“Bugün günlerden ne?” gibi sıradan bir soruyu, genç bir kalemin, yola yeni çıkmış bir fikir işçisinin dilinden cevaplamak ne kadar şık olurdu: “Gelmeyen günden önce[si] ve giden günden sonra[sı].” Yeni –ve galiba ilk–kitabıyla Sıkı Tut Ruhunu (Karakalem Yayınları) diye seslenen Rabia Nazik Kaya, gitmiş “dün” ile gelmemiş “yarın” arasında sıkıştırdığımız, geçiştirdiğimiz, ıskaladığımız gerçek zamana, ömrümüzün biricik gününe, “bugün”e çağırıyor bizi.
Ömrümüzün hepsini “bugün”de harcıyoruz. İçinde yaşadığımız, nefes aldığımız, yürüdüğümüz, uyuduğumuz, uyandığımız başkaca bir gün yok. Hiç olmadı. Hiç olmayacak. Bana gelince –gelirse– “bugün” diyeceğim “yarın”lar bekliyor beni. Benden gittiğinde “dün” diye hatırlayacağım “bugün”leri yaşıyorum şimdi. Takvim yapraklarından rakam kovalamaya gerek yok o halde! Bugün, günlerden “bugün”. Dünden sonrası, yarından öncesi.
Sadece “bugün” ve sadece “şimdi”lik yaşıyorum. Dünya “bugün”den ibaret. “Dün”ün ölmüşüyüm, “yarın”ın doğmamışıyım. “Dün”lerin hepsi bana tanıklık edecekleri yakın “yarın”ı, yani “Hesap Günü”nü bekliyor. “Yarın”lar “bugün” oldukça, hesabını vereceğim “dün”ler çoğalıyor. Arkasını dönüp giden “dün”lerin hepsi, yakında gelecek geleceğimin, yani nihaî “yarın”ımın hesabını yüklüyor omzuma.
Böyle olunca Hazreti Ali Efendimizin “bugün” ve “yarın” hesabının altına daha bir inanarak imza atıyor insan: “Ey benim gibi nefis taşıyan dostlarım! Dikkat edin! Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Ahiret yüzünü çevirmiş bize doğru geliyor. İkisinin de taliplileri var. Siz ahirete talip olun. Bir çocuk gibi dünyanın kucağına oturmayın. Unutmayın, bugün amel var, hesap yok. Yarın da hesap var, amel yok.”
“Yarın” geldiğinde “dün” eylediğim her “bugün”üm artık ahirete aittir, hatta “ahiret”tir. Çünkü benim ömrüm, tüm “bugün”lerimi “dün” ettiğimde biter. Öyleyse “dün” ettiğim “bugün”ler kadar ayağım çukurda, yani ahirete aitim. Ölüm, “bugün”lerin hepsinin “dün”leşip soluklaştığı; “yarın”ların hepsinin “bugün”ün akşamında yığılıp düştüğü andır. Soldurduğum dünler kadar ölüyüm; eskittiğim dünler sayısınca ölüme yakınım; geride bıraktığım “bugün”ler hesabınca “yarın”larımı eksiltiyorum.
“Dün” eylediğim her “bugün” artık paketlenmiştir, defteri dürülmüştür. Dün, artık değiştirilebilir değildir. “Dün”ün içinde bir şey eyleyemem. “Dün”üm eksiği ve kusuruyla Hesap Defteri’ne kayıtlıdır. Rabbim mağfiret etmezse, “dün”e ekleyeceğim bir şey yok. Rabbim merhamet etmezse, “dün”den bir şey eksiltemem. “Dün” için hesap vereceğim; ama “dün”e “bugün”den kıl kadar bile bir amel katamam, zerrece sevap ekleyemem. Henüz “bugün” olan “bugün” ise amel katabileceğim tek günüm; onu “dün” edinceye kadar hesap sorulmayacak bana.
Öyleyse.
“Bugün”ümü “dün” olduğunda bir şey ekleme ya da eksiltme ihtiyacı duymayacak kadar özenli yaşamalıyım. Ameli olan-hesabı olmayan “bugün”ümü, ameli olmayan-hesabı olan “dün”ün hakkını vermek üzere doldurmalıyım.
Bir de “ Hiç ölmeyecekmişsin gibi dünyaya, yarın ölecekmişsin gibi ahirete çalış” sözü üzerinden de bir hesap yapayım. Bugün hiç ölmeyeceğim, yarın olduğunda ise “bugün”ü “dün” etmiş olarak, ölmüş olacağım. “Dün”de sadece hatıram kalacak; tıpkı bir ölmüş gibi. Yarın olduğunda, bugünkü “bugün” de benim için ölmüş olacak, “dün” olacak, bana ne güneşi değecek dünün, ne sıcağı dokunacak. Ne bir şey ekleyebileceğim “dün”üme, ne parmağımı kıl kadar kıpırdatacağım. “Dün” bana ne bir güneş getirecek ne de bir akşam sunabilecek. Oysa, “bugün”ün hiç ölmeyeceğiyim. “Bugün”ün içinde hiç ölmeyecek gibi ebedî meyveler devşirebilirsem, “yarın” geldiğinde “dün”ün huzurlu ölmüşü olabilirim, “dün”ün ölümünü huzurla karşılayabilirim.
Öyleyse, “bugün”ün dünyasından hiç ölmemek üzere yaşayacağım ebediyet meyveleri devşirmeliyim. Öyleyse, “bugün”ümü, ölüsü olacağım “dün”lerin hesabını ahirette verecek şekilde diri ve dik tutmalıyım. “Bugün”ün içinde hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayacağım ebediyet sırrının saklı olduğunu bilmeliyim. “Yarın”ın eşiğinde ise “bugün”ümün “dün”leşip öleceğini farkedecek bir fanilik hükmünün yazılı olduğunu farketmeliyim.
Gitmiş “dün”ler hesaptır. Gelmemiş “yarın”lar ise fırsat. Ömür dediğin gitmiş dünden sonrası, gelmemiş yarından öncesi ise, hep bir hesabın sonrasında ve hep bir fırsatın öncesinde yaşıyorum. Fırsatları hesaba yazdırmak için ise elimde sadece “bugün” var. “Bugün” iken hiç hesaba çekilmeksizin amel edecek kadar “ölmeyecekmiş gibi” dipdiri yaşadığım, yarın gelip “dün” olduğunda ise amel eyleyemeksizin hesaba çekilecek kadar “ölmüş gibi” çaresiz ve kıpırtısız kaldığım o kritik zamanı yaşıyorum şimdi.
Başka zaman var mı ki?
*****Senai Demirci
ESSELAMU ALEYKUM ..
s.s.s kardeşim..
güzel bir paylaşım..sizin de yüreğinize bereket..
çok teşekkür ediyorum..
hayır yanınızda ...
şer uzağınızda olsun..
...................................................
bir noktaya değinmem gerekiyor..
Rabbim merhamet etmezse, “dün”den bir şey eksiltemem. “Dün” için hesap vereceğim; ama “dün”e “bugün”den kıl kadar bile bir amel katamam, zerrece sevap ekleyemem. Henüz “bugün” olan “bugün” ise amel katabileceğim tek günüm; onu “dün” edinceye kadar hesap sorulmayacak bana.
Öyleyse.
“Bugün”ümü “dün” olduğunda bir şey ekleme ya da eksiltme ihtiyacı duymayacak kadar özenli yaşamalıyım. Ameli olan-hesabı olmayan “bugün”ümü, ameli olmayan-hesabı olan “dün”ün hakkını vermek üzere doldurmalıyım.
(......................daha sonra yazılmak üzere açılmıştır)
yazar bu konuda çok net konuşmuş..
sakın yanılıyor olmasın?
Selametle..
.....................................................
içinden 9 a kadar say
....................................................