HÜZÜNLE DOLUYUM
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ocak 2009
- Mesajlar
- 343
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 46
BÜYÜK DOĞU-İBDA TARİHİ
"Tarih Görüşümüz" başlıklı bundan sonraki Levha'da üzerinde duracağımız inceliklere nisbetle bir şema hâlinde kalın ve kaba hatlarla Büyük Doğu-İbda tarihini vermek, yarının tarihçilerine pusulayı kullanma değerinde bir örnek olur.
·
(Sakarya'da Yunanlıları yendikten sonraki, yenilişlerinde asıl sebep, çizmeyi aşan Yunanistan'a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek... Aşağılık bir devrin propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir. Gerçek şu ki, Anadolu dün jeopolitik durumunun imtiyazıyla paylaşılamadı; ve o gün bugün, Doğu ve Batılı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda, politik, sosyal ve ekonomik bir statükoya göre ayarlı Batıcı çizgide bir düzen belirtiyor.)
·
Bizim BÜYÜK DOĞU-İBDA tarihi üzerinde ele alış itibariyle başlangıç olarak işaretleyeceğimiz tarih 1919... Vahidüddin Han'ın, Anadolu'da Kurtuluş Savaşını başlatması için Mustafa Kemâl'i görevlendirmesi, bunun için kendisine tahsis ettiği vapurla Samsun'a gitmesine önayak olması, onun da Halîfe tarafından yollanmış bir zât olarak karşılanması ve ardı sıra gelişen hâdiseler... İşin vakanüvislere âit yönü bir yana, bizi ilgilendiren husus, BÜYÜK DOĞU-İBDA üzerindeki tuğrayı basan ismin, yani "Büyük İrşad Kutbu" Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, "Kurtuluş Savaşı" diye yaftalandırılan Anadolu'daki mücadeleye destek vermesidir... Sözkonusu mücadelenin isimli isimsiz kayıttan düşürülmüş umumî ve mahallî kahramanları meselesi bir yana, hamleyi nefslerine maleden ahbes ve hizbi zamanla ortaya çıkan gelişmeler bir yana, böyle bir destek verilmiştir... Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren bugüne gelen çizgiye bakıldığı zaman, küfrün o türlü hakimiyeti ile bu türlü hakimiyeti arasında yapılmış bir tercih karşısında olduğumuz görülür... Bizim neticeye bakıp da sebebi bu türlü mânâlandırmamıza mukabil, o günün şartlarını düşünen başka bir selim akıl, o günden istikbâlin şartları içinde kimin ne mal ve neyin ne olacağının bilinemeyeceğini söyleyebilir... Bizim için geçerli olmayan bu husus, "bizim için" demekle umumî bir hüküm hâline gelemeyeceğine göre, onu da içine alıcı bir cevap ister ki, işin bedahet hâlinde izâhı şudur:
Nefeslenme payı hâlinde, "o küfürdense, bu küfür" şeklinde bir tercih, rıza değil, katlanıştır... Malûm olduğu üzere, "küfre rıza, aynıyla küfür"dür... Mücadelesi kabil olanlar şeklindeki bir tercih ise, isabeti tartışılır bir tercihtir... Öyleyse, devletler arası güçler dengesi ve jeopolitik durumunun imtiyazı dolayısıyla paylaşılamayan Anadolu'da üstüne üstlük bir de öz halkının direnişi riski eklenince, malûm paçoz kurtuluş ve küfür idaresi... Müslümanlar için tek kâr, kan, gözyaşı ve binbir sıkıntı içinde de olsa, "var olma ve direniş" bayrağını dalgalandırması, teslimiyetçilik ve pasifizm ruhsuzluğunu reddeden iradesidir... O günün malûm dış cephedeki küfrüne karşı bu direniş, istikbâlde zuhur edecek ve dıştakinden beter olan iç küfre rağmen, "müslüman devlet"i savunma irâdesinin gelecek kuşaklara beyânıdır... Bütün İslâm tarihini kerâmet çapında üstün bir idrak zaviyesinden değerlendiren ve ikincisi olmayan bu işin terkibini ortaya koyan BÜYÜK DOĞU - dünya görüşümüze, nisbet sözkonusu direnişteki olağanüstü fedakârlık ve mücerret takdir olarak "var olmak" irâdesini tesbit işinden sonra, o şartlara düşücü keyfiyet zaafını ve bunun da Kanunî'den beri gelen zaafın son halkası olarak tecellisini görmezden gelemeyiz; yâni, "düşmanı kovduk, kurtulduk!" züğürt tesellisiyle TC'ye rıza bir yana, sahabîler devrinden başka hiçbir dönemi kendimize örnek almayanız... Kuru bir temenni ve tekerlemeden ibaret kalmayışımızın delili de, İslâm dünyasında benzeri şöyle dursun, benzerinin benzeri de olmayan "İslâma muhatap anlayış" davasının insan ve toplum meselelerinin hâlli hâlinde sistem örgüsünün mübdîiyiz... Bu tesbit içinde açıkça ilân edelim ki, kahramanca, fedakârca, büyük çapta faydalı ve iyi niyetli mücadele ve çabalar zerresi bile görmezden gelinemez bir kıymet ifâde etse de, bunlar zâtî mahiyetleri itibariyle bir devlet plânına geçebilmenin değil, buna malik mihrakın değerlendirmesine mevzu çalışmalardır... Netice olarak; iç oluş'u dış oluş'a çevirici ve ihtilâl sürecini inkılâpla kavuşturabilecek bir FİKİR ve AKİSYON mihrakı olan BÜYÜK DOĞU-İBDA, 1919'un "var olma" iradesini temsil etmek bir yana, onun muradı olan istikbâlini de temsil etmektedir.
Teslimiyetçilik ve pasifizm ruhsuzluğunu reddeden... Eğer Anadolu'nun ayağa kalkışının mânâsı bu olmasaydı, bildik soydan rejimi rahatsız etmeyecek hoş beş kabilinden faaliyetler için hiç de TC'ye lüzum olmadığı, aynı faaliyetlerin Avrupa'nın her tarafında da yapılabilmesinden belli değil mi?..
BÜYÜK DOĞU-İBDA netice oluşundan 1919'a bakıldığında, o gün müsbet rey izhâr eden sayısız isim içinde Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin misilsizliği görülür: Bu iş kuru bir "düşmanı kovduk" işi olmadığı gibi, kuru ve lâftan ibaret "İslâm Devleti" tabelâsını asma işi de değildir... Başlıbaşına bir dünya görüşü hâlinde ortaya koyduğumuz tarih muhasebemizden anlaşılacağı üzere, eğer kâfir TC yerine niyeti İslâm bir devlet kurulsa veya Osmanlı devam etse bile, onu ideale doğru şekillendirmek çetinliğini hiç şüphesiz kâfir TC ile mücadeleden çok daha kolay yaşayacaktık... Bu husus "netice oluş" bahsinden değerlendirildiğinde, "teslimiyet ve pasifizm ruhsuzluğunu reddeden" rey sahibinin, istikbâlin meçhul şartlarından gafil bir kişi değil, ihtimâller âleminin mihrak noktasını her şart altında geçerli bir hassa olarak nişanlayan nazar ehli kimliği anlaşılır... İstiklâl savaşını gayesine ulaştıracak ve mânâlı kılacak olan hareket, BÜYÜK DOĞU-İBDA çizgisidir!..
"Tarih Görüşümüz" başlıklı bundan sonraki Levha'da üzerinde duracağımız inceliklere nisbetle bir şema hâlinde kalın ve kaba hatlarla Büyük Doğu-İbda tarihini vermek, yarının tarihçilerine pusulayı kullanma değerinde bir örnek olur.
·
(Sakarya'da Yunanlıları yendikten sonraki, yenilişlerinde asıl sebep, çizmeyi aşan Yunanistan'a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek... Aşağılık bir devrin propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir. Gerçek şu ki, Anadolu dün jeopolitik durumunun imtiyazıyla paylaşılamadı; ve o gün bugün, Doğu ve Batılı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda, politik, sosyal ve ekonomik bir statükoya göre ayarlı Batıcı çizgide bir düzen belirtiyor.)
·
Bizim BÜYÜK DOĞU-İBDA tarihi üzerinde ele alış itibariyle başlangıç olarak işaretleyeceğimiz tarih 1919... Vahidüddin Han'ın, Anadolu'da Kurtuluş Savaşını başlatması için Mustafa Kemâl'i görevlendirmesi, bunun için kendisine tahsis ettiği vapurla Samsun'a gitmesine önayak olması, onun da Halîfe tarafından yollanmış bir zât olarak karşılanması ve ardı sıra gelişen hâdiseler... İşin vakanüvislere âit yönü bir yana, bizi ilgilendiren husus, BÜYÜK DOĞU-İBDA üzerindeki tuğrayı basan ismin, yani "Büyük İrşad Kutbu" Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, "Kurtuluş Savaşı" diye yaftalandırılan Anadolu'daki mücadeleye destek vermesidir... Sözkonusu mücadelenin isimli isimsiz kayıttan düşürülmüş umumî ve mahallî kahramanları meselesi bir yana, hamleyi nefslerine maleden ahbes ve hizbi zamanla ortaya çıkan gelişmeler bir yana, böyle bir destek verilmiştir... Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren bugüne gelen çizgiye bakıldığı zaman, küfrün o türlü hakimiyeti ile bu türlü hakimiyeti arasında yapılmış bir tercih karşısında olduğumuz görülür... Bizim neticeye bakıp da sebebi bu türlü mânâlandırmamıza mukabil, o günün şartlarını düşünen başka bir selim akıl, o günden istikbâlin şartları içinde kimin ne mal ve neyin ne olacağının bilinemeyeceğini söyleyebilir... Bizim için geçerli olmayan bu husus, "bizim için" demekle umumî bir hüküm hâline gelemeyeceğine göre, onu da içine alıcı bir cevap ister ki, işin bedahet hâlinde izâhı şudur:
Nefeslenme payı hâlinde, "o küfürdense, bu küfür" şeklinde bir tercih, rıza değil, katlanıştır... Malûm olduğu üzere, "küfre rıza, aynıyla küfür"dür... Mücadelesi kabil olanlar şeklindeki bir tercih ise, isabeti tartışılır bir tercihtir... Öyleyse, devletler arası güçler dengesi ve jeopolitik durumunun imtiyazı dolayısıyla paylaşılamayan Anadolu'da üstüne üstlük bir de öz halkının direnişi riski eklenince, malûm paçoz kurtuluş ve küfür idaresi... Müslümanlar için tek kâr, kan, gözyaşı ve binbir sıkıntı içinde de olsa, "var olma ve direniş" bayrağını dalgalandırması, teslimiyetçilik ve pasifizm ruhsuzluğunu reddeden iradesidir... O günün malûm dış cephedeki küfrüne karşı bu direniş, istikbâlde zuhur edecek ve dıştakinden beter olan iç küfre rağmen, "müslüman devlet"i savunma irâdesinin gelecek kuşaklara beyânıdır... Bütün İslâm tarihini kerâmet çapında üstün bir idrak zaviyesinden değerlendiren ve ikincisi olmayan bu işin terkibini ortaya koyan BÜYÜK DOĞU - dünya görüşümüze, nisbet sözkonusu direnişteki olağanüstü fedakârlık ve mücerret takdir olarak "var olmak" irâdesini tesbit işinden sonra, o şartlara düşücü keyfiyet zaafını ve bunun da Kanunî'den beri gelen zaafın son halkası olarak tecellisini görmezden gelemeyiz; yâni, "düşmanı kovduk, kurtulduk!" züğürt tesellisiyle TC'ye rıza bir yana, sahabîler devrinden başka hiçbir dönemi kendimize örnek almayanız... Kuru bir temenni ve tekerlemeden ibaret kalmayışımızın delili de, İslâm dünyasında benzeri şöyle dursun, benzerinin benzeri de olmayan "İslâma muhatap anlayış" davasının insan ve toplum meselelerinin hâlli hâlinde sistem örgüsünün mübdîiyiz... Bu tesbit içinde açıkça ilân edelim ki, kahramanca, fedakârca, büyük çapta faydalı ve iyi niyetli mücadele ve çabalar zerresi bile görmezden gelinemez bir kıymet ifâde etse de, bunlar zâtî mahiyetleri itibariyle bir devlet plânına geçebilmenin değil, buna malik mihrakın değerlendirmesine mevzu çalışmalardır... Netice olarak; iç oluş'u dış oluş'a çevirici ve ihtilâl sürecini inkılâpla kavuşturabilecek bir FİKİR ve AKİSYON mihrakı olan BÜYÜK DOĞU-İBDA, 1919'un "var olma" iradesini temsil etmek bir yana, onun muradı olan istikbâlini de temsil etmektedir.
Teslimiyetçilik ve pasifizm ruhsuzluğunu reddeden... Eğer Anadolu'nun ayağa kalkışının mânâsı bu olmasaydı, bildik soydan rejimi rahatsız etmeyecek hoş beş kabilinden faaliyetler için hiç de TC'ye lüzum olmadığı, aynı faaliyetlerin Avrupa'nın her tarafında da yapılabilmesinden belli değil mi?..
BÜYÜK DOĞU-İBDA netice oluşundan 1919'a bakıldığında, o gün müsbet rey izhâr eden sayısız isim içinde Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin misilsizliği görülür: Bu iş kuru bir "düşmanı kovduk" işi olmadığı gibi, kuru ve lâftan ibaret "İslâm Devleti" tabelâsını asma işi de değildir... Başlıbaşına bir dünya görüşü hâlinde ortaya koyduğumuz tarih muhasebemizden anlaşılacağı üzere, eğer kâfir TC yerine niyeti İslâm bir devlet kurulsa veya Osmanlı devam etse bile, onu ideale doğru şekillendirmek çetinliğini hiç şüphesiz kâfir TC ile mücadeleden çok daha kolay yaşayacaktık... Bu husus "netice oluş" bahsinden değerlendirildiğinde, "teslimiyet ve pasifizm ruhsuzluğunu reddeden" rey sahibinin, istikbâlin meçhul şartlarından gafil bir kişi değil, ihtimâller âleminin mihrak noktasını her şart altında geçerli bir hassa olarak nişanlayan nazar ehli kimliği anlaşılır... İstiklâl savaşını gayesine ulaştıracak ve mânâlı kılacak olan hareket, BÜYÜK DOĞU-İBDA çizgisidir!..