Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hakka suresi ayet 21
İmdi o, hoşnut olduğu bir yaşayıştadır.

(İmdi o) Kitabı sağ tarafından verilen mutlu zât (hoşnut) vaziyetinden razı, çok memnun (olduğu bir yaşayıştandır) onun bu nail olduğu nîmet; ebedîdir, her türlü zahmetten, külfetten uzaktır. Sahibini sürekli olarak zevklendirir. Ferahlığa boğacak bir mahiyettedir.

Hakka suresi ayet 22
Bir yüksek Cennet içindedir.

Evet.. O mutlu zât artık (Bir yüksek cennet içindedir.) mekân ve mekânet itibarı ile pek yüce bir ebedîlik bağı içinde zevk edip durmaktadır.

Hakka suresi ayet 23
Toplanacak meyveleri pek yakındır.

Öyle ki: O cennetin, o bağ ve bahçenin (Toplanacak meyveleri pek yakındır) pek lezîz, latîf meyveleri kolaylıkla elde edilecek bir vaziyettedir. Sahibi onlardan bol bol yer, lezzet alır, ferahlıklar içinde yaşar durur.

Hakka suresi ayet 24
Afiyetle yiyin ve için. Geçmiş günlerde takdim etmiş olduğumuz şeylerin mükâfatı olarak.

Artık o gibi kurtuluşa eren zâtlara Allah tarafından en büyük bir iltifat olmak üzere hitap edilerek buyurulur ki: Ey Cennete girmiş olan kullarım!. Bu cennetlerde (afiyetle) güzel, lezîz şeylerden (yiyin ve için) zevk alın, bütün bu nimetler, size (geçmiş günlerde) dünya âleminde (takdim etmiş olduğunuz şeylerin) güzel amellerin, ve itaatin (mükâfat olarak) Allah tarafından ihsan buyurulmuştur, ne büyük bir iltifat!. Ne mutluca bir yaşayış!. Cenab-ı Hak cümlemize nasîb buyursun. Amin.

Hakka suresi ayet 25
Fakat o kimseye ki, kitabı sol tarafından verilmiş olur, -o da-der ki: Keşke kitabım bana verilmemiş olsa idi.

Bu mübarek âyetler de kıyamet gününde kitapları sol taraflarından verilecek olan kâfirlerin o zaman ne kadar pişmanlıklarda bulunacaklarını, ne kadar müthiş azaplara tutulacaklarını ihtar ediyor. Onların o dinsizlikleri, insanlık merhametinden mahrum olmaları sebebiyle öyle Cehennem azaplarını hak etmiş, kendi kötü amellerinin cezasına kavuşmuş olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Fakat o kimseye) o kâfir olan şahsa (ki; kitabı) amel defteri (sol tarafından verilmiş olur) o sabitede yazılmış olan pek çirkin amellerini anlamış bulunur. Artık o da tam bir üzüntü ile (dert ki, keşke kitabını bana verilmemiş olsa idi.) şimdi o kadar çirkin hâllerimden haberdar bulunmasa idim.

Hakka suresi ayet 26
Hesabımın da ne olduğunu bilmese idim.

Ve şöyle de temennide bulunur, keşke ben (Hesabımın da ne olduğunu bilmese idim.) onları bilmeden dolayı da ayrıca ruhen azap çekip durmasa idim.

Hakka suresi ayet 27
Keşke o -ölüm hayatımı- kesip bitirmiş olsa idi.

Ve yine der ki: (Keşke) Ölüm, dünyadaki hayattan mahrumiyet, hayatını (kesip bitirmiş olsa idi.) şimdi bir daha yeniden hayata ererek bu kadar azaplara tutulmasa idim.

Hakka suresi ayet 28
Malım bana bir faide vermedi.

Ve diyecektir ki: Dünyadayken elde etmiş olduğum (Malım) servetim, maddi varlığım (bana bir fâide vermedi) beni bu âhiret azabından kurtarmaya yardım edecek bir mahiyette bulunmadı, boş yere mahvolup gitti.

Hakka suresi ayet 29
Benim saltanatım -mâlik olmam- benden yok olup gitti.

Dünyadaki cimriliğinin cezasına uğrayan o şahıs şöyle de diyecektir: (Benim saltanatım) Kuvvetim, bir nice şeylere sahip oluşum, insanlar üzerine tasallutum (benden yok olup gitti.) şimdi fakir, zelil bir vaziyette kaldım.

Hakka suresi ayet 30
Allah tarafından da denilecektir ki: Onu tutun da -ellerini boynuna- bağlayın.

Allah tarafından da zebanilere emrolunacaktır ki: (Onu) O üzüntüler içinde kalan kâfiri (tutun da) ellerini boynuna zincirler ile (bağlayın) onu kımıldanamayacak bir hâle getirin.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hakka suresi ayet 31
Sonra cehenneme kavuşturun.

(Sonra) Onu (Cehenneme kavuşturan) o kâfiri sürükleyerek tutuşup durmakta olan Cehennemden başka bir yere götürmeyin.

Hakka suresi ayet 32
Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincir içinde olarak onu sevk edin.

(Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan) Bütün vücudunu kaplayacak bulunan (bir zincir içinde olarak onu) o inkarcıyı cehenneme (sevk edin) onun o ateşin yere tam bir zilletle atıverin.

Hakka suresi ayet 33
Muhakkak ki, o: Yüce olan Allah'a İman etmez idi.

(Muhakkak o) Cehenneme sevk edilecek şahıs dünyada iken küfür içinde yaşıyordu (Yüce olan Allah'a İman etmez idi.) Allah'ın birliğini ilâhi kudreti tasdikte bulunmazdı, kulluk vazifelerini İfaya çalışmazdı.

Hakka suresi ayet 34
Ve yoksullara yemek verilmesine teşvikte bulunmazdı.

(Ve yoksullara yemek verilmesine) yemek yedirmede bulunmasına başkalarını da (teşvikte bulunmazdı) kendisi malından fakirlere bir şey vermediği gibi başkalarını da men'e çalışırdı, bir kimseyi bir iyiliğe teşvik etmek istemezdi. Halbuki, kendi ihtiyaçlarından fazla bir mala sahip olanlar, fakirlere, zaiflere yardım etmekle mükelleftirler. Bu ilâhi beyanda delâlet vardır ki: Kâfirler de bu gibi furuattan olan vazifeler ile mükellef bulunmaktadırlar. Bunlara riâyet etmemelerinden dolayı da ayrıca cezalanacaklardır.

Hakka suresi ayet 35
Artık onun için burada bir şefkatli yakını yoktur.

(Artık onun için) O küfür için ölerek âhirete gitmiş olan şahıs için (Burada) bu kıyamet toplanmasında (bir şefkatli yakın yoktur.) o kendisini azaptan kurtarabilecek bir dosta, bir yardımcıya sahip bulunmayacaktır. Bütün dostları, yakınları kendisinden kaçınacaklardır, onun yüzünden kendilerine bir zarar gelmesini düşünerek ondan kaçacaklardır.

Hakka suresi ayet 36
Ve yemek de yoktur, kanlı irinden olan müstesna,

(Ve) O kâfir için âhirette (yemek de yoktur) temiz bir yemeğe nail olamayacaktır, (kanlı irinden olan) yemek (müstesna) öyle kâfirlerin yiyecekleri şey, içecekleri su, ehl-i Cehennemin vücutlarından çıkan irinlerden, akan pis sulardan ibaret bulunacaktır.

Hakka suresi ayet 37
Onu ise günahkârlardan başkası yemez.

(Onu ise) Öyle pis, kötü olan bir şeyi, ise (günahkârlardan) yâni: Kasden günahları işleyen, öyle kasten İfa edilen hatalar ile kuşatılmış bulunan inkarcı, müşrik kimselerden (başkası yemez) ancak o kâfirlerdir ki: O pis şeyleri yemek mecburiyetinde kalacaklardır. İşte Allah-ü Teâlâ'yı ve O'nun muhterem Peygamberlerini tasdik etmeyen, ilâhî kitaplara inanmış bulunmayan kimselerin gelecekleri böyle pek vahimdir. Ebedî bir cehennemdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mearic suresi ayet 19
Şüphe yok ki: insan haris olarak yaratılmıştır.

Bu mübarek âyetler: insan cinsinin hayırları az, hırsları çok olduğunu bildiriyor. Ancak on güzide haslet ile vasıflanmış olanların müstesna bir vaziyette bulunduklarını beyan ve onları Cennetlere kavuşmakla müjdelemektedir. Şöyle ki: (Şüphe yok) Bilinen, muhakkak bir durumdur (ki, insan) Cinsi tab'an (haris olarak yaratılmıştır.) sabrı azdır, tamahkarlığı çoktur, kendisine bir musibet dokunursa fazla üzüntü gösterir; bir hayra, bir servete nail olursa cimrilikte bulunur. Halbuki: İnsana lâyık olan odur ki: İlâhi takdire razı olsun, sabır ve sükûnetten ayrılmasın, maddi bir varlığa güvenmeyerek âhiretini temin için hayırlara ve iyiliklere çalışsın, fakirlere zaiflere yardımda bulunsun.

"Helû" haris, çabucak üzüntüye düşen ve süratle men'e çalışan demektir. İşte şu âyet-i kerime de bunu göstermektedir.

Mearic suresi ayet 20
Ona şer dokunduğu zaman çok feryad edicidir.

(Ona) insana (şer dokunduğu zaman) isterse, pek küçük olsun (çok feryat edicidir.) pek ziyade üzüntü içinde kalarak sabırdan mahrum bulunur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mearic suresi ayet 21
Ve ona hayr dokunduğu zaman da çok cimridir = kıskançtır.

(Ve ona hayır dokunduğu zaman da) İnsan, sıhhate, bolca bir geçime nail olduğu vakitte (çok cimridir) malını çok tutar, yoksullara yardımda bulunmaz. Uhrevİ selâmetini temin için çalışmaz, kıskanç bir vaziyette bulunur, başkalarına karşı bir rakip kesilmiş olur.

Mearic suresi ayet 22
Namaz kılanlar müstesna.

Fakat Allah-ü Teâlâ'nın yardımlarına, korumasına mazhar olup da (namaz kılanlar) o yüksek ibâdete devam edenler, (müstesna) onlar şu beyan olunacak yüksek vasıflara da sahip oldukları için öyle cimrilikten ve diğer kötü vaziyetlerden uzak bulunmaktadırlar. Bu namaz kılmaları onların birinci vasfıdır.

Mearic suresi ayet 23
Onlar ki: Namazları üzerine devam edicidirler.

Evet.. Onlar ki: O güzide kullar ki: (Namazları üzerine devam edicilerdir) Onlar, namazları malûm vakitlerinde kılarlar, onları o kutsal vazifeyi İfa etmeden birşey meşgul kılmaz, bu da ikinci vasıflarıdır.

Mearic suresi ayet 24
Ve onlar ki, mallarında bir malûm hak vardır.

Ve onlar ki: O namaza devam eden mü'minler ki: Onların (Mallarında bir malûm hak vardır) fakire vesâireye verilmesi dînen bildirilini; olan bir miktar vardır ki: O da zekâttan, vacip nafakalardan ibarettir. Bunları da verirler, sadaka vermekten geri durmazlar. Bu da üçüncü vasıflarıdır.


Mearic suresi ayet 25
Dilenen ve muhrum olan için.

O malûm Hak (Dilenen ve mahrum olan için) dir ki: Ona da riâyette bulunurlar, yâni dilencilikte bulunan fakirlere de, dilencilikten kaçınan yoksullara da zekâtlarını, sadakalarını verirler, bu da dördüncü vasıflarıdır.


Mearic suresi ayet 26
Ve onlar ki: Ceza gününü tasdik ederler.

Ve onlar ki: O mü'mîn kullar ki: (ceza gününü tasdik ederler.) Âhiret âlemine inanmış bulunurlar, o ebedî âlemde selâmet ve saadete kavuşmak için çaba ve gayretten geri durmazlar, bu da beşinci vasıflarıdır.


Mearic suresi ayet 27
Ve onlar ki: Rab'lerinin azabından korkanlardır.

Ve onlar ki: O vazife şinas kullar ki: (Rab'lerinin azabından korkanlardır) Dünyada da, âhirette de bir azaba, bir cezaya uğramamaları için Cenab-ı Hak'ka sığınırlar, onun emirlerine, yasaklarına uymaya çalışırlar, gayr-i meşru şeyleri yapmaya asla meyil göstermezler, bu da altıncı vasıflarıdır.


Mearic suresi ayet 28
Şüphe yok ki, Rab'lerinin azabı gayr-i memundur = ondan kimse emîn olamaz.

(Şüphe yok ki, Rab'lerinin azabı) Pek şiddetlidir, o elem verici azap (gayr-i memundur.) ondan kimse emîn olamaz. Cenab-ı Hak'kın azabı dünyada da, âhirette de meydana gelebilir. Artık gerçekten mü'mîn, inanmış olan herhangi bir insan, o azabı düşünerek titremez mi?. Öyle bir azabı gerektirecek bir harekete cür'et gösterebilir mi?


Mearic suresi ayet 29
Ve onlar ki; Kendi cinsel organlarını koruyuculardır.

Ve onlar ki: O mü'mîn, Cenab-ı Hak'tan korkan kimselerdir ki: Onlar (kendi cinsel organlarını koruyucudurlar.) gayr-i meşru ilişkilerden kaçınırlar, iffetlerini korurlar, güzel ahlâka aykırı hareketlerde bulunmazlar, bu da yedinci vasıflarıdır.


Mearic suresi ayet 30
Eşlerine veya sahip bulundukları cariyelerine karşı müstesna çünkü onlar kınanmış değildirler.

(Zevcelerine) Nikâhları altında bulunan hür kadınlara (veya sahip bulundukları cariyelerine karşı) yapacakları ilişkiler (müstesna) bunlar; helâldir, ihtiyaç gereğidir, (çünkü onlar) Öyle kendi eşlerine veya cariyelerine karşı ilişkide bulunanlar, (kınanmış değildirler.) Onlardan istifâde edebilirler. İnsanlık cemiyetinin takdir edilen zamana değin bir temizlik dairesinde devamı, ancak böyle meşru bir şekilde meydana gelecek ilişkiler vasıtasîle mümkün bulunmuştur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mearic suresi ayet 31
Artık her kim bunun ötesini araştırsa işte haddi aşmış olanlar onlardır, onlar.

(Artık her kim bunun ötesini) Cenab-ı Hak'kın böyle meşru kıldığı muamelenin aksini (araştırırsa) gayr-i meşru ilişkiler talebinde bulunursa (işte haddi aşmış olanlar) HakTeâlâ'nın meşru kıldığı hududun dışına çıkmış bulunanlar (onlardır) Evet.. Şüphe yok ki: (onlardır) işte pek büyük bir mes'uliyete tutulacak olanlar da o gibi kimselerden ibarettir.

Mearic suresi ayet 32
Ve onlar ki: Emanetlerine ve ahitlerine riâyet edicilerdir.

Ve onlar ki: İlâhî hükme razı olan o mümin kullar ki: (emanetlerine ve antlarına riâyet edicilerdir.) Emanetlere hıyanette bulunmazlar, üstlendikleri vazifeleri yerine getirmeğe çalışırlar, işte böyle dosdoğru, itaatkâr kullarda müstesnadırlar. Bunların gelecekleri emindir. Bu da sekizinci vasıflarıdır.

Mearic suresi ayet 33
Ve onlar ki, şahitlikleri dosdoğru yaparlar.

Ve onlar ki: O mü'mînler ki: Gerektiğinde (şahitliklerini doğruca yaparlar.) bildiklerini saklamazlar, aksini yapmazlar, gerektiğinde mahkemeye gider, dosdoğru şahitlikte bulunurlar, bu sayede hukuka riâyet edilir, hakların ortaya çıkmasına hizmette bulunulmuş olur. Bu da dokuzuncu vasıflarıdır.

Mearic suresi ayet 34
Ve onlar ki, namazlarını korurlar.

Ve onlar ki: O güzel vasıflar ile vasıflanmış olan mü'mînler ki, (Namazları üzerine muhafazada bulunurlar.) Farz, Vacip, Sünnet ve nafile kabilinden olan namazları ile pek fazla ilgilenirler, bunları kaçırmak istemezler, bunların vakitlerine, şartlarına hakkiyle riâyet ederler, bunları kalp huzuru ile İfaya çalışırlar, bu da onuncu vasıflarıdır.

Mearic suresi ayet 35
İşte onlar Cennetlerde ikram olunmuş zatlardır.

İşte onlar Bu beyan olunan on mühim vasfa sahip bulunan mü'mînler (Cennetlerde ikram olunmuş zâtlardır.) onlar, muhakkak ilâhî lütuflara nail olacaklardır, nice maddî ve manevî nimetlere, lezzetlere, sevinçlere mazhar bulunacaklardır. İşte kulluk vazifelerini îfa etmenin pek muazzam mükâfatı böyledir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mutaffifin suresi ayet 1
Alış verişlerinde hile yapanların vay hallerine.

Bu mübarek âyetler, ölçüye ve tartıya riâyet etmemenin kötü durumunu bildiriyor. Bu riâyette bulunmayanların âhiret azabını düşünmez kimseler olduklarını kınamak maksadıyla teşhîr ediyor. O gibi günahkârların bütün yaptıklarının bir amel defterinde tespit edildiğini ve kıyamet gününü yalanlayanların nasıl birer felâkete ve helake mâruz bulunacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Alış verişlerinde hile yapanların) Yâni: Fazla bir kâr temin etmek için ölçü ve tartı hususunda hıyanette bulunanların (vay hâllerine!.) Onlar, kahroluversinler, veya cehennemdeki bir vâ'diye düşüversinler.

"Veyl"
bir azap kelimesidir. Dünyevî ve uhrevî bir helak demektir ve Cehennemde bir vâ'dinin adıdır.

Mutaffifin suresi ayet 2
O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman tam ölçer alırlar.

İşte kendilerine "Mutaffifler" denilen, alış verişlerinde doğruluktan ayrılan kimselerin hâllerini Cenab-ı Hak şöylece beyan buyuruyor. O hile yapanlar, (O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman) başkalarının bir malını kendileri için almak istedikleri vakit (tam ölçer alırlar.) Onun miktarını arttırmazlar, belki fırsat bulunca onu noksan göstererek nispeten az bir bedel ile almak isterler.

Mutaffifin suresi ayet 3
Ve insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise eksiltirler.

(Ve) O hilekârlar, kendi mallarını (insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise) o kendi mallarını (eksiltirler) tartışını veya kilesini noksan yaptıkları hâlde onu tam gösterirler, kendi şahsî menfaatleri için başkalarına zarar vermekten sıkılmazlar, buyrulmuş oluyor ki: O hilebazlar, kendi malları hakkında daha çok hile yaptıkları için yalnız ölçülecek şeylerde değil, tartılacak şeylerde de hilede bulunurlar, çünkü tartılacak mallarda hilede bulunurlar, çünkü tartılacak mallarda hile, daha ziyade cereyan eder.

Mutaffifin suresi ayet 4
Onlar sanmıyorlar mı ki: Şüphe yok onlar diriltileceklerdir.

(Onlar) O hileye cüret edenler, hiç âhiret azabını düşünmezler mi? (Onlar sanmıyorlar mı ki, şüphe yok onlar) öldükten sonra tekrar (diriltileceklerdir.) O yaptıkları hilelerden dolayı cezalara çarptırılacaklardır. Onlar bu âkibeti hiç düşünmezler mi?

Mutaffifin suresi ayet 5
Bir büyük gün için.

Evet: (Bir büyük gün için..) Yeniden hayata kavuşturulacaklarını, o günde sual ve hesaba tâbi tutulacaklarını hiç düşünmüyorlar mı?

Mutaffifin suresi ayet 6
Alemlerin Rabbi için insanların divan duracağı günde.

(Alemlerin Rabbi için) Yüce Yaratıcı'nın emri için, hesap ve cezası için (insanların divan duracağı günde.) Kendilerinin de diriltilecekleri muhakkaktır. O günün böyle meydana geleceğini o haksızlıklarda bulunanlar, hiç bilmiyorlar mı?.

Mutaffifin suresi ayet 7
Hayır hayır.. Şüphe yok ki: Günahkârların yazısı elbetteki Siccindedir.

(Hayır hayır...) Öyle haince bir hareket ve âhiret hayatını inkâr asla doğru değildir. (Şüphe yok ki: Günahkârların yazışı) Öyle insanların hukukuna saldıran günahlardan kaçınmayan kimselerin o kötü muamelelerine ait yazılar, kayıtlar (elbette ki: Siccindedir.) Yâni: Kendisine siccin adı verilen bir kitapta yazılmış bulunmaktadır. O hilekâr, günahkârlar, o kötü amellerinden dolayı muhasebeye tutulacaklardır. Onların hiç bir muameleleri meçhul kalmamaktadır.

Mutaffifin suresi ayet 8
Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.

Ey Yüce Peygamber!. (Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.) Onu ne sen ve ne de senin kavmin Elbette ki, bilemezsiniz.

Mutaffifin suresi ayet 9
O bir yazılmış kitaptır.

(O) Siccin denilen ve öyle fâcirlere ait bulunan kitap (bir yazılış kitabıdır.) Bir hususi işaret taşımaktadır. Bir amel defteridir. Onu gören, onda bir hayır bulunmadığını anlar, sahibinin günahlarını bildirmektedir, azaba lâyık olduğunu göstermektedir.

Kur'an-ı Kerim'in bu âyetleri de gösteriyor ki: İslâmiyet'te doğruluk, adalet, eşitlik, hakka riâyet pek mühim bir esastır. Her insan, alış verişinde, bütün iktisadî muamelelerinde doğruluktan ayrılmamakla mükelleftir. Hile yollarına sapan, âdi ve fâni bir şahsi menfaat uğrunda başkalarının hukukuna saldıran her şahıs, büyük mes'uliyete mâruz kalacaktır. Bu âkibet, Kur'an-ı Kerim'in ihtar ettiği bir hakikattir.

Mutaffifin suresi ayet 10
Yalanlayanların o gün vay hallerine.

Artık bu gibi hakikatleri (yalanlayanların o gün) kıyamet zamanında (vay hâllerine...) Onlar ne kadar azaba, helake mâruz kalacaklardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mutaffifin suresi ayet 11
O kimseler ki, ceza gününü yalanlarlar.

(O kimseler ki: Ceza gününü yalanlayıverirler...) Kötü amellerinden dolayı âhirette azap görmeyeceklerini sanıverirler, işte vay onların hâllerine, en şiddetli bir azap, onlara yönelik bulunacaktır.

Mutaffifin suresi ayet 12
Halbuki: Onu, haddi aşan, günahkâr olan her bir kimseden başkası yalanlamaz.

(Halbuki: Onu) O ceza günü (haddi aşan) hakka tecâvüz eden insaftan mahrum bulunan (günahkâr olan her bir kimseden başkası yalanlamaz.) Öyle bir kimse, güzelce düşünmez, parlayıp duran delillere göz atmaz, verilen nasihatleri kabul etmez, nefsinin arzularına, şehvetlerine tâbi olmaktan ayrılmaz, bunun pek korkunç bir neticesi olarak da öyle bir küfre ve isyana tutulmuş bulunur.

Mutaffifin suresi ayet 13
Ona karşı bizim âyetlerimiz okunduğu vakit, evvelkilerin masalları, demiştir.

Bu mübarek âyetler, inkarcıların Kur'an-ı Kerim hakkındaki iftiralarını bildiriyor, onların ne kadar kalp katılığına tutulmuş olduklarını teşhîr ediyor ve onların ne kadar mahrumiyete uğramış ve nasıl bir cehennem ateşine aday bulunmuş olduklarını ve nasıl bir kınamaya, ihtara mâruz kalacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ona karşı) O hain şahsa, Velid Ibn-i Mugire veya "Nadr-lbnil'hars" gibi herhangi bir inkarcıya karşı (bizim âyetlerimiz okunduğu) Kur'an-ı Kerim'in itikad, ahlâk, helâl ve haram gibi hükümlerine dair tebligatı bildirildiği (vakit) o dinsiz şahıs, o mukaddes âyetler hakkında onlar (evvelkilerin efsaneleridir, demiştir.) Öyle bâtıl, câhilce bir iddiaya cür'et göstermiştir.

"Esatir"
tarihten evvelki zamana ait masallar, uydurma hikâyeler demektir.

Mutaffifin suresi ayet 14
Asla öyle değil.. Fakat onların kazanmış oldukları şey, kalpleri üzerini kaplamıştır.

(Asla öyle değil) O âyetler, hâşâ efsane değildir. (Fakat onların) O mukaddesata efsane demeğe cür'et eden inkarcı şahısların (kazanmış oldukları şey) işlemiş oldukları küfür ve isyan, bâtıl düşünceler, onların (kalpleri üzerini kaplamıştır.) içlerine nüfuz ederek vicdanlarını kuşatmıştır. Artık, hakikatleri görüp anlayamaz bulunmuşlardır.

"Rane"
kelimesi, galebe etti, kuşattı, sarıp kapladı demektir.

Mutaffifin suresi ayet 15
Hayır.. Şüphe yok ki: Onlar, o gün Rabbilerinden elbette mahrum kalmış kimselerdir.

(Hayır) Onların o iddiaları bâtıldır. (Şüphe yok ki: Onlar) O Kur'an-ı Kerim'e efsane demek alçaklığında bulunan inkarcılar (o gün) o kıyamet zamanında (Rabbilerinden elbette mahrum kalmış) Allah'ın rahmetinden mahrum olmuş, manevi yakınlıktan uzak bulunmuş (kimselerdir.) Mühim zatlar, âhirette Allah'ın cemalini görme şerefine nail olacakları hâlde o inkarcılar öyle bir şereften ebediyen mahrum bulunacaklardır.

Mutaffifin suresi ayet 16
Sonra muhakkak ki: Onlar, o alevli cehenneme gireceklerdir.

(Sonra muhakkak ki: Onlar) O rahmetten, o görme şerefinden mahrum olanlar, (o alevli cehenneme) o yakıcı ateş mahalline de (gireceklerdir.) O ebedî azaba atılacaklardır. "Siliy" kelimesi, ateşe girmek, yaslanmak ve yanıvermek demektir.

Mutaffifin suresi ayet 17
Sonra denilir ki: İşte bu, sizin kendisini yalanladığınız şeydir.

(Sonra da) O Cehenneme atılanlara zebaniler tarafından kınanmak ve yerilmek için (denilir ki: İşte bu) ceza, hakkınızdaki bu azap ve ceza (sizin kendisini) dünyada iken (yalanladığınız şeylerdir.) Siz bu âhirete inanmamıştınız. Hz. Peygamberi ve Kur'an-ı Kerim'i tasdik etmemiştiniz, ilâhî âyetleri birer efsane sanmış idiniz, işte bu cehennem, sizin için o bâtıl kanaatinizin, lâkırdılarınızın bir cezasıdır. Artık bu müthiş azabı tadın durun. İşte inkarcıların âkibetleri böyle pek korkunçtur.

Mutaffifin suresi ayet 18
Hakikattir ki: İyi kulların kitabı elbetteki illiyyindedir.

Bu mübarek âyetler, sâlih mü'mînlerin amellerine ait kitapların yüksekliğini bildiriyor. O zâtların âhirette erişecekleri pek temiz, lezzetli, çeşitli nimetlere şöylece işaret buyuruyor. (Hakkaki) bir hakikattir ki: (Sâlih kulların) imânlarında sadakatli bulunan mü'minlerin (kitabı) amel sahifeleri (İlliyyindedir.) Pek yüksek bir makamdadır. Son derece aşağı bir mekân demek olan Siccinin hiIâfmadır.

"Keliâ"
kelimesi bir red harfidir, öyle değil, senin anladığın gibi değildir, anlamındadır. Maamafih "Hakka"mânâsını da ifade eder.

"İlli yy un" da iyi kimselerden olan insan ve cinne ait hayırlı amellerin yazılmakta olduğu yüce bir divanın adıdır. Yedinci semâda arşın altında bulunduğu rivayet olunuyor. Ibn-i Abbas hazretleri demiştir ki: Bu, yeşil Zebercedden bir levhadır ki, arşın altında bulunmaktadır, mü'mînlerin amelleri bunda yazılıdır. Illiyünun cennetten ve "Sidretül Müntehâ"dan ibaret olduğuna kail olanlarda vardır.

Mutaffifin suresi ayet 19
Illiyyinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.

(Illiyyinin ne olduğunu) Onun ne kadar muazzam bir mahiyette bulunduğunu (sana ne şey bildirdi?) O pek büyük bir heybete, yüceliğe sahiptir.

Mutaffifin suresi ayet 20
O, yazılmış bir kitaptır.

Evet.. (O) Illiyyin, kendisinde mü'minlerin değerlerinin yüceliği, selâmet ve kurtuluşa erişmeleri (yazılmış) olan (bir kitaptır) bir yüce levhadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mutaffifin suresi ayet 21
Onu Allah'a yakın olanlar, müşahede eder görür.

(Onu) O yüksek kitabı (yakın olanlar) "mukarreb melekler" denilen yüce zâtlar (müşahede eder görür.) Yâni: Onu hazırlar, muhafaza ederler veya onun içindekilere kıyamet gününde şahitlik ederler.

Mutaffifin suresi ayet 22
Şüphe yok ki: İyiler, nîmet içindedirler.

(Şüphe yok ki, sâlih zâtlar) "Ebrâr" denilen takva sahibi, mübarek mü'minler, âhirette (nîmet içindedirler.) Onlar, pek güzel hâllere, pek yüksek makamlara erişmişlerdir.

Mutaffifin suresi ayet 23
Tahtlar üzerinde etrafa bakarlar.

O seçkin zâtlar, cennetlerde (Tahtlar üzerinde) oturarak diledikleri yerlere bakarlar, cennetlerdeki güzel, zevk verici manzaraları seyrederler, kendileri için ihsan buyurulan nîmetlere, mevkilere (bakarlar) dururlar. Din düşmanlarının da cehennemde yanıp yakıldıklarını seyir ederler. Hiç bir şev, onları görmelerine engel olamaz. Bu, o zâtlar hakkında birinci vasıftır.

Mutaffifin suresi ayet 24
Onların yüzlerinde o nimetin güzelliğini görüp anlarsın.

O mes'ut zâtların vaziyetlerine bakacak olsan (Onların yüzlerinde o nimetin güzelliğini görüp anlarsın.) Onların yüzlerinde öyle bir parlaklık ve güzellik parlayıp durur, onların ne kadar mes'ut Allah katında makbul oldukları anlaşılmış olur. Böyle bir hitap, ya Yüce Peygamberimizedir veya herhangi bir bakılacak kimseyedir. Bu da o takva sahibi zâtlar hakkında ikinci bir vasıftır.

Mutaffifin suresi ayet 25
Onlar, mühürlü, hâlis bir şerbetten içirileceklerdir.

(Onlar) O cennete erişmiş, orada (mühürlü) başka şeylerin karışmasından korunmuş (hâlis bir şerbetten içirileceklerdir.) Onu içince büyük bir zevk duyarlar. Hiç bir arızaya uğramazlar. Kalpleri ferahlamış olurlar. Bu da üçüncü bir vasıftır.

Mutaffifin suresi ayet 26
Onun nihayeti misktir, artık fazlaca rağbet gösterenler, bu-nun hakkında rağbet göstersinler.

(Onun) O cennete mahsus şurubun (nihayeti misktir) öyle güzel kokulu bir şeydir. Öyle pek hoş bir koku ile sona ermiş olur. (Artık ziyade rağbet gösterenler.) Bir nefis şeye kavuşma arzusunda bulunanlar (bunun hakkında rağbet göstersinler.) Böyle pek lezzetli, pek nefis bir nimete kavuşmak için büyük bir eğilim göstersinler, buna lâyık olmak için çalışsınlar, ibâdet ve itaatte bulunsunlar.

"Münafese"
rağbet etmek, bir mükemmelliğe erişmek için başkalarile müsabakada bulunurcasına çalışmak demektir ki: Fazilete yönelik bir kabiliyet olduğu için pek övülmüştür.

Mutaffifin suresi ayet 27
Ve onun karışımı tesnimdendir.

(Ve onun) O cennete erişecek zâtlara mahsus içilecek lezzetli meşrubatın (mizacı) ona karıştırılan şey (tesnimdendir.) Onların üzerlerine yüksekten dökülen bir tesnim suyundan ibarettir.

Mutaffifin suresi ayet 28
O bir kaynaktır ki, ondan ancak -Allah'a- yakın olanlar içerler.

O tesnim ise (Bir kaynaktır ki) bir yüksek çeşmedir ki: (Ondan ancak yakın olanlar) "ebrar" denilen seçkin zâtlar (içerler.) Ondan lezzet alırlar. Öyle yüce mânevi bir yakınlığa mazhar olamayanlar, o pek değerli çeşmenin suyundan içmeğe nail olamazlar. İşte, insan, böyle yüce nimetlere kavuşabilmesi için daha dünyada iken çalışmalıdır. İyiler zümresine dahil olmaya gayret etmelidir.

Mutaffifin suresi ayet 29
Muhakkak o kimseler ki: Günah işlemişlerdi, iman etmiş olanlara gülerlerdi.

Bu mübarek âyetlerde mü'minlerle alayda bulunan isyankâr kimselerin âhirette ne kadar korkunç bir vaziyette bulunacaklarını bildiriyor. Onların mü'minlere karşı olan pek çirkin hareketlerini kınıyor ve teşhîr ediyor. Onların nihayet lâyık oldukları cezalara kavuracaklarını şöylece beyan buyurmaktadır. (Muhakkak o kimseler ki: Günah işlemişlerdi) Allah'ın emrine muhalefet ederek başkalarının hukukuna tecâvüze cür'et göstermişlerdi, kendi servetlerine aldanarak fakir mü'mînler ile alay etmişlerdi. (İmân etmiş olanlara gülerlerdi.) Onların hâllerine bakarak alay etmeğe yeltenIrlerdi.

"Bu mübarek âyetin sebebi nüzulü olmak üzere şöyle deniliyor: Ebü Cehil ve benzeri gibi Kureyş reisleri Ammar, Bil âl — i Habeşî gibi eshab-ı kiramın fakirleriyle alay ediyorlar, onlara bakıp gülümsüyorlardı ve yine deniliyor ki: Imam-ı Ali Radiyallâh-ü Anh, müslümanlardan bir zümre ile münafıkların yanlarına gitmişler, o münafıklar ise o zâtlar ile alay etmeye cür'et etmişler, birbirlerine kaş ve göz işaretlerinde bulunmuşlar, sonra o münafıklar, kendi arkadaşlarının yanlarına gitmişler, biz bugün bir aslan, yâni: Başının tepesinde ve önünde kıl bulunmayan ve küçürek ve küçük başlı olan bir kişiyi gördük diyerek gülmüşlerdi. Hz. Ali, daha Resülul'lâh'ın huzuruna gelmeden bu âyet-i kerîme nazil olmuştur.

Mutaffifin suresi ayet 30
Ve onların yanlarından geçtikleri zaman, birbirlerine karşı göz işaret yaparlardı.

(Ve) O mü'mînler (onların) o alay eden dinsizlerin (yanlarından geçer oldukları zaman) o inkarcılar (birbirlerine karşı göz işareti yaparlardı.) Birbirlerine mü'minleri kaş ve göz işaretiyle göstermek isterlerdi, alay ederlerdi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mutaffifin suresi ayet 31
Ve kendi taifelerinin yanlarına döndükleri zaman pek keyifli bir halde dönerlerdi.

(Ve) O münafıklar (kendi taifeleri yanlarına döndükleri zaman) bulundukları yerden ayrılıp kendi yakınlarının, guruplarının hanelerine gittikleri vakit (pek keyifli bir hâlde bulunurlardı.) O mü'minler ile alay etmiş olmaları, hoşlarına giderek ondan dolayı pek neşeli görünürlerdi.

"Fekâhet"
zevklenmek, lâtife yapmak, kibirlenmek, çirkin lâkırdılarda bulunmak manasınadır.

Mutaffifin suresi ayet 32
Ve onları gördükleri vakit derler ki: İşte bunlar sapıklardır.

(Ve) O dinsizler (onların) o mü'min zâtları (gördükleri vakit derlerdi ki: İşte bunlar) bu mü'minler (sapıklardır.) Kendi babalarının, dedelerinin yollarını bırakmış, M ıı ham m «d Aleyhisselâm'a tâbi olmuş kimselerdir.

Mutaffifin suresi ayet 33
Halbuki bunlar, onların üzerlerine denetleyici olarak gönderilmemişlerdi.

(Halbuki, bunlar) Müslümanlar ile alay eden bu kâfirler (onların üzerlerine) o mü'mîn zâtlar hakkında (gözeticiler olarak gönderilmemişlerdi.) Onların ne selâhiyetleri vardır ki: O mü'minleri hâl ve davranışlarını gözetleyebilsinler, onlar sapıklık isnadında cür'et edebilsinler!. Onlar kendi alçaklıklarını, cehaletlerini bilmiyorlardı, o doğru yolu takip eden zâtlara dil uzatıyorlardı.

Diğer bir yoruma göre bu beyanlar, o kâfirlerin sözlerini hikâye etmekten ibarettir. Şöyle ki: O kâfirler, müslümanları görünce diyorlardı ki: Bunlar, bizim üzerimize muhafızlar olarak gönderilmemişlerdir. Bunlar bizi o selâhiyetle İslâm dinine davet ediyorlar, bizim şirkimize mâni olmak istiyorlar?.

Mutaffifin suresi ayet 34
Artık o günde de o iman etmiş olanlar, o kâfirlere güleceklerdir.

(Artık o günde de) O âhirette, o ceza gününde de (o îman etmiş olanlar, o kâfirlere güleceklerdir.) O kâfirler dünyada iken mü'mînlere karsı alaycı bir surette gülmüş olmalarına bir mukabil olmak üzere kendileri gülünecek bir vaziyette bulunacaklardır.

O kâfirler, inkâr ettikleri o ceza gününe kavuşmuş, o gün bilmüsahede sabit bulunmuş olacağı için artık mü'minler, sevinçli bir hâlde bulunacaklardır.

Mutaffifin suresi ayet 35
Tahtlar üzerinde seyredeceklerdir.

O gün mü'mînler (Tahtlar üzerinde) oturarak o kâfirlerin baslarına gelen ilâhî azabı, o dinsizlerin yapmış oldukları inkâr ve alaylarının cezasını (seyredeceklerdir.)

Mutaffifin suresi ayet 36
Nasıl o kâfirler, isledikleri sev ile cezalanmış oldular mı?

Artık âhirette mü'mînlerin sevincini daha fazla arttırmak için buyurulacaktır ki: (Nasıl o kâfirler) Dünyada iken (isler oldukları şey i'*' o inkârları, alaycı hareketleri sebebiyle (cezalanmış oldular mı?.) İste cezalandırıldıklarını müşahede edip duruyorsunuz, bu akıbeti zâten size Kur'an-ı Kerim vaktîle haber vermişti, iste simdi gerçekleşmesini de gözlerinizle görüyorsunuz.

"Tesvib"
sevap ve ceza vermek, bir ;eyln karşılığını ödemek demektir. Maamafih sevap, lâvzı hayır karşılığında, ceza lâfzı da ;et karşılığında daha ziyade kullanılmaktadır. Bu âyet-i kerîmede de bir kınamak için, kâfirlerin baslarına gelecek cezaya, azaba sevap denilmiş bulunuyor.
Yâni: Ey kâfirler!. Siz başka sevap beklemeyiniz, sizin amellerinizin, karşılığı, böyle bir daimi azaptan ibaret bulunmuştur. O hâlde insanlar böyle müthiş bir cezaya uğramak istemezlerse itikatlarını, amellerini ıslâha çalışmalıdırlar, kimsenin hukukuna meşru bir suretteki şeref ve şanına müdahelede bulunmamalıdırlar. Din kardeşliğinin değerini karşılıklı bir hürmet ve muhabette devam etmelidirler. İnsanlık cemiyetinin ebedî selâmet ve saadeti ancak bu suretle tecelli eder. Hak Teâlâ Hazretleri, cümlemizi böyle bir muvaffakiyete nail buyursun. Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Duhan suresi ayet 43
Muhakkak ki, o zakkum ağacı.

Bu mübarek âyetler, kâfirlerin âhirette nasıl azap göreceklerini inkârlarının cezasına ne müthiş, ne ateşli bir şekilde kavuşturulmuş bulunacaklarını şöylece ihtar etmekte ve insanlık için bir ibret dersi vermektedir. (Muhakkak ki, o zakkum ağacı) Yâni: Çölde yetişen meyveleri pek acı olan kendisine "zakkum ağacı" denilen ağaca benzeyen ve meyveleri pek yürek yakıcı olan bir ağaç, ağacın ateşli meyveleri.

Duhan suresi ayet 44
Çok günahkâr olanın yiyeceğidir.

(Çok günahkâr olanın yiyeceğidir.) Yâni: Günâhları, bozuk kanaatleri pek fazla olan herhangi bir kâfire mahsus, yürek parçalayan yiyeceklerden ibarettir.

Duhan suresi ayet 45
Erimiş bakır gibi karınlar içinde kaynar.

O öyle bir yiyecektir ki, (Erimi; bakır gibi) yahut zeytin yağının tortusu gibi (karınlar içinde kaynar.) şiddetli hararetlerden dolayı kaynamaya devam eder.

Duhan suresi ayet 46
Son derece sıcak suyun kaynaması gibi.

(Son derece sıcak suyun kaynaması gibi) Bir surette kaynar, öyle fokurdar durur.

Hamîm;
altında yakılan şey sebebiyle sıcaklığı son dereceye varmış olan su demektir.

Duhan suresi ayet 47
Onu tutun da cehennemin tâ ortasına sürükleyin.

Zebanilere yâni: Cehennemin hizmetçilerine emr olunur ki: (Onu) o suçluyu, o kâfiri şiddetle (tutun da cehennemin tâ ortasına sürükleyin.) Tâki, lâyık olduğu azaba kavuşmuş olsun.

Ati,
Bir kimseyi omzundan yakalayarak bir hapishaneye vesâireye şiddetle götürmek demektir.

Duhan suresi ayet 48
Sonra başının üstüne o pek kaynar su azabından dökün.

(Sonra) O cehenneme sevk edilen şahsın (başının üstüne o pek kaynar su azabından dökün.) Tâki: O dökülen su, o şahsın bütün vücudunu kaplamış olsun.

Duhan suresi ayet 49
Deyin ki tâd. Şüphe yok, sen -iddia ediyordun ki- pek kuvvetli pek şerefli olan sensin.

Ve o şahsa alay için başına kakmak için deyiniz ki: Ey âhireti inkâr eden!. (Tad) Bu azaba, bu harekete katlan, (şüphe yok ki, sen) iddia ediyordun ki: (pek kuvvetli, pek şerefli olan sensin.) Şimdi kendi kıyametini, neye lâyık olduğunu anladın mı?.

Duhan suresi ayet 50
Şüphe yok ki, işte bu, kendisinde şüphe ettiğiniz şeydir.

(Şüphe yok ki: Ey inkarcılar!, (işte bu) Uğramış olduğunuz cehennem azabı (kendisinde şüphe ettiğiniz şeydir.) siz dünyada iken şek ve şüphe içinde yaşıyordunuz, bunu size haber veren zâtları yalanlamaya cür'et gösteriyordunuz. Şimdi ne kadar yanlış düşünmüş olduğunuzu anladınız mı?. Kâfirler hakkında ne büyük bir ilâhî vâ'd!.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Duhan suresi ayet 51
Müttakiler ise muhakkak ki, güvenilir bir makamdadırlar.

Bu mübarek âyetler de müminler hakkındaki Allah'ın vâ'dini bildiriyor. Takva Sahibi zâtların ebedî cennetlere, nîmetlere kavuşacaklarını müjdeliyor. Kur'an-ı Kerim'in peygamber lisânı üzere inişindeki hikmete, onun büyük bir selâmet ve saadet vesilesi bulunduğuna işaret buyuruyor, nihayet zaferin ve muvaffakiyetin peygamberin yanında tecellî edeceğini müjdelemektedir. Şöyle ki: (Müttakiler ise) yâni: Mümin, dinî vazifelerini yapmaya devam eden, Cenab-ı Hak'kın azabından korkup ilâhî lütfunu bekleyen zâtlar ise (muhakkak ki, güvenilir bir makamdadırlar.) onlar yok olmaktan, âfetlerden korunan bir mekânda bulunacaklardır. Artık hiçbir korkuları, endişeleri kalmayacaktır.

Duhan suresi ayet 52
Cennetlerde ve pınarlardadırlar.

Evet.. O takva sahipleri, âhirete gidince (Cennetlerde ve) pek lezzetli suları cereyan eden (pınarlardadırlar,) onların makamları, öyle güzel, temiz mevkilerdir.

Duhan suresi ayet 53
Karşı karşıya oldukları hâlde atlastan, parlak ipekten -elbiseler- giyineceklerdir.

O takva sahibi zâtlar, cennetlerde birbirleriyle alışmak için, güzelce konuşmak için (karşı karşıya oldukları hâlde) öyle samimî, kardeşçe bir vaziyet alarak (atlastan, parlak ipekten) elbiseler (giyeceklerdir.) öyle çeşitli süslere ulaşacaklardır.

Duhan suresi ayet 54
İşte böyledir ve onları gözleri iri, elbiseleri tertemiz, renkleri beyaz cariyeler ile evlendirdik

(İşte böyledir) Yâni: Takva sahipleri hakkında Allah katında takdir edilen şey, böyle pek mükemmel ve muhteşemdir. (Ve onları) O takva sahiplerini (gözleri iri, elbiseleri tertemiz, renkleri beyaz cariyeler ile evlendirdik.) Yâni: Onlara "Huri ayn" denilen pek seçkin kadınları verdik. Bunların dünyadaki kadınlardan mı ve şâire den mi olduğunda ihtilâf vardır.

Duhan suresi ayet 55
Orada her türlü meyveden emîn oldukları hâlde taleb ederler.

O cennetlere kavuşan takva sahipleri (Orada) o cennetlerde (her türlü meyveden emin oldukları hâlde taleb ederler.) Yâni: Cennet hizmetçilerinden diledikleri meyvelerin hazırlanmasını isterler, o meyvelerden sıhhate zararı olmaksızın diledikleri kadar yiyebilirler, o meyvelerin ne azalmasından ve ne de kendilerine dokunabileceğinden hiçbir endişeye düşmezler. Onlardan tam bir zevk ile faydalanırlar.

Duhan suresi ayet 56
Orada ölümü tadmazIar, ilk ölüm müstesna ve onları cehennemin azabından korumuştur.

Artık o cennetlere nail olan zâtlar (Orada ölümü tadmazlar) bir daha ölmeleri takdir edilmiş değildir. Ölümden korkmaksızın o nimetlerden istifâde ederler (ilk ölüm müstesna) dünyada iken ölmüş oldukları başka, artık tekrar bir daha ölmeyeceklerdir (ve) Allah Teâlâ (onları) o takva sahibi kullarını (cehennemin azabından korumuştur.) onlar cehennemde hiç azap görmeyeceklerdir. Takva ehli olmayan mü'minlere gelince Cenab-ı Hak, bunlardan dilediğini cehenneme sevk ederse de bu, geçicidir, sonra Allah'ın affı tecellî eder, onlar da cehennemden çıkarlar, cennete nail olurlar. Fakat bu geçici azap da pek müthiş olacağından öyle bir felâkete geçici de olsa uğramamak için elden geldiği kadar takva ehli olmaya çalışılmalıdır

Duhan suresi ayet 57
Rab'binden bir ihsan olarak. İşte budur, o pek büyük kurtuluş.

Müminlerin o kavuşacakları cennetler, nimetler bütün (Rab'binden bir ihsan olarak) meydana gelecektir Şu da bilmektedir ki: Bir insan, ne kadar ibâdet ve itaatte bulunsa da yine bu dünyada nail olduğu ilâhî nimetlerin şükrünü hakkıyla yerine getirmiş olamaz, fazla bir nimete lâyık olamaz. Ancak Cenab-ı Hak'kın bir ihsanı, bir lütfudur ki, mü'min kullarını öyle muazzam, ebedi nimetlere, saadetlere kavuşturacaktır (işte budur) O takva sahiplerine ihsan olunan bu ayrıcalıktır, bu uhrevİ lütuf ve keremdir (o pek büyük kurtuluş.) O ebedi kurtuluş, o her seçkin isteye kavuşmuş olmak Artık her akıllı insan, böyle bir kurtuluşa ulaşmak için elden geldiği kadar çalışmalıdır ve Allah Teâlâ'dan muvaffakiyetler niyaz etmelidir

Duhan suresi ayet 58
Artık şüphe yok ki, onu -Kur'an-ı Kerim'i- senin lisanınla kolaylaştırdık. Umulur ki: Onlar düşünürler.

(Artık) Ey Peygamberin sonuncusu! (şüphe yok ki, onu) Kur'an-ı Kerim'i bu gibi kurtuluş yollarını gösteren, dünyevî ve uhrevî meseleleri, olayları ümmetine telkin eden o Yüce kitabı (senin lisânınla kolaylaştırdık) onu pek geniş, pek anlaşılır güzel olan arap dili üzere indirdik, herkes o hakikati beyân eden kitap sayesinde dünyevî ve uhrevî vazifelerini öğrenebilir, o takva sahipleri için takdir edilen nîmetlere ulaşmak için çalışabilir (Umulur ki, onlar düşünürler.) O Kur'an-ı Kerim'in bildiğini hakikatları anlamaya çalışırlar, onun gösterdiği yolu tâkib ederler, nihayet ebedî saadete kavuşurlar. Evet Kur'an-ı Kerim, bizim Peygamberimizin lisânı üzere nazil olmuştur Zâten şâir Peygamberlerin de ümmetlerine tebliğ ettikleri ilâhî kitaplar o Peygamberlerin lisânı üzere nazil olmuştu. Bu, hikmet gereğidir. Eğer öyle bir kutsal kitap, muhtelif lisânlar ile nazil olmuş olsa idi muhtelif ırklara ayrılmış olan cemiyet arasında bir din birliği bulunmazdı, birçok ihtilâflar, olunca o Peygambere tâbi cemiyetler arasında müşterek bu rehber bulunmuş, aralarında bir din birliği tecellî etmiştir. Gerçekten de herhangi bir lisân ile yazılan ilmî, fennî, içtimaî bir kitabın içerdiğini, o lisân ile konuşan her fert dahi tamamen anlayamaz, onu selâhiyetli olan bilginler vasıtasiyle öğrenebilirler, işte en mühim, en kutsî olan ilâhî kitapların ihtiva ettiği hükümleri, meseleleri de ilgili kimselerin din âlimleri vasıtasiyle öğrenmeleri lâzım ve mümkündür. Bu itibar ile dinî bilgiler, cemiyetler arasında neşredilmiş ve edilmekte bulunmuştur Bu husus Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim için de bir kolaylık ihsan buyurmuştur ki, o yüce kitabı isteyenler pek kolaylıkla öğrenip tamamen veya kısmen ezberleyebilmektedirler.

Duhan suresi ayet 59
Artık gözet, şüphe yok ki, onlar gözeticilerdir.

(Artık) Ey Peygamber Sen (gözet) Hak Teâlâ'dan yardımlar, muvaffakiyetler niyaz et ve seni inkâr edenlerin akıbetlerini dikkate al (şüphe yok ki, onlar) o inkarcılar da senin akıbetini, ne vaziyette bulunacağını (gözeticilerdir.) fakat onlar, Allah'ın yardımının yüce Peygamber tarafında, müslümanlar hakkında tecellîsini görerek zarar ve ziyanda kalacaklardır. Nitekim öyle de olmuştur. O inkarcılar, müşrikler, İslâmiyetin Mekke-i Mükerreme'de bile yayılmasına mâni olmak istedikleri hâlde o yüce din, yalnız Mekke-i Mükerreme'de değil, bütün Arabistan'da ve az bir zaman zarfında dünyanın doğusunda ve batısında yayılmaya başlamış, insanlığı aydınlatmaya çalışmakta bulunmuştur. O kutsî dinin en mübarek dayanağı olan Kur'an-ı Kerim de, bütün insanlığa hitap ederek onların dikkatlerini kudret eserlerine çekmekte, kendilerine en tesirli bir ibret ve uyanma dersi vermektedir. Bu, Rabbimizin bir lütfudur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mü'minun suresi ayet 1
Muhakkak ki, müminler kurtuluşa ermişlerdir.

Bu mübarek âyetler, yedi seçkin vasıflara sahip olan müminlerin başarı ve kurtuşa nail ve cennetlerin en yükseğine kavuşacaklarını kendilerine şöylece müjde verilmektedir. (Muhakkak ki, müminler) yani: Cenab-ı Hakkı birleyenler, Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik edenler, kıyametin vuku bulacağını itiraf edenler, zaruriyyatı diniyeden sayılan hükümleri yerine getirenler (kurtuluşa ermişlerdir) onların gelecekleri emniyete alınmıştır, onların kurtuluş ve saadeti adeta şimdi meydana gelmiş gibi kesin olarak kararlaştırılmıştır. İşte bu gibi müminler, yedi güzel sıfata sahip oldukları için şimdiden kurtuluşa nail olmuş gibidirler. Bu yüce vasıfların birincisi, en mühimi böyle îman, güzel inanç sahibi olmaktır.

Felah:
Fevz-i necattır. Yani: İstenilen meşru şeylere kavuşmaktır, kötü, nahoş olan şeylerden de kurtulmaktır. İflah da böyle bir fevz-ü necata dahil olmak demektir.

Mü'minun suresi ayet 2
0 müminler ki, namazlarında huşu -tevazu- sahipleridir.

Evet.. Kurtuluşa eren (o müminlerdir ki, onlar) mükellef oldukları ibadetlerin en yükseği olan (namazlarında huşu) tevazu, alçak gönüllülük (sahibidirler.) Namazlarını Cenab-ı Hak'ka kulluk arzında bulunmak için tam bir tevazu ile edaya çalışırlar. Namaz kılarken etrafa bakmayıp yalnız secde yerine bakanlar, elbiselerine, yüzlerine, gözlerine ellerini sürüp durmazlar, Hak Teâlâ'nın manevî huzurunda bulunduklarını düşünerek tam bir edeb ve itidal ile, kalp huzuru ile ve adab ve erkanına riayetle namazlarını kılmaya çalışırlar. Bu da müminlerin ikinci güzel vasfıdır.

Mü'minun suresi ayet 3
Ve o müminler ki, onlar, her lüzumsuz şeyden yüz çevirirler.


(Ve o müminler ki) o muhterem kullarki (onlar her lüzumsuz şeyden) faidesi olmayan, fuzuli sözlerden, hareketlerden, oyun ve eğlence denilen yasak, faydasız şeylerden daima (yüz çevirirler) öyle "lağv" denilen boş, hayatı harcamayı gerektiren ve terk edilmesi hikmet gereği olan şeylere iltifatta bulunmazlar. Bu da onların üçüncü güzel vasıflarıdır.

Mü'minun suresi ayet 4
Ve o müminler ki, onlar zekâtı ifa edenlerdir.

(Ve) kurtuluşa eren (o müminler) dir (ki, onlar zekâtı ifa edenlerdir.) Onlar öyle îman ile, mütevazice bir şekilde bedeni ibadet ile vasıflanmış, lağviyat türünden olan
şeylerden sakınır oldukları gibi malî ibadetlerde de bulunarak hak etmiş olanlara mallarından birer belirli hisse de ayırırlar, bu şekilde de nefislerini arındırmaya, cimrilik lekesinden temizlemeye muvaffak olurlar. Bu da o zatların dürdüncü övülen vasıflarıdır.

Zekât;
taharet, temizlik demektir. "Tezkiye" de arındırmak, temizleme manasınadır. Faraya verilen bir mal da verenin malını temizleyeceği, ahlâkının güzelleştireceği için ona da zekat denilmiştir.

Mü'minun suresi ayet 5
Ve o müminler ki, onlar elbette avret mahallerini muhafaza edenlerdir.

(Ve 0 müminler ki, onlar) temiz bir hayat .aşamaya gayret ederler (avret mahallerini) tenasül organlarını ve şehvet güçlerini daima (muhafaza edenlerdir) haram olan ilişkilerden, insanlık terbiyesine aykırı olan vaziyetlerden kaçınırlar, örtülmesi icabeden azalarını açıvermekten son derece sakınırlar, ahlâka İslâmi edep kurallarına aykırı hareketlerde bulunmazlar. Bu da onların beşinci temiz vasıflarıdır.

Mü'minun suresi ayet 6
Ancak eşleri veya sağ ellerinin sahip olduğu cariyeleri müstesna. Çünkü onlar, -bu halde- kınanılmış değildirler.

(Ancak) kendi (eşleri) nikâhları altında bulunan eşleri (veya sağ ellerinin sahip olduğu cariyeleri) yani: meşru şekilde elde edip kendilerine sahip bulundukları kadınlar (müstesna) bir mümin, kendi eşine ilişkide ve mülkü yemin denilen cariyesine şer'i bir mani bulunmayınca cinsel ilişkide bulunamaz veya cariyesini başkası ile evlendirmişse yine kendisinin cinsel ilişkide bulunması caiz olamaz. Fakat böyle bir şer'i mâni bulunmadıkça bu ilişki caizdir. (Çünkü onlar) o müminler, bu takdirde (kınanılmış değildirler) onların bu şartlar altında eşleriyle, cariyeleri ile cinsel ilişkilerine şer'i müsaade vardır. Bu sosyal hayatın meşru şekilde gelişmesine, devamına bir vesiledir. Artık o kınanıp ayıplanamaz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Mü'minun suresi ayet 7
Artık kimler de bunların ötesini istemiş olursa işte haddi tecavüz etmiş olanlar, onlardır, onlar.

(Artık kimler de bunların ötesini istemiş olursa) yani: Herkim kendisi için verilen böyle bir şer'i müsaade dışına çıkmak isterse, kendileriyle cinsel ilişki caiz olmayan kimseler ile böyle bir yasaklanmış şeyi yapmak arzusuna düşerse: Meselâ zinada, oğlancılıkta, mastürbasyonda veya hayvanlarla cinsel ilişkide ve diğer yasak olan ilişkilerde bulunursa (işte haddi tecavüz etmiş olanlar) caiz olan çerçeveyi bırakıp yasak alanlara can atmış, İslâmi terbiyeye muhalefette bulunmuş kimseler (onlardır, onlar.) İşte temiz yaratılıştan uzak düşmüş olanlar, o gibi şahıslardan ibarettir.

Mü'minun suresi ayet 8
Ve o müminler ki, onlar, emanetlerine ve antlarına riayet edenlerdir.

(ve) kurtuluşa eren (o müminler) dir (ki onlar emanetlerine) riayet ederler. Hiç bir kimsenin hukukuna, namusuna, haysiyyetine tecavüzde bulunmazlar. Kendilerine bırakılan emanetleri vediaları sahipleri adına korurlar. Kendileri için birer emanet sayılan hayatlarını, kuvvetlerini de kötüye kullanmazlar. (Ve) onlar (ahidlerine) de, yani: Vermiş oldukları sözlere, yapmış oldukları mukavelelere de (riayet edenlerdir.) Gerek Allah Teâlâ'ya karşı üstlenmiş oldukları ibadetleri, vazifeleri güzelce ifaya çalışırlar ve gerek insanlar ile yapmış oldukları ahit, sözleşme hükümlerini mutlaka yerine getirirler. Bu da o müminlerin şayani takdir olan altıncı vasıflarıdır.

Mü'minun suresi ayet 9
Ve o müminler ki, onlar namazları üzerine muhafazada -devamda- bulunurlar.

(Ve) Allah katında makbul olup kurtuluşa ermiş olan (o müminler) dir (ki, onlar) namazlarını tam bir huşu ile kılmakla beraber (Namazları üzerine muhafazada) da (bulunurlar) yani: Namazlarına düzenli bir şekilde devam ederler. Namazlarının farzlarından, sünnetlerinden, âdabından bir şeyi terk eylemez, namazlarını vakitlerinde kılmaya çalışırlar.Beş vakit namaza, cuma namazına, teravih ve bayram namazlarına, vitir ve kuşluk namazlarına ve diğer nafile namazlara devam eder dururlar. Namazların en yüce bir ibadet olduğunu bilerek onları eda ile kalben neşeli, ruhani bir zevke nail olurlar. İşte bu da kurtuluşa kavuşmuş olan hakiki müminlerin yedinci güzel vasıflarıdır.

Mü'minun suresi ayet 10
İşte vâris olanlar, onlardır.

O güzel vasıflar ile nitelenmiş olan müminler var ya, (işte vâris olanlar onlardır) Evet.. Yüce makamlara nail, vâris unvanına lâyık olan ancak o zatlardır.

Mü'minun suresi ayet 11
Onlardır ki, firdevse vâris olurlar, onlar orada ebedî olarak kalıcılardır.

İşte (onlar ki) o güzel vasıflara sahip olan müminlerdir ki (firdevse vâris olurlar.) cennetlerin en yüksek derecesini, tabakasını teşkil eden o ebedî saadet mevkiine kendilerine başkalarından miras kalmış gibi sahip bulunurlar. (Onlar, orada) o firdevs cennetinde (ebedî olarak kalıcılardır.) Artık oradan ebedî olarak çıkmayacaklardır. İşte îmanın, Islâmi üstün vasıflara sahip olmanın büyük mükâfatı!

Ubadetübnüssamit; Radiallahu anh, Resûl-i Ekrem Sallallahü aleyhi vesellem efendimizden şu mealde bir hadisi şerif rivayet etmiştir.

Cennette yüz derece vardır, her iki derecenin arasındaki mesafe, gök ile yer arasındaki mesafe gibidir. Firdevs ise derece itibariyle cennetlerin en yükseğidir, dört cennetin ırmakları ondan cereyan edip akan, onun üstünde de Rahman'ın arşı vardır.. Artık Allah Teâlâ'dan dileyeceğiniz vakit, ondan firdevsi dileyiniz. Cenab-ı Hak, cümlemize nasip buyursun. Amin..
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şuara suresi ayet 52
Ve Musa'ya vahiy ettik ki, Kullarım ile beraber geceleyin yürü. Çünkü, siz şüphesiz ki takibe dileceksiniz.

Bu mübarek âyetler de Musa Aleyh i selâm in kendisine îman edenler ile beraber Mısır'dan çıkıp gitmeleri için ilâhi vahye kavuştuğunu bildiriyor. Onların Mısır'dan çıkmaları üzerine Firavun'un da asker toplatarak onları takip ettiğini ve onların ehemmiyetsiz bir topluluktan ibaret olduklarını iddiada bulunduğunu gösteriyor. Hz. Musa ile beraberindeki zatlar sabahleyin erkenden takibe başlayan Firavun ile kavminin ellerindeki çok nimetlerden mahrum kaldıklarını, bu nimetlerin bilâhara İ s rai loğ u I lan 'na intikal etmiş bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm senelerce Mısır'da kalmış, Firavun'u ve onun kavmini Allah'ın dinine davet etmiş ve nice mucizeler göstermişti. Fakat onlar bu daveti kabul etmemişlerdi. Artık Hz. Musa'nın Mısır'daki vazifesi nihayete ermiş demekti. Binaenaleyh Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (ve Musa'ya vah yettik ki, kulları ile) Allah'ın dinini kabul etmiş, sana tâbi bulunmuş olan müminler ile (geceleyin yürü) Mısır'dan çıkıp yolunuza devam edin (çünkü siz şüphesiz ki, takibedileceksiniz) yani: Firavun kendi kuvvetleriyle sizi takibe başlayacaktır, onlar size daha yetişmeden siz deniz kenarına kavuşmuş olunuz.

Şuara suresi ayet 53
Artık Firavun şehirlere -asker- toplayıcılar gönderdi.

Vaktaki: Firavun, Hz. Musa ile kendisine tâbi olanların Mısır'dan geceleyin çıkıp gitmiş olduklarını haber aldı. (Artık Firavun şehirlere) askerleri (toplayıcılar gönderdi) Hz. Musa'yı ve beraberindekileri takip edecek büyük bir askeri kuvvet toplanmış oldu.

Şuara suresi ayet 54
Şöyle diyor ki: - Şüphe yok, onlar - IsrailoğuIlar ı - az kimselerden ibaret bir topluluktur.

Firavun, kendi askerlerinin çokluğunu, Beni İsrail ise nisbeten az olduğunu iddia ederek şöyle de diyordu: (Şüphe yok, onları) o I s rai loğ u I lar ı (az kimselerden ibaret bir topluluktur) biz onları takibederek cezalandırabiliriz.

Bir rivayete göre İsrailoğuIları altıyüz yetmiş bin kadar imişler, Firavun'un kuvvetleri ise bir milyondan bile fazla imişler.

Şuara suresi ayet 55
Ve muhakkak ki, onlar bizi elbette çok öfkelendirmekte bulunan kimselerdir.

Firavun şöyle de diyordu: (Muhakkak ki, onlar) o İ s rai loğ u I lar ı (bizi çok öfkelendirmekte bulunan kimselerdir) bizim hiddetimizi, kızgınlığımızı tahrik eden şeyleri yapmaktadırlar. İşte öyle ansızın Mısır'dan çıkıp gitmelerinde böyle bir hiddete, kızgınlığa sebep olmuştur. Diğer bir yoruma göre de: 0 İ s rai loğ u I lar ı bizim için muhakkak ki, çok gazap besleyicidir. Bize karşı büyük bir kin düşmanlıkları vardır.

Şuara suresi ayet 56
Ve şüphe yok ki, bizler elbette pek uyanık bir cemiyetiz.

firavun şöyle de iddia ediyordu: (Şüphe yok ki, bizler elbette pek uyanık bir cemiyetiz) âdeta demek istiyordu ki: Bizim âdetimiz, ihtiyatlı, uyanık bir halde yaşamaktır, güven üzere bulunmaktır, her ne kadar o düşmanlarımız az kimseler ise biz yine ihtiyattan ayrılmayız, o gibi fesat ateşini söndürmeğe çalışırız. Onun içindirki, ey şehirler ahalisi!.. Sizi toplayarak o düşmanları takibe lüzum görmüş olduk. Melun Firavun bu suretle de kendi korkusunu, içerisindeki saltanatının yok olma endişesini saklamak istiyordu.

Şuara suresi ayet 57
Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: - Artık biz onları bahçelerden, ırmaklardan çıkardık.

Fakat Firavun'un bu sözleri, iddiaları bir hayal kabilinde idi. Artık onun belâsını bulacak zaman yaklaşmıştı. Binaenaleyh Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Artık biz onları) o Firavun ile kavmini (bahçelerden ve ırmaklardan çıkardık) Israiloğulları'nı takip sebebiyle o nimetlerden mahrum kalmış oldular.

Şuara suresi ayet 58
Ve hazinelerden ve nimet dolu bir makamdan - mahrum bıraktık -.

Firavun ile kavmini (hazinelerden) altunlardan, gümüşlerden, büyük servetlerden (ve nimet dolu bir makamdan) gayet güzel, gönül alıcı ikâmetgâhlardan, saraylardan, saltanat tahtlarından çıkarıp mahrum bıraktık. Kendileri denizde boğulmaya mahkum oldukları için bütün o muhteşem varlıklar bilâhara İsrailoğuIlan 'na intikal etmiştir.

Şuara suresi ayet 59
İşte böyle oldu!. Ve bunları - bu nimetleri - IsrailoğuIlarına miras kıldık.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (İşte böyle oldu) onları o yurtlarında varlıklarından öyle acaib bir şekilde çıkarmakla çıkarmış olduk (ve bunları) bu yüce nimetleri (I s rai loğ u I lan 'na miras kıldık.) Bunlara bilâhara İ s rai loğ u I lar ı miras kalmışçasına sahiplenmiş oldular, Firavun'un kahrı altında bulunmaktan kurtuldular.

Şuara suresi ayet 60
Derken - Firavun ile kuvvetleri - güneş henüz parlamaya başlamış iken onların - Israiloğullarının - arkalarına düştüler.

Şöyle ki: Firavun ile kavmi, öyle bir felâkete maruz kalmak için Israiloğulları'nı takibe karar verdiler. (Derken) daha (güneş henüz parlamaya başlaşmış iken) sabahleyin doğmaya başlayarak ışıkları etrafa dağılmakta iken Firavun ile kuvvetleri (onların) Israiloğulları'nın (arkalarına düştüler) onlara yaklaşmakta bulundular. Artık Firavun'un da, kuvvetlerinin de mahvolacakları zaman gelip çatmıştı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şuara suresi ayet 61
Ne zamanki, iki topluluk biri birini gördü, Musa'nın adamları dediki: Şüphe yok, bizler elbette yetişilmiş - yakalanmış - larız.

Bu mübarek âyetler de Hz. Musa'nın yanında bulunan zatlar ile onları takibedenler birbirini görünce o zatların yakalanacaklarını zannederek korkmaya başlamış olduklarını, Hz. Musa'nın da Allah'ın yardımı ile selâmete ereceklerini söyleyerek o zatlara teminat vermiş bulunduğunu bildiriyor. Ve Hz. Musa'nın aldığı ilâhi vahiyden dolayı asasını denize vurmakla denizde dağlar gibi parçalar meydana gelip yollar açıldığını, Israiloğullarının da bu yollardan geçip selâmete erdiklerini, onları takibedenlerin ise tamamen boğulup gittiklerini haber veriyor ve bu hâdisenin fevkalâde bir mahiyette bulunduğunun, buna rağmen yine bir çoklarının îman etmediklerini, Cenab-ı Hak'kın da aziz ve rahim olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm, aldığı ilâhi vahye uyarak Israiloğulları'nı alıp Mısır'dan çıkmıştı. Firavun da bundan haberdar olunca birçok kuvvetler yanına alarak Israiloğulları'nı takibe başlamıştı. Nihayet I s rai loğ u I lan 'na yaklaşmışlardı. (Ne zamanki,) bu (iki topluluk birbirini gördü.) Hz. (Musa'nın adamları) kendilerinden pek fazla olan düşman kuvvetlerinin öyle kendilerine yaklaştıklarından korkmaya başlayarak (dedi ki: Şüphe yok, bizler elbette yetişilmiş) Firavun ile kavmi tarafından yakalanmış (leriz.) Israiloğulları, vaktiyle Firavun ile kavminden görmüş oldukları hakaretletin, işkencelerin tesiri altında kalmışlardı.. Bu defa da yine bir takım cezalara, felâketlere uğratılacaklarını düşünmeğe başladılar.

Şuara suresi ayet 62
Hz. Musa da - dedi ki: Asla. Muhakkak ki, Rabbim benim ile beraberdir, beni yakında selâmete erdirecektir.

Fakat Hz. Musa, onlara teselli verdi, teminatta bulundu, (dedi ki: Asla!.) o melunlar, size yetişemeyeceklerdir, size bir şey yapamayacaklardır. (Muhakkak ki, Rabbim benim ile beraberdir.) O Kerem sahibi Rabbimin yardımı, muvaffakiyeti bana yöneliktir. (Beni yakında selâmete erdirecektir.) Beni düşmanlarıma karşı koruyacaktır. Artık korkuya lüzum yok!

Şuara suresi ayet 63
Artık Musa'ya vahiy ettik ki, âsân ile denize vur, - vurunca -derhal yarıldı, heman her parça pek büyük dağ gibi oluverdi.

Kısacası: Hz. Musa yanındakiler ile beraber Kulzum denizine veya Nil kenarına varmış, düşmanlan da onlara yaklaşmışlardı.. (Artık) Hak Teâlâ onlara kurtuluş çaresini gösterdi. İşte bunu beyan için Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: (Musa'ya vahiy ettik ki, Asan ile) sahiline yaklaşmış olduğunuz (denize vur) yeni bir kudret harikası müşahede etmiş olunuz. Hz. Musa da asasını denize vurunca deniz (derhal yarıldı) Israiloğulları'nın kolları sayısınca oniki parçaya ayrıldı. (Hemen her parça pek büyük dağ gibi oluverdi) yerinde sabit, sert bir şekilde, göğe doğru yükselmiş bir manzara teşkil etti.

Şuara suresi ayet 64
Ötekilerini de buraya yaklaştırmıştık.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Ötekilerini de) yani Firavun ile kavmini de (buraya) bu denize (yaklaştırmıştık) onlar da Hz. Musa ile I s rai loğ u I lan 'n ı takip için hiç ilerisini düşünmeden denizin açılan yollarına atıldılar.

Şuara suresi ayet 65
Ve Musa'yı ve onunla beraber olanları, hepsini kurtuluşa erdirdik.

(Ve Musa'yı ve onunla beraber olanları) gerek kendi kavmini ve gerek diğer îman edenleri, Evet.. (Hepsini kurtuluşa erdirdik) deniz, aldığı vaziyeti muhafaza etmiş, hiç biri bir üzüntüye uğramaksızın hepsi de kurtuluş sahiline kavuşmuş oldular.

Şuara suresi ayet 66
Sonra Ötekilerini boğduk.

(Sonra ötekilerini) Firavun ile kavmini, deniz parçalarının birbirine kavuşup eski hâline dönmüş olmasiyle (boğduk) hepsini de helake uğratmış olduk.

Şuara suresi ayet 67
Şüphe yok ki, bunda elbette bir ibret vardır. Halbuki, onların çoğu iman etmiş kimseler olmadı.

(Şüphe yok ki bunda,) bu beyan olunan kıssada, Hz. Musa'dan çıkan büyük mucizelerin hepsinde, dinsizlerin başlarına gelen felâketlerin her birinde (elbette bir ibret vardır.) Tavsif edilemeyecek derecede büyük bir alâlamet, bir uyanma vesilesi mevcuttu. Allah Teâlâ'nın kudretine muhalefet edenler için de pek dehşetli ve tehdidi içermektedir. Böyle olduğu halde bir çok kimseler bundan bir ibret dersi almadılar (halbuki, onların) o eski Mısır ahalisinin veya bu kıssayı dinlemiş bulunanların (çoğu îman etmiş kimseler olmadı) böyle hârikaları gördükleri, bunların vâki olduğundan kesin şekilde haberdar bulundukları halde yine inkâra, küfre devam eder bir halde bulunmuşlardır ki, bu da en büyük bir cehalet, bir ahmaklık eseridir. Nitekim IsrailoğuIlar'ı da bu harikaları gördükten sonra birçokları Allah'ın birliği inancına muhalif harekette bulunmuş, buzağıyı mabut edinmek cehaletini göstermişlerdi. Bu ilâhi açıklamalar, bizim yüce Peygamberimiz hakkında bir teselliyi içermektedir. Onun mucizelerini de gördükleri halde îman etmeyenler olmuştur. Bu inkarcı hareket, ötedenberi bir takım insanlar arasında devam ede gelmiştir. Artık Hz. Peygamberin asrındaki inkarcıların hallerinden dolayı da üzülmeye hacet yok. Kendilerinin kötü âkibetlerini onlar düşünsünler.

Şuara suresi ayet 68
Ve şüphe yok ki, Rabbin elbette o, mutlak galiptir, merhametlidir.

Ey Peygamberlerin sonuncusu!.. (Ve şüphe yok ki, Rabbin elbette o) Yüce Yaratıcı (Azizdir) seni yalanlayanlardan intikam almaya kadirdir ve o Kerem sahibi mabud (rahîmdir) kulları hakkında nimetleri pek boldur. Bu kadar âyetleri, mucizeleri gördükleri halde yine inkârlarında, isyanlarında devam edenleri heman cezalandırmıyor, kendilerine kaybettiklerini telafi edebilmeleri için bir mühlet veriyor, bu ne kadar büyük bir rahmet eseridir, artık bunu düşünerek uyanmalıdır, kıssalardan ibret almalıdır, o Kerem sahibi yaratıcının hükümlerine uymaya çalışarak ilâhi zatına şükretmeye devam etmelidir.

Şuara suresi ayet 69
Onlara İbrahim'in de kıssasını oku.

Bu mübarek âyetler, İbrahim Aleyhisselâm'ın putperest pederiyle ve kavmi ile aralarında cereyan eden konuşmayı bildiriyor, o putlara tapan kimselerin sırf babalarını taklit yoluyla böyle bir sapıklığa düşmüş olduklarını gösteriyor, bu kıssa da Hz. Muhammed hakkında bir teselli mahiyetinde bulunmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, Resûl-i Ekrem'ine emir ediyor ki Habibim!.. (Onlara) 0 müşriklere, 0 sana îman etmeyen, bir kısım Mekke ahalisine (İbrahim) o muhterem Peygamberin (kıssasını da oku) onun hayatına dair bunlara haber ver. Onlar da öyle büyük bir Peygambere muhalefette bulunup durmuşlardı.

Şuara suresi ayet 70
O vakit ki babasına ve kavmine dedi ki: neye ibadet ediyorsunuz?

(O vakit ki) Hz. İbrahim, kendilerini uyandırmak, ne kadar sapıklık içinde yaşadıklarını kendilerine anlatmak için O putperest (babasına ve kavmine dedi ki:^ Hiç biliyor musunuz?. Siz (neye ibadet ediyorsunuz?.) Hiç o taptığınız şeyler ibadete lâyık mıdırlar?.. Bir kere düşünmeli değil misiniz?.:
 

kurt26

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2010
Mesajlar
731
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Alak Sûresi: 19. ayetin sonundadır.(451) Bu Ayet-i Kerimeleri okuyan ve onu dinleyen üzerine secde etmek vacib olur.
19. Kella la tütı'hü vescüd vakterib
19- Sakın onu dinleme de (Rabbine) secde et ve yaklaş.
(benim gibi ilk sayfadan okuyanlar için)
 

kurt26

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2010
Mesajlar
731
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
ALLAH razı olsun gerçekten çok güzel açıklanmış ve yorumlanmış.
bukadar ayrıntılısını hiç görmemiştim okuyacam inşallah vakit buldukça.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
kurt26,
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şuara suresi ayet 71
Dediler ki: Putlara ibadet ediyoruz. Onlara -ibadete- devam edip duruyoruz.

O müşrikler de cevaben (dediler ki) Biz (putlara ibadet ediyoruz) onları mabut tânıyorız ve (onlara) o putlara gündüzleri ibadete (devam edip duruyoruz.) Onların ibadetleriyle meşgul bulunuyoruz. Müşrikler, cevaplarını uzunca vermiş, âdeta o putlara tapınmakla iftihar etmiş olduklarını göstermiş bulunuyorlardı.

"Zaile"
kellimesi bir işi gündüzün işlemek hakkında kullanılır. "Ukûf" da bir şeye devam, etmek ve başğanmak demektir. "Akif" de bir şeye devamlı olarak yönelmiş olan, nefsini bir yerde hapsedip ikamet eden kimse demektir.

Şuara suresi ayet 72
Dedi ki: Onlara dua ettiğinizi zaman sizi işitiyorlar mı?

İbrahim Aleyhisselâm da onların o bozuk görüşlerine, zararlı hareketlerine tenbih için (dedi ki: Onlara) o putlara (dua ettiğiniz) ibadette butunup yalvardığınız 'zaman) onlar (sizi işitiyorlar mı?..) Duanızı duyup niyazından haberdar olabiliyorlar mı?.

Şuara suresi ayet 73
Yahut size bir menfaat veya bir zarar verebiliyorlar mı?

(Yahut) o putlar (size bir menfaat veya bir zarar verbiliyorlar mı?) ki, onlara ibadet ediyorsunuz, tâki o ibadet sayesinde onların menfaatlerine ulaşasınız veya onların zararlarından emin bulunasınız. Halbuki, onlar ne menfaat ve ne de zarar vermeğe kadir değildirler

Şuara suresi ayet 74
Dediler ki: yok, biz babalarımızı böyle yapar bulduk.

O müşrikler de, o putların öyle işitmeğe, menfaat ve zarar vermeğe kadir olmadıklarını adeta itiraf edercesine bir vaziyet alarak (dediler ki: yok) biz onlardan öyle bir şey görmüş, bilmiş değiliz. (Biz babalarımızı böyle) o putlara dua ve ibadet (yapar bulduk) biz de onlara uymuş bulunduk.. Demek ki: O müşrikler, bir delile, bir hikmete dayanmaksızın sırf körü-körüne bir taklit yoluyla öyle cahilce bir harekette bulunup durduklarını itiraf etmiş bulundular. İşte şimdi müşrikler de bu kabilden kimselerdir. Artık Resûl-i Ekrem üzülmesin, o kâfirler, kendi pek korkunç istikballerini düşünsünler!..

Şuara suresi ayet 75
Dediki: Şimdi neye ibadet ettiğinizi görmüş oldunuz mu?

Bu mübarek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmine olan ihtarıni ve Alemlerin Rabbinden başka o mabûd edinilen şeylerin kendisince birer düşman olduklarını söylemiş olduğunu bildiriyor ve Hz. İbrahim'in kendi hakkında tecelli eden Alemlerin Rabbinın ihsanını, tasarruflarını bir hürmet ve şükür lisanı ile ifade etmiş bulunduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm, o kendilerine hitab ettiği putperestlerin cahilce cevaplarına karşı (dedi ki: şimdi neye ibadet ettiğinizi) ne gibi faideye ve zarara güç yetiremeyen âciz taşlara, heykellere tapıp durduğunuzu (görmüş) bakıp anlamış (oldunuz mu?.)

Şuara suresi ayet 76
Sizin ve eski atalarınızın?.

Evet.. 0 (sizin ve eski atalarınızın) tapmakta bulunmuş olduğunuz o faidesiz putları. Onları görüp mahiyetlerini düşündünüz mü?. Hiç onlar mabutluk vasfına sahip olabilirler mi?. 0 eski atalarımızın onlara tapınmış olmaları, sizin böyle cahilce hareketinizin doğruluğu için, bir delil olabilir mi?. Bâtıl bir şey eskiden beri işlenmiş olmakla hakka dönmüş olur mu?. Binaenaleyh siz bu taklit hususunda asla mazur değilsinizdir. Kendinizi pek büyük bir mesuliyetten kurtaramazsınız.

Şuara suresi ayet 77
İşte onlar, benim için şüphe yok bir düşmandır, âlemlerin Rabbi ise müstesna.

(İşte onlar) 0 kendilerine cahillerin tapmakta bulundukları bâtıl şeyler (benim için şüphe yok ki, bir düşmandır) yani: Onlar kendilerine tapanlar için birer düşmandır, bunların felâketlerine sebep olmuş olurtar. Artık onlara tapılır mı? Hz. İbrahim, bir hikmeti üslup ile o putlara tapanlara taşlamada bulunmuş, onları ikaza, irşada çalışmıştır. Adeta buyurulmuş oluyor ki: Her kim o putlara tapınırsa sanki düşmanlarına tapınmış gibi olur. Çünkü o yüzden bir ebedî felâkete maruz kalacaktır. Bu bir hakikattir ki, güzelce tefekkür edilince pek güzel anlaşılır. (Alemlerin Rabi ise müstesna.) 0 benim mabûdumdur, 0 benim dünyada da, ahirette de nimet sahibimdir, ona ibadet, mutluluk sebebidir. İşte ey gafil insanlar!.. Siz de uyanınız da o hakiki mabuda ibadette bulunun, öyle faidesiz şeylere tapmak cehaletinde bulunmayın.

Şuara suresi ayet 78
0 Alemlerin Rabi - ki, beni yarattı, elbette beni hidayete iletecek olan O'dur.

Evet.. (0) Alemlerin Rabbi olan Kerem sahibi mabud (ki, beni yarattı) kudretiyle vücude getirdi. (İşte beni hidayete iletecek olan O'dur) benim dünyevî ve uhrevî selâmet ve sadetimi temin edecek zad ondan başka değildir. Yoksa kendisine tapanın duasını işitemeyen, onun hakkında bir faide ve zarar vermeğe kadir olmayan bir şey, nasıl mabûd olabilir?. Bu apaçık bir hakikat değil midir?.

Şuara suresi ayet 79
Ve O'dur ki, bana o yiyecek ihsan eder ve beni suya kavuşturur.

(Ve O'dur ki) o Kerem sahibi yaratıcıdır (bana o yiyecek ihsan eder ve beni suya kavuşturur) yani: Beni çeşitli nimetleriyle rızıklandırır. Eğer onun lütfü, müsaadesi olmasa hiçbir kimse bir nimete kavuşturamaz.

Şuara suresi ayet 80
Ve hasta olduğum zaman bana ancak o şifa verir.

(Ve hasta olduğum zaman bana ancak o) merhamet sahibi yaratıcı (şifa verir) ondan başka şifa verecek yoktur. Hz. İbrahim, hastalığı nefsine, şifa vermeğe de Allah Teâlâ'ya izafe etmek suretiyle bir ahlâk güzelliğine riayette bulunmuştur. Yoksa haddizatında hastalığı veren de yine Cenab-ı Hak'tır. Bununla beraber yemek, içmek vesaire hususunda koruyucu hekimlik usulüne riayet etmeyen insanlar, kendi hastalıklarına sebebiyet vermiş olurlar. Bu cihetle de hastalık kendilerine nisbet edilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Şuara suresi ayet 81
Ve O'dur ki, beni öldürür, sonrada beni diriltir.

O âlemlerin Rabbi'dir ki (beni öldürür) dünyada ruhumu alır, beni dünyanın musibetlerinden kurtarmış olur. (Sonra da beni diriltir.) Ah i ret nimetlerine kavuşturur. Bir yüce Peygamber hakkındaki ölüm, onun ebedî bir hayata kavuşmasına, pek yüce nimetlere, tecellilere ulaşmasına sebep olacağı için İbrahim Aleyhisselâm, öldürmeyi de, diriltmeyi de Cenab-ı Hak'ka isnad etmiştir, bunların birer büyük nimet olduğuna işaret buyurmuştur.

Şuara suresi ayet 82
Ve O'dur ki, ceza gününde benim için kusurumu affetmesini ve bağışlamasını umarım -niyaz edersem-

İbrahim Aleyhisselâm, âlemlerin Rabbi'nin kutsî vasıflarını şöylece de beyan ediyor: (Ve O'dur ki,) O Yüce Yaratıcıdır ki, (ceza gününde benim için kusurumu)
insanlık icabı meydana gelmiş olan hatalarımı (affetmesi ve bağışlamasını) onun lütuf ve keriminden (umarım) niyaz ederim çünkü o kerem sahibi mabud, gafurdur, rahîmdir. Hz. İbrahim yüce bir Peygamber olduğu için masumdur. Fakat tevazusundaki mükemmellik ve nefsinin hazmetsinden dolayı böyle bir niyazda bulunmuştur. Ve bu vesile ile de ümmetler için bir fazilet dersi vermiş, günahlardan kaçınma ve ilâhi mağfirete sığınılması lüzumunu ümmetlere öğretmiştir.

Şuara suresi ayet 83
Yarabbi. Bana bir hikmet bahşet ve beni iyilerin arasına kat.

Bu mübarek âyetler de Ibrahmm Aleyhisselâm'ın dua ederek Kerem sahibi yaratıcıdın neler temenni ettiğini bildiriyor ve kıyamet gününde insanlara temiz kalpten başka bir şeyin faideli olamıyacağını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. İbrahim niyazda bulunarak dedi ki: (Yarabbü) Ey bana ihsanı pek çok olan mabudum!, (bana bir hikmet bahşet) yani; Beni ibadet ve itaat hususunda en mükemmel dereceye eriştir veya ilâhi hükümleri hakkıyla bilmeyi nasib eyle, veya beni kulların, arasında, adilce hükme muvaffak kıl (ve beni iyilere kat) yani: Günahların büyüklerinden de, küçüklerinden de kaçınan, insani faziletlere tam anlamıyle sahip bulunan, dünyada da, ahirette de takva sahiplerine rehber olan yüce Peygamberler zümresine dahil buyur veya onlar ile benim aramı cennette cem et. Cenab-ı Hak, İbrahim Aleyhisselâm'ın bu duasını kabul etmiş "şüphe yok ki, ahirette elbette salihlerdendir" buyurmuştur.

Şuara suresi ayet 84
Ve sonrakiler arasında benim için iyilikle anılmayı nasip kıl.

Hz. İbrahim yine dua ederek dedi ki: Yarabbü. 'sonrakiler arasında) benden sonra dünyaya gelecek insanlar arasında (benim için iyilikle anılmak nasip kıl) ben herkesin kabulüne, güzelce övgüsüne daima kavuşmuş olayım. Bu dua da kabul edilmiştir. Nitekim, İbrahim Aleyhisselâm bütün milletler arasında yüceltilmektedir. Kendisine muhabbet gösterilmektedir. Özellikle onun zürriyetinde olarak Peygamberlerin sonuncusu dünyaya gelmiştir, o vasıta ile de Hz., İbrahim daima iyilikle hatırlanmaktadır, kendisinin ve ailesinin selât ve selâma mazhar oldukları (kemâ salleyte ala İbrahim) " lbrahim'e salât ettiğin gibi", cümlesiyle beyan olunmaktadır.

Şuara suresi ayet 85
Ve beni naim cennetinin vârislerinden kıl.

Hz. İbrahim duasına devam ederek, Ey Allah'ım!. (Ve beni) ahirette (naim cennetinin vârislerinden kıl) diye de niyazda bulunmuştur. Yani: Yarabbü. İçinde senin güzel cemaline, yüce sânına lâyık bir şekilde bakılacak olan o yüce cenneti bana lütfen nasip buyur ki, o büyük bir mutluluktan ibarettir. Böyle bir nimete kavuşmanın ancak ilâhi bir lütuf ve Allah'ın keremi ile mümkün olabileceğine işaret için burada kazanmadan elde edilen (irs) tabiri zikredilmiştir.

Şuara suresi ayet 86
Ve babam için mağfiret buyur, şüphe yok ki o sapıklardan oldu.

İbrahim Aleyhisselâm, duasına şunu da have etmiştir: Yarabbü. (Ve babam için mağfiret buyur) ona hidayet nasip et, onu îmana muvaffak kıl, o sayede onu af ve mağfirete kavuştur, (şüphe yok ki, o, sapıklardan oldu) hak yoldan çıkmış, sapıklığa düşmüş bulundu. Bir rivayete göre, Hz. İbrahim'in pederi Azer, İslâmiyeti kabul edeceğine dair muhterem oğluna vâ'dde bulunmuştu. Bu sebeple Hz. İbrahim de onun hakkında böyle dua etmişti. Bilâhara bunun tersi gerçekleşince İbrahim Aleyhisselâm da ondan uzaklaşmıştır.

Şuara suresi ayet 87
Ve -İnsanların- kabirlerden diriltilip kaldırılacakları gün beni mahcup etme.

Yine 0 muhterem Peygamber şöyle niyazda bulundu: Ey Kerem sahibi yaratıcı!. (Ve) bütün insanların (kabirlerinden diriltilip kaldırılacakları gün) kıyamet gününde, o müthiş mahşer gününde (beni zelil etme) horluğa düşürme, beni halka karşı rezil etme. İbrahim Aleyhisselâm, tevazu göstermiş nefsini sindirmiş, insanlık icabı kendisinden en iyi olan terketme kabilinden bazı şeyler meydana gelebileceğini düşünmüş, bu sebeple böyle bir istirhama lüzum görmüştür. Bununla beraber bu temennisiyle kendisine ait derecelerin pek yüksek olmasını da niyazda bulunmuş demektir.

Şuara suresi ayet 88
O gün ki, ne mal fa ide verir, ve ne de oğullar.

Evet.. Yarabbü. Beni horluğa uğratma (o gün ki) 0 kıyamet gününde ki, artık herhangi bir kimseye (ne mal fa ide verir ve ne de oğullar) isterse, malını dünyada iken hayır yollarına sarfetmiş olsun, oğulları da iyi kimselerden bulunmuş olsunlar. Hiçbir kimse ahirette bunlardan bir faide göremez. Ancak, îman ile ahirete gelmiş ise o başka. 0 zaman dünyada iken yapmış olduğu hayır ve iyiliklerin mükâfatını görür, hayırlı evlâdının yardımına kavuşabilir. İşte bu hakikati beyan için de şöyle buyuruyor.

Şuara suresi ayet 89
Ancak Allah'a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.

(Ancak Allah'a temiz bir kalp ile varan kimse müstesna) yani: Kalbi şirk ve nifak hastalığından temiz bulunan kimseye gelince ona hayırlı, iyilik yoluna sarfedilmiş malları ve salih evlâdı yarın ahirette fayda verir. Binaenaleyh insanlar, daha dünyada iken kalp selâmetine, gerçek bir îmana sahip olmalıdırlar ki, istikballerinden emin olabilsinler.

Şuara suresi ayet 90
Ve cennet takva sahipleri için yaklaştırılmıştır.

Bu mübarek âyetler, müminleri cennetle müjdeliyor, müşrikleri de cehennem ile tehdit ediyor. Ahirette müşrikleri kınamak için nasıl müthiş bir sualin geleceğini ve onların da kendilerini saptırmış olan şeytanlar ile nasıl bir münakaşada bulunacaklarını bildiriyor ve o dinsizlerin ne gibi bir itirafta bulunmaya mecbur kalacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve cennet muttakiler için) yani: Küfür ve isyandan sakınanlar için (yaklaştırılmıştır) öyle mutlulardan olan zatlar, bulundukları mevkiden cenneti, ondaki çeşitli nimetleri görürler, cennet gözlerinin önünde tecelli eder durur, onların sevinçlerini, şereflerini arttırmış bulunur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt