Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

** OSMANLI'dan SÖZLER /OSMANLI'ya SÖZLER ** (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
27 Ocak 1299, Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Yıldönümüne İthafen..

...



00005172.gif


osman-gazi.jpg


“Allah-u Teâlâ’nın emirlerine muhalif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini şeriat ulemâsından sorup anlayasın; iyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı (nimeti),ihsanı (ikramı) eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve cihadı terk etmeyerek beni şâd et!..

“Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet, ikbâl (ilgi) ve yumuşaklık göster. Askerine ve malına gurur getirip müminlerden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır.Daima herkese ihsanda bulun. Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahu Teâlâ’ya emânet ediyorum!” Sözlerini tamamladıktan sonra tekrar yanına çağırmış ve vasiyetine hususî olarak şunu da eklemişti:“islâmbol’u (istanbul’u) aç gülzâr (gül bahçesi) et!”


OSMAN GAZİ (Orhan Gazi’ye vasiyeti)


00005172.gif


02.jpg


“Osmanlı’ya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez! Zirâ i’lâ-yı kelimetullâh azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır. Selçuklu’nun vârisi (mirasçısı) biz olduğumuz gibi Roma’nın (Avrupa’nın) vârisi de biziz!..”

ORHAN GAZİ


00005172.gif


1murad2sa9.jpg


“Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakikî âlim ve âriflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim hâlimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misâli, hiç lâyık olmadığım hâlde buraya geldim ve Allah-u Teâlâ’nın nice ihsânlarına ve inâyetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizâmı uygula, Muhammed Aleyhisselâm’ın dinini, bu yüce dinin mensuplarını ve itaat eden diğer tebanı himâye eyle! Allah-u Teâlâ’nın hakkını ve kullarının hakkını gözet.

“Dinimizin tâyin ettiği beytülmâldeki (devlet hazinesi) gelirin ile kanaat eyle! Devletin zarurî ihtiyaçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tembihle. Dâimâ adâlet ve insaf üzerine bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman, Allah-u Teâlâ’nın yardımına sığın! Tebanı, düşmanların ve zâlimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muamelede bulunma. Dâimâ halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönlünü kazanmayı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet bil! Tebanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle.”



I. MURAD (HÜDAVENDİGAR)


00005172.gif


celebimehmet9dx.jpg


“Unutma ki, yüce ecdâdımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da hakikatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir.

“Ey oğlum! Adâletten hiç ayrılma! Çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever. Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halifesisin. O, sana lütuflarda bulunmuş ve kullarının başına serdar eylemiştir; bunu unutma!..

“Ey oğlum! Bu dünyada üç türlü insan vardır: Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, istikbâli az çok gören ve düşünen, hiçbir gayr-i tabiilikleri olmayan kimselerdir. İkincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde doğru yola gelip hakikati kabul eder ve söz dinlerler. Bununla birlikte çoğu zaman da duyduklarına uyarak yaşarlar. Üçüncüsü ise ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan ikaz ve nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler; bunlar en tehlikeli olanlardır.


ÇELEBİ MEHMET


00005172.gif


fatih_sultan_mehmet.jpg


*Eğer Padişah Ben İsem, Size Emrediyorum. Gelip Ordunun Başına Geçin. Eğer Padişah Siz İseniz, Gelip Devletinizi Düşmanlara Karşı Savunun.

* İmparatorunuza Söyleyin. Şimdi ki Osmanlı Padişahı Öncekilere Benzemez. Benim Gücümün Ulaştığı Yerlere, Sizin İmparatorunuzun Hayalleri Bile Ulaşamaz.

* Ya Ben Bizans'ı Alırım; Ya da Bizans Beni.

* Fatih Olmasaydım Ulubatlı Hasan Olmak İsterdim

* Yapmak İstediğimi Sakalımın Bir Teli Bile Bilseydi, Sakalımın O Telini Hemen Koparır ve Yakardım

* Bu Dünya Ölümlüdür. Her Fani Gibi Bende Ölümü Tadacağım.

* Dünya Devleti Ebedi Değildir. Fani Cihanda Hiç Kimse de Ölümsüz Değildir. İnsanların Dünyada Nefesleri Sayılıdır ve Ölümsüzlük Kapısı Kapalıdır.

* Hayatım Boyunca ALLAH'ın Emirlerinden Dışarı Çıkmadım. ALLAH'ın Rızasını Kazanmak İçin Uğraştım. Tek Gayem Bu İdi.


FATİH SULTAN MUHAMMED HAN


00005172.gif

yss.jpg


-Vükela (vekillerin) ve ümeranın (amirlerin) süslü elbiseler giymesi padişahlarına tâzimden ileri gelir.Biz ALLAH(c.c.)'tan başka kime tâzime mecburuz ki bu külfeti ihtiyâr edelim?Bizim padişahımız ALLAH(c.c.), vücudu saran elbiseye değil,içindeki imâna bakar.(Sade giyinmesinin nedeni sorulduğunda)
-Ey gönül!Başkasından yardım ve dostluk umarak yaşama,düşmandan da korkma!Devlet ve saltanat ancak ALLAH(c.c.)'ın verdiğidir.
-Ey canım,eğer sana Selimî gibi yüz tane devlet ve saltanat dâhi verilse cihana bağlanıp dosttan uzak olma.
-Güneş Mustafa(s.a.v.)'nın yüzünün aynasının bir aksidir.Her iki âlem,Mustafa(s.a.v.)'nın bir kılına bağlanmıştır.
-Gönlünü ve canını O'nun aşkına veren kimse ne kahramandır!Düşüncesi daima Mustafa(s.a.v.) olan kimse ne huzur ve rahat içindedir.
-Her dertli,mihnete tahammül için biraz gönlünde kuvvet buluyorsa bu kuvvet Mustafa(s.a.v.)'dan gelir.Onun için her dertli O'na minnettardır.
-O Peygamberlerin Padişahıdır.Diğer peygamberler O'nun ordusudur.Yaradılıştan maksat O'dur.Bu kevn-ü mekân O'nun yüzü suyu hürmetine yaratılmış bir tufeyldir.
-Ümit sabahı Mustafa(s.a.v.)'nın güzel yüzüdür.Gayıp sırları O'nun ârif olan gönlünden doğar.
-Ümit eliyle Mustafa(s.a.v.)'nın eteğine yapışan herkes güneş gibi ayağını feleğin üstüne basar.
-O'nun aşkı ile gönlü mahzun olan her sîne ne bahtiyardır!Mustafa(s.a.v.)'nın yoluna kurban edilen can,ne aziz bir candır!
-Ümmetlerin cevahir madenlerinden çıkardıkları bütün lâ'l ve inciler Mustafa(s.a.v.)'nın (gzada kırılan) tek inci dişinin diyetidir.



-Alimlerin bindiği atın ayağından üstümüze sıçrayan çamur, şerefimizdir.

YAVUZ SULTAN SELİM


00005172.gif


kanuni.jpg


Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi...

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN


00005172.gif


M. Asım KÖKSAL


 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Selamun Aleyküm kardeşim;

Güzel bir konu açmışsınız teşekkür ederiz.İzniniz olursa bizde Yavuz Bahadıroğlu ndan bir kaç ek yapmak isteriz daha sonra.Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Yıldönümü sebebiyle Osmanlı yı tanıtacak başka konularda açalım inşaAllah.Umarım hayırlı olur ve büyüklerimizin hayatından feyz almak nasib olur.
Allah celle celalüh e emanet olun kardeşim :)
 

Guo1903

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Haz 2008
Mesajlar
2,657
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Selamün Aleyküm..
Osmanlı'nın kuruluş yıldönümü kutlu olsun.. İnşallah içimizdeki Osmanlı ruhunu ve sevgisini ebediyyen koruruz..
Gerçekten hepsi mühür gibi sözler.. Slaytının da güzel olacağını düşünüyorum.

Selam de dua ile..


Dünya Osmanlı'ya Muhtaç-1[YOUTUBE]VBAk1w4WHfg[/YOUTUBE]
Dünya Osmanlı'ya Muhtaç-2[YOUTUBE]3gSxV0PKLk4[/YOUTUBE]
Dünya Osmanlı'ya Muhtaç-3[YOUTUBE]DnFlhtgsNlA[/YOUTUBE]
 

OkanDemir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Eyl 2008
Mesajlar
177
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Buradan bir kitap önermek istiyorum Ahmet Akgündüz hoca nın Bilinmeyen Osmanlı eserini arkadaşlarımız temin edip okurlarsa çok şaşıracakları ve hoşlarına gidecek daha önce söylenmeyen birçok gerçeği bulacaklar.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selamun Aleyküm kardeşim;

Güzel bir konu açmışsınız teşekkür ederiz.İzniniz olursa bizde Yavuz Bahadıroğlu ndan bir kaç ek yapmak isteriz daha sonra.Osmanlı Devleti'nin Kuruluş Yıldönümü sebebiyle Osmanlı yı tanıtacak başka konularda açalım inşaAllah.Umarım hayırlı olur ve büyüklerimizin hayatından feyz almak nasib olur.
Allah celle celalüh e emanet olun kardeşim :)


Ve Aleyküm Selam kıymetli kardeşim..
Ben teşekkür ederim.. Değerli kardeşim, bu konuya sizlerin de katkılarınızı bekliyorum inşallah.. Ben de şu an araştırıyorum, buldukça ekleyeceğim.. Yavuz Bahadıroğlu'nun da sözlerini bekliyoruz inşallah:).. Osmanlı üzerine birkaç dökümanım daha var.. Bu konuya eklemeyi düşünüyorum..İnşallah hayırlı olur güzel kardeşim..Rahman c.c razı olsun ilginiz için.. En Güzel'e emanet olunuz. Selam ve Dua ile..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
II. Murad’ın muazzam vasiyeti

Tarihimizin parlak ya da karanlık sayfalarını süsleyen bir kısım Osmanlı hünkârlarının son anları, ibretli son sözleri ve vasiyetlerini birlikte okuyalım:

Peygamber müjdesine erişmiş dünyanın en gözde şehirlerinden olan istanbul’u bize hediye eden Fâtih gibi büyük bir insanı yetiştirerek tarihe altın harflerle geçmeyi hak eden Sultan II. Murad’ın vasiyeti şu şekildeydi:

“Tevekkülüm Hâlik’ımadır. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Salat ve selam Efendimiz Muhammed Mustafa’nın (asm) ve onun iyi, güzel ve temiz soyundan gelenlerin üzerine olsun. …

(Sultan Murad burada, Saruhan vilâyetinde bulunan malın üçte biri olan on bin filorinin şöyle harcanmasını vasiyet etmişti üç bin beş yüz filori, Mekke fukarasına; ve diğer üç bin beş yüz filori, Peygamberimiz şehri Medine fukarasına harcansın ve ondan beş yüz filori, yine Mekke ahâlisinden Kâbe ve Hatim arasında toplanarak yetmiş bin kere “Lâilâhe illallah” kelime-i tevhidini zikr edip sevabını adı geçen vasiyet sahibine itâ (göndermek) edenlere (Allah hayırlarını kabul etsin) harcansın.

Yine o paradan beş yüz filori, Peygamberimiz şehri Medine ahâlisinden Peygamberimizin mescidine toplanıp, Ravza-i Mutahhara’ya karşı oturarak yetmiş bin kere “Lâilâhe illallah” kelime-i tevhidini zikredip, sevabını adı geçen vasiyet sahibine itâ edenlere ve Kur’ân-ı Kerim’i defâlarca hatmedip, sevabını vasiyet sahibine itâ edenlere harcansın.

Geri kalan iki bin filoriden beş yüzü, Mescid-i Aksa’da Sahra kubbesinde yetmiş bin kere “Lâilâhe illallah” kelimesini ve defâlarca Kur’ân-ı Kerim’i okuyanlara harcansın… (Sultan son bölümde şunları vasiyet etmişti Mezarımın üzerine görkemli türbe yapmayın, üstü açık olsun ve vücudumu doğrudan doğruya toprağa gömün ki, Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti üstüme yağsın.”
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Fâtih Sultan’ın eşsiz vasiyetnâmesi

Fâtih’in aşağıdaki tek kelimeyle eşsiz ve muhteşem vasiyeti, Osmanlı’nın hangi insanî anlayışlar ve gayretler neticesinde “Saadet ve Selamet Cenneti” haline geldiğinin en parlak bir nişanıdır:

“Ben ki, İstanbul Fâtihi abd-i âciz (âciz kul) Fatih Sultan Mehmed, bizâtihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un Taşlık mevkiinde kâin (bulunan) ve mâlumu’l-hudut olan 136 bap (parça) dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde (doğrultusunda) vakfı sahih eylerim:

Bu gayri menkulâtımdan (taşınmaz mal) elde olunacak nemalarla (gelirlerle) İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsınlar, ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 yara sarıcı tâyin ve nasp eyledim (görevlendirdim). Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul’a çıkalar, bilâistisnâ (istisnasız) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar, var ise şifâsı ya da mümkünse şifâyap olalar (şifa vereler).

Değilse, kendilerinde hiçbir karşılık beklemeksizin Dârülaceze’ye (huzurevine) kaldırılarak, orada salâh (ferah) bulduralar... Ayrıca külliyemde inşâ eylediğim imârethânede (aşevi) şehit ve şühedânın harimleri (aileleri) ve Medine-i İstanbul fukarası yemek yiyeler. Ancak, yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip, yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.”

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
II. Beyazıd’ın vasiyeti ve cihat tuğlası

Sultan II. Beyazıd’ın, diğer Osmanlı pâdişahları gibi çıktığı seferlerde muvaffak olmayı arzuladığı tek gayesi vardı: İ’lâ-yı Kelimetullâh (Allah’ın adını yüceltmek). Rivayete göre II. Beyazıd, çıktığı seferlerde üstüne bulaşan tozları yok etmeyip biriktirerek bir tuğla döktürmüştür. Bundaki maksadı, cihat emrine uyduğunu ispatlamaktır. Hattâ bu tuğlayı ömrünün sonuna kadar yanında taşıdığı ve üstelik kabrine konulmasını dâhi vasiyet ettiği nakledilir.

Böyle bir vasiyette bulunabileceği, Kırım Hanı Mengi Giray’a gönderdiği şu mektuptaki, şiddetli bir cihat arzusu ve hassasiyeti taşıyan ifadelerden de bellidir: “Cihat ve gazâ emri, İslâm Dini’nin en baş yoludur. Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır. Fakat geniş topraklarımız üzerindeki reâyânın (halkın) hâllerinden yalnız ben sorumluyum. Yarın Allah’ın huzuruna vardığım zaman; “Bayezıd! Sana bunca iklimleri ihsân edip, cümle ibâddan (kullardan) seni seçtim ve birkaç günlük saltanatı ve hilâfeti sana lâyık gördüm. Kullarım arasında nice benim emrimi icrâ eyledin ve ne târik (yol) ile adâlet eyledin?” diye buyurduğunda hâlim ne ola ve ne hâl ile cevap vereyim diye düşünür dururum...”

Yavuz’un ölüm anı ve son sözleri

Devlet işlerinde devrin icabı, son derece sert ve müsâmahasız olmasına rağmen, ilim adamları ile sohbetinde ve özel hayatında, tam aksine gayet yumuşak olan Yavuz Sultan Selim, gecelerini ibadet ve kitap okumakla geçiren, birçok kerâmetleri olan velî pâdişahlardandı.

Sırtında çıkan bir sivilcenin azıp kötüleşmesiyle gelişen “Şirpençe” denilen hastalıktan vefat ettiği söylense de; tarihî kaynaklara göre, dedesi Fâtih gibi doktorlar tarafından yarasına sürülen zehirle öldüğü kuvvetle muhtemeldir. Yavuz Selim, ölüm döşeğinde son dakikalarını yaşarken hizmetkârı Hasan Can’a, Yasin Suresi’ni okumasını söylemeden önce “Hasan Can bu ne hâldir?” diye sorar. Hasan Can da: “Allah ile beraber olma zamanıdır Sultanım!..” şeklinde karşılık verir. Bu söz üzerine Sultan Selim ise: “Bre bizi bu zamana kadar kiminle bilirdin sen!..” der. Ve Yasin Suresi okunurken, “selam” ayetine gelindiğinde, büyük sultan ruhunu Rahman’a teslim eder.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Kanuni’nin son vasiyeti ve kabirdeki sandık

Kanuni Sultan Süleyman, 72 yaşında 13. ve son seferi olan Zigetvar Kalesine 1566’da hareket etmeden önce, oğlu II. Selim’e şu vasiyette bulunmuştu:

“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Hanım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır). Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir. Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin. Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin. Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir. Sen benim el yazım bilirsin. Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir benim değildir. Göreyim nice yerine koyarsınız. Dünya kimseye pâyidar (kalıcı) değildir. Umud edilir ki, bahâsıyla (değerinde) satarsınız. Hak Teâlâ bu seferi mübârek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz. Muhammed) hürmetine aleyhisselam.”

Cihan Sultanı, Zigetvar’da ruhunu teslim etmeden az evvel de şu anlam ve ibret yüklü veciz duayı yapmıştır: “Bütün ömrümce, yeryüzünü zaferlerime eşik ettin. Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı. Şimdi, artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine, şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster!..”

Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir. (Hastalığı esnasında bu sandukayı Şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti.) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir. İçinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır. Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde Şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır. Fetvaları gören Şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler: “Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”

KAYNAKLAR:

Joseph von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, Çev: Mehmet Ata, C.2, İst.1330, s.293; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih, Haz: İsmet Parmaksızoğlu, Ank.1992, Kül. Bak. Yay.; Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, Haz: F. Reşit Unat, M. Altay Köymen, Ank.1987, T.T.K. Yay.; Mustafa Nuri Paşa, Netâic’ül-Vuku’ât, Haz: N. Çağatay, Ank.1987, T.T.K. Yay.; Mehmed Neşrî, Neşrî Tarihi, Haz. M. Altay Köymen, C.1, Ank.1983; Tayyarzâde Ahmed Atâ, Târih-i Atâ, C.1, İst.1293; Solakzâde Mehmed Hemdemi Çelebi, Solakzâde Tarihi, C.1; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ank.1982, T.T.K. Yay.; İ. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İst.1972, Türkiye Yay.; Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, İst.1994, Ötüken Yay.; Tarih Sohbetleri, İst.1988, Ötüken Yay.; Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yay.; Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, İst.1332; Nihad Sami Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, İst.1984; Hüseyin Algül, Büyük Fetih ve Sonrası, İzmir 1989; Erol Güngör, Tarihte Türkler, İst.1989; Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, C.1, İst.1977; İbrahim Refik, Efsane Soluklar, İzmir 1992; Burhan Bozgeyik, Meşhurların Son Anları, İst.2003, Cihan Yay; İsmail Çolak, Doğu-Batı Kavşağında Osmanlı, İst.2004, Gelenek-Okul Yay.

İSMAİL ÇOLAK
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
OSMANLI HAKKINDA BATILI ARAŞTIRMACILARIN SÖYLEDİĞİ SÖZLER



a-a3.gif


Osmanlı toplumu kendine öz güveni yüksek, moralli ve umutlu bir toplumdur. Yenilse bile umutlarını yitirmemekte, mağlubiyetin kendisinde bir aşağılık duygusu oluşturmasına izin vermemektedir.
“Harp talih işidir, kaderdir, başarı ve başarısızlık ebedi değildir” anlayışı içinde başarıdan şımarmayan, başarısızlığa ise teslim olmayan sağlam bir karaktere sahiptir.


Georges Young

a-a3.gif


“Bütün Osmanlılar içinde hayat şartlarının eşitsizliğinden şikâyet edebilecek yegane insan padişahtır. Aynı zamanda hem herkesten üstün, hem herkesten aşağı bir vaziyette bulunan padişah istediği gibi bir evlilik yapma yetkisinden bile mahrumdur.” (S. 122).

“Osmanlı ülkesinin hiçbir tarafında halktan üstün sayılabilecek beylerle asilzâdelerden oluşmuş hiçbir yüksek tabaka, yahut soylular sınıfı yoktur.”



(Chalcondyle, Histoire générale des Turc, Paris, 1662)


a-a3.gif



“Ben Osmanlı mülkünde takriben ondört sene kaldım. Bütün şekâvetler gibi hırsızlığın da son derece nadir olduğunu gördüm. Hususiyle İstanbul’da hiçbir hırsızlık hadisesi olmadığına şahit oldum. Yol kesip haydutluk yapanların cezası ağırdı. Ondört sene içinde bu cezaya altı haydut çarptırıldı. Bunlar da hep Rum ırkından idi. Türkler’de yankesicinin olduğu malûm değildi. Bunun için ceplerin, el çabukluğundan korkusu yoktu.” diye yazıyordu.


La Motraye

a-a3.gif


“Türkler’in namuslu oluşlarını ifâde etmek hususunda bir an bile tereddüt edemem. Ben dalgın bir kimseyim. Muhtelif dükkânlardan öte beri satın alırken bazen kesemi, bazen vakti anlamak için baktığım saatimi eşya yığınları arasında unuttuğum çok olmuştur. Bazen de vereceğim paranın iki mislini bıraktıktan sonra, dükkâncının fazla verdiğim parayı görmesine vakit kalmadan çekip gittiğim olur. Fakat şunu ifade edeyim ki, benim bütün bu hallerime rağmen Türk dükkânlarında hiçbir şeyim ve bir tek meteliğim bile kaybolmamıştır. Zira dükkâncılar, vaziyeti anlar anlamaz peşimden hemen adam koştururlar. Eğer dalgınlığımın neticesini anladıktan sonra dükkâna dönememişsem, o zaman da unuttuğum şeyi iade için ikâmetgâhımın bulunduğu Beyoğlu’na kadar adam gönderirler. Bu hal bir kez değil, defalarca tahakkuk etmiştir.”


A de la Motraye[FONT=&quot][/FONT]
a-a3.gif



“... Yola çıkışımızı seyretmek için halk etrafımıza toplanmıştı; fakat hiçbir hakarete uğramadığımız gibi eşyamızdan da hiçbir şey zâyi olmadı. Osmanlı’da doğruluk, sokaklarda dahi bir fazilet halindeydi. Kahvenin önündeki ağaçların altında oturanlar ve yoldan gelip geçen çocuklar, at ve arabalarımıza eşyalarımızı yüklerken bize yardım ettiler. Yere düşen öte berilerimizi ve unuttuğumuz şeyleri toplayıp kendi elleriyle bize getirdiler.”


La Martines


 

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Selamünaleyküm değerli kardeşim
Allah razı olsun çok güzel ve faydalı bilgilerin olduğu bir konuyu paylaşıma açmışsın emeğine sağlık ...
Osmanlı imparatorluğunun kuruluşunun 710. yıldönümünü kutluyorum...öyle bir imparatorluk ki; altı asır boyunca yedi deniz üç kıtaya hakim olmuş, adaleti asla elden bırakmamış , yönetimi altında bulunan milletlere asla ayrımcılık yapmamış ,savaşlarda kadınlara, çocuklara ve yaşlılara dokunmamış, kimseye zulüm yapmamış...ve daha nice güzel şeyler var yazacak...o günden bu güne kadar gelmiş geçmiş mübarek zatların ve nesli geçmiş aziz şehitlerimizin ruhları şad olsun....
selam ve dua ile kalın....
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
25uu8wn4.gif



”Bütün gezilerimde Türkler’in hatırşinaslıklarıyla lütufkârlıklarını gösteren birçok olaylarla karşılaştım. Şahit olduğum deliller beni bu milletin iyi kalpli ve insanı minnettar edecek hareketlere pek meyyal olduğuna... ikna etmiş oldu. İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lütufkârlığıyla misafirperverlik aşkına şahit oldum. Rast geldiğim hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlik etme teklifinde bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda elinden gelen ikramda kusur etmemek suretiyle de hep aynı kibarlığı gösteriyordu."



L.H. Delamarre


25uu8wn4.gif



Jean Thevento 1655-1656 yıllarında İstanbul’da kalmış ve Osmanlı insanının nasıl yaşadığını kendi sefernâmesinde kaydetmiştir. Onlardan bazıları: “Türkler sıhhatli yaşarlar ve az hasta olurlar. Bizim memleketlerdeki böbrek hastalıkları ve daha bir sürü tehlikeli hastalıkların hiçbiri onlarda yoktur. İsimlerini dahi bilmezler. Öyle zannediyorum ki, Türkler’in bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık yıkanmaları ve yiyip içmedeki itidalleridir. Onlar, gayet az yerler. Yedikleri de, Hristiyanlar gibi karmakarışık değildir. Yemeklerden evvel ve sonra elleri yıkamak, Türkler arasında vazgeçilmeyecek derecede umumi bir âdet hükmünü almıştır.” Yine aynı yazara göre: “Türkiye’de sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır. Önünüze sıcak suyla sabun getirilir. Büyüklerin konaklarında ya gül suyu ya da güzel kokulu başka bir su da ikram edilir. Bunlarla da mendilinizin bir ucunu ıslatırsınız.” Başka bir Avrupalı, Durdent: “Türkler, dînî bir vazife olarak günde beş vakit namaz kılmak ve birçok defa abdest almakla mükelleftirler. Onlar bu şekilde rûhen de temizleneceklerine inanırlar.” diye yazıyordu. Bu konuda Dr. Brayer de Durdent ile hemfikirdir. O, bu konuda şöyle yazmaktadır: “Osmanlı, yıkanıp temizlenmeyi hiçbir zaman ihmal etmez. Tâkatten düşse bile çocukları, uşakları veya hanımı vasıtasıyla yıkanıp temizlenir. Öldüğü zaman da cenazesi bile şeriat ahkâmına göre yıkanıp temizlenmeden tabutuna konulmaz. Oysa Avrupalılar, hastalandıklarında veya tâkatten düştüklerinde temizlik kaygısını umumiyetle unutuverirler. Ölünce de evinde bulunabilen en kötü beze sarılıp dikildikten sonra tabuta konulurlar. Ailesi cesedinin en sathî bir şekilde temizlenmesini aklından bile geçirmez.”



25uu8wn4.gif



Du Loir’in “Les voyages du sieur Du Loir “ adlı eserinde Osmanlı hakkında şöyle yazmaktadır: “Türk örf ve âdetlerinin son özelliğini de birkaç kelimeyle özetleyeyim.Yalnız insanlar değil, hayvanları bile kapsayan hayırseverlikten söz etmeğe değer. İnsanlara ait olan Türk hayırseverliği cemiyetin her kesimini içine alır.Bütün Osmanlı’da imaret denilen misafirhaneler vardır. Bunlarda hangi dinden olursa olsun bütün fakirlere ihtiyaçları oranında yardım edilir. Hiçbir ayırım yapılmaksızın bütün yolcular imaretlerde üç gün kalabilirler ve kaldıkları müddetçe her öğün birer tabak pilavla ağırlanırlar. Bu misafirhanelerde atlar için büyük ahırlardan başka çeşmeler de yer alır. Bazen bu çeşmelerin suları çok uzak yerlerden getirilir. Şehirlerdeki bu imaretlerden başka, yol boylarında herkese açık Kervansaray denilen binalar da vardır. Yakındoğu’da bunlardan başka otel yoktur. Bazı Türkler de hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzlukdan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller yaptırır; bunların içinde aylıklı memurlar bulunur,vazifeleri isteyenlere su vermektir. Yine aynı iyilik ve yardımseverlik duygusu kimisinin nehirler üzerine köprüler yaptırmalarına sebep olur. Bütün bunlardan daha ilgi çekici ve takdir edilecek olanı da binaları yaptıranlar kendilerini beğenmiş kimseler olmamalıdır.”


25uu8wn4.gif



“Haksızlık, tefecilik, tekelcilik ve hırsızlık gibi suçlara Türkler arasında rastlamak mümkün değildir. Gerek vicdânî bir akideden, gerekse ceza korkusundan dolayı olsun, Türkler o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan ister istemez onların doğruluklarına hayran kalır.” der. Ubucini “Bu muazzam payitahtta dükkân sahipleri, herkesçe malum vakitlerde dükkânını açık bırakıp namaza gider. Geceleri evlerin kapıları alelâde bir mandalla kapatılır. Buna rağmen senede yalnız üç-dört hırsızlık vak’ası bile olmaz. Ancak ahalisi sırf Hristiyanlardan ibaret olan Galata ile Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinayet vak’alarının yaşanmadığı bir gün bile geçmez. Taşralarda da iffet ve istikamet aynı derecededir.”

Comte de Bonneval

25uu8wn4.gif


“Osmanlıların hoşgörüsü ister siyaset, ister hâlis insanlık, isterse başka bir şey olsun; şu bir gerçektir ki, Türkler yeni zaman içinde milliyetlerini tesis ederken, din hürriyeti umdelerini temel taşı olarak koymuş bir millettir. Sürekli Yahudi ve Hıristiyan tazyiklerine mukabil, Türkler'in Balkanlar’a girmesinden sonra, yerli gayrimüslimlerle yeni gelen Müslümanlar yüzyıllarca âhenk içinde yaşamışlardır.” Gibbons’un, başka bir değerlendirmesi de şöyledir: “(Osman Gazi) Ne kendisinin ne de kendisinden sonra gelenlerin müsamahakârlığına kimse bir şey diyemez. Eğer bunlar, Hristiyanlara ezâ etmeye, sıkıntı vermeye kalkmış olsa idi; Rum ve Ermeni kiliselerini yıktırmış olsaydı; Osmanoğulları’nın bu kadar gelişmesi, yerli halkın Müslüman olması mümkün olamazdı. Osman Gazi’nin eseri, daha devamlı ve neticeleri itibariyle tesiri çok daha geniş ve kapsamlı idi. O, sükûnet içinde iş görüyordu. Osman Gazi’den başka hiç kimse, 600 sene hüküm süren bir devlete adını verememiştir.”


Gibbons

25uu8wn4.gif



 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
25uu8wn4.gif


"... Müslüman-Türk nezaketinden bahse mecbur olduğumu zannediyorum... (Nezaket) Türkler'de bilakis milli seciyelerini teşkil eden sarsılmaz hakkaniyet ve adaletle hayırhahlık ruhunun tabii bir neticesidir. Zaten Kuran'da nezakete ait ayetler vardır ve o mukaddes kanunun bütün düsturları gibi bu ayetler de aynen ve harfiyen tatbik edilir."



(A. Brayer)

25uu8wn4.gif


"Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız hepsinde birer derebeyi ihtişamı vardır. Hepsi aynı terbiyeyi görmüş ve bir nevi asalet vakarı içinde yetişmiş oldukları için, eğer kıyafet farkları olmasa, İstanbul'da bir aşağı tabakanın mevcut olduğunu ilk bakışta hiç kimsenin fark etmesine imkan olamaz... Gerçekten, görünüşe göre İstanbul'un Türk halkı Avrupa'nın en nazik ve en kibar cemaatidir."

(Edmondo de Amicis, Yazar)

25uu8wn4.gif


"Dünyada esirlere, kölelere, cariyelere ve hatta kürek mahkumlarına Müslüman Türkler'den daha iyi bakan ve daha iyi muamele eden hiçbir millet yoktur."

(Mouradgea d'Ohsson)

25uu8wn4.gif


"Öfke ile intikam hissinin mahsulü olduğu kadar kumarbazlığın da tabii bir neticesi olan küfürbazlık Hıristiyan memleketlerinde müthiş surette ve tamamıyla kafirce sarfedilip durduğu halde, Türkiye'nin ne sokaklarında duyulabilir, ne de evlerinde işitilir. Bu halin bizim yüzlerimizi kızartacak ve bizi hayretler içinde bırakacak tarafı da şudur ki, Türkler'in yalnız ağızlarında değil, dillerinde de küfür kelimeleri yoktur. Onlar yalnız 'Vallah' diye Allah'a kasem ederler."

"Bu milletin o kadar tatlı bir konuşma tarzı vardır ki bütün medeni milletlere örnek olabilir."

(Charles Mac Farlane)

25uu8wn4.gif


"Türkler ağırbaşlı ve düşüncelidirler... Türkler'in umumi vasıfları olan ağırbaşlılıkla vakar, nezaket tezahürleriyle selamlaşma merasimlerine büyük bir heybet izafe eder."

(T. Thornton)

25uu8wn4.gif


"Türk çocukları başka memleketlerdekilere benzemezler. Ne gürültü ederler, ne de ağlayıp dururlar. Şarkta geçirdiğim üç seneye yakın zaman zarfında hiçbir Türk çocuğunun bağırıp çağırdığını işitmedim. Mektebe gittiklerini gördüğüm yavruların tavırları sakin, yürüyüşleri tıpkı yaşlı başlı Osmanlılar gibi vakurdu."

(A. Ubicini)

25uu8wn4.gif


"Türkler'in riayet ettikleri İslam'ın beş şartının dördüncüsü de zekattır... Türkler bu şartın ifasında kusur etmezler, çünkü çok hayır severler; din ve mezhep ayırt etmeksizin ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun, bütün muhtaçlara yardım ederler; onun için Türkler arasında fukaraya pek az tesadüf edilir... Kimisi daha hayattayken servetiyle fukaraya bakar, kimisi ölürken hastaneler tesisi yahut köprülerle kervansaraylar veyahut yol boylarında çeşmeler inşası için muazzam sermayeler bırakır; hatta birçokları da bu hayrat ve hasenatı daha sağlıklarında yaparlar; bazıları ölürken köleleriyle cariyelerini azat ederler; keseleriyle hayrat yapamayanlar ana yolların tamirinde çalışarak, yol boylarındaki su haznelerini doldurarak, sellerde suların civarında durup yolculara tehlike işareti vererek kollarıyla hayır işlerler, bütün bunlara mukabil katiyen para almazlar ve hatta eğer teklif edilecek olursa para için değil, fisebilillah çalıştıklarını söyleyerek reddederler."

(M. Thevenot)

25uu8wn4.gif

 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Duvardaki rafta bulunan Kur'an-ı Kerim'e hürmeten;el bağlayıp,boyun bükerek,sabaha kadar hürmet duruşunda bekleyen,Osman Gazi:

"Allah Kelamı karşısında ayaklarımı uzatıp yatamazdım."


****

Osman Gazinin oğlu Orhan'a vasiyetinden;

"Benim soyumdan her kim ki doğru yoldan,adaletten geri kalırsa,mahşer gününde Peygamberimizin şefaatinden mahrum kalsın!



****

Birinci Kosova savaşında Murad Hüdavendigar,şöyle dua ediyor;

"Senin adına savaşan Müslümanları muhafaza buyur!Bilmeyerek günah işlemişsem,Lütfuna sığındım beni affeyle!Günahlarımı Müslümanlara ödetme.Büyük Allah'ım İslamın ve Müslümanların üstüne gelecek belalar bana gelsin,onları koru!İslamın buradaki zaferi benim kurban olmamam bağlı ise,ben kurban olayım!Şehitlikten başka bir düşüncem yoktur.Ben Şehit olayım,yeterki İslam ordusu zaferle dönsün..."


****
Şehzade Yıldırım Bayezid;

"Zaferi,zafere inanan kazanır,inanmayan kaybeder.Biz şimdiye kadar düşmandan perva etmedik,bundan sonrada etmeyiz."


****

Kaynak:Yavuz Bahadıroğlu/Osmanlı Tarihi
 

yarensin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Eyl 2008
Mesajlar
978
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
Kıymetli kardeşim yazmış olduğun bilgiler için çok teşşekkür ederim...bu konuya cok hassasım ve okumayıda cok sevıyorum yazdıklarınızdan bazılarını bilmiyordum öğrendim ama bunların kitaplığımdada bulunmasını istiyorum bildiğiniz birkaç kitap ismi yazarsan beni çok sevindireceksin....tekrar tekrar ellerine sağlık kardeşim...cevabını bekliyorum...
 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
41
Konum
sakarya
-Alimlerin bindiği atın ayağından üstümüze sıçrayan çamur, şerefimizdir.

YAVUZ SULTAN SELİM

selamun aleykum aliyeciğim.Hamdolsun OSMANLI gibi bir ecdadımız var.Rabbim hepsine gani gani rahmet eylesin.Ben abdülhamithanın bir hatıratını eklemek isterim.

Japonya ve Abdülhamit Han'ın Vasiyeti
Tokyo'da bir mezar taşı;

"Bismillahirrahmanirrahim
Hüvel hayyüllezi layevmud üstaz ve katibil kebir seyyah ve mücahid-i şehir el hac kadı Abdurreşit Hazret İbrahim; Sibir Türklerinden, Tobul vilayeti, Tari şehrinden Hicri 1239, Miladi 1852."

Bu mezar taşı, İslam'ın güzelliklerini anlatmak için dönmemek üzere Japonya'ya gitmiş Abdürreşit İbrahim'e ait. (r.a.)

7 Eylül 1852'de doğmuş, 31 Ağustos 1944 Cuma gecesi vefat etmiş. Tokyo'da yemyeşil bir mezarlıkta gayet mütevazı kabrinde yatıyor.

Tokyo'ya gidip de mezarını ziyaret etmemek, başında Fatihalar okumamak düşünülemezdi.




Ahlaken Müslüman olarak tanımladığı Japonlara İslam'ı anlatmış, Japon imparatorluk ailesi ile yakın dostluk kurmuş, çok iyi düzeyde Japonca öğrenmiş, İslam hakkında Misyonerler tarafından yayılan yanlış kanaatleri tashih etmişti.

Japon gazeteleri konferanslarına büyük ilgi gösteriyor, konuşmaları bütün gazetelerde yer alıyordu. Japonların gönlünde âdeta taht kurmuştu.

Vefatı, gerek İslam dünyasında, gerekse ikinci vatanı Japonya'da büyük üzüntü ile karşılanmıştı. Japon devlet radyosu ve diğer basın organları tarafından bu elim haber her yere duyurulmuş, cenazesine iştirak etmek isteyenlerin çokluğu üzerine üç gün bekletildikten sonra büyük bir törenle toprağa verilmişti.

Büyük bir heyecan ile Japonya'da hizmet eden Abdürreşit İbrahim, kendisinin yetemediğinden hareketle, dönemin Halifesi Sultan Abdülhamit Han'a mektup yazarak Devlet-i Aliye'den yardım istemişti. Mektubunu da Halifeyi ziyaret edecek olan Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens ile göndermişti.

Japon Prensin bu ziyaretini ve Abdürreşit İbrahim'in mektubu hakkında Sultan Abdülhamit Han'ın düşüncelerini gene Sultan Abdülhamit Han'ın ağzından okuyalım.

Hadiseyi Fethi Okyar naklediyor;

"Şimdi size hicran olmuş bir hatıramdan bahsetmenin sırasıdır beyefendi oğlum... Tarihini sarih olarak söyleyemeyeceğim, fakat Ruslara karşı kazandıkları zaferin arifesinde idi. Japon İmparatorluk ailesine mensup bir Prens, beni ziyarete geldi. İmparatorundan hususi bir mektup getiriyordu. Benden, İslam dininin muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir dini-ilmi heyet istiyordu. Bunun sebebi vardı. Orada İslamiyet'i yaymayı, mukaddes vazife sayan Abdürreşit İbrahim isimli, aslı Kazanlı olan bir Müslüman âliminden mektup almış, Japonya'daki İslami tamim hareketine yardımcı olmam istenmişti.

İslam âleminin Halifesi idim. Bir taraftan daima iftihar ettiğim ve hizmetkârı olmaya çalıştığını bu âli vazife, diğer taraftan ruhumda bu mahiyette şerefli hizmete duyduğum hasretle, mümkün olan her şeyi yaptım, fakat bu yardımım daha çok maddi sahada kaldı. Çünkü Abdürreşit İbrahim Efendi, bizim din adamlarımızdan başka hüviyet içinde idi. Türkçe, Arapça, Farsçadan başka Rusça, Japonca biliyordu. Avrupa'yı baştan aşağı dolaşmıştı; Çin'i bile görmüştü. Kırk yaşından sonra Fransızca ve Latinceyi de öğrendiğini yazmıştı. Japonya'da Şinto dininin değişen şartlar içinde Japon münevverlerini tatmin etmediğini, mantık, akıl, ilim, ruh birliği ve cihanşümul (evrensel) felsefeyi temsil edecek bir dini-manevi hareketin, Japon milletince benimseneceğini, İslamiyet'in de aslında bütün bu vasıfları ihtiva ettiğini, sadece hakikatleri izah edecek kudret ve ilmi-manevi kifayette şahsiyetlere ihtiyaç olduğunu yazmıştı. Japon imparatorundan, ailesinden bir Prensin ziyareti ile böyle bir mektup da alınca, mevcudun ehemmiyeti hadise olarak önümde idi.

Fakat bizdeki din adamlarının ilmi ve manevi seviyelerini çok iyi biliyordum; Pederim merhum Sultan Abdülmecid'in büyük ümitlerle genişlettiği Tıbbiye için Avrupa'dan getirttiği ecnebi muallimlerden ders alanların kâfir olacağını söyleyen ulema benim saltanatımda da yerindeydi. Bilhassa Anadolu'da, bu mekteplerde okumanın selabet-i diniyeyi zedelediği hala telkin ediliyor.

Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim... Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet'in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi... Fakat Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerini yetiştirecek feyyaz membalar da artık mevcut değildi. Medreselerimiz birer ilim-irfan kaynağı olmaktan mahrumdu..." diyor ve ekliyor Sultan Abdulhamit Han; "Bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var. Saltanat müddetim sırasında en çok hatırladığım hakikatlerden birisi demir tavında dövülür darb-ı meselemiz olmuştur."

Evet, Sultan Abdulhamit Han bunları söylemiş. Demek koca bir Devlet-i Aliye boşuna yıkılmıyor. Halife Japonya'da İslam dinini anlatacak istenilen vasıfta bir âlim bulamamış ve bu meseleyi gelecek nesillere havale etmiş.

Gelelim günümüze. Bir vesile ile Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan Cemal Uşak ile Japonya'ya gitmiştim. Uzun zamandan beri merak ettiğim Japonya'yı ve Japonları kaldığım süre içerisinde az da olsa tanıma fırsatı buldum.

Japon insanının çalışkanlığını, dürüstlüğünü, tevazuunu, insana saygısını, yani İslam'a ait bilumum güzel hasletlere sahip olduğunu görünce aynı Abdürreşit İbrahim gibi dedim ki; 'Bu Japonlar ahlaken Müslüman'.

Mehmet Akif, "Süleymaniye Kürsüsü"nde adlı eserinde Abdürreşit İbrahim'in ağzından bakın Japonları nasıl anlatıyordu;

"Sorunuz şimdi de Japonlar nasıl millettir?
Onu tasvire zafer-yâb (amacına ulaşan) olamam hayrettir.
Şu kadar söyleyeyim; din-i mübinin orada,
Ruh-u feyyazı yayılmış yalnız şekli: Buda.
Siz gidin saffet-i İslam'ı Japonlarda görün.
O küçük boylu, büyük milletin efradı bugün.
Müslümanlıktaki erkan-ı sıyanette ferid.
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid."

"Müslümanlık sanırım parlayacaktır orada
Sâde, Osmanlıların gayreti lazım arada."

Bediüzzaman da "Divan-ı Harbi Örfi" adlı eserinde Japonlar hakkında şöyle der; "Kesb-i medeniyette (medeniyet elde etmekte) Japonlara iktida (uymak) bize lâzımdır ki, onlar Avrupa'dan mehasin-i medeniyeti (medeniyetin güzelliklerini) almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası (varlığının temeli) olan âdât-ı milliyelerini (milli adetlerini) muhafaza ettiler."

Her ne kadar Batı kültürünün girmesi ile biraz dejenere olmuş olsa da Japon halkı o güzel hasletleri hala devam ettiriyorlar.

İlk hızlı tirenin 1960 yılında kurulduğunu, dakika rötar yapmadan işlediğini görünce 'ana yurdu demirağlarla ördük dört baştan' sözünü ve demiryollarımızın bu günkü halini düşündüm. Petrol dâhil, hiçbir madeni olmayan bu ülkenin geldiği noktaya imrenerek baktım.

1870 yılında Ziya Paşa yazmış olduğu gazelinde; 'Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i İslami bütün viraneler gördüm' demişti.

2008 yılı itibarı ile Japonya'da gördüğüm kâşaneler ve Japon ahlakı; bununla birlikte âlemi İslam'ın hali hazırdaki perişaniyeti ve geri kalmışlığı ve bir Japon'un 'bir Arap inşallah demişse bilin ki o iş olmaz' demesi karşısında ezildim ama bir taraftan da Japonya'da ki hizmet erlerini görmek içimi aydınlattı.

Kaldığım süre içerisinde Osaka, Okayama, Hiroşima ve Tokyo şehirlerini gezdim. Beni en çok heyecanlandıran Abdülhamit Hanın gelecek nesillere havale ettiği misyonu sırtlanan o Altın nesli oralarda görmem oldu.

Türkiye'den gitmiş pırıl pırıl gençler gördüm. Hizmet düşüncesi ile 15 yıldan beri orada olan aynı zamanda mastır ve doktora yapan arkadaşları tanıdım. Mükemmel Japoncaları ile eşleri ile birlikte omuz omuza ülkemizi ve kültürümüzü oralara taşıyan hizmet erleri ile gurur duydum.

Bu hizmet erlerinden bir demet ile Abdürreşit İbrahim'in kabrinin başında dualar ederken Sultan Abdülhamit Han'ın ızdırabının bir nebze dindiğini, öbür âlemden her ikisinin de günümüzün bu kahramanlarının alınlarından öptüğünü düşündüm.


Sultan Hamid, İslam'ı hakkı ile temsil edebilecek yetişmiş insan bulamayınca bu gibi işlerin muayyen başlama devri ve zamanı var demişti.

İşte o devir ve vakit geldi.

Bu gün, bu vasiyeti yerine getiren hizmet erlerinden, o isimsiz kahramanlardan ve sebep olanlardan Allah razı olsun.
ALINTI
Nimetullah hocada çok uğraşıyormuş japonyada.Çok iyi insanlarlar olduğunu söylemişti.Aynı şekilde büyükbabamda.Kendisi avustıryadaya ordan tanıyor az çok japonları:)Rabbim sadece ALLAH için çalışanlaran gerçekten razı olsun
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Kıymetli kardeşim yazmış olduğun bilgiler için çok teşşekkür ederim...bu konuya cok hassasım ve okumayıda cok sevıyorum yazdıklarınızdan bazılarını bilmiyordum öğrendim ama bunların kitaplığımdada bulunmasını istiyorum bildiğiniz birkaç kitap ismi yazarsan beni çok sevindireceksin....tekrar tekrar ellerine sağlık kardeşim...cevabını bekliyorum...


Selamün Aleyküm Kardeşim..
Allah c.c razı olsun, teşekkür ederim
ilginiz için, nasipse bu kısma bazı sözleri eklemeye devam edeceğiz inşallah.. Hassasiyetinizi bildirmeniz güzel.. Sözkonusu olan tarih olunca kaynaklar çok önemli.

Nokta Yayınları / Halil İbrahim İnal-Osmanlı Tarihi
Eren Yayıncılık / Osmanlı Devleti'nin Ekonomik ve Sosyal Tarihi
Osmanlı Yayınları / Belgelerle Osmanlı Tarihi- Ömer Faruk Yılmaz
Çamlıca Basım Yayım / Cihannüma - Prof. Dr. Necdet Öztürk

Benim şimdilik acizane önerebileceklerim bunlar değerli kardeşim. İstanbul'da iken, Hüdayi'de eğitim gören bir arkadaşımın hediyesi olan Osman Nuri Topbaş'ın ''Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı'' adlı eserini şu an okumaktayım.. Bu da gayet güzel bir eser, edinebilirseniz tavsiye ederim.. Son dönemleri için de Kadir Mısıroğlu'nun teşhisleri güzel, istifadelenirsiniz inşallah.. Selam ve Dua ile. Rabbimize emanet olunuz.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com

25uu8wn4.gif


"Bizde (Fransız ordusunda) 10 kişi, Türklerde 1000 kişinin yapacağından fazla gürültü yapar."

(Bertrandon de la Brocquiere)


25uu8wn4.gif



"Mâhir bir kumandan, Türk askeriyle dünyayı kutuptan kutba kadar katedebilir."

(Vandal)

25uu8wn4.gif



"Seleflerinin gayretleri sayesinde, Sultan Süleyman öyle bir orduyu emri altında bulunduruyordu ki, kuruluşu ve silahları bakımından bu ordu, dünyanın bütün diğer ordularından dört asır ilerideydi... Her Türk askeri yalnız başına seçkin bir Avrupa taburuna bedeldi."

(Benoist Mechin)

25uu8wn4.gif


"Kudretli Türk ordusu, bir tek emirle, tek vücut ve iyi kurulmuş bir makina halinde harekete geçiyordu."

(Henri Hauser)

25uu8wn4.gif


“Osmanlılarda insan en değerli varlıktır. Çünkü Kur’an böyle diyor. Bu durumda insana baskı ve şiddet uygulanabilir mi?”

(İngiliz yazar Th. Thornton, 1807)

25uu8wn4.gif


"Hıristiyan halklar Bizans ve Latin devletleri zamanında bulamadıkları çok iyi yönetilen bir idare karşısında bulunmaktaydılar. Asla sistemli bir zulüm görmemekteydiler. Tam aksine imparatorluk, İstanbul başta olmak üzere, işkence gören İspanyol Yahudileri'ne bir sığınak olmuştu. Hiçbir yerde zorla İslamlaştırma olmamıştır."

A. Miquel

25uu8wn4.gif


“Türk hükümdarı 20 ayrı dine mensup halkı, sulh ve sükûn içinde idare ediyor. Türk vakâyinâmelerinde, çeşitli din mensuplarının tevessül ettikleri herhangi bir isyana tesâdüf edilmiyor. (Filistin’e) İsrail’e, İran’a, Türkistan’a gidin, oralarda aynı sükûnet ve müsâmahaya rastlayacaksınız.” Lamartine’ye göre: “Onların yurdu, efendiler diyârıdır. Fazilet ve âlicenaplık bu milletin en büyük vasfıdır. Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında, fâtih millet ile fethedilen millet unvanından başka bir ayrılık yoktu. Müslüman Türkler’in, egemenlikleri altına aldıkları Hristiyan toplumlara, uygarca tanıdıkları dinî hoşgörünün kesin delilleri, bu yerlerdeki hayatın kendisidir. Bağdat ve Şam’dan Tuna’ya kadar, Karadeniz’den Adriyatik kıyılarına kadar her yer, İran, Suriye, Güney ve Orta Anadolu, Trakya, Bulgaristan, Sırbistan ve Arnavutluk, Hristiyan köy, kasaba ve şehirleriyle doludur."

Voltaire


25uu8wn4.gif


“Müslüman yönetimin hoşgörüsü konusunda en mühim tanıklık, takibe uğrayan Hristiyanların ve diğer mezhep mensuplarının kendi dinlerini serbestçe icra edebildikleri Müslüman topraklarına iltica edişleridir. l5.asır sonlarında takibata uğrayan İspanya Musevîleri büyük bir topluluk olarak Türkiye’ye iltica etmiştir.”

E. Alexander Powell

25uu8wn4.gif






 

ishakyakup

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Tem 2007
Mesajlar
549
Tepki puanı
21
Puanları
18
Yaş
44
Konum
Gebze
Selamün aleyküm...

harika bir konu, harika bir paylaşım..ALLAH emek sahiplerinin ecrini ziyade eylesin.. şanlı ecdadımızın kıymetli şefaatlerine nail eylesin..
bir yandan dedemizle grur duyuyoruz..
öte yandan utanıyoruz halimizden..
bu yazı vesilesi ile hasretlendik ecdadımıza.
en kısa zamanda istanbula kabri şeriflerini ve camii şeriflerini ziyarete gideriz inşaAllah..


"EY ALLAH'IN BAHTİYAR KULLARI....
OSMANLI'NIN YETİM TORUNLARI..."

rahmetli bayram hoca böyle hitab ederdi cemaatine..
 

osman gazi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
28 Ara 2008
Mesajlar
716
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Medine Muhafızı

Osmanlı'nın edeple taçlaşmış iman anlayışının gereği olan Hazreti Peygamberi'nin(sav) şehrini bir valinin adının altına sokamayacağı saygı ve edebi ile, oraya göndereceği idareciyi `Vali " yerine "Medine Muhafızı " diye isimlendirme hassasiyetini gösterdiğini

Dünyanın ilk Toplu Sözleşmesi

Dünyada ilk toplu sözleşmenin Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirildiğini. Kütahya Vahid Paşa kütüphanesinde bulunan şeriye Mahkemesi sicilinin 57'ci sayfasında kayıtlı belgeye göre, yeryüzündeki bu ilk sözleşme Kadı Ahmed Efendinin tasdiki ile 24 işyeri ile işçileri arasında imzalandığını .

Bu sözleşmeye göre, "Kalfaların, yardımcıların, ustaların ve vasıfsız işçilerin yevmiyeleri"nin tesbit edilip, her gün belli sayıdaki fincan imali karşılığı alacakları

Haram Yemeyen Ordu

Osmanlı ordusunun, İslam'ı tek bir bayrak altında toplamak gayesiyle Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arazide mola verdiğinde Yavuz Sultan - Selim'in bütün askerlerin heybelerini arattığını ve hiçbirinde meyve cinsinden birşey çıkmaması üzerine ellerini Ulu Dergah kaldırıp:

"Allahım, sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lutfettin. Eğer askerimin içinde tek bir kişi sahibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım Mısır seferinden vazgeçerdim'.' diyerek Rabbine sonsuz hamd ü senalarda bulunduğunu

Barbar Kim?

Bizans'ı kurtarmak üzere İstanbul'a çağrılan Haçlı ordularının Hristiyanlığın mukaddes kilisesi Ayasofyanın tepesinde ki altın haçı sökerek eritip sattıklarını...

Yıllar sonra Osmanlı ordusunun İstanbul'un fethi sırasında bir yeniçerinin, fetih hatırası olarak saklamak maksadıyla Ayasofya nın küçük bir çini parçasını koparmak istemesini, Fatih Sultan Mehmed'in "tahribe teşebbüs"le suçlayıp cezalandırdığını

Sanata Hürmetin Böylesi

Osmanlı'nın meşhur hattatlarından Hafız Osman'ın(1642 1698), Sultan İkinci Mustafa' nın hat hocası olup, Hafız Osmanın hat meşkederken, Sultan İkinci Mustafa'nın büyük bir hürmet içinde hocasının hokkasını tuttuğunu ve yapılan hattın güzelliği karşısında gönlü ihtizaza gelen Sultan İkinci Mustafa'nın: "Artık bir Hafız Osman daha yetişmez" demesine mukabil, büyük hattat Hafız Osman'ın : "Efendimiz gibi, hocasının hokkasını tutan padişahlar bulundukça daha çok Hafız Osmanlar yetişir" diye cevap verdiğini

Fransa Kralı III Napolyon'un, Paris'te Osmanlı Devleti Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa ile konuşması esnasında bir ara alaylı bir şekilde "Sen kendini Yavuz Sultan Selim'in elçisi mi zannediyorsun?" demesi üzerine Ahmet Vefik Paşa'nın da büyük bir hazır cevaplıkla: "Öyle olsaydım, siz Fransa'da imparator olarak bulunamazdınız" cevabını verdiğini

Cihad Tuğlası

Yavuz Sultan Selim'in babası Sultan II. Bayezid'in, İla-yı kelimetullah için çıktığı seferlerde üstüne bulaşan tozları silkip, biriktirerek bunlardan bir tuğla döktürdüğünü ve böylece Allah'ın "cihat" emrine uyduğunun işareti olarak bu tuğlayı yanından ayırmadığını

Mehmed Reşadın Hassasiyeti

Trablusgarp ve Balkan Savaşı ile Birinci Cihan Harbi'nin talihsiz padişahı Sultan Mehmed Reşad' ın, şehzade Ziyaeddin Efendi'nin doğum müjdesini aldığı zaman sevineceği yerde:

"Memleketin başına bir masraf kapısı daha açılması hoş değil..." diyecek kadar devlete yük olmaktan üzüntü duyan hassas bir hükümdar olduğunu

Osmanlı Azameti

1754'de bile, Sultan III. Osman Han'ın bir namesi Leh kralına ulaştırıldığında, kralın nameyi üç kere öperek başının üstüne koyduğunu ve kralın yanında bulunan devlet erkanının da derhal başlarını açarak saygı duruşuna geçtiklerini.

Türbedar ve Ulu Hakan'ın Rüyası

Cennetmekan Sultan Il. Abdülhamid Han döneminde Yavuz Sultan Selim' in türbedarlığını yapmakta olan bir zatın, şiddetli geçim darlığının kendisine verdiği sıkıntılı bir ruh haleti içinde :

'Bir de evliyadan olduğunu söylerler Yıllarca türbedarlığını yaptım yoksulluk içindeyim" diyerek türbeye hiddetle vurduğunu

Ertesi sabah aniden Abdülhamid Han' ın türbedarı huzuruna çağırarak bir yıllık ihtiyacının hepsini karşıladığı, çünkü Abdülhamid Han'ın, gece rüyasında ceddi Yavuz Selim tarafından haberdar edildiğini

Abdülhamid Han'ın İstihbarat Gücü

Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu'da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi'nin Sultan Abdülhamid'e gelip, küstahça: "Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?" diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan'ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek:

"Filan gün, filan saatte Karadeniz'in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz. " cevabını verdiğini...Sultan Abdülhamid'in bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını

İnsanlığın En Muhteşem Harikası

Osmanlı içtimai yapısı üzerine uzman olan Erlanyen Üniversitesi profesörlerinden Hutterrohta:

"Osmanlı Devleti, geniş topraklarını ve üzerindeki çeşitli kavimleri, Topkapı Sarayı'ndan mükemmel bir şekilde idare ediyordu. O saray da batıdaki en mütevazi bir derebeyinin sarayı kadar bile büyük değildi. Bu nasıl oluyordu?" diye sorulduğunda, Profesör Hutterroht'un:

"Sırrını çözebilmiş değilim. 16. asırda Filistin'in sosyal yapısı üzerinde çalışırken öyle kayıtlar gördüm ki hayretler içinde kaldım. Osmanlı, üç yıl sonra bir köyden geçecek askeri birliğin öyle yemeğinden sonra yiyeceği üzümün nereden geleceğini planlamıştı. Herhalde Osmanlı, devlet olarak insanlığın en muhteşem harikasıdır" diye cevap verdiğini

BİLİYORMUYDUNUZ!...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt