Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

-sağlık sektöründeki son gelişmeler- (1 Kullanıcı)

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Çilli Neden Oluruz ?

Çilli Neden Oluruz ?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif] [/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Bazı kimselerin niçin çilli olduğunu gereği gibi açıklayabilmek için, önce cilde renk veren şeyin esasını öğrenmeliyiz. İnsan cildinin (derisinin) belirli bir rengi almasındaki en önemli unsur, değişik ırklardan kişilerde melanin miktarındaki farklılıktır. Başka türlü söylemek gerekirse ,melanin miktarının farklılığı insanlarda derinin başka başka renklerde olması bakımından en önemli rolü oynar.
Hayatın ilkel, alt tabakadan örneklerinde ,kertenkelelerin ve belirli bazı balıkların renk değiştirebilmeleri melanin sayesinde olur. Buna karşılık, melanin insanlarda sadece tenin rengini belirlemekle kalmaz. Uzun süre güneş altında kalmanın çok zararlı etkilerine karşı da koruyucu görevi ve işlevi (fonksiyonu) vardır.
Melanin, epiderminin en alt tabakası boyunca yayılmış özel hücreler tarafından üretilir. Bildiğimiz gibi.epidermi derimizin ince dış kesimidir. Melanin üreten özel hücreler "melanosif" ler diye adlandırılır. Bütün bu açıklamalardan sonra, şimdi "çil" in ne olduğu sorusuna gelmiş bulunuyoruz.
Çil,sözkonusu hücrelerin,yani melanositlerin belirli kesim ve noktalarda yoğun bir şekilde guruplaşmış bulunmasının sonucudur. Zaten çillerin sarımsı kahverengi olması da bu nedenledir. Melanin pigmentleri (renk verici maude) sarımsı kahverengidir. Burada karşımıza başka bir soru çıkıyor. Neden bazı insanlar çillidir de, çoğunluk çilli değildir? Bunun cevabını soyaçekim'de aramak gerekir.Bizim çilli ya da çilsiz olmamız,anne ve babalarımızın durumlarıyla, görünüşleriyle belirlenen bir şeydir.
İnsanlardaki çillerin rengi (aslında onların yapısındaki melanin rengi), altın renginden koyu kahverengine kadar değişiklikler gösterebilir. Bu durum, sözkonusu kimsenin cildinin güneşe ve ısıya maruz kalmasının derecesiyle ilgilidir. Güneş ışınları çillerin rengini, koyulaştırmaktan başka, yeni melanin oluşumuna da zemin hazırlar.
Bir başka deyişle, güneş ışığı yeni ve bol melanin yaratır. Melanin miktarı yoğunlaştıkça cildin renginin koyulaşacağıda tabii bir şeydir, İşte bu nedenle, tropik bölgelerde devamlı ve şiddetli güneş ışınlarına maruz kalanların tenlerinin rengi koyudur. Beyaz tenli kimseler yaz aylarında "güneş altında yanmakla",gerçekte melanin'in çoğalması sonucu esmerleşmektedirler. Aynı şekilde,kapalı yerlerde uygulanan ultra-violet ışınları da tenin güneş altında kalmışcasına yanıp esmerleşmesini sağlayacaktır.
Özetlemek gerekirse,farklı miktarlarda olmak suretiyle insanın cildinin rengini belirleyen melanin aynı zamanda bazı insanlardaki "çil" lerin de nedeni ve kaynağıdır.
[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Doğuştan Görme Özürlüler Rüya Görür mü?

Doğuştan Görme Özürlüler Rüya Görür mü?



Bütün insanlar rüya görür. Yani doğuştan görme özürlüler de rüya görür. Bildiğimiz gibi görme yeteneğini kaybeden bir insanın zaman içinde diğer duyuları oldukça gelişir, hatta kimi uzmanlar tarafından "süper duyu" olarak adlandırılırlar. Görme özürlü insanlar günlük yaşamda bu duyularla algıladıkları şeyler sayesinde rüyalarında koku, ses, dokunma gibi hislerin ağırlıkta olduğu deneyimler yaşarlar. Fakat görme özürlü insanların gördükleri rüyalar "görsel" öğeler içermeyebilir. Bu da onların ne zaman kör olduklarıyla yakından ilintilidir. Eğer bir kimse görme duyusunu 5 yaşından önce kaybetmişse (doğuştan görme özürlülük de buna dahil), bu kişinin rüyalarında görsel öğeler bulunmaz. Tabi bu konuda çok az sayıda istisnalara rastlanmış. 1928 yılında Hollanda'da yayınlanan bir raporda, görme duyusunu 5 yaşından önce kaybetmiş 6 ilkokul öğrencisinin rüyalarında çok az da olsa görsel öğeler bulunduğu belirtilmiş. Ama bir insan doğuştan görme özürlüyse rüyaları kesinlikle görsellik içermiyor. Görme duysunu kaybettiğinde 5-7 yaşları arasında olan bir kişinin rüyalarında görsellik olabilir de olmayabilir de. 7 yaşından sonra görme duyusunu kaybeden bir insan ise ne kadar uzun süre ve ne kadar çok şey gördüğüyle orantılı olarak rüyasında görüntülere rastlayabilir.
Uykunun REM (rapid eye movement-hızlı göz hareketi) evresinde görme özürlü insanlarda gözlerin hareketinin ya çok az ya da hiç olmadığını da ekleyelim.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
İlk Yoğurt Nasıl Üretildi ?

İlk Yoğurt Nasıl Üretildi ?



Sütten ürettiğimiz besinlerden biri de yoğurttur. Yoğurt, süt proteinlerinin fermentasyonla çökelmesi sonucu oluşan pıhtıdan ibarettir. Genellikle kaynatılıp ılık hale getirilen süte az miktarda eski yoğurdun eklenmesiyle yapılır. Ilık olan sütün ortasına, daha önceden ayrılmış ve suyla karıştırılarak inceltilmiş bir miktar yoğurt yavaş yavaş eklenir. Üzeri kapatılır ve soğumaya alınır. Burada en önemli girdi, sütün yoğurt haline dönüşmesini sağlayan mayadır.

Ve yoğurt yapımında bu görevi eski yoğurt üstlenir. Peki elimizde yoğurt mayalamak için eski yoğurt bulunmuyorsa ne yapmalıyız? Ya da ilk yoğurdun mayası nedir? Bu soruların yanıtları araştırıldığında, göçebe olarak yaşayan atalarımızın karınca yumurtasından yoğurt yaptığına dair bilgiler edinildi.

Bunun üzerine ilk yoğurdun karınca yumurtasından mı, karınca toprağından mı, ya da normal topraktan mı mayalandığını kanıtlamak için araştırmalar yapıldı.

Oktay İnce de çalışmasında, eski yoğurt dışındaki doğal mayaların, sütün yoğurda dönüşmesinde işe yarayıp yaramayacağı ve eğer doğal mayalardan yoğurt olursa, ne kalitede olacağını inceledi. Araştırmasında deneysel olarak süte ev koşullarında değişik oranlarda standart (ticari) yoğurt ve doğal mayalar (normal toprak, karınca yuvası çıkışındaki toprak ve karınca yumurtası) ekleyip, elde edilen yoğurtların ve bunlarla hazırlanan yoğurtların bazı fiziksel ve kimyasal özelliklerini beş gün süreyle araştırdı. İnce, araştırmasının sonuçları konusunda şu açıklamayı yapıyor: "Araştırmamızda denenen yoğurtların her bir neslinin, zamana bağlı olarak pH değerinde azalma olduğu saptandı. Doğal mayalarla elde edilen yoğurtların 2, 3 ve 4. nesillerinde ölçülen pH değerinin, standart yoğurt pH'sı ile aynı düzeylerde olduğu saptandı. Yoğurtların fiziksel görüntüsü bakımından doğal mayalarla elde edilen yoğurtların 3. ve 4. nesillerinde hemen hemen hiç serum ayrılması gözlenmezken, ev yoğurdunda az da olsa serum ayrılması oldu.

Duyusal test sonucunda yapı bakımından en iyi yoğurt, karınca toprağıyla mayalanan yoğurt oldu; görünüm olarak karınca toprağı ve karınca yumurtası olumlu sonuçlar verirken, lezzet olarak da en iyi yoğurdu, karınca toprağıyla yapılan mayalamadan elde ettik. Sonuç olarak, doğal mayalar kullanılarak yoğurt mayalama işlemi sağlandı ve karınca toprağıyla mayalanan yoğurt panelistler ve tüketiciler tarafından en iyi yoğurt seçildi.

Eğer bir gün evinizde yoğurt yapmak için maya bulamazsanız, dışarı çıkıp karıncanın oluşturduğu toprak tepecikten biraz almanız yeterli. Unutmayalım ki bu yoğurdu yemek için üç gün beklemek gerekiyor. Çalışmamızın ilerleyen aşamalarında elde edilen yoğurtların mikrobiyolojik ve besin kalitesini de araştıracağız."
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Niçin Gıdıklanırız ?

Niçin Gıdıklanırız ?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif] Bazıları çok kolay gıdıklanırken bazıları etkilenmez. Başkalarının hassas dokunuşları bizi gıdıklar ve hatta bazen dokunulmadan bile gıdıklanırız. Gıdıklanmak kimi zaman rahatsız edici kimi zaman eğlendirici olabilir.
[/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Gıdıklanınca, derinin yüzeyindeki küçük sinir lifcikleri harekete geçer. Özellikle tüyle okşama, böcek yürümesi gibi olaylara hassas olan bu lifcikler, sinyalleri beyne gönderirler. Ancak araştırmacılar bu sinyallerin beyinde nereye kaydedildiğinden emin değiller. Beyinin gıdıklanmaya tepkisi, kaşınmaya olan tepkisi gibi, gönülsüz yapılan bir tepkidir.
[/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Gıdıklama ile kan basıncı artarken, nabız ve kalp atışı hızlanır, beynin uyanıklığı fazlalaşır. Gıdıklanmanın fiziksel olduğu kadar psikolojik yanı da vardır. Gıdıklanma başlangıçta zevkli olabilirse de sürdürüldüğünde korku ve paniğe dönüşebilir.
İnsanların daha çok gıdıklandıkları yerler, ayak altı, avuç içi ve koltuk altı gibi bölgelerdir. Bunun nedeni, buraların çok hassas bölgeler olmalarıdır.
[/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]İnsan beyni vücuda gelen uyarıların hangisinin insanın bizzat kendisinden, hangisinin dışarıdan geldiğini ayırt eder ve ona göre öncelik verir. Örneğin, elimizin yanması gibi acil refleks gerektiren dışarıdan gelen uyarılara öncelik verir. Bu nedenle bir başkası tarafından gıdıklandığımızda reaksiyon gösteririz ama kendi kendimizi gıdıklamaya çalıştığımızda beyin bu noktalardaki hassasiyeti azalttığından gıdıklanamayız.
[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Neden Yoruluruz ?

Neden Yoruluruz ?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif]Yorgunluk bir nevi "zehirlenme" sayılabilir. Çalışmaktan yorulan adale "laktik asid" meydana getirir. Yorgun bir adaledeki laktik asidi giderebilirsek,o adale derhal çalışabilecek duruma gelecektir.
Günlük hayatımız boyunca, yorulan adalelerimizin meydana getirdiği laktik asidle "kendimizi zehirleriz". Bundan başka adalelerin çalışmaları esnasında vücudun oluşturduğu başka "yorgunluk toksinleri" daha vardır.
Kan dolaşımı esnasında bu yorgunluk toksinleri vücudun her tarafına taşınır. Dolayısıyla sadece adalelerde yorgunluk hissetmekle kalmaz,bütün vücudumuzla yoruluruz. Bu yorgunlukda en büyük hisse de beyine düşer.
Bilim adamları yorgunlukla ilgili çok ilginç bir deney yapmışlardır. Son derece yorgun düşen ve yorgunluktan uyuyakalan bir köpeğin kanı başka bir köpeğe nakledildiğinde, ikinci köpek hemen yorgunluk belirtileri göstermiş ve o da derin bir uykuya dalmıştır. Buna. karşılık dinç ve zinde bir köpeğin kanı uykulu, yorgun bir köpeğe nakledildiği zaman, köpek hemen uyanmış,yorgunluk belirtilerinden iz kalmamıştır.
Bütün bunlara rağmen, yorgunluk sadece "kimyasal bir olgu" değildir. Aynı zamanda "biolojik" nitelik taşır. Yorgunluğu tam anlamıyla ortadan kaldırmak sözkonusu olmadığı için, vücut hücre erinin istirahat etmesine, dinlenmelerine meydan vermek gerekir.Hücrelerdeki tahribat onarılmalı, beyinin sinir hücreleri yenilenmelidir. Yorgunluk hissedildiğinde, vücudun eski gücünü kazanabilmesi için uyku şarttır.
Burada dinlenmenin de değişik şekilleri olduğunu özellikle belirtelim. Bütün gün masa başında,kafasını yorarak çalışan bir kimse, kendini yorgun hissettiğinde dinlenmek için uzanıp yatmak istemeyebilir. Bunun yerine uzun gezintilere çıkacak, temiz açık havada dolaşmayı tercih edecektir. Okuldan eve gelen,uzun uzun ders çalışan çocuklar da dinlenmeyi yatıp uyuyarak yapmazlar. Koşup oynayarak dinlenirler. , Bunun nedeni açıktır. Vücudun belirli bir kısmı örneğin beyin, gözler, eller ya da bacaklar yorulduğu zaman, o uzvu yeniden güçlendirmek, zindeleştirmek için en iyi yol vücudun diğer kısımlarını çalıştırmaktır.Başka türlü söylemek gerekirse, düzenli, aşırı kaçmayacak bir hareketlilikle de dinlenebiliriz. Kapalı yerlerde çalışanlar, dimağı faaliyeti yoğun olan kimseler,açık hava sporları (yürüyüş, tenis,bisiklet,binicilik, yüzme vs.) yaparak dinlenirler. Haraket soluk alıp vermeyi hızlandırır. Kan dolaşımı hızlanır. Hormonların eylemi artar. Vücuda yararsız maddeler yorgun kısımlardan atılır.
Ancak genel bir yorgunluğun tek çaresi güzel bir uykudur.
[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Domates Niçin Meyvedir ?

Domates Niçin Meyvedir ?



domates.jpg
Genellikle meyveler çiğ olarak (tabii yıkandıktan sonra), sebzeler ise pişirildikten sonra yenilir. Bu da bazı yiyeceklerin meyve mi, yoksa sebze mi olduklarına dair karışıklıklara yol açar. Örneğin domates salatada çiğ olarak yenilebilir, bunun yanında tencere yemeği olarak dolması da yapılır. Bu durumda domates meyve midir, yoksa sebze mi? Genel kanının ikincisi olmasına rağmen aslında domates bir meyvedir.
Çarşı, pazar anlayışına göre, tabiatta bulunduğu şekilde yenilen ve tadı tatlı olan yiyecekler meyvedir. Çarşıda, pazarda, marketlerde elma, çilek, üzüm ve muz meyve olarak kabul edilirlerken, taze fasulye, domates, kabak ve patates, sebze reyonlarında bulunur.
Ancak bilim insanları, yani botanistler, sebze-meyve ayrımını böyle yapmıyorlar. Onlara göre meyve, içinde etli veya kuru, çoğunluğunu çekirdek diye adlandırdığımız, kendi tohumu veya tohumları bulunan yiyecektir. Bu tanıma göre kayısı, şeftali, üzüm, taze fasulye, domates, salatalık (hıyar) ve benzeri gıda maddeleri teknik olarak meyvedir. Geriye kalanlar, yani patetes, havuç, şalgam, soğan, sarımsak gibi bitki köklerri, lahana, marul gibi bitki yaprakları, hatta aslında bir çiçek olan karnabahar bilen birer sebzedir. Bu arada belirtmekte fayda var; biz bitkilerin değişik kısımlarını yeriz. Örneğin, maydanoz yetiştiği bitkinin yaprak kısmı iken, karabiber ağacın meyvesi, tarçın kabuğu, susam ise bitkisinin tohumudur....
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Göz Aldanması Nedir?

Göz Aldanması Nedir?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif] [/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Belirli bazı şekiller bize gerçekte olduklarından başka türlü görünürler. Cisimleri olduğundan büyük yada küçük,doğru çizgileri eğriymiş gibi görürüz. Bu durum "göz aldanması" diye tanımlanır. Ancak,burada gözün gerçekten aldanması, yanlış görmesi sözkonusu değildir. Göz görüntüyü hiç bozmaksızın görür, beyne öylece iletir. Fakat beyin o cismi, o şekli olduğu gibi değil,nasıl olmasını kabulleniyor, nasıl uygun buluyorsa öylece ifade eder. Burada, görülen şeyin daha önce görülmüş olan benzerlerinin ve görülüş şeklinin etkisi vardır. Dümdüz, uzun bir yola baktığımız zaman,yol çok ilerde daralıyormuş gibi görünür. Ağaçlar, telgraf direkleri,yapılar, kendilerinden uzaklaştıkça küçülüyormuş gibi görünürler. Aynı büyüklükte,fakat biri beyaz,öteki koyu renk iki yapıya baktığımızda,beyaz yapıyı daha büyükmüş gibi görürüz. Uzunlamasına çizgili elbise giyen bir kimse, enlemesine çizgili kumaştan bir elbise giydiği zamandan daha zayıf ve uzun boyluymuş gibi görünür. Bunların hepsi göz aldanmasıdır. Gerçekte göz her şeyi olduğu gibi görmektedir. Ancak ,beyin "izlenimler-intibalar" halindeki bu aldanmayı doğurur .Sözgelimi, tepedeki dolunay uzaktaki görünüşünden daha küçüktür. Her iki durumda fotoğrafı çekilecek olursa, büyüklüklerinin hiç farketmediği açığa çıkacaktır. Burada,beyin bilinçaltı bir müdahaleyle yanılmaya sebep olmuştur.
Tepesi sivri direklerin küt başlı direklerden daha yüksek, dikey çizgili duvar kağıtlarının tavanı olduğundan yüksek, yatay çizgili duvar kağıtlarının ise daha alçak göstermesi hep aynı müdahalenin, yani beyin tarafından müdahale edilmiş izlenimlerin sonucudur. Göz aldanmasının değişik bir şekli, güneşin ortalığı yakıp kavurduğu kum çöllerindeki serap davıdır. Ancak,burada fiziksel bir olay da işe karışmıştır. Serapın fotoğrafı çekilebilir ve bunun ışık kırılmasından meydana geldiği görülür. Büyüteçler ve düz aynalarda gördüğümüz görüntüler bir bakıma göz aldanması diye kabul edilebilir.Çünkü görüntüler, gerçekte görüldükleri yerde değildir.
Bütün bunlardan kolayca anlaşılacağı gibi, göz aldanmaları tamamen normaldir. Gözünde hiç bozukluk olmayan kimseler de göz aldanmalarına uğrayabilir. Bundan endişelenmek için bir sebep yoktur. Derinlik boyutu, göz aldanmalarında en büyük rolü oynayan etkendir. Ressanilar, göz aldanmasından büyük ölçüde yararlanırlar. Perspektif,yani eşyayı, cisimleri sabit bir noktaya göre uzaklıklarını,duruş farklarını belirtecek, canlandıracak düzenle resmetmek, bizden uzaklaşan şeylerin küçük görünmesi halini en açık şekilde verir. Göz aldanması da bir bakıma bu yöntemle yakından ilgilidir....

[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Neden Hapşırırız ?

Neden Hapşırırız ?



Hapşırma, ani, irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu oluşan psikolojik bir reaksiyondur. Aslında burnumuz nefes almamızda çok önemli bir görev yapar. Hava onun dar kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hem de içindeki toz burada filtre edilir.
Buradaki sinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka bir çok nedenleri daha vardır. Hapşırmadan önce sanki bir yerimiz ısırılmış gibi sinir uçlarının ikaz göndermesi sonucu, burnumuzdan önce bir salgı gelir. Biz bunun pek farkına varmayız.
Bu salgının ardından beyine giden ikaz neticesinde baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir. Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da. Ancak tıp bilimi hapşırma ile yayılan mikropların, elle yayılanlardan çok daha az olduğunu saptamış bulunmaktadır.
Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda hapşırma olmaz. Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında uyanılır. Ancak bu beyin tarafından tehlike olarak algılanmaz. Uyurken ayağını gıdıkladığımız kişinin ayağını çekip, arkasını dönüp, uyumaya devam etmesi gibi.
Hapşırma refleksinin detayları tam bilinmese de kesin olarak bilinen bir şey var. Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız. Bunu bilim insaları vücudumuzda bir acı veya ağrı duyduğumuzda gözlerimizi kapatmamıza bağlıyor. Kibarlık olsun diye hapşırığı tutmaya çalışmak ise kesinlikle tavsiye edilmiyor.
Güneş ışığı ile karşılaşınca hapşırmanın genetik olduğu ileri sürülüyor. Dünya nüfusunun en az yüzde 18'i bu hassasiyete sahip. Hapşırma sayısının da genlerle nakledildiğini ileri süren bilim insanları var. Bazı ailelerde üç kere hapşırılırken, bazılarında seklizinci de duruyormuş.
İnsanlara hapşırdıktan sonra "çok yaşa " deme adetinin kökenin Hıristiyanların "God bless you" yani "Tanrı seni takdis etsin" veya "Tanrının hayır duası üzerinde olsun" cümlesine dayanmaktadır. Altıncı yüzyılda hapşıranlara vücutlarındaki şeytanı attıkları için tebrik anlamında söylenen bu söz büyük veba salgını başlayınca Papa tarafından söylenmesi zorunlu kılındı ve kanunlaştırıldı.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Diyet Kola Suda Nasıl Yüzebiliyor ?

Diyet Kola Suda Nasıl Yüzebiliyor ?



Tabii evinizdeki teneke kutu kolaları suya atıp, yüzme bilip bilmediklerini test etmek gibi bir merakınız yoksa bilemezsiniz. Suya atılan bir teneke kutu diyet kola batmaz ama aynı hacim ve ebattaki normal kola batar. Bunun doğruluğunu ABD'deki kola üreticilerinin yetkilileride onaylamışlardır. Peki diyet kola yüzmeyi nasıl öğrendi?
Her iki kolayı da suya koyduğunuzda (attığınızda değil) diyet kola yüzeye doğru çıkar ama, klasik kola da taş gibi dibe oturmaz. Yüzeye çıkayım mı, çıkmayayım mı dercesine salınır durur.
Üreticilerin bu durumu, diyet kolalarda kullanılan suni tatlandırıcıların yoğunluklarının şekere göre daha az olması ve bu nedenle de bir kutuda daha az miktarda kullanılmaları şeklinde izah ediyorlar. Gerçekten "aspartame" denilen tatlandırıcı, şekerden 2 yüz kez daha tatlıdır. Yani bir kolayı tatlandırmak için 10 çay kaşığı şeker koymanız gerekiyorsa, aynı tatlılığı bir çay kaşığının yirmide biri kadar suni tatlandırıcı katarak verebilirsiniz.
Aslında diyet kola ve kutunun yapıldığı alüminyumun yoğunlukları ayrı ayrı sudan fazladır ama kutunun içindeki hava ve gaz kabarcıkları, onun ortalama yoğunluğunu, suyun yoğunluğunun biraz altına indirir. Arşimet'e göre ortalama yoğunluğu sudan az olan her şey yüzebilir.
Bu arada biradan da bahsetmeden geçemeyeceğiz. Evinizdeki aynı hacimdeki teneke kutu biraları suya koyun, hepsinin farklı derinliklerde kaldıklarını göreceksiniz. Bunun nedeni suyun kaldırma gücünden ziyade tüketici yasalarıdır. Kutunun kenarında yazan hacim miktarı yasal olarak en az olanıdır. Doldurma sistemindeki hassasiyet pek iyi değilse, daha çok dolanlar daha ağır olabilirler.
Kutu biralar eğer üzerlerinde yasal minimum miktar kadar doldurulurlarsa, içlerindeki hava ve karbondioksit sayesinde yüzebilirler. Ancak üreticiler, yasadan çekilmeleri nedeni ile, biraları minimumdan değil de, biraz fazla doldurmayı tercih ettiklerinden kutuların çoğunluğu suda dibe gider...
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Banyodan Sonra Ellerimiz Niçin Buruşur?

Banyodan Sonra Ellerimiz Niçin Buruşur?

Bütün vücudumuz, bir kısmı gözle görülebilen, büyük bir kısmı da ancak dikkatli bakınca farkedilen kıl ve tüylerle kaplıdır. Bu tüy ve kılların dibinde "sebum" adı verilen yağ bezleri vardır. Bunların çıkardığı yağ, su geçirmez keratin bir tabaka oluşturur ve suyun derimizden içeri girmesini önleyerek derimizi yumuşak tutar.

Belki de en çok kullanılan yerler olmaları nedeniyle vücudumuzda sadece parmak uçlarımız ve tabanlarımızda kıl veya tüy yoktur. Dolayısıyla koruyucu keratin tabaka da yoktur. Ayrıca parmaklarımızın uçları ve ayaklarımızın tabanları kalın bir deri tabakası ile kaplanmıştır.

Parmaklarımızın uçları ve tabanlarımız suyun altında belli bir süre kalıp iyice ıslanırsa, osmos denilen daha sulu bir maddenin daha koyu bir maddenin içine girişi sonucunda derimizin altına su girer ve bu su burada kendine yer bulmak ister. Ancak buradaki kalın derimizin genleşerek bu suya ayırabileceği fazla yeri olmadığı için, aynen yazın çok sıcak havalarda yollardaki asfaltlarda olduğu gibi eğilir, bükülür yani büzüşür.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Saçlar Neden Kıvırcık Oluyor ?

Saçlar Neden Kıvırcık Oluyor ?

Saçlarımızın keratin yapıda olduğunu biliyoruz. Keratinin, α- ve β-keratin olarak iki farklı tipi bulunuyor. Saçlarımız ise, sistin içeriği bakımından zengin olan α-keratinlere bir örnek. Heliks şeklindeki saç teli yapısında bulunan sistein aminoasitleri arasında oluşan çapraz disülfit bağları ise, saçın düz veya kıvırcık oluşunu tayin eden temel neden.
Saçın ince yapısına biraz daha girecek olursak, saçın ana bileşenlerinin, her biri 3 adet polipeptid zincirinin heliks (sarmal) şeklinde yanyana gelmesiyle oluşmuş protofibriller olduğunu söyleyebiliriz. Daha sonra bu protofibrillerin yanyana gelişiyle mikrofibriller ve mikrofibrillerin yanyana gelmesiyle de makrofibriller oluşur. Belirli bir düzen içerisinde bir araya gelerek saç telini oluşturan bu fibrillerin yapısında bulunan disülfit bağları da, oluşum yerlerine göre saça düz veya kıvırcık karakterini verirler.[FONT=arial,helvetica,sans-serif]Saçların kıvırcık olması, bu şekildeki genetik yapıya sahip olmanın yanı sıra, saç foliküllerinin dış yüzeye ulaştığı açıklıkların yapısından da kaynaklanabiliyor. Tüm bunlara ek olarak, yapay müdahaleler olarak sayabileceğimiz özel işlemler sonucunda (örneğin bir kuaförün yardımıyla) da saçlar kıvırcık hale gelebiliyor. Ancak bu tip yapay müdahaleler, genetik yapıya bir etkide bulunmayacağı için, saçlar normal yapılarında uzamaya devam edecek ve bir süre sonra da saç, yeniden normal haline geri dönecektir....[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yiyecekler Midemizde Ne Kadar Kalır?

Yiyecekler Midemizde Ne Kadar Kalır?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif]Her gıdanın midede kalış süresi değişiktir. Örneğin hindi dolması ancak dört saat 15 dakika sonra mideden barsağa geçerken, ıspanak püresi için bu süre bir saat yirmi beş dakikadir. Haşlanmış sığır ve dana eti dört,pirinç pilavı bir buçuk, domates, soğan, fasulye, iki, bakla, kuzu eti iki buçuk,marul,kereviz,koyun eti,tavuk,makarna,peynir, yumurta, ekmek üç saat midemizde kalır.
Ördek, kaz gibi gıdaların midede kalış süresi dört buçuk saati bulur.
Burada dikkati çeken nokta, kolay hazmolduğunu sandığımız marulun, kızarmış tavuk kadar güç hazmolan bir gıda oluşudur.
[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Deniz Suyundan İçme Suyu Nasıl Elde Edilir ?

Deniz Suyundan İçme Suyu Nasıl Elde Edilir ?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif]Deniz suyunu tuzundan arındırmanın bir yöntemi, suyu basınçlayıp içinden metan gazı pompalamak. Suyun yüzeyinde hemen, metan ve su moleküllerinden oluşan kristaller beliriyor. Bu kristalin yapısı yalnızca su ve metan moleküllerini barındırdığından, tuz geride kalmış oluyor. Kristalleri ayırıp erimeye bırakmak ve metan gazı buharlaşırken, oluşan saf suyu bir başka kapta toplamak mümkün.
[/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Deniz suyundan içme suyu elde etmenin bir diğer yöntemi, "ters osmoz" düzeneği. Osmoz bilindiği gibi, bir çözeltideki çözücünün, örneğin tuzlu sudaki suyun; yarı geçirgen olan, yani çözücüyü geçirip de çözüleni geçirmeyen bir zar üzerinden, görece düşük konsantrasyonlu bir bölgeden daha yüksek konsantrasyonlu bölgeye doğru diffüzyonuna deniyor. Şu bilinen noktayı vurgulamakta yarar var: Çözelti konsantrasyonunun artması, birim hacimdeki; çözünen unsura ait moleküllerin sayısının, toplam molekül sayısına oranının artması; buna karşılık, çözücüye ait moleküllerin sayısının toplam molekül sayısına oranının azalması anlamına geliyor. Yani bir çözeltinin konsantrasyonu ne kadar yüksekse, çözücünün konsantrasyonu o kadar düşüktür. Dolayısıyla; çözücü moleküllerinin, daha yüksek sayısal yoğunluğa sahip oldukları "düşük konsantrasyon" bölgesinden, daha düşük sayısal yoğunluğa sahip oldukları "yüksek konsatnrasyon" bölgesine doğru sızmaları, beklenen bir süreç. Bu süreç sonunda, iki bölgenin konsantrasyonları eşitleniyor. Çünkü; yarı geçirgen zarın çözücü için geçirgen olması, fakat çözülen unsur için olmaması, iki bölge arasındaki bu diffüzyon sürecini dürtükleyen bir kimyasal potansiyel oluşturuyor. Çözücü, zarın düşük konsantrasyon tarafından yüksek konsantrasyon tarafına, ta ki iki tarafın kimyasal potansiyeli eşitlenene kadar geçiyor. Ancak, zarın yüksek konsantrasyonlu, yani çözücünün sayısal yoğunluk oranının daha düşük olduğu tarafındaki basınç arttırılırsa, yani zarın iki yüzü arasına, diffüzyon yönüne ters yönde bir basınç farkı uygulanırsa, çözücünün diffüzyon hızı azalıyor. Basınç farkı arttıkça, daha da fazla... Diffüzyonu tümüyle durdurmak için gereken basınç farkına, "osmoz basıncı" deniyor. Düşük konsantrasyon bölgesindeki basınç arttırılmaya devam eder ve osmoz basıncını aşarsa, çözücü bu sefer, ters yönde diffüzyona zorlanmış oluyor. Yani; düşük konsantrasyonlu bölgeden yüksek konsantrasyonlu bölgeye, yani çözücünün sayısal yoğunluk oranının daha düşük olduğu bölgeden daha yüksek olduğu bölgeye doğru sızmaya başlyıor. "Ters osmoz" düzeneği, bunu başaran bir düzenek. Zarın yüksek konsantrasyon tarafına basınç uygulamak suretiyle, çözücünün bu taraftan, düşük konsantrasyon bölgesine geçişini sağlıyor. Daha kolay anlaşılır bir ifadeyle, ters osmoz; bir çözeltiyi, çözücüyü geçirip de çözüleni tutan bir filtre üzerinden pompalama olayı. Böylelikle, filtrenin yüksek basınç tarafındaki tuzlu su, diğer tarafında tuzsuz suya dönüştürülüyor. Deniz suyunu tuzundan bu yöntemle ayırmak da mümkün. Yaygın olarak kullanılıyor.
[/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Deniz suyunu bir de, atmosfer basıncından daha düşük basınçlarda ve dolayısıyla 100 °C'nin hayli altında kaynamaya bırakmak suretiyle 'damıtmak' mümkün.
[/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]Bu yöntemlerle deniz suyunda içme suyu elde etmek, doğal su kaynaklarını geliştirmenin maliyetine oranla %20 kadar pahalı. Nükleer enerjinin bu amaçla kullanılması halinde, daha da ucuzlayabilecek....[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Niçin Parmakların Her Biri Farklı Boyda ?

Niçin Parmakların Her Biri Farklı Boyda ?




[FONT=arial,helvetica,sans-serif] [/FONT][FONT=arial,helvetica,sans-serif]El parmaklarımızın her birinin uzunlukları değişiktir ve bu uzunluklar belirli bir sıra izlemezler. Genellikle üçüncü parmak en uzunu iken yüzük parmağımız işaret parmağımızdan daha uzundur. Ayaklarda ise başparmaktan başlayıp gittikçe kısalan bir dizi vardır. Bunların nedenleri parmaklarımızın görevleri ve geçirdikleri evrim ile açıklanabilir.Aslında bütün memeli hayvanların parmakları vardır. Evrim sürecinde bunların çoğunun sayılan ve şekilleri değişmiştir. Örneğin atın sadece bir parmağı ve tırnağı kalmıştır.[/FONT]
[FONT=arial,helvetica,sans-serif]Bir portakalı veya tenis topunu elimizde avcumuzun içine alacak şekilde tutarsak bütün parmakların uçlarının aynı hizada durduğunu görürüz. Aynı şekilde parmaklar yumruk yapacak şekilde katlanırsa hepsinin avuç içine bir hizada değdiği görülür.Buradan da görülüyor ki parmaklarımız bir şeyi tutabilmek için ideal boyutlara sahiptirler. Evrim teorisyenleri atalarımızın ağaç dallarına tutunabilmeleri ve dalların üzerlerindeki meyveleri rahatlıkla koparıp alabilmeleri için parmaklarımızın bu şekiller ve boyutlarda geliştiklerini söylüyorlar. Bir de işin pratik bir yönü var. Serçe parmağınızın en uzun parmak olduğunu düşünebiliyor musunuz? Her gün sağa sola çarpıp takılırlardı herhalde. Belki de bir kaç milyon yıl sonra gittikçe küçülecekler ve sonunda dört parmaklı kalacağız....[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Kar Yağdığında Hava Isınır mı?

Kar Yağdığında Hava Isınır mı?



kar.jpg
Kış aylarında güneş ışınları çok güçlü olmadığı için, bulutların bulundukları yüksekliklerde hava sıcaklığı çok düşük olunca, yükselen su buharı, sublime denilen şekilde sıvı hale geçmeden, bu aşamayı atlayarak doğrudan buz kristali haline dönüşür. 0. l milimetre çapındaki buz kristalleri birbirlerine yapışarak kar tanelerini oluştururlar.
Eğer bulut ile yer arasındaki hava sıcaksa bu kar taneleri yere düşene kadar yağmur tanesi haline dönüşebilirler, ama soğuksa yere kadar kar tanesi olarak inmeyi başarabilirler. Hafiflikleri nedeniyle yere o kadar yavaş inerler ki 3000 metreden inmeleri 2 saat alabilir. Bazen bulutun altındaki sıcaklık öyledir ki, bir kısmı kar, bir kısmı yağmur damlası halinde düşerler, biz buna 'sulu sepken' diyoruz. Yani yağmur veya kar yağmasını belirleyen ana unsur, bulut ile yer arasındaki hava sıcaklığıdır.
Genel kanının aksine kar yağması havayı ısıtmaz, aksine ısınan hava karın yağmasına sebep olur. Çok soğuk havanın içine su alma kapasitesi daha azdır. İçine alamadığı su ya 'don' şeklinde yeryüzünde kalır ya da 'kırağı' oluşur. Bu şartlarda kar kesinlikle oluşamaz. Hava 3 derece gibi biraz ısınınca, su buharı yeryüzünden yükselebilir, çok yüksekliklerdeki soğuk hava tabakalarına ulaşabilir ve kar yağışı meydana gelebilir. Biz de sanki kar yağdığı için hava ısınmış gibi algılarız.
Kar tanesinin oluşumu hakikaten bir tabiat mucizesidir. Gerçi bazı kayak merkezlerinde, kar yağışı yetersiz olduğu zamanlarda suni kar üretiliyor ama bu görüldüğü kadar kolay değil. Doğal kar tanelerinin ortasında çekirdek olarak toz parçacıklarının olduğunu biliyoruz. Eğer bunlar olmazsa saf su -40 derecede bile kristalleşemiyor.
İlk olarak 1975 yılında Berkeley, California Üniversitesinden Prof. Steve Lindow 'snomax' denilen bir proteini toz parçacıkları yerine kullanarak suni kar üretmeyi başardı. Bu madde sayesinde daha hafif ve kuru kar tanelerinin üretilmesi sağlandı ve Norveç'te yapılan 1994 kış olimpiyatlarında çok yaygın olarak kullanıldı.
Kar kristalleri altıgen bir şekil içindedirler. Her bir koldan 3 ve 12'li kollar çıkar. Bu dizilişin sebebinin oksijen atomlarının diziliş şekli olduğu sanılıyor.
Dolu yağışı daha ziyade ılıman iklimlerde ve bahar aylarında görülür. Isınan hava ile yükselen su buharı, hava akımları ile daha da yükselerek 12.000 metre civarında -50 derece hava sıcaklığında buz kristallerine dönüşür. Buradaki güçlü hava akımları ile bu buz kristalleri de birleşerek buz tanelerini oluşturur.
Bu buz taneleri ağırlıkları nedeni ile o kadar hızlı düşerler ki bulut ile yer arasındaki sıcaklık ne olursa olsun eriyecek zaman bulamazlar. Çapı 5 milimetreden büyük dolular halinde yeryüzüne ulaşırlar. Aslında tüm bu şartların oluşması çok enderdir ve bu nedenle dolu yağışı hem çok az görülür, hem de çok kısa sürer....
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Sabun Nasıl Temizler ?

Sabun Nasıl Temizler ?



sabun.jpg
Aslında sabun bir antiseptik, yani mikrop öldürücü değildir. Normal bir deri üzerinde, ölü deri hücreleri, kurumuş ter, çeşitli bakteriler, yağlı ifrazatlar ve toz vardır. Sabunun özelliği, mekanik olarak derimizin üzerinden bunların alınmasını sağlamasıdır. Suyu ve yağı (ne yağı olursa olsun) aynı kaba koyarsanız birbirlerine hiç karışmazlar aksine su ve yağ molekülleri arasında birbirlerini iten bir güç vardır. Elimizi sadece su ile yıkadığımızda, derimizin üzerindeki yağ tabakası, suyun derimize temasına mani olur, onu dağıtır ve tam anlamı ile temizlik sağlanamaz. İşte burada sabun devreye girer ve aracılık rolünü üstlenir.
Sabunun bilinen tarihi 2000 yıldan da öncesine uzanır. Hatta Anadolu da 4000 yıl evvel Hititlerin yaktıkları bitkilerin külleri ile ellerini temizledikleri bilinmektedir. Sabun, tarihinin her döneminde ucuz ve kolay bulunabilen malzemelerden yapılmıştır. Romalılar sabun yapabilmek için, kireç taşını ısıtarak kireç elde etmiş, bu ıslak kireci sıcak ağaç külleri üzerine püskürtüp sonra da karıştırmışlardır. Oluşan gri çamuru sıcak su dolu bir kazana dökerek keçi yağı ile saatlerce karıştırarak kaynatmışlardır. Kirli kahverengi kalın bir tabaka oluşunca, soğumaya bırakmışlardır. Soğuma sonucu sertleşen tabakayı parçalara bölerek sabun olarak kullanmışlardır.
Her sabun kireç gibi bir alkali madde ile bir çeşit yağın karışımıdır. Günümüzde alkali olarak kireç yerine genellikle kostik soda (NaOH) kullanılıyor. Keçi yağı yerine de, sığır ve koyun yağlarından elde edilen don yağları, hurma, pamuk çekirdeği ve zeytinden elde edilen yağlar kullanılıyor.
Alkali ve yağdan meydana gelen sabun da anne ve babasının özelliklerini taşır. Yani bir taraftan yağı severken diğer taraftan suyu sever. Sabun moleküllerinin bir ucu yağı, diğer ucu da bir alkali olan suyu çeker. Ellerimizi ovuşturduğumuzda yağ ve kirler, dolayısıyla içindeki bakteriler parçalanır. Sabun molekülleri bu yağlı kirleri sararlar suyla birleştirirler ve artık çözünemez hale getirirler. Musluktan akan su ile de uzaklaşır giderler. Ellerin kurulanması ile de bakterilerin çok sevdiği nemli ortam ortadan kalkmış olur.
Günümüzün modern marketlerinde ise sabunun, bazı katkı maddeleri, boyalar, parfümler, deodorantlar, bakteri giderici maddeler, kremler, losyonlar ve reklamlarda söylenilen diğer maddeler eklenmiş hali ile karşılaşıyoruz. Şampuan, diş macunu, tıraş kremi ve kozmetikler, sabunun sodyumun değişik bileşikleri ile yapılmış diğer adlarıdır. Eğer kostik soda yerine potasyum kullanılırsa, daha yumuşak olan sıvı sabun elde edilir.....
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Kabak Çekirdeğinin Faydaları (Yararları)

Kabak Çekirdeğinin Faydaları (Yararları)

http://zarariyarari.blogcu.com/kabak-cekirdeginin-faydalari-yararlari_36756011.html



[FONT=arial,helvetica,sans-serif]
kabak_cekirdegi.jpg
Kabak çekirdeği, kendi başına veya salatalarda ve diğer hoş kokulu yemek sonrası yenen lezzetli bir çerezdir. Mineraller, esansiyel yağlar ve protein bakımından zengindir. Solucan düşürme özellikleri vardır. Şerit solucanları ve diğer solucanları iyi bir defedicidir. Çinko içeriği, kabak çekirdeğini genellikle erkek ve kadın verimliliği için özellikle önemli yapar.
[/FONT]
İyi huylu prostatı büyümüş erkeklerin prostatının büyümesini durdurmak için kullanılır. Mesane iltihabı veya idrar tutulması gibi ikinci derecede böbrek rahatsızlıklarında da kullanılır.
Kabak çekirdeği, büyümüş prostat veya prostat kanserinin mesaneden idrar çıkışını engellediği zaman gelişebilecek idrar yolları zorluklarından kurtarır.
Eskiden beri ev ilaçları olarak mide bulantılarında ve deniz tutmalarında da kullanılmıştır
Hangi zenginlikleri vardır?
Kabak çekirdeği, minerallerin mükemmel bir kaynağıdır. Bir bardağın ¼ ünü dolduracak kabak çekirdeği çinkonun tavsiye edilen günlük alımının %20 sini, magnezyum ve manganezin ise %50 sini sağlamaktadır.
Bazı B vitaminlerini içerdiği gibi kemik sağlığı ve kan pıhtılaşması için ihtiyaç olan K vitaminini önemli bir miktarda da içermektedir.
Yağ içeriğine gelince, kabak çekirdeği, hormon dengesi, beyin fonksiyonu ve cilt sağlığı için ihtiyaç olan omega 3 ve omega 6 esansiyel yağlarını birlikte almak için iyi bir kaynaktır.
Özellikle kimler yemelidir?
• Prostatı büyümüş kimseler
• Kısırlık veya hormonal dengesizliği olan kimseler
• Solucan ve tenya bulunan kimseler
• İdrar tutukluğu olan kimseler
• Mesane iltihabı olan kimseler
• Kemik erimesi olan kimseler
Kabak Çekirdeği prostat sağlığına katkı sağlayabilir

İyi huylu prostat büyümesi çoğunlukla 50 ve üstü yaşlardaki erkekleri etkilemektedir. Büyümeyi oluşturan faktörlerden biri testosteron ve onun ürünü olan DHT(dihydotestosteron) tarafından prostat hücrelerinin aşırı uyarılması olarak bilinmektedir. Kabak çekirdeği bünyesinde bulunan yağ bileşenlerinin, testosteron ve DHT tarafından oluşturulan prostat hücre çoğalımının tetiklenmesini engellediği gözlemlenmiştir. Bu konudaki bilimsel tartışmalar halen devam etmektedir. Kabak çekirdeği ekstratı ile kabak çekirdeğinin kendisi arasındaki ilişkiler de aynı derecede tartışmaya açıktır. Kabak çekirdeği yağı ekstratında bulunan Prostata faydalı olan bileşenler, kesinlikle kabak çekirdeğinde bulunmaktadır. Tek problem, çerez olarak alındığında prostatı destekleyecek bileşen miktarının yeteri miktarda alınıp alınamıyacağı hususudur.
Kabak çekirdeğindeki karotenoidler ve omega 3 yağlarının potansiyel prostat faydaları üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Diyetlerinde daha yüksek karotenoid bulunan erkeklerin BPH için daha az risk taşıdıkları bu çalışmalarda ortaya çıkmıştır.
Kabak çekirdeğinde Prostad fonksiyonunu pekiştirebilen ilave bir besin kaynağı da çinkodur. Bu sebeple çinko ve BPH arasındaki ilişki üzerinde araştırmalar sürdürülmektedir.
Erkeklerin Kemikleri için Koruyucudur
Daha yaşlı erkekler için kemik erimesi (osteoporotik) büyük önem taşımaktadır. 50 yaşın üzerinde 8 erkekten birinde kemik erimesine rastlanmaktadır. 45-92 yaş arasına değişen yaşlarda 400 erkek üzerinde yapılan bir(American Journal of Clinical Nutrition) çalışmada düşük çinkolu diyetle, düşük kan seviyesi ile osteoporosis arasında bir korolasyon olduğu tesbit edilmiştir. Kabak çekirdeği gibi çinko bakımından zengin bir diyetin prostad sağlığına yaptığı katkıya ek olarak kemik yoğunluğunun iyileştirilmesine de katkı sağlar
Mafsal İltihaplarında(artrit) Anti-enflamatuar Yararları Vardır
Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda kabak çekirdeği eklenmiş diyetlerin uygulanması sonucunda enflamantuar semptomları düşürmede etkili olduğu belirlenmiştir
Sağlığa yararlı minerallerin, Protein ve Mono doymamış yağların Zengin bir Kaynağıdır
¼ bardak dolusu kabak çekirdeği almakla günlük magnezyum diyetinin %46.1' ini, günlük demir diyetinin %28.7'sini, günlük manganez diyetinin %52'sini, günlük bakır diyetinin %24'ünü, günlük protein diyetini %16.9'unu, günlük çinko diyetinin %17.1'ini sağlanmış olmaktadır.
Kabak Çekirdeğindeki Phytosterollerle Daha Düşük Kolestor
Phytosteroller, kolestrole çok benzeyen kimyasal yapıya sahip, bitkilerde bulunan bileşiklerdir. Diyette yeterli miktarda bulunduğunda, kolestrolun kan seviyesini düşürmekte, bağışıklık sistemini güçlendirmekte ve çeşitli kanserlerin riskini azaltmaktadır.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Boyun Eğriliği

Boyun Eğriliği

images


[FONT=times new roman,times]Boyun eğrilliği, başın bir yana doğru çekilip boyun hareketlerinin ağrılı olmasıdır. Tıpta tortikollis adıyla bilinen bu yapı bozukluğu çeşitli nedenlerden kaynaklanır ve bu nedenlere bağlı olarak sınıflandırır: 1) Doğumsal, 2) Kas ya da kemik kökenli ve 3) Çeşitli hastalıklar sonucunda edinilmiş boyun eğrilikleri. Bu son gruba örneğin kemik-eklem, sinir, göz ve kulak hastalıklarına, iltihaplara ya da nedbe dokusuna bağlı boyun eğrilikleri girer.[/FONT]



[FONT=times new roman,times]Doğumsal boyun eğrilikleri özellikle zor doğumlarda, örneğin bebeğin ters geldiği doğumlarda gelişir. Bebeğin boyundaki biçim bozuklukğu genellikle doğduğu anda olmuştur, ama anne baba çoğu kez bebek 9-10 aylık olunca başın eğri durduğunu görerek bu bozukluğu fark ederler.[/FONT]



[FONT=times new roman,times]Edinilmiş boyun eğriliklerinin sık görülen bir türü de kişinin bazı özel koşullarından ya da kusurlarından kaynaklanır. Bunun tipik bir örneği astigmatizm ya da göz kasları felci gibi görme kusurlarına bağlı boyun eğrilidir. Çift görüntünün oluşmasını önlemek için kişinin başını anormal biçimde tutma eğilimi boyun eğriline yol açabilir. Bir omuzuyla sürekli ağır yük taşıyanlarda da benzer bir görünüm ortaya çıkar. En sık rastlanan boyun eğrilikleri ise ''soğuğa bağlı'' kas lezyonlarından ya da omurganın boyun bölümünde kireçlenme, eğrilme ve disk hastalığı gibi sorunlardan kaynaklananlardır.[/FONT]


[FONT=times new roman,times]Ruhsal kökenli boyun eğriliğinin özellikleri:[/FONT]


  • [FONT=times new roman,times]Hastanın eğilimi ve tutumu Gergin ve sıkıntılıdır: genellikle her şeye karşı çıkar, işbirliği yapmaz.[/FONT]
  • [FONT=times new roman,times]Öznel belirtiler Nesnel duruma uymayan, abartılı sözler kullanılır. Ağrı incelendiğinde belirsiz duyumlardan (gerginlik, dolgunluk, garip duyumlar) öteye geçmediği, eklem ve kas anatomisiyle uyumsuz olduğu görülür. Kaslar etkin gerilme konumundadır.[/FONT]
  • [FONT=times new roman,times]Öznel belirtileri beliryen etkenler Belirtiler genellikle ruhsal durumla birlikte değişir: hasta bir uğraş edindiğinde, başka şeylerle ilgilendiğinde iyileşmeye başlar. Soğuğa aşırı duyarlıdır: ''iğne deliğinden soğuk alır.[/FONT]
  • [FONT=times new roman,times]Nesnel belirtiler Boyuna dokunulunca hasta orantısız tepki verir:''her tarafı'' ağrır.[/FONT]
  • [FONT=times new roman,times]Tedaviye yanıt Olumsuzdur. Hasta ''her zaman ağrılı, her zaman kötüleşmektedir.''iltihap giderici ilaçlar ve özellikle kortizon hiçbir yarar sağlamaz ya da kötüleşmeye neden olur.[/FONT]
  • [FONT=times new roman,times]Eşlik eden bozukluklar Hemen her zaman baş ağrısı, huzursuzluk, uykusuzluk, sindirim zorluğu ve kabızlık görülür.[/FONT]
  • [FONT=times new roman,times]Psikopatik özellikleri Hemen her zaman ruhsal-sinirsel hastalık eğilimi, duygusal çatışmalar, bastırılmış öfke ve bunaltı (ankiseyete) görülür.[/FONT]
[FONT=times new roman,times]Belirtiler:[/FONT]


[FONT=times new roman,times]Zedelenmenin tipine göre, ağrılı kasılmayla birlikte bir yana dönük kalan baş[/FONT]


[FONT=times new roman,times]Nedeni: Boyun kaslarında gerilme ve şişme[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Genellikle birkaç gün[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Zedenleme bölgesinde ağrı[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Boyun omurları filmi[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Boyun travması[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Başın hareketleriyle şiddeti değişen ağrılar:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni:Boyun bölgesinde omurilikten çıkan sinir köklerinin baskıya uğraması.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Kronik.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Yaygın artroza bağlı bel ağrısı- siyatik sinir ağrısı ya da eklem ağrılar.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Omurga filmi.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Boyunda omurlararası eklem yüzeylerinin bozulması, boyunda kireçlenme ya da disk hastalığı (diskopatik)[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Doğumdan başlayarak zorunlu olarak bir yana dönük boyun:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Boyun kaslarının çekilmesi.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Kronik[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Yok [/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Yok[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Doğumsal boyun eğrili (doğumsal tortikollis)[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Baş hareketlerinde şiddetli ağrı:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Boyun kaslarında spazm[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Birkaç gün[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Genellikle yok[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Yok[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Üşütme ( yada hava akımına ) bağlı boyun eğriliği[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Uzun süreli sağlıksız duruşa bağlı olarak boyun hareket-lerinde hafif ağrı.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Boyun kaslarında gerilme ve şişme[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi:Birkaç saat ya da gün[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Yok[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Yok[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Duruşa bağlı boyun eğriliği[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Boyunda değişik şiddette ve düzensiz ağrılar:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Ruhsal kökenli boyun kasları gerginliği[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Değişken, birkaç günden birkaç yıla[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Bunaltı ya da ruhsal çöküntü: uykusuzluk: ruhsal kökenli başka bedensel bozukluklar (çarpıntı, ishal vb)[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Psikiyatrik muayene[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı:Histerik boyun eğriliği[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Boyun duruşunda bozulma:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Sinirsel kökenli kas gerginliği[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: İlacın kesilmesiyle geriler.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Özellikle yüzde sinirsel tikler, gözlerde kayma vb[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Nörolojik muayene[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Sinir sistemini etkileyen ilaçlara bağlı boyun eğriliği.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Özellikle başı geriye doğru atarken artan, çok şiddetli ağrı[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Boyundaki sinir köklerinin aşırı uyarılması[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Birkaç ay [/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler:Tümörün beyindeki yerleşimiyle ilgili belirtiler (felçler vb)[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Bilgisayarlı beyin tomografisi yada nükleer magnetik rezonans: beyin cerrahisi (nöroşirurji) muayenesi[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Beyin tümörü (özellikle artkafa çukurunda)[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Baş hareketleriyle şiddetli ağrı:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Bir ya da birden çok boyun omurunda enfeksiyon[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Ateş: enfeksiyonlu boyun omuruna bastırılınca ağrı[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler: Boyun omurları filmi:göğüs filmi[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı: Boyun omurlarında verem ya da kemik iltihabı (osteit)[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Omurganın boyun bölümünde belli bir noktada şiddetli ağrı:[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Nedeni: Boyun omurlarından birinde tümöre bağlı yıkım.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Süresi: Tümörün gidişine bağlı[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Eşlik eden belirtiler: Birincil tümöre ve yayıldığı bölgeye bağlı belirtiler.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]İncelemeler:Boyun omurlar filmi.[/FONT]

[FONT=times new roman,times]Tanı:Bir boyun omurunda tümör metastazı.[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Güzel Bir Uyku için Öneriler

Güzel Bir Uyku için Öneriler

Bilim adamları insan, kedi, köpek gibi canlılar için uyku testi yapmışlar. Kumun üzerinde uyurken en çok ağırlık ve vücut izini bırakanın en derin uykuda olduğu saptanmış. Test sonucunda en derin uyuyan canlı kedi çıkmış.


Huzursuzluk, düzensiz hayat, yorgunluk gibi sebeplerden dolayı uykusuz çekiyor ve kendinizi hep halsiz hissediyorsanız önerilerimize dikkate alın. Kediler gibi derin ve huzur dolu bir uyku için yapmanız gerekenler;

Uyumak için yatağa yattığınızda gözünüzün önüne sonraki gün yapacağınız işler mi geliyor? Zamanında önce yaptığınız planlar nedeniyle uyuyamıyor ve sabah uyandığınızda kendinizi dinlenmemiş hissediyorsanız yapacaklarınızı bir kenara not alın. Aklınıza gelen gelecek planlarını başucunuzdaki not defterine yazarsanız düşünceleriniz rahatlar ve uykuya dalarsınız. Ayrıca, uyku ve uyanıklık hali arasındaki ruh halinde ürettiğiniz fikirleri de unutmamış olursunuz.

Gün içinde yaşadığınız olumsuz olaylar, stresli bir toplantı, uzun süre ayakta kalmak gibi uyumayı zorlaştıran faktörleri aklınızdan silmek için gözünüzün önüne güzel görüntüler getirin yani hayal kurun. Bugüne kadar kendinizi en mutlu hissettiğiniz yer ve zamanda olduğunuzu düşünüp, zihninizi rahatlatın. Böylece sizi yoran diğer olumsuz düşünceleri uzaklaştırmış olursunuz.

Ertesi gün sabah erken saatte toplantınız varsa, uçağa yetişmeniz gerekiyorsa, sınava girecekseniz, uzun zamandır beklediğiniz iş görüşmesi varsa sabah uyanamama korkusuyla uyuyamazsınız. Böyle durumlar için yapabileceğiniz en iyi hareket saatin alarmını kurup saati sizden uzak bir yere yerleştirmek olacaktır.

Yorgun bir vücudu dinlendirmenin, yoğun bir zihni sakinleştirmenin en etkili yolu banyo yapmaktır. Uyumak istediğinizde sıcak bir banyo yapın. Sıcak sudan çıktıktan sonra vücudunuzun ısısı düşer ve bu sinyal beyin tarafından uyku zamanı geldi şeklinde algılanır. Banyo yaptıktan sonra aromatik yağlarla yapacağınız masaj uykunuzu daha dinlendirici hale getirecektir.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Kınanın Tıptaki Yeri

Kınanın Tıptaki Yeri

[FONT=comic sans ms,sans-serif]
kina.gif
[/FONT]
[FONT=comic sans ms,sans-serif]Kına, Lawsonid inermiş bitkisinin kuru tularak toz haline getirilmiş olan yapraklarından elde edilir. Kına % 0,7 tanen, % 7,8 reçineli bileşikler, % 1 naftakinon türevleri, bilhassa Lawsone (2—hydroxy - 1,4 naphtoquinon) gibi kimyevi’ maddeler ihtiva etmektedir. (1) [/FONT]

[FONT=comic sans ms,sans-serif]Kınanın yakıldığı yerlerle, mantar hastalıklarının oluştuğu yerler arasında bir münasebet vardır. Bu bölgeler; ‘saç, parmak arası, ayak tabanı, avuç ve tırnaktır. Kına çok eskilerden beri bu bölgelere sürülmektedir. Gelenek ve dinin tesiriyle bu mazi çok gerilere uzanmaktadır. Kına yakılmasının terk edilmesiyle el ve ayaklarda mantarlann arttığı hususuna Prof. Dr. Lütfü Tat tarafından dikkat çekilmiştir. [/FONT]
[FONT=comic sans ms,sans-serif]Vural ve arkadaşları bu dikkat çekilme üzerine kınanın dermatofitler üzerine tesirini araştırmışlardır(2). Nebsan kınası, 67 Dermatofit menşei üzerine besiyenine % 2 (1l50) nispetinde katıldığı zaman ve üç tnichophyton türüne de % 1 nisbetinde katıldığında üremeyi önleyici tesir yaptığını buluyorlar. Böylece kınanın mantar hastalıkları tedavisindeki yeri bir kere daha ispatlanmış olunuyor. Araştırıcılar kınanın bu tesirini içindeki Lawsone (2—hydroxy - 1,4 naphthoquinone) maddesi ile yaptığını göstermiştir. [/FONT]

[FONT=comic sans ms,sans-serif]Lawsone ‘nin (% 0,05) yoğunlukta, bütün dermatofitlenin üremesini önlediği tespit edilmiştir. Manini ve arkadaşları 1:15000 nispetinde Lawsone’in Stafilokokus durevs denen mikrobun üremesini önlediğini de tespit etmişlerdir. Yani kınanın mantar hastalıklarının yanısıra bazı mikrobik hastalıklarda da tesirli olabileceği ortaya çıkmış oluyor. Marini tesir tarzını şöyle izah eder: [/FONT]

[FONT=comic sans ms,sans-serif]Yukarıda ifade edilen nisperte Lawsone ile kinonlaramin oasitler üzerinde dehidrojenasyon yoluyla tesir eder (3). Saç boyaları alerji yaptığı halde, tek alerji yapmıyan saç boyası kınadır (4). [/FONT]

[FONT=comic sans ms,sans-serif]Kowalik ve arkadaşları kınanın, penicillium, cladosporium ve alternaria cinsi mantarlara tesirli olduğunu göstermiştir. Araştırmacılar bu tesirin kınanın içindeki naphtoquinone ile olduğunu ifade etmektedirler (5). [/FONT]
[FONT=comic sans ms,sans-serif]Foote ve arkadaşları ise Lawsone ‘un Monilia fructicola üzerine kınanın tesirini göstermişlerdir (6). 14 asır önce kınanın tesini üzerine şu ulvi sözler söylenmiştir: [/FONT]

[FONT=comic sans ms,sans-serif]“Saçınıza, sakalınıza, vücuttaki yaralara kına yakınız!”(h.s) [/FONT]

[FONT=comic sans ms,sans-serif]Dr. Polat Has [/FONT]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt