Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

-sağlık sektöründeki son gelişmeler- (1 Kullanıcı)

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Dişlerin bilinmeyen düşmanı!

Dişlerin bilinmeyen düşmanı!

İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Taner Yücel,diş hastalıklarını hafife almayın dedi.

İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Diş Hastalıkları ve Tedavisi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Taner Yücel, asitli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı ve ''diş sert dokularında görülen aşınmalar'' olarak tanımlanan ''asit erozyonunun'', yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunlarından biri olduğunu bildirdi.

Taner Yücel, yaptığı açıklamada, ağız ve diş sağlığını tehdit eden önemli hastalıkların başında gelen diş çürüklerinin, özellikle gelişmiş batı ülkelerinde alınan koruyucu sağlık tedbirleriyle ciddi oranda azaldığını, asit erozyonu vakalarının ise arttığını söyledi.

Asitli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı ve diş sert dokularında görülen aşınmalar olarak tanımlanan asit erozyonunun, diş çürüğü ile beraber yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunu olduğunu dile getiren Yücel, ''Bunun yanı sıra mide rahatsızlıklarına bağlı olarak meydana gelen reflü sonucu veya efervesanlı ilaç ve vitaminlerin yoğun kullanılması veya ağızda emilerek kullanılan çeşitli pastiller sonucu ağız pH'sı düşerek, diş sert dokularında erozyon meydana gelebilir'' dedi.

Yücel, her yaşta görülebilen asit erozyonunun, ''asitli yiyecek ve içeceklerin dişle teması sonucu diş minesinin yüzeyinin geçici olarak yumuşaması ile ortaya çıktığını'' dile getirerek, ''Zamanla, bu asidik yumuşama, önemli bir aşınmaya ve dolayısıyla da diş minesinin kalınlığının azalmasına yol açabiliyor. Bu da sonuç olarak diş hassasiyetinin artmasına ve daha sonra da dişin dokusu, şekli ve görünümünde değişime neden oluyor'' diye konuştu.

-GÜNLÜK HIZLI YAŞAM TEMPOSUNUN ETKİSİ-

Bu rahatsızlığın son yıllarda özellikle ön plana çıkmasının nedenini, en başta yemek yeme ve içme alışkanlıklarının değişmesine bağlayan Yücel, şunları kaydetti:

''Günlük hızlı yaşam temposu içerisinde ayak üstü yemeler, bu yiyecekleri yerken kullanılan içecekler, bu içeceklerin içeriklerinde bulunan asit ciddi sorunlar yaratmaya başladı. Birçok insan dişlerini sabah-akşam florürlü diş macunu ile fırçalayıp, bakteri plağı denilen oluşumu dişleri üzerinden uzaklaştırabilseler de günlük yaşantı içerisinde herhangi bir saat içinde aldıkları asitli yiyecek ve içecekler, bu sert dokularda aşınmalara yol açıyor. Asitli içeceklerin yemek öğünleri arasında tüketilmesi dişlerdeki erozyonu artırır.''

Prof. Dr. Yücel, ağız boşluğu içerisindeki pH'nın 7 (nötr) civarında olduğunu belirterek, asitli yiyecek ve içecekler tüketildiğinde ağız boşluğu pH'sının düştüğünü, bunun da dişlerdeki erozyonun en önemli etkeni olarak görüldüğünü kaydetti.

Yücel, ''Asitli yiyecek ve içeceklerin yol açtığı asit erozyonu, diş çürüğü ile beraber yüzyılın en önemli diş sağlığı sorunu. Şekerli veya şekersiz tüm asitli içecekler, taze sıkılmış veya hazır meyve suları, bazı meyveler, gaz içeren içecekler ciddi bir şekilde dişlerde erozyona yol açıyor. İçeceklerin şekersiz veya light olması dişlerde meydana gelen erozyonu, sert doku kaybını önlemiyor. Çünkü o içeceğin içerdiği asit önemli'' diye konuştu.

Taner Yücel, çay ve kahvenin erozyonda diğer içecekler kadar etkili olmadığını söyledi.

-EROZYONUN BELİRTİLERİ-

Prof. Dr. Yücel, diş erozyonunun belirtileri hakkında şu bilgileri verdi:

''Ağız boşluğu içerisindeki asidin diş minesini aşındırmaya başlamasıyla önce aşırı hassasiyet ve sonraki aşamalarda, dişlerde sarı lekeler, şeffaflık, diş uçlarında çatlaklar ve daha sonra da aşınmaların devamı ile diş yüzeyinde de çukur alanlar oluşur. Bireyi en çok rahatsız eden husus ise hassasiyettir. Sıcak veya soğuk yiyecekler ciddi bir şekilde dişte hassasiyete yol açar. Asit erozyonun etkileri hemen ortadan kaldırılamaz. Hastanın erozyonun etyolojisi için diş hekimine gitmesi gerekir. Hastalığın başlarında koruyucu önlemlerle kolayca tedavi edilebilen erozyon, etki ciddi boyutlara ulaşırsa, etkilenen dişlerin şeklinin ve işlevlerinin düzeltilmesi ve korunması için adesif diş tedavisine ihtiyaç duyulur. Diş erozyonu, asitli yiyecek ve içeceklerin tüketiminin yasaklanması ile önlenemez.''

Prof. Dr. Yücel, diş fırçalamanın ağız hijyeninin korunmasında ve dişlerin çürümesinin önlenmesinde çok önemli olduğunu, ama asitli yiyecek ve içecek tüketiminin hemen ardından diş fırçalamanın erozyonu artıracağını ifade ederek, şunları söyledi:

''Özellikle bu tür içecekleri veya yiyecekleri tüketenler, ağızlarını temiz hissetmek için hemen gidip dişlerini fırçalıyorlar. Bu, aşınmanın hızlanmasına yol açar. Kişi, bu tür asitli yiyecek ve içecekleri tükettikten sonra ağız ortamının pH'sını yükseltmek için bir yudum su alabilir, nötr bir içecekle ağzını çalkalayabilir. Dişleri, ağız ortamı asitli durumdan kurtulduktan sonra fırçalanması daha doğru olur.''
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
"Laptop dizüstünde kullanılmamalı!"

"Laptop dizüstünde kullanılmamalı!"

Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özen, elektronik cihazların, yaydıkları elektromanyetik enerji nedeniyle kullanılırken bazı kurallara dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.
Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özen, elektronik cihazların, yaydıkları elektromanyetik enerji nedeniyle kullanılırken bazı kurallara dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.
Özen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, teknolojinin gelişmesiyle birlikte elektronik cihazların da insan yaşamında daha çok yer aldığına dikkati çekti. Günlük hayatta kullanılan cep telefonu, bilgisayar, televizyon, mikrodalga fırın gibi cihazların elektromanyetik enerji yaydıklarına dikkati çeken Özen, birbirinden farklı frekanslara sahip olsalar da bu cihazların insan bedeni üzerinde olumsuz etkileri olduğunu vurguladı.
"Cep telefonu çantada taşınmalı"
Elektromanyetik enerji yayan bu cihazların insan bedenine fazla yakın olmaması gerektiğine işaret eden Şükrü Özen, kişilerin en çok yanında bulunan cep telefonunun, cepte değil çantada taşınması gerektiğini söyledi.
Özen, dizüstü bilgisayarların da vücuttan uzak tutulması gerektiğini belirterek, "adı dizüstü bilgisayar olsa da dizüstünde kullanılmaması gerekiyor. Vücuda direkt temasının önlenmesi şart" dedi.
Şükrü Özen, insanların evde geçirdikleri zamanın büyük bölümünde televizyon izlediğini, televizyondan yayılan elektromanyetik enerjinin de insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini söyledi.
Televizyon ile kişi arasında en az 2-2,5 metre mesafe olması gerektiğini belirten Özen, şöyle devam etti:
"Televizyonun arka yüzünün nereye geldiği çok önemli. Evlerde televizyonun yeri seçilirken mutlaka evin dışarı bakan duvarının önüne konulmasına dikkat edilmeli. Bu basit önlemle çok önemli bir riski azaltmış oluyorsunuz. Örneğin oturma odasındasınız, televizyon duvar dibinde, siz de 2-3 metre karşısından izliyorsunuz. Kendinizi korudunuz ama yan tarafta çocuğunuzun odası var. Diyelim ki çocuğunuzun yatağı da duvarın dibinde. Yani televizyonun arkasıyla çocuğunuzun yatağı arasında 35 santimetre var. İşte bu manyetik alan açısından çok riskli bir yapılandırma. Televizyonların arkaya bakan yüzlerinde çok yüksek seviyede elektrik alanı var. Buna mutlaka dikkat etmek lazım."
Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özen, evlerdeki bilgisayarlarda kablosuz internet erişimi kullanılmaya başlandığını da hatırlatarak, düşük seviyeli de olsa, bu şekilde kişinin elektromanyetik enerjinin etkisi altında kaldığını söyledi.
Kablosuz internet erişimindeki frekansın televizyon kadar yüksek olmadığını belirten Özen, "televizyon kadar riskli olmasa da ortamdaki alan seviyesini artırıyor. İş bitirdikten sonra kablosuz internet erişimi kesilirse, insan sağlığı açısından daha yararlı olur" dedi. Şükrü Özen, mutfakta kullanılan mikrodalga fırınların ise çalışırken yüksek düzeyde elektromanyetik enerji yaydığını, bu cihaz çalışırken, özellikle çocuk ve hamile kişilerin cihazdan uzak kalmaları gerektiğini sözlerine ekledi.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Kanser ne ile beslenir?

Kanser ne ile beslenir?

. Kanser hücreleri asit ortamda gelişirler. Et temelli diyet asittir ve sığır eti veya domuz eti yerine bol balık ve az tavuk eti yemek en iyisidir. Ette, özellikle kanserli kişilere zararı olan, canlı hayvan antibiyotikleri, büyüme hormonları ve parazitleri bulunur.

d. %80 taze sebze ve meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ve biraz meyveden oluşan bir diyet vücudu bazik (alkali) ortamda tutar. %20 de fasulye içeren pişmiş gıdalardan oluşabilir. Taze sebze suları kolayca emilip 15 dakika içinde hücre düzeyine ulaşabilen ve sağlıklı hücreleri besleyen ve çoğalmalarını hızlandıran canlı enzimler içerirler. Sağlıklı hücre üretimi için gerekli olan canlı enzimlerin sağlanması amacıyla, taze sebze (sebzelerin çoğunluğu ve fasulye filizi) yiyin veya suyunu için ve günde 2-3 kez çiğ sebze yiyin. Enzimler 40 oC'de yok olurlar.

e. Yüksek kafein içerikli kahve, çay ve çikolatadan uzak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir ve kanserle savaşan özellikleri vardır. Bilinen toksinler ve ağır metaller içeren musluk suyu yerine arıtılmış veya filtrelenmiş su içiniz . Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.

12. Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.

13. Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.

14. Bazı destek maddeleri (IP6, Flor-ssence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA'lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyac olmayan hücrelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.

15. Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.

16. Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.
 

YMMM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Tem 2009
Mesajlar
33
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
emeğine sağlık kardeşim gerçekten bilmediğim çok gelişmeler olmuş allah razı olsun senden
 

sevgi.003

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2009
Mesajlar
34
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
ne çok şey olmuş tıp nerdeyse ölüme çare bulacak gibi :)) teşekkürler paylaşımın için
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Başhekimler yeni teknolojileri Anadolu'ya götürecek

Başhekimler yeni teknolojileri Anadolu'ya götürecek

Başhekimler yeni teknolojileri Anadolu'ya götürecek

6. Uluslararası Medikal Ürünler, Laboratuvar Ekipmanları ve Hastane Donanımları Fuarı (MEDİST) ile sektörün önde gelen yerli ve yabancı markaları İstanbul’da buluşacak

Ankara-İHA - 6. Uluslararası Medikal Ürünler, Laboratuvar Ekipmanları ve Hastane Donanımları Fuarı CNR Ekspo Fuarcılık ve Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu (TÜMDEF) işbirliği ile 18-21 Ekim 2007 tarihleri arasında İstanbul’da açılacak.

Dünya tıp ve laboratuvar teknolojisi alanında gerçekleştirilen son yeniliklerin sergileneceği Fuar iki kat büyüme gösterdi. 500'den fazla katılımcının yer alacağı MEDİST Fuarı, Avrasya'nın en önemli fuarları arasında yer alma özelliğini de sürdürüyor. Yeni teknolojilerin yer alacağı MEDlST Fuarı, Anadolu'dan davet edilen olan 600 aşkın başhekimin ve sektör profesyonellerini sektörün yeni teknolojileri ile tanışmasını sağlayacak. Özel ve devlet hastanelerinin başhekimleri düzenlenecek seminerlerde fikir alışverişinde bulunacak. Hastanelerinde bulunan eksikliklerin tamamlanması veya yeni teknolojiyle değişimi de başhekimlerin gündeminde olacak.

Tüm Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçi Dernekleri Federasyonu Başkanı Mehmet Ali Özkan, düzenlediği basın toplantısında MEDİST hazırlıklarına ilişkin bilgiler verdi. Fuar’ın sadece teknolojik cihaz ve medikal ürünlerin sunulacağı bir etkinlik olmadığını belirten Özkan, aynı zamanda bilimsel toplantılarla sektörün geleceğinin de tartışılacağını söyledi. Özkan MEDİST fuarlarının ithalat, ihracat ve üretim yapan firmaların önünü açarak, yeni pazar imkanları doğuracağını, sağlık yatırımcıları için alternatiflerin oluşturulmasına fırsat vereceğini ifade etti. MEDİST Fuarı’na Almanya, İngiltere, Hollanda, Iran, Suriye, Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Tayvan, Polonya ve Brezilya başta olmak üzere 17 ülkeden katılımcı gelecek. MEDİST Fuarı'nın ürün profilinde ameliyathane cihazları, aletleri ve donanımları, acil servis ve yoğun bakım ekipmanları, ortopedik cihaz ve protezler, fizik tedavi, rehabilitasyon alet ve sistemleri, ultrasonografi cihazları, doopler cihazları, diyaliz makineleri, MR ve tomografi cihazları, emektrokoterler, EKG, EMG cihazları, krayoterapi ekipmanları, ENT üniteleri, mamografi cihazları ve ekipmanları, tek kullanımlık malzemeler, ambulanslar, otopsi ve morg ekipmanları, röntgen cihaz ve ekipmanları, sterilizasyon üniteleri, medikal gaz sistemleri, nebulizörler, cerrahi aletler, hasta transfer ekipmanları ve hasta yatakları yer alıyor.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Türkiye 11 milyar dolarlık ilaç üretti

Türkiye 11 milyar dolarlık ilaç üretti

Yaklışık 300 firmanın faaliyit gösterdiği Türkiye ilaç sektörü, 11 milyar dolarlık ilaç üretti. AİFD Başkan Yardımcısı Güner, Ar-Ge yatırımlarıyla bunun daha artacağını söyledi

Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği'nin (AİFD) Başkan Yardımcısı Engin Güner, ülkemiz ilaç sektörünün hacim itibarı ile dünyada 13. sırada yer aldığını dile getirdi. Yaklaşık 300 firmanın faaliyet gösterdiği ilaç sektörünün 11 milyar dolara yakın bir hacim oluşturduğunu vurgulayan Engin Güner, yaklaşık 400 milyon dolar civarında ihracat, 4 - 4,5 milyar dolar civarında ithalat yapılmasına rağmen sektörün küresel rekabet gücünün yüksek bir seviyede olmadığını belirtti.
EN ETKİN İLAÇ

Hastanın tedavisinde en etkin ilacın en doğru zamanda verilmesi gerektiğinin altını çizen Güner, bu yapılmadığı takdirde tedavi sürecinin uzayacağını ve toplam masraf faturasının artacağına işaret etti. Tasarruf konusunda en büyük tehlikenin de tedavide en ucuz ilaçların tercih edilmesinin resmi bir politika olarak benimsenmesi olacağını vurgulayan Güner, böyle bir uygulama, aynı alanda hastalara tedavi sunan bir çok orijinal ve jenerik ilacın piyasadan çekilmesine yol açabileceğini iddia etti.

AR-GE YATIRIMI

Yenilikçi ve araştırmacı ilaç sektörü küresel düzeyde her yıl ortalama 90 - 100 milyar dolar düzeyinde Ar - Ge yatırımı yaptığını hatırlatan Güner, bu yatırımlar kriz olsun olmasın her yıl yapıldığını ifade etti. Türkiye'nin küresel ilaç Ar - Ge'sinden aldığı pay ise yılda 38 milyon dolar civarında. Bu yatırımların çok büyük kısmı uluslararası araştırmacı ilaç firmaları tarafından yapılıyor. Oysa Türkiye'nin yılda 1 milyar dolara varan uluslararası Ar - Ge yatırımını çekmesinin mümkün olabileceğini söyleyen Güner, bunun için yatırım ortamını iyileştiren adımların kesintisiz devam etmesi, şeffaf ve istikrarlı bir ilaç sektörünün oluşması gerektiğini belirtti.
Yenişafak
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Aile Hekimliğinin geleceği ne olacak?

Aile Hekimliğinin geleceği ne olacak?

Aile Hekimliğinin geleceği ne olacak?

Aile Hekimliğinde Pilot uygulamaya geçileceği sözü verilip bazı illerimizin geçişinin geciktirilmesi doğru olmamıştır. Buradaki arkadaşlarımız gereksiz yere umutlandırılmışlardır, üzülmüşlerdir. Yapılması gereken Sağlık Bakanlığımızca yeni bir proğramın acilen açıklanmasıdır. Bu açıklamada ".... Hükümetin Aile Hekimliğini yaygınlaştırmada kararlı olduğu şu nedenlerle bazı gecikmelerin yaşandığı, bundan sonra şunların yapılması düşünüldüğü ve şu tarihe kadar şu illerin uygulamaya dahil edileceği..." konuları açıklığa kavuşturulmalıdır.

Şu anda yürütülmekte olan aile hekimliği uygulaması pilot bir uygulama olup, adı üstünde pilot uygulamanın amacı bu sistemin uygulanabilirliğinin denenmesi olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Tüm illerin pilot uygulamaya dahil edilmesi gibi bir konu zaten işin doğasına aykırı olur. Bu yönden incelendiğinde ortada Anayasa'ya aykırı bir durum söz konusu değildir. Bakanlığmız yapması gereken, 3 yıldır şu kadar ilde uygulanmakta olan Aile hekimliği Pilot uygulamasını eğrisi ile doğrusu ile süzgeçten geçirip, Aile Hekimliğine devam kararı verilirse Ana Aile Hekimliği Kanunu ve Yönetmelikleri çıkarıp, bu sistemi tüm Türkiye'ye yaymaktır. Yok eğer pilot uygulama ile bu sistemin yararı görülmedi ise, halen uygulanmakta olan illerde belli bir proğram dahilinde geriye dönüş sağlanmalıdır.

Belirsizlik kötüdür, kimseye yararı yoktur.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Adıyaman Devlet Hastanesi'nde ilk defa bağırsak kanseri ameliyatı gerçekleştirildi

Adıyaman Devlet Hastanesi'nde ilk defa bağırsak kanseri ameliyatı gerçekleştirildi

Adıyaman Devlet Hastanesi'nde ilk defa gerçekleştirilen bağırsak kanseri ameliyatı ile diğer hastaların çevre illere sevk sorunu sona erdi.



Uzun zamandan beri şiddetli ağrı çeken ve kanamalı bir şekilde Adıyaman Devlet Hastanesi'ne getirilen 53 yaşındaki hasta Zeynep Ertürk ile 39 yaşındaki Abuzer Bereket'e başarılı şekilde bağırsak kanseri ameliyatı yapıldı. Eski sağlıklarına kavuştukları için oldukça sevinçli oldukları gözlenen hastalardan Abuzer Bereket ve Zeynep Ertürk, doktorlar Hikmet Sert ve Tuncay Heybeli'ye teşekkür ettiler.

Ameliyat hakkında bilgi veren Dr. Hikmet Sert, "Adıyaman'da daha önceleri bu tür ağır ve riskli ameliyatlar çevre illerde yapılmaktaydı. Amacımız hastalarımızın kendi memleketlerinde sağlığına kavuşturmaktır. Hastalarımıza yapılan ameliyat da büyük merkezlerde yapılabilen riskli bir ameliyattı. Buna rağmen çok başarılı bir şekilde hastanemizde gerçekleştirdik." diye konuştu
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Selçuk Üniversitesi sağlık üssü oluyor

Selçuk Üniversitesi sağlık üssü oluyor

Türkiye'de İstanbul Üniversitesi'nin ardından iki tıp fakültesine sahip ikinci üniversite olan Selçuk Üniversitesi (SÜ), Konya ve bölgesinin sağlık hizmetlerini büyük oranda karşılayabiliyor. Meram ve Selçuklu Tıp Fakülteleri'ni bünyesinde barındıran Selçuk Üniversitesi son yıllarda sağlık alanında gerçekleştirdiği yatırımlarla bölgenin sağlık üssü olma yolunda hızla ilerliyor.

SÜ Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okudan, Meram Tıp Fakültesi'nin yıllardır Konya ve bölgesine sağlık alanında hizmet verdiğini, yapımı tamamlanmak üzere olan Selçuklu Tıp Fakültesi'nin ise bu yıl sonuyla yüzde 90 oranında hizmet vermeye başlayacağını söyledi.

SÜ'nün Türkiye'de iki tıp fakültesi olan 2 üniversiteden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Okudan, "Kentte iki tıp fakültesi hastanesi olması ve iki hastanenin birbirine destek vererek daha iyi hizmet vermesi sağlık alalındaki sorunların çözümü açısından çok önemli. Her iki hastanenin yatak kapasitesinin 2 bin 200'ü aştığı düşünülürse Konya'nın sağlık hizmetinde önemli bir açığını kapatacağı açık şekilde görülecektir.

Selçuklu Tıp Fakültesi Hastanesi, özellikle nüfusu 450 bini aşan merkez Selçuklu İlçesi'ne önemli ölçüde sağlık hizmeti sunacak. Bunun yanı sıra Sarayönü, Kadınhanı, Ladik ve Akşehir başta olmak üzere yakın ilçeler ve diğer illere de hizmet verecek. Böylelikle Meram Tıp Fakültesi Hastanesi'nin de yükü azalmış olacak. Ayrıca iki fakülte arasında doğacak rekabet, sağlık alanında da kalitenin artmasına neden olacaktır" şeklinde konuştu.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Başhekim: Bilimsel çalışmalar yetersiz

Başhekim: Bilimsel çalışmalar yetersiz

Başhekim: Bilimsel çalışmalar yetersiz

CUMHURİYET - SİBEL BAHÇETEPE / Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Mehmet Sökmen, hekim sayısı yetersizliği ve bazı kliniklerde şeflerin olmaması nedeniyle ülkemizde bilimsel çalışmaların yeteri kadar yapılamadığını söyledi. Anadolu yakasında en yoğun hasta potansiyeline sahip hastane olduklarını da anımsatan Sökmen, hastaların yanında kalan refakatçilerle birlikte günde yaklaşık 10 bine yakın kişinin ziyaret ettiğini, zaman zaman zor durumda kaldıklarına dikkat çekti.

1906 yılında Mektebi Tıbbiye-i Şahane’nin Serirriyat Pavyonları adı altında açılan, bir süre sonra tıp fakültesine dönüştürülerek 30 yıl faaliyette bulunan hastane, 1936 yılından bu yana Haydarpaşa Numune Hastanesi adı altında hizmetlerini sürdürüyor. “Modern tıp” anlamında en eski hastane olduğu belirtilen Haydarpaşa Numune’nin Başhekimi Doç. Dr. Sökmen, geçmiş yıllarda uluslararası çalışmalara Türkiye’nin dahil edilmediğini ancak son yıllarda bu düşüncenin yavaş yavaş değişmeye başladığını belirterek “Ülke genelinde bilimsel anlamda çalışma kıtlığı bulunuyor. Çalışmalar yetersiz olmasına karşın yine de yapılan çalışmaların birçoğunun sağlık alanında olduğu görülüyor” diye konuştu.

Hastanelerinin Anadolu yakasının en yoğun hasta potansiyeline sahip olduğunu ifade eden Sökmen, “Hasta refakatçileriyle birlikte yılda 1 milyon 300 bine yakın kişi hastaneye geliyor. Her hastaya 1-2 refakatçi geliyor. Bu da sayı yoğunluğumuzu daha da arttırıyor. Günde hasta ve refakatçiyle bu sayımız 10 bine yaklaşıyor. Bu sayı da günlük işlerimizi aksatıyor” açıklamasını yaptı. Hastanenin 35 kliniğinin olduğunu, bunların 31’inin aktif olarak çalıştığını kaydeden Sökmen, hastanenin modern çağa ayak uyduracak şekilde yenilendiğini, odaların 2-3 kişi ya da tek kişi şeklinde tasarlandığını kaydetti. Sökmen, Sağlık Bakanlığı ve İl Sağlık Müdürlüğü tarafından alınan karar sonrası hastanenin güçlendirilmesine karar verildiğini söyledi. Yeni binalarının inşa edileceği yaklaşık 10 dönümlük arsaya kavşak yapmak isteyen Üsküdar ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri ile mahkemelerinin devam ettiğini ve sonlanmasını beklediklerini vurgulayan Sökmen, şöyle devam etti:

“750 hekim, 450 asistan, 300 uzman ile günde 5 bin 300’e yakın hastaya hizmet veriyoruz. 1.5 yıl önce başhekimlik binasının yanındaki araziye yeni bina inşa ettik, bu bina son derece modern. 5 katlı yeni binada hastalarımız tüm poliklinik hizmetlerini alıyorlar. Bu binanın en üst katında helikopter pisti de var. Bina modern ve çağa uygun bir bina. Amacımız tüm binaları bu şekilde tasarlamak, yenilemek. Yeni yapılacak binalarda da odalar 2-3 ya da tek kişilik olacak. Onkoloji, hematoloji, kalp ve damar cerrahisi kliniği, göğüs hastalıkları kliniği, radyoloji onkolojisi, endokronoloji, patoloji kliniğinin yan dal klinikleri var. Bu kliniklerin bazılarının özellikle onkoloji gibi yoğun hasta potansiyelinin olduğu kliniklerin açılması gerekiyor. Bu hastaların yan dal kliniklerinde tedavileri sağlanıyor ancak bu yetersiz kalabiliyor.”
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
"Sahibinden satılık, az kullanılmış böbrek"

"Sahibinden satılık, az kullanılmış böbrek"

"Sahibinden satılık, az kullanılmış böbrek"

ADANA - Ekonomik kriz nedeniyle zor durumda olan vatandaşlar, internet üzerinden araba, ev ve iş ilanları gibi "sahibinden satılık organ" ilanları vermeye başladı. Kriz nedeniyle ilan veren vatandaşların sayısının iki katına çıktığı bildirildi.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte ilanlar da artık internet üzerinden verilmeye başlandı. Ancak 2008 yılının ikinci yarısında başlayan mali küresel kriz yeni bir ilan türünü daha ortaya çıkardı. Zor durumda olan vatandaşlar, internet üzerinden 20 bin ile 130 bin TL arasında böbreğini satışa çıkarıyor. Türkiye Böbrek Vakfı Başkanı Timur Erk, internet üzerinden böbrek satışının daha önce de var olduğunu ancak ekonomik krizle birlikte iki kat arttığını söyledi. Erk, ekonomik krizin yanı sıra Türkiye'de
15-16 bin insanın acil böbrek beklediğini, bunların ancak yılda 600-700'ünün böbrek bulabildiğini belirterek, "Bu bir arz-talep meselesidir. Böbrek arayan hastaların sadece yüzde 10'u böbrek bulabiliyor. Böbrek bulunmayınca da ekonomik yönden zor durumda olan vatandaşlar böbrek bulamayan vatandaşlara internet üzerinden böbreğini istediği fiyata satıyor" dedi.

Böbrek naklinin yüzde 70'nin akrabadan yapıldığını, yüzde 30'luk kısmının ise kadavra yoluyla nakil olduğuna dikkat çeken Erk, "Türkiye'nin en büyük sorunu böbrek naklinde kadavradan çok az nakil yapılması. Kimse kadavraya yaklaşmıyor. Devlet organ nakli koordinatörlüğü kurdu. Bu kurum hastanede beyin ölümü gerçekleşen hastayı takip ederek, onun organlarını ailenin rızası olarak alıyor. Bu sayede nakil yapma oranı son yıllarda yüzde 10-12 arttı. Ancak hala yeterli değil. Üstelik nakil için devlet 26-27 bin TL ücret veriyor. Ama bu da yeterli olmuyor. Bu nedenle internet üzerinden böbrek satışları oluyor" diye konuştu.

Kredi kartı borcu olan, kendi çocuğu hastalanan kişilerin para bulamadığı için kendilerini arayarak internete ilan vermek istediğini anlatan Erk, "Son zamanlarda bu aramalar iki katına çıktı. Bu tamamen ekonomik krizle ilişkili. Para bulamayan ve çaresiz kalan insanlar bizi arıyor. Ancak biz bunun doğru olmadığını, suç olduğunu vatandaşlara anlatıyoruz. Ancak insanlar çaresiz olduğunu söylüyor" şeklinde konuştu.

Avukat Fahri Özsungur ise, internet üzerinden böbrek satışının yasaya aykırı olduğunu ve suç teşkil ettiğini belirterek, "Türkiye'de organ satışı suç olduğu için böbrek ilanları da diğer ilanların arasına sıkıştırılıyor. Yasalarımıza gören organ satmak için ilan veren ve bunu yayınlayana 1 yıla kadar hapis cezası var. Organını satan, alan ya da aracılık edenlere ise 9 yıla kadar hapis öngörülüyor. Eğer organ ticareti örgütlü yapılırsa bu ceza 15 yıla kadar çıkabiliyor" dedi.

"5 YILDIR ATAMAM YAPILMADIĞI İÇİN BÖBREĞİMİ SATIYORUM"
Arama motoru Google'a girenler, satılık böbrek yazdıklarında çok sayıda böbrek ilanı buluyorlar. Böbreğini satışa çıkaranlar, müşterilere ulaşmak için interneti seçiyor, telefon, e-posta aracılığı ile iletişim kuruyor. Hatta bu uğurda web sayfası kuranlar bile var. Sayfalarında böbrek tahlili sonuçlarını yayınlıyorlar. Satıcılar genelde rumuz kullanıyor. Ev, araba, iş ilanları gibi organlarını satmak isteyenler internet sitelerine ilan veriyor. İlanın üzerine tıklayınca istenilen para miktarı ve irtibat
kurulabilecek elektronik posta, telefon numaralan ortaya çıkıyor. Çoğunluğu devlet memuru olan 'organ pazarlamacıları', genellikle yüksek miktardaki kredi kartı borçları yüzünden böyle bir yola başvuruyor. Bunların arasında yıllarca ataması olmayan öğretmenler de bulunuyor. İnternet üzerinden böbreğini satılığa çıkartan bazı kişilerin verdiği ilanlar şöyle:

"- Ben devlet memuruyum. Kredi kartları borcumu ödeyemeyince borcum katlanıp katlanıp ödenemez hale geldi. Önümde iki seçenek var. Ya dünya tatlısı 2 tane yavrumu babasız, eşimi kocasız bırakıp intihar edeceğim (ki bunu yapamam sanıyorum, çünkü onlara bu acıyı yaşatmaya, onları babasız ve eşsiz bırakmaya hakkım yok) ya da böbreğimin tekini satacağım. Böbreğim için 30 bin TL istiyorum.
- 24 yaşımdayım ve çok zor durumdayım. Kredi borcum var. Sağlıklıyım, acil böbreğimi satmam gerekiyor. İlgilenen olursa 40 bin TL.
- 5 yıldır atanamadığım için herkese borçlandım. Nişanlandım ama evlenemiyorum. Borçlarımı ödemek ve iş kurup evlenmek için 75 bin TL'ye böbreğimin tekini satıyorum.
- 3 çocuk babasıyım ancak işim olmadığı için geçinemiyorum. Böbreğimi satarak para kazanamazsam ailemle birlikte intihar edeceğim. Ben sigara ve içki kullanmayan biriyim. Parasızlık beni bitirdiği için çok değerli olan böbreğimi 150 bin TL'ye satıyorum.
- Acilen böbreğimin tekini satıyorum. 4 tane oğlum var. 200 TL olan kiramı dahi ödeyemiyorum. İşsizim başka çarem kalmadı. Yoksa oğlumla sokaklarda kalacağım. Okula bile kahvaltı yaptıramadan yolluyorum. Tek çarem böbreğimi satmaktı. Çok acilen ilgilenenlerin en kısa zamanda ulaşmalarını istiyorum. Kan grubum 0 Rh (+) dır. - 40 yaşındayım herhangi bir sağlık sorunum yoktur. Fiyatı, 20 bin TL. Sahibinden satılık az kullanılmış böbrek."
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Sağlıkta yıkım yılı 1

Sağlıkta yıkım yılı 1

Sağlık Bakanı`nın sağlıkta dönüşüm politikalarını değerlendirirken söylediği `az parayla çok iş yaptık` sözü sağlıkta yapılmak istenenin özeti gibiydi



Sağlıkta paraya dönüşümün bir yılı


2008 yılı, sağlıkta sorunların tavan yaptığı bir yıl oldu. Tüm örgütlerin, halkın, medyanın karşı çıkışlarına rağmen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağılık Sigortası (SSGSS) 1 Ekim`de yürürlüğe girdi. Devlet özel hastaneleri teşvik etti, hastaların ödediği katkı payı artırıldı. SSGSS ile gece gündüz didinen emekçiye mezarda emekliliğin yolu da açılmış oldu.

`Dönüşüm` bunlarla da sınırlı kalmadı. Hastanelerde muayene olunan her bölüm için ayrı muayene ücreti alınmaya başlandı. Doktorlarla hastalar karşı karşıya bırakıldığından bir yıl içinde hekimlere yönelik şiddet yaygınlaştı. Muayene ücreti üniversite hastanesinde 6 YTL olduğu için üç doktora giden hastanın cebinden toplam 18 YTL çıkmaya başladı. Halk artık devlet hastanelerinde 3, eğitim araştırma hastanelerinde 4, üniversite hastanelerinde 6, özel sağlık kuruluşlarında 10 YTL ödüyor. Ancak muayene ücretleri de reçetelere eklendiğinden, milyonlarca sigortalı ilaç ücreti ödediğini zannediyor. Farkına varanlar ise tahsilat için eczanelere yüklendiğinden eczacılarla tartışıyor. Böylece hiçbir sorumlulukları olmadığı halde eczacılar halkın tepkisinin hedefi haline geliyor.

Tam gün çalışma yasası, aile hekimliği uygulaması ile sağlık skandalları arka arkaya gelmeye başladı. Son 6 yılın değerlendirmesini yapan Sağlık Bakanı Recep Akdağ, önemli gelişmeler kaydedildiğini, SSGSS`nin meyvelerini toplamaya başladıklarını açıklamıştı. Halk toplanan meyvelerden nasibini alamadı. Halka düşen hastanede rehin kalmak, sevk zinciri kuyruklarında sürünmek, hastaneye gitmemenin yollarını aramak oldu. Akdağ, az parayla çok iş başarmıştı. Prematüre bebek ölümleri, hastanelerde rehin kalan hastalar başarılan işler arasındaydı. Akıllarda hep aynı soru vardı: Sağlıkta dönüşüm paraya dönüşüm olmasın?


Ameliyatlar durdu


Sağlık Uygulama Tebliği ile 1 Ocak 2008`den itibaren yatan hastaların ilaç, tıbbi cihaz gibi malzemelerinin hastaneler tarafından karşılanacağı, artık hastanelerin hastalar ile değil, Sosyal Güvenlik Kurumu ile muhatap olacağı belirtilmişti. Devlet hastaneleri bu gideri karşılayacak durumda olmadığı için hastanelerde ameliyatlar durdu.

Bu yıl sağlık çalışanları arasında da bölünme yaratılmaya çalışıldı. 4/B`li, kadrolu, kadrosuz personel ayrımıyla sağlık çalışanları arasında bölünme yaşandı. Sözleşmesiz çalışan sağlık personellerinin hiçbir sosyal güvenceleri yok. Hastanelerde yemekler de sağlık çalışanları için ücretli hale getirildi. Hastane çalışanlarının ücretsiz olan yemek hakkını yüzde 50 ücretli hale getiren Maliye Bakanlığı genelgesi, birçok kentte sağlık emekçileri tarafından protesto edildi.


Eylemlere rağmen uygulama başladı


AKP`nin sağlıkta yıkım uygulamalarında emekçiler sessiz kalmadı. 1 Nisan 2008 tarihinde iş bırakma eylemi yapıldı. Emekçiler sokaklara döküldü. Platformlar oluşturuldu. Hükümet ise tüm bu tepkilere kulak tıkayarak uygulamalarına devam etti. İşçi ve emekçiler, SSGSS`nin tamamen geri çekilmesi talebiyle iş bırakarak alanlara çıktılar. KESK, DİSK, TTB, TMMOB ve Diş Hekimleri`nin çağrısıyla gerçekleştirilen eyleme, Türk-İş`e bağlı bazı sendikalar da katıldı. SSGSS`ye karşı Kadıköy`de gerçekleştirilen mitingde buluşan 50 bini aşkın işçi ve emekçi, yasanın geri çekilmesini istedi.


Eczacılar da sokağa çıktı


AKP Hükümeti`nin yaşama geçirdiği politikalar hükümeti eczacılarla da karşı karşıya getirdi. Meclis gündeminde bulunan ve zincir eczanelere de olanak sağlayan tasarı nedeniyle yaklaşık 30 bin eczacı, Ankara`da büyük bir miting yaparak tasarının geri çekilmesini talep etti. Aynı şekilde muayene ücretlerinin tahsilatının kendilerine yüklenmesini de çeşitli eylemlerle protesto eden eczacılar, sağlıkta yıkımdan kendi paylarına düşene karşı mücadele ettiler.


SSK`ların devrinin faturası 12 milyar YTL


Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası(SES), SSK hastanelerinin Sağlık Bakanlığı`na devrini ve bu süreçte SSK`nın sağlık harcamalarını rapor haline getirdi. Rapora göre `Sağlıkta Dönüşüm` adı altında SSK`da tüm hizmetlerin özel sağlık kuruluşlarından alınması süreci hızlandırıldı, buna bağlı olarak da sağlık harcamaları katlanarak arttı. 2001 yılında 2.257 milyar YTL olan sağlık harcamaları, 2004 yılı sonu itibariyle 6.6 milyar YTL`ye ulaştı. 2005 yılında 7.4 olan SSK sağlık harcamaları, devir sonrası 2006 yılı sonu itibariyle 11.4 milyar YTL`ye fırladı. 2007 yılı itibariyle bu rakam 12 milyar YTL`nin üzerine çıktı. Ancak harcamalardaki bu artış sağlığa ayrılan payın arttığı anlamına gelmedi, çünkü bu paraların büyük çoğunluğu özel hastanelere ve ilaç firmalarına gitti. Sağlık hizmetinin nitelikli hale gelmesi için gereken personel sayısının artırılması, hastanelerin ihtiyaç duyduğu teçhizatlarla donatılması konusunda hiçbir gelişme yaşanmadı.


SSGSS ile neler değişti?


* SSK`lılar için sağlık karnesi kalktı. Kimlikle muayene olunmaya başlandı.

* Emeklilik için kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan yaş sınırı kademeli olarak kadın ve erkeklerde 65`e, prim gün sayısı 7 binden 9 bin`e yükseltildi.

* Malullük ve ölüm aylığı hak etmek için aranan 5 yıllık hizmet süresi 10 yıla, 900 günlük prim gün sayısı ise 1800 güne yükseltildi.

* Aylık bağlama oranı her 360 prim gün sayısı için yüzde 2`ye indirildi.

* İş kazası ve meslek hastalığı sonucu yüzde 25 ve daha yüksek oranda sakat kalan çalışanlara bağlanan sürekli iş göremezlik gelirinin alt sınırı kaldırıldı.

* Çalışan ve ölüm geliri-aylığı alan çocuksuz dul eş aylığı, yüzde 75`ten yüzde 50`ye

düşürüldü.

* Diş protezlerine yaş sınırı getirildi.18 yaşını doldurmamış veya 45 yaşından gün almamış kişiler protez bedelinin yüzde 50`sini cepten ödemeye başladı.

* Çalışanlar ile emekli dul ve yetimler, özel hastanelerden yararlanmak için sağlık hizmeti bedelinin yüzde 20`sini cepten ödeyecektir.

* Sosyal Güvenlik Kurumu`nun oluşturacağı bir komisyonun belirleyeceği tedavi yöntemleri dışındakilere, üç katına kadar fark ücreti ödenmesi öngörüldü.

* Muayene ve tedaviler için şimdilik 2 YTL; protez, ortez ve ilaç bedelleri için yüzde 10 ve yüzde 20 oranında katılım payı ödenmeye başlandı.

* Çalışması sona eren sigortalılardan, önceki yıl içinde 90 gün prim ödeyenlerin kendileri, 120 gün prim ödeyenlerin ise kendileri ile birlikte bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, 6 ay süreyle sağlık yardımlarından yararlanma hakkı kaldırıldı.


SSGSS vekilleri teğet geçti


Asgari ücretin üçte biri oranında geliri olandan bile GSS primi kesilmesini öngören tasarı, vekillere hiçbir ödeme yapmadan, kısıtlamaya gitmeden sağlık hizmetlerinden yararlanmalarının önünü açtı. Vekillerin alacağı sağlık hizmeti, fiyatlandırma komisyonunun koyacağı sınırlamalara tabi olmayacak. Vekiller istedikleri hastaneden, istedikleri fiyatlarla sağlık hizmeti almaya devam edecekler; sağlık kuruluşları, sigortalılardan otelcilik hizmeti ve hayati olmayan istisnai sağlık hizmetleri için belirlenen hizmet fiyatının 3 katına kadar fark talep edecekken, vekiller bundan da muaf olacak.
18-44 yaş arası sigortalılar diş protezlerini tümüyle kendileri karşılarken, vekiller bu sınırın da dışında kalacak; 18 yaş altı ile 44 yaş üstü için istenen yüzde 50 protez katkı payını da ödemeyecekler, sigortalıların ödemek zorunda olduğu diş hekimi ve hekim muayenelerindeki 2 YTL ayakta tedavilerdeki katkı payını da vekiller ödemeyecek.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Ssk`lıların saglık karnesıne saglıkta dönüsüm düzenlemesı.

Ssk`lıların saglık karnesıne saglıkta dönüsüm düzenlemesı.

-Saglik Bakanligi hastaneleriyle sözlesme veya protokol yapilan kamu veya özel saglik tesislerinin SSK`lilara açilmasinin saglik karnelerinin düzenlenmesine iliskin islemlerde degisiklik yapildi. ANKARA(ANKA)-Saglik Bakanligi hastaneleriyle sözlesme veya protokol yapilan kamu veya özel saglik tesislerinin SSK`lilara açilmasinin ardindan saglik karnelerinin düzenlenmesinde iliskin islemlerde degisiklik yapildi. Çalisma Bakanligi`nin `Sosyal Sigortalar Kurumu Sosyal Sigorta Islemleri Yönetmeliginde Degisiklik Yapilmasi Hakkindaki` Yönetmelik Resmi Gazete`de yayimlandi. Yönetmelige göre, daha önce sigortalilarla es ve geçindirmekle yükümlü olduklari çocuk, ana ve babalarinin muayene ve tedavileri için sadece SSK hekim ve saglik tesislerine basvurularda gösterilmek amaciyla saglik karnesi düzenlenmesine iliskin hüküm, `Saglik Bakanligi saglik tesislerine ya da Kurum tarafindan sözlesme veya protokol yapildigi bildirilen kamu veya özel saglik tesislerine basvurularinda` seklinde degistirildi. Saglik karneleri, sigortalilarin ibraz edecekleri vizite kagidi ve kendisiyle es, çocuk, ana ve babalarina ait nüfus cüzdanlarina istinaden Kurumca düzenlenerek imza karsiliginda sigortaliya teslim edilecek.

Sigortalinin geçindirmekle yükümlü oldugu 18 yasini doldurmus erkek çocuguna verilen saglik karnesinin geçerlilik süresi ögrenim durumuyla sinirli olacak. Ögrenim durumuna ait belgenin Kuruma verilmemesi halinde saglik yardimi yapilmayacak.

Sürekli is göremezlik geliri, malullük veya yaslilik ayligi almakta olanlara ve bunlarin geçindirmekle yükümlü olduklari es, çocuk, ana ve babalari ile gelir veya aylik almakta olan es, çocuk, ana ve babalara da muayene ve tedavileri için Saglik Bakanligi saglik tesislerine ya da Kurum tarafindan sözlesme veya protokol yapildigi bildirilen kamu veya özel saglik tesislerine basvurularinda gösterilmek üzere Kurum tarafindan hazirlanan birer saglik karnesi verilecek. Kurumdan sürekli is göremezlik geliri, malullük veya yaslilik ayligi almakta olanlarin geçindirmekle yükümlü oldugu 18 yasini doldurmus erkek çocuguna verilen saglik karnesinin geçerlilik süresi ögrenim durumuyla sinirli olacak ve ögrenim durumuna ait belgenin Kuruma verilmemesi halinde saglik yardimi yapilmayacak. Kurumdan sürekli is göremezlik geliri, malullük veya yaslilik ayligi almakta olanlarin geçindirmekle yükümlü olduklari ana ve babalarina Kurumca saglik yardimi yapilabilmesi ve saglik karnesi verilebilmesi için bunlarin geçimlerinin sözü edilen kisiler tarafindan saglandiginin belgelenmesi gerekiyor. Kurumdan sürekli is göremezlik geliri, malullük veya yaslilik ayligi almakta olanlarla bunlarin geçindirmekle yükümlü olduklari es, çocuk, ana ve babalarla hak sahibi olarak gelir veya aylik alan es, çocuk, ana ve babalar, gelir veya ayliklarin kesilmesi, erkek çocuklar ögrenimin birakilmasi veya sona ermesi durumlarinda kendilerine verilmis bulunan saglik karnelerini Kuruma geri vermeleri gerekiyor. `HAKSIZ KULLANIMLARDA MASRAFLAR ALINACAK`

Buna uymayanlar ve saglik yardimlarindan yararlanma hakkini kaybettigi halde elindeki saglik karnesiyle Saglik Bakanligi saglik tesislerine ya da Kurum tarafindan sözlesme veya protokol yapildigi bildirilen kamu veya özel veya saglik tesislerine basvurarak muayene ve tedavilerini yaptiranlardan Kurumca yersiz olarak yapilan masraflarin tutari alinacak.

Saglik karnelerinin kaybolmasi halinde, durum sigortali tarafindan bir dilekçeyle Kuruma bildirilecek ve o sahis için Kurumca yeniden bir saglik karnesi düzenlenecek.


BELGELER DE YENIDEN DÜZENLENDI

Saglik Bakanligi saglik tesislerine ya da Kurum tarafindan sözlesme veya protokol yapildigi bildirilen kamu veya özel saglik tesislerine muayene ve tedavi için basvurularda bulundurulmasi gereken belgeler de yeniden düzenlendi. Buna göre sigortalilar ve sigortalilarin es ve geçindirmekle olduklari çocuklari saglik kuruluslarina vizite kagidi, saglik karnesi ve resimli kimlik belgeleriyle basvuracaklar. Yönetmelikle isverenlerce muayene ve tedavi için düzenlenmesi gereken belgeler de belirlendi. Buna göre, ana ve babalar için sigortalilarin geçindirmekle yükümlü olduklari ana ve babalarinin muayene ve tedavileri için Saglik Bakanligi saglik tesislerine ya da Kurum tarafindan sözlesme veya protokol yapildigi bildirilen kamu veya özel saglik tesislerine basvurularinda gösterilmek üzere, kendilerine Kurumca düzenlenen saglik karnesiyle isverence düzenlenen saglik belgesi verilecek. Alti ay için geçerli olan saglik belgesinin ön yüzü, sigortalilarin isverenlerince düzenlenecek. (ANKA)
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Karpuz yiyen üzüm yemesin!!!!!!!!!!

Karpuz yiyen üzüm yemesin!!!!!!!!!!

78197.jpg


Yaz meyveleri gibisi yoktur. Buz gibi karpuz, kavun ve üzümün tadına doyum olmaz. Ancak, uzmanlar uyarıyor “Üç meyveyi aynı anda yemeyin” Peki neden?

Yaz mevsiminde ısı artmasıyla birlikte yiyecekler daha çabuk bozuluyor. Sıcak ortamda mikroplar daha çok çoğalıyor, sıcak ortamda besinleri serin yerlerde saklamak daha bir zorlaşıyor. Bu bozulmaya bağlı olarak besin zehirlenmesi ortaya çıkıyor. Yazın besin zehirlenmeleri ve ishaller sık görülüyor. International Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Soysal, yazın kavun, karpuz, üzüm gibi meyveleri karıştırarak soğuk şekilde tüketmenin, meyvelerin yanında soğuk içecekler içmenin mide ve bağırsak hareketlerini bozarak ishale neden olduğunu söyledi. Tıpta “gastroenterit” olarak adlandırılan besin zehirlenmesinde ise, bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı görülüyor. Gastroenteritte, mide ve bağırsak hareketleri bozulu-yor, ağızdan alınan yiyeceklerin sindirim sistemini hızlı ve erimemiş terketmeleri sonucunda ishal ortaya çıkıyor.

YAZIN YUMURTA İÇEREN BESİNLERE DAHA ÇOK DİKKAT

Yumurta içeren unlu mamuller, yaş pasta, tavuk eti (kırmızı ete göre daha kolay bozuluyor) tüketirken dikkatli olmak gerekiyor. Tavuk eti bozulunca “salmonella” gibi mikroplar kısa sürede aşırı miktarda ürüyor. Bu mikropların toksinleri de ishale yol açabiliyor. Mikrobik olmayanlar ise karışık meyvelerin yenmesinden kaynaklanıyor.

BU YİYECEKLER İSHAL YAPAR!

Bazı yiyecekleri az miktarda tüketmek sorun yaratmasa da, bazı kişilerde ise fazla miktarda yemek ishale neden oluyor. İşte bu yiyeceklerden bazıları:
Taze kayısı
Üzüm (üzüm suyu)
Erik
Kiraz
Kavun
Karpuz
Peki kahve telvesi işe yarar mı?

İshal çoğu zaman aniden ortaya çıkan bir durum. Bu nedenle çareyi geleneksel yöntemlerde aramaya yol açıyor. İshali gidermek için kahve telvesi, kuru çay yemek ishali kesmeyeceği gibi, midenin ve bağırsakların da tahrişine neden olabiliyor. Dr. Murat Soysal, ishale yüksek ateşin de eşlik etmesi ve 24 saat boyunca geçmemesi halinde hekime başvurulması gerektiğini belirterek şunları söyledi: “Meyveleri soğuk yememek önemli. Eğer kişide mide hassasiyeti varsa, meyvelerin yanısıra soğuk meşrubat da içiyorsa ishal yapar. “

İshale iyi gelen yiyecekler

İshal nedeniyle gelen erişkin ve hastalara özellikle 24-48 saat belli yiyecekleri tüketmelerini önerdiklerini belirten Dr. Murat Soysal, ishale iyi gelen yiyecekleri şöyle sıraladı:
Muz
Şeftali
Elma
Peynir
Zeytin
Ekmek
Az yağlı makarna
Haşlanmış patates
Patates püresi
Pirinç çorbası
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Ekmek kabuğunun faydasını hiç düşündünüz mü???

Ekmek kabuğunun faydasını hiç düşündünüz mü???

Ekmeğin kabuğunu yemenin kanser riskini ortadan kaldırdığı ortaya çıktı.
23 Temmuz 2009 / 12:10
Hindistanídaki Annamalai Üniversitesi tarafından yürütülen araştırmalara göre ekmeğin pişirilmesi sırasında ortaya çıkan antioksidanlar vücutta bağırsak kanserine götürebilen değişimlerin ortaya çıkmasına engel oluyor. Pronyl-lysine isimli bu antioksidan özellikle de ekmeğin kenarlarında 8 kat daha fazla bulunuyor.
ekmek02.jpg


Bu antioksidan ekmek kenarından her gün alındığında vücutta ileride bağırsak kanserine yol açabilen kitlelerin oluşumu yüzde 72'ye kadar önlenmiş oluyor. Bilim adamlarına göre tam tahıllı ekmeğin kenarlarındaki anti-kanser özellik, ekmekteki liflerden bile daha fazla olabilir.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Verem(tüberküloz)

Verem(tüberküloz)

Verem Nedir?

Verem [Tüberküloz —TB], soluduğumuz hava ile akciğerlere giren verem bakterisinin (mikrobunun) yol açtığı bulaşıcı bir hastalıktır.


verem_4.gif


Verem mikrobu, aktif verem hastalığı olan bir kişinin öksürmesi, hapşırması ya da konuşması ile havaya yayılır.

verem_5.gif


Vereme genellikle verem hastası birisi ile uzun süre kapalı bir yerde birlikte bulunmak suretiyle yakalanılır.

verem_12.gif


Verem mikrobu, yemek tabaklarından, bardaklardan ya da diğer nesnelerden başkalarına bulaşmaz

Vereme Kimler Yakalanabilir?

verem_6.jpg


Toplumda vereme yakalanma riski fazla olan bazı gruplar vardır. Bunlar aşağıda belirtilmektedir:

Sağlık görevlileri.
Alkol bağımlıları.
Yaşlılar.
Tutuklu ve hükümlüler dahil, çeşitli kurumlarda (yurt, huzur evi, ıslah evi, koğuşlar vs) kalan ve çalışan kişiler.
Genel yaşam standartlarının altında, kalabalık ortamlarda yaşayan kişiler (Vereme yoksul toplumlarda daha sık rastlanmaktadır).
HIV virüsü taşıyan ve AIDS olan kişiler.
Bağışıklık sistemi zayıf olan, özellikle uzun süre kortizon kullanan kişiler.
Şeker hastaları.
Ağır böbrek, karaciğer hastalığı gibi durumlar.

Verem Vücudu Nasıl Etkiler?
Verem Mikrobunun Bulaşması


Verem mikrobu soluduğumuz hava ile akciğerlerimize girerek orada çoğalmaya başlar. Bu mikroplardan bazıları böbrekler, kemikler ya da beyin gibi, vücudun diğer kısımlarına yayılır. Bu kişiye artık verem mikrobu bulaşmış demektir. Vücut mikroplarla savaşırsa da genellikle hepsini yokedemez. Vücudun savunma mekanizmaları, etkisiz durumda olan mikropların çevresinde kapsül ya da duvarlar örer. Bu aşamada kişi kendisini iyi hisseder. Verem mikrobu bulaşmış olan bir kişinin vücudunda verem mikrobu bulunmaktadır. Ancak, hastalık belirtisi yoktur ve kişi bu aşamada mikrobu başkalarına bulaştıramaz. Bu aşamada yapılan tıbbi tedavi, verem mikrobunun verem hastalığına yol açmasına engel olabilir.

verem_7.jpg


Verem Hastalığı
Mikropların aktif hale gelmeleri ve çoğalmaya başlamaları halinde, kişi artık verem hastasıdır. Bu durum bir yıl içinde ya da uzun yıllar sonra, genellikle vücudun HIV/AIDS, şeker hastalığı, böbrek hastalığı, zatürre ya da kanser gibi başka enfeksiyon ve hastalıklarla mücadele sonucu zayıf düştüğü bir sırada ortaya çıkabilir. Verem hastası olan kişi verem mikrobunu taşır ve hastalığın belirtilerini gösterir. Bu belirtiler öksürük, yorgunluk, gece terlemeleri, kilo kaybı ve kan tükürmeyi kapsayabilir. Verem olan bir kişi hastalığı başkalarına bulaştırabilir.

verem_13.gif


Tetkik Basittir


verem_8.jpg


Manto testi [Mantoux Test] adı verilen bir deri testi, vücudunuzda verem mikrobu olup olmadığını gösterebilir. Zararsız bir madde kolunuzdan deri içine verilir. Aradan iki ya da üç gün geçtikten sonra bir sağlık görevlisinin deride şişme olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Size söylenen günde gelerek deri testini kontrol ettirmeniz çok önemlidir. Test sonucu size bildirilir ve başka tetkiklere gereksiniminizin olup olmadığı söylenir.


Kimler Tetkikten Geçmelidir?

HIV/AIDS bulaşmış olanlar.
Verem olma olasılığı olan birisiyle yakın temas halinde çalışan ya da yaşayanlar.
Verem belirtisi olanlar.

Test Sonuçları Ne Anlama Gelir?

Testin Negatif Çıkması

Testin negatif çıkması, büyük bir olasılıkla vücudunuzda verem mikrobu bulunmadığını gösterir. Ancak, sonuçtan emin olmak için deri testinin tekrarlanması gerekebilir. Deri testleri ile HIV virüsü taşıyan kişilerdeki ya da AIDS hastalarındaki verem mikrobu her zaman saptanamadığından, HIV virüsü taşımanız ya da AIDS olmanız halinde, doktorunuz başka tetkikler yaptırmanızı isteyebilir.

Testin Pozitif Çıkması

Testin pozitif çıkması, vücudunuzda verem mikrobu olduğu anlamına gelebilir. Bu sizin verem hastası olduğunuzu ya da başkalarına mikrop bulaştırıp bulaştıramayacağınızı göstermez. Test sonucu pozitif çıkarsa, verem olup olmadığınızın belirlenmesi ve gerekli olan tedaviye karar verilmesi için, göğüs röntgeni ve diğer bazı testler gibi daha fazla tetkiklerin yapılması gerekmektedir.
Veremin Tedavisi

erekli olan tedavi türü, kişinin verem mikrobu taşıması ya da verem hastası olup olmadığına bağlı olarak değişecektir. Verem hastalığı ve bazı verem mikrobu bulaşması vakaları ilaçla tedavi edilmektedir. Veremin tedavisinde modern ilaçlar çok etkilidir. Birçok kişi düzenli olarak büyük kamu hastanelerinde, verem savaş dispanserlerinde ayakta tedavi yöntemiyle ya da uzman doktora giderek tedavi görebilirler. Verem hastalığının geçmesi için, kişinin en az altı ay ilaç kullanması gerekir. Bununla beraber, bazı vakalarda bu süre daha uzun olabilir. Verem ilaçlarının düzenli olarak alınmaması ya da verilen ilaçların bitirilmemesi halinde, hastalık yeniden ortaya çıkabilir ve bu kez tedavi etmek daha da güç olabilir. Bu nedenle, iyileşmek için kişinin ilaçlarını düzenli olarak kullanması ve tüm tedavi setini bitirmesi gerekir. Aile bireylerinin herhangi birisinin verem olması halinde, ailenin geri kalan tüm bireyleri ve yakın temas içinde bulunan kişiler, kendilerinde verem olup olmadığının belirlenmesi için tetkikten geçirilirler.

Verem Aşısı (BCG)

BCG aşısı vereme yakalanma riski fazla olan ülkemizdeki tüm bebeklere (doğumdan 2 ay sonra) rutin olarak önerilmektedir. BCG aşısı erişkinlerdeki akciğer vereminden korumamaktadır.
Sizde Verem Olduğunu Düşünüyor musunuz?

Aşağıdaki belirtilerden herhangi birisinin olması halinde, en kısa sürede doktorunuza başvurunuz:

Geçmeyen (kronik, 2-3 haftadır geçmeyen) öksürük.
Yorgunluk.
Gece terlemeleri.
Kilo kaybı.
Kan tükürme.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Yanlış diyet verem sebebi

Yanlış diyet verem sebebi




Verem hastalığı AIDS'ten sonra ikinci sırada. Dünyada her yıl 8-10 milyon yeni hasta ortaya çıkıyor ve 2 ila 2.5 milyon insan veremden ölüyor. Türkiye'de 25 ile 30 bin arasında verem hastası olduğu tahmin ediliyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından "sosyal" bir hastalık olarak ilan edilen verem, özellikle son yıllarda ortaya çıkan düşük enerjili moda diyet meraklılarının kapısını çalıyor. Zayıflamak uğruna yapılan kontrolsüz diyetlerle aşırı kilo kaybına uğrayanlar, şeker hastaları ile bağışıklık baskılayıcı ve kortizon tedavisi görenlerin bağışıklık sistemi zayıf olduğu için vereme yakalanma riski bulunuyor. Uzmanlar, özellikle moda diyetlerin verem yapabileceğini belirterek "Zayıflayacağım derken verem olmayın" uyarısında bulunuyorlar.

DÜŞÜK ENERJİLİ DİYETLER

Bal, kontrolsüz diyetlerle aşırı kilo kaybının, olumsuz ve ekonomik yaşam koşullarının, beslenme bozukluklarının, ağır stresin, AIDS, alkolizm, mide ameliyatlarının vücudun savunma sistemini zayıflatan etkenler olduğuna dikkat çekti.

Bal, kalori alımını günde 400 ila 1200 kalori olarak sınırlayan düşük enerjıli diyetlere işaret ederek "Kanda bulunan enfeksiyonla mücadeleyle görevli T, B lenfositler ve diğer bağışıklık hücre işlevlerinde azalma gerçekleşir. Bu diyetlerde yetersiz yağ alımı, yağda eriyen vitaminlerin emilimini azaltarak bağışıklığı zayıflatır. Bunlar tüm hastalıklara karşı önemli rol oynayan bağışıklık sistemini olumsuz etkiler" dedi.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Morfinden bin kat etkili ilaç

Morfinden bin kat etkili ilaç

Bir tür deniz salyangozunun zehirinden yapılan ağrı kesici ilaç, İngiltere'de piyasaya çıktı.

[FONT=verdana,arial]Tropik sularda yaşayan bir tür deniz salyangozunun zehirinden yapılan ağrı kesici ilaç, İngiltere"de piyasaya çıktı. Filipinler doğumlu olan Utah Üniversitesi Profesörü Baldomera Olivera"nın "Prialt" (Ziconotide) isimli ilacının 20 yıllık araştırmaların sonucu olduğu belirtildi.

Morfinden 1000 kat daha kuvvetli olduğu belirtilen Prialt"ın hiçbir bağımlılığa yol açmadığı ifade edildi. Şiddetli ve kronik ağrılara karşı kesin çözüm sunduğu belirtilen ilacın morfinin yerine geçmesi bekleniyor. İçeriğinden uyuşturucu madde bulunmayan ağrı kesici ilaç, 5 santim büyüklüğündeki zehirli erkek deniz salyangozunun kabuğundan yararlanılarak yapılıyor. Bilimsel adı "Conus Magus" olan salyangoz türü, Pasifik Okyanusu"ndaki kayalıklarda yaşıyor.
[/FONT]

AIDS ilacı tek hapta

AIDS hastalarının çeşitli dozlarda kullandıkları çeşitli ilaçları biraraya getiren hap onaylandı

[FONT=verdana,arial]AIDS hastalarının çeşitli dozlarda kullandıkları çeşitli ilaçları biraraya getiren ve günde 1 kez alınan hap, ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nden (FDA) onay aldı.

Atripla adlı hap, FDA'nın daha önce onayladığı 3 ilacı biraraya getiriyor. Bu 3 ilaç da, yine çeşitli ilaçların kokteyli biçimindeydi. İlaç kokteylinin bir hapta toplanmasıyla, AIDS'in bedendeki etkilerinin yavaşlatılması tedavisi kolaylaşır ve ucuzlarken, hastalığın diğer insanlara yayılmasının önlenmesi yönünde de önemli bir adım atılmış oldu. Hasta, çeşitli ilaçları birarada kullanırken zaman zaman bazılarını atlıyor, unutuyor ve bu da bedende, virüsün ilaca dayanıklı formunun gelişmesine ve hastalığın yayılma riskinin artmasına yol açıyor.
[/FONT]
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Seri hücre üretimi FABRİKADA

Seri hücre üretimi FABRİKADA



Türkiye'nin ilk hücre fabrikası ise 2006'da Trabzon'da faaliyete geçecek. Amaç daha iyi tedavi.

İnsan vücudundan yoğun olarak omurilikte, kanda ve bebeklerin kordon kanında bulunan kök hücreler; kan hücrelerinin yanı sıra, kalp kası hücrelerine, beyin hücrelerine, sinir sisteminde nöronlara, kas hücrelerine, kalp kaslarına, karaciğer, kemik, kıkırdak, pankreas hücreleri gibi aklınıza gelen daha birçok hücreye dönüşebileceği yapılan çalışmalarda gösteriliyor. Bu yönüyle kök hücre, bir çok hasta için adeta ‘mucize’ olarak görülüyor ve çalışmaların sonuçlanmasını bekleniyor. Ancak, embriyonik kök hücrelerin kullanımı, bir çok ülkede yasak ve hâlâ tartışma konusu.

Bilim adamları, önümüzdeki 10 yıl içerisinde tıp alanında önemli gelişmeler olacağına, pek çok hastalığın ise “kökten” çözüleceğine inanıyor. “Cell therapy”, yani “hücre tedavileri”yli ilgili sorularımızı yanıtlayan, Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ercüment Ovalı, hücre tedavilerinin önümüzdeki yıllara damgasını vuracağını söylüyor: “Örneğin çiçek hastalığı, tamamen kontrol altına alınabildi ve yok edildi. Bu hastalığı yok ederken sorun olan mikroorganizmaya karşı, bir başka organizma hücreleri tedavi amaçlı kullanıldı. Hücre tedavilerine ait ikinci örnek, kan bankacılığında kullanılan, kan ve hücresel kan ürünleridir ve bugün hâlâ yerine kullanılabilecek bir ürün üretilememiştir. Hücre tedavilerinin üçüncü kullanım alanı ise kök hücre nakilleri. Kök hücre nakilleriyle kanserli hastalarda kanser hücresi sağlıklı bir başka hücreyle yok ediliyor. Geçen 20 sene içerisinde kök hücre nakillerinin bize öğrettiği bir şey de, kök hücrenin birçok organın yenilenebilmesinde de kullanılabileceğidir.”

Hücre tedavileri pek çok alanda henüz deneme aşamasında ancak tıpta başarıyla uygulanan alanlar da var. Tıpta uygulanan en başarılı örnekler arasında ise klasik kök hücre nakilleri, anti-aging amaçlı hücre enjeksiyonları, yanıklarda hücre tedavileri, eklem ve kıkırdak hasarlarında hücre tedavileri yer alıyor. Bugüne kadar üniversitede ekibiyle birlikte ciddi kök hücre çalışmaları yapmış olan Prof. Ovalı, çalışmaları şöyle özetliyor: “Üniversitemizde embriyonik kök hücrelerden dokular elde etmeye çalışıyoruz. Örneğin embriyonik kök hücreyi sinir hücresine dönüştürdük, kalp kası yaptık. İnsan vücudundan alınan kök hücrelerle ise farelerde felç tedavisinde olumlu sonuçlar elde ettik. Ayrıca insanların kendi kök hücrelerinden cilt dokusu ve kıkırdak dokusu üretiyoruz.”

Hastalıkların tedavileri açısından en etkili kök hücre tipi embriyonik kök hücreler. Ancak bunların kullanımı hâlâ pek çok ülkede yasak. Bunun en önemli nedeni ise dinsel ve etik kaygılar. Yine de bu çalışmaların önünün açılacağı beklentisi yüksek.

Hücreler fabrikada üretilecek ...

Tüm bu hücre tedavilerinin uygulanabilmesi için özel “hücre üretim tesislerine” ihtiyaç var. Henüz Türkiye’de uluslar arası lisans ve kalite belgelerine sahip özel üretim tesisleri yok. Ancak Prof. Dr. Ercüment Ovalı, 2006’da Türkiye’nin ilk “hücre fabrikası”nı Trabzon’da hizmete açacaklarını söylüyor: “Tedavi amaçlı bir üretim normal laboratuvarlarda gerçekleşmemeli. Bunun için özel hücre üretim tesisimizi mart 2006’da tamamlayacak, yaz sonu itibariyle de hizmete açacağız. Üniversitelerin, kliniklerin ihtiyacı olan embriyonik kök hücre de dahil olmak üzere her türlü hücre tipini sağlayacak, araştırmaların içinde yer alacağız. 2600 metrekare kapalı alanı olan bir üretim fabrikası olacak Türkiye’de. Bunun için 5 buçuk trilyon harcadık. Hücre üreteceğiz. Bu tesiste izinli, üretimi söz konusu olan ürünler üretilecek. Kök hücre nakli yapılan hastaların kök hücrelerinin de özel şartlarda üretilme zorunluluğu var. İkincisi kanserli hastalarda ‘immünoterapi’ yapacağız. Şu an da zaten yapıyoruz.

Türkiye’de hücresel immünoterapi hâlâ yapılamıyor. Çünkü alt yapı yetersiz. İmmünoterapide, kemoterapi, radyoterapi ve diğer tedavilerle tümör kitlesini küçültüyor, geri kalan tümörün yok edilmesi için de bağışıklık sistemi hücrelerine ‘savaşmayı’ öğretiyoruz. Hijyen açısından insanların ‘uzay giysileriyle’ gezecekleri bu tesiste ayrıca bir kordon kanı ve örneğin kanserli hastaların spermlerini saklayabilecekleri bir sperm bankası da olacak.”

Genetik bilimi, pek çok hastalığın tedavisinde umut vaat ediyor. Bilim adamları, gen tedavilerinin ileride özellikle genetik hastalıkların “tarihe karışmasında” büyük rol oynayacağını söylüyor. Acıbadem Hastanesi Genetik Tanı ve Hücre Tedavi Merkezi Direktörü Doç. Dr. Ender Altıok, 2006’da yeni gen tedavi yöntemleri üzerinde çalışmaların artacağına dikkat çekiyor: “2006’da hücre tedavileri ve gen tedavilerinin birlikte kullanımları yaygınlaşabilir. Hücre tedavilerindeki başarıların kendini göstermesi ile bu alanda yeni tedaviler daha cesaretle denenebilir. Özellikle kas, beyin, karaciğer gibi dokularda hücre tedavileri görülebilir. Yeni teknolojilerin etkisi ile bilinmeyen pek çok hastalığın genlerle ilişkisi aydınlatılabilir. Gen ve hücre tedavileri alanında yasal ve etik düzenlemeler de ortaya çıkabilir...”

Gen tedavileriyle ilgili son gelişmelerden söz eden Altıok, bu yıl içerisinde insanlarda çeşitli hastalıklarda gen tedavisi denemelerinin yapıldığını söylüyor. Bu yıl yapılan denemelerde gen tedavileriyle hücre tedavilerinin birlikte kullanılmasının dikkat çektiğine değinen Altıok, “Tedavi edecek genleri taşımak için eskiden beri kullanılan virüslerin yanı sıra virüs bulunmayan yeni yöntemler de denendi. Alzheimer hastalığı bulunan 6 kişide, romatoid artrit hastası olan 9 kişide, kalıtsal bağışıklık eksikliği bulunan 1 çocukta gen tedavileri denendi ve umut veren sonuçlar alındı. Kistik fibroz, AIDS, kanser gibi çeşitli hastalıklarda da hayvan araştırmaları yapıldı” diyor.

Dr. Altıok’un söylediklerine göre genetik biliminde gelişmelerin dinamiğini teknolojik gelişmeler ve cihazlar belirliyor. Altıok, mümkün olduğu kadar çok genin mümkün olan en ucuz fiyata incelenebilmesi hedefini güden teknolojik yeniliklerin, gen işlevleri ve gen-hastalık ilişkilerinin aydınlatılmasında, her bireyin gen profilinin ortaya çıkarılmasında, gen şifreleri bilinmeyen canlıların çalışılmasında önemli kolaylıklar sağlayacağını vurguluyor...

Hücre Tedavileri ...

1. Tıpta uygulanan tedaviler

● Klasik kök hücre nakilleri
● Hücresel immünoterapi yöntemleri (Hastalıklarla savaşta kişinin kendi hücreleri kullanılıyor. Örneğin hastadan elde edilen kök hücreler, laboratuvar ortamında tümörle savaşabilen bağışıklık sistemi hücrelerine dönüştürülüyor)
● Anti-aging amaçlı fibroblast enjeksiyonları (Derinin doğrudan yaşlanma mekanizmasıyla ilgili olan en önemli hücresi fibroblast, kişinin kendinden alınarak, laboratuar ortamında çoğaltılıyor ve kırışık bölgeye enjekte ediliyor. Bu hücreler cildin genç kalması için gerekli olan “kolajen” gibi maddeleri orada sonsuza kadar üretiyorlar. Fibroblast enjeksiyonları, özellikle ABD, İngiltere, İsviçre ve İsveç gibi ülkelerde yaygın.)
● Yanık tedavilerinde hücresel tedaviler
● Diz ekleminde oluşan hasarlarda, kişinin kendinden alınan kıkırdak hücrelerinin kullanımı. (Bugün bu amaçla kullanılan protezlere göre hücre tedavisi çok daha az yan etkili, sonuçlar ise çok daha etkili. Bu tedavinin maliyeti ise daha düşük.)

2. Araştırma aşamasında olan hücre tedavileri

● Tümör aşıları
● Tümörü hedef alan hücre tedavileri
● Virüsü hedef alan hücre tedavileri
● Organ yenilenmesinde kullanılmak üzere erişkin kök hücre, kordon kanı ök hücreleri, fetal (fetusa ait) kök hücre kullanımı (Özellikle kalp-damar cerrahisinde bu uygulamaların rutin olarak uygulanmasına az kaldı. Ayrıca sinir sistemi hastalıklarında, Alzheimer, Parkinson, Amniyotrofik lateral skleroz (kalıtsal iskelet hastalığı), diğer motor ve duysal nöron hastalıklarında ümit verici çalışmalar yayınlanıyor. Karaciğer yenilenmesi, şeker hastalığının tedavisi ve böbrek yetmezliği hastalıklarında çalışmalar sürüyor)
● Embriyonik kök hücre kullanımı
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt