ve tebes-sümle selam vermek, en küçük bir iyiliğin karşılığın-da bile teşekkür edip o insanı onore etmek ve daha nice şekillerde. İçinizdeki huzurun karşınızdaki in-sanlara yansımasını görünce daha da mutlu olur-sunuz. Selam verirken, hal-hatır sorarken içinizdeki sevgiyle, nezaket ve hilmle davranın insanlara. Al-lah (c.c.) insanın mutlu olması için ruhuna öyle gü-zellikler bahşetmiş ki, hangi birini sayalım.
Bir gün bir insanın sıkıntısını, ihtiyacını giderin ve bunun hazzını, lezzetini yaşayın. Bir insanın sizin yaptığınız iyilikten dolayı mutlu ve sevinçli oldu-ğunu gördüğünüzde inanınız ki, siz ondan daha mutlu olursunuz, içhuzurunu, gönül güzelliğini ya-şarsınız.
Bazı şeyler senin olmasa da güzeldir. Dünyanın bütün güllerini buket yapıp elinde taşıyamazsın ama onları koklayabilirsin, seyredebilirsin ve bu şekilde de güzelliği anlayıp yaşayabilirsin. Tamahkâr olma, her şeyi elde edemedim diye üzülme. Senin olmasa da güller güzeldir, güzel kokar, neşe verir, huzur verir. Üzülme, hayatta her şeyi elde ede-mezsin, her şeyi ancak cennette elde edebilirsin, dünya bir tadımlıktır, doyumluk değil.
Ağzınızdan çıkanı kulaklarınız da duysun. Dili-nizin iki dudağınız arasından gönderdiklerine dik-kat edin Altına imzanızı atamayacağınız, arkasın-da duramayacağınız sözler sarfetmeyin. "Büyük lokma ye ama büyük söz söyleme." demiş atalar. Yutamadığınız bir lokmayı geri çıkarma durumu-na sahip olabilirsiniz ama söylediğiniz bir büyük sözü geri alma durumuna sahip değilsiniz. Zira bu hareket sizi küçük düşürür. "Ben bu işe baş koy-dum." diyen birisine beceremediği zaman "Öyley-se ver haydi başını." denilince veremiyorsa, yani sözlerinde ciddî değilse zamanla bütün ciddiyeti kaybolur. Sözlerinde ciddî olamayanlar, ciddî bir yaşantı sergileyemezler. Plâstikten yapılmış insan maketi gibi her istenilen yöne eğilenlere tekme vuran çok olur. Hayat, küçük çocukların oynadığı evcilik oyunu değildir, ciddiyet ister. Yılışık ve sö-zünün eri olamayana kimse itibar etmez. Kâinatta eksiksiz, kusursuz, en mükemmel ve ciddî bir şe-kilde yaratılan insana düşen de ciddî bir hayat ser-gilemesidir vesselam.
Selâm ve dua ile...
İlker Çakır ribat