Mustafa Cilasun
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 22 Haz 2007
- Mesajlar
- 4,488
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 67
- Konum
- Kayseri
- Web Sitesi
- www.facebook.com
Naçarlığın beyinle ilişiği!
Naçarlığın beyinle ilişiği!
Çok acı çekmiştim, aynı acıyı tekrar yaşamamak için her ne gerekiyorsa durmayın lütfen başlayın ve dişlerime çeki düzen verin dedim.
Ama bu arada yapılan işlerin ücretini çok merak ediyordum ve nihayet dayanamadım doktora hesabımın ne olacağını sordum? Doktor gayet rahat bir şekilde önemli değil, gereken ikram neyse yaparız dedi, fakat yinede içim hiç rahat değildi.
Çünkü ben o vakte kadar doktora alışkın birisi değildim, hamdolsun turp gibiydim, tuttuğumu duramaz alaşağı ederdim.
O bakımdan bunların ücretleri nedir, kaça yaparlar hiç bilmezdim ve o nedenle de, haklı olarak bana kaça mal olacağını merak ederim, çünkü dar gelirli biriydim.
Doktor Hasan Bey şişman olmayan, gözlüklü, hafif saçları ağarmış, nazik olmaya gayret eden, fakat bünyesinde gizli tuttuğu uyanıklığı deşifre eden, sürekli kalfasına mahkûm bir insan gibi tavır sergileyen, borcumun ne olacağını bir türlü söylemeyen ve beni kuşkuya sevk eden, zorda olsa borcumu öğrendiğim bir zattı.
Epey bir zamandır ablama uğramıyordum, biraz sıkılmıştım, tabi bu arada merakımın da çekim kuvveti artmıştı, adeta teyakkuza geçen hislerim, başımın şiddetli ağrımasına rağmen, yinede ablama uğramamı bana icbar etti.
Müsaade alarak biraz sedire uzandım ve bu şekilde hasbi hal ettim, ablam mutfak kısmında biriyle konuşuyordu, kulağımı kabarttım, ahenkli hoş bir ses tonu, kulağımı okşadı.
Tahmin etmiştim bu konuşan nişanlımdı.
Kendisiyle hiç bir şekilde konuşmamış olsak bile, fevkalade içten, samimi, nazik, utangaç ve kendinden emin bir tarzda ifadelerini icra etmesi, oldukça dikkatimi çekmişti ve içimden sevinerek beğenmiştim.
Ablam rahatsız olduğumu söyleyince, sağ olsun kendiside halimi hatırımı sormayı ihmal etmedi ve onu benden esirgemedi, böylece anlamış oldum ki, duygu, çekince ve ödevi birbirine karıştırmayarak, gereğini ifa etti, müteşekkir kaldım.
O an elimde olmayarak canlanmıştım, adeta şifa bulmuştum, ağrıyı sızıyı hatırlamıyor o an unutmuştum, sineme akan bir sevinci ve huzuru hiç masrafsız buluvermiştim.
İşler yolunda gidiyordu, o günün şartlarında gündemi yıllarca uzak kaldığım İslami kaygılar oluşturuyordu.
Öyle ki ülkenin ve dünyanın masaya yatırarak araştırmaya aldığı Kuran ayetleri, bilinen ve bilinmeyen yönleriyle İslam ve Müslüman kimliği, birileri tarafından sürekli araştırılıyordu.
Amerika birleşik devletleri, süper bir güç olarak baş edemediği ve dünyanın gözü önünde hüsrana uğradığı illegal eylemleri sebebiyle madara olmuştu.
Bu eylemlerin mihrakını oluşturan odağı, tavizsiz kişiliğe haiz bulunan şecaat sahibi Müslümanları tespit ederek manipüle etmek en önemli bir görevdi.
Bu insanları koşturan, korkusuz kılan, şehit olayım diye sıraya girdiren ulvi sebebi ve inanç kararlılığını kendine göre bir şekilde mutlaka deşifre etmeliydi.
Canını ve mal varlığını gözlerini kırpmadan feda eden ve bu kimliği şereflerin en üstünü sayan, bu insanlara sebat etmeyi, şecaat ve sadakat göstermeyi, her varlıklarını tasattuk ettirmeyi öğreten, öğütleyen, sürükleyen ne olabilirdi, nasıl bir inançtı bu, hiç vakit kaybetmeden mutlaka bilinmeliydi.
O bakımdan bu nasıl bir güçtür diyerek, gece gündüz düşündüğü, bütçe ayırarak araştırdığı ve dolayısıyla neşter vurmak için uğraştığı en önemli argümanlardı.
Ayrıca bir daha asla bunlara fırsat tanımamak maksadıyla, ön tedbirleri alarak, içine düştüğü, aşağılayıcı ve dünya devletlerinin gözlerinin önünde kaybolan, itibarını ve saygınlığını yeniden kazanmak en büyük arzusuydu.
Hatta açık bir biçimde tehdit edenler ve benzerlerine emsal oluşturacak hangi unsurlar varsa tespit edilerek, ivedi olarak karargâhlarının ve güçlerinin derhal ortadan kaldırılması sağlanacaktır, bu çalışmaları iş birlikçileri vasıtasıyla yaparak, halk tarafından suçlanmayı bir müddet öteleyebileceklerdir.
Her türlü İzemleri bir tarafa bırakarak, stratejik araştırma merkezini ve tüm potansiyel gücü bir tek hedefe odaklamak ve bu hedefi her halûklarda çökertmek.
Desise ve entrikalar üreten, sürekli işbirlikçi halkasını geliştiren, bu işbirlikçilerini o ülkelerin başına yönetici getiren, her an ve zaman içinde bu kuvvet dengesini elinde tutarak, itaati daimileştirenler…
Ülke içinde yaşanan ve işbirlikçileri tarafından yasaklanan, özellikle fertlerin can alıcı noktasından hareket ederek, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan ve bu amaçla toplumun nabzını kontrol edenler…
Dolaylı yoldan bu ülkeleri kınayan ve mazlum insanların güya hamisi kesilen ve bu amaçla kendine yapay olarak, taraftar edinen bir gizli savaş ve uğraşanlar…
Dünya para politikasını yönlendirerek, beyin göçleriyle elde ettiği teknolojik hâkimiyeti, diledikleri gibi tasarruf ederler, o nedenle de maalesef acıdır ki.
İstedikleri ülkeyi, kendi elleriyle değil de, işbirlikçileri marifetiyle yönetirler, beğenmedikleri zaman değiştirirler ve özellikle sürekli bağımlı olmalarını sağlamak maksadıyla, kargaşa çıkartarak yokluğa mahkûm ederler.
Çünkü refah düzeyine ulaşmış toplumlar, genellikle düşünen, sorgulayan, yön veren ve üreten konuma gelirler, o nedenle kendileri bakımından stratejik öneme haiz ülkelerde bu fırsatların oluşmasına hiçbir zaman izin vermezler.
İşte dünyanın gözünde aşağılanmış, bir süper gücün bunlara fırsat vermesi düşünülebilir mi?
Ülke insanlarının asimile olmasına, kültür yozlaşmasına, aidiyet sorununa kapı aralar, kendi ülkelerini hürriyetler diyarı olan bir mekân diye sunarak, böyle tanıtırlar.
Yazılı ve görsel medyayı, ablukasına almayı katiyen ihmal etmezler ve her ne istiyorsa, istediği mesajları, rahatlıkla verirler.
Geçim derdiyle yorgun düşmüş insanlara, körpe dimağlara, duygusallığın hâkim olduğu arenalara, zevk ve eğlencelere daldırmak, baktırmak, ne gösteriyorsa onu düşündürmek, kesinlikle başka bir şey asla değil, böylece kavgasız bir şekilde hedefe ulaşmak.
Bütün dünya ülkesi insanlarının hayalini süsleyen, o ülkeye gitmekle gururlanan ve öğünen, ülkelerin beyin göçünü kendi geleceği için kaçınılmaz gören ve sürekli tespitler yaparak ve bu değerde bulunan insanlara, kapı aralayarak.
Kendi ülkesinde, hiçbir zaman elde edemeyeceği, imkânları sunarak, cazibesine dayanılmayacak hala getirirler.
İşte süper güce ulaşmanın temel mantığı, her zaman ve zeminde güçlü olmanın şartlarını irdelemek, bunu en iyi şekilde değerlendirmek ve bu fırsatları her halûklarda ve ne pahasına olursa olsun mutlaka muhafaza etmek.
Süper güçler koşullarını oluşturarak, dünya pastasından pay alacak ülkeleri belirlemek, ne kadar alacaklarını tespit ederek hadlerini bildirmek ve yetindirmek.
Dolayısıyla bu amaç ve uğurda, ittifaklar oluşturmak, bu bakımdan da her yaptığı sömürüye, zulme ve gaspa meşruiyet kazandırmak.
Yaptıkları ittifaklarla üye olacak ülkelerin, bağımlılığını artırmak ve masraflarını, dolayısıyla insan gücünü bu ülkelerden karşılamak.
Bu oluşuma veya teklife karşı gelen ülke liderlerini, yok ederek veya ajan ve işbirlikçileriyle ayaklanmaları tertipleyerek, güçten düşürerek bir anda ve hain ilan etmek.
Halkının gözünde mükemmel olan bu insanlar, maalesef hukuktan yoksun mahkemeler tarafından, suçlu bulunarak idam edilmelerini sağlamak, dolayısıyla bir daha buna cüret gösterecek olanları ilelebet yıldırmak.
Önlerini açmak adına ülke yönetimine kendilerine kronik bağımlı, pasifise olmuş, ilke ve hedeflerden yoksun, şeref ve haysiyetten arınmış fertler ve kukla liderler tayin etmek.
Mamafih bu ülkelerin, on yıllık dilimler halinde, kimler ve nasıl bir yönetimle idare edileceklerini hesaplayarak, oluşumları kaçınılmaz yapmak.
Ülke insanlarının tefekkür etmek, irdelemek, üretmek ve bir oluşum sürecine girmelerini önlemek nedeniyle, bazen toplum huzursuzluğu, bazen parlâmento erozyonu, bunlara göre asla kaçınılmazdır.
Çoğu zamanlar, bu insanların az bir paha karşılığında, arenalara toplanmaları amaçlanır, bu sebeple galeyana gelmeleri ve biriken potansiyel enerjilerini, kendilerinin tayin ettikleri mekânlarda tahliye etmeleri sağlanır.
Kronikleşmiş dertleriyle baş başa kalmaları ve mecalsiz, takatsiz bir şekilde bağırmalarına göz yumarak, şayet aşırıya giden olursa, karakolda bir ay kendine gelemeyecek biçimde, sorgulanıp tutuklanarak, perişanlığa düşürülür.
Daha olmadı mahkeme gününü bekleyerek, cezaevlerinin en olumsuz koşullarını solutarak, yaptığına, yapacağına bin pişman bir vaziyetle, sabrı yudumlayarak, henüz çıkmadan hürriyetti duygularında teneffüs ederek mahzunlaşır, bu insanlar.
Tabi ki aile fertlerinin durumu, devleti hiç alakadar etmez, bu sebeple de bir insanın haklı eylemi, bütün aile bireylerini kapsayarak onları da çileye mahkûm eder.
Böyle badireler yaşamış bir insan, hiç kalkışır mı bağırmaya, eylem yapmaya, dertlerini anlatmaya, böylece aman efendim, bana değmeyen yılan bin yaşasın dedirtmek zorunda bırakırlar.
Yılanlar sahipleri tarafından terbiye edilir veya uyuşturulur, yani asli varlığına müdahale edilerek, etkisiz hale getirilir.
Bu nedenle, yılanı yılan yapan asıl vasfı ortadan kaldırılır ve o bakımdan bunu bilen bir insan asla yılandan korkmaz.
Ancak bilmeyenler için, hala korku unsuru olarak kalacaktır, korkutanlar değil de korkanlar, tavırsızlığı içlerine sindirenler.
Bu biçimde bir hayat yaşamayı, fazilet addedenler, yılanlardan daha korkunç ve zehirli olduklarının fakına, hiçbir zaman varamayacaklardır.
Yılanı korkunç ve ürkütücü yapan unsur aslîyeti ve aidiyetidir.
İşte yılanın asliyetini tahrip edenlerde, senin gibi insanlardır, sen bu insanlara fırsat verdiğin vakit!
Hayrın kadar şecaatin, yani cesaretinin ve sende bulunan cevherin, farkına varamaman ve bu idrake ulaşmaman için, sürekli seni uyutuyorlar, meşgul ediyorlar ve dolayısıyla böylece seni senden uzaklaştırıyorlar.
Fakat sen yılanla eş değerde olamazsın, zira sen yılana yön veren konumdasın, çünkü sen eşrefi mahlûkatsın, yemeğe ihtiyaç duyduğun kadar, uyumaya, hava almaya, pisliklerden arınmaya kadar ne varsa tabii ihtiyaçların!
Bizzat onlar kadar karşılamaya, araştırmaya, bilgi sahibi olmaya, fikir ve çözüm üretmeye, öğrendiklerini uygulamaya, toplumla birlikte solumaya ve oluşumlara katkıda bulunmaya, asliye tini düşünerek seferber olmalısın, en azından buna aday olmalısın.
Naçarlığın beyinle ilişiği!
Çok acı çekmiştim, aynı acıyı tekrar yaşamamak için her ne gerekiyorsa durmayın lütfen başlayın ve dişlerime çeki düzen verin dedim.
Ama bu arada yapılan işlerin ücretini çok merak ediyordum ve nihayet dayanamadım doktora hesabımın ne olacağını sordum? Doktor gayet rahat bir şekilde önemli değil, gereken ikram neyse yaparız dedi, fakat yinede içim hiç rahat değildi.
Çünkü ben o vakte kadar doktora alışkın birisi değildim, hamdolsun turp gibiydim, tuttuğumu duramaz alaşağı ederdim.
O bakımdan bunların ücretleri nedir, kaça yaparlar hiç bilmezdim ve o nedenle de, haklı olarak bana kaça mal olacağını merak ederim, çünkü dar gelirli biriydim.
Doktor Hasan Bey şişman olmayan, gözlüklü, hafif saçları ağarmış, nazik olmaya gayret eden, fakat bünyesinde gizli tuttuğu uyanıklığı deşifre eden, sürekli kalfasına mahkûm bir insan gibi tavır sergileyen, borcumun ne olacağını bir türlü söylemeyen ve beni kuşkuya sevk eden, zorda olsa borcumu öğrendiğim bir zattı.
Epey bir zamandır ablama uğramıyordum, biraz sıkılmıştım, tabi bu arada merakımın da çekim kuvveti artmıştı, adeta teyakkuza geçen hislerim, başımın şiddetli ağrımasına rağmen, yinede ablama uğramamı bana icbar etti.
Müsaade alarak biraz sedire uzandım ve bu şekilde hasbi hal ettim, ablam mutfak kısmında biriyle konuşuyordu, kulağımı kabarttım, ahenkli hoş bir ses tonu, kulağımı okşadı.
Tahmin etmiştim bu konuşan nişanlımdı.
Kendisiyle hiç bir şekilde konuşmamış olsak bile, fevkalade içten, samimi, nazik, utangaç ve kendinden emin bir tarzda ifadelerini icra etmesi, oldukça dikkatimi çekmişti ve içimden sevinerek beğenmiştim.
Ablam rahatsız olduğumu söyleyince, sağ olsun kendiside halimi hatırımı sormayı ihmal etmedi ve onu benden esirgemedi, böylece anlamış oldum ki, duygu, çekince ve ödevi birbirine karıştırmayarak, gereğini ifa etti, müteşekkir kaldım.
O an elimde olmayarak canlanmıştım, adeta şifa bulmuştum, ağrıyı sızıyı hatırlamıyor o an unutmuştum, sineme akan bir sevinci ve huzuru hiç masrafsız buluvermiştim.
İşler yolunda gidiyordu, o günün şartlarında gündemi yıllarca uzak kaldığım İslami kaygılar oluşturuyordu.
Öyle ki ülkenin ve dünyanın masaya yatırarak araştırmaya aldığı Kuran ayetleri, bilinen ve bilinmeyen yönleriyle İslam ve Müslüman kimliği, birileri tarafından sürekli araştırılıyordu.
Amerika birleşik devletleri, süper bir güç olarak baş edemediği ve dünyanın gözü önünde hüsrana uğradığı illegal eylemleri sebebiyle madara olmuştu.
Bu eylemlerin mihrakını oluşturan odağı, tavizsiz kişiliğe haiz bulunan şecaat sahibi Müslümanları tespit ederek manipüle etmek en önemli bir görevdi.
Bu insanları koşturan, korkusuz kılan, şehit olayım diye sıraya girdiren ulvi sebebi ve inanç kararlılığını kendine göre bir şekilde mutlaka deşifre etmeliydi.
Canını ve mal varlığını gözlerini kırpmadan feda eden ve bu kimliği şereflerin en üstünü sayan, bu insanlara sebat etmeyi, şecaat ve sadakat göstermeyi, her varlıklarını tasattuk ettirmeyi öğreten, öğütleyen, sürükleyen ne olabilirdi, nasıl bir inançtı bu, hiç vakit kaybetmeden mutlaka bilinmeliydi.
O bakımdan bu nasıl bir güçtür diyerek, gece gündüz düşündüğü, bütçe ayırarak araştırdığı ve dolayısıyla neşter vurmak için uğraştığı en önemli argümanlardı.
Ayrıca bir daha asla bunlara fırsat tanımamak maksadıyla, ön tedbirleri alarak, içine düştüğü, aşağılayıcı ve dünya devletlerinin gözlerinin önünde kaybolan, itibarını ve saygınlığını yeniden kazanmak en büyük arzusuydu.
Hatta açık bir biçimde tehdit edenler ve benzerlerine emsal oluşturacak hangi unsurlar varsa tespit edilerek, ivedi olarak karargâhlarının ve güçlerinin derhal ortadan kaldırılması sağlanacaktır, bu çalışmaları iş birlikçileri vasıtasıyla yaparak, halk tarafından suçlanmayı bir müddet öteleyebileceklerdir.
Her türlü İzemleri bir tarafa bırakarak, stratejik araştırma merkezini ve tüm potansiyel gücü bir tek hedefe odaklamak ve bu hedefi her halûklarda çökertmek.
Desise ve entrikalar üreten, sürekli işbirlikçi halkasını geliştiren, bu işbirlikçilerini o ülkelerin başına yönetici getiren, her an ve zaman içinde bu kuvvet dengesini elinde tutarak, itaati daimileştirenler…
Ülke içinde yaşanan ve işbirlikçileri tarafından yasaklanan, özellikle fertlerin can alıcı noktasından hareket ederek, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayan ve bu amaçla toplumun nabzını kontrol edenler…
Dolaylı yoldan bu ülkeleri kınayan ve mazlum insanların güya hamisi kesilen ve bu amaçla kendine yapay olarak, taraftar edinen bir gizli savaş ve uğraşanlar…
Dünya para politikasını yönlendirerek, beyin göçleriyle elde ettiği teknolojik hâkimiyeti, diledikleri gibi tasarruf ederler, o nedenle de maalesef acıdır ki.
İstedikleri ülkeyi, kendi elleriyle değil de, işbirlikçileri marifetiyle yönetirler, beğenmedikleri zaman değiştirirler ve özellikle sürekli bağımlı olmalarını sağlamak maksadıyla, kargaşa çıkartarak yokluğa mahkûm ederler.
Çünkü refah düzeyine ulaşmış toplumlar, genellikle düşünen, sorgulayan, yön veren ve üreten konuma gelirler, o nedenle kendileri bakımından stratejik öneme haiz ülkelerde bu fırsatların oluşmasına hiçbir zaman izin vermezler.
İşte dünyanın gözünde aşağılanmış, bir süper gücün bunlara fırsat vermesi düşünülebilir mi?
Ülke insanlarının asimile olmasına, kültür yozlaşmasına, aidiyet sorununa kapı aralar, kendi ülkelerini hürriyetler diyarı olan bir mekân diye sunarak, böyle tanıtırlar.
Yazılı ve görsel medyayı, ablukasına almayı katiyen ihmal etmezler ve her ne istiyorsa, istediği mesajları, rahatlıkla verirler.
Geçim derdiyle yorgun düşmüş insanlara, körpe dimağlara, duygusallığın hâkim olduğu arenalara, zevk ve eğlencelere daldırmak, baktırmak, ne gösteriyorsa onu düşündürmek, kesinlikle başka bir şey asla değil, böylece kavgasız bir şekilde hedefe ulaşmak.
Bütün dünya ülkesi insanlarının hayalini süsleyen, o ülkeye gitmekle gururlanan ve öğünen, ülkelerin beyin göçünü kendi geleceği için kaçınılmaz gören ve sürekli tespitler yaparak ve bu değerde bulunan insanlara, kapı aralayarak.
Kendi ülkesinde, hiçbir zaman elde edemeyeceği, imkânları sunarak, cazibesine dayanılmayacak hala getirirler.
İşte süper güce ulaşmanın temel mantığı, her zaman ve zeminde güçlü olmanın şartlarını irdelemek, bunu en iyi şekilde değerlendirmek ve bu fırsatları her halûklarda ve ne pahasına olursa olsun mutlaka muhafaza etmek.
Süper güçler koşullarını oluşturarak, dünya pastasından pay alacak ülkeleri belirlemek, ne kadar alacaklarını tespit ederek hadlerini bildirmek ve yetindirmek.
Dolayısıyla bu amaç ve uğurda, ittifaklar oluşturmak, bu bakımdan da her yaptığı sömürüye, zulme ve gaspa meşruiyet kazandırmak.
Yaptıkları ittifaklarla üye olacak ülkelerin, bağımlılığını artırmak ve masraflarını, dolayısıyla insan gücünü bu ülkelerden karşılamak.
Bu oluşuma veya teklife karşı gelen ülke liderlerini, yok ederek veya ajan ve işbirlikçileriyle ayaklanmaları tertipleyerek, güçten düşürerek bir anda ve hain ilan etmek.
Halkının gözünde mükemmel olan bu insanlar, maalesef hukuktan yoksun mahkemeler tarafından, suçlu bulunarak idam edilmelerini sağlamak, dolayısıyla bir daha buna cüret gösterecek olanları ilelebet yıldırmak.
Önlerini açmak adına ülke yönetimine kendilerine kronik bağımlı, pasifise olmuş, ilke ve hedeflerden yoksun, şeref ve haysiyetten arınmış fertler ve kukla liderler tayin etmek.
Mamafih bu ülkelerin, on yıllık dilimler halinde, kimler ve nasıl bir yönetimle idare edileceklerini hesaplayarak, oluşumları kaçınılmaz yapmak.
Ülke insanlarının tefekkür etmek, irdelemek, üretmek ve bir oluşum sürecine girmelerini önlemek nedeniyle, bazen toplum huzursuzluğu, bazen parlâmento erozyonu, bunlara göre asla kaçınılmazdır.
Çoğu zamanlar, bu insanların az bir paha karşılığında, arenalara toplanmaları amaçlanır, bu sebeple galeyana gelmeleri ve biriken potansiyel enerjilerini, kendilerinin tayin ettikleri mekânlarda tahliye etmeleri sağlanır.
Kronikleşmiş dertleriyle baş başa kalmaları ve mecalsiz, takatsiz bir şekilde bağırmalarına göz yumarak, şayet aşırıya giden olursa, karakolda bir ay kendine gelemeyecek biçimde, sorgulanıp tutuklanarak, perişanlığa düşürülür.
Daha olmadı mahkeme gününü bekleyerek, cezaevlerinin en olumsuz koşullarını solutarak, yaptığına, yapacağına bin pişman bir vaziyetle, sabrı yudumlayarak, henüz çıkmadan hürriyetti duygularında teneffüs ederek mahzunlaşır, bu insanlar.
Tabi ki aile fertlerinin durumu, devleti hiç alakadar etmez, bu sebeple de bir insanın haklı eylemi, bütün aile bireylerini kapsayarak onları da çileye mahkûm eder.
Böyle badireler yaşamış bir insan, hiç kalkışır mı bağırmaya, eylem yapmaya, dertlerini anlatmaya, böylece aman efendim, bana değmeyen yılan bin yaşasın dedirtmek zorunda bırakırlar.
Yılanlar sahipleri tarafından terbiye edilir veya uyuşturulur, yani asli varlığına müdahale edilerek, etkisiz hale getirilir.
Bu nedenle, yılanı yılan yapan asıl vasfı ortadan kaldırılır ve o bakımdan bunu bilen bir insan asla yılandan korkmaz.
Ancak bilmeyenler için, hala korku unsuru olarak kalacaktır, korkutanlar değil de korkanlar, tavırsızlığı içlerine sindirenler.
Bu biçimde bir hayat yaşamayı, fazilet addedenler, yılanlardan daha korkunç ve zehirli olduklarının fakına, hiçbir zaman varamayacaklardır.
Yılanı korkunç ve ürkütücü yapan unsur aslîyeti ve aidiyetidir.
İşte yılanın asliyetini tahrip edenlerde, senin gibi insanlardır, sen bu insanlara fırsat verdiğin vakit!
Hayrın kadar şecaatin, yani cesaretinin ve sende bulunan cevherin, farkına varamaman ve bu idrake ulaşmaman için, sürekli seni uyutuyorlar, meşgul ediyorlar ve dolayısıyla böylece seni senden uzaklaştırıyorlar.
Fakat sen yılanla eş değerde olamazsın, zira sen yılana yön veren konumdasın, çünkü sen eşrefi mahlûkatsın, yemeğe ihtiyaç duyduğun kadar, uyumaya, hava almaya, pisliklerden arınmaya kadar ne varsa tabii ihtiyaçların!
Bizzat onlar kadar karşılamaya, araştırmaya, bilgi sahibi olmaya, fikir ve çözüm üretmeye, öğrendiklerini uygulamaya, toplumla birlikte solumaya ve oluşumlara katkıda bulunmaya, asliye tini düşünerek seferber olmalısın, en azından buna aday olmalısın.