Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 40
Allah'ın hâlis kulları müstesna.

Bu mübarek âyetler de ahirette kâfirlerin hilafına olarak samimi müminlerin cennetlere dahil ve ne kadar çeşitli ve her türü düşüncenin üstünde nimetlere kavuşacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: inkarcılar, pek şiddetli bir günde azap göreceklerdir. Fakat (Allah'ın) lütuf ve keremiyle (hâlis kulları) halisane bir şekilde kulluk vazifelerini yerine getirmeye muvaffak bulunmuş olan müminler (müstesna) onlar kat kat, mükâfatlara, nimetlere ulaşacaklardır.

Saffat suresi ayet 41
Onlar var ya, onlar için bilinen bir rızk vardır.

Cenab-ı Hak'kın öyle samimi, seçkin, müstesna kulları (Onlar için belirli bir rızk vardır) olan, pek lezzetli, pek güzel kokulu pek ziyade mükemmel nimetler ile vakit vakit rızıklanacaklardır.

Saffat suresi ayet 42
-Her nevî- meyveler -vardır- ve onlar ikram olunmuşlardır.

Evet.. Onlar için öyle lezzetli, her nevi (Meyvalar) vardır, (ve onlar) O cennete nail olanlar orada (ikram olurmuşlardır) Cenab-ı Hak'kın lütf ve keremine nail bulunmuşlardır.

Saffat suresi ayet 43
Naim cennetlerinde.

Evet.. O seçkin kullar (Naîm cennetlerinde) öyle sıhhat, emniyet, zevk ve lezzet mahalli olan ve çeşitli meyveleri içeren ebedî bağlar ve bahçeler içerisinde rızıklanıp dururlar. Evet.. Onlar bir zahmete düşmemiş, bir maddî ihtiyaca düşkün olmamış oldukları halde sırf bir lezzet için, ilâhi bir ziyafete kavuşma şerefini elde etmeleri için öyle pek lezzetli, ferahlık veren meyveler ile ikram olunurlar, daha nice cennet nimetleriyle devamlı olarak rızıklanmış bulunurlar.

Saffat suresi ayet 44
Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde.

Evet.. O mes'ut zatlar, o cennetlerde (Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde) otururlar. Birbirleriyle dostlukta, arkadaşlıkta bulunurlar.

Saffat suresi ayet 45
Onların üzerlerine ırmaktan -doldurulmuş- bir bardak ile dolaşılır.

(Onların) O tahtların üzerinde oturan zâtların (üzerlerine) onlardan herbirinin zevk ve neşesini arttırmak için cereyan edip duran (ırmaktan bir bardak ile dolaşılır) onlardan herbirine bu suretle de ikram edilir.

Maîn;
Yeryüzünde cereyan eden görünen bir ırmak demektir.

Saffat suresi ayet 46
Bembeyaz içenler için lezzetli.

0 bardaklar ile ikram edilecek leziz sular (Bembeyaz) gayet şeffaf, hoş bir manzara teşkil edecektir. İçlerindeki sular ise (içenler için lezzetli) bulunacaktır.

Saffat suresi ayet 47
Kendisinde ne bir sersemletme vardır, ve ne de onlar onda sarhoş olacaklardır.

0 içilecek suyun (Kendisinde ne bir sersemletme vardır) ki, içenleri rahatsız etsin, onların akıllarına, fikirlerine bir zarar versin, (ve ne de onlar) Onu içenler (ondan sarhoş olacaklardır.) o cennet şurupları, dünyadaki şaraplara asla benzemez, onları içecek olanlar ruhani zevkler içinde kalacaklardır, hiçbir arızaya uğramayacaklardır.

CavI;
Baş ağrısı, akıl gidermek, içeriye ağrı vermek, helak etmek, günahkâr kılmak manasınadır.

Nezf;
zayıflık, sarhoşluk, su çekmek, delil kesilmiş olmak demektir.

Saffat suresi ayet 48
Ve onların yanlarında irice gözlü, bakışlarını -kendilerine- tahsis etmiş eşler de vardır.

(Ve onların) Cennetlere kavuşan zatların (yanlarında irice gözlü) fazlaca güzel ve (bakışlarını) kendi kocalarına (tahsis etmiş) başkalarına bakmayan (eşler de vardır) bu eşler, o kendi kocalarının güzel çehrelerini tam bir zevk ile seyreder dururlar.

Kasıratüt'tarf;
Gözlerini hapseden, başkalarına bakmayan kadınlar demektir.

Ayn;
gözleri iri olan, yani güzelce gözlü bulunan kadınlardan ibarettir.

Saffat suresi ayet 49
Sanki onlar, kapalı yumurtalardır.

(Sanki onlar) 0 zevceler (kapalı) toz toprak dokunmamış, tertemiz, güzel bir renge sahip (yumurtalardır.) onlar o kadar bir güzelliğe, bir hoşluk ve temizliğe sahip bulunacaklardır.

Meknûn;
Örtülü, kapalı, saklı, kendisine el dokunmamış, toz isabet etmemiş şey demektir.

Saffat suresi ayet 50
Onların -O cennetliklerin- bazıları bazılarına karşı yönelerek soruşturmaya başlarlar.

Bu mübarek âyetler de cennet ehlinin birbiriyle sohbette bulunarak dünyadaki bazı arkadaşların hallerini birbirinden soruşturmada bulunacaklarını bildiriyor. Bunlardan bir zatı dünyada iken arkadaşının nasıl sapıtmaya çalıştığını, ahiret hayatını nasıl inkâr eder bulunduğunu hikaye ediyor. Derken o zatın o arkadaşını cehennem içinde görerek ona uymadığından dolayı ne kadar kalben ferah olduğuna işaret buyuruyor. Ve cennet ehlinin bir daha ölüme uğramayacaklarını ve azap görmeyeceklerini ve bunun en büyük bir kurtuluş ve selâmet olduğunu ve böyle bir saadete ermek için çalışmanın lüzumunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Onların) O cennet nimetlerinden yararlanan zâtların (bazıları bazılarına karşı yönelerek) sohbette bulunurlar, bir nice marifetlere, faziletlere âit mevzuları ileri sürerler ve birbirlerinden (soruşturmaya başlarlar.) dünyada iken görmüş, geçirmiş oldukları bir takım işleri hatırlamış bulunurlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 51
Onlardan bir söyleyici der ki: Benim -dünyada iken- muhakkak bir arkadaşım var idi.

(Onlardan) 0 cennet ehlinden (bir söyleyici) konuşmada bulunan bir zât (der ki: Benim,) dünyada iken (muhakkak bir arkadaşım var idi) bu ahiret hayatını tasik etiğim için beni kınardı, kendisi bu ebedî hayata asla inanmazdı.

Saffat suresi ayet 52
Derdi ki: Sen de hakikaten tasdik edenlerden misin?

Benim inancımdan dolayı teaccüp ederek (Derdi ki: sen de hakikaten) ahiret hayatını (tasdik edenlerden misin?.) Sen de öyle olmayacak birşeye inanır mısın?

Saffat suresi ayet 53
Biz öldüğümüz ve biz toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi tekrar hayat bulup cezalandırılanlar -olacağız?.-

Evet.. (Biz öldüğümüz ve biz toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi?.) Yeniden hayata kavuşacağız?. Ne garip iddia!. (Hakikaten biz mi tekrar hayat bulup cezalandırılanlar olacağız?.) Sen de buna inanıyor musun, bu nasıl olabilir?

Saffat suresi ayet 54
Dedi ki: Siz -onun halinden- haberdar olmak isteyen kimseler misiniz?.

0 zât, cennetteki sohbet ettiği kimselere hitaben (Dedi ki: Siz) 0 ahireti inkâr eden arkadaşımın halinden ^haberdar olmak isteyen kimseler misiniz?.) şimdi onun cehennemde nasıl azap gördüğünü öğrenip de kendi halimizden dolayı ne kadar fazla gönül rahatlığı içinde olmalıyız, Cenab-ı Hak'ka hamd ve şükr etmeliyiz ki, öyle aldatıcıların aldatmalarına kapılmadık da şimdi böyle muazzam ilâhi lütuflara kavuşmuş olduk.

Saffat suresi ayet 55
Derken kendisi bakar, onu -o arkadaşını- cehennemin ortasında görür.

(Derken kendisi bakar) öyle cennette arkadaşlarına hitapta bulunan zât, cennetteki bazı pencerelerden bakar (onu) o dünyadaki arkadaşını (cehennemin ortasında görür.) onun ateşler içinde çırpınıp durduğunu müşahede eder. Cennet ehli, Allah'ın bir insanı olarak böyle bir görme kabiliyetine sahip bulunacaklardır, bulundukları yüce makamlardan bakıp cehennemleri seyredeceklerdir.

Saffat suresi ayet 56
Der ki: Vallahi sen az kaldı elbette beni helak edecek idin.

0 bakan zât, o cehennemdeki arkadaşını kınamak için yemin ederek (Der ki, vallahi) Cenab-ı Hak'ka andolsun ki, (sen az kaldı elbette beni helak edecek idin) eğer ben senin aldatmana kapılarak bu ahiret hayatını inkâr etmiş olsa idim, şimdi ben de senin gibi cehenneme atılmış, ebedî helake uğramış olacaktım. İşte insanları doğru yoldan ayırmak isteyen o gibi şeytan tabiatlı zındıklara uyanların âkibetleri böyle bir helakten başka birşey değildir.

Saffat suresi ayet 57
Ve eğer Rab'bimin nimeti olmasa idi, elbetteki, ben de -bu ceheneme- getirilenlerden olacak idim.

0 zât, imânını muhafazaya muvaffak olmuş olduğundan dolayı fevkalâde üzüntüler içinde kalmış olarak diyecekdir ki: (ve eğer Rab'bimin nimeti) ihsanı ve beni ilâhi dinine kavuşturması, beni öyle şeytani vesveselerden koruması (olmasa idi, elbetteki, ben de) ey cehenneme atılmış arkadaş!. Şimdi bu cehennemde seninle beraber (hazır bulunmuşlardan olacak idim) Allah'a hamd olsun, senin bâtıl sözlerine kıymet vermedim, dinimi muhafazaya muvaffak oldum, böyle bir müthiş âkibetten emin bulundum.

Bu zât ile o cehennemdeki şahsın kimler olduğu bizce belli değildir. Bizim için fâide, onların şahıslarını bilmekte değil, kıssalarını bilmektir. Mamafih deniliyor ki: Onlar iki arkadaş veya iki ortak imişler. Aralarındaki müşterek sekizbin lirayı taksim etmişler, o zât kendisine şit olan dörtbin lirayı hak yolunda tasaddukta bulunmuş, diğer şahıs da kendi hissesini düyevi işlere sarfetmiş, ahiret hayatını inkâr etmiş idi.

Saffat suresi ayet 58
0 cennetteki zât diyecektir ki değil mi biz -artık- ölüler olmayacağız?

0 zât, o cehennemdeki şahsa karşı olan hitabına nihayet verince cennet ehlinden olan arkadaşlarına sözü yönelterek diyecektir ki, (Değil mi, biz artık ölüler olmayacağız?.) biz bu cennette ebedî kalacak, bir daha hayattan mahrum bulunmayacağız. Bu ne büyük bir ilâhi ihsan.

Saffat suresi ayet 59
İlk ölümümüz müstesna ve biz azap görücüler de olmayacağız değil mi?

(İlk ölümümüz müstesna) Dünyada iken öldük, kabirde de geçici bir hayat bularak sorgulamadan sonra yine hayattan mahrum kaldık. Fakat şimdi bu ahiret hayatında ebedî hayata kavşutuk, artık bir daha ölmemiz düşünülmüş değil, bu bizim için bir büyük nimet, (ve biz azap görücüler de olmayacağız değil mi?) Bu da muhakkak. Artık ne ebedî bir ilâhi lütuf!.

Saffat suresi ayet 60
Şüphe yok ki, bu, elbette en büyük bir kurtuluştur.

(Şüphe yok ki, bu) Cennet ehlinin nail olacakları bu ebedî hayat, bu azaptan tamamen uzak bulunmuş (elbette en büyük kurtuluştur) en büyük bir kurtuluş ve saadettir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 61
İşte çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışıversinler.

(İşte çalışanlar) Dünyada iken iş yapan ve gayrette bulunanlar (böylesi bir kurtuluş için çalışıversinler.) böyle cennet ehline mahsus kurtuluş ve saadet için, böyle ebedî saadete nâiliyet için ibadet ve itaatta bulunsunlar, asıl hayatın gayesi budur. Yoksa çabucak geçen, bir kısım elem ve kederlerin bulunduğu dünyevî zevkler uğrunda kıymetli hayatı feda etmek uygun değildir.
Bu yüce nasihat ya o cennet ehlinin bir beyanından ibarettir, yahut Allah tarafından söylenen müstâkil bir sözdür.

Saffat suresi ayet 62
Nasıl bu mu bir ziyafet nimeti olarak hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?

Bu mübarek âyetler de, cehennem ehlinin yiyecekleri, içecekleri ve içinde bulunacakları şeyler itibariyle ne müthiş bir cezaya maruz kalacaklarını ihtar ediyor. Onların dinsiz atalarını nasıl cahilce bir şekilde taklit ederek onlarm izlerinde koşup durmuş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (nasıl bu mu) Cennet ehli için kavuşacakları bildirilen bu rızk mı (bir ziyafet nimeti olarak hayırlı) bulunmaktadır (yoksa) cehennem ehli için hazırlanmış olan (zakkum ağacı mı) daha hayırlıdır?. Bunların arasındaki fark malûm değil mi?. Artık ne için öyle helak edici olan bir ağacın meyvelerine kavuşmak isteniliyor?. Bu ilâhi beyan kâfirlere karşı bir nevi eğlenme ve olan kabilindendir. Bu, Kur'an-ı Kerim'de çokça zikredilen bir beyân üslubudur, insanları uyandırmaya bir vesiledir.

Nüzul;
Misafirler vesaire için hazırlanmış olan yiyecek ve içecek şey demektir.

Zakkum:
da yaprakları küçük; kokusu pek kötü olan bir ağaçtır. Tihame denilen yerde bulunurmuş.

Saffat suresi ayet 63
Şüphe yok ki, biz onu -o ağacı- zalimler için bir fitne kıldık.

Cenab-ı Hak, o ağacı şöyle vasfediyor. (şüphe yok ki, biz onu) 0 zakkum ağacını (zalimler için) kâfir kimselere mahsus (bir fitne) bir nevî azap (kıldık) o kâfirler, cehennemde o ağacın pek acı, pek yürek yakıcı meyvelerinden yiyerek fazlaca azap göreceklerdir. 0 ağaç, bir nevi'de imtihan vesilesidir. Dünyada bulunan bazı inkarcılar "cehennem gibi ateşli bir mahalde bir ağaç nasıl bulunup meyve verebilir" diye buna dâir de olan ilâhi haberi inkâra, bununla alay etmeye cür'et gösterirler, bu pek cahilce iddiaları yüzünden de cehennem azabına hak kazanmış bulunurlar. Bazı hayvanların ateşler içinde yaşayıp durdukları sabittir. Böyle hayvanları yaratmaya kadir olan bir Yüce Yaratıcı, âteşler içinde bir ağacı da yaşatamaz mı?. Bunu inkâr, büyük bir imtihan neticesi demektir ki: Sahibinin ebedî felâketine sebeb olur.

Saffat suresi ayet 64
Muhakkak o bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda -meydana-çıkar.

(Muhakkak o) zakkum ağacı (bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda) biter, meydana (çıkar) onun dalları cehennemin katlarına yükselir, her tarafında yüz gösterir. Bütün cehennem ehli, onun meyvelerinden yemek mecburiyetinde kalırlar.

Saffat suresi ayet 65
Onun meyvesi sanki şeytanların başlarıdır.

(Onun meyvesi) 0 zakkum ağacını meyvesi, tomurcukları (sanki şeytanların başlarıdır.) onlar o kadar çirkin, o derece korkunç ve pek kötüdür. Bu, bir ne-i benzetmedir. En çirkin olan şeyler, şeytanların yüzlerine benzetilir, şunun yüzü sanki şeytan yüzüdür, denilir. Nitekim bilakis güzel bir yüz, bir suret de meleklere benzetilir, bu melekler kadar güzel denilir.

Bununla beraber deniliyor ki: Yemen'de "Esten" veya "Sevm" denilen bir ağaç var imiş ki, pek ziyâde çirkin bir şekilde bulunurmuş, adı "Rüu'susşeyatin" imiş. Binaenaleyh cehennem ehlinin yüzleri misâl yoluyla bu çirkin manzaralı ağaca benzetilmiştir.

Tal'; Meyve demektir ve çiçek kılıfı manasınadır ki, çiçek onun içinde bulunur.

Saffat suresi ayet 66
Artık şüphe yok ki, onlar, ondan elbette yerler ve ondan karınlarını doldururlar.

(Artık şüphe yok ki, onlar) 0 cehenneme atılacak olan kâfirler (ondan) o zakkum ağacından veya onun meyvesinden (elbette yerler) açlık sebebiyle ondan bir fâide bekleyerek öyle zehirli birşeyden yemek mecburiyetini hissedeceklerdir, (ve ondan karınlarını doldururlar.) Fazla bir açlık veya başka bir zorlama ve tazyik, kendilerini öyle pek zararlı bir harekete sevketmiş olacaktır. İşte onların yiyecekleri böyle pek çirkin, pek zararlı bulunacaktır.

Saffat suresi ayet 67
Sonra muhakkak ki, onlar için onun üzerine elbette pek kaynamış bir su da vardır.

(Sonra) 0 kâfirlerin cehennemde içecekleri suya gelince (mubakkak ki, onlar için) o kâfirlere mahsus (onun üzerine) o zakkum ağacının meyvelerinden yiyip karınlarını zehirlemeleri neticesinde meydana gelen pek şiddetli bir harareti gidermek için (elbette pek kaynamış bir su da vardır.) onu da içmek mecburiyetinde kalacaklardır. Bunun tesiriyle de yüzlerinin derileri soyulacak, bağırsakları parçalanacaktır.

Şevb; Halt = karıştırmak demektir.

Hamim; de harareti şiddetli olan su manasınadır.

Saffat suresi ayet 68
Şüphe yok ki, nihayet onların dönüp gidecekleri yer cehennemdir.

Maamafih onlar, böyle pek zararlı, sıcak şeyleri yemekle, içmekle kalmayacaklardır, (şüphe yok ki, nihayet onların dönüp gidecekleri yer, cehennemdir) orada ebediyen kalacaklar, yanıp yakılacaklardır.

Saffat suresi ayet 69
Muhakkak ki, onlar atalarını sapık kimseler buldular.

Onlar, öyle pek müthiş ve daimi bir azabı hak etmişlerdir. Zira (Muhakkak ki, onlar, atalarını sapık kimseler buldular) onların babaları, dedeleri Allah'ın dininden mahrum, kâfirce bir halde yaşamış kimseler idi, kendileri de körükürüne onlara tâbi oldular, onları kendilerine bir rehber edindiler. Onlar öyle cahilce bir taklitte bulunmalı mı idiler?. Halbuki, onlar, dünyaya ait, adi bir menfaate dair, hususlarda çok kere büyüklerine muhalefet ederek kendi küçük, geçici faidelerini temin etmek isterler. Büyüklerinin kanaatlerine kıymet vermeyip kendilerini daha yüksek düşünceli sanırlar, o halde din hususunda hemen bir delile, bir bilgiye dayanmaksızın körukörüne atalarına tâbi olmaları uygun olabilir mi?. Bundan dolayı mazeretli sayılabilirler mi?.

Saffat suresi ayet 70
İmdi onlar, atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar.

Halbuki, asıl araştırmaya bağlı ve hakiki istikbâli temine sebep olan bir meselede öyle bir varlık göstermiş olamıyorlar, bir esasa, mâkul bir kanaate dayanmaksızın taklide devam ediyorlar. (İmdi onlar) öyle kâfir atalarını taklide çalışanlar (atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar) kendileri pek yanlış, müthiş felâketlere sebep olacak bir yola sevkediliyorlar da onun hiç farkında bulunamıyorlar. Onlar kendi akıllarını, asıl yaratılışlarını güzelce muhafaza ederek tâkibettikleri yolun doğru mu, eğri mi olduğunu anlamaya çalışmalı değil mi idiler?. Bahusus insanlık muhitine Allah'ın dinî yayılmış o hususa dâir milyonlarca eser meydana gelmiş, bütün bunlar medeniyet âlemine yayılmıştır. Bunların nazar-ı dikkate alınmaları icabetmez mi?. Dünyevi bir gaye uğrunda seyahatlarda bulunyorlar, birnice eserleri tetkike çalışıyorlar. O halde ebedî hayatlarını temin edecek bir gaye için daha ziyâde öyle medeniyet âleminde yaşayanlar, kendi cehaletlerini nasıl mazeret makamında ileri sürebilirler?. Binaenaleyh o gibi kimseler, elbette ki, Allah'ın dininden mahrum olarak ölüp gidince kendilerini ahiret azabından asla kurtaramayacaklardır.

Elfev; Buldular demektir.

Yühreûn; da şiddetli bir surette koşuverirler manasınadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 71
Andolsun ki, onlardan önce evvelkilerin çoğu da sapıtmış idi.

Bu mübarek âyetler de âsr-ı saadetteki kâfirlerden evvel de bir takım kavimlerin sapıklık içinde kalmış, kendilerine gönderilmiş Peygamberlerin korkutmalarına iltifat etmeyerek helake uğramış olduklarını bildiriyor. Hz. Nuh'un kıssasına işaret ederek ona tâbi olanların kurtuluşa erdiklerini, inkarcıların da mahvolup gittiklerini ihtar buyuruyor. Güzel imân sahiplerinin ise Allah'ın koruması altında olduklarını ve mükâfatlara nail bulunacaklarını müjdelemekle Resûl-i Ekrem Efendimiz teselli edilmiş bulunmaktadır.. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin sonuncusu!. (And olsun ki, onlardan) O senin kavmin olan Kureyş kabilesinden (önce, evvelkilerin) eski kavimlerin (çoğu da sapıtmış idi.) İbrahim, Hud, Salih Aleyhisselâm gibi Peygamberlerin kavimleri de sapıklık içinde kalmış, o Peygamberlere itaatta bulunmamışlardı.

Saffat suresi ayet 72
Yemin olsun ki, onların içinde uyarıcılar göndermiş idik.

(Yemin olsun ki, onların içinde) O eski kavimlerin arasında kendilerini Allah'ın azabı ile (uyarıcılar göndermiş idik.) onlar ise o kendilerini irşada çalışan Peygamberlerine itaatte bulunmamışlardı. Yine onlara muhalefete devam edip durmuşlardı. Bu hal, yalnız Ey Son Peygamber!. Senin zamanına mahsus değil, sen fazla müteessir olma.

Saffat suresi ayet 73
Artık bak, o uyarılmış olanların âkibetleri nasıl oluverdi.

(Artık bak, o uyarılmış olanların) O Peygamberlerini inkâr eden dinsizlerin (âkibetleri nasıl oluverdi) onlar, ne müthiş felâketlere uğradılar, onların o müthiş tarihi hâllerini şimdiki inkarcılar bir nazarı dikkate almalı değil midirler.

Saffat suresi ayet 74
Allah'ın ihlâslı kulları müstesna.

(Allah'ın ihlaslı olan) Tam bir samimiyetle Allah'ın birliğini kabul, Peygamberlerini tasdik etmiş bulunan (kulan müstesna.) Onlar kurtuluşa ermiş, uhrevî mükâfatlara aday bulunmuşlardır. İşte bütün insanlar, böyle bir selâmet ve saadete kavuşmak için Allah'ın dinine sarılmalı değil midirler?.

Saffat suresi ayet 75
Andolsun Nuh bize nida etmişti. Artık biz de duayı ne güzel kabul ederiz.

İşte o kavimlerinin korkutmakla emrolunan muhterem Peygamberlere dair bir misâl: (Andolsun, Nuh nida etmişti) Kavminin kendisine karşı olan düşmanlıklarından; suikastlerinden kurtulması için Allah'ın himayesine sığınmıştı, (artık biz de duayı ne güzel kabul edenler) olduk. O'nun duasını kabul ettik, onu düşmalarının hücumundan, suikastından kurtardık.

Saffat suresi ayet 76
Ve onu ve ailesini o pek büyük felâketten kurtardık.

Evet.. 0 Yüce Peygamber'in duasını kabul ettik. (Ve onu ve ailesini o pek büyük felâketten kurtardık.) Onları tufan hadisesinden muhafaza ettik, kendilerini selâmet alanına kavuşturduk, kavminin eziyetlerinden vesaireden koruduk.

Saffat suresi ayet 77
Ve onun zürriyyetini, -evet- onları kalıcı kıldık.

(Ve onun zürriyetini) Nuh Aleyhisselâm'ın kendisine imân edip gemisine sığınmış bulunan Şam, Ham ve Yâfes adındaki oğullarını ve onların evlât ve torunlarını yaşattık (evet.. Onları kalıcı kıldık.) Suda boğulma felâketinden kurtarıp kıyamete kadar nesillerinin devamını takdir buyurmuş olduk. Tarihçiler arasında meşhur olduğuna göre Şam, Arapların, Fars'ların ve Rum'ların babasıdır. Ham, Sudan kavminin babasıdır, Yâfes'te Türklerin babasıdır.

Saffat suresi ayet 78
Ve onun üzerine sonra gelenler arasında -iyi bir nam- bıraktık.

(Ve onun üzerine) Hz. Nuh hakkında (sonra gelenler arasında) bilâhara dünyaya gelmiş Peygamberler vesâir ümmetler arasmda güzel bir nam (bıraktık) o mübarek Nuh Aleyhisselâm, daima insanlığın güzel meth-ü senasına mazhar bulunmaktadı

Saffat suresi ayet 79
Selâm Nuh'a, bütün âlemler içinde.

Evet.. Daima (Selâm) iki cihanın selâmeti, ebedî saadet (Nuh'a) o muhterem Peygambere olsun, (bütün âlemler içinde) gerek melekler arasında ve gerek insanlar ile cinler arasında o seçkin Peygamber devamlı olarak selâm ile hatırlansın.

Saffat suresi ayet 80
İşte şüphe yok ki, biz iyileri böylece mükâfata nail kılarız.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (İşte şüphe yok ki, biz) Ben Yüce Yaratıcı (iyi olanları) öyle Nuh Aleyhisselâm gibi tam bir iyilikle vasıflanmış, Allah'ın dinini yaymaya hizmet eden, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmeye devam eden seçkin kulları (böylece mükâfata nail kılarız) onları birnice felâketlerden kurtarır, selâmete erdirir, yaratıklar arasında iyilikle hatırlanmaya ve güzelce anılmaya nail kılarız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 81
Muhakkak ki, o, bizim müminler olan kullarımızdan idi.

(Muhakkak ki o,) Nuh Aleyhisselâm (bizim müminler olan kullarımızdan idi) öyle güzel bir vasfa sahip, hak yolunda pek fazla fedakar bir Yüce Peygamber idi. Onun içindir ki, öyle bir ilâhi himayeye kavuşmuş ebedî bir selâmete, güzelce anılmaya muvaffak bulunmuştur. İşte bu, imânın, samimiyetin ve hak yolunda fedakarlığın bir mükâfatı.

Saffat suresi ayet 82
Sonra ötekilerini suda boğduk.

(Sonra ötekilerini) Nuh Aleyhisselâm'ın kavminden olup kendisine muhalefette bulunan, Allah'ın dinini kabulden kaçınan kâfirleri de (boğduk) tufanın dalgaları arasında mahvolup gittiler, kendi kötü hareketlerinin cezasına kavuşmuş oldular.

Saffat suresi ayet 83
Ve şüphe yok ki, İbrahim de onun izinden gidenlerdendir.

Bu mübarek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm'in kıssasını bildiriyor. Babası ve kavmini ne suretle ilâhi dine davet etmiş ve yıldızlara bakarak hasta bulunduğunu söylemiş olduğunu hikâye buyuruyor. Kavminin kendisinden ayrılmaları üzerine putlarına gidip onları nasıl parçalamış bulunduğunu, bundan haberdar olan kavminin de koşarak yanına gelmiş olduklarını şöylece beyan buyurmaktadır: (Ve şüphe yok ki, İbrahim) Aleyhisselâm (da O'nun) Nuh Aleyhisselâm'ın (izinden gidenlerdendir) yani: Hz. İbrahim de Allah'ın birliğini, vesair itikadi esaslar hususunda aynı yolu tâkibetmekte idi. Belki bütün şer'i hükümler itibariyle aralarında bir ittifak mevcut idi.

Deniliyor ki: Hz. İbrahim ile Hz. Nuh arasında ikibin altıyüz kırk sene vardır. Bu nüddet esnasında yalnız Hz. Hud ile Hz. Salih Peygamber bulunmuştur. Aleyhimüsselâm...

Şia'; Bir zatın dinî, yolu üzerine yürüyen kimse demektir.

Saffat suresi ayet 84
Çünki o, Rab'bine tertemiz bir yürekle geldi.

(Çünkü 0) Hz. İbrahim dahi Hz. Nuh gibi (Rab'bine tertemiz bir yürekle geldi) temiz bir ruha, samimi bir kalbe sahip idi. Bütün kusurlardan uzak ve bütün varlığiyle yüce mabuduna yönelmiş bulunuyordu.

Saffat suresi ayet 85
0 vakit babasına ve kavmine dedi ki: Siz nelere ibadet eder- siniz?.

İbrahim Aleyhisselâm (0 vakit) temiz bir kalp ile (babasına ve kavmine) gelip (dedi ki: Siz nelere ibadet edersiniz?.) onların putlara tapmalarını azarlamak ve kınamak için öyle bir sualde bulunmuştu. Aklı başında olan bir kimsenin öyle putlara tapınmayacağına işaret buyurmuştu.

Saffat suresi ayet 86
Bir iftira olarak mı Allah'tan başka ilâhlar diliyorsunuz?.

Siz yoksa (Bir iftira olarak mı) akli ve nakli bir delile dayanmaksızın sizin sadece yalan yere mi (Allah'tan başka ilâhlar diliyorsunuz?.) Bu nasıl düşünülebilir?. Öyle âciz, mahlûk şeylere ne için ibadet edip duruyorsunuz?. Bu ne kadar bâtıl bir kanaat!.

Saffat suresi ayet 87
İmdi âlemlerin Rab'bi hakkındaki görüşünüz neden ibarettir?.

(İmdi) Söyleyiniz bakalım, (âlemlerin Rab'bi hakkındaki görüşünüz neden ibarettir?.) Bütün âlemlerin Rabbi olan bir Yüce Yaratıcı'ya ibadeti tahsis etmeyip de O'na o taptıklarınız adi mahlûkları ortak koşmanıza sebeb nedir?. Öyle âciz, fenaya maruz şeylerden ne beklersiniz?. Yoksa siz Yüce yaratıcıyı da bunlar gibi âciz bir mahlûk mu zannediverdiniz? Nedir sizdeki bu kadar cahilce hareketi.

Saffat suresi ayet 88
Derken yıldızlara bir bakışta baktı.

(Derken) İbrahim Aleyhisselâm babasına ve kavmine böyle bir hitapta bulunurken mübarek başını kaldırıp (yıldızlara bir bakışla baktı) rivayete göre kendisinde
belirli saatlerde sıtma hastalığı ortaya çıkıyormuş. 0 saatin gelip gelmediğini anlamak için yıldızlara bakmıştır. Diğer bir yoruma göre de, yıldızlara bakmak tabın, uzunca bir tefekküre dalmaktan kinayedir. Arap'lar, uzun uzadıya düşünceye dalan bir zât hakkında (yıldızlara bakıyor) derlermiş. Bir de, deniliyor ki: "yıldızlardan maksat" dağınık lâkırdılar demektir. Hz. İbrahim de onların öyle dağınık sözlerini dinlemiş olduğu için bu tâbiri kullanmıştır.

Saffat suresi ayet 89
Sonra dedi ki: Şüphe yok, ben hastayım.

Hz. İbrahim, o bakışından (Sonra) muhataplarına hitaben (dedi ki: şüphe yok ben hastayım) yani: Bende bedeni bir arıza var, onun meydana geleceği saat yaklaşmış, artık ben sizin ile beraber bulunamıyacağım.

Rivayete göre kavminin bir bayram vakti bulunuyormuş. Hz. İbrahim, bu hastalığını sebep göstererek onların o bayramlarına iştirak edemiyeceğine işaret buyurmuştur. Maamafih bu hastahğından maksat öyle babasının, kavminin putlara taptıklarından ve kendisine karşı hasmâne bir vaziyet almış olduklarından dolayı kalben pek üzüntülü, pek kederli ve mânevi bir hastalığa mübtela bulunmuş olduğuna işaret de olabilir. Çünki bütün insanlık hakkında fevkalâde merhamet ve şefkat besleyen bir Yüce Peygamber, elbette ki, onların öyle müşrikçe hâllerinden dolayı kalbi yaralı bulunurdu. Binaenaleyh İbrahim Aleyhisselâm'ın bu beyanında bir yalan söylemek ihtimali yoktur.

Saffat suresi ayet 90
Hemen ondan arkalarını çevirmişler olarak uzaklaştılar.

İbrahim Aleyhisselâm'ın bu beyanatı üzerine o muhatapları (Hemen ondan) Hz. İbrahim'in yanından ona karşı (arkalarını çevirmişler olarak) ondan (uzaklaştılar) ya kendi bayram yerlerine koşup gittiler veyahut Hz. İbrahim'in hastalığı kendilerine geçmesin diye böyle bir kaçırmaya lüzum gördüler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 91
Artık olanların putlarına gitti de -alay ederek- dedi ki: Yemek yemez misiniz?.

(Artık) İbrahim Aleyhisselâm tenha kalınca (onların putlarına) gizlice (gitti de) o putlara hitaben alay yoluyla ve onların ne kadar âciz şeyler olduğunu teşhir için (dedi ki: Siz, Ey Putlar!. (Siz yemek yemez misiniz?.) Nedir sizin öyle cansız vaziyetiniz?. O kavim bayram günlerinde bazı yiyecekleri getirir, bu putların yanında bırakır, onlardan bir feyz ve bereket beklerler imiş.

Saffat suresi ayet 92
Size ne oluyor ki, konuşamıyorsunuz?.

Hz. İbrahim, alayına devam ve putların ne kadar hakir şeyler olduğuna işaret için şöyle de buyurdu: (Size ne oluyor ki,) Ey Putlar!, (konuşamıyorsunuz?.) Bana cevap veremiyorsunuz?. Ey ahmak kavim!. Artık bu âciz, bu cansız şeylere ne için sıkılmadan tapınıyorsunuz, bunlardan bir feyz ve bereket bekliyorsunuz?.

Saffat suresi ayet 93
Ve onların üzerine gizlice vararak eliyle bir kuruş vuruverdi.

(Ve) Sonra da İbrahim Aleyhisselâm (onların) o putları (üzerine gizlice) hareketle (vararak eliyle) kuvvetli (bir vuruş vuruverdi) o putları parça parça bir halde bıraktı. Yalnız onların bir büyüğünü bir fayda gereği parçalamadı. Nitekim Enbiya Sûresinde beyân buyurulmuştur.

Saffat suresi ayet 94
Bunun üzerine koşar oldukları hâlde ona yöneldiler.

(Bunun üzerine) Bu hâdiseyi müteakip o kavim, bayram yerlerinden ayrılarak puthanelerine geldiler, onların öyle parçalandıklarını görünce (koşar oldukları halde O'na) İbrahim Aleyhisselâm'a (yöneldiler) bu putlarını kimin kırmış olduğunu anlamak istediler. O putperest kimselerden biri olanları Hz. İbrahim'in kırmış olduğunu görüp o kavme haber vermiştir.

Saffat suresi ayet 95
Dedi ki: Kendi yonttuğumuz şeye mi taparsınız?.

Bu mübarek âyetler, İbrahim Aleyhisselâm'in putperest kavmini hesaba çekip onları uyanmaya davet buyurmuş olduğunu, o kavmin de o Yüce Peygamber hakkında nasıl bir sui'kastte bulunmuş olduklarını bildiriyor. Ve Hz. İbrahim'in o kavimden ayrıldığını ve duasının kabul olunarak yumuşak huylu bir oğul ile müjdelenmiş bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Yanına koşup gelen kavmini kınamak için (Dedi ki: Kendi) ellerinizle taşlardan vesaireden (yontar) put haline getirir (olduğunuz şeye mi taparsınız?.) kendi ellerinizin bir sanat eserini nasıl mabut edinirsiniz?. Siz hiç akıllıca düşünmez misiniz?.

Saffat suresi ayet 96
Halbuki, Allah, sizi ve yaptığınız şeyi yaratmıştır.

(Halbuki, Allah) Teâlâ Hazretleri (sizi ve yaptığınız şeyi yaratmıştır.) sizin de varlığınız o putların aslî maddeleri de Allah'ın birer mahlûkudur. İbadete lâyık olan ise yaratılmış değil, yaratandır. Binaenaheyh sizin o mahlûklara ibadetiniz en büyük bir günahtır, pek açık bir ahmaklık eseridir.

Saffat suresi ayet 97
Dediler ki: Bunun için bir bina yapınız da bunu bir âteş içinde bırakınız.

Ibrabim Aleyhisselâm'in böyle kuvvetli beyanına karşı nefsi müdafaya güç yetiremeyen müşrik kavmi (dediler ki: Bunun) Hz. İbrahim (için bir bina yapınız da bunu bir âteş içinde bırakınız) putlarımıza yaptığı hakaretin cezasına kavuşmuş olsun.

Saffat suresi ayet 98
Onun için böyle bir tuzak kurmayı istediler. Artık biz de onları pek sefil kimseler kıldık.

0 müşrikler, (O'nun için) Hz. İbrahim hakkında (böyle bir hile) bir fenalık, bir tuzak kurma (istediler) o mübarek zâtı öyle bir âteş içine atıp yakmak kararında bulundular. (artık biz de) Hz. İbrahim'i o âteşten kurtararak, o ateşi bir soğuk ve selâm haline getirdik, (onlar,) O'nun o müşrik kavmini ise (pek sefil kimseler kıldık.) onların hilelerini bertaraf ettik, kendilerini zelil bir vaziyette bıraktık. Bu hâdisede, İbrahim Aleyhisselâm'in şanının yüceliğine bir delil teşkil etmiş olduk.

Saffat suresi ayet 99
Ve dedi ki: Şüphe yok ben Rab'bime gidiciyim, elbette beni doğru yola iletir.

(Ve) İbrahim Aleyhisselâm (dedi ki: Şüphe yok ben) bu diyardan ayrılacağım, ibadet ve itaatıma devam edebileceğim bir diyara gideceğim. Evet.. Ben (Rab'bime gidiciyim) bu küfür diyarından ayrılıp O'nun emredeceği bir yere gidici bulunmaktayım, (elbette beni doğru bir yola iletir.) Orada dinî vazifelerimi engelsiz yerine getirmeye kadir olurum. Bu gideceği yer ise Şam-ı şeriften, Arz-ı Mukaddese'den ibaret bulunmuştu.

Tefsiri merağı'de deniliyor ki, bu ayette şu gibi bir işaret vardır ki: Bir insan bir yerde dinini Allah'ın rızasına uygun bir şekilde yaşamaya güç yetiremediği takdirde diğer bir yere hicret etmesi icap eder.

Saffat suresi ayet 100
Yarabbü. Bana sâlihlerden -bir çocuk- ihsan buyur.

İbrahim Aleyhisselâm, temennilerine ilâveten şöyle de bir niyazda bulundu. (Ey Rabbiml. Bana sâlihlerden) bir çocuk (ihsan buyur.) Bana gurbette arkadaş olsun, bana peygamberlik vazifemi yapma hususunda yardımcı bulunsun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 101
Biz de onu pek yumuşak tabiatlı bir oğul ile müjdeledik.

Cenab-ı Hak da onun bu duasını kabul buyurmuş olduğunu şöylece beyan buyurular. (Biz de O'nu) İbrahim Aleybisselâm'ı (pek) yumuşak huylu ve uslu (halim tabiatlı bir oğul ile müjdeledik) ki o da İsmail Aleyhisselâm adındaki pek itaatkar ilk oğlundan ibaret bulunmuştur.

Saffat suresi ayet 102
Vakta ki onunla beraber yürümek çağına yetişti, dedi ki: Ogulcağızm!. Ben, şüphe yok rüyada görüyorum ki, muhakkak seni boğazlıyorum. Artık bak, sen ne görürsün, dedi ki: Ey babacığım! Emr olunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabr edenleren bulacaksın.

Bu mübarek âyetler de Hz. İbrahim'e ihsan buyurulan oğlu Hz. İsmail'in Allah'ın emrine ne kadar razı ve muhterem pederine ne derece itaatkâr olduğunu bildiriyor. Allah Teâlâ'nın da o muhterem oğula bedel bir kurban kesilmesi lütfunda bulunup İbrahim Aleyhisselâm'ı selâma, mükâfata kavuşturduğunu haber veriyor ve Hz. İbrahim'in Ishak adında diğer bir Peygamber oğul ile müjdelenmiş olduğunu ve onların zürriyyetlerinden iyi kimseler bulunacağı gibi kendi nefislerine zulmedenlerin de bulunacağını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ'nın ihsanı olan Hz. İsmail (Vaktaki) büyüyüp (onunla) muhterem pederi Hz. İbrahim ile (beraber yürümek çağına yetişti) muhterem babasına hizmette, arkadaşlıkta bulunur bir yaşa kavuştu. Yani: Onüç veya yedi yaşına girmiş oldu. İbrahim Aleyhisselâm ona şefkatli bir şekilde hitab ederek (Dedi ki: Yavrucuğum!. Ben şüphe yok rüyada görüyorum ki, muhakkak ben seni boğazlıyorum) Allah yolunda kurban ediyorum, (artık bak sen ne görürsün?) Bu hususa dair senin reyin, kanaatin neden ibarettir? Hz. İbrahim'in o muhterem oğlu da (Dedi ki: Ey Babacığım!. Emr olunduğun şeyi yap.) Beni hak yolunda boğazla, kurban et (inşaalah beni sabr edenlerden bulacaksın.) ben itaattan ayrılmam, mukadderata razı olurum. Bu söz, o muhterem çocuğun ne yüce bir yaratılışta bulunduğunu göstermektedir.

"Rivayet olunuyor ki: İbrahim Aleyhisselâm'a bir gece rüyasında bir zat demiş ki: Allah Teâlâ emrediyor ki, oğlunu boğazlayasın. Hz. İbrahim uyanmış, bu rüyanın rahmani bir rüya olup olmamasında tereddüt etmiş, o güne bundan dolayı "terviye" günü denilmiş. İkinci gece yine böylece bir rüya görüyor, bunun rahmani olduğunu anladığı için bu ikinci güne de "arefe" günü denilmiş. Üçüncü gece de böyle bir rüya gördüğü için artık oğlunu boğazlamaya karar vermiştir, bunun için de bu üçüncü güne "Yevmün'nahr" denilmiştir.

Boğazlanması emr olunan zât, doğru olan görüşe göre, İsmail Aleyhisselâm'dır. Ishak Aleyhisselâm olduğu da rivayet olunmuştur.

Saffat suresi ayet 103
Vakta ki, ikisi de boyun eğdiler ve onu alnının bir yanı üzerine yatırdı.

(Vaktaki, ikisi de) Hz. İbrahim'de oğlu da (boyun eğdiler) Allah Teâlâ'nın emrine itaat edip teslimiyet gösterdiler (ve) İbrahim Aleyhisselâm (onul oğlunu (alnının bir yanı üzerine yatırdı) onu boğazlamak için öyle bir vaziyette bulundurdu.

Bu hâdise Mekke-i Mükerreme'deki "Mina" mevkiindeki "Sah re" denilen mahal yanında veya Mina mescidi yakınında veya orada bugün kurbanlar kesilen bir yerde vuk'u bulmuştu.

Saffat suresi ayet 104
Ve O'na: Ya İbrahim!. Diye nida ettik ki:

Kısacası: Allah'ın emrine tam bir itaati gösteren bu mühim olay böylece vuk'u buldu. (Ve) Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: O zaman (O'na) Hz. İbrahim'e (Ya İbrahim!. Diye nida ettik ki,) O'nun Allah'ın rızasına kavuşmasını müjdeleyerek buyurduk ki:

Saffat suresi ayet 105
Sen muhakkak rüyayı tasdik ettin. Biz iyileri böylece mükafatlandırırız.

(Sen muhakkak rüyayı tasdik ettin) O'nun rahmanı bir rüya olduğunu anlayarak emr olunduğun vazifeyi yapmaya karar verdin, sabrın, Allah'ın emrine itaatin ortaya çıkmış oldu. Artık Hak Teâlâ lütfetmiş, o oğlun yerine bir kurban hayvanının kesilmesini emr eylemiş, Hz. İbrahim'i, öyle bir fedakârlıktan kurtarmıştır.

Saffat suresi ayet 106
Şüphe yok ki, bu, elbette apaçık bir imtihandır.

Evet.. (Şüphe yok ki, bu) Öyle bir oğulun kurban kesilmesi, bu husustaki ilâhî emir (elbette apaçık bir imtihandır.) böyle ağırca bir teklif vukuu, bir denemedir. Buna riayet edip etmeyen kullar belirlenmiş bulunurlar. Böyle bir emre itaatkâr olanlar, mükâfatlara nail olacaklardır.

Saffat suresi ayet 107
Ve O'na bir büyük kurbanlık bedel verdik.

(Ve O'na) O boğazlanması emr edilmiş olan oğul için (bir büyük) temiz, kadri yüce (kurbanlık bedel verdik) o oğulun boğazlanması kaldırıldı, O'nun yerine öyle bir hayvanın kurban olarak kesilmesi emr edilmiş oldu.

Deniliyor ki: Bu kurban kesilecek hayvan, vaktiyle Habil'in kesmiş olduğu kurban idi ki, cennette otlatılmakta bulunmuş idi. Doğrusunu Allah bilir.

Saffat suresi ayet 108
Ve sonrakilerin arasında O'na karşı -iyi bir nam" bıraktık.

Allah Teâlâ Hazretleri şöyle de buyuruyor ki: (Ve sonrakilerin arasında) Dünyaya bilahare gelecek insanlar ve muhtelif milletler arasında ( O'na karşı) Hz. İbrahim hakkında bir güzel övgü (bıraktık) her millet, onu sever, onun güzel vasıflarını hürmetle anar. Bu da onun hak yolundaki fedakarlığını bir nevi mükafatıdır.

Saffat suresi ayet 109
İbrahim üzerine selâm olsun.

(Ve) Hak Teâlâ Hazretleri şöyle de buyuruyor: (İbrahim üzerine) Tarafımızdan (selâm olsun.) O Yüce Peygamber daima Allah'ın korumasına mazhar bulunsun. Meleklerin, insanların, cinlerin arasında selâm ile, hürmet ile zikredilsin.

Saffat suresi ayet 110
İşte iyileri böylece mükâfatlandırırız.

Evet.. Kerem sahibi Yaratıcı buyuruyor ki: (İşte iyileri) İbrahim Aleyhisselâm gibi ilâhî emre her şekilde riayetkar bulunanları (böylece mükâfatlandırırız.) onun güzel adını milletler arasında kalıcı kılarız. O'nu insanlığın sevgisine mazhar kılarız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 111
Şüphe yok ki, o mümin olan kullarımızdandır.

(Şüphe yok ki O) İbrahim Aleyhisselâm (müminler olan kullarımı zd andır.) tam bir imâna sahip bütün ilâhî hükmlere açık ve gizli olarak riayetkar bir halde bulunmuş idi.

Saffat suresi ayet 112
Ve onu sâlihlerden bir Peygamber olmak üzere Ishak ile de müjdeledik.

(Ve O'nu) Hz. İbrahim'i (sâlihlerden bir Peygamber olmak üzere) peygamberlik şerefini alacak olan (Ishâk) adındaki bir oğlu (ile de müjdeledik.) birinci oğlunu hak yolunda feda etmek istemesinin bir mükâfatı olmak üzere O'nu böyle ikinci bir oğula da nail kıldık ki, O da peygamberlik mertebesine sahip bulunmuştur.

Saffat suresi ayet 113
Ve onun üzerine ve Ishak üzerine bereketler verdik ve ikisinin zürriyyetinden iyi kimseler de vardır ve nefsine apaçık zulmeden de.

(Ve O'nun) İbrahim Aleyhisselâm'ın (üzerine ve Ishâk) Aleyhisselâm'ın (üzerine bereketler verdik) onları dünyevî ve uhrevî bereketlere, nimetlere kavuşturduk. Zürriyetlerini çoğalttık, onlardan bazılarını da risalet ve peygamberlik şerefine ulaştrdık, onları müslümanlar daima selâtu selâm ile hatırlamaktadır, (ve ikisinin) Hz. İbrahim'in de, Hz. Ishâk'ın da (zürriyetinden) onların neslinden dünyaya gelenler arasında (iyi olan) mümin, itaatkâr bulunanlar (da vardır ve) bilâkis (nefsine apaçık zulm eden) kâfir ve fâsık olan da vardır.

Bu beyan-ı ilâhide şuna da işaret vardır ki: Hidayet ve sapıklık hususunda, neseb, tesirli değildir. Bazan bir sâlih kimsenin neslinden bir sapkın meydana gelir, bazan da

bir sapkın şahsın zürriyyetinden bir sâlih zât dünyaya gelmiş bulunur. Herkes kendi amelinden, kendi ihtiyarından mes'uldür. Sapkın kimsenin mes'uliyeti kendisine aittir, babası buna sebebiyet vermemiş, razı olmamış olunca bundan mes'ul olmaz. Ancak salih evlâda kavuşma temennisinde bulunmalı ve elden geldiği kadar bunu temine çalışmalı, muvaffakiyyeti Cenab-ı Hak'tan niyaz eylemelidir.

Saffat suresi ayet 114
And olsun ki, Musa ve Harun üzerine de ihsanda bulunduk.

Bu mübarek âyetler de Hz. Musa ile Hz. Harun'un kıssalarına işaret buyuruyor. Onların ve kavimlerinin kurtuluşa erişip, Allah'ın yardımına ve hidayet yoluna ulaşmış olduklarını bildiriyor. 0 iki inanan ve iyilik yapan zatın, bir mükâfat olmak üzere bu âlemde güzel bir nama, bir selâma mazhar bulunmuş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (And olsun ki,) Muhakkak Allah'ın bir lütfudur ki, (Musa ve Harun üzerine de ihsanda bulunduk.) onlara da peygamberlik verdik, dinî ve dünyevî nimetlere kavşuturduk, onları düşmanları olan Mısır'daki kıptilerin sataşmalarından kurtardık.

Saffat suresi ayet 115
Ve ikisini de ve kavimlerini de pek büyük bir sıkıntıdan kurtardık.

(Ve ikisini de ve kavimlerini de) Hem Hz. Musa ve Hz. Harun'u ve hem de onların kavimleri olan İ s rai loğ u I lar ı n ı (pek büyük bir sıkıntıdan kurtardık.) onlar, Firavnun ve kavminin kötü muamelelerine hedef olmakta idiler, İsrail oğulları onların esareti altında hakir bir halde yaşıyorlar idi. Sonra Cenab-ı Hak onları, o esaretten, o üzüntüden kurtarmıştır.

Saffat suresi ayet 116
Ve onlara yardım ettik. Artık galip olanlar, onlar oldular.

(Ve onlara yardım ettik) Musa ve Harun Aleyhimesselâm, Allah'ın yardımına kavuştular, kavimlerini Mısır'dan alıp çıkardılar, onları esaretten kurtardılar, (artık galip olanlar, onlar oldular) Firavn ile askerleri ise Allah'ın kahrına uğradılar, onların yerlerine, mallarına İ s rai loğ u I lan sahip oldular, bir devlete, saltanata kavuştular.

Saffat suresi ayet 117
Ve ikisine de o açıkça bildiren kitabı verdik.

(Ve ikisine de) Musa ve Harun Aleyhimesselâma (o açıkça bildiren) dinî ve dünyevî menfaatlara ait hükmleri, mes'eleleri açıkça tebliğ eden Tevrat adındaki (kitabı verdik) onları öyle semavi bir kitaba da kavuşturduk.

Saffat suresi ayet 118
Ve ikisini de dosdoğru yola şevkettik.

(Ve ikisini de) 0 iki muhterem Peygamberi de 'dosdoğru yola şevkettik.) Aklen ve naklen hak ve sevap olan dosdoğru bir yola takibe muvaffak kıldık. Kendilerini günahsızlığa, ilâhi korumaya eriştirdik.

Saffat suresi ayet 119
Ve sorakiler arasında da onlar için güzel bir nam bıraktık.

(ve sonrakiler arasında da) Bilâhara dünyaya gelen kavimler arasında da (onlar için) Hz. Musa ile Hz. Harun hakkında (güzel bir nam bıraktık.) Nice kavimler, onları takdir eder ve yüceltirler.

Saffat suresi ayet 120
Musa ve Harun üzerine -bizden- selâm olsun.

(Musa ve Harun üzerine) Bizden (selâm olsun) o muhterem zatlar, böyle bir selâma lâyık bulunmuşlardır. Melekler, insanlar ve cinler, onların haklarında selâmet ve saadet temennisine devam ederler. O mübarek Peygamberler, böyle güzel bir anılmaya, umumi bir sevgiye ve insanların saygısına nail bulunmuşlardır. Ne büyük bir mazhariyeti.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 121
Şüphe yok ki, biz, iyileri böylece mükâfatlandırırız.

İşte Allah Teâlâ şöyle de buyuruyor: (şüphe yok ki, biz iyileri böylece mükâfatlandırız.) 0 iki muhterem kardeş de hakikaten iyi ve üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla yapmaya çalışmış oldukları için öyle bir mükâfata, güzel bir meth ve övgüye sevgi ve saygıya kavuşmuşlardır.

Saffat suresi ayet 122
Muhakkak ki, ikisi de bizim mümin kullarımızdandır.

(Muhakkak ki, ikisi de) Hem Musa hem de Harun Aleyhisselâm (bizim mümin kullarımızdandır.) binaenaleyh öyle mükâfatlara erişmişlerdir, Allah'ın lütfuna kavuşmuşlardır. Bu âyeti kerime ile işaret buyurulmuş oluyor ki: Güzel bir îman, en gerekli ve mukaddes bir vazifedir. 0 imân sebebiyle tecelli eden fazilet, nimet ve selâmet her türlü faziletlerin, nimetlerin, selâmetlerin üstündedir. Cenab-ı Hak, cümlemizi öyle bir îmandan mahrum bırakmasın. Amin.

Saffat suresi ayet 123
Ve şüphe yok ki, İl yâ s da gönderilmiş -Peygamber- lerdendir.

Bu mübarek âyetler de Ilyas Aleyhisselâm'ın kıssasını bildiriyor. 0 muhterem Peygamberin kavmini Allah'ın birliği inancına davet ettiğini, O'nu yalanlayanların da azaba uğradıklarını beyan buyuruyor. Hz. Ilyas'ın seçkin bir mümin olup selâma, güzelce anılmaya mazhar olduğunu ve mükâfata kavuştuğunu şöylece bildirmektedir. (Ve şüphe yok ki, Ilyas da) Beni İsrail'i tevhid dinine davet için (gönderilmiş) Peygamber (lerdendir.)

Saffat suresi ayet 124
0 vakit, kavmine demişti ki: siz korkmaz mısınız?.

(0 vakit) 0 muhterem Peygamberin kavmine gönderildiği zaman, (kavmine) İsrailoğuI lan na (demişti ki: Siz korkmaz mısınız?.) Yüce Yaratıcının azabından endişe etmez misiniz ki, O'nun emirlerine uymuyorsunuz, yasakladığı şeyleri terk eylemiyorsunuz.

Saffat suresi ayet 125
Ba'l-e mi tapınırsınız?. Ve yaratıcıların en güzeline -ibadeti-terk mi edersiniz?.

Ey Kavmimi, siz (Ba'le mi tapınırsınız?.) öyle elinizle yapmış olduğunuz "Ba'l" adındaki puta mı ibadette bulunursunuz (ve yaratıcıların en güzeline) ibadeti (terk mi eylersiniz?.) Bu ne kadar cehaleti. Ne büyük sapıklık!

"Haalık lafzı, icat eden, ortaya çıkaran, birşeyi yoktan var eden, yaratan manasına olduğu gibi takdir eden, tasvir eden ve terbiye eden mânâsında da kullanılmaktadır. Allah Teâlâ'dan başka yoktan yaratıcı manasına bir Yaratıcı mevcut olmadığı aklen ve naklen sabittir. Bütün insanların vesairenin varlıkları ve onların meydana getirdikleri şeyler, bütün Cenab-ı Hak'kın yaratmasıyle meydana gelmektedir. Yaratıklar, bir zerreyi bile yoktan var edemezler. Binaenaleyh bu âyeti kerimedeki "haalik" tâbirinden maksat en iyisini Allah bilir, takdir ve tasvir eden, demektir.

Buyurulmuş oluyor ki: Siz bazı şeyleri takdir eden, tasvireden kimselere mi tapıyorsunuz?. Herhangi birşeyi en güzel takdir eden, tasvir buyuran bir Yüce Mabûd'a ibadeti terk ederek. Bu ne kadar cahilce bir hareketi.

Diğer bir yoruma göre de buyurulmuş oluyor ki: Ey müşrikleri. Siz bazı şeylere Yaratıcılık isnat ediyorsunuz. 0 şeyler sizin -iddianızca- hâşâ bir Yaratıcısı bulunuyor. Fakat bir kere düşününüz, o şeyleri de bütün kâinatı da en güzel surette yaratan Allah Teâlâ var iken O'na ibadeti bırakıp da idianızca Yaratıcı sandığınız âciz, mahlûkata ibadet etmeniz, onlardan bir faide beklemeniz nasıl uygun olabilir?. Siz bu cehaletinizin hiç farkında değil misiniz?.

Saffat suresi ayet 126
Sizin de Rab'biniz ve evvelki atalarınızın da Rab'bi olan Allah'a -ibadeti mi terk eylersiniz?-

Evet. Hz. Idris, kavmine şöyle de ihtarda bulundu. (Sizin de Rab'biniz ve evvelki atalarınızın da Rabbi) Yaratıcısı, terbiyecisi, nimet vereni (olan Allah'a) ibadeti mi

terkeylersiniz. Halbuki, O âlemlerin Rabbinden başka ibadete lâyık başka bir zat yoktur. İbadete lâyık olan ancak Allah Teâlâ Hazretleridir. O vakit onu yalanladılar. Artık onlar da elbette ki, -azaba-götürülmüş kimselerdir.

Saffat suresi ayet 127
Fakat onu yalanladılar; bundan dolayı gerçekten onlar, (azab için getirilip) hazır bulundurulacak olanlardır.

Ilyas Aleyhisselâm, onları böyle uyanmaya davet edip haklarında hayrı tavsiye ederken o müşrik kavmi (0 vakit O'nu) Hz. Ilyas'ı (yalanladılar) o mübarek zatın Allah'ın birliğinin lüzumuna, şirkin azabı gerektirici olduğuna dair olan beyanatını kabul etmediler (artık onlar da) o müşrik kavim de, bu yalanlamalarından dolayı (elbette ki,) azaba (götürülmüş kimselerdir) onlar nihayet cehenneme sevkedileceklerdir... 0 kötü sözlerin, işlerinin cezasına kavuşmuş olacaklardır.

Saffat suresi ayet 128
Allah'ın ihlaslı kulları müstesna.

Fakat o mübarek Peygamberi tasdik eden (Allah'ın ihlaslı) tevhid dinî ile vasıflanmış olan (kulları müstesna) onlar elbette azaba değil, mükâfatlara kavuşacaklardır. Bu yüce beyan işaret ediyor ki, bu kavmin arasında imâna erişenler de bulunuyormuş.

Saffat suresi ayet 129
Ve ona karşı sonrakiler arasında -güzel bir nam- bıraktık.

Allah Teâlâ da Hz. Ilyas'ın bu hak yolundaki çalışmasının bir başka mükâfatını beyan için buyuruyor ki: (Ve O'na karşı) 0 yüce peygamberin o yüce mesaisine bir mükâfat olmak üzere (sonrakiler arasında) kendisine güzel bir nam, güzel bir övgü (bıraktık.) kıyamete kadar dünyaya gelen müminler o mübarek zatı yücelterek, hakkında övgü dolu sözler söyleyeceklerdir.

Saffat suresi ayet 130
İlyâsın üzerine selâm olsun.

Cenab-ı Hak lütfen şöyle de buyuruyor: (Ilyas'ın üzerine) bizden (selâm olsun.) Ilyas Aleyhisselâm'ın bir adı da "Ilyasîn"dir. Yahut bundan maksat, Hz. Ilyas ile O'na imân eden zatlardır, onunla beraber bir ilişkiden dolayı bir arada zikredilmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 131
Muhakkak ki, biz iyileri işte böyle mükâfata kavuştururuz.

Hak Teâlâ Hazretleri, o ilâhî lütuflarının sebebine işaret için de buyuruyor ki: (Muhakkak ki, biz iyileri) îman ile vasıflanmış ilâhi hükümlere hakkıyla riayet eden kulları (mükâfata ulaştırırız) Ilyâs Aleyhisselâm ile O'na tâbi olanlar da öyle iyi kimseler oldukları için ilâhi mükâfatlara aday bulunmuşlardı.

Saffat suresi ayet 132
Şüphe yok ki. O, bizim mümin kullarımızdandır.

(Şüphe yok ki, O) Ilyas Aleyhisselâm (bizim mümin kullarımızdandır) öyle bir kulluk şerefine sahip olan bir Peygamber, elbette ki, ihlaslılardan olup öyle yüce mükâfatlara lâyık bulunmuştur. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.

Ilyâs Aleyhisselâm; Harun Aleyhisselâm'ın torunlarındandır. Kendisine " İlyasin" de denilmektedir. "Cebelisinâ", "cebeli'sinin" tâbirleri gibi. Maamafih Ilyasin tabiri; Aliyâsîn diye de kıraat olunmaktadır. Bazı zâtlara ve bu cümleden olarak Imam-ı Ahmet Bin Hanbel'e göre, Hz. Ilyas ile Hz. Idris bir zattan ibarettir. Ilyas Aleyhisselâm, Şam havalisinde bulunan bir belde ahalisine Peygamber gönderilmişti. O ahali "6aT' adındaki putundan yapılmış bir büyük puta tapıyorlardı. O putun bulunduğu beldeye "Ba'lebek" adı verilmiştir. O ahali, Hz. Ilyas'ın tebliğlerini kabul etmemişler, bilâkis onu beldelerinden çıkarmışlar. Bunu müteakip beldeleri feyz ve bereketten mahrum kalmış, yağmurlar yağmaz olmuş, açlıktan pek fena bir hale gelmişler. Nihayet arayıp Ilyas Aleyhisselâm'ı bulmuşlar, O'nun nasihatini kabul ederek sıkıntısından kurtulmuşlar. Fakat bilahara o kavim, yine küfre, günaha, isyana müptela olmuş, Hz. Ilyas da Allah'ın izni ile onların aralarından ayrılmış, başka bir tarafa çıkıp gitmiştir. O mübarek Peygamberin yerine "Hz. Ilyesa" geçti ve peygamberliğe erişerek o kavmi ıslaha çalıştı. Fakat o kavim bilahara yine doğru yoldan çıkmış, Allah'ın kitabını terketmiş, birbirleriyle mülk ve memleket çekişmelerinde bulunup durmuşlardı. Nihayet üzerlerine Asuriyye devleti musallat olmuştur. İşte o asırda Yûnus Aleyhisselâm da Asuriye devletinin başkenti olan Ninova şehri ahalisine Peygamber gönderilmişti.

Saffat suresi ayet 133
Ve muhakkak ki, Lût da elbette gönderilmiş -Peygamberlerdendir.

Bu mübarek âyetler de Lût Aleyhisselâm'ın kıssasına işaret ediyor. O'nun ve kendisine muhalefet eden bir eşinden başka aile fertlerinin kurtuluşa erdirilmiş olduklarını, O'na muhalefet edenlerin ise helake uğramış bulunduklarını bildiriyor. Öyle helake uğramış kavimlerin daima görülmekte olan tarihi yurtlarından ibret alınması lüzumunu şöylece ihtar buyurmaktadır, (ve mubakkak ki, Lut) Aleyhisselâm (da) Şam tarafında "Sedum" adındaki belde ahalisine (elbette gönderilmiş) Babil tarafından, Şam yakasına geçmiş Peygamber (lerdendir) o belde ahalisi ise birnice çirkin, başka milletlerin yapmadıkları çirkin şeyleri işleyip duruyorlardı.

Saffat suresi ayet 134
0 vakit O'nu ve ailesini kurtardık.

Cenab-ı Hak, Resûl-i Ekrem'ine emrediyor ki: Habibiml. Hatırlat o vakti ki, (0 vakit O'nu) Lût Aleyhisselâm'ı (ve ailesini) bütün aile fertlerini (kurtuluşa erdirdik) onları o kavmin üzerine yönelmiş olan felâketlerden kurtardık.

Saffat suresi ayet 135
Azap içinde kalanlar arasındaki bir kocakarı müstesna..

Ancak (Azap içinde kalanlar arasındaki bir kocakarı) 0 Yüce Peygamberin emirlerine muhalefet eden yaşlı başlı eşi (müstesna) 0 da kavim ile beraber helake uğramış idi.

Saffat suresi ayet 136
Sonra diğerlerini de helak ediverdik.

Evet.. (Sonra diğerlerini) Hz. Lût ile O'na itaat eden aile fertlerinden başkalarını, kendi isyanları, çirkin hareketleri sebebiyle (helak ediverdik) başlarına taşlar yağdırıldı, zelzeleler ile yurtlarının altı üstüne getirilmiş oldu, hepsi de lâyık oldukları cezaya kavuşmuş oldular. Onların harap yurtları birer ibret manzarası teşkil etmekte bulunuyor.

Saffat suresi ayet 137
Ve şüphe yok ki, siz elbette onların üzerlerine sabahleyin uğrarsınız.

(Ve şüphe yok ki, siz) Ey Mekke-i Mükerremede bulunan Son Peygamber'e karşı muhalefete cür'et eden kimseler!, (elbette) Şam tarafına vakit vakit seyahat ettikçe (onların üzerlerine sabahleyin uğrarsınız) onların nasıl helak olup gitmiş olduklarını anlarsınız.

Saffat suresi ayet 138
Ve geceleyin de. Siz akıllıca düşünmeyecek misiniz?.

(Ve geceleyin de) 0 taraflara uğrarsınız, onların o harap yurtlarını görürsünüz. Artık (siz akıllıca düşünmeyecek misiniz?.) o kavimlerin dinsizlikleri, ahlâksız şeyleri işlemiş olmaları yüzünden nasıl felâketlere uğramış olduklarını dikkate alıp uyanmayacak mısınız?. Sizin başınıza da öyle felâketlerin gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirsiniz?. İnsan biraz da tarihten ibret almalı değil midir?. Bu kıssa için Enbiya Sûresine de bakınız.

Saffat suresi ayet 139
Ve şüphe yok ki, Yûnus de elbette gönderilmiş -Peygamberlerdendir.

Bu mübarek âyetler de Yûnus Aleyhisselâm'ın kıssasını bildiriyor. O'nun fazlasıyla olan zikr ve teşbihi bereketiyle nasıl harikulade bir felâketten kurtulmuş ve nasıl büyük bir cemaate Peygamber gönderilmiş ve onların imân ile vasıflanmalarını temine muvaffak olmuş olduğunu şöylece beyan buyurmaktadır, (ve şüphe yok ki, Yûnus) Bini Mettâ (da) elbette (gönderilmiş) Peygamber (lerdendir.) Ninova ahalisini Allah'ın dinine davet etmekle emrolunmuştu. Onlar putlara tapıyorlardı. 0 mübarek
Peygamberlerinin sözlerini dinlemediler, onların başlarına bir azap geleceğini ihtar etti, onların muhalefetlerinden dolayı pek üzüldü. Daha ilâhi bir müsaade almadan bulunduğu beldeyi terk ederek, bir deniz sahiline vardı.

Saffat suresi ayet 140
vakta ki, O, dolu bir gemiye kaçmıştı.

Evet.. (Vakta ki, O) Yüce Peygamber öyle bir deniz kenarına varmış, yolcular ile (dolu bir gemiye kaçmıştı.) kendi yurdundan uzaklaşmak istiyordu. Fakat gemi, hareket etmez olmuştu. Cemide efendisinden firar etmiş bir kul var denilmiş, gemi ahalisi, aralarında bir kur'a çekmek istemişlerdi
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 141
Derken kur'a çekmişte, mağlûp olanlardan olmuştu.

(Derken) O ahali (kur'a çekmişde) kur'a, Hz. Yûnus adına isabet edince: "firar eden kul benim" diyerek (mağlup olanlardan olmuştu.)

ıbak; Kölenin efendisinden kaçması demektir.
Mudhazîn; de kur'a ile mağlûp olanlar manasınadır.
Meşhûn; de memlu, dolu demektir.
Müsâheme" kur'a çeki vermektir.


Saffat suresi ayet 142
Artık o melâmet eder -nefsini kınar- bir hâlde iken O'nu balık yutuverdi.

(Artık O) Hz. Yûnus (kendini kınar) henüz ilâhi bir emir almadan kavmini bırakıp kaçtığından dolayı nefsini kınar, (bir hâlde) Kendisini denize attı, hemen O'nu bir (balık yuttu.) fakat Cenab-ı Hak'kın bir koruması olmak üzere o balığın karnında canlı olarak bir müddet kaldı.


Saffat suresi ayet 143
Eğer o çokça teşbih edenlerden olmasa idi.

(Eğer O) Hz. Yûnus (vaktiyle çokça teşbih edenlerden) Allah Teâlâ'yı fazla zikredenlerden, namaz kılıp teşbih çekenlerden öyle ibadet eden takva sahibi kullardan (olmasa idi.) bu müthiş faciadan kurtulamazdı, canlı kalarak bir daha kurtuluş sahasına varamazdı.

Saffat suresi ayet 144
Elbette ki, O'nun karnında tekrar dirilecekleri güne kadar kalırdı.

(Elbette ki, O'nun karnında) O balığın içinde (tekrar dirilecekleri güne kadar kalırdı.) kıyametten evvel canlı olarak bir daha dünya yüzüne gelemezdi. İşte O'nun zühd ve takvası, fazlaca zikr ile, teşbih ile meşguliyeti kendisi için bir kurtuluş vesilesi olmuştur. Bundan, başkaları da bir ibret dersi almalıdırlar.

Saffat suresi ayet 145
Artık O'nu kendisi hasta olduğu hâlde bir açık yere atıverdik.

Allah Teâlâ buyuruyor ki: (Artık O'nu) Yûnus Aleyh i s selâm'ı (kendisi hasta olduğu hâlde) mübarek vücudu süzülmüş gibi bir hale gelmiş kavminin halinden ve henüz bir izin almaksızın beldesini terk ettiğinden dolayı üzüntülü, ruhen ızdırablı bulunmuş olduğu halde (bir açık yere atıverdik.) O'nu balığın karnından alarak bir kurtuluş sahasına kavuşturduk. Balığın karnında ne kadar kaldığına dâir kat'i bir bilgi yoktur. Pek az kaldığı veya üç gün veya yirmi veyahut bir ay veya kırk gün kaldığını söyleyenler vardır.

Ara; Hâli, boş mekân demektir.

Saffat suresi ayet 146
Ve O'nun üzerine kabak nev'inden bir ağaç bitirdik.

(Ve O'nun üzerine) Yani: Hz. Yûnus'un etrafında (kabak nevinden) veya "mevz" denilen şam üzümünden (bir ağaç bitirdik.) onun gölgesinde oturuyor, meyvesinden yiyor, başka bir gıdaya muhtaç bulunmuyordu.

Saffat suresi ayet 147
Ve O'nu yüzbin ve daha çok kişiye -öyle bir kavme Peygamber- gönderdik.

(Ve O'nu) 0 mübarek Peygamberi öyle kurtuluş alanına çıkıp tam sıhhat bulduktan sonra (yüzbin veya daha çok kişiye) 0 kendisinin Ninova'daki büyük kavmine tekrar Peygamber olarak (gönderdik.) onları tekrar gidip irşada çalıştı, onlar da hâllerini ıslah ederek 0 mübarek zât'a tâbi oldular.

Saffat suresi ayet 148
Nihayet imân ettiler, artık onları bir müddete kadar geçindirdik -fâidelendirdik-,

Evet. 0 kavim (Nihayet) gafletten uyandılar, putlarını terk ettiler, Cenab-ı Hak'ka (imân ettiler) o Peygamberlerinin tebliğ ettiği Allah'ın dinini kabul eylediler, (artık onları bir müddete kadar geçindirdik.) Onları ömürlerinin nihayetine kadar fâidelendirdik, kendilerini selâmet ve refah içinde yaşattık. İmânlarının dünyevî mükâfatlarına ermiş oldular, elbette ki, onların uhrevî mükâfatları daha pek büyüktür. İşte ilâhi dine sarılmanın pek muazzam fâidesil.

Saffat suresi ayet 149
Şimdi onlara sor, Rab'bin için kızlar, ve onlar için ise oğullar mı var?

Bu mübarek âyetler de kendilerine, küfrleri yüzünden helake uğramış olan eski kavimlerin müthiş tarihi halleri bir uyanma vesilesi olmak üzere bildirilen asr-ı saadetteki müşrikleri kınamak için bir cevap vermeğe davet ediyor. Yüce Yaratıcı ile melekler ve cinler arasında bir soy birliği münasebeti bulunduğunu hiçbir delile dayanmayarak iddia eden o müşriklerin cehaletlerini gözlen önüne seriyor. 0 müşriklerin iddialarından Cenab-ı Hak'kın uzak olduğunu ve o müşriklerin cehenneme sevkedileceklerini, müminlerin ise cehennemden emin bulunacağını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, Yüce Peygamberine emr ediyor ki: Resulüm!. (Şimdi) Sen (onlara) o müşrik kabilelere (sor) onların cehaletlerini göstermek, kendilerini kınamak ve utandırmak için onlardan bir cevap iste (Rabbin için kızlar ve onlar,) o müşrikler (için ise oğullar mı var?.) buna cevap verebilirler mi?. Elbette ki, veremezler, hangi bir delile dayanarak cevaba cür'et edebileceklerdir. Bu gibi Allah tarafından yapılan sorulara "istifham-ı inkâri" denilirki, sorguya çekilenleri susturmak, onların cehaletlerini teşhir etmek gibi bir hikmete dayanmaktadır. "Arap kabilelerinden Cüheyne, Huzaa, Beni Melih ve Beni Selm müşrikleri "Melekler Allah'ın kızlarıdır", derler imiş. Halbuki, onlardan birinin bir kızı dünyaya gelince utanç duyar, kavminden kaçıp gizlenirmiş. Kendilerince kız evlâdı o kadar çirkin, utanç verici görüldüğü halde Yüce Yaratıcı'ya öyle kız evladı isnadından geri durmazlar

Saffat suresi ayet 150
Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık?. Onlar da şahitler mi idiler?.

Hak Teâlâ Hazretleri onların o cehaletlerini teşhir etmek ve kendilerini de kınamak için şöyle de buyuruyor: (Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık?.) Meleklerin dişi olduklarını ve Allah'ın kızları bulunduklarını neye dayanarak iddia ediyorlar?. Yoksa o meleklerin yaradılışına (onlar da) o müşrikler de (şahitler mi idiler?.) o yaradılışı, bakıp ta müşahede mi etmişlerdi?. Neye dayanarak öyle boş bir iddiaya cür'et ediyorlar?.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 151
Dikkat edin, şüphe yok ki, onlar iftiralarından dolayı elbette derler ki:

(Dikkat et) Haberdar bulun, o müşriklerin o kadar cahilce iddialarına dikkat et. (şüphe yok ki, onlar iftiralarından dolayı elbette derler ki: kendi bâtıl iddialarında ısrar ederek söylenirler ki:

Saffat suresi ayet 152
Allah doğurdu!. Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir.

O melekleri, (Allah doğurdu) işte onlar, böyle bir cehalette, ahmaklıkta bulunmuş olurlar. Hiçbir delile dayanmaksızın böyle bir iddiaya cür'et gösterirler, (ve şüphe yok ki, onlar) 0 müşrikler (elbette yalancı kimselerdir.) bu iddiaları hiç şüphe yok ki, apaçık bir yalandan ibarettir.


Saffat suresi ayet 153
Kızları oğullar üzerine tercih mi etmiş?.

Ne bâtıl bir iddia!. Allah Teâlâ (Kızları oğullar üzerine tercih mi etmiş!.) ne için kızları seçmiş, tercih etmiş de, oğulları terk eylemiş?. Bütün örf ve âdet, ruhi eğilimler sağlam akıl, bunun hilafına değil midir?.


Saffat suresi ayet 154
Size ne oluyor?. Nasıl hükmediyorsunuz?.

Ey müşrikleri. Ey böyle boş bir iddiaya cür'et edenleri. (Size ne oluyor?.) Neden böyle cahilce bir isnatta bulunuyorsunuz? Siz (nasıl hükmediyorsunuz?.) böyle bozuk bir hükme neden lüzum görüyorsunuz?. Her sağlam akıl, bu iddianın bâtıl olduğunu göstermeğe kâfidir.


Saffat suresi ayet 155
Hiç düşünüvermez misiniz?.

Artık ey müşrikleri. Siz (Hiç düşünüvermez misiniz?.) sizin aklınız yok mu? Bu bâtıl inancınızın ne kadar akla, nakle muhalif olduğunu takdir edemiyor musunuz?.


Saffat suresi ayet 156
Yoksa sizin için apaçık bir delil mi var?.

(Yoksa) Ey cahilleri, (sizin için) Bu iddianızı isbat edecek (apaçık bir delil mi var?.) Allah Teâlâ'nın evlat sahibi olduğuna dair ilâhi bir vahiy, nakli bir delil mi mevcuttur. Öyle birşey var ise gösteriniz görelim.


Saffat suresi ayet 157
Haydi, eğer siz sadıklar iseniz kitabınızı getiriveriniz.

(Haydi) Ey müşrikleri, (eğer siz) Bu iddianizda (doğru sözlülerden iseniz) bunu isbat edecek olan (kitabınızı getiriveriniz!.) Heyhat!. Ne mümkün!. Siz bu iddianızı isbat edecek bir belgeye asla sahip değilsinizdir.


Saffat suresi ayet 158
Ve bir de Allah ile cinler arasında bir neseb -iddiasında- bulundular. And olsun ki, cinler bilmişlerdir ki, elbette onlar -cehenneme- götürülmüş kimselerdir.

Yüce Yaratıcı, o müşriklerin hitab imkânına ve cevaba kadir olmadıklarına işaret için onların diğer bir bâtıl iddialarını da şöyle gaip sigasiyle gözler önüne seriyor: (Ve bir de O'nunla) 0 ezeli Yaratıcı ile (cinler arasında bir neseb) iddiasında (bulundular) ne kadar bâtıl bir iddia!. Halbuki, cinler dahi onların bu iddiasını reddederler. Cinler dahi bilirler ki: (elbette onlar) Böyle müşrikçe bir iddiada bulunanlar cehenneme götürülmüş kimselerdir.) onlar ergeç cehenneme atılacaklardır.
Bu cinlerden maksat, bazı zatlara göre, meleklerden ibarettir. Fakat melekler ile Cenabı Allah arasında böyle bir neseb iddiasında bulunmuş oldukları beyan buyurulduğu için artık tekrar bu neseb iddiasını beyan fazla olmuş olur. Fahri Râzi'nin de tercih ettiğine göre bu cinlerden maksat, melekler değildir. Belki bunlardan maksat, cin taifesinden olan şeytanlar vesairedir. Bir kısım zındıklara göre hâşâ Allah Teâlâ ile şeytan iki kardeştir. Allah, hayırlı, kerim kardeştir, şeytan ise şerli, kovulmuş bir kardeştir. Nitekim Mecusîler de Cenab-ı Hak'ka "yezdan", şeytana da "ehremen" diyerek aralarında bir neseb münasebeti olduğunu söylemişlerdir.


Saffat suresi ayet 159
Allah Teâlâ, onların vasıflandırdıklarından uzaktır.

Allah'ın sânı ise, o gibi iddialardan uzaktır, mukaddestir. Evet. (Allah Teâlâ, onların) 0 müşriklerin, o cahillerin (vasıflandırdıklarından) Allah'ın kızları vardır, Allah ile cinler arasında bir soy münasebeti vardır demelerinden, o Yüce Yaratıcı'yı böyle gerçek dışı Allah'ın sânına lâyık olmayan şeyler ile vasıflandırmakta olduklarından (münezzehtir.) İnandık.


Saffat suresi ayet 160
Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olduğu kulları müstesna. -Onlar böyle bir vasıflandırmada bulunmazlar-

(Allah'ın ihlâsa nail buyurmuş olduğu) Mümin (kulları müstesna) onlar, Cenab-ı Hak'kı o gibi lâyık olmayan vasıflardan tenzih ederler, o Yüce Yaratıcının ortak ve benzerden, çoluk ve çocuktan uzak olduğunu bilirler, tam bir samimiyetle Allah'ın birliğini tasdik eder ve kutsarlar.
 

isfa91

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Kas 2007
Mesajlar
130
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
56
ALLAH razı olsun emeğinize ellerınıze sağlık
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
isfa91,
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 161
Artık şüphe yok ki, siz ve ibadet ettiğiniz şeyler...

Bu mübarek âyetler de o müşriklerin dinsizliğe kabiliyetli ve cehennem ehlinden olmaları, Allah tarafından takdir edilmiş olanlardan başkasını sapıklığa düşüremiyeceklerini bildiriyor. Meleklerin de kulluklarını itiraf ettiklerini beyan ile o müşriklerin iddialarındaki bozukluğu teşhir buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, o müşriklerin bâtıl itikatlarını red ve onların samimi kullara bir zarar veremiyeceklerini kuvvetlendirmek için şöyle buyuruyor. (Artık şüphe yok ki, siz) Ey müşrikleri. Ey ilâhi dine karşı cephe almış olan inkarcılar!, (siz ve) Kendilerine (ibadet ettiğiniz şeyler) kendilerinden bir fâide beklediğiniz, şeytanlar, bâtıl mabutlar, öyle âciz mahlûklar.

Saffat suresi ayet 162
O'na karşı -kimseyi- fitneye düşürücüler değilsinizdir.

(O'na karşı) Allah Teâlâ'nın kuvvet ve azametine aykırı olarak bir kimseyi, O'nun kullarından herhangi bir şahsi (fitneye düşürücüler değilsinizdir.) siz kendi kuvvetlerinizle insanları saptırarak onları Allah'ın birliği inancından mahrum bırakamazsınız.

Saffat suresi ayet 163
Ancak cehenneme girecek olan müstesna.

(Ancak) Kendisi (cehenneme saldıran) kendi iradesini kötüye kullanan temiz yaratılışını zayi eyleyen, o cihetle hakkında Allah'ın azabı takdir edilmiş bulunan (kimse müstesna) öyle bir kimseyi ey dinsizler, siz sapıttırabilirsiniz, yoksa aklını güzelce kullanan hâlis kulları Allah'ın dininden mahrum bırakamazsınız, o kullar, Allah'ın korumasına erişmişlerdir.

Saffat suresi ayet 164
Ve bizden ise bir kimse yoktur ki, illâ O'nun için bir bilinen makam vardır...

(ve) İşte öyle muhterem kullardan olan melekler de Cenab-ı Hak'ka kullukla iftihar etmektedirler. Ve onlar derler ki: (bizden ise bir kimse yoktur ki, illa onun için bir bilinen makam vardır.) O kendisine mahsus bir semâ'da, bir makamda bulunur, kendisine mahsus bir mertebe vardır. Onu aşamaz. Kulluk vazifemiz belirlenmiştir, ona muhalefette bulunamayız.

Saffat suresi ayet 165
Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o sıra sıra duranlar...

(Ve şüphe yok ki bizleriz, evet elbette bizleriz) Biz melekler zümresiyiz (o sıra sıra duranlar) namaz için, niyaz için saf saf olarak kullukta devam edenler.

Saffat suresi ayet 166
Ve muhakkak ki, bizleriz, elbette bizleriz, o tesbîh ediciler..

(Ve muhakkak ki, bizleriz, elbette bizleriz, o teşbih ediciler) Cenab-ı Hak'kın yüce zatını lâyık olmayan şeylerden tenzih eyleyenler. Evet.. Hepimiz de O Yüce Yaratıcının kullarıyız, hepimiz de O'nun lütfuna muhtacız, O'nun ortak ve benzerden, çoluk ve çocuğa ihtiyaçtan uzak olduğunu bilip itiraf etmekteyiz. Bizler, hâşâ O Yüce Yaratıcının evlâdı olmak iddiasında bulunamayız, böyle bir iddia, en büyük bir cehalet, bir sapıklık eseridir.

Saffat suresi ayet 167
Ve elbette ki, -kâfirler, evvelce- diyorlardı ki:

İşte melekler de böyle Allah'ın birliğini tasdik eden, kendi kulluklarını ve Cenab-ı Hak'kın korumasına muhtaç olduklarını itiraf ettikleri halde birtakım müşrikler, bunun hilafını iddia etmekte bulunmuşlardır. (Ve elbette ki,) öyle kâfirler, Mekke'deki müşrikler, evvelce, Hz. Muhammed'in peygamberliğinden önce (diyorlardı ki: biz bir Peygambere, bir kitaba kavuşmuş değiliz.

Saffat suresi ayet 168
Eğer bizim yanımızda evvelkilerden bir kitap bulunmuş olsa idi.

(Eğer bizim yanımızda evvelkilerden) Geçmiş milletlere âit, Tevrat ve İncil gibi kitaplardan (bir kitap bulunmuş olsa idi..) bize ilâhi emirleri, nehyleri bildirecek bulunsa idi..

Saffat suresi ayet 169
Elbette ki, biz Allah'ın ihlâsa kavuşmuş kullarından olur idik.

(Elbette ki, biz Allah'ın ihlâsa kavuşmuş kullarından olmuş olur idik.) Allah Tealâ'ya samimi olarak ibadet ve itaata bulunurduk, başka milletlerden daha ziyâde doğru yolu takibe muvaffak olurduk. Öyle bir kitaba kavuşmaktan mahrum oluşumuz, bizi cehalet içinde bırakmış oldu.

Saffat suresi ayet 170
Fakat şimdi O'nu inkâr ettiler. Artık ileride bileceklerdir.

Halbuki, onlara bilâhara Son Peygamber Hz. Muhammed geldi, kendilerine semavi kitapların sonuncusu ve en faziletlesi olan Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini tebliğ etti, onları irşada ve aydınlatmaya çalıştı. (Fakat şimdi) O kâfirler, sözlerinde durmadılar (O'nu) onlara tebliğ buyurulan o ilâhi kitabı o mukaddes öğütleri (inkâr ettiler) sözlerinde durmadılar, şirk ve isyan içinde yaşamaktan ayrılmadılar, (artık) Onlar (ileride bileceklerdir.) O küfrlerinin ne müthiş bir cezasına kavuşacaklardır, nankörlüklerinin, Allah'ın dinine karşı cephe almalarının kat kat cezasını göreceklerdir. Ne büyük bir ilâhi tehdit!. Artık o gibi sapık insanlar, böyle pek müthiş bir âkibeti, bir ebedî azabı düşünerek o pek zararlı, kötü kanaatlerini, hareketlerini terk etmeli
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 171
Andolsun ki, -Peygamber- gönderilmiş kullarım için bizim bir sözümüz geçmiştir.

Bu mübarek âyetler de, müşrikleri tehdit eden âyetleri müteakip Resûl-i Ekrem Hazretlerine tesellide bulunuyor, müslümanların Allah'ın yardımına kavuşacaklarını müjdeliyor. O Yüce Peygamberin yakında cezalandırılacak olan müşriklere bakıp da üzülmemesini emrediyor. Ve Yüce Allah'ın lâyık olmayan vasıflardan uzak bulunduğunu ve Yüce Peygamberlerin Allah'ın selâmına mazhar bulunduklarını, asıl hamd övgünün de âlemlerin Rabbine mahsus bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, Yüce Peygamberin kalbini takviye ve ilâhi va'dinin ehemmiyetine işaret için buyuruyor ki: (Andolsun ki) Muhakkaktır ki, insanlığı Allah'ın dinine davetle emrolunmuş olarak (Peygamber gönderilmiş kullarım için) onların yardıma, zafere, fetihlere kavuşacaklarına dâir (bizim bir sözümüz geçmiştir.) bir ilâhi va'dimiz vuk'u bulmuştur, o herhalde gerçekleşecektir.

Saffat suresi ayet 172
Şüphe yok ki, onlar elbette zafere ulaşacaklar, onlardır.

Evet.. (Şüphe yok ki, onlar) O Peygamberler, evet., (zafere kavuşmuş olanlar) dünyada düşmanlarına galip gelerek Allah'ın dinini yaymaya muvaffak bulunanlar (onlardır) o mübarek Peygamberlerden ibarettir.

Saffat suresi ayet 173
Ve muhakkak ki, bizim ordumuz, elbette üstün gelecektir.

(Ve muhakkak ki, bizim ordumuz) müminler zümresi, İslâm mücahitleri (elbette galip olanlar) düşmanları üzerine dünyada ve ahirette üstün gelmiş bulunanlar
(onlardır.) o İslâm erleridir, o müminler zümresidir. Çünki işin neticesi, zafer ve ilâhi lütuflara erişmek, onlara mahsustur. Evet.. Şüphe yok ki, Allah'ın dinî, aklen ve naklen bütün bâtıl dinlerin, mesleklerin üstündedir, hepsine galiptir. Bahusus Hz. Peygamber, büyük bir muvaffakiyete ulaşmış, milyonlarca insan, İslâm dinini kabul ederek İslâmiyet'i doğu ve batıda yaymaya muvaffak bulunmuşlardır. Aslında bazı mağlubiyetler yüz göstermiş ise de bu geçicidir, bir hikmete dayanmaktadır, bazı kusurların dünyevî bir cezasıdır, bir uyanmaya vesiledir. Fakat şu da muhakkaktır ki, Allah'ın dinî, ebediyyen ilâhi koruma altındadır. Ve asıl ebedî hayat sahası olan ahirette de zafere erişecek ve ilâhi lütfa kavuşacak zümre, ancak müminlerdir. İşte asıl temenni etmeye lâyık olan zafer, de böyle ebedî ve mutlu şekilde bir âkibete kavuşmaktır.

Saffat suresi ayet 174
Artık sen, onlardan -o muhaliflerden- bir zamana kadar yüz çevir.

(Artık) Ey Son Peygamber!, (sen onlardan) 0 Mekke-i Mükerreme'deki muhaliflerden, İslâmiyet'e karşı düşmanlık gösterenlerden (bir zamana kadar yüz çevir.) onları hâllerine bakıp üzülme. 0 zamandan maksat, Allah Resulünün cihat ile emrolunacağı zamandır veya Bedr gazvesi veya Mekke-i Mükerreme'nin fethi günüdür.

Saffat suresi ayet 175
Ve onlara bak!. Elbette ki, yakında göreceklerdir.

(ve onlara bak) Onların başlarına gelecek azaba nazaret, onların âkibetlerini gözet, (elbette ki, yakında göreceklerdir.) Kendileri nasıl Allah'ın kahrına ve yenilgiye uğrayacaklar, İslâmiyet ise nasıl muzaffer olup her tarafa yayılacaktır, bütün bunları birgün görmüş bulunacaklardır. Nitekim de biraz sonra görmüşlerdir, kendi yurtları müslümanların ellerine geçmiş, kendileri İslâm hâkimiyeti altında kalmaya mecbur olmuşlardır.

Saffat suresi ayet 176
Ya bizim azabımızı mı aceleyle istiyorlar?.

(Ve) 0 düşmanlar, o inkarcıları (bizim azabımızı mı aceleyle istiyorlar?.) kendilerine ihtar edilen kötü âkibetlerine imkân düşünmeyerek alaycı bir edâ ile: 0 "azap bize ne zaman gelecektir" diye söylenmekte bulunmuşlardı.

Saffat suresi ayet 177
Fakat -azap- onların sahasına indiği vakit artık korkutulmuş olanların sabahı ne kadar fenadır.

Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Fakat) 0 azap onların (sahasına indiği) onların yurtlarını kapladığı (vakit) onlar öyle bir azaba tutuldukları zaman (artık korkutulmuş olanların) böyle bir azaba uğrayacakları vaktiyle kendilerine bildirilmiş bulunan o inkarcıların (sabahı ne kadar fenadır.) onlar, nasıl müthiş bir değişikliğe uğramış olacaklardır, nasıl felâket getiren bir güne kavuşmuş bulunacaklardır, bunu hiç düşünmüyorlar mı?. Nitekim asr-ı saadetteki bir takım müşrikler azsonra birnice felâketlere uğramışlardır. Bu cümleden olarak Bedr gazvesindeki ve Mekke-i Mükerreme'nin fethi gününde büyük maşlubiyetlere maruz kalmışlardır.

Saffat suresi ayet 178
Ve onlardan bir zamana kadar yüz çevir.

(Ve) Ey Peygamberlerin efendisi! Sen teselli bul, sen (onlardan bir zamana kadar yüz çevir) onların sözlerinden, inkârlarından dolayı üzülüp durma.

Saffat suresi ayet 179
Ve gör, onlar da yakında göreceklerdir.

Evet.. Ey Yüce Peygamber!. Sen sabr et, (ve gör) bak, (onlar da) o inkarcı düşmanlar da (yakında göreceklerdir.) başlarına gelecek olan felâketleri görüp anlayacaklardır. Onlar, dünyada mağlûbiyetlere uğrayacakları gibi asil ahirette de nasıl bir azap içinde kalacaklarını görüp bilmiş olacaklardır.

Saffat suresi ayet 180
Rab'bin, o izzet sahibi, onların isnad ettikleri vasıflardan münezzehtir.

Evet.. O dinsizler, Allah Teâlâ'ya o ortak koşanlar, öyle pek fena bir âkibete lâyık olmuşlardır. Zira onları, Allah'ın sânına aykırı şeyleri Cenab-ı Hak'ka isnat
etmişlerdir. (Rab'bin) Seni yaratan, besleyen, olgunluğa eriştiren kerim mabudun (o izzet sahibi) olan ve kudreti, azameti herşeyin üstünde bulunan ezeli yaratıcının (onların) o müşriklerin (vasıflandırdıklarından münezzehtir.) onlar, yüce zata evlât isnat ediyorlar, Cenab-ı Hak ile bazı mahlûkatı arasında bir nesep münasebeti bulunduğunu iddiaya cür'et gösteriyorlar. Ve daha nice yanlış inançlarda bulunuyorlar. Halbuki, o Yüce Yaratıcı, o gibi şeylerden tamamen münezzehtir, uzaktır. İnandık.

Saffat suresi ayet 181
Ve selâm Peygamberlerin üzerinedir.

(Ve selâm) Dünyevi ve uhrevî selâmet ve saadet (Peygamberlerin üzerinedir.) onları, Allah'ın dinini insanlığa tebliğe çalışmış, ilâhi rahmete ulaşmış ve ilâhi korumaya mazhar bulunmuşlardır.

Saffat suresi ayet 182
Ve hamd, âlemlerin Rab'bi olan Allah içindir.

(Ve hamd) Medh, övgü ve şükür (âlemlerin Rab'bi olan) bütün melekleri, insanları vesâir mahlûkatı yoktan var eden, besleyen olgunluğa eriştiren ve açık, gizli nimetleri âlemi kapsayan (Allah) yüce ve mukaddes olan varlık (içindir.) O'nun yüce zatına mahsustur.
İşte müminler için en kutsî bir vazifedir ki, Allah Teâlâ Hazretlerini daima böyle teşbih ve hamd ile zikr ederek kalplerini imân nuru ile aydınlatmaya devam etsinler.
Bu âyeti kerime'nin fazileti pek çoktur. Okunan Kur'an'ların, ibâdetlerin, duaların sonunda çoğu defa bu âyeti celîle okunur. İmam Ali Radiallâhü Anh'dan rivayet olunuyor ki: Her kim büyük bir ölçü ile mükâfata ermek ister ise, meclisinden ayrılırken son sözü bu âyeti kerime'yi okumaktan ibaret olsun. Allah Teâlâ, cümlemizi teşbihe tevhide, hamd-ü senâ'ya ve selâtü selâma devam eden kullarından eylesin. Amin... Hamd, âlemlerin Rabbi Allah içindir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnfitar suresi ayet 6
Ey insan!. Seni o kerîm rabbine karşı ne şey aldattı.

(Ey insan!.) Ey kendi yaradılışını, hayat gayesini düşünmeyen her hangi bir gafil, âsi kimse!. (Seni o Kerîm, Rabbine karşı ne şey aldattı!.) Ne için kudret ve yardımıyla varlık alanına geldiğin ve o kadar nimetlerine nail olduğun Yüce Yaratıcı'nı düşünerek ona ibâdet ve itaatte, bulunmuyor ve şükür etmiyorsun, isyana, inkâra cür'et ediyorsun!. O Yüce Mabudun keremi bol olduğu gibi kahr ve cezası da, isyankârlar hakkındaki azabı da muhakkaktır.. Bu hususu da düşünmeli değil misiniz?

İnfitar suresi ayet 7
O Rabbin ki: Seni yarattı, sonra seni düzeltti de dengeli bir halde kıldı.

Evet. (O) Kerîm Rabbin (ki seni yarattı) seni yokluktan varlığa çıkardı, (sonra seni düzeltti) sana sağlam, muntazam organlar verdi (de dengeli bir hâlde kıldı.) Bütün uzuvlarına bir denge verdi, yaratılışını, boyunu güzel bir ölçüye tâbi tuttu.


İnfitar suresi ayet 8
Dilediği her hangi bir surette seni terkip etti.

Evet.. Ey insan!.. O Kerîm Yaratıcı (dilediği her hangi bir şekilde seni terkip etti.) Seni en güzel bir suret olan insan suretinde yarattı, erkeklik veya dişilik gibi bir mahiyette bulundurdu ve seni bir ebedî hayata aday kıldı, artık bütün bu nimetleri, bu gayeleri düşünüp de o Kerem Sahibi Yaratıcıyı birleyip, kutsayıp şükranda bulunmalı değil misin?


İnfitar suresi ayet 9
Hayır hayır.. Siz belki dini yalanlıyorsunuz.

(Hayır hayır.) Bir çok insanlar, vazifelerini bilmiyorlar, şükür vazifesini yerine getirmiyorlar, bilakis inkarcı hareketlere cür'et ediyorlar. Artık öyle kimseler, Allah'ın keremine değil, Allah'ın kahrına lâyık bulunmuşlardır, işte o gibi kimseleri red için Cenab-ı Hak buyuruyor: (Siz) o isyankâr kimseler!. (Belki) Daha büyük cinayetlere cür'et ediyorsunuz, hattâ (dini yalanlıyorsunuz.) Kıyametin vukuuna, orada mükâfat ve cezanın olacağına inanmıyorsunuz. İnkarcı ve fâsıkca bir hâlden ayrılmıyorsunuz. Artık siz, Allah'ın keremine nasıl lâyık olabilirsiniz?. Alemlerin Rabbi'nin lütuf ve keremi yarın âhirette müminler hakkında tecelli edecektir, kâfirler ve azgınlar ise her hâlde azap görüp lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.

İnfitar suresi ayet 10
Ve şüphe yok ki: Sizin üzerinizde bekçiler vardır.

(Şüphe yok ki: Ey insanlar!. (Sizin üzerinizde) hafaza melekleri adiyle (bekçiler vardır.) Bütün yaptıklarınızı amel sahifelerinize yazmaktadırlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnfitar suresi ayet 11
Çok değerli yazıcılar vardır.

Evet.. (Çok değerli) Allah katında büyük mertebelere sahip (yazıcılar vardır.) Onlar, sizin bütün fiil ve hareketlerinizi kayıt ve tesbit etmektedirler.


İnfitar suresi ayet 12
Ne yapmakta olduklarınızı bilirler.

Evet.. O mübarek melekler, ey insanlar!. Sizin (Ne yapmakta olduklarınızı) görür (bilirler.) Onları amel defterlerine kaydederler. Sizin hiç bir fikir ve düşünceniz onlarca bilinmemiş olamaz. Artık bu hakikati de düşünüp hâlinizi düzeltmeye çalışınız, dindarca ve, faziletli bir hâlde yaşamaya gayret ediniz ki: Allah'ın keremine lâyık olabilesiniz.


İnfitar suresi ayet 13
Şüphe yok ki: Takva sahibi zatlar, hoş nimetler içindedirler.

Bu mübarek âyetler de Allah'ın keremine kimlerin kavuşacaklarını ve Rabbin azabına kimlerin uğrayacaklarını bildiriyor. Ve bir ceza günü olan kıyametin pek büyük varlığını ancak Yüce Yaratıcı bilip kullarına bildirilmiş olduğunu ve o gün de kimsenin kimseye ilâhî bir izin olmadıkça fâide vermeyeceğini beyan buyurmaktadır.
Şöyle ki: İnsanların amellerini tesbit ve yazma neticesinde sevap ve cezaya lâyık olanlar, belirlenmiş olurlar. Artık (şüphe yok ki: Takva sahibi zâtlar) sahih bir imân ile, güzel amel ile vasfılanmış ve günahlardan kaçınmış bulunanlar (hoş nimetler içindedirler.) Kendilerini cennetin ebedî nimetleri kuşatmış olur.


İnfitar suresi ayet 14
Ve muhakkak ki; kötüler de yakıcı ateş içindedirler.

(Ve muhakkak ki: Facirler de) Küfür ile, münafıklıkla vasıflanmış olan isyankârlarda (yakıcı ateş içindedirler.) Onlar da cehenneme atılmış, orada ebedî bir azaba tutulmuş bulunurlar.


İnfitar suresi ayet 15
Ceza günü oraya yaşlanacaklardır.

Evet.. O suçlular (Ceza günü) yevmi kıyamette (oraya) o cehennem ateşine (yaşlanacaklardır.) O azap mahalline atılarak orada ebediyen yanıp yakılacaklardır.


İnfitar suresi ayet 16
Ve onlar, ondan ayrılacak değildirler.

(Ve onlar) O ebedî surette cehennemlik olanlar (ondan) o cehennemden (ayrılacak değildirler.) Onlar, cehennemin azabından hiç ayrılamayacaklardır, ondan kaçıp saklanamayacaklardır. Devamlı olarak cehennemde kalarak azap göreceklerdir.


İnfitar suresi ayet 17
Ceza gününün ne olduğunu sana ne şey bildirdi!.

O kıyamet günü ne kadar mühimdir. Ne kadar büyük bir heybete sahiptir. O (Ceza gününün ne olduğunu sana ne şey bildirdi?) O ne kadar muazzam bir gündür. Ne enteresandır ki: Ey insan!. Sen ondan gafil bulunuyorsun, o müthiş günü düşünüp durmuyorsun. Halbuki o günü düşünüp titremek, o gün için hazırlıkta bulunmak içabeder.


İnfitar suresi ayet 18
Sonra ceza gününün ne olduğunu sana ne şey öğretmiş oldu..

Evet.. O gün ne kadar düşünülmeğe lâyıktır. (Sonra) O (Ceza gününün ne olduğunu sana ne şey öğret mi; oldu?.) Onun şiddetini, ebediyetini tamamıyla takdir etmek insanlığın anlayış kapasitesinin üstündedir. O her düşüncenin ötesinde bir yüceliğe ve heybete sahiptir. Artık onun o azametini ve onun o pek ateşli vasfını ve ebediyyen devamını düşünerek onun felâketinden kurtuluşa vesîle olan sahih bir itikat ile, güzel güzel ameller ile vasıflanmaya çalışmak lâzım gelmez mi? Yalnız Allah'ın azabını gerektirecek fena hareketlerden kaçınmalıdır... İnsan için kurtuluş vesilesi bundan ibarettir.

İnfitar suresi ayet 19
O günde hiç bir şahıs, bir şahıs için bir şeye sahip olamaz. O günde emir, ancak Allah'a mahsustur.

(O günde) O ceza zamanında (hiçbir şahıs bir şahıs için bir şeye sahip olamaz.) Herkes kendi nefsini düşünür, kendi derdiyle uğraşır, kendisine bir zararı dokunmasın diye kendi yakınlarından, kendi çoluk çocuğundan bile kaçınır (o günde emir, ancak Allah'a mahsustur.) O kıyamet gününde kimse kimseyi koruyamaz, Allah'ın izni olmadıkça büyük makam sahipleri bile diğer müminler hakkında şefaatte bulunamazlar. O günde genel olarak emir, bütün kâinata hâkim olan Allah - ü Teâlâ, Hazretlerine aittir. Artık o ebediyet âlemini düşünmeli daha dünyada iken hayatı tanzime çalışmalı, doğruluktan, dini hükümlere riâyetten ayrılmamalıdır ki: O âhiret âleminde ebedî selâmet ve saadete kavuşmak nasip olsun. Hak Teâlâ Hazretleri cümlemize muvaffakiyetler ihsan buyursun âmin.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hakka suresi ayet 1
O meydana geleceği muhakkak olan.

Bu mübarek âyetler kıyametin kopması muhakkak ve pek şiddetli bir mahalli azap olduğunu ihtar ediyor. O ebedî ceza, yurdunu inkâr etmiş olan Semûd ve Ad kavminin daha dünyadalarken ne müthiş felâketlere uğratılmış, mahv ve yok olmuş olduklarını, uyanmak için göz önüne sermektedir. Şöyle ki: Allâh-ü Teâlâ, kıyamet günün şanına büyüklüğüne ve pek korkunç hâllerine işaret için buyuruyor ki: (O meydana geleceği muhakkak olan..) o pek müthiş bir mukadder saat bulunan..

Hakka suresi ayet 2
Nedir o meydana geleceği muhakkak olan?.

(Nedir o meydana geleceği muhakkak olan?) O pek şiddetli olup sonunda müşahede alanına çıkacak bulunan..

Hakka suresi ayet 3
Ve o meydana geleceği muhakkak olan şeyi: -yâni kıyameti- sana ne şey bildirdi?.

(Ve) Ey Yüce Resulüm!. (O meydana geleceği muhakkak olan şeyi) O kıyamet âlemini, harikulade muazzam olan tekrar dirilme ve neşr, hesap ve kitap, sevap ve ceza zamanını (sana ne şey bildirdi?) onun detaylarını bilmek, insanlığın ilmi dairesinin dışındadır. Onun aslını hiçbir kimse tamamen bilemez. Gerçekten Resûl-i Ekrem, kıyametin kopmasını, onun çok müthiş hâllerini ilâhî vahy sayesinde bilir ise de bütün künhünü bilmek, bu dünyada hiçbir kimse için mümkün değildir. Onlar göz ile görülmedikçe kuşatıcı bir bilgi ile bilinmiş olamazlar. Fakat bunun mutlaka meydana geleceğini Cenab-ı Hak haber vermektedir. İnsanlığın vazifesi de bunu Hak Teâlâ'nın haber verdiği şekilde bilip tasdik etmekten ibarettir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hakka suresi ayet 13
Vaktaki: Sûr'e bir üfürülme ile üfürülmüş olur.

Evet, Cenab-ı Hak herşeye kaadirdir, kâfirlerin azapları bu dünyada uğradıkları felâketlerden ibaret değildir. Onlar asıl kıyamet günü en müthiş azaplara uğrayacaklardır. (Vakta ki,) Bu dünyanın büsbütün viraneliğe dönmesi için »sûr'e bir üfürülme ile üfürülmü; olur.) İsrafil Aleyhisselâm tarafından ilk üfleme meydana gelir.

Hakka suresi ayet 14
Ve yer ve dağlar yerlerinden kaldırılmış ve birbirine bir çarpışla çarpmış, darmadağın olmuş bulunur.

(Ve yer ve dağlar) Zelzeleler ile, rüzgârlar ile veya melekler vasıtası ile (yerlerinden kaldırılmış.) müthiş bir inkılâba mâruz kaimi; (ve) yerdeki dağlar vesaire (birbirine bir çarpışla çarpmış, darmadağın olmuş bulunur.) öyle pek korkunç bir hâdise yüz gösterir.

"Dek"
Vurmak, çarpmak, parça parça etmek manasınadır.


Hakka suresi ayet 15
İşte o günde o kıyamet meydana gelmiş olur.

(İşte o günde) O müthiş hâdiselerin ortaya çıkması zamanında (kıyamet kopmuş olur.) o kâfirlerin inkâr ettikleri ceza günü meydana çıkmış bulunur.

Hakka suresi ayet 16
Ve gök varılmıştır, artık o, o günde pek zaiftir.

(Ve) O günün şiddetine bakınız ki: O günde (gök yarılmıştır.) zaif düşmüş, parçalanmıştır, (artık o) Gök kubbesi bile o kadar kuvvet ve sağlamlığına rağmen (o günde) o kıyamet anında (pek zaittir) artık o müthiş günü düşünerek titreme lâzım gelmez mi?. O günü inkâr edenler, kendilerini pek büyük bir felâkete aday kılmış oldukları hâlde bundan hiç haberleri yoktur. Ne kadar üzülecek bir hâlet-i ruhiye..

"Vahiye"
zaif düşmüş, âciz bulunmuş, yarılmış sukut etmiş demektir.


Hakka suresi ayet 17
Ve melek -zümresi- onun çevresindedir ve Rab'bin arşını başları üzerinde sekiz melek yüklenir.

(Ve melek) Zümresi (onun) göğün ve bir görüşe göre yeryüzünün (çevresindedir.) Yâni: Semâ parçalanınca, semâda bulunan melekler, o parçaların veya yeryüzünün etrafında bulunurlar, etrafa bakarlar. Bir aralık onlar da hayatı terk ederler, sonra onları Yüce Yaratıcı Hazretleri tekrar hayata nail buyurur. (Ve) O vakit (Rab'bin arşını başları üzerinde) yahut göğün çevresinde bulunan meleklerin üstünde olarak (sekiz melek yüklenir) Ibn-i Abbas Radiyallâh-ü Anh'tan rivayet olunduğuna göre bu sekiz melekten maksat, meleklerden sekiz sınıftır, onların adedini Allah - ü Teâlâ'dan başkası bilmez. Melek cins isimdir, insan lâfzı gibi bire de, birden çoğa da ihtimâli vardır.
Arşın Cenab-ı Hak'ka izafe edilmesi, Kâbe-i Mükerreme'nin Beytullah diye yâd edilmesi gibidir ki: O makamların sırf manen yüksekliklerine Allah katındaki m akb illiyet I eri ne işaret içindir veya Allah'ın yüceliğini, hâkimiyetini temsil kabilindendir. Yoksa Kâbe-i Muazzama, hâşâ Cenab-ı Hak'kın bir ikâmetgâhı olmadığı gibi Arşürrahmân da Allah - ü Teâlâ'nın bir oturma makamı değildir. O Yüce Yaratıcı, kadîmdir, zamana, mekâna ihtiyaçtan uzaktır. Arşı da, onu taşıyan melekleri de yaratmış olan ancak Allah-ü Teâlâ Hazretleridir.
Bu meselelerin geniş bilgisi Allah'ın ilmine havale ederiz.

"Erea"
etraf, havali, etraflar manasınadır.


Hakka suresi ayet 18
O gün arz olunacaksınızdır, sizden hiçbir gizli şey, gizli kalmaz.

Bu mübarek âyetler, bütün insanların kıyamet gününde hesaba tâbi olup dünyadaki amellerinin kendilerine bildirileceğini ihtar ediyor. Amel defterleri sağ taraflarından verilecek olan zâtların zevk ve ferahlık içinde kalacaklarını ve onların bu hesap gününün geleceğine inanmış olduklarını bildiriyor. Artık onların meyveleri pek bolca olan yüksek bağlar, bostanlar da tam bir zevk ile yasayacaklarını müjdeliyor. Ve kendilerine dünyadaki amellerinin mükâfatı olmak üzere kemâl-i afiyetle bol bol nîmetlenmeleri emr olunacağı beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey insanlar... (O gün) O kıyamet zamanında hesap için Allah-ü Teâlâ'nın manevî huzuruna (arz olunacaksınızdır.) sizin dünyadaki amellerinizin neticesini size bildirmek için hakkınızda böyle bir muamele yapılacaktır. Artık o gün (sizde hiç bir gizli şey, gizli kalmaz) o gün hiçbir kimseye karşı dünyadaki fiil ve tavırlarınız gizli kalmayarak ortaya çıkar. Gerçekten Yüce Allah kullarının bütün amel ve fikirlerini tamamen bilicidir, kullarını böyle bir hesaba tâbi tutması ise ilâhî adaletinin tecellîsi içindir ve herkesin yaptıklarını göstererek bir mazeret ileri sürmelerine imkân kalmaması içindir.

Hakka suresi ayet 19
Artık kime ki: Kitabı sağ tarafından verilmiş olur, der ki: Alınız kitabımı okuyunuz.

(Artık) O hesap neticesinde (kime ki: Kitabı sağ tarafından verilmiş olur) kendisinin kurtuluşa erenlerden olduğunu anlamış bulunur, tam bir zevk ve ferahlık ile (der ki: Alınız kitabımı okuyunuz) ne kadar büyük sevinç sebebi olan bir amel defteri bulunuyor.


Hakka suresi ayet 20
Şüphe yok, ben zannetmiştim ki, ben muhakkak hesabıma uğrayacağım.

Şöyle de der: (Şüphe yok, ben zannetmiştim) Daha dünyada iken bilmiş bulunuyorum (ki: Ben muhakkak hesabıma uğrayacağım.) her hâlde kıyamet, haktır, hesap ve kitap vardır, işte o kanaatinin neticesi, böyle kolay bir hesap ile ilâhî lütuflara nail olmaktan ibaret bulundu.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt