Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

-sağlık sektöründeki son gelişmeler- (1 Kullanıcı)

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Resme Bak Kişiliğin Ortaya Çıksın

Resme Bak Kişiliğin Ortaya Çıksın

Resimler de kişilik yansıtır mıymış demeyin. Bu test gerçekten de yüzde 99 doğru sonuç veriyor. Aşağıda her resme bir numara verilmiştir. Size uygun olan resmi seçin seçiminizi yaptıktan sonra aşağıda verilen açıklamasını okuyun, Aşağıda verdiğimiz resimler psikologlar tarafından ortaya çıkarılmıştır yani bilimseldir. Bunlar bir anda ortaya çıkmamaıştır defalarca test edilmiş, şekiller ve renkler değişerek şu anki halini almıştır. Hangi resim size yakın geliyorsa o resmi seçin, dokuz ana karakterden hangisi size uyuyor anlayın.

1. İçedönük - Hassas - Kolay etkilenen
Kendinizle ve çevrenizle ilgili düşüncelere etrafınızdaki pek çok kişiden daha sık ve daha derin bir biçimde dalıyorsunuz. Üstünkörü hareketler ve konuşmaları sevmiyorsunuz. Geyik muhabbeti yapmaktansa yalnız kalmayı tercih edebiliyorsunuz. Fakat yakın arkadaşlarınızla olan ilişkileriniz o kadar kuvvetli ki bu da size ihtiyacınız olan uyumu ve gücü getiriyor. Yine de tek başına kalmaktan hiç sıkılmıyorsunuz.
2. Özgür - Geleneklere karşı - Tutulamayan
Kendinizi geliştirmenizi sağlayacak özgür ve kimseye bağlı olmayan bir hayat sürmek istiyorsunuz. Hobilerinizde veya işinizde sizi başarıya ulaştıracak yeteneklere sahipsiniz. Bağımsızlığa olan düşkünlüğünüz kimi zaman sizden beklenilenin tam tersini yapmanıza sebep olabiliyor. Öyle her gördüğünüz şeye üzerinde düşünmeden uyacak tiplerden değilsiniz. Aksine kendi fikirleriniz doğrultusunda gitmeyi yani akıntıya karşı kürek çekmeyi seviyorsunuz.
3. Dinamik - Aktif - Dışa dönük
İlginç ve çeşitli işlere girebilmek için risk almaktan çekinmiyorsunuz. Rutin bir hayat sizi etkisiz hale getirebiliyor. En çok sevdiğiniz şey tüm olaylarda başrol oynamak. Aslında olayları başlatan kişi de siz oluyorsunuz.
4. Ayakları yere basan - Dengeli - Uyumlu
Komplike olmayan ve natüral bir yaşamı, bir aşkı ve işi amaç edinmişsiniz. İnsanlar size saygı duyuyor zira sizin ayaklarınız öyle bir yere basıyor ki herkes sizden destek alıyor. Siz de bu insanlara güven sağlamayı biliyorsunuz. Çok sıcak ve insancıl olarak tanınıyorsunuz. Basmakalıp ve çok abartılı olan her şeyi reddediyorsunuz. Modanın getirdiği yeniliklere de bağlı değilsiniz. Aksine, sizin için giyim pratik ve rahat olmalı.
5. Profesyonel - Pragmatik - Kendini tanıyan
Hayatını eline alıp şansını kadere bırakmak yerine yaratmayı sevenlerdensiniz. Problemlerinizi pratik ve karışık olmayan yöntemlerle çözüyorsunuz. Günlük hayatınızda gerçekçi olmayı tercih ediyorsunuz. İşte ise herkes sizi sorumluluk sahibi olarak biliyor. Sizin kendinize olan güveniniz sayesinde etrafınızdakiler de sizden güç alıyor. Fikirlerinizi uygulamaya koyana dek rahat edemiyorsunuz.
6. Barışçıl - Tedbirli - Agresif olmayan
Anlaşması kolay bir insansınız. Kendi özel hayatınıza ve özgürlüğünüze düşkün olduğunuz için de arkadaşlarınızı pek yormuyorsunuz. Kimi zaman yaşamın anlamını düşünmek veya kendi kendinize eğlenmek için her şeyden uzaklaşıp yalnız kalmak istiyorsunuz. Bu yüzden de kaçabileceğiniz güzel mekânlar nerede biliyorsunuz fakat siz yalnızlık düşkünü bir insan da değilsiniz. Sadece hayatın size vermiş olduklarını takdir eden, dünyayla barışık bir insansınız.
7. Dikkatsiz - Oyunsever - Neşeli
Spontane ve özgür bir hayatı seviyorsunuz. Hayata bir kere gelinir ilkesinden yola çıkarak dolu dolu yaşamayı istiyorsunuz. Çok meraklı ve her yeni şeye açık bir insansınız. Tüm değişikliklerin sizi büyüttüğüne inanıyorsunuz. Bağlı kalmak kadar sizi sıkan bir şey yok. Sürpriz yapmaktan ve sürprizlerle karşılaşmaktan çok hoşlanıyorsunuz.
8. Romantik - Hayalci - Duygusal
Çok duygusal bir insansınız. Olayları gerçekçi tarafından görmeyi reddediyorsunuz. Sizin için duygularınızın size söyledikleri önemli. Ayrıca yaşamda hayallere yer olması gerektiğini savunuyorsunuz. Romantizmi reddeden ve her şeyi akılcı bir yolla çözmeye çalışan insanlarla anlaşamıyorsunuz. Hayallerinizi, duygularınızı sınırlayacak her şeyi reddediyorsunuz.
9. Analitik - Güvenilir - Kendinden emin
Hayatınızı insanların gözden kaçırdığı küçük değerli taşlarla doldurmayı seviyorsunuz. Bu nedenle kültür sizin hayatınızda önemli bir yer oynuyor. Yine de siz şık ve zarif duygularınızın çevreden etkilenmemesini sağlıyorsunuz. Sizin için zarif ve görgülü bir hayata sahip olmak çok önemli. Ve yine aynı tarzdaki insanlarla birlikte olmayı tercih ediyorsunuz.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Beyin dalgaları aracılığıyla konuşmak mümkün mü?

Beyin dalgaları aracılığıyla konuşmak mümkün mü?

Uzayda dönen üç boyutlu bir cisim hayâl edin. Şimdi gevşeyin ve bir kır manzarası düşü­nün. Son olarak, iki rakamı zihninizden çarpın. Şu anda, Kolorado Devlet Üniversitesi’ndeki mü­hendislerin, ağır sakatlıkları nedeniyle çevrele­riyle iletişim kurmayan insanların bilgisayarlar yardımıyla, iletişim kurmaları için geliştirdikleri dilde, 3 harfli bir kelimeyi söylediniz. Beynini elektriksel aktivitelerinin dalga mo­delleri, düşündüğümüz her ayrı olayda çok az değişmektedir. Kolorado Devlet Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü ŞefiJorge Aunon, “Eğer EEG ile bu dalga modelleri arasındaki farkları ayırt edebilseydik, yeni bir alfabe geliştirebilirdik” diyor. Düşündüğümüz her ayrı olaya ait dalga modeli, ayrı bir harfi temsil etsey­di, bir insan sadece bir dizi olay düşünerek, bir kelimeyi beyin dalgaları dilinde söyleyebilirdi. Aunon, bu tezi test etmek için, ayrı olayları düşünen beş kişinin kafa derilerine elektrotlar yerleştirerek, bunların beyin dalgalarını kaydet­miştir. Bir bilgisayar, bu denemelerin, % 95′inde kaydedilen dalga modellerinden, düşünülmek­te olan olayı teşhis edebilmiştir. Fakat, deneyle­rin tekrarlandığı 2 hafta sonrasında kişilerin EEG kayıtlarının karakterinde değişiklikler meydana gelmiş ve bilgisayar bu değişiklikleri okuyamamıştır. Her şeye rağmen, Aunon, bu problemin, bilgisayar programlarını, kullanıcıya her gün ken­di beyin alfabesine göre, ayarlama olanağı tanı­yacak şekilde geliştirilmesiyle çözüleceğine inanmaktadır.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Geçmişi yeniden yaşamak

Geçmişi yeniden yaşamak

1934 yılıydı. Kanadalı nörolog Wilder Penfield az sonra gireceği bir beyin ameliyatı için son hazırlıklarını da tamamlamıştı. Operasyon sırasında epileptik kadın hastasının duyma ve konuşma yetilerinden sorumlu temporal korteksinden bir parça alınacaktı. Ameliyat başlamadan önce hastaya sınırlı uyuşturma (lokal anestezi) uygulandı. Dolayısıyla bilinci yerindeydi, ancak operasyonun uygulanacağı bölgede acı hissetmeyecekti. Dr. Penfield epilepsi ameliyatları konusunda oldukça deneyimliydi. Hastalar bu ameliyat sırasında doktorla konuşabiliyor, sorduğu soruları yanıtlayabiliyorlardı. İlginç olansa, böylesi bir diyalogun beynin yalnızca bu bölgesi operasyon geçiriyorken gerçekleşebilmesiydi. Doktor, bu beyin bölgesinin niçin bu denli “özel” olabileceği konusunda her geçen gün daha da fazla kafa yormaya başlamıştı.
Beyinde temporal kortekse uygulanacak elektriksel bir uyarım hastaların geçmişteki sıradan olayları en ince detaylarına kadar yeniden yaşamasını tetikliyordu.
Ameliyat başladığında, Dr. Penfield’i oldukça şaşırtan bir gelişme yaşandı. Kadın hastası, beyin ameliyatı masasında bebeğini doğurduğu ana geri dönmüş olduğunu iddia ediyordu. Öyle ki, bu bir anıyı hatırlama gibi değildi. O anı yeniden yaşamıştı, tüm o duygusal patlamaları, acıları ve duyusal hisleriyle. Dr. Penfield, bu bulgunun psikiyatri alanında çığır açacağını düşünmüştü. Ne de olsa kişilerin geçmişte yaşadıkları olayların hâlihazırdaki ruhsal durumlarını nasıl da etkileyebileceğine dair fizyolojik bir ipucu elde etmiş olabilirdi. Bu etkiyi yalnızca kendisi araştırabilmek ve işleyişi derinlemesine çözebilmek adına konuyla ilgi olarak tam 20 sene boyunca bilim dünyasına tek bir kelime bile etmedi. Ta ki 1954 yılında bir sunumunda bulgularını kendisi gibi doktor arkadaşlarıyla paylaşana dek… Penfield konuşmasında temporal kortekste yaratılacak elektriksel bir uyarımın geçmiş deneyimleri uyandırdığını ve akan bir nehir gibi bilince taşındığını anlatmıştı. Hastalar, geçmişlerindeki herhangi bir zaman dilimini tüm detaylarıyla yeniden yaşıyorlardı. Bu deneyim, beyne yerleştirilen elektrot geri çekilene kadar sürüyordu.
Bu bulgu gerek tıp, gerekse psikoloji dünyasında büyük bir heyecan uyandırdı. Dr. Penfield, hayatımız boyunca bilincimiz yerindeyken yaşadığımız her bir olayın en ince ayrıntılarına kadar sinirsel olarak belleğimize depo edildiğine inanmaya başlamıştı. Çünkü gerekli beyin uyarımı yapıldığında değil yalnızca olayları, o olaylar sırasında hissettiğimiz duyguları bile yeniden yaşayabiliyorduk. Öyleyse hiçbir şey unutulmuyordu. Her şey, zihnimizde bir yerlerde kayıtlı tutuluyordu.
Sinir sistemimiz hayatımız boyunca yaşadığımız her anı tüm detaylarıyla saklı tutabilir mi?
Penfield’in bulguları yorumu şüphe uyandırmıştı. Çünkü sinir sistemi kapasite itibariyle sınırlıydı ve kişinin tüm yaşamı boyunca yaşadıklarının böylesi ayrıntılı kayıtlarını tutabilmesi mümkün değildi. Dahası sonradan yaptığı çalışmalar, konuyu başka bir platforma taşıdı. Bir ameliyat sırasında beyninde belirli bir nokta uyarılan hasta kavga eden bir adam gördüğünü söylemişti. Aynı nokta tekrar uyarıldığında gördüğüyse yol boyunca yürüyen bir adam ve köpek olmuştu. Penfield, hastaların yaşadıkları bu deneyimin psişik bir sanrı ya da algısal bir yanılsama olabileceğine ancak geçmişe dair kaydın yine de temporal kortekste, bu bölgeyle ilişki içerisinde bulunan hipokampüste ya da bu alanlardaki gri maddede tutulduğuna inanmaya başlamıştı. Olaylara dair yargılara gerçekleştikleri sırada varılıyor, daha sonra zihne gelen yeni kayıtlar geçmişteki bu bilgilerle karşılaştırılıyordu. Dr. Penfield’in bulguları yalnızca tıp alanında değil, bilişsel psikologlarca da yıllarca tartışıldı. Bugün, belleğin sınırlarına ve sistemin nasıl işlediğine dair çalışmalar halen sürüyor.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Bağışıklık sistemi ilk kez filme çekildi

Bağışıklık sistemi ilk kez filme çekildi




hepatit_c.jpg


Avustralya’daki “Centenary Institute”, modern teknolojiyi kullanarak, bağışıklık sisteminin enfeksiyona nasıl cevap verdiğini gerçek zamanda görüntülemeyi başardı.

Softpedia’nın internet sitesinde verilen habere göre, yeni teknolojinin kullanılmasıyla, derinin faaliyetlerinin ve derideki Leishmania parazitinin tanımlanabilmesinin yanısıra, hastalığa neden olan maddenin (patojen) yayılması, bağışıklık sisteminin bunu engellemek için ne yaptığı tam olarak gözlemlenebildi. Enstitütünün, Bağışıklık Görüntüleme programı başkanı Profesör Wolfgang Weninger, çoklu foton mikroskopisini kullanarak, derideki, sinir hücresine giden ince lifleri incelediklerini, hücrelerin, normal şartlarda derinin en üst tabakasında sakin görüldüğünü, bir alt tabakada ise patojeni bulmak için devamlı bir hareketlilik olduğunu belirtti.

Weninger, Leishmania enfeksiyonunu tanımlamanın ve parazitin, hücreler tarafından toplanmasını, bu sürecin vücudun geneline yayılmasını gözlemlemenin kendilerinde büyüleyici bir etki bıraktığını söyledi.

Artık, patojenlerin bağışıklık sistemi tarafından nasıl tanımlandığı ve bu sürece hangi hücrelerin dahil olduğu konusunda genel bir kanıya sahip olduklarını belirten Weninger, bunun, Leishmania enfeksiyonunun kaldırılmasını sağlayan moleküllerin teşhisi üzerinde çalışabilecekleri anlamına geldiğini ifade etti.

Weninger, bununla beraber, bağışıklık sisteminin diger enfeksiyonlara nasıl cevap verdiğinin de incelenebileceğini, böylece daha etkili sonuç veren ilaçların yolunun açılabileceğini belirtti.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Erkeklerin soyu tükeniyor!

Erkeklerin soyu tükeniyor!





gp_340766.jpg
spacer.gif




Çevre kirliliğinin, hem insanlarda hem de vahşi doğada erkekleri zayıf cins haline getirdiği bildirildi.

İngiliz Independent gazetesinde yayımlanan bir rapora göre, günümüzde yaygın biçimde kullanılan kimyasallar, insanlar dahil olmak üzere balıktan memelilere kadar omurgalıların her türünde erkekleri feminenleştirdi, üreme organlarıyla dölleme kabiliyetlerine zarar verdi.

Raporun yazarı, kimyasalların sağlık üzerindeki etkilerini incelemekten sorumlu eski hükümet danışmanı Gwynne Lyons, araştırmanın, erkeklerin temel özelliklerinin tehdit altında olduğunu gösterdiğini belirtti.

Rapor, vahşi doğa ve insanların son yıllarda 100 binden fazla yeni kimyasala maruz kaldığını, Avrupa Komisyonu'nun bunların yüzde 99'unun gerektiğince düzenlenmediğini kabul ettiğini ve bu kimyasalların yüzde 85'i ile ilgili doğru güvenlik bilgisinin dahi verilmediğini ortaya koydu.

Raporda, bu kimyasalların çoğunun, hormonlara zarar verdiklerinden "endokrin bölücüleri" olarak tanımlandığı, gıda ambalajı, kozmetikler, bebek pudraları, mobilya ve elektrikli eşyalar gibi birçok ürünün bu tür kimyasalları içerdiği kaydedildi.

CHEMTrust vakfı tarafından yayımlanan ve dünya çapında 250'den fazla bilimsel araştırmanın kullanıldığı raporda, temelde vahşi yaşama odaklanıldığı ve kimyasalların, kutup ayılarından, okyanusların derinliklerinde yaşayan balinalar, yükseklerde uçan şahin ve kartallara kadar türler üzerindeki etkilerinin tespit edildiği bildirildi.

Raporda, "Omurgalı hayvanların (kılçıklı balıklar, hem karada hem suda yaşayanlar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler dahil olmak üzere) her temel sınıfındaki erkek türleri, çevredeki kimyasallardan etkilenmiş. Birçok omurgalı türünün erkeklerinde feminenleşme şu anda yaygın bir hadise" sonucuna varıldı.


RAPORDA KULLANILAN ARAŞTIRMALARIN SONUÇLARI

Raporun hazırlanmasında kullanılan bazı araştırmaların sonuçları şöyle sıralanıyor:

"Japonya'da, Benin'de ve Afrika'da tatlı su balıklarıyla Kuzey Denizi, Akdeniz, Osaka Körfezi ve ABD'nin batı sahilindeki Puget Sound'da tuzlu su balıklarının erkeklerinde feminen etkiler gözlendi.

ABD'nin Florida eyaletinde tarım ilacına maruz kalan erkek timsahlarda daha düşük testosteron ve daha yüksek ostrojen sevileri tespit edildi. Bu hayvanların, testislerinde anormallik, üremelerinde başarısızlık ve daha küçük penislere sahip oldukları saptandı.

Vahşi hayatın 400'den fazla kimyasalla kirlendiği Florida ve Great Lakes çevresinde yine bir kaplumbağa cinsinin erkeklerinde dişil özellikler görüldü.

Alaska'da erkek Sitka geyiklerinin üçte ikisinin inmemiş testislere sahip olduğu, Montana'da aynı oranda beyaz tüylü geyiğin genital anormalliklere sahip olduğu ortaya çıktı.

Güney Afrika'da söz konusu kimyasallara yüksek düzeyde maruz kalan, bu ülkeye mahsus iri bir geyik türünün erkeklerinin testislerinin zarar gördüğü, yine çok kirlenen doğa alanında bir fare türünün erkeklerinin neredeyse hiç sperm üretmediği tespit edildi.

Dünyanın bir ucunda Kuzey Kutbunda hermafrodit kutup ayılarına rastlanırken, yine Florida'da az sayıda, soyu tükenme tehlikesi olan panterlerin anormal spermlere sahip oldukları görüldü.

Bir başka araştırma, çevre kirliliği olan bölgelerde yaşayan su samurlarının daha küçük testislere, poliklorlu bifenillere (PCB) maruz kalan vizonların daha kısa penislere sahip olduklarını ortaya koydu.

New York'taki Rochester Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırma, plastiklerde kullanılan bir tür kimyasala yüksek düzeyde maruz kalan annelerin erkek çocuklarının daha küçük penis ve inmemiş testise sahip olma olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi. Bu çocukların anüs ve genital bölgelerindeki aralığın daha kısa, bunun da feminenliğin klasik bir işareti olduğu belirtildi.

Yine Rotterdam'daki Erasmus Üniversitesi'nin bir araştırması, poliklorlu bifenillere maruz kalan annelerin erkek çocuklarının büyürken bebekler ve çay setleriyle oynamak istediklerini gösterdi.

Kanada, Rusya ve İtalya'da bu tür kimyasallarla yoğun biçimde kirlenen bölgelerde yaşayan topluluklarda erkeklerden iki kat fazla kız çocuğu doğduğu gözlendi."
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Kanser 2010 yılında en öldürücü hastalık olacak

Kanser 2010 yılında en öldürücü hastalık olacak

Kanserin 2010 yılında kalp rahatsızlıklarını geçerek dünyada en ölümcül hastalık olacağı bildirildi.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu tarafından hazırlanan bir raporda, kanser vakaları ve ölümlerindeki artış eğiliminin sürmesi durumunda 2030 yılında kanser vakaları ve ölümlerindeki artışın şimdikinin iki katını aşacağı belirtildi.

Gelişmekte olan ülkelerde sigara kullanımının artmasının bu büyük değişimde etkili olduğu bildirilen raporda, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde sigara içenlerin sayısının dünyada sigara içenlerinin yüzde 40'ını oluşturduğuna işaret edildi.

Kanseri daha iyi teşhis etme ve bulaşıcı hastalık vakalarının azalmasının, kanserin en öldürücü hastalık sıralamasında birinci sıraya oturmasının en önemli nedeni olduğu ifade edilen raporda, kanser vakalarının dünyada istikrarlı olarak arttığı ve bu yılın sonunda 12 milyona yükselmesinin beklendiği kaydedildi. DSÖ, bu yıl kanserden ölenlerin sayısının ise 7 milyonu bulacağını bildirdi.

Raporda, Çin, Hindistan ve Rusya'daki daha yüksek oranlarla birlikte, kanser vakaları ve ölümlerinde her yıl yüzde 1'lik artışın, 2030 yılında kanser vakalarını 27 milyona, ölümlerini ise 17 milyona çıkaracağı kaydedildi.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ALS hastalarına iyi haber

ALS hastalarına iyi haber

als4544.jpg


Yapılan araştırmalar bir protein sayesinde yaşam süresinin uzatılabileceğini ortaya koydu.

Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalananların yaşam süresinin, bir protein sayesinde uzayabileceği bildirildi.

ABD'deki Wisconsin Üniversitesi'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, ''Nrf2'' adı verilen proteini artırarak, tedavisi olmayan ALS hastalığına yakalananların yaşam süresinin uzayabileceğini ve hastalığın başlangıcının ertelenebileceğini gösterdi.

Araştırmacılardan Jeffrey Johnson, ''Nrf2'' proteininin etkin hale geldiğinde, sinir sistemini etkileyen hastalıkların gelişimine bağlı hücreleri koruyan başka yüzlerce proteini kontrol ettiğini belirtti.

Johnson, aynı mekanizmayı değerlendiren bazı deneylerin beyinle ilgili Alzheimer, Parkinson ve Huntington gibi hastalıklarda önemli sonuçlar verdiğini ifade etti.

Araştırma, ''Journal of Neuroscience'' dergisinde yayımlandı.

İlk kez 1874 yılında tanımlanan ALS, merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin (nöronlar) kaybı nedeniyle gelişiyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda düşüklük ve erimeye yol açıyor. Yavaş yavaş ilerleyip hastayı solunum, yutma güçlüğü ve kas güçsüzlüğüyle yatağa düşürüyor. Zihinsel işlevler ve bellek ise bozulmuyor. Hastalığın ileri evrelerinde felç geçiriliyor.

Omurilikte kasları besleyen yan (lateral) taraftaki sinirlerin zarar görmesiyle kasların beslenememesi ve katılaşması olan ALS ABD'de, kırdığı rekorlar nedeniyle ''demir at'' olarak bilinen, ancak kariyeri bu hastalık nedeniyle sona eren Amerikalı beyzbol oyuncusu Lou Gehrig'in adıyla anılıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde ALS, motor sinir hastalığı (MHS) ya da Charcot hastalığı olarak da geçiyor.

Ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking'in de yakalandığı ALS hastalığının görülme sıklığı 100 binde 1-3.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
MR ile MS’i yıllar önce tespit etmek mümkün olabilir

MR ile MS’i yıllar önce tespit etmek mümkün olabilir



9141.jpg


Manyetik Rezonans Görüntüleme’yle (MR) beyni tarayarak, Multipl Skleroz (MS) hastalığının belirtilerini hastalık ortaya çıkmadan uzun yıllar önce tespit etmenin mümkün olabileceği bildirildi.

ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi’nden Dr. Darin Okuda, San Francisco kentinde baş ağrısı, migren gibi çeşitli sağlık sorunları nedeniyle beyin taramaları yapılmış 44 hasta üzerinde çalıştıklarını belirterek, bu kişilerden üçte birinde 5 yıl içinde MS hastalığının belirtilerinin ortaya çıktığını söyledi.
Okuda, 44 hastanın tamamında MS olan kişilerde görülen anormallikler olduğunu, MS’in gelişip gelişmediğini görmek için takip etmeye devam ettikleri bu hastaların yüzde 30’unda ortalama 5.4 yıl içinde MS belirtilerinin geliştiğini ifade etti.

Okuda, kendi bulgularına rağmen, beyin anormallikleri olan insanlarda MS’e yakalanma riskinin ne olduğunu anlamak için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurguladı.

Beyin ve omurilik hastalığı olan MS, beynin görme, konuşma, yürüme gibi fonksiyonlar üzerindeki denetim yeteneğini bozuyor.

Dünyada 2.5 milyon kişinin MS hastalığından etkilendiği bildiriliyor.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Türkiye'nin ''ilik bankası'' hesabı

Türkiye'nin ''ilik bankası'' hesabı



121220080033119365280_2.jpg



Türkiye, organ, doku ve hücre nakillerini tek elde toplamak için düğmeye basıyor.
0.gif
Organ, doku ve hücre nakillerini tek elde toplamak için düğmeye basan Türkiye, yıllık beş milyar dolar tasarruf sağlayacak. Mevcut ulusal organ nakli bilgi bankasına ek olarak, ulusal doku bilgi bankası ile ulusal kordon kanı bankası TÜRK-KÖK projesiyle 2009'da başlamıştı.



En önemli hedef ise 40 bin böbrek hastasının diyaliz masrafları ile yüzde 90'ı çocuk olan 4 bin civarında kemik iliği hastasının sağlık giderlerini ortadan kaldırmak olacak. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Sencar Tepe, "Sadece bir kemik iliği hastası için yurtdışındaki merkezlere bir milyon YTL harcayabiliyoruz. Uygun organ ve ilikler bulunamadığı için sürekli bu harcamalar yapılıyor. Uygulama hayata geçtiğinde Türkiye kendi nakillerinin yanı sıra yurtdışına da nakil verecek duruma gelecek." açıklamasını yaptı. Türkiye'de şu anda kemik iliğinde donör sayısı 10 bini geçmiyor. Projeyle donör sayısı önce 300 bine, sonra da 1 milyona çıkarılacak. Ayrıca doğum yapan annelerin kordon kanları uygun şartlarda saklanacak. Bu bankaların tek çatı altında toplanmasının aynı zamanda AB uyum sürecinde 28. faslın kapanış kriteri olduğunu belirten Sencar Tepe, "Projeye organ nakillerini de katarsak, hem diyalizden kurtulmak hem de kanser hastalarının daha erken bir dönemde kemik iliği nakli olduğunu düşünürsek yıllık beş milyar dolar tasarruf sağlayacağız." açıklamasını yaptı.


TÜRK-KÖK'ün merkezi Ankara Onkoloji Hastanesi'nin kolej binası olacak. 2009 itibarıyla buraya idari kadro atamaları yapılacak. İlk başta 10 milyon Euro kaynak aktarılacak merkez için AB fonlarından yararlanılacak. Daha sonra da bankaların oluşturulması için 'doku tipleme laboratuvarların' ihalesine çıkılacak. Bütün bunlar gerçekleştikten sonra Türkiye genelinde verici bulmak için ciddi bir kampanya başlatılacak. Bu noktada Kızılay'ın kan merkezleri ile doğum hastanelerinden yardım alınacak. İleride nakil gerektiren bir durum meydana geldiğinde bu bankalarda kayıtlı vericiler ile alıcılar bir araya getirilecek. Tüm masraflar TÜRK-KÖK tarafından karşılanacak. Tedavi Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Sencar Tepe, hedeflerinin yılda en az 50 bin yeni verici adayını bu bankaya ilave etmek olduğunu söyledi. Bunu 300 bine, daha sonra da bir milyona çıkarmak ise nihai hedef olarak gösteriliyor. Bütün bunlar gerçekleştikten sonra Türkiye sadece kendi hastaları için değil Asya, Afrika ve Ortadoğu'ya hizmet veren en büyük 'doku bilgi bankası' haline gelecek. Türkiye'de yaklaşık 40 bin diyaliz hastası var. Uygun böbrek bulunamadığı için bu hastalara yıllık 25 bin dolara yakın masraf yapılıyor. Tüm hastaları düşündüğünüzde bu rakam yıllık bir milyar doları buluyor.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Karbonhidrat rejimi hafıza kaybına yol açabiliyor

Karbonhidrat rejimi hafıza kaybına yol açabiliyor

gp_343301.jpg

spacer.gif



Zayıflamak için rejim yapılırken karbonhidratlar bakımından zengin besinlerden kısmanın hafıza kaybına yol açabildiği belirlendi.

Daily Mail gazetesinin haberine göre, Boston'daki Tufts Üniversitesinde yapılan bir araştırmada, rejim yaparken karbonhidratlı besinlerden kaçınanlar, yapılan hafıza testlerinde, rejim sırasında bir miktar makarna, ekmek ve patates yemelerine izin verilenlere göre daha kötü durumda çıktı.

Karbonhidratların beyin için çok önemli bir enerji kaynağı olduğunu hatırlatan bilim adamları, Atkins türü rejimlerin yapılmaya başlanmasından sadece bir hafta sonra zihni performansın düştüğünü belirttiler.

Araştırmanın başkanı Holly Taylor, moda olan düşük karbonhidratlı veya karbonhidratsız rejimlerin düşünce ve idrak üzerinde çok güçlü olumsuz etkisi bulunduğunun yapılan bu araştırmayla görüldüğünü söyledi.

Araştırma, 22 ile 55 yaş arasındaki kadınlar arasında yapıldı. Araştırmaya katılanlardan bir kısmı düşük kalori, bir kısmı ise düşük karbonhidrat rejimine girdi.

Bir hafta sonra yapılan hafıza testlerinde, düşük karbonhidrat rejimine girenlerin düşük kalori rejimine girenlerden daha kötü performans gösterdikleri belirlendi.

Düşük karbonhidratlı rejimlerin en ünlüsü, un, şeker, patates gibi karbonhidratlı besinleri yasaklayan, protein ve yağa ise izin veren tartışmalı Atkins rejimi.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Ergenliği etkileyen hormon bulundu

Ergenliği etkileyen hormon bulundu




johnmayer02.gif


Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Kemal Topaloğlu başkanlığındaki bir heyet ve Cambridge Üniversitesi’nden bilim adamları, ergenliği düzenleyen hormonu buldu.

Çukurova Üniversitesi’nde (ÇÜ) 2004’den beri sürdürdüğü çalışmayla hormon genini bulan ekibin başkanı Prof. Dr. Ali Kemal Topaloğlu, yaptığı açıklamada, ergenlik döneminin bir kişinin yaşamında dönüm noktası olduğunu ancak, bu döneme bazı kız ya da erkeklerin çok erken, bazılarının ise çok geç girebildiklerini ifade etti.

İnsanda ve diğer memelilerde ergenlik sürecinin nasıl başladığının günümüz biliminde halen yanıtı olmayan sorulardan biri olduğunu belirten Prof. Dr. Topaloğlu, “2005 yılında Science Dergisi’nde ‘Ergenlik sürecini ne başlatıyor’ sorusu günümüz biliminin bütün alanlarında yanıtı olmayan 125 sorudan birisi olarak lanse edilmiştir. Bu buluş, bu sorunun yanıtına ulaşmada önemli bir basamak oldu” dedi.

Ergenlik dönemine geç ya da çok erken girmenin kişide biyolojik ve psikolojik bir takım sorunlar yaratabildiğine işaret eden Topaloğlu, “Bu nedenle polikliniklerimize başvuran hastaların öykülerinden yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz uzun soluklu bu araştırma, genlerden gelen gelişim bozukluğuyla ilgili farmakologların bir ilaç üzerinde çalışmasına da zemin hazırlamış oldu” dedi.

Araştırmasının ilk bölümünü Cambridge Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğini belirten Topaloğlu, şunları söyledi:
“Bu buluş, Nature Genetics adlı dergide Çukurova ve Cambridge üniversiteleri ortak adresli olarak yayınlandı. Bilindiği kadarıyla, genellikle yeni keşfedilen genlerin yayınlandığı Genetik ve Moleküler Biyoloji alanında en yüksek etki değerine sahip olan bu saygın bilim dergisinde ilk kez Türk bilim insanları ve Türk üniversitesi adresli olarak bir makale yayınlandı. Bu buluşun, bir Türk bilimadamından çok bir Türk Üniversitesi adresli yayınlanması beni daha çok mutlu etti.”

Prof. Dr. Topaloğlu, Cambridge Üniversitesi’nde başlattığı çalışmaya daha sonra TÜBİTAK ve Çukurova Üniversitesi bilimsel araştırmalar fonundan destek sağlandığını kaydetti.


BULUŞ

Prof. Dr. A. Kemal Topaloğlu ve arkadaşları tarafından yapılan araştırmaya göre, insan beyninde ergenlik sürecinin başlatılmasında rol alan bir sinyal sistemi ve bu sistemde yer alan iki genin rolleri ilk kez ortaya çıkarıldı. Bu ileti sisteminin adı neurokinin sinyal sistemi ve burada rol alan genlerin adı TAC3 ve TCR3. TAC3, neurokinin B adlı bir beyin hormonunu ve TACR3 ise bunun alıcısını (reseptörünü, NK3R) kotluyor. Bu iki genden biri bozuk olduğunda insanlar ergenlik sürecine giremiyor, kendi cinslerine ait fiziksel ve cinsel özelliklere sahip olamıyorlar ve ileride ancak çok özel tedavi yöntemleriyle çocuk sahibi olma şansına sahip olabiliyorlar. Bu hastalığa hipogonadotropik hipogonadizm deniyor.

Araştırmada, bu hastalığı olan kişilerde, söz konusu genlerde bozukluklar (mutasyonlar) saptandı.

Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Stephen O’Rahilly ve Dr. Robert K. Semple ve arkadaşları ile yapılan işbirliği çerçevesinde bu mutasyonların kotlandıkları proteinlerin fonksiyonlarını bozduğu deneysel olarak da doğrulandı.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yarasa tükürüğünden felç ilacı üretildi

Yarasa tükürüğünden felç ilacı üretildi



yarasa.jpg

Danimarka merkezli ilaç firması H. Lundbeck A/S, vampir yarasa olarak bilinen bir tür yarasanın tükürüğünden felç ilacı üretti. Orijinal ismi Desmodus rotundus olan yarasanın tükürüğünde yer alan bir takım enzimleri kullanarak ilacın geliştirildiğini açıklayan firma yetkilileri, ilacın felç tedavisinde devrim olacağını iddia ediyor. Felç hastalarının tedavisinde kullanılan ilaçların hepsinin felcin oluşumundan sonraki üç saat içerisinde kullanılması gerekiyor.

Şirket yetkilisi Anders Gersel Pedersen, "Günümüzde felç hastalarının yüzde 80'i ilk üç saat içerisinde teşhis ve tedavi edilemiyor. Oysa elimizdeki bütün felç ilaçlarının felcin oluşumundan üç saat sonra etkisi kalmıyor" dedi. Geliştirilen yeni ilacın özellikle bu üç saatlik sürenin arttırılmasını sağladığı için önemli olduğunu vurgulayan Pedersen, "Vampir yarasanın tükürüğünde yer alan desmoteplase maddesi felç oluşumundan dokuz saat sonraya kadar etkisini kaybetmiyor. Bu da felç riski olan hastaların hastaneye ulaşmaları için fazladan altı saat anlamına geliyor" diye konuştu.

Genellikle beyine giden atardamarların tıkanması sonucunda meydana gelen felç vakalarının tedavisinde kullanılacak ilacın, tıp dünyasında yeni açılımlara sebep olacağı belirtiliyor. Daha çok merkezi sinir sistemi rahatsızlıklarıyla ilgili ilaç ve tedavilerin geliştirilmesiyle uğraşan H. Lundbeck A/S, ilacın klinik testlerinin şu anda Avrupa, Amerika, Kanada ve Asya'nın çeşitli merkezlerinde gerçekleştiriyor. İlacın test süresinin bitiminden sonra onaylanması bekleniyor.

Sinirlerin ya da kasların bozukluğundan ileri gelen hareketsizlik ya da hareket azalması olarak bilinen felç, her yıl çok sayıda insanın ölümüne sebep oluyor. Sadece Amerika da bir yılda felç olanların sayısı 700 bin ve bunların yüzde 8 ile 12'si ilk otuz gün içerisinde ölüyor. Amerika'da 2008 yılında felcin teşhis ve tedavisi dolayısıyla harcanan toplam paranın 66 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yapay kemik iliği üretildi

Yapay kemik iliği üretildi




ABD'nin Michigan Üniversitesinden bilim adamları sürekli kırmızı ve beyaz kan hücresi yapabilen yapay kemik iliği üretti. Üniversiteden yapılan açıklamada, laboratuvar ortamında yapılan yapay kemik iliğinin, günün birinde daimi kan nakli için yapay kan üretilmesine yardım olabileceği belirtildi.

Biomaterials dergisinde yayımlanan çalışmanın başında yer alan Dr. Nicholas Kotov, yapay kemik iliğinin, vücuttaki kemik iliğine destek olan dokuları taklit eden ve 3 boyutlu bir yapı iskelesine benzer bir madde içinde büyütüldüğünü belirtti. Bir test tüpünün içinde üretilmek üzere tasarlanan kemik iliğinin kan kök hücrelerinin aynısını yapabildiğini ve B hücreleri üretebildiğini belirten araştırmacılar, bunun da kemik iliğinin çalışmasını etkileyebilecek yeni ilaçların test edilmesi olanağı sağlayacağını kaydettiler.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Beyin Kelimeleri Nasıl Seçer?

Beyin Kelimeleri Nasıl Seçer?





79515.jpg




Bilim adamları, konuşma sırasında uygun kelimeyi seçen beynin anahtar bölgesini net olarak tanımladıklarını açıkladılar.

Konuşurken kullanacağımız kelimeyi benzerlerinin bulunduğu bir dağarcıktan seçeriz.

Bir hayvanı tanımlayabilmek için ‘köpek, kurt, kaplan, kedi, at…’ ya da birinin mizacını anlatmak istiyorsak ‘sevimli, şirin, mutlu, çekingen, üzgün…’ gibi kelime gruplarının içinden birini çekip çıkarırız.

Araştırmayı gerçekleştiren Doç. Dr. Tatiana Schnur ABD Rice Üniversitesi’nde çalışan bir psikolog. Schnur, beyinin sol ön kıvrımlarının (LIFG, ‘Left Inferior Frontal Gyrus’) konuşurken uygun kelimeyi seçmede etkili olup olmadığını görmek amacıyla araştırmalarını başlatmış.

TÜBİTAK'ın internet sitesinde yayınlanan habere göre, LIFG’nin içerisinde konuşma yeteneğinin oluşturulmasından, yürütülmesinden ve konuşmaların anlaşılmasından sorumlu Broca adı verilen bir alan bulunuyor.

Schnur ve çalışma arkadaşları, araştırmalarını 16 sağlıklı gönüllü ve 12 afazi (konuşma yitimi) hastası üzerinde yürütmüşler.

Afazinin sebebi beyinde oluşan hasarlardır. Hasar sonucu dili anlama ya da üretme yetisi zarar görür.

Damar tıkanıklıkları, tümörler, beyin kanamaları, bakteriyel enfeksiyonlar, viral enfeksiyonlar, beyin apseleri ve beyni etkileyen zehirlenmeler afaziye neden olabilir.

Araştırmacılar, konuşma sırasında birbirleriyle rekabet eden kelimeler arasından seçim yapılması işine LIFG ve sol temporal lobun (beynin yan tarafında solda yer alan lob) tepki verdiğini, ancak bunlardan yalnızca LIFG’nin doğru kelime seçiminde gerekli olduğunu söylüyorlar.

Sağlıklı gönüllüler ve afazi hastalarının katıldığı iki deneyde bu kişilere çeşitli resimler gösterilerek isimlendirmeleri istenmiş.

İsimlendirme işlemi ilerledikçe kelimeler arasındaki rekabet arttırılmış. Sağlıklı gönüllülerin katıldığı ilk deneyde kişiler isimlendirmeleri yaparken beyin aktiviteleri fMRI (fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme) ile ölçülmüş.

İkinci deneyde, afazi hastalarının performanslarındaki eksikleri sağlıklı gönüllülere kıyaslamışlar. Bu eksiklikleri beyinlerindeki hasarlı bölgelerle karşılaştıran haritalamalar yapılmış.

Araştırma sonucunda ‘Konuşma yeteneğinin yürütülmesi için gerekli olan uygun seçimi yapma işinin düzgün yapılması için LIFG’nin bir bütün olarak çalışıyor olması gerektiği’ sonucuna varılmış.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Kötü patron kalp hastası yapıyor!!!

Kötü patron kalp hastası yapıyor!!!




kalpkrizi525360572ll7.jpg
Kötü patron kalp hastası yapıyor;
Kötü yönetim ve zayıf liderlik yeteneğine sahip patronlar çalışanlar üzerinde yalnızca stres yaratmıyor. Uzmanlar, idari koşullardaki yetersizliklerin kalp krizine de yol açabileceği görüşünde...
İngiltere’de 3 bin çalışan arasında yapılan bir araştırma liderlik yeteneği zayıf yöneticilerle çalışan kişilerin kalp krizi riskine açık olduğunu ortaya koydu. Ancak tehlike yalnızca bir kişi ile sınırlı değil! Çünkü kötü yönetimin yarattığı bu risk yalnızca o kişiye yakın çalışanları değil tüm ekibi etkiliyor. Nitekim araştırmanın yayımlandığı Occupational and Environmental Medicine dergisinin yaptığı yorum kalp krizi olasığının kümülatif hale gelebileceği yönünde.

Stresli iş ortamı
İşyerinde değersiz ve baskı altında hissetme, sigara ve alkol gibi sağlıksız alışkanlıkları tetikliyor. Kişiyi kalp krizi riskine açık hale getiren bu alışkanlıklar, iş yerindeki stresin kan basıncını yükseltmesiyle kalp krizine yol açıyor.

Yüzde 25’i ölümcül
Yaşları 19 ila 70 arasında değişen erkek çalışanlar arasında yapılan araştırmaya göre stresli iş ortamlarında ölümcül kalp krizi geçirenlerin oranı yüzde 25.


Sosyal hayatı da önemli
Ancak kişi aynı işyerinde dört yıl ve daha uzun süre çalışmışsa bu oran yüzde 65’e kadar çıkıyor. Eğitim durumu, sosyal statüsü, kazancı, iş yoğunluğu, hayat standartları ve alışkanlıkları da kalp krizi riskini etkileyen diğer faktörler arasında.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Hapşırma, kalp için faydalı!!!

Hapşırma, kalp için faydalı!!!

hapsirmavi1.jpg


Hapşırma, kalp için faydalı;
Hapşırmanın üst ve alt solunum yollarının en önemli savunma mekanizmalarından biri olduğunu belirten uzmanlar, vücudun doğal refleksi olan 'hapşırık' sırasında ağızdan çıkan havanın hızının çok yüksek olduğunu söylüyor. Uzmanlara göre, bazı riskler taşısa da kalp damarlarına kan gitmesini sağlayan hapşırık kalp için faydalı.

Kardiyoloji Uzmanı Dr. Metin Gürbüz, vücudun doğal refleksi olan hapşırık sırasında ağızdan çıkan havanın hızının çok yüksek olduğunu kaydetti. Bu hızın vücutta oluşan yüksek basınçtan kaynaklandığını belirten Uzm. Dr. Gürbüz, "Hapşırırken karın bölgesi ve beyin ağırlıklı olmak üzere vücutta büyük bir basınç ortaya çıkar. Bu basınç nedeniyle kalp damarlarına yoğun kan gider. Basınç nedeniyle bayılmalar, hatta hapşırığın tutulması durumunda çok ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Ancak kalp uzmanları, sağlıklı kalp için hapşırığı sever. Tansiyon hastalığı ve bayılma tehlikesi olmayan kişiler, hapşırıkla sağlıklı bir kalbe sahip olabilirler" dedi. Hapşırırken verilen havanın ve içindeki partiküllerin çıkış hızının yaklaşık 140 km/saat olduğunu anlatan uzm.

Dr. Metin Gürbüz, kişinin hapşırdığı zaman beyin damarlarının genişlediğini, gözyaşı ve sinüs kanallarının açıldığını, kalp damarlarının genişlediğini, akciğerlerde normal solunumla atılamayan rezidüel (ölü) havanın dışarı atıldığını söyledi. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Gürbüz, "Kalbin diyastol (gevşeme) sonu dinlenme süresi artar. Bir anlamda kalp milisaniyeler düzeyinde durur ve tekrar çalışmaya başlar. Muhtemelen hapşıran birine 'çok yaşa' denmesinin nedeni de budur." diye konuştu.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Obezitenin ilacı Türk bilim insanında

Obezitenin ilacı Türk bilim insanında




fft5_mf105211.Jpeg

13/8/2009


Şişman ve ileri derecede tip 2 diyabet geliştirmiş fareleri üç yıl önce tamamen iyileştiren Umut Özcan: İlaçların insanlardaki etkilerini belirlemek için klinik deneye ihtiyaç var.


ANTALYA - Şişman ve ileri derecede tip 2 diyabet geliştirmiş fareleri üç yıl önce yaptığı araştırmayla tamamen iyileştiren Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Görevlisi Asistan Prof. Dr. Umut Özcan, farelerde obeziteyi tedavi eden araştırmasıyla da tüm dikkatleri üzerinde topladı.
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İngilizce bölümünden mezun olduktan bir yıl sonra 29 yaşında Harvard Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Özcan, çalışmalarıyla bilim dünyasında kendinden söz ettiriyor.

-ÖĞRENCİYKEN DİKKATİ ÇEKMİŞTİ-

Tunceli’de 1977’de doğan Dr. Umut Özcan, Tunceli Atatürk İlkokulunu bitirdikten sonra Elazığ Anadolu Lisesinde devam etti. Özcan, buradan geçtiği Ankara Fen Lisesinde araştırma yapmaya başladı. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde İngilizce tıp eğitimi alan Özcan, araştırma çalışmalarına burada da devam etti. Tıp Fakültesi 3. sınıfta iken Harvard Üniversitesi Joslin Diabetes Center’da dünyanın en ünlü diyabet profesörlerinden C. Ronald Kahn ile çalışmaya başlayan Özcan, öğrenciliği döneminde ’Science’ dergisinde yayımlanan ve diyabetin gelişmesinde rol oynayan çok önemli bir sistemi bulan iki çalışma yaptı.
Özcan’ın 2004 yılında Science dergisinde yayınlanan çalışması, dünyanın en iyi tıp dergilerinden biri olan Nature Medicine tarafından yapılan bir araştırmada, 2004-2006 yılları arasında yapılan en iyi 5 diyabet araştırması içinde gösterildi.

-HARVARD’DA 29 YAŞINDA ÖĞRETİM ÜYESİ OLDU-

Farelerde tip 2 diyabeti tedavi eden araştırmasıyla tıp dünyasında heyecan yaratan genç Türk bilim adamı Dr. Umut Özcan, tıp fakültesinden mezun olduktan sonra 6 ay içerisinde 29 yaşında iken Harvard Tıp Fakültesi, Çocuk Hastanesi Endokrinoloji Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak kabul edildi.
Harvard Üniversitesindeki kendi laboratuvarında 8 kişilik ekiple çalışmalarını sürdüren Dr. Umut Özcan, son araştırmasında, yeme isteğini azaltarak vücudun enerji harcamasını artıran ’leptin’ hormonunun şişmanlardaki direncini bir ilaç grubu ile yok etmeyi başardı.

-YILLARDIR ÜZERİNDE ÇALIŞILIYORDU-
Vücuttaki yağ hücrelerinden salgılanarak beyindeki ’hipotalamus’ bölgesine etki eden ve yeme isteğini azaltarak, vücudun enerji harcamasını artıran leptin hormonu, 1995 yılında bulunduğunda obezitenin tedavisinde önemli rol oynayacağı düşünülerek bilim dünyasında çok büyük bir heyecan yaratmıştı. Yapılan araştırmalar ise yüksek yağ diyeti ile insan obezitesine yakın model olarak obez yapılmış farelerin ve obez insanların beyninde leptine karşı direnç geliştiği gözlenmişti.
O yıllardan bu yana hem akademik çevreler hem de ilaç firmaları obezlerin beyninde gelişen leptin direncinin moleküler mekanizmalarını anlayabilmek ve leptin direncini ortadan kaldıracak ilaçlar bulmak için milyarlarca dolar harcamış, çok büyük emekler sarf edilmiş ama bu çalışmalar başarısız kalmıştı.
Dr. Özcan’ın araştırması, bu alanda yeni bir açılım ve umut sağladı.
Araştırma sonuçlarının saygın bilim dergilerinden Cell Metabolism’de yayımlanmasının ardından dünyada Amerika’da Boston Globe, Washington Post, USA Today, İlgiliz haber ajansı Reuters ile The Telegraph, çalışmanın sonuçlarını okuyucularına duyurdu.

-İNSANLARDA DENENMESİ-

Araştırmaya 2 yıl önce başladığını ifade eden Özcan, kimyasal çaperonlarla tedavi edilen yağlı diyete tabi tutulmuş obez farelerde ciddi kilo kaybı sağladıklarını vurguladı.
Farelerde yapılan çalışmanın, insanlarda tedavi olarak kullanılmasının genellikle 10 yılı aldığını belirten Özcan, "bu araştırmada kullandığımız ilaçlar, şu anda baska nedenlerden dolayı FDA onaylı olarak insanlarda kullanılıyor olmaları ve belirgin toksik etkilerinin olmaması nedeniyle hemen denenebilir" dedi. İlaçların insanlardaki etkinliğinin denenmesi için klinik deneylere ihtiyaç olduğunu vurgulayan Özcan, "obezite tedavisinde yeni bir umut ışığı olduğumuzu düşünüyorum" diye konuştu.
Ekibiyle birlikte yoğun olarak endoplazmik retikulum (hücre içi organel) stresinin leptin direncini nasıl yarattığını anlamaya çalıştıklarını dile getiren Özcan, daha güçlü ilaçlar geliştirmeyi amaçladıklarını kaydetti.
 

cemaldurra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Nis 2008
Mesajlar
1,142
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
arkadaşlar bi konuda yardımınıza ihtiyacım var.şaban ayında tutulan oruçlar için nasıl niyet edilir.bilgileriniz için teşekkür ederim...

Selamun Aleyküm,

Mesaj moderatör tarafından ilgili olduğu

Mübarek Gün ve Geceler > Şaban Ayı > Şaban ayı orucuna niyet

konusuna kaydırılmıştır...

Allah'a emanet olunuz...
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Ankilozan spondilit

Ankilozan spondilit




Ankilozan spondilit nasıl bir hastalıktır?

Ankilozan spondilit
smilev.gif
omurga ve leğen kemiğindeki eklemleri tutan
smilev.gif
özellikle bel bölgesinde hareket kısıtlılığı yapan
smilev.gif
kronik (müzmin) bir romatizmal hastalıktır. Omurganın hareketini sağlayan eklem ve bağlarda gelişen iltihap sonucunda
smilev.gif
eklem ya da kemikler hareketlerini yitirecek şekilde birbirleri ile kaynaşabilir. Omurga dışında kalça
smilev.gif
diz ve ayak eklemlerinde de iltihaplanma görülebileceği gibi az sayıda hastada çeşitli iç organ bulguları gözlenebilir.

Hastalığın şiddeti kişiden kişiye değişiklik gösterir. Ciddi tutulumu olan hastalarda omurganın hareketlerini tamamen kısıtlayabilir. Buna karşın
smilev.gif
sadece sabahları olan hareket tutukluğu ya da bel ağrısı dışında hiç bir yakınması olmayan hastalar da görülebilir. Omurgayı etkileyen romatizmalar spondiloartritler olarak isimlendirilmektedir. Ankilozan spondilit dışında
smilev.gif
sedef hastalığının
smilev.gif
iltihabi barsak hastalıklarının ve Reiter sendromunun da omurgada iltihaplanma yapabildiği bilinmektedir.

Ankilozan spondilit erkeklerde kadınlardan 2-3 kat daha sık görülür ve genellikle erken yaşlarda (16-35 yaş) başlar.

Ankilozan spondilitin nedeni nedir?

Ankilozan Spondilitin nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Hastalığın nedenleri arasında kalıtımsal faktörlerin önemli bir yeri vardır. Belirli bir doku grubunu (HLA-B27) taşıyanlarda bu hastalığın gelişme riski belirgin olarak artmaktadır. Yine de HLA-B27 doku grubunu taşıyan herkesde hastalık gelişecek diye bir kural yoktur. Kalıtımsal nedenler dışında başta mikroplar olmak üzere çeşitli çevresel faktörlerin de hastalığın gelişimine katkısının olduğu düşünülmektedir.

Ankilozan spondilitin tanısı nasıl konur?

Bel bölgesinde genellikle 3 aydan daha uzun süren ağrı ve hareket kısıtlanması her zaman ankilozan spondiliti akla getirmelidir. Bel ağrısı özellikle istirahat döneminde belirgindir. Hasta gece ya da sabah ağrı ve hareket kısıtlılığı ile uyanabilir ve hareketle bel ağrısı ve tutukluluk azalır. Çoğu hastada belirtiler
smilev.gif
omurganın bel bölgesinde başlamakla beraber bazı hastalarda sırt ve boyun ağrıları da gözlenebilir. Bazen de kaburgaları omurgalara ve göğüs kafesine bağlayan eklemlerde tutulum olabilir. Bu durumda hastada nefes alırken göğüs kafesinin genişlemesinde azalma gözlenebilir. Ayrıca omuz
smilev.gif
kalça ve ayak eklemlerinde de tutulum görülebilir. Çoğu hastada topuklarda ağrı ve sert yüzeye basamama gibi yakınmalar olabilir. Bazı hastalarda genellikle tek gözde tekrarlayan iltihaplanmalar gözlenebilir. Gözde kızarıklık
smilev.gif
ışıktan rahatsız olma ve bulanık görmeye yol açabilen bu rahatsızlığa "ön üveit" ismi verilmektedir. Sistemik bir hastalık olduğundan aktif dönemde ateş
smilev.gif
iştah azalması ve yorgunluk da görülebilir. Ankilozan spondilit kadınlarda genellikle daha hafif ve farklı seyredebilir.

Laboratuvar testlerinde sedimentasyon hızı yüksek olabilir
smilev.gif
kansızlık saptanabilir ve HLA-B27 (+) bulunabilir. Omurga ve leğen kemiğinin röntgen filmlerinin çekilmesi de tanıda çok yardımcı ve genellikle yeterli olmaktadır.

Ankilozan Spondilit Nasıl Tedavi Edilir?




Erken tanı ve tedavi
smilev.gif
ağrı
smilev.gif
eklem ve bağların birbiriyle kaynaşması sonucunda gelişen hareket kısıtlılığının önlenmesinde önemlidir. Ağrıyı ve hareket tutukluğunu azaltmak amacıyla ağrı kesici ve iltihap giderici romatizmal ilaçlar kullanılmaktadır. Hastalığı ağır seyredenlerde ve omurga dışı eklem iltihabı olanlarda "hastalığın seyrini değiştiren" bazı ilaçların olumlu etkilerinin olduğu düşünülmektedir.

Egzersiz
smilev.gif
hastalığın en önemli tedavi yöntemlerinden birisini oluşturmaktadır. Eklemlere yönelik yapılan egzersizler
smilev.gif
bu eklemlerin normal hareketini ve esnekliğini korumada yardımcıdır. Solunum egzersizleri akciğer kapasitesini korur. Uygun yatma ve yürüme pozisyonları
smilev.gif
karın ve sırt egzersizleri normal duruş şeklini korumada etkilidir. Yüzme ankilozan spondilit için en yararlı egzersiz şeklidir. Egzersiz programının ana amacı
smilev.gif
devam eden iltihabın önlenmesinden çok
smilev.gif
hareket kısıtlılığının ve vücut duruş bozukluklarının engellenebilmesidir.

Özellikle kalça eklemindeki iltihaplanmaya bağlı ciddi hareket kısıtlılıklarında bu eklemin protez ile değiştirilmesini sağlayan cerrahi girişimler çok yararlı olmaktadır.

Hastalığın sürekli olduğu unutulmamalı ve tedavinin etkinliği düzenli kontrollerle izlenmelidir.
 

torressa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Tem 2009
Mesajlar
923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Behçet hastalığı

Behçet hastalığı

Tanım:

İlk kez 1937 yılında Türk dermatoloji profesörü Dr. Hulusi Behçet tarafından tarif edilen Behçet hastalığı
smilev.gif
ağızda ve genital bölgelerde yaralara (aft
smilev.gif
ülser) ve gözde inflamasyona (iltihaba) yol açan kronik bir hastalıktır. Bazı hastalarda artrite
smilev.gif
damar iltihabı ve tıkanmalarına sindirim kanalında
smilev.gif
beyin ve omurilikte inflamasyona da neden olmaktadır.

Behçet hastalığı her hastada farklı bir tablo çizer. Bazı hastalarda hastalık hafif seyreder ve sadece ağızda ve genital bölgede ülserler bulunur. Bazılarında ise daha şiddetlidir ve menenjite neden olabilir (beyni saran zarların iltihaplanması). Şiddetli bulgular genellikle ilk belirtiler başladıktan aylar
smilev.gif
hatta yıllar sonra ortaya çıkarlar. Bulgular uzun bir süre devam edebileceği gibi
smilev.gif
bir kaç haftada da geçebilir. Tipik olarak
smilev.gif
bulgular görülür
smilev.gif
kaybolur ve tekrar ortaya çıkarlar (alevlenme dönemleri).

Nedeni

Behçet hastalığının nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bulguların çoğunun nedeni kan damarlarının iltihaplanmasıdır. Kan damarlarındaki bu iltihaplanmaya bağışıklık sisteminin neden olduğu düşünülmektedir
smilev.gif
fakat bu reaksiyonu neyin başlattığı bilinmemektedir.

Behçet hastalığı bulaşıcı değildir. Gelişmesinde bağışıklık sistemi bozukluğunun yanısıra
smilev.gif
kalıtsal nedenlerin de etkili olabileceği sanılmaktadır. Çevresel faktörlerin de (virüs ya da bakteri gibi) duyarlı kişilerde hastalığı başlatabileceği sanılmaktadır.


Behçet hastalığı "ipek yolu" üzerindeki ülkelerde sıktır (Akdeniz bölgesi
smilev.gif
Türkiye
smilev.gif
İran
smilev.gif
Asya ülkeleri
smilev.gif
Uzak Doğu
smilev.gif
Japonya)

20'li ve 30'lu yaşlarda başlama eğilimi göstermekle birlikte
smilev.gif
her yaşta görülebilir.

Tanıda belli bir yöntemle deriye iğne batırılması ile uygulanan "paterji testinden" yararlanılabilir fakat bu test hastaların ancak %40'ında pozitif bulunur.


Tedavi

Behçet hastalığı için tam "şifa" sağlayacak bir tedavi bulunmamakla birlikte
smilev.gif
uygun ilaçlar ile çoğunlukla bulguları kontrol altına alabilmek mümkündür. Tedavide amaç
smilev.gif
yakınmaları azaltmak ve sakatlık ya da körlük gibi komplikasyonları (hastalığın neden olabileceği istenmeyen durumlar) önlemektir. Hangi ilacın seçileceği ve tedavinin ne kadar süreceği hastanın durumuna bağlıdır. Bazı bulguların giderilmesi için bir kaç tedavinin bir arada kullanılması gerekebilir.

Topikal (yerel
smilev.gif
bölgesel) tedavi: Ağrı ve raharsızlığı ortadan kaldırmak için ülserlerin üzerine inflamasyonu azaltmak için kortikosteroid ya da acıyı azaltması için ağrı kesici merhem sürülebilir. Ağız ülserleri için gargara yazılabilir.
Ağızdan alınan ilaçlar: Hastanın bulgularının şiddetine göre prednizolon gibi kortikosteroidler
smilev.gif
azatioprin
smilev.gif
klorambusil
smilev.gif
siklosporin
smilev.gif
kolşisin gibi immunosupresif (bağışıklık sistemini baskılayan) ilaçlar yazılabilir. Eğer bu ilaçlar bulgular üzerinde etkili olamazsa
smilev.gif
siklofosfamid ya da metotreksat gibi diğer ilaçlar verilebilir.
Tedavi etkili olsa dahi alevlenmeler görülebilir
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt