Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

** OSMANLI'dan SÖZLER /OSMANLI'ya SÖZLER ** (1 Kullanıcı)

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
[SIZE=+0][/SIZE]
[SIZE=+0][SIZE=+0]BİLİM TARİHİ'NDE OSMANLI'NIN ADI YOK MU?[/SIZE][/SIZE]
[SIZE=+0][SIZE=+0]Gülçin Şenel[/SIZE][/SIZE]
[SIZE=+0][SIZE=+0] [/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]
osmtipta.jpg
Üstad Necip Fazıl'ın hafızalarımıza kazınan harika mısraı: "İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!"[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Meğer ki inanıyormuşuz... Nasıl mı?[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlıtarihi araştırmalarında genellikle Osmanlı'nın büyük hükümdarlarından,fatihlerinden, büyük sanatkarlarından, mimari ve estetik eserlerindenbahsedilir. Ama her nedense, Osmanlı'nın ilmî çalışmalarından bahsedençok az araştırma vardır. Hatta tam tersine, yobazca bir tavırla ilminteknik gelişmelerine, (mesela matbaa) karşı çıkışlarıyla hatırlarızOsmanlıyı. Bu intiba bizde öyle yer etmiştir ki, eğitim hayatımızboyunca edindiğimiz yanlış veya eksik bilgilerin öyle tesirialtındayızdır ki, bu "teferruat" üzerine sanki psikolojik bir "ketvurma" yaşarız. Çünkü "Osmanlı'da ilmî çalışmalara önem verilmemiştir"gibi bir ön kabule sahibizdir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Doğrusunusöylemek gerekirse, bu satırların yazarı da böyle bir ön kabule sahibolduğunu, "Osmanlılar ve Bilim" isimli kitabı görünce farketti. Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu bu kitabında, farkında olmadan sahib olduğumuzbu yanlış intibayı bertaraf etmeye çalışıyor. Kendisiyle yaptığımızkısa bir sohbette, bu önyargının sebeblerini özetle şöyle sıraladı:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"Birkaçsebeb sayabiliriz. Herşeyden önce son dönem Osmanlı aydınlarınınideolojik yaklaşımının bunda büyük bir tesiri olmuştur. Adnan Adıvargibi bir ilim adamı bile, Osmanlı'yı yobazlıkla suçlayabilmiştir. Başkabir sebeb de kaynaklara ulaşmada yaşanılan sıkıntılardır. Tabii bir de,tarih araştırmalarında dönem dönem belli mevzulara yoğunlaşmışlardıraraştırmacılar. Osmanlılar'da "bilim" mevzuuna ise 1980'lerden sonrasıra gelebildi."[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]“Osmanlılarve Bilim” kitabı, İhsanoğlu’nun bu konuda yıllardan beri sürdürdüğüaraştırmaların bir kısım sonuçlarını bir araya getiriyor. Yenikaynaklara dayalı, yeni tespitleri ortaya koyan beş makale ile onlarınfikir ve metot çerçevesini çizen bir girişten meydana geliyor.Çalışmada özellikle Osmanlı klasik dönemine ait verilerdeğerlendiriliyor. Referanslarını birinci kaynaklardan alanmakalelerde, Fatih külliyesi medreselerinden Endülüs menşeli bilimadamlarının Osmanlı bilimine, tıbba, astronomiye, matematiğe, topçuluksahasına katkılarına, Osmanlıların Avrupa’da gelişen yeni tekniklerletemaslarından modern bilimlerin Türkiye’ye girişine kadar geniş birkonu yelpazesi inceleniyor.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Buönemli meselenin gündeme gelmesine katkısı olur ümidiyle, geçtiğimizgünlerde okuduğumuz ve yazarıyla bir vesileyle görüşme imkanıbulduğumuz bu kitabtan ilgimizi çeken bölümleri sizlerle de paylaşmakistedik.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılar ve "Bilim"[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]İhsanoğlu, "Osmanlı Bilimi"nin tarifini şöyle yapıyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"OsmanlıDevleti'nin onüçüncü asrın son yılında kurulmasıyla, İslam bilimtarihinde yeni bir dönemin başladığını görüyoruz. Bu devletin zamanındave hakimiyet kurduğu topraklarda yapılan bilim faaliyetlerine OsmanlıBilimi demek, kendine has bir tanımlama manasına gelmez. Çünkü Osmanlısıfatı, Emevi, Abbasi, Safevi sıfatları ile aynı referansıtaşımaktadır. Hepsi de İslam tarihinin belirli bir dönemini vecoğrafyasını sınırlamaktadır. Bilimin dili de Osmanlı Türkçesi yanındaArapça ve Farsça olmuştu. Tabiatıyla Osmanlı döneminde de daha öncekidönemlerde olduğu gibi bu bilime katkıda bulunan bilim adamlarınınbazıları gayri müslimdi. Bütün bu sebeblerden dolayı İslam bilimininOsmanlı devleti döneminde ve onun hakim olduğu coğrafyada gelişenbölümüne Osmanlı Bilimi demekteyiz." (s. 20)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılardailmî çalışmaları da inceleyen Ekmeleddin İhsanoğlu "Astronomi"örneğinden yola çıkarak, Osmanlı ilim adamlarının çalışmalarından şöylebahsediyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]
84913_2.jpg
"Osmanlılarınmodern astromi konsept ve teorileri ile ilk temasları, tesbitedebildiğimiz kadarıyla 1660'lı yıllarda Fransız astronomu Durret'ninzîcinin (ıÜüzîc. yıldızların yerlerini ve hareketlerinigöstermek için hazırlanan cetvel.) tercümesiyle olmuştur. Onyedinci veonsekizinci yüzyıllarda Batı coğrafya literatürünün Osmanlıcaya tercümeedilmesiyle devam eden bu temaslar, onsekizinci yüzyılın ikinciyarısında yine Fransız zîclerinin tercümesiyle devam etmiştir. Teknikplanda ve dar çevrelerin ilgi alanı için yapılmış olan bu çalışmalarındışında Müteferrika, Katib Çelebi'nin Cihannüma adlı eserine yaptığı ekve Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eseri ile modernastronominin yeni kaynaklarını geniş okuyucu kitlelerine maletmeyebaşlamışlardır. 1830'lara gelindiği zaman, Mühendishanenin eğitimprogramını modernleştirme çalışmaları neticesinde yeni astonomi bilgive kaynakları oldukça detaylı bir şekilde Osmanlı eğitim sistemineBaşhoca İshak efendi'nin katkılarıyla girmiş bulunmaktadır. (...) Türkbilim tarihinin kaynakları taranırken dikkatlerden kaçmış ve hakkındafazla bilgi bulunmayan bir eser de, aslında Zigetvar'lı olupİstanbul'da yerleşen Tezkireci Köse İbrahim Efendi'nin "Secencelel-Eflak fi Gayret el-İdrak" adıyla çevirdiği, Fransız KardinalRicheliue'nin başmüneccimi olan Noel Durret'nin zîcinin tercümesidir.Osmanlı bilim literatüründe bu eser, Kopernik Sistemi'nden bahseden ilkeserdir ve bu sistemi tasvir eden ilk diyagramı kapsamaktadır." (s. 165)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılarınyeni ilmî ve teknik gelişmelere kapalı kaldığı düşünülen, Batı’nınRönesans devrine dair yorumlarda da, yanlış bir temayül göze çarpıyor.İhsanoğlu, Osmanlılar'ın kendilerini hala batıdan üstün gördükleri vegerçekten öyle oldukları için, bu dönemde batının ilmi ve teknikçalışmalarına ilgi göstermediklerinden bahsederken, "haberleri vardıfakat 'ihtiyaçları' yoktu" vurgusunu yapıyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"Onyedinciyüzyılın ortalarında Osmanlılar kendilerinin Batı dünyasından üstünolduklarını düşünüyorlardı. Bundan başka ilmî potansiyel ve kurumlarasahib oldukları için, yani ilmî ve kültürel yönden ihtiyaçlarınıkarşılama konusunda kendi kendilerine yettiklerinden dolayı, Batıbilimini kendileri için gerekli görmemişlerdi. Ancak bu durum,Osmanlıların batıdaki ilmi gelişmelerden uzak veya habersiz olduklarınıgöstermemektedir. (...) Osmanlılar batıdaki gelişmeleri büyük bir zamanfasılası olmadan takib edebilmekteydiler. Osmanlı astronomları geniş vezengin bir tecrübeye sahib olduklarından dolayı ve Müslümanastronomların ortaçağda astronomiye yaptıkları büyük katkılarındanhaberdar oldukları için bu Avrupa bilimini hemen değil, ancak kendiilimlerine uyması halinde kabul ediyorlardı. Kopernik'in helyosantrikteorisinin Avrupa'da dalgalanmalar oluşturduğu bir sırada Osmanlıastronomu Tezkireci Köse İbrahim Efendi bu teorinin temel kavramlarınısadece teknik bir detay seviyesinde ele almıştır. Zira jeosantriksistemden helyosantrik sisteme geçişle vuku bulan koordinatdeğişikliğinin pratik hesablamalar bakımından bir tesiri olmamıştır."(s. 219-220)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlı Medreseleri ile Batı Üniversiteleri[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Ekmeleddinİhsanoğlu kitabında, ilginç bir noktaya da parmak basıyor. "Fatihkülliyeleri ne değildi!" başlıklı makalesinde, tarih yazıcılığı üzerinebir tenkid ve değerlendirme yapıyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"Osmanlımedeniyeti tarihi konusunda yaptığımız araştırmalar sırasında, değerliilim adamlarımızın Fatih medreseleri ile ilgili o yıllarda yazdıklarınabaktığımızda, konunun önemine yakışır ilgilinin gösterildiğini, ancakyapılan çalışmaların çok geniş kapsamlı olması sebebiyle, Fatihmedreseleri ve özellikle onların kuruluşu ile ilgili kısımlarınderinlemesine incelenmediğini, konunun araştırılması gereken bazı temeltaraflarının hala ele alınmadığını, yeni soruların sorulup cevablaralınmadığını gördük. Biz bu makalemizde elde mevcut Fatih devrikaynaklarında veya sonraki ona yakın dönemden bize ulaşan kaynaklardabulunmayan hususların, bu çalışmalarda o döneme aitmiş gibi ilerisürüldüğünü göstermeye çalışacağız. (...) Bu karışıklıktan da nasibinialan Fatih medreseleri, değişik bilim dallarında eğitim yapan ve farklıformasyonu olan meslek sahiblerini yetiştiren fakültelerden oluşanüniversiteye benzetilmiştir. Böylece Fatih Külliyesi medreseleri imajı:Dini ilimler, edebiyat, hukuk, fen ve tıb fakültelerinden oluşan birüniversite haline gelmiştir. Ayrıca ulemadan vezir Mahmud Paşa, Mollahüsrev ve Ali Kuşçu tarafından hazırlanıp padişahın tasdikinden sonrauygulamaya başlanan bu "üniversitenin" "ders programı" ile kendine hasbir kanununun bulunduğu ileri sürülmüştür. Hatta bir zamanlar TürkÜniversitelerine has "ordinaryüs profesörlük" ucubesinin bile sahnmedreselerinde mukabil ve muadili bulunmaya çalışılmıştır. Bugünkümesleki anlayış ve akademik alışkanlıklarıyla bu konulara eğilenler,esasen her bakımdan çok uzaklarda kalan bu konunun, maalesef daha zoranlaşılır bir hale gelmesine sebeb olmuşlardır." (s. 48-49)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Kendisiylegörüşmemizde bu meselenin üzerinde niçin durduğunu sorduğumuz İhsanoğlubize, "iki farklı medeniyetin, iki farklı kurumunun birbirinin aynıymışgibi yarıştırılmasının abes olduğunu" söyleyerek, tarih yazıcılığındagenellikle düşülen bu yanlışı düzeltmek ihtiyacı duyduğunu söyledi.Rivayetlerin veya kaynakların, Fatih Medreselerini illa BatılıÜniversitelere benzetme çabasıyla, yanlış yorumlandığını düşünüyor:"Medreseler kendi dönemlerinde dünyanın en iyi eğitim verenkurumlarıydı, bu ayrı; ama bu modeli bambaşka bir işleyişe sahibüniversitelere benzetmek de dünyanın en saçma işi!.."[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlı İlim Adamı Portresi: Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]
YDU%20PANEL12.jpg
Kitabtailgimizi çeken bir diğer bahis de, Osmanlı ilim adamı potresine misalolarak Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden bahsedilmesiydi.İhsanoğlu'na göre, İbrahim Hakkı, hem aydın kesime hitab eden biruslubu, hem de halka hitab eden bir uslubu aynı eser içinde muhafazaediyordu. Yani normalde ilim adamlarının literatür dilinin halktarafından anlaşılmasının beklenmemesine rağmen, İbrahim Hakkı, halktarafından da çok okunan bir ilim adaydı.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Bununsebeblerini hala anlaşılamadığını söyleyen İhsanoğlu, “Osmanlı ilimadamı portresi” çizilirken bu hususun da üzerinde durulması gerektiğinisöylüyor.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]İbrahimHakkı Hazretleri Marifetnamesi'nde, hem yeni astronomik bilgilere yervermiş, hem de bu meseleleri İslam düşünce geleneğinin ele aldığıbiçimiyle incelemiştir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Orijinallikten Taklide[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Sonuçolarak Osmanlı ilimi deyince, bununla kasdedilenin, İslâmmedeniyetlerinin ilim geleneğinin sürdürülmesi demek olduğunu anlamamızgerekiyor. Bilim tarihini batı merkezli olarak düşünme alışkanlığımızsebebiyle, Osmanlı İlim tarihini bu sürecin içinde bir yerlereoturtamıyoruz. Halbuki İslâm medeniyetlerinin ilim tarihini bir bütünolarak düşünmeye ve incelemeye başladığımız zaman Osmanlı ilminin de busürecin bir devamı olduğunu göreceğiz. İslâm medeniyetlerinin ilimgeleneği, “hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır”mealindeki Allah Resulü sözüne sımsıkı bağlı olarak gelişmiştir.Dolayısıyla müslümanların başka medeniyetlerden edindikleri bilgiler,kuru taklid şeklinde değil, “alma ve maletme” şeklinde gerçekleşmiştir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılarne zaman ki, bu gelenekten ve süreçten koparak, (Tanzimat), batıdakiilmî ve teknik sahalardaki gelişmelere ayak uydurmaya çalışmış veorijinalliği bir kenara bırakıp “taklid” sürecine girmiştir; işteOsmanlı ilimi dediğimiz şey de o zaman sona ermiştir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]İhsanoğlu bu taklid sürecine girişi şöyle özetliyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]“Osmanlılarınbatı bilim ve teknolojisiyle temasları ihtiyaçları ölçüsünde veselektif bir şekilde başlayarak, uzun bir süre bu şekilde devam etmiş,daha sonra Osmanlıların kendi bilim geleneklerini terkederek, kalkınmave ilerlemenin ancak batı bilim ve teknolojisiyle mümkün olacağışeklinde yaklaşımlara dönüşmüştür.” (s. 43)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0] [/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Kaynak: Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, Nesil Yayıncılık.[/SIZE][/SIZE]
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
tşkr kardeşim emeğine sağlık selametle kalın.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[SIZE=+0][SIZE=+0]BİLİM TARİHİ'NDE OSMANLI'NIN ADI YOK MU?[/SIZE][/SIZE]
[SIZE=+0][SIZE=+0]Gülçin Şenel[/SIZE][/SIZE]


[SIZE=+0][SIZE=+0]
osmtipta.jpg
Üstad Necip Fazıl'ın hafızalarımıza kazınan harika mısraı: "İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!"[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Meğer ki inanıyormuşuz... Nasıl mı?[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlıtarihi araştırmalarında genellikle Osmanlı'nın büyük hükümdarlarından,fatihlerinden, büyük sanatkarlarından, mimari ve estetik eserlerindenbahsedilir. Ama her nedense, Osmanlı'nın ilmî çalışmalarından bahsedençok az araştırma vardır. Hatta tam tersine, yobazca bir tavırla ilminteknik gelişmelerine, (mesela matbaa) karşı çıkışlarıyla hatırlarızOsmanlıyı. Bu intiba bizde öyle yer etmiştir ki, eğitim hayatımızboyunca edindiğimiz yanlış veya eksik bilgilerin öyle tesirialtındayızdır ki, bu "teferruat" üzerine sanki psikolojik bir "ketvurma" yaşarız. Çünkü "Osmanlı'da ilmî çalışmalara önem verilmemiştir"gibi bir ön kabule sahibizdir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Doğrusunusöylemek gerekirse, bu satırların yazarı da böyle bir ön kabule sahibolduğunu, "Osmanlılar ve Bilim" isimli kitabı görünce farketti. Prof.Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu bu kitabında, farkında olmadan sahib olduğumuzbu yanlış intibayı bertaraf etmeye çalışıyor. Kendisiyle yaptığımızkısa bir sohbette, bu önyargının sebeblerini özetle şöyle sıraladı:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"Birkaçsebeb sayabiliriz. Herşeyden önce son dönem Osmanlı aydınlarınınideolojik yaklaşımının bunda büyük bir tesiri olmuştur. Adnan Adıvargibi bir ilim adamı bile, Osmanlı'yı yobazlıkla suçlayabilmiştir. Başkabir sebeb de kaynaklara ulaşmada yaşanılan sıkıntılardır. Tabii bir de,tarih araştırmalarında dönem dönem belli mevzulara yoğunlaşmışlardıraraştırmacılar. Osmanlılar'da "bilim" mevzuuna ise 1980'lerden sonrasıra gelebildi."[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]“Osmanlılarve Bilim” kitabı, İhsanoğlu’nun bu konuda yıllardan beri sürdürdüğüaraştırmaların bir kısım sonuçlarını bir araya getiriyor. Yenikaynaklara dayalı, yeni tespitleri ortaya koyan beş makale ile onlarınfikir ve metot çerçevesini çizen bir girişten meydana geliyor.Çalışmada özellikle Osmanlı klasik dönemine ait verilerdeğerlendiriliyor. Referanslarını birinci kaynaklardan alanmakalelerde, Fatih külliyesi medreselerinden Endülüs menşeli bilimadamlarının Osmanlı bilimine, tıbba, astronomiye, matematiğe, topçuluksahasına katkılarına, Osmanlıların Avrupa’da gelişen yeni tekniklerletemaslarından modern bilimlerin Türkiye’ye girişine kadar geniş birkonu yelpazesi inceleniyor.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Buönemli meselenin gündeme gelmesine katkısı olur ümidiyle, geçtiğimizgünlerde okuduğumuz ve yazarıyla bir vesileyle görüşme imkanıbulduğumuz bu kitabtan ilgimizi çeken bölümleri sizlerle de paylaşmakistedik.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılar ve "Bilim"[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]İhsanoğlu, "Osmanlı Bilimi"nin tarifini şöyle yapıyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"OsmanlıDevleti'nin onüçüncü asrın son yılında kurulmasıyla, İslam bilimtarihinde yeni bir dönemin başladığını görüyoruz. Bu devletin zamanındave hakimiyet kurduğu topraklarda yapılan bilim faaliyetlerine OsmanlıBilimi demek, kendine has bir tanımlama manasına gelmez. Çünkü Osmanlısıfatı, Emevi, Abbasi, Safevi sıfatları ile aynı referansıtaşımaktadır. Hepsi de İslam tarihinin belirli bir dönemini vecoğrafyasını sınırlamaktadır. Bilimin dili de Osmanlı Türkçesi yanındaArapça ve Farsça olmuştu. Tabiatıyla Osmanlı döneminde de daha öncekidönemlerde olduğu gibi bu bilime katkıda bulunan bilim adamlarınınbazıları gayri müslimdi. Bütün bu sebeblerden dolayı İslam bilimininOsmanlı devleti döneminde ve onun hakim olduğu coğrafyada gelişenbölümüne Osmanlı Bilimi demekteyiz." (s. 20)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılardailmî çalışmaları da inceleyen Ekmeleddin İhsanoğlu "Astronomi"örneğinden yola çıkarak, Osmanlı ilim adamlarının çalışmalarından şöylebahsediyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]
84913_2.jpg
"Osmanlılarınmodern astromi konsept ve teorileri ile ilk temasları, tesbitedebildiğimiz kadarıyla 1660'lı yıllarda Fransız astronomu Durret'ninzîcinin (ıÜüzîc. yıldızların yerlerini ve hareketlerinigöstermek için hazırlanan cetvel.) tercümesiyle olmuştur. Onyedinci veonsekizinci yüzyıllarda Batı coğrafya literatürünün Osmanlıcaya tercümeedilmesiyle devam eden bu temaslar, onsekizinci yüzyılın ikinciyarısında yine Fransız zîclerinin tercümesiyle devam etmiştir. Teknikplanda ve dar çevrelerin ilgi alanı için yapılmış olan bu çalışmalarındışında Müteferrika, Katib Çelebi'nin Cihannüma adlı eserine yaptığı ekve Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adlı eseri ile modernastronominin yeni kaynaklarını geniş okuyucu kitlelerine maletmeyebaşlamışlardır. 1830'lara gelindiği zaman, Mühendishanenin eğitimprogramını modernleştirme çalışmaları neticesinde yeni astonomi bilgive kaynakları oldukça detaylı bir şekilde Osmanlı eğitim sistemineBaşhoca İshak efendi'nin katkılarıyla girmiş bulunmaktadır. (...) Türkbilim tarihinin kaynakları taranırken dikkatlerden kaçmış ve hakkındafazla bilgi bulunmayan bir eser de, aslında Zigetvar'lı olupİstanbul'da yerleşen Tezkireci Köse İbrahim Efendi'nin "Secencelel-Eflak fi Gayret el-İdrak" adıyla çevirdiği, Fransız KardinalRicheliue'nin başmüneccimi olan Noel Durret'nin zîcinin tercümesidir.Osmanlı bilim literatüründe bu eser, Kopernik Sistemi'nden bahseden ilkeserdir ve bu sistemi tasvir eden ilk diyagramı kapsamaktadır." (s. 165)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılarınyeni ilmî ve teknik gelişmelere kapalı kaldığı düşünülen, Batı’nınRönesans devrine dair yorumlarda da, yanlış bir temayül göze çarpıyor.İhsanoğlu, Osmanlılar'ın kendilerini hala batıdan üstün gördükleri vegerçekten öyle oldukları için, bu dönemde batının ilmi ve teknikçalışmalarına ilgi göstermediklerinden bahsederken, "haberleri vardıfakat 'ihtiyaçları' yoktu" vurgusunu yapıyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"Onyedinciyüzyılın ortalarında Osmanlılar kendilerinin Batı dünyasından üstünolduklarını düşünüyorlardı. Bundan başka ilmî potansiyel ve kurumlarasahib oldukları için, yani ilmî ve kültürel yönden ihtiyaçlarınıkarşılama konusunda kendi kendilerine yettiklerinden dolayı, Batıbilimini kendileri için gerekli görmemişlerdi. Ancak bu durum,Osmanlıların batıdaki ilmi gelişmelerden uzak veya habersiz olduklarınıgöstermemektedir. (...) Osmanlılar batıdaki gelişmeleri büyük bir zamanfasılası olmadan takib edebilmekteydiler. Osmanlı astronomları geniş vezengin bir tecrübeye sahib olduklarından dolayı ve Müslümanastronomların ortaçağda astronomiye yaptıkları büyük katkılarındanhaberdar oldukları için bu Avrupa bilimini hemen değil, ancak kendiilimlerine uyması halinde kabul ediyorlardı. Kopernik'in helyosantrikteorisinin Avrupa'da dalgalanmalar oluşturduğu bir sırada Osmanlıastronomu Tezkireci Köse İbrahim Efendi bu teorinin temel kavramlarınısadece teknik bir detay seviyesinde ele almıştır. Zira jeosantriksistemden helyosantrik sisteme geçişle vuku bulan koordinatdeğişikliğinin pratik hesablamalar bakımından bir tesiri olmamıştır."(s. 219-220)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlı Medreseleri ile Batı Üniversiteleri[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Ekmeleddinİhsanoğlu kitabında, ilginç bir noktaya da parmak basıyor. "Fatihkülliyeleri ne değildi!" başlıklı makalesinde, tarih yazıcılığı üzerinebir tenkid ve değerlendirme yapıyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]"Osmanlımedeniyeti tarihi konusunda yaptığımız araştırmalar sırasında, değerliilim adamlarımızın Fatih medreseleri ile ilgili o yıllarda yazdıklarınabaktığımızda, konunun önemine yakışır ilgilinin gösterildiğini, ancakyapılan çalışmaların çok geniş kapsamlı olması sebebiyle, Fatihmedreseleri ve özellikle onların kuruluşu ile ilgili kısımlarınderinlemesine incelenmediğini, konunun araştırılması gereken bazı temeltaraflarının hala ele alınmadığını, yeni soruların sorulup cevablaralınmadığını gördük. Biz bu makalemizde elde mevcut Fatih devrikaynaklarında veya sonraki ona yakın dönemden bize ulaşan kaynaklardabulunmayan hususların, bu çalışmalarda o döneme aitmiş gibi ilerisürüldüğünü göstermeye çalışacağız. (...) Bu karışıklıktan da nasibinialan Fatih medreseleri, değişik bilim dallarında eğitim yapan ve farklıformasyonu olan meslek sahiblerini yetiştiren fakültelerden oluşanüniversiteye benzetilmiştir. Böylece Fatih Külliyesi medreseleri imajı:Dini ilimler, edebiyat, hukuk, fen ve tıb fakültelerinden oluşan birüniversite haline gelmiştir. Ayrıca ulemadan vezir Mahmud Paşa, Mollahüsrev ve Ali Kuşçu tarafından hazırlanıp padişahın tasdikinden sonrauygulamaya başlanan bu "üniversitenin" "ders programı" ile kendine hasbir kanununun bulunduğu ileri sürülmüştür. Hatta bir zamanlar TürkÜniversitelerine has "ordinaryüs profesörlük" ucubesinin bile sahnmedreselerinde mukabil ve muadili bulunmaya çalışılmıştır. Bugünkümesleki anlayış ve akademik alışkanlıklarıyla bu konulara eğilenler,esasen her bakımdan çok uzaklarda kalan bu konunun, maalesef daha zoranlaşılır bir hale gelmesine sebeb olmuşlardır." (s. 48-49)[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Kendisiylegörüşmemizde bu meselenin üzerinde niçin durduğunu sorduğumuz İhsanoğlubize, "iki farklı medeniyetin, iki farklı kurumunun birbirinin aynıymışgibi yarıştırılmasının abes olduğunu" söyleyerek, tarih yazıcılığındagenellikle düşülen bu yanlışı düzeltmek ihtiyacı duyduğunu söyledi.Rivayetlerin veya kaynakların, Fatih Medreselerini illa BatılıÜniversitelere benzetme çabasıyla, yanlış yorumlandığını düşünüyor:"Medreseler kendi dönemlerinde dünyanın en iyi eğitim verenkurumlarıydı, bu ayrı; ama bu modeli bambaşka bir işleyişe sahibüniversitelere benzetmek de dünyanın en saçma işi!.."[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlı İlim Adamı Portresi: Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]
YDU%20PANEL12.jpg
Kitabtailgimizi çeken bir diğer bahis de, Osmanlı ilim adamı potresine misalolarak Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden bahsedilmesiydi.İhsanoğlu'na göre, İbrahim Hakkı, hem aydın kesime hitab eden biruslubu, hem de halka hitab eden bir uslubu aynı eser içinde muhafazaediyordu. Yani normalde ilim adamlarının literatür dilinin halktarafından anlaşılmasının beklenmemesine rağmen, İbrahim Hakkı, halktarafından da çok okunan bir ilim adaydı.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Bununsebeblerini hala anlaşılamadığını söyleyen İhsanoğlu, “Osmanlı ilimadamı portresi” çizilirken bu hususun da üzerinde durulması gerektiğinisöylüyor.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]İbrahimHakkı Hazretleri Marifetnamesi'nde, hem yeni astronomik bilgilere yervermiş, hem de bu meseleleri İslam düşünce geleneğinin ele aldığıbiçimiyle incelemiştir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Orijinallikten Taklide[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Sonuçolarak Osmanlı ilimi deyince, bununla kasdedilenin, İslâmmedeniyetlerinin ilim geleneğinin sürdürülmesi demek olduğunu anlamamızgerekiyor. Bilim tarihini batı merkezli olarak düşünme alışkanlığımızsebebiyle, Osmanlı İlim tarihini bu sürecin içinde bir yerlereoturtamıyoruz. Halbuki İslâm medeniyetlerinin ilim tarihini bir bütünolarak düşünmeye ve incelemeye başladığımız zaman Osmanlı ilminin de busürecin bir devamı olduğunu göreceğiz. İslâm medeniyetlerinin ilimgeleneği, “hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır”mealindeki Allah Resulü sözüne sımsıkı bağlı olarak gelişmiştir.Dolayısıyla müslümanların başka medeniyetlerden edindikleri bilgiler,kuru taklid şeklinde değil, “alma ve maletme” şeklinde gerçekleşmiştir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]Osmanlılarne zaman ki, bu gelenekten ve süreçten koparak, (Tanzimat), batıdakiilmî ve teknik sahalardaki gelişmelere ayak uydurmaya çalışmış veorijinalliği bir kenara bırakıp “taklid” sürecine girmiştir; işteOsmanlı ilimi dediğimiz şey de o zaman sona ermiştir.[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]İhsanoğlu bu taklid sürecine girişi şöyle özetliyor:[/SIZE][/SIZE]

[SIZE=+0][SIZE=+0]“Osmanlılarınbatı bilim ve teknolojisiyle temasları ihtiyaçları ölçüsünde veselektif bir şekilde başlayarak, uzun bir süre bu şekilde devam etmiş,daha sonra Osmanlıların kendi bilim geleneklerini terkederek, kalkınmave ilerlemenin ancak batı bilim ve teknolojisiyle mümkün olacağışeklinde yaklaşımlara dönüşmüştür.” (s. 43)[/SIZE][/SIZE]



[SIZE=+0][SIZE=+0]Kaynak: Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, Nesil Yayıncılık.[/SIZE][/SIZE]



Rabbimiz c.c razı olsun değerli katkılarınız için inşallah..
Osmanlı'yı Osmanlı yapan değerlere, ibretlik bir pencereden bakmamızı sağlayan güzel anekdotlar vardı, değerli abimiz.. Feyizlenmek ve şanlı tarihlerinden ders almak duası ile..
Rabbimize emanet olunuz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Üzerinde güneş batmayan ümmet Dünya onları hala unutmadı. Onlar tarih sahnesinden çekildikleri günden beri yeryüzünde zulüm eksik olmadı. İşte üzerinde güneş batmayan ümmet
25/03/2009
1741.jpg

Yeryüzünde Müslümanların yaşamadıkları bir bölge yok diyebiliriz. Günümüzden yüz küsur yıl önce de böyleydi. Güneş doğudan Endonezya, Filipinler, Kamçatka’dan Rusya, Sibirya ve Çin’e, Hindistan Kıtası’ndan Ortadoğu ve Anadolu’ya, Afrika ve Avrupa’dan Amerika Kıtası’na kadar batıya doğru her yol alışta, İslam nuruyla birleştiğini görüyoruz. Böylece güneş dünyanın bir yerinde batarken, Müslümanların yaşadığı başka bir toprakta doğuyor. Yüz küsur yıl önce de böyleydi.

Sultan Abdulhamid üzerinde çok yazılıp çizildiğini biliyoruz. Hala da yazılıp çiziliyor. Şu ana kadar tarafsız bir şekilde ayrıntılı olarak onun devrini ele almak mümkün olmadı. O devirle ilgili yeni ulaşılan belgeler, devrin Osmanlı, Avrupa, Rusya, Japonya, Mısır, Çin ve Hindistan arşivlerini ve mecmualarını taramadan anlamak yeterli değil.

Sultan Abdulhamid’in siyasetini bir bütün olarak anlamak ancak bu yolla mümkün olabilir.

Batılıların ve Rusya’nın Sultan Abdulhamid’den önce Osmanlı İmparatorluğunu kağıt üzerinde taksim ettiklerini biliyoruz. Sultan Abdulhamid Müslümanların bu son bağımsız büyük yurdunu korumak ve dünya Müslümanlarının bulundukları ülkelerde ve bölgelerde yetim bırakmamak, sahipsiz bırakmamak için büyük bir diplomasi hamlesine giriştiği ve bu uğurda büyük çaba sarfettiğini görüyoruz.

Kendi döneminde devrin şartlarına göre oldukça zor olan her yerde etkin olduğunu görebiliyoruz. Dünyanın en kuzeyinden en güneyine, en batısından en doğusuna kadar her yerden sürekli haberler aldığını ve ona göre siyasetini şekillendirdiği bir hakikat.

Bu farklı coğrafyalarda Müslümanları birbirlerine kenetleyerek, örgütleyerek, emperyalizme, sömürgeciliğe karşı onların daha fazla sömürülmesine engel olmaya çalışmıştır.

Müslümanların medrese ve okul kurmalarına ön ayak olmuş ve teşvik etmiştir. Ya okul yapacak imkân veya bilgileri olmayan bölgelere bizzat okul yaptırmış veya öğretmen ve kitap desteği sağlamıştır. Bu bölgelerle ticari ilişkiler içinde olan tüccarları birer elçi gibi kullanmış yerine göre nüfuzunu kullanarak onlardan buralarda okul ve cami yapmalarını istemiştir.

Özellikle çocukların dinlerini iyi öğrenmeleri için din eğitimine çok önem vermelerini istemiş, eğitim müfredatı göndermiştir. Ayrıca Orta Asya, Hindistan ve Uzakdoğu’dan hacca gelmeye çalışan hacıların İngiliz, Rus ve Çinlilerin çıkardıkları akıl almaz zorlukları ve zorla aldıkları haraçları bertaraf etmek için uğraş vermiştir. Hicaz Demir Yolunu inşa ederek bu hacıların Bağdat ve Şam üzerinden Medine’ye daha rahat ulaşmalarını sağlamaya çalışmıştır.

Müslümanların bulundukları memleketlerde madden güçlü ve nüfuz sahibi olmaları için ticaret merkezleri açmalarını teşvik etmiştir.
42062.jpg


Biz bu yazı dizimizde birçok kitap ve dergiyi tarayarak özellikle 1889-1900 yılları arasından seçtiğimiz resimlerin çok az bir kısmını kullandık. Bu vesika niteliğindeki resimlerin çoğu Sultan Abdulhamid’in bizzat bu bölgelerden istediği resimler. Bu resimlerle Osmanlı kamuoyunu da haberdar ediyordu.

İngilizlerin korku üzerine kurdukları “Korku İmparatorluğu” yerine Müslümanların Halifesi Abdulhamid Han bir “Sevgi İmparatorluğu” inşa etmeye çalışıyordu. İngilizler sömürdükleri yerlerle “Üzerinde Güneşin Batmadığı İmparatorluk” olarak görüyorlardı kendi büyük devletlerini. O İmparatorluğun üzerinde çoktan güneş battı bile. Geriye zulümleri konuşuluyor. Oysa “Üzerinde Güneş Batmayan Ümmet” olduğu gibi duruyor. Halifesi de hala bu yerlerde sevgiyle anılıyor. Bazı yerlerde hala onun adına hutbeler okunuyor

1
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Üzerinde güneş batmayan ümmet Dünya onları hala unutmadı. Onlar tarih sahnesinden çekildikleri günden beri yeryüzünde zulüm eksik olmadı. İşte üzerinde güneş batmayan ümmet
25/03/2009
1741.jpg

Yeryüzünde Müslümanların yaşamadıkları bir bölge yok diyebiliriz. Günümüzden yüz küsur yıl önce de böyleydi. Güneş doğudan Endonezya, Filipinler, Kamçatka’dan Rusya, Sibirya ve Çin’e, Hindistan Kıtası’ndan Ortadoğu ve Anadolu’ya, Afrika ve Avrupa’dan Amerika Kıtası’na kadar batıya doğru her yol alışta, İslam nuruyla birleştiğini görüyoruz. Böylece güneş dünyanın bir yerinde batarken, Müslümanların yaşadığı başka bir toprakta doğuyor. Yüz küsur yıl önce de böyleydi.

Sultan Abdulhamid üzerinde çok yazılıp çizildiğini biliyoruz. Hala da yazılıp çiziliyor. Şu ana kadar tarafsız bir şekilde ayrıntılı olarak onun devrini ele almak mümkün olmadı. O devirle ilgili yeni ulaşılan belgeler, devrin Osmanlı, Avrupa, Rusya, Japonya, Mısır, Çin ve Hindistan arşivlerini ve mecmualarını taramadan anlamak yeterli değil.

Sultan Abdulhamid’in siyasetini bir bütün olarak anlamak ancak bu yolla mümkün olabilir.

Batılıların ve Rusya’nın Sultan Abdulhamid’den önce Osmanlı İmparatorluğunu kağıt üzerinde taksim ettiklerini biliyoruz. Sultan Abdulhamid Müslümanların bu son bağımsız büyük yurdunu korumak ve dünya Müslümanlarının bulundukları ülkelerde ve bölgelerde yetim bırakmamak, sahipsiz bırakmamak için büyük bir diplomasi hamlesine giriştiği ve bu uğurda büyük çaba sarfettiğini görüyoruz.

Kendi döneminde devrin şartlarına göre oldukça zor olan her yerde etkin olduğunu görebiliyoruz. Dünyanın en kuzeyinden en güneyine, en batısından en doğusuna kadar her yerden sürekli haberler aldığını ve ona göre siyasetini şekillendirdiği bir hakikat.

Bu farklı coğrafyalarda Müslümanları birbirlerine kenetleyerek, örgütleyerek, emperyalizme, sömürgeciliğe karşı onların daha fazla sömürülmesine engel olmaya çalışmıştır.

Müslümanların medrese ve okul kurmalarına ön ayak olmuş ve teşvik etmiştir. Ya okul yapacak imkân veya bilgileri olmayan bölgelere bizzat okul yaptırmış veya öğretmen ve kitap desteği sağlamıştır. Bu bölgelerle ticari ilişkiler içinde olan tüccarları birer elçi gibi kullanmış yerine göre nüfuzunu kullanarak onlardan buralarda okul ve cami yapmalarını istemiştir.

Özellikle çocukların dinlerini iyi öğrenmeleri için din eğitimine çok önem vermelerini istemiş, eğitim müfredatı göndermiştir. Ayrıca Orta Asya, Hindistan ve Uzakdoğu’dan hacca gelmeye çalışan hacıların İngiliz, Rus ve Çinlilerin çıkardıkları akıl almaz zorlukları ve zorla aldıkları haraçları bertaraf etmek için uğraş vermiştir. Hicaz Demir Yolunu inşa ederek bu hacıların Bağdat ve Şam üzerinden Medine’ye daha rahat ulaşmalarını sağlamaya çalışmıştır.

Müslümanların bulundukları memleketlerde madden güçlü ve nüfuz sahibi olmaları için ticaret merkezleri açmalarını teşvik etmiştir.
42062.jpg


Biz bu yazı dizimizde birçok kitap ve dergiyi tarayarak özellikle 1889-1900 yılları arasından seçtiğimiz resimlerin çok az bir kısmını kullandık. Bu vesika niteliğindeki resimlerin çoğu Sultan Abdulhamid’in bizzat bu bölgelerden istediği resimler. Bu resimlerle Osmanlı kamuoyunu da haberdar ediyordu.

İngilizlerin korku üzerine kurdukları “Korku İmparatorluğu” yerine Müslümanların Halifesi Abdulhamid Han bir “Sevgi İmparatorluğu” inşa etmeye çalışıyordu. İngilizler sömürdükleri yerlerle “Üzerinde Güneşin Batmadığı İmparatorluk” olarak görüyorlardı kendi büyük devletlerini. O İmparatorluğun üzerinde çoktan güneş battı bile. Geriye zulümleri konuşuluyor. Oysa “Üzerinde Güneş Batmayan Ümmet” olduğu gibi duruyor. Halifesi de hala bu yerlerde sevgiyle anılıyor. Bazı yerlerde hala onun adına hutbeler okunuyor

1



Allah c.c razı olsun, emeğinize sağlık, değerli abimiz.
İstifadeli ve ibretlik bir katkıydı.. Rabbimiz c.c ecrinizi versin inşallah.
Selam ve Dua ile, Rabbimize emanet olunuz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
GELEN İSLAM---
Batı Emirerinin Çöküşü

Nuray Zor
Kânuni’yle Osmanlı bozulma sürecine girer ve “Lale Devriyle” bu süreç doruk noktasına ulaşır. Bu devirde siyasî ve sosyal açıdan büyük bir “Batı” hayranlığı başlar. Avrupa’ya öğrenciler gönderilir, geleceğin teminatı olan çocukların eğitimi oralardan getirtilen yabancı mürebbiyelere teslim edilir. Kıyafetler, zevkler değişir, tiyatrolar açılır, edep ve hayâ timsâli, kadınlar bu tiyatrolarda rol almaya başlarlar, sosyal alanda aktifleşerek; giderek aslî vazifelerinden uzaklaşır. Basın da “Batı” propagandaları yapılır; Batılı özellikle de Fransız yazarların kitapları tercüme edilir ve bir tercüme furyası başlar.“Batı hayat tarzı” artık Osmanlıya hükmetmektedir. Siyasî açıdan da durum iyice çıkmaza girer ve durumu kurtarmak için “yeniçeri ocağı”nın kaldırılmasına varana kadar “Batı” kaynaklı bir takım reçeteler uygulanır. İthal çözüm yollarının uç noktasında da “Tanzimat” vardır.
Hilmi Ziya Ülken, Tanzimat vesilesiyle azınlıkların, Devlet kademelerinde nerelere kadar yükseldiklerini ve bu işin asıl kimlerin işine yaradığını şu sözleriyle ifade eder: “Tanzimat, Batı milletlerinin gerçekleştirdikleri hürriyet, eşitlik, demokrasi ideallerinin bir cinsten (homojen) bir millet içinde gerçekleşmesinden çok, yabancı müdahalesinden faydalanan ve ayrılmak isteyen azınlıkların işine yarayan bir vasıta olarak kaldı. Devlet, Tanzimat ruhuna uygun olarak azınlıkları yüksek hizmetlere getirdi. Onlardan tercümanlar, sefirler, müşavirler hatta pek çok nazırlar (bakanlar) yetişti. Yani Avrupa Tanzimat'la kaleyi içten fethetti. Şu hâle bir bakar mısınız; sadrazamın (başbakanın) sefaret müşaviri Agop Gircikyan'dı. Sahak Abru, Babiâli (hükümet) tercüme kalemine getirilmişti. Ovakim Reisyan, Asya adında Ermenice-Türkçe dergi çıkarırken, Sakızlı Ohennes Paşa Babiâli tercüme odasında bürokrattı. Nafia nazırı Bedros Hallaçyan’dan sonra, yerine Kirkor Sinopyan getirilmiş, Tomas Terziyan Mülkiye’de görev yaparken, İsaac Amon Maarif Nezareti istatistik müdürlüğünü yürütüyordu.”
Tanzimat’ın sonucunu ise Henry Coston:
“Osmanlı Devleti’nin devamı için ne olursa olsun Batı’ya bağlanma eğilimi olan Tanzimat, devletin varlığını ve geleceğini Batı’nın ipoteğine koymakla sonuçlanmış bir harekettir.”şeklinde ifade ediyor.
Bu hususta Üstad ise “Ucuzcular. Doğu’yu kaybetmiş, Batı’yı bulamamış çeyrek aydınlar.” Diyerek hem o zamanki ve hem de günümüzdeki “Batı” hayranlarına son noktayı koyuyor.
Ve “Loca”ların uzantısı; “Batı”... Yada “Batı”nın uzantısı; “Loca”lar:
“Spekülatif Masonluğun İngiltere de 1717 yılında kurulmasından çok kısa bir süre sonra, 1721 yılında,İstanbul’da Fransız Masonları tarafından ilk loca kurulmuş olmakla beraberOsmanlı toprakları üzerinde adı bilinen ilk loca ise 1748 yılında Halep’te kurulan , İskoçya Büyük Locasına bağlı, İskenderun Locasıdır. İlk Türk Masonları ise Yirmisekiz Çelebizade Sait Çelebi, İbrahim Müteferrika ve Humbaracı Ahmet Paşa dır. Koca Mustafa Reşit Paşa gibi, önemli devlet adamları ve aydınların bu localara girdiği loca arşivlerinden öğrenilmektedir.” (mason.org.tr/turkiye.htm)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İkinci Abdülhamit Han “Batı hayat” tarzının yanında Yahudi ve masonlara karşı da büyük bir mücadeleye girer ve masonluğun küfür olduğuna dair bir fetva dahi çıkarttırır. Yahudilerin hesaplarını bozar ve ne pahasına olursa olsun Filistin’i onlara vermez. Volter’in Peygamber Efendimize ait bir piyesinin Fransa’da sahneye konmasının harp sebebi olacağını bildirerek, piyesin oynanmasını da engeller. Batı emperyalizmi ve Yahudi zekası ince ve çevik iradeli merhamet timsali Abdülhamit Han’ı tahttan indirmeyi başarır. Gog’da Yahudilerin, tarih boyu bu bozguncu, talancı…. vasıfları yine bir Yahudi olan Dr Ben Rubi’nin ağzından şu şekilde özetlenir “…..Muhtelif milletler arasında doğmuş, muhtelif araştırmalara girmiş olan hepsi, Alman veya Fransız, İtalyan veya Polonyalı, şair veya matematikçi, filozof veya antropolojist müşterek bir vasıf taşırlar, müşterek bir gayeleri vardır, o da, kabul edilmiş hakikatlerden şüphe ettirmek, yüksekte olanı alçaltmak, temiz görüneni kirletmek, sağlam görünenleri sarsmak, hürmet edileni ayaklar altına almaktır.”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesiyle maddî-manevi çöküş daha da hız kazanır… Ülke;“Kurtuluş Savaşı”yla madde planında kurtarılır belki fakat bunun hemen akabinde “muasır medeniyet!” seviyesine yükselmek adına, çağdaşlaşmak adına yapılan ve Tanzimat’ın bir uzantısı niteliğinde olan“devrim”lerle mânâ planında daha da derin bir çöküşe sürüklenir. Halk bir yandan savaştan yeni çıkmış olmanın verdiği maddi zorluklar içinde kıvranırken, bir yandan da “devrim”lerle ellerinden alınmak istenen sarığına, cübbesine, kıyafetine, namusuna, kültürüne, tarihine, DİLİNE, DİNİNE sahip çıkmak için âdeta ikinci bir savaşa daha girer ve yurdun her yerinde isyanlar çıkar. 25 Nisan 1920’de“Hıyanet-i Vataniye kanunuyla ve Şeh Said isyanını bastırmak için“Takrir-i Sükun” yasası çıkartılır. “Olağanüstü hal” yasasıyla yetkiler askeriyeye verilmiştir. Kurulan “İstiklâl –bağımsızlık- mahkeme”lerinde, İskilipli Atıf Hoca, Menemen olayı bahanesiyle Erbilli Esad Efendi gibi daha birçok İslâm alimi ve bir çok insanın, “sanığın idamına tanıkların bilahare dinlenilmesine” diyerek asılır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
“Harf Devrimi”yle; insanlar okur-yazar yatarken cahil kalkarlar, gücünü geçmişinden alacak olan gelecek nesillerin, soylarıyla ve geçmişleri ile olan bütün bağları koparılır. “Soyadı Kanunu”yla; aynı soya mensup bir çok kişi de farklı farklı soyadlarını alarak nesepleri bölünür, zamanla soylar kaybolur; kim hangi soydan gelir bilinmez. Verilen balolarda kadınlar zorla askerlerle dans ettirilir.“Hilafetin kaldırılması”yla, “Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması”yla,“Tekke ve Zaviyeler Kanunu”yla, “Kılık-kıyafet Kanunu”yla, “Şapka Kanunu”yla, vs. kanunlarıyla, devrimleriyle ve ezanın Türkçe okutulmaya başlanmasıyla, yani kısacası İslâmî olan ve İslâm’ı temsil eden her şey ortandan kaldırılmaya çalışılır. Rejim açıkça İslâm düşmanlığı yapar ve gücünü buradan alır. Bu düşmanlığı gözler önüne seren diğer bir delil ise aşağıdaki Cumhuriyet kadrosu ve devrimleri kimlerin gerçekleştirdiğinin listesidir:
“1923 de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ülkenin yabancıların işgali ve etkilerinden kurtulması sonucu, Masonlukta yeni bir ulusallık anlayışı ve bilinçlenme başlar ve bünyesini Atatürk devrimleri ve ilkelerine öz ve biçim olarak uyarlar. Türkiye Büyük Locasının o zamanki ismi olan ‘Maşrıkı Azamı Osmani’ adı ‘Türkiye Büyük Maşrıkı’ olarak değiştirilir.
Atatürk’ün Cumhuriyetçi kadrosunda görev alanların büyük bölümü Masondur. Bir bakıma yönetim ve devrimlerin gerçekleştirilmesi Masonlara emanet edilmiştir. Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi,….” (mason.org.tr/turkiye.htm)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
M. Kemal bir gün Meclis oturumunda meb’usların çıkardıkları güçlüklerden bunalır ve çiftliğe döndüğünde Halide Edip’e bağırarak şunları söyler: “…herkese ne diyorsam yaptıracağım, herkes emirlerimi yerine getirecek. Hiçbir şekilde eleştiri yada öğüt almayacağım. Kendi yolumu çizeceğim. Herkes, tabii siz de, ben nasıl istiyorsam, hiç soru sormadan, kesinlikle yerine getireceksiniz.” (H.C. Armstrong;Bozkurt.sh.120) Bu sözler, bize Cumhuriyetle gelen “demokrasi” anlayışının bizzat getirenler dahil daha o günlerden itibaren günümüzde de nasıl uygulandığının sinyallerini vermektedir.
Daha kuruluşundan itibaren kendisini işgalci bir “yönetici” kadroya teslim etmiş olan –ki bu kadrolaşma sistemi günümüzde de değişmemiştir-, duvarlarına “İstiklâl –bağımsızlık- mahkemeleri”nde şehid edilen onca Müslüman’ın kanıyla “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!” yazılan bir meclisten ve böyle bir “demokrasi” anlayışından, kendisine ait bir hukuku bile olmayan, “hak” ve “adâlet”in hep rejim güçlerinin, mevki ve iktidar sahiplerinin lehine çalıştığı, insan ve toplum meselelerinin hallinde dair hiçbir fikri olmayan, bırakın mesele halletmeyi daha nelerin mesele olduğunu dâhi bilmeyen, İslâm düşmanlığından başka bir dünya görüşüne sahip olmayan,“çiftçi milletin efendisidir” diyerek, bunu pratiğe geçirmeyip, lafta “halkçılık”lık yapan ve halkla arasına her zaman kibirden-gururdan bir set çeken, zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan, vs. vasıflara haiz bir “rejim”den; iyi adına, güzel adına, insanlık adına, maddi-manevî kurtuluş adına, hak ve adâlet adına, dünya ve âhiret mutluluğu adına, mutlak fikir adına, toplum kurtuluşu adına, kutsal olan bütün değerler adına ne beklenebilir? Hiç!.. Peki böyle bir düzenin gidişatı ne olur? Bu sorunun cevabı; Kâtip Çelebi’nin “Takvîmü't Tevârih” adlı eserinin sonunda Osmanlı’nın “Duraklama Devri” tasviriyle verilir:
“Kişinin ihtiyarlığına alâmet, saç ve sakal ağarmasıdır. Devletin kocadığına alâmet de, devleti yönetenlerin, saltanata ve süse düşkünlüğüdür. Ki bu, açık bir çöküntü eseridir. Devletlerin hayatında, duraklama devresinden sonra bu devre gelir. Refah, süs ve lükse rağbet fevkalâde artar. Eski hayat tarzı beğenilmez, terk edilir. Herkes şanını ve ününü artırmak hevesine düşer. Herkes her makama geçmeye başlar. En yüksek makam ve ünvanlar, belli vasıflar aranmaksızın dağıtılır. Zevk ve rahat, keyif ve konfor, vazgeçilmez örf ve adetler haline gelir, tabii görünür. Asker zümresi, savaşın meşakkatlerine rağbet etmeyip, sulh ve sükûn ister. Savaşmaktan başka her işle uğraşır. Türlü mihnetler gerektiren memleket işlerine kimse el atmak istemez. Savaştan el çeken asker, halk içinde gittikçe itibar kaybeder. Düzen bozulur.”
Bu manzara aynıyla gerçekleşir ve daha kurulduğu ilk yıllardan beri Batının emirerliğini yapan düzen, bütün kurum ve kuruluşlarıyla bozulma sürecine girer fakat “kraldan çok kralcı geçinen” ve varlığını bu düzenden alanlarca zaman zaman yapılan “darbeler”le, “muhtura”larla ve “sıkı yönetim” ilanlarıyla “rejim” ayakta tutulmaya çalışılır fakat bu yıkılacağı kesin olan bir binanın temellerinin dışardan ince ağaç dallarıyla desteklenmesinden ileriye gidemez. “Taşıma suyla değirmen dönmez.”Bina çökmektedir artık.
“Serbest piyasa ekonomisi” bahanesiyle yapılan ihalelerle; sanayi kuruluşlarından, bankalarına, basın- yayın organlarından, haberleşmesine ve daha nelerine varana kadar yabancı sermayeye satılarak, ekonomisiyle de iç ve dış siyasetiyle de tamamen dışa bağımlı olan bir rejim, daha ne kadar ayakta kalabilirdi. Bunun resmi olarak delili de “Susurluk kazası” olmuştur. Bu kaza; sistemin aslında nasıl yürüdüğünün, kimleri nerelere getirtildiğinin, kimlerin neler yaptığının ve düzen içindeki çıkar ilişkilerinin nasıl yürüdüğünün ayan beyan ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Kumandan, “Adımlar” adlı eserinde bu kazayla ortaya “polis-mafya-siyasetçi” üçgenin değil, kazayı yapanların mesleklerinden “polis, korucu, asker, mafya, siyasetçi” beşgeninin çıktığını tespit ediyor ve şöyle devam ediyor: “İster beşgen, ister kırkgen olsun: Düzen, kendini yiyecek (yiyen) taraflarını yetiştirmiştir… Belediyeye âit yetkiyi çiğneyerek zorbalıkla dilediği yere heykel diken Paşa da, hukuku yiyen sınıfından olarak bu mânâ içindedir… Düzeni tasvib makamında lâf etsinler diye boyuna seyir plânına çıkarılan kaşar uzman (!) hocalar(!) da…”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Aslında ortada “rejim” falan kalmamıştır. Çünkü ekonomisiyle, sanayisiyle, teknolojisiyle (teknoloji adına ortada pek bir şey yok ama),sağcı, solcu siyasetçisiyle (bağlı bulundukları sömürgeci babaları, kimle görüş ne görüş derlerse onlarla, onları görüşür, neyi sat derlerse onu satarlar, kimi tutukla derlerse onu tutuklatırla, kimi hücrelerde ölüme terk et derlerse onu hukuksuz da olsa hücrelere atarlar, neye kız derlerse ona kızar, neye kızma derelerse ona ses çıkarmaz…), ordusuyla, (Afganistan’daki, birinci ve ikinci Körfez Savaşındaki tutumlarıyla, basında yeralan haberleriyle ve en son da başlarına geçirilen “çuval” olayıyla), cezaevleriyle (yabancı ajanların uğrak yerleri olmasıyla),“aydın”ıyla, din adamıyla, basın-yayın organlarıyla(neyi gündeme getir derlerse onu gündeme getirir, neyin propagandasını yap derlerse onun propagandasını yapar, neyi, nasıl yayınla derlerse onu o şekilde yayınlar…) eğitim sistemiyle, kültür ve sanatıyla, namusuyla, ilim adamıyla… her şeyiyle kendisini, AB’ne girebilmek uğruna Batı sömürgesine teslim etmiştir. AB’de ve Batı’da da durum farklı olsa amenna. “Kelin ilacı olsa önce kendi başına sürer.” Hesabı. “Mutlak fikir sistemine” dayalı bir düzen olmadığı için Batı da zaten kaçınılmaz olan çöküş sürecine girmiştir. Batının ve diğer sömürge düzenlerinin kasası durumunda olan ABD’ye yapılan 11 Eylül saldırılarıyla da bu süreç daha da hız kazanmıştır. “Ahmak fil” daha da “ahmak”laşmış önüne gelene saldırmaya başlamıştır. Batı hakkında yine bir Batılı, “Amerikalı âlim, müslüman olduktan sonra Meryem adını alan hanım, şöyle diyor:
-“Batı medeniyetinin kötülüğü tesadüfî değildir; yahut ASIL PRENSİPLERİNE göre yaşamakta kusur eden sırf BEŞER ZAAFINDAN DA ileri gelmiş değildir. Eksik olan, bizzat ASIL PRENSİPLERİDİR. Batı medeniyeti teoride de pratikte de kötüdür!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yer yüzündeki bütün sistemler iflasın eşiğine gelmiş yada iflas etmiştir artık. Batı eliyle yine sömürge sistemine dayalı “Yeni Dünya Düzeni” kurulmaya çalışılırken, yerli, yabancı bir çok ülkenin, profesöründen, iş adamına, hukukçusuna, gazetecisine, vb. varana kadar bir çok aydının birleştiği tek nokta: İngiliz tarihçi Toynbee’nin dediği “İstikbâl İslâmındır! Denenmemiş bir o var!”sözüdür. Bunun gibi farklı milletlere ve mesleklere mensup bazı yabancıların görüşlerini de Kumandan’ın, yukarıda Amerikalı âlim bir hanımın “Batı” hakkındaki sözlerini verdiğimiz yine aynı eserinden; İstikbâl İslâmındır’dam verelim:“Müslüman olmuş bir Alman muharriri Grün:
-“İslâmiyet karşısında hiçbir nizâm galebe çalamaz ve insanlığı ancak İslâmiyet bugünkü buhrandan çıkarır!” Harword Üniversitesi Profesörlerinden Hocking:
-“Hayatın hakikatine intibak bakımından İslâm kanunlarından üstünü yoktur. Hakikati itiraf etmek lâzım gelirse, İslâm bizim yükselmemiz için gereken bütün maddelere sahiptir!” Fikir adamı Spencer:
-“İslâm şeriatı, hayret verici öyle kurallar koymuştur ki, ona tercih edilecek daha üstün hükümler mevcut değildir. Batı medeniyeti ancak İslâm’la ilerler!”
Rus müsteşriklerinden Profesör Barthold’un kanaatince, yeryüzünde yegâne cihanşümûl din İslâmiyet’tir. Bu meşhur âlimin, Fransızca nüshası Paris Üniversitesi “İslâmî Tetkikler Enstitüsü” tarafından yayınlanan ve Türklerin İslâmı kabulüyle ilgili olan eserinden:
-“İslâm propagandasının Türkler arsındaki başarısında İslâmiyetin diğer cihanşümûl dinlerden daha yüksek bir nisbette haiz göründüğü başka bir meziyet daha belirmiştir. İslâmiyet’in hakiki mânâsıyla cihanşümûl bir din olduğu da inkâr edilemez. Bundan maksadım, yayılma kabiliyetinin, aynı bir kök ve aynı bir kültüre mensup milletler arasına münhasır olmayan bir din olduğunu söylemektir.”
Yukarıda da dediğimiz gibi; “rejim” kurulduğu günden beri Batının “emirerliği”ni yaparken, aslında sağcı-solcu, iktidarlarıyla “ata”larının izinde İslâm düşmanlığı yapmaktadırlar, iktidar olmadan önce Müslüman’ım derken, iktidara geldikten sonra “biz artık değiştik; “ılımlılaştık” diyerek ve bunu da hiç çekinmeden icraata dökerek, “Batılı efendilerine” boyun eğerken, boyunlarını kaldırıpta , gözlerinin önünde doğmakta olan ve sadece “İslâm’ın emir subaylığını” yapacak olan, yalnızca ülke halkının değil, bütün dünyanın beklediği; insanları ve toplumları gerçek kurtuluşa erdirecek olan; “Mutlak Fikir Sistemine” nisbetle, temellerini İslâma Muhatap anlayışla örgüleştirdiği “Başyücelik Devleti”ni görememekteler.

................................................................................................................................................
Aylık Dergisi Sayı: 18
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
anadoluhaber) ISTE OSMANLI HARP OKULU CEZALARI!

Harp Okulu resmi olarak 1835 yılında açıldı.
Yani bu yıl 174'üncü yaşını kutluyor...

Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran, yıllardır üzerinde çalıştığı araştırmasını "Yüzyıllardır Harbiye" adlı kitabıyla çıkardı.
"Harbiye bir tarihtir. Harbiye bir felsefedir. Harbiye bir disiplindir. Harbiye bir yaşam biçimidir. Harbiye yeniliktir. Harbiye gelenektir. Harbiye terbiyedir..." diyen Prof. Taşkıran Harp Okulu tarihine ilişkin ilginç anekdotlar da aktarıyor.
Bunlardan biri de "Harbiye Disiplin Yönetmenliği".
Osmanlı dönemi Harbiyesi'nde bazı suçları ve bu suçlara verilen cezaları örneklerle yer veriyor.

Sabah namazına kalkmamak; 2 hafta izinsizlik
Cuma namazına gitmemek; 2 hafta izinsizlik
Okula sarhoş gelmek; 20 gün hapis
Kahvede iskambil oynamak; 20 gün hapis
Kumar oynayanları seyretmek; 5 gün hapis
Yakası açık gezmek; 4 hafta izinsizlik
Camiye gitmeyip helalarda saklanmak; 4 hafta izinsizlik
Gazinoda Hıristiyan kadınlarla oturmak; 1 hafta hapis
Okulda kumar oynamak; 10 değnek
Köy düğününde güreşe katılmak; Divan-ı Harp'e sevk
Tiyatroya gitmek; 4 hafta izinsizlik
Müstehcen resim çizmek; 15 gün hapis
Helada şarkı söylemek; 2 hafta izinsizlik...

"Yüzyıllardır Harbiye" Doğan Kitap'tan çıktı.

odatv.com

31 Mart 2009
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Üzerine Güneş Batmayan ümmet Ulu Hakan'ın Osmanlı coğrafyasının yanısıra dışındada okul, cami ve hastahaneler yaptırdığı ortaya çıktı. İşte Abdulhamid zamanında müslümanların durumu...

05/04/2009
1801.jpg
Seylan
Halife Abdulhamid Han'ın Seylan Adası'na özel bir önem verdiğini söyleyebiliriz. Seylan Adası'nda müslümanların az olmalarına rağmen birlik olmalarını, ekonomik güç haline gelmeleri ve eğitim seviyelerini yükseltilmeleri için onlara elçiler yollamış, kenetlenmelerini istemiştir.

Seylan Adası hem Hindistan’ın bir kapısı olması, hem de Uzakdoğu’da yaşayan Endonezya, Malezya gibi diğer müslüman bölgelerinden haber alma merkezi haline gelmesi açısından çok önemliydi. Bu adada yaşayan ileri gelen Müslümanlar, Halife’nin gönüllü elçileri ve temsilcileri gibiydiler. Uzakdoğu’dan buraya ve Hindistan’a gelen bilgiler Irak telgraf hatları vasıtasıyla hemen İstanbul’a nakledilebiliniyordu. Arap Yarımadası'ndan adaya yerleşen Arap tüccarların açtıkları ticarethanelere ve çarşılara bile Hamidiye adı vermeleri Halife'yi ne kadar önemsedikleri anlaşılıyor.


Hindistan

Esasında Hindistan Müslümanlarının Osmanlı’ya sevgi ve bağlılıklarında muharrik neden Arap alimlerinin etkisidir. Bilindiği gibi Hind Kıtası'ndaki medreselerde asırlar önce buralara gelip yerleşmiş Arap alim aileler bulunuyordu. Bu alim ailelerin Emeviler döneminde Medine’yi terk ederek Hind adalarına ve Hindistan’a yerleşen Kureyşliler olduğu tarihen sabittir. Bunlar Hind Müslümanlar ve alimlerin bakışaçısı üzerinde çok etkili idiler. Entellektüel Araplar, Emevi ve Abbasi İmparatorluğu döneminde devletin gücü, ağırlığı ve büyüklüğü; nüfuz alanının genişliği nisbetinde dosta karşı daha müşfik ve koruyucu, düşmana karşı daha fazla caydırıcı olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle son büyük İslam devleti olan Osmanlı’yı ve Halife Abdulhamid Han’ı Hindistan’da ne pahasına olursa olsun desteklemeyi bir dini vecibe olarak görmüşler ve bunu da teşvik etmişlerdir. Hindistan Kıtası'na, Malezya ve Endonezya’ya yayılan Arapların çoğu menşe olarak Seyyid’dir. Bunlar Peygamber Efendimizin torunları olarak kendilerine yakışan seviyede buralara dini tebliğ yapmış, buralara yerleşmiş ailelerdir. Ticarette de oldukça sözsahibi kimselerdi.

Hindistan’da Babür Devleti’nin gelenekleri ve hatırası da bu kıtadaki Müslümanları büyük bir İslam devletine bağlanmayı öğretmişti. İngilizlerin Babür İmparatorluğu’nu yıkmaları ve büyük zulümler yapmaları, onların büyük bir İslam devletine biat etmelerini unutturmadı. Uzaktaki Osmanlı onların gelecekte devlet olmaları için bir ışık, bir cesaret aşılama merkeziydi adeta. Oysa Osmanlı aydınlarının çoğu bunu içerden görememişlerdir.

Endonezya

Endonezya’nın bugünkü başkenti Cakarta’da Cuma namazı çıkışında bir gelenek olan Halife Abdulhamid Han’a dua ederler. Burada da anlaşılacağı gibi, Müslümanların aralarındaki coğrafi engel Ulul emr olarak gördükleri Haife’ye bağlanmaya engel olmamış. Her türlü sıkıntılarına rağmen, başlarında bir halifenin olması, onları birliğe ve kenetlenmeye götürmeye neden olmuş.

Bizzat Sultan Abdulhamid’in Endonezya’da kurdurduğu Nahda-i Hayriyye Cemiyeti vardır. Derneğe ismini veren kelime olan nahda, kalkınma anlamına geliyor. Kuruluş amacına baktığımızda, Sultan Abdulhamid’in İmparatorluğu hudutları içinde yaptığı kalkınma hamlelerinin bir özetini görebiliriz. Eğitim, sağlık, ziraat, hayvancılık vb. alanlardaki kalkınma hamlelerinden elde edilen bilgi ve tecrübeleri Uzakdoğu’da diğer Müslüman emirliklere ve topluluklara aktarmak için Halife sıfatıyla çabaladığını görüyoruz. Halife, Müslümanların yeryüzünde daha güçlü hale gelmeleri için özel gayret sarfettiği anlaşılıyor.

Özellikle dini cehaleti gidermek, Müslümanların eğitim ve anlayış düzeylerini yükseltmek için özel bağlantılar kurduğu, onları bir araya getirerek kenetlediğini görmekteyiz.

Müslümanlar arasında ilmin arttırılması için ilim adamı yetiştirilmesi, ziraat, tıp ve değişik alanlarda devrin teknolojisinden istifa etmelerini temin etmek için ziraat ve tıp mekteplerinin kurulması, bilgi ve teknik yardım yapılmasını sağlamak. Ticaretin Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasını sağlamak, ticaret merkezleri ve çarşıları kurmalarına yardımcı olmak. Hamidiye Çarşıları bunlara örnektir. Cemiyetin diğer bir maddesi de cehaletin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapmak olduğunu, cemiyetin şartnamesinde görmekteyiz. Bunun da okulların ve dini eğitimin yaygınlaştrırılmasıyla yapılacağını bildiriliyor.

Özellikle Hindistan’ın Rangon şehrinde yeni yapılan bir okulla ilgili verilen bilgilerde, Halifenin eğitimi ne kadar ciddiye aldığını gayet açık görmekteyiz.

Yüzlerce milyon müslümanın maneviyatını değişik şekillerde kemiren tek müşterek zehrin cehalet olduğu anlatılıyor. Eğitim ve bilgiyi arttıran faaliyetleri hastlar mahallesinde eczahane açmak kadar isabetli bir tedbir olarak görülüyor.

Afrika

Bizzat Halife tarafından Osmanlı coğrafyası dışında birçok okul, cami ve hastahane yaptırıldığını biliyoruz. Buralarda Halife’nin Burhaniye adlı okulları görülüyor. Ayrıca Osmanlı coğrafyası içinde de gördüğümüz çok sayıda kız mekteplerinin bir örneğini burada da görmek heyecan verici doğrusu. Osmanlı döneminde kızların eğitilmedikleri, cahil bırakıldıklarını söyleyenler gerçekte bu devri iyi araştırmalılar.

Halife Afrika’da oldukça etkiliydi. Sadece Kuzey Afrika’da değil, Orta ve Güney Afrika’da da çok etkiliydi. Buralarda bulunan camilerde Hutbe kendisi adına okutuluyordu. Kendine doğrudan bağlı çok sayıda çalışanı vardı. Afrika’yı çok iyi bilen Azimzade Sadık Müeyyed Paşa’yı İngiliz ve Fransızların etkisini kırmak ve Müslümanlara yapılan zulümeleri öğrenip müdahale etmek için Orta ve Doğu Afrika’ya gönderdi. Habeşistan ve civarında birçok faalitte bululan Paşa, Habeş Kralı’nın en önemli danışmanıydı.

Kızılay’ın buralarda aktif halde faaliyette bulunduğunu gösteren bir çok örnek vardır. Kızılay açtığı bu şubeyle birçok yere hizmet verdiğini, Habeşistan’a önemli tecrübe aktarımında bulunduğunu, birçok müessesenin açılmasında önayak olduğunu biliyoruz.

Singapur

Halife Abdulhamid Han’ın Singapur’da yaptırdığı camii ve külliyesi halen ayakta durmaktadır. Caminin yanında Osmanlı bayrağı dalgalanıyor. Halife adına buraya Osmanlı Konsolosu olarak Ataullah Efendi gönderilmiş. Bu zat yaptığı faaliyetlerle Endonezya adalarının bir çok yerinde İslam’ın yayılmasına vesile olmuş, bazı emirliklerin kalkınmasında büyük emeği geçmiştir.

Doğu Türkistan

Doğu Türkistan’ın Gulca ( Kaşgar’a bağlı ) şehrinde Müslümanların durumu hakkında alınan bilgiyi gösteren bir vesika da, Halife, Orta Asya ve Çin’de oldukça etkili çalışmalar, diplomatik ilişkiler kurmuştu. Güney Çin’de birkaç yerde külliyeler kumuştu. Türkistan ile sıkı ilişkileri vardı. Bu bölgelerde yaşayan Müslümanlarla her türlü bilgi yardımında bulunuyordu.

Bugün Çinlilerin işgali altında olan Doğu Türkistan’ın Gulca şehrinde bir sağlık çalışanının verdiği bilgiye göre 2008’de her ay doğduğu halde ortalama iki yüz çocuk öldürülmektedir. Gerekçe ise bu bebeklerin ailelerinin birer çocuklarının olduğu şeklindedir.

Kırım

Osmanlı Kırım’da köylere kadar bilgi sahibidir ve sirayet etmiştir. Osmanlı Kırım Müslümanlarının her zaman yanlarında olmuş, onlara her türlü desteği vermeye devam etmiştir.

Azerbaycan

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir tüccarın vesilesiyle okullar yaptırıldığı anlatılmaktadır. Bu zengin tüccar gibi ismi verilmeyen daha bir çok tüccarın okul ve camii yaptırdığı kaydediliyor.

Sibirya

Sibirya ve Sibirya’da Müslümanların durumu hakkında Abdulhamid Han zamanında Osmanlı kaynaklarında çok sayıda bilgi mevcut. Kazan, Ufa ve Sibiryalı Müslümanların Avrupa, Orta Asya ve Uzakdoğu faaliyetleri hakkında verdikleri bilgiler bizleri şaşırtmaktadır. Bu bölgelerde Müslümanların ticari faaliyetleri çok geniş bir alana yayıldığını görüyoruz. Bunda Tatar Müslümanlarının etkisi inkar edilemez. Özellikle Sibiryalı olan Abdurreşid İbrahim Efendi ve onun kurduğu okullar, matbaa vasıtasıyla bu geniş coğrafyada iyi tanındığını göstermektedir. Yazdıkları makalelerde ve hatıratında faaliyetleri hakkında geniş bilgiler veriyor. Aynı zamanda Halife’nin en sadık adamlarından biri olarak da Halife’ye, yaptığı seyahatler hakkında geniş bilgiler vermesiyle maruf.

Yemen

Yemen’de inşa edilen Gureba Hastahanesi ile Belediye Eczahane binaları vardır. Yemen’de Hastahane inşa edilirken, başka yerlerde de hastahane yapıldığını görüyoruz. Aynı dönemde Kavala Gureba Hastahanesi ile Manastır Askeri hastahanesi yaptırılıyor.

Mekke, Irak, Rusya

Mekke-i Mükerreme’de onlarca misafirhane inşaa ettiriyor. Irak’ta, Amara’da halka yaptırdığı çok sayıda evler mevcuttur. Rusya’da Müslüman zenginlerin geleneği olan her fabrika için İslami eğitim veren bir okulun yaptırılması ve okulun öğrenci ve hocalarının ihtiyacının karşılanması için gerekenler yapılıyor.

time türk
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kanuni zamanında Sivas vilayetinin bütçesi 20 Milyon altın olarak kayıtlara geçmiştir. Buna karşılık aynı dönemde Fransa Birleşik Krallığının bütçesi 4 Milyon altın ve ingiltere Krallığı bütçesi ise 3.5 Milyon altın idi...
Hani şu, memleket sınırları içinde zekat verecek kimse bulunamadığı için şeyhülislamdan kafirlere zekat verebilmek için cevaz sorulduğu dönemler bu zamanlar olsa gerek...
Ve bu ikisini üst üste koyunca bir gerçek belirir; hem milli refah ve hem de devletin yüksek işlem hacmi bir arada bulunabilmektedir.
Bu neviden mükemmelliklerin mümkün olabildiğini göstermesi bakımından önemli bir vesikadır.


KÜTÜPHANE
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
MACAR TARİHÇİ: OSMANLI; TUHAF AMA GERÇEK



Macar tarihçi Sandor Takats Osmanlının macaristanı fethi ile ilgili gelişmeleri anlatıyor:
'Türkler devrinde macaristenın gelirleri hızla arttı. Zira emniyet hakimdi ve budin paşaları ticaretin gelişmesi için her türlü tedbiri alıyorlardı. Türkler macaristana yepyeni kılık kıyafet yepyeni çiçekler, ağaçlar, bitkiler ve hayvanlar getirdiler. Kavunu, karpuzu kayısıyı eriği Türk koyunu ördeği, halıyı ve doğu kumaşlarını Türkler getirdiler. Türk adaleti kilise adaletinden iyi işlerdi. Nitra şehri zabıtlarından açıkça öğrenebiliyoruz ki Macar çiftçiler, aralarındaki anlaşmazlıklar için Türk sistemi buna izin verdiği halde, kendi kilise mahkemelerine değil, Nitradaki türk kadısına müracaat ediyorlardı. Tarih kitaplarımız hikayelere dayanarak türkleri en büyük düşmanımız sayar. Hayatın binbir vakıası ise Türkleri bize çok yakın göstermektedir. Neticeye bakarak Türk bizim en büyük düşmanımız, yegane akrabamız ve dostumuzdur. Bu söz kulağa biraz tuhaf gelmekle beraber, gerçek tam olarak budur...'


KÜTÜPH
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
MACAR TARİHÇİ: OSMANLI; TUHAF AMA GERÇEK



Macar tarihçi Sandor Takats Osmanlının macaristanı fethi ile ilgili gelişmeleri anlatıyor:
'Türkler devrinde macaristenın gelirleri hızla arttı. Zira emniyet hakimdi ve budin paşaları ticaretin gelişmesi için her türlü tedbiri alıyorlardı. Türkler macaristana yepyeni kılık kıyafet yepyeni çiçekler, ağaçlar, bitkiler ve hayvanlar getirdiler. Kavunu, karpuzu kayısıyı eriği Türk koyunu ördeği, halıyı ve doğu kumaşlarını Türkler getirdiler. Türk adaleti kilise adaletinden iyi işlerdi. Nitra şehri zabıtlarından açıkça öğrenebiliyoruz ki Macar çiftçiler, aralarındaki anlaşmazlıklar için Türk sistemi buna izin verdiği halde, kendi kilise mahkemelerine değil, Nitradaki türk kadısına müracaat ediyorlardı. Tarih kitaplarımız hikayelere dayanarak türkleri en büyük düşmanımız sayar. Hayatın binbir vakıası ise Türkleri bize çok yakın göstermektedir. Neticeye bakarak Türk bizim en büyük düşmanımız, yegane akrabamız ve dostumuzdur. Bu söz kulağa biraz tuhaf gelmekle beraber, gerçek tam olarak budur...'


KÜTÜPH

Üzerine Güneş Batmayan ümmet Ulu Hakan'ın Osmanlı coğrafyasının yanısıra dışındada okul, cami ve hastahaneler yaptırdığı ortaya çıktı. İşte Abdulhamid zamanında müslümanların durumu...

05/04/2009
1801.jpg
Seylan
Halife Abdulhamid Han'ın Seylan Adası'na özel bir önem verdiğini söyleyebiliriz. Seylan Adası'nda müslümanların az olmalarına rağmen birlik olmalarını, ekonomik güç haline gelmeleri ve eğitim seviyelerini yükseltilmeleri için onlara elçiler yollamış, kenetlenmelerini istemiştir.

Seylan Adası hem Hindistan’ın bir kapısı olması, hem de Uzakdoğu’da yaşayan Endonezya, Malezya gibi diğer müslüman bölgelerinden haber alma merkezi haline gelmesi açısından çok önemliydi. Bu adada yaşayan ileri gelen Müslümanlar, Halife’nin gönüllü elçileri ve temsilcileri gibiydiler. Uzakdoğu’dan buraya ve Hindistan’a gelen bilgiler Irak telgraf hatları vasıtasıyla hemen İstanbul’a nakledilebiliniyordu. Arap Yarımadası'ndan adaya yerleşen Arap tüccarların açtıkları ticarethanelere ve çarşılara bile Hamidiye adı vermeleri Halife'yi ne kadar önemsedikleri anlaşılıyor.


Hindistan

Esasında Hindistan Müslümanlarının Osmanlı’ya sevgi ve bağlılıklarında muharrik neden Arap alimlerinin etkisidir. Bilindiği gibi Hind Kıtası'ndaki medreselerde asırlar önce buralara gelip yerleşmiş Arap alim aileler bulunuyordu. Bu alim ailelerin Emeviler döneminde Medine’yi terk ederek Hind adalarına ve Hindistan’a yerleşen Kureyşliler olduğu tarihen sabittir. Bunlar Hind Müslümanlar ve alimlerin bakışaçısı üzerinde çok etkili idiler. Entellektüel Araplar, Emevi ve Abbasi İmparatorluğu döneminde devletin gücü, ağırlığı ve büyüklüğü; nüfuz alanının genişliği nisbetinde dosta karşı daha müşfik ve koruyucu, düşmana karşı daha fazla caydırıcı olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle son büyük İslam devleti olan Osmanlı’yı ve Halife Abdulhamid Han’ı Hindistan’da ne pahasına olursa olsun desteklemeyi bir dini vecibe olarak görmüşler ve bunu da teşvik etmişlerdir. Hindistan Kıtası'na, Malezya ve Endonezya’ya yayılan Arapların çoğu menşe olarak Seyyid’dir. Bunlar Peygamber Efendimizin torunları olarak kendilerine yakışan seviyede buralara dini tebliğ yapmış, buralara yerleşmiş ailelerdir. Ticarette de oldukça sözsahibi kimselerdi.

Hindistan’da Babür Devleti’nin gelenekleri ve hatırası da bu kıtadaki Müslümanları büyük bir İslam devletine bağlanmayı öğretmişti. İngilizlerin Babür İmparatorluğu’nu yıkmaları ve büyük zulümler yapmaları, onların büyük bir İslam devletine biat etmelerini unutturmadı. Uzaktaki Osmanlı onların gelecekte devlet olmaları için bir ışık, bir cesaret aşılama merkeziydi adeta. Oysa Osmanlı aydınlarının çoğu bunu içerden görememişlerdir.

Endonezya

Endonezya’nın bugünkü başkenti Cakarta’da Cuma namazı çıkışında bir gelenek olan Halife Abdulhamid Han’a dua ederler. Burada da anlaşılacağı gibi, Müslümanların aralarındaki coğrafi engel Ulul emr olarak gördükleri Haife’ye bağlanmaya engel olmamış. Her türlü sıkıntılarına rağmen, başlarında bir halifenin olması, onları birliğe ve kenetlenmeye götürmeye neden olmuş.

Bizzat Sultan Abdulhamid’in Endonezya’da kurdurduğu Nahda-i Hayriyye Cemiyeti vardır. Derneğe ismini veren kelime olan nahda, kalkınma anlamına geliyor. Kuruluş amacına baktığımızda, Sultan Abdulhamid’in İmparatorluğu hudutları içinde yaptığı kalkınma hamlelerinin bir özetini görebiliriz. Eğitim, sağlık, ziraat, hayvancılık vb. alanlardaki kalkınma hamlelerinden elde edilen bilgi ve tecrübeleri Uzakdoğu’da diğer Müslüman emirliklere ve topluluklara aktarmak için Halife sıfatıyla çabaladığını görüyoruz. Halife, Müslümanların yeryüzünde daha güçlü hale gelmeleri için özel gayret sarfettiği anlaşılıyor.

Özellikle dini cehaleti gidermek, Müslümanların eğitim ve anlayış düzeylerini yükseltmek için özel bağlantılar kurduğu, onları bir araya getirerek kenetlediğini görmekteyiz.

Müslümanlar arasında ilmin arttırılması için ilim adamı yetiştirilmesi, ziraat, tıp ve değişik alanlarda devrin teknolojisinden istifa etmelerini temin etmek için ziraat ve tıp mekteplerinin kurulması, bilgi ve teknik yardım yapılmasını sağlamak. Ticaretin Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasını sağlamak, ticaret merkezleri ve çarşıları kurmalarına yardımcı olmak. Hamidiye Çarşıları bunlara örnektir. Cemiyetin diğer bir maddesi de cehaletin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapmak olduğunu, cemiyetin şartnamesinde görmekteyiz. Bunun da okulların ve dini eğitimin yaygınlaştrırılmasıyla yapılacağını bildiriliyor.

Özellikle Hindistan’ın Rangon şehrinde yeni yapılan bir okulla ilgili verilen bilgilerde, Halifenin eğitimi ne kadar ciddiye aldığını gayet açık görmekteyiz.

Yüzlerce milyon müslümanın maneviyatını değişik şekillerde kemiren tek müşterek zehrin cehalet olduğu anlatılıyor. Eğitim ve bilgiyi arttıran faaliyetleri hastlar mahallesinde eczahane açmak kadar isabetli bir tedbir olarak görülüyor.

Afrika

Bizzat Halife tarafından Osmanlı coğrafyası dışında birçok okul, cami ve hastahane yaptırıldığını biliyoruz. Buralarda Halife’nin Burhaniye adlı okulları görülüyor. Ayrıca Osmanlı coğrafyası içinde de gördüğümüz çok sayıda kız mekteplerinin bir örneğini burada da görmek heyecan verici doğrusu. Osmanlı döneminde kızların eğitilmedikleri, cahil bırakıldıklarını söyleyenler gerçekte bu devri iyi araştırmalılar.

Halife Afrika’da oldukça etkiliydi. Sadece Kuzey Afrika’da değil, Orta ve Güney Afrika’da da çok etkiliydi. Buralarda bulunan camilerde Hutbe kendisi adına okutuluyordu. Kendine doğrudan bağlı çok sayıda çalışanı vardı. Afrika’yı çok iyi bilen Azimzade Sadık Müeyyed Paşa’yı İngiliz ve Fransızların etkisini kırmak ve Müslümanlara yapılan zulümeleri öğrenip müdahale etmek için Orta ve Doğu Afrika’ya gönderdi. Habeşistan ve civarında birçok faalitte bululan Paşa, Habeş Kralı’nın en önemli danışmanıydı.

Kızılay’ın buralarda aktif halde faaliyette bulunduğunu gösteren bir çok örnek vardır. Kızılay açtığı bu şubeyle birçok yere hizmet verdiğini, Habeşistan’a önemli tecrübe aktarımında bulunduğunu, birçok müessesenin açılmasında önayak olduğunu biliyoruz.

Singapur

Halife Abdulhamid Han’ın Singapur’da yaptırdığı camii ve külliyesi halen ayakta durmaktadır. Caminin yanında Osmanlı bayrağı dalgalanıyor. Halife adına buraya Osmanlı Konsolosu olarak Ataullah Efendi gönderilmiş. Bu zat yaptığı faaliyetlerle Endonezya adalarının bir çok yerinde İslam’ın yayılmasına vesile olmuş, bazı emirliklerin kalkınmasında büyük emeği geçmiştir.

Doğu Türkistan

Doğu Türkistan’ın Gulca ( Kaşgar’a bağlı ) şehrinde Müslümanların durumu hakkında alınan bilgiyi gösteren bir vesika da, Halife, Orta Asya ve Çin’de oldukça etkili çalışmalar, diplomatik ilişkiler kurmuştu. Güney Çin’de birkaç yerde külliyeler kumuştu. Türkistan ile sıkı ilişkileri vardı. Bu bölgelerde yaşayan Müslümanlarla her türlü bilgi yardımında bulunuyordu.

Bugün Çinlilerin işgali altında olan Doğu Türkistan’ın Gulca şehrinde bir sağlık çalışanının verdiği bilgiye göre 2008’de her ay doğduğu halde ortalama iki yüz çocuk öldürülmektedir. Gerekçe ise bu bebeklerin ailelerinin birer çocuklarının olduğu şeklindedir.

Kırım

Osmanlı Kırım’da köylere kadar bilgi sahibidir ve sirayet etmiştir. Osmanlı Kırım Müslümanlarının her zaman yanlarında olmuş, onlara her türlü desteği vermeye devam etmiştir.

Azerbaycan

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir tüccarın vesilesiyle okullar yaptırıldığı anlatılmaktadır. Bu zengin tüccar gibi ismi verilmeyen daha bir çok tüccarın okul ve camii yaptırdığı kaydediliyor.

Sibirya

Sibirya ve Sibirya’da Müslümanların durumu hakkında Abdulhamid Han zamanında Osmanlı kaynaklarında çok sayıda bilgi mevcut. Kazan, Ufa ve Sibiryalı Müslümanların Avrupa, Orta Asya ve Uzakdoğu faaliyetleri hakkında verdikleri bilgiler bizleri şaşırtmaktadır. Bu bölgelerde Müslümanların ticari faaliyetleri çok geniş bir alana yayıldığını görüyoruz. Bunda Tatar Müslümanlarının etkisi inkar edilemez. Özellikle Sibiryalı olan Abdurreşid İbrahim Efendi ve onun kurduğu okullar, matbaa vasıtasıyla bu geniş coğrafyada iyi tanındığını göstermektedir. Yazdıkları makalelerde ve hatıratında faaliyetleri hakkında geniş bilgiler veriyor. Aynı zamanda Halife’nin en sadık adamlarından biri olarak da Halife’ye, yaptığı seyahatler hakkında geniş bilgiler vermesiyle maruf.

Yemen

Yemen’de inşa edilen Gureba Hastahanesi ile Belediye Eczahane binaları vardır. Yemen’de Hastahane inşa edilirken, başka yerlerde de hastahane yapıldığını görüyoruz. Aynı dönemde Kavala Gureba Hastahanesi ile Manastır Askeri hastahanesi yaptırılıyor.

Mekke, Irak, Rusya

Mekke-i Mükerreme’de onlarca misafirhane inşaa ettiriyor. Irak’ta, Amara’da halka yaptırdığı çok sayıda evler mevcuttur. Rusya’da Müslüman zenginlerin geleneği olan her fabrika için İslami eğitim veren bir okulun yaptırılması ve okulun öğrenci ve hocalarının ihtiyacının karşılanması için gerekenler yapılıyor.

time türk


Değerli katkılarınız için çok teşekkür ederim değerli abimiz.
Allah razı olsun..
Cuma'nız mübarek olsun.Selam ve Dua ile.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt