Kalemi Kalbe Dokundurmak!
Kalemi Kalbe Dokundurmak!
KALEMİ KALBE DOKUNDURMAK!
Kâğıdı ve kalemi, en iyi iki dostu başıma dayıyorum. Doğrusu, başımı onlara dayıyorum. Çünkü şu aralar başımın ağırlığını ancak onlar taşıyabiliyorlar. Sıkıldıkça, yenildikçe, üzüldükçe onlara koşuyorum. Bir onlar anlıyorlar beni, bir onlar. Kâğıt ve kalemde soluklanıyorum desem yeridir.
Düşünüyorum da; mezun olmak, diploma almak, kariyer yapmak, evlenmek, ayrılmak, çocuk sahibi olmak, kaybetmek, kazanmak ve sayamadığımız nice şey! Hayatın her durağında, her kavşağında, her yol ayrımında, hayatımıza, bunlardan biri girip, biri çıkıyor.
Ve insanlar..
Bazen hiç planlamadığımız bir yerde, hiç ummadığımız insanlarla ve hiç ummadığımız şeylerle karşılaşıyoruz. Oyalanıyoruz kısaca. Bunlar bizi oyalıyor, hem de fena halde. Bir şeyleri hem de, çok önemli bir şeyleri kaçırıyoruz, ama neyi? Erteliyoruz ve erteleniyoruz hayattan, yarım kalıyor bir yanlarımız. Hangisidir diye, ayırt edemiyoruz. Bunları sonraları fark ediyoruz ve yazıyoruz. Belki bize yazı malzemesi oluyor ama yazarken de yine bir şeyleri kaçırdığımız muhakkak. Zaten insan, ne yazacağını bilseydi, hiç bir şey yazılamazdı bugüne kadar. Neyse yine de iyi ki kâğıt- kalem var. İyi ki yazmayı öğrenmişiz. Ve iyi ki bizi en iyi o dinliyor ve anlıyor. Ne güzel!
Planlamaktan söz edince aklıma geldi. Bütün bunlar gösteriyor ki hayat planlanarak yaşanmıyor. Çünkü öyle olaylar, öyle sınavlar karşınıza çıkıyor ki hayatınız bir anda alt-üst oluyor. Oysa siz öyle hesaplamamıştınız, öyle ummamıştınız. İşte böylesi anlarda, vazgeçemem dediklerinizden vazgeçersiniz, nasıl olduğunu anlamadan ve dahi bazen hatırlamadan. Mühim olan karşılaştığımız her sınavdan, mümin onuruna yakışır bir şekilde çıkabilmek, yara almış olsak ta! Yara almamasına özen göstermemiz gereken imanımız, değerlerimiz, ümitlerimiz olmalı. Yaşadığı sınav sonrası insanlarda en çok gördüğümüz, ümidin yara almış olmasıdır. Oysa en çok onu diri tutmalı. Ben, dualarımda en fazla buna yer vermeye çalışıyorum. Diyorum ki;”Allah’ım, dünyanın neresinde olursam olayım, zaman ve yaşadığım imtihan ne kadar zor olursa da sen bana yetersin. Aklım, kalbim, bedenim sana dönük olsun. İmanımın, ümidimin yara almasına izin verme.”
Hayatta başarmayı istediğim en önemli arzu budur. Yılların ardından baktığımda, bugünlerden yarınlara, yaratanın razılığının her dem arttığı, o kulun taşındığını görebilmek!
Hayatın en zoru; imtihanın büyük olması değil, insanın kendi karanlığının büyük olması o karanlığa gömülmesidir ve o sokaklarda yolunu bulamaması, kaybolmasıdır. Ve tutunacak bir dal ararken, hep ümitlenip durduklarının artık anlamsızlaşmasıdır.
Biz hayat içinde bunca şeyle boğuşurken şunu unutuyoruz, nasıl göründüğümüzü. Sözünü etmeye çalıştığım kime nasıl göründüğümüz değil, yaratana nasıl göründüğümüz? En zoru bunu bilememek. Daha önceleri hiç bunu düşünmemiştim ama şimdiyse beni şaşırtacak derecede düşündüren bir şey. Oysa her halimiz yaratana ayan değil mi? Ondan hiçbir şeyi saklayamıyoruz. Ve yine ondan kaşımız, gözümüz nedeniylede utanmıyoruz. Uykulu, çirkin, güzel diye de saklanmıyoruz. O, bizim her halimizi her an gören, bilen. Ama günah işlediğimde veya o duyguya kapıldığımda, keşke rabbim o halimi görmeseydi diyorum. Ve o halimden ötürü özür dilediğim zaman utanıyorum. Ve merak ediyorum. Acaba nasıl görünüyorum Allah’a?
Yanlış, eksik, hatalı, zayıf, mahcup, yaralı, zavallı, aciz, ne olduğunu bilemeyen, kendini kaybetmiş bulamayan.. Hangisi?” Hangisini sevmiyorsan değiştirme gücü ver. Biz nasılken bize yardım eder ve seversen o hali bizde devamlı kıl.”
Ne zaman kendimi kaybetmiş duygusuna kapılsam, yunus gibi bir balığın karnında hissediyorum kendimi. Bende dünyanın karnındayım, karanlığında. İstiyorum ki dünya beni sekinet, selamet, huzur, güven, emniyet ağacının gölgelendirdiği bir yere kussun.
Mümin olmak emin olmaktır, oysa şimdi eminliği kaybettik. Bizi en çok biz yanıltıyoruz, şaşırtıyoruz. Yine en çok kendimizden korkuyoruz,’ ne yapıyorum ben?’diye soruyoruz ya, işte o, korkunun sorusu.
Önce ümidi artırmalı, çünkü en çok ona ihtiyacımız var. Sabrı artırmalı, ayakta kalıp direnmenin ona ihtiyacı var. Emin olup güveni artırmalı yaşamanın, adım atmanın da ona ihtiyacı var.
Dünyanın en acı çeken insanıymışız gibi davranmamalı, bir sıkıntıyla denenirken. Sanki ondan başka bir sıkıntı, yokmuş gibi yeryüzünde. Bu, dünyayı kendi etrafımızdan ibaret görmekle ve kendimize çok takılıp kalmakla ilgili bir durum. Bizi dünyaya karışıp savrulmak korkutmalı, hayatın dışına itilmek, düzene kapılıp kaybolmak korkutmalı. İşte bu nedenle, en çok insanlara ve zamanın tuzaklarına karşı uyanık olmalı. Ama itaatimiz imanımız ölçüsünde olmadığından acı çekiyoruz ve bu yoruyor bizi. Aklı ve kalbi gölgeleyen kibri ve hırsı hayatımızdan azade kılmalı. Şimdi ve hemen sahip olma duygusunu terk etmeli. Evet, insanız tevekkülümüz kusurlu olabilir, bu gel-git’leri yaşayabiliriz. Ama çare, hep dönüp sığınan, yine Allah’a koşup sığınan ve başka yola bakmayan, bakmaktan korkan, o huzur dolu tevekküldedir. Yani o, gözünü yalnızca Allah’a diken kimsedir.
Kâğıt ve kalemden başladık nereler geldik! Ne alakası var demeyin. Okuduklarımız, yazdıklarımız kulağımızda bir şeyler bırakıyor. Neyi, ne kadar bıraktığını ve nasıl bıraktığını ancak konuşulunca, konuşunca fark ediyoruz. Okuyup yazmak için kâğıda ve kaleme gerek yok, okuma yazma bilmeyende okuyup yazıyor. Kimi aklına, kimi kalbine, kimi kulağına, kimi gözüne yazıyor. Ama akla ve kalbe yazılan unutulmuyor. Hele de akıl ve kalp aynı şeyi okuyup yazdıysa mümkün değil unutmak.
Mühim olan hayatı, imtihanı, kendini, bugünü, yarını, olayları, insanları iyi okumak. O ilk emri hayatın bütününe yaymak. İşte bunun içinde kâğıdı ve kalemi elden bırakmamak. Çünkü bizim ellerimizde yetişecek olan nesil, bunun ne kadar önemli olduğunu bizim sebebimizle anlayacak. Öyleyse hadi bakalım, uzansın eller kâğıt-kaleme. Çoğumuzun yazacağı pek çok şey olmalı öyle değil mi? Her türlü yazıp, okuyan herkese iyi okuyup yazmalar. Umarım kalemlerimiz kalbinize dokunabiliyordur.
Halise EKEMEN
alıntı