Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sad suresi ayet 71
Ve hatırla o zamanı ki, Rab'bin meleklere demişti ki: Şüphe yok, ben çamurdan bir insan yaratacağım.

Bu mübarek âyetler de Melei âlâya dair ayrıntılı şekilde bilgi veriyor. Adem Aleyhisselâm'ın yaratılış şekline ve Allah katındaki ehemmiyetine işaret buyuruyor, meleklerin ilâhi emre olan itaatlarını, Iblis'in de bu itatten kaçınmış olduğu için kovulmuş ve ebediyyen lanete mâruz bulunmuş olduğunu beyan ediyor, kibr ve hasedin kötülüğünü ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Yüce Resulüm! (hatırla o zaman ki, Rab'bin meleklere demişti ki) yani: Yüce sânına lâyık bir şekilde onları haberdar buyurmuştu ki: (şüphe yok ben çamurdan) toprak ile sudan (bir insan yaratacağım) Adem adındaki bir zât, meydana getirilmiş olacaktır.

Sad suresi ayet 72
onun yaradılışını tamamladığım ve içerisine ruhumdan üfürdüğüm zaman hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın.

(İmdi onun yaradılışını tamamladığım) Cismini yoğun bir surette şekillendirip (içerisine ruhumdan) ilâhi kudretimle yaratmış olduğum ruh adındaki latif cisimden, hayat kuvvetinden (üfürdüğüm zaman) yani: O ruhun geçişi ile, yayılmaya başlamasiyle o insana hayat vermiş olduğum vakit (hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın) onun bir yaratılış harikası olduğunu, Allah'ın feyzine kavuşmuş bulunduğunu dikkate alarak ona karşı bir selâm ve dua makamında olmak üzere secdeye varın. Bu bir hürmet secdesidir, bir ibadet ve tanrılaştırma secdesi değildir. Allah'ın emnine uymanın mükemmel bir nişanesidir.

Sad suresi ayet 73
Bunun üzerine melekler hepsi de cümleten secde ediverdiler.

(Bunun üzerine) Hz. Adem'in vücudu yaratılmış kendisine hayat ihsan olununca bütün (melekler) almış oldukları ilâhi emre uyarak (hepsi de cümleten) birlikte olarak Hz. Adem için (secde ediverdiler) hiçbiri geri kalmaksızın aynı zamanda o hürmet vazifesini yerine getirmiş oldular.

Sad suresi ayet 74
iblis müstesna. O böbürlenmek istedi ve kâfirlerden oldu.

(iblis müstesna) Melekler arasında bulunduğu için o secde ile kendisi de mükellef bulunmuş olan şeytan ise bu secdeye iştirak etmedi (o böbürlenmek istedi) kendisini daha büyük gördü, secdeye tenezzül etmedi (ve) öyle ilâhi emre karşı kibirlenip muhalefet ettiği için (kâfirlerden oldu) işte Allah'ın emrine muhalefetin neticesi!.

"Deniliyor ki:
Bu gibi kıssaların tekrar edilerek anlatılması, insanlığı uyandırmak hikmetine dayanmaktadır. Şeytan, kibir ve hasedinden dolayı ilâhi emre muhalefet ettiği için ebediyyen lanete hedef olmuştur. Bir takım kâfirler de Resûl-i Ekrem'e karşı sırf kibir ve hasetlerinden dolayı muhalif bir cephe almış, onun peygamberliğini tasdik etmez olmuşlardı. İşte bu gibi kıssalar, onları uyanmaya davet etmekte bulunmuştur.

Sad suresi ayet 75
-Cenab-ı Hak- buyurdu ki: Ey İblis!. İki elimle yarattığıma secde etmekten seni, ne şey alıkoydu?, kibirlenmek mi istedin, yoksa sen yükseklerden mi oldun?.

Cenab-ı Hak, mukaddes zatına lâyık bir şekilde (Buyurdu ki: Ey İblis!. İki elimle) yani: Bir kimsenin yardımı ve ana baba vasıtası olmaksızın sırf ilâhi kudretimle, hikmet gereği olan ilâhi irademle (yarattığıma) insanlığın babası olan Adem Aleyhisselâm'a karşı (secde etmekten seni ne şey alıkoydu?.) hâlbuki, hiçbir şey seni, o husustaki ilâhi emre riayetten geri bırakmamalı idi. Hiçbir nefsani tesir altında kalmamalı idin, yoksa (kibirlenmek mi istedin?.) Yüce Yaratıcının emrine karşı kibirlenmek hiç uygun olabilir mi?. (Yoksa sen yükseklerden mi oldun?.) kendisine karşı secde ile emr olunduğun zatın üstünde bir mertebeye sahip bulunduğuna mı inandın da böyle bir muhalefete cür'et gösterdin. Bu ne kadar cahilce bir hareket!. Allah Teâlâ Hz. Adem'i iki mübarek eliyle yaratmış olduğunu beyan buyuruyor. Bu ise Hz. Adem'in kadrinin yüceliğini, onun yaradılışına itina buyurulduğunu misâl yoluyla göstermektedir. Cenab-ı Hak'kın ele ihtiyaçtan uzak olduğu açıktır. Bundan asıl maksat, Adem Aleyhisselâm'ın ne kadar ilâhî lütfa mazhar bulunmuş olduğuna işarettir. Artık öyle bir zata karşı, kibirli bir vaziyet almak, herhangi bir mahlûk için nasıl uygun olabilir?.

Sad suresi ayet 76
-iblis- dedi ki: Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, O'nu ise çamurdan yarattın.

iblis ise kendi cehaletini teşhir ederek (Dedi ki: Ben ondan hayırlıyım.) kendisine karşı secde ile emrolunduğum zâttan daha üstün bulunmaktayım. Çünki (Beni âteşten yarattın, O'nu ise çamurdan yarattın) o bana denk bile değildir. Artık ona nasıl secde edebilirim?. Halbuki, Mel'un İblis, büyük bir hataya düşmüş bulunuyordu. Birşeyin kıymeti yalnız meydana geldiği madde ve unsur itibariyle değil, belki ona Cenab-ı Hak'kın verdiği bir şeref ve üstünlük itibaniyledir. Ateşin bazı özellikleri olduğu gibi, toprağın da birçok özellikleri vardır. Toprak bir nice faideli şeylerin büyüyüp gelişmesine hizmet etmektedir. Bununla beraber her ilâhi emir bir hikmete dayanmış olduğundan mahlûkun vazifesi o emre itaat etmektir. Hikmet sahibi Yaratıcının hiçbir emr ve yasağını hiçbir mahlûkun tenkide, redde selâhiyeti olamaz.

Sad suresi ayet 77
-Allah Teâlâ'da- buyurdu ki: Hemen oradan çıkıver. Çünki sen şüphe yok ki, kovulmuşsundur.

Şeytan öyle kibirli bir ifade de, bozuk bir kıyasta bulununca Allah Teâlâ da (Buyurdu ki: Ey İblis!. (Hemen oradan çıkıver) Cennetten ayrıl veya melekler arasında durma, onların topluluğu arasından çık git veya vücudun güzeliğinden, beyazlığından; nuraniyetinden mahrum kal, çirkin, karanlık bir manzara teşkil et. Bencilliğin cezasına uğramış ol. (çünkü sen, şüphe yok ki, kovulmuşsundur.) Sen ilâhi emre muhalefetinden dolayı kovulmuşsun, her hayr ve kerametten mahrum bırakılmışsındır. Artık sen cennette, seçkin topluluklar arasında bulunamazsın.

Sad suresi ayet 78
Ve muhakkak ki, lanetim kıyamet gününe kadar senin üzerinedir.

(Ve muhakkak ki,) Ey İblis!, (lanetim kıyamet gününe kadar senin üzerinedir) Kıyamete kadar lanete uğramış kimseler ise ebedî azabı hak etmiş şahıslardan ibarettir. Binaenaleyh şeytan da ahiret âleminde lanetin üstünde azaplara tutulacak, Cenâb-ı Hak'kın emrini uygun görmemesinin ebedî cezasına mâruz kalacaktır.

Sad suresi ayet 79
-iblis de- dedi ki: Yarabbi. Öyle ise bana tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver.

Bu mübarek âyetler de Mel'un Iblis'in kıyamete kadar yaşaması hakkındaki temennisinin kabul buyurulmuş olduğunu ve onun kimleri aldatıp kimleri aldatmayacağını bildiriyor. 0 kovulmuş İblis, ile aldatacağı kimselerin cehenneme atılacaklarını ihtar ediyor. Resûl-i Ekrem'in de tebliğ ettiği dinî hükümler karşılığında insanlardan bir ücret istemediğini ve onları zorluklara düşürmediğini beyan buyuruyor. Kur'an-ı Kerim'in de nasıl bir gerçek öğüt olduğunu ve onun haber verdiği şeylerin gelecekte gerçekleşip bilineceğini ilân buyurmaktadır. Şöyle ki: İblis de cennetten kovulunca (Dedi ki: Yarabbi öyle ise) madem ki, beni kovdun ve lanete mâruz kıldın (bana) Adem'in ve zürriyyetinin (tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver.) beni ikinci sûra üfürülünceye kadar yaşat. İblis, bu temennisiyle ölümden kurtulmak ve Adem oğullarını devamlı olarak aldatmaya çalışmak istemiştir.

Sad suresi ayet 80
Cenab'ı Hak da buyurdu ki: Haydi, sen muhakkak ki, mühlet verilenlerdensin.

Cenab-ı Hak da, Iblis'in uzun bir müddet yaşaması zaten hikmet gereği takdir edildiği için (Buyurdu ki: Haydi sen, muhakkak ki, mühlet verilenlerdensin) senin uzun bir müddet yaşamana müsaade olunmuştur. Senin bunu temennide bulunman, fazladır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sad suresi ayet 81
O bilinen vakit gününe kadar..

Evet.. (O) Allah katında (bilinen günün vaktine kadar..) mühlet verilmiştir. Sen ilk sûra üfürülünceye kadar yaşayacaksın, o zaman sen de ölecek sonra tekrar hayata erdirilerek cehenneme sevkedileceksindir.

Sad suresi ayet 82
-iblis de- dedi ki: Senin mutlak kudretine yemin ederim ki, elbette onların hepsini azdıracağım.

iblis de, (Dedi ki: Ey Yüce Yaratıcı (senin izzetine yemin ederim ki, elbette onların) Adem oğullarının (hepsini azdıracağım) isyanları süsleyerek onları aldatmaya çalışacağım, onları da benim gibi cehennem ehli kılacağım.

Sad suresi ayet 83
Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş olan kullarım müstesna.

(Ancak onlardan) O Adem oğullarından (ihlâsa erdirilmiş) Allah tarafmdan masumiyete ermiş, korunmuş, ibadet ve itaate muvaffak kılınmış (olan kulların müstesna) şüphe yok ki, ben onları şaşırtmaya kadir olamam. Şeytan, bu hususta aczini bildiği için böyle bir istisnada bulunmuş, yalan yere iddiada bulunmak istememiştir. Deniliyor ki: Şeytan bile Cenab-ı Hak'ka karşı yalan söylemekten kaçınmıştır. Artık herhangi bir mümin için nasıl lâyık olabilir ki, yalan söylesin.

Bu âyeti kerime'deki "Muhlesin" kelimesi lâm'ın kesriyle "muhlisin" de okunmaktadır. Buna göre manası şöyle olmuş olur: Kalplerini, amellerini hâlis kılan kimseler müstesna, onları şeytan saptıramaz.

Sad suresi ayet 84
-Hak Teâlâ da- buyurdu ki: İmdi bu doğru ve şu hakikati söyleyeyim ki:

Hak Teâlâ Hazretleri de (Buyuruyor ki: İmdi bu doğru) Allah'ın ihlâsa ulaştırdığı kullarını şeytan yoldan çıkaramaz ve Cenab-ı Hak'kın her haberi doğrudur (ve şu hakikati da söyleyeyim ki) sizi şu sabit doğru bir olaydan da haberdar edeyim ki:

Sad suresi ayet 85
Elbette cehennemi senden ve onlardan sana tâbi olanlardan, hepsinden dolduracağım.

Ey iblis!. (Elbette cehennemi senden ve onlardan) Adem oğullarından (sana tâbi olanlardan, hepsinden dolduracağım.) öyle insanları sapıklıklara sevkedenlere de, onlara uyanlara da cehennemde azap edeceğim. Bu takdir edilen bir hakikattir. Onlar kendi o fena hareketlerinin cezasına kavuşmuş olacaklardır. Bunda bir zorlama yoktur. Onların öyle azap görmeleri kendi ihtiyarlarını, kabiliyetlerini kötüye kullanmalarının bir neticesidir. Kendilerine tebliğ edilen hükmleri, verilen nas i hatları kabul etmemelerinin bir gereğidir.

Sad suresi ayet 86
Deki: Onun üzerine sizden bir ücret istemiyorum ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.

Artık Ey Son Peygamberi. Kavmine (De ki: bu gibi ilâhi beyanlardan birer ibret dersi alınız, (onun üzerine) peygamberlik vazifemi yerine getirme Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini tebliğ karşılığında (sizden bir ücret istemiyorum) şahsım için dünyevî bir menfaat beklemiyorum, (ve ben başka türlü görünenlerden de değilim) Ben ehli olmadığım birşeyi kendime izafe etmekte, onunla vasıflanmış olduğumu iddiada bulunmuyorum. Peygamberlik ve risalete kavuşmam, Allah'ın bir yardımı olarak sırf hakikattir. Yahut telkin ve tavsiye ettiğim dinî hükümlerin yüceliğini, sıhhat ve doğruluğunu bilmek, bir takım zorluklara ihtiyaç göstermez. Onların sıhhatine, gerçek olduğuna her aklı başında insan şahitlik eder.

Sad suresi ayet 87
-Kur'an- başka değil, bütün âlemler için bir öğüttür.

Evet.. (0) Kur'an-ı Kerim, o size tebliğ ettiğim ilâhî kitab (başka değil, bütün âlemler için bir öğüttür.) bütün insanlar ve cinler için selâmet ve saadet yollarını gösteren en kutsi bir hidayet rehberidir.

Sad suresi ayet 88
Ve and olsun ki, onun haber verdiğini bir müddet sonra elbette bilmiş olacaksınızdır.

(Ve and olsun ki,) pek aşikar bir hakikattir ki, (onun haber verdiğini) o ilâhi kitabın vâd ve tehdide, gelecek hayata vesâireye dair bildirdiklerinin doğruluğunu (bir müddet sonra) öldükten veya kıyamet koptuktan veya İslâmiyet'in her tarafa yayılmasından sonra (elbette bilmiş olacaksınızdır.) bunların her şekilde doğru oldukları ergeç ortaya çıkacaktır. Bu ilâhi beyanlar, hem müjdeyi, hem de tehdidi içerir. Şöyle ki: Bunları vaktiyle bilip tasdik edenler, mes'ut kimselerdir, şeytan ile bir alâkaları yoktur. Bunları bilmeyip inkâr edenler de bilahara bilip cehaletlerinden dolayı pişmanlıkta bulunacaklarsa da artık pişmanlıkları kendilerine bir faide vermeyecektir. Binaenaleyh daha fırsat elde iken o hakikatları güzelce bilmeli, onlara göre hayatı tanzime çalışmalıdır ki, dünyevî ve uhrevî saadet tecelli etsin. Allah Teâlâ Hazretleri cümlemizi hakkı bilip ona tâbi olmaktan ayırmasın. Amin.. Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'adır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 1
Elif, Lâm, Râ, Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir.

Bu mübarek âyetler, kendilerinin bir mükemmel kitabın, bir apaçık Kur'an'ın âyetleri olduğunu bildiriyor, küfür ile öleceklerin müslüman bulunmamış olduklarından dolayı ne kadar pişmanlıkta bulunacaklarına işaret ediyor. Öyle inkarcılara dünya nimetlerine kavuşsalar da nihayet ne kadar felâketlere uğrayacaklarını anlıyacaklarını hatırlatıyor. Şöyle ki: (Elif, Lâm, Ra) bu mübarek lafızlar müteşabihattandır. Mânâları Allah'ın ilmine havale edilmiştir.
Maamafih bazı zatlara göre: Elif; insana, Lâm; Liyakata, Ra; da ilâhî rahmete işarettir. Buna göre şu mealde bulunmuş olurlar: Ey Cenab-ı Hak'kın rahmetine kavuşan olgun insan! (Bunlar) Bu sûre'i celîledeki âyetler, (kitabın) bilinen Yüce ilâhî kitabın, Allah katından inen (ve) nice ilâhî hükümleri, nice hikmetleri ve hak ile bâtılın aralarını ayıran âyetleri içeren (apaçık Kur'an'ın ayetleridir) artık o âyetlerin ne kadar yararlı olduğunu, onların ne kadar güzelce karşılanıp kabul edilmesi gerektiğini vaktiyle düşünmelidir. Aksi takdirde pişmanlık faide vermez.

Hicr suresi ayet 2
O küfredenler müslüman olmayı nice kereler dileyecekler.

O kâfir olanlar) bu gibi ilâhî âyetleri dinlemeyip küfürlerinde İsrar etmiş bulunanlar, öldükleri zaman veya kıyamet gününde kendi fecî halleriyle, müslümanların kavuşacakları mutlulukları anlayıp görünce (çok kere arzu edeceklerdir ki) boş yere temennilerde bulunacaklardır ki, (keşke müslüman olmuş olaydılar) da kendileri de müslümanlar gibi nimetlere, saadetlere kavuşup ahiret azabından emin bulunsalar idi. Ne yazık ki, artık zamanı geçmiş, bu temennileri de kendileri için ayrıca bir azap vesilesi bulunmuş olacaktır.

Hicr suresi ayet 3
Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir.

Ey Yüce Peygamber! (Onları) öyle küfürlerinde İsrar edip duranları, senin hayrı tavsiye edici tebliğlerini kabulden kaçınanları (bırak) onlar nasihat kabul edecek kimseler değildirler, onların hallerine bakıp üzülme. Onlar dünya varlığına güvenip duruyorlar, varsın (yesinler) içsinler, hayvani zevklerini tatmine çalışsınlar (ve) dünyadaki varlıklariyle, şehvanî arzularını yerine getirerek zevk almış olmalariyle (faydalansınlar) böyle geçici bir varlıkla gururlansmlar (ve onları arzuları oyalaya dursun) onlar dünyada asırlarca yaşıyacaklar imiş gibi, sürekli zevk ve sefa içinde vakit geçireceklermiş gibi boş ümitlere kapılmış bulunsunlar (artık yakında bileceklerdir) başlarına ne gibi felâketlerin geleceğini anlayacaklardır, o inkarcı hareketlerinin korkunç âkibetine kavuşacaklardır. Ne müthiş bir ilâhî tehdid..

Bu âyet-i kerime gösteriyor ki:
İnsan dünyada iken ahret hayatını temine çalışmalıdır, bütün nefsanî zevkleri tatmin etmeye çalışarak öyle gafilce yaşamamalıdır. Bütün maddî varlıklara düşkünlük, sürekli dünyevî arzulara kapılmak İslâm ahlâkına terstir. Nitekim bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: = Âdem oğlu ihtiyarlar ve kendisinde iki şey gençleşmiş olur, o da mala düşkün olmak ve uzunca ümiddir.)

Kısacası: Aklı başında, hakikî istikbalini düşünen bir insan, bu dünyada öyle ihtiraslı olarak yaşamamalıdır. Meşru surette servet sahibi olunca buna şükür etmelidir, ve ahiret hayatından gaflet etmemelidir, dünya tarihinden ibret almalıdır.

Hicr suresi ayet 4
Biz, kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiç bir ülkeyi yıkıma uğratmadık.

Bu mübarek âyetler, insanlık için birer ibret numunesi olan eski kavimlerin belirli vakitlerde helak olmuş olduklarını bildiriyor, onların bu helaki hak etmiş olmalarının sebebine işaret buyuruyor. Asr-ı saadetteki inkarcıların Resül-i Ekrem'e karşı olan edepsizce sözlerini ve kendilerine meleklerin getirilmesini istemiş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnkarcılar, hemen azaba uğramadıkları için devamlı selâmet içinde yaşıyacaklarını sanmasınlar (ve hiçbir ülkeyi) bir memleket ahalisini (helak etmedik ki, illâ onun için) o ahali için (bilinen bir yazgı vardır) Allah katında takdir edilen bir ecel, bir hayat müddeti Levh-i Mahfuzda yazılmış bulunmaktadır. Binaenaleyh şimdiki inkarcı kavimler de kendileri için takdir edilen zaman gelince lâyık oldukları âkibete kavuşmuş olacaklardır.

Hicr suresi ayet 5
Hiç bir ümmet, kendi ecelini ne öne alabilir, ne de onlar ertelenebilirler

Evet.. Şüphe yok ki (hiçbir ümmet) ne helak olmuş kavimlerden ve ne de başkalarından bir topluluk, kendisi için takdir edilen (ecelini) Levh-i Mahfuzda yazılı olan hayat müddetini (ne geçebilir) ne o müddetten önce ölebilir (ve ne de) o müddeti (geciktirebilirler) ömürlerini bir dakika bile uzatmaya kadir olamazlar. Bu onlar için asla mümkün değildir. Mahlûkatın bunlardan tamamen âciz bulunduklarını bilmeli değil midirler?.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 49
Kullarıma haber ver, ben, şüphe yok ki ben, bağışlayıcıyım, fazlasıyla esirgeciyim.

Bu mübarek âyetler, Cenab-ı Hak'kın kullarına lütufda bulunmaya da azap etmeye de kadir olduğuna işaretle insanları uyanmaya davet ediyor. Buna bir misâl olmak üzere de Hz. İbrahim'e ait bir kıssayı beyan ile insanları, haklarında kurtuluş vesilesi olan ibadet ve itaat yoluna teşvik buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin en faziletlisi olan Hz. Muhammedi. Sen inanan ve takva sahibi olan (kullarıma haber ver) onlara müjde ver (ben) Yüce Yaratıcı (şüphe yok ki ben) mümin kullarımı (bağışlayıcıyım) onlardan insanlık hali ortaya çıkan bir kısım kusurları günahları affedip ve bağışlayacağım ve ben müminleri (ziyadesiyle esirgeciyim) onların haklarında rahmet ve lütfum ziyadesiyle ortaya çıkacaktır.

Bu ilâhî müjde, müminler hakkında ne büyük bir şeref ve saadeti içeriyor. Çünkü Cenab'ı Hak, onları kendi yüce zatına izafe edip onlara "kullarım" diyor. Bu, o m u m ı n l e ı İçin ne kadar büyük bir iltifattır. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz hakkında da (kulunu bir gece götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. (Isra, 17/1) âyeti kerimesinde, böyle bir iltifatta bulunmuştur. Bir de bu ilâhî va'dini kuvvetli bir şekilde beyan buyurmuştur. Artık her mümin için lâzımdır ki, Hak Teâlâ'nın bu mağfiret ve rahmetine karşı şükür vazifesini yerine getirmeye devam etsin.

Hicr suresi ayet 50
Muhakkak ki, benim azabım da o pek acıklı bir azaptır.

Yüce Allah, insanlığı gafletten uyandırmak, inkarcı hareketlerden alıkoymak için de şöyle buyuruyor. (Muhakkak ki, benim azabım da) kâfirler ve isyana devam edip duranlar hakkında (o pek acıklı) elem verici, felâket verici (bir azaptır) onun şiddetine tahammül pek müşküldür. Artık onu da düşünmeli, öyle müthiş bir azabı çekecek olan inkarcı ve bozguncu hareketlerden kaçınmalıdır. Bu ilâhî uyarı da yine insanlık hakkında ilâhî bir lütufdur ki, onların uyanmalarına bir vesile teşkil etmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 51
Onlara İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.

Ey Resullerin efendisil, (onlara) o benim kullanma Hz. (İbrahim'in misafirlerinden de haber ver) onların kıssasını öğrensinler, ondan da bir ibret dersi alsınlar. İbrahim Aleyhisselâm nasıl bir müjdeye kavuşmuştu, Lût Aleyhisselâm ile ona imân edenler nasıl bir kurtuluşa ermişlerdi, onu inkâr edenler de nasıl Allah'ın kahrına uğramışlardı?. Bunlar düşünülmelidir!.

Hicr suresi ayet 52
0 vakit ki, onun huzuruna girmişler de selâm vermişlerdi. O da "biz sizden hakikaten korkuyoruz" demişti.

o misafirler (onun) İbrahim Aleyhisselâm'ın (huzuruna girmişlerdi) ona (selâm vermişlerdi) "Ey Yüce Peygamber! Sen selâmette ol" gibi bir şekilde hitabetmişlerdi. (O da) Hz. İbrahim de lisânen veya kalben (biz) ben ve yanımda bulunanlar (sizden hakikaten korkuyoruz, demişti) bir korku belirtisi göstermişti.

Bu misafirler, üç veya on veya onüç melek idi. Cebrili Emin de bunların arasında bulunmuştu. Fakat bunlar insan suretinde görünmüş, ansızın Hz. İbrahim'in yanına girmiş, onun teklif ettiği yiyecekten kaçınmış idiler. Bu cihetle Hz. İbrahim'e bir korku gelmişti. Fakat bilâhare bunların melekler olduklarını anlayınca o korku kaybolmuştu.

Hicr suresi ayet 53
Demişlerdi ki: "korkma, biz muhakkak seni fazlasiyle bilgin bir oğul ile müjdeleriz."

Evet. Onlar da, Hz. İbrahim'in o korkusunu anlayan o misafir melekler de İbrahim Aleyhisselâm'a teselli vererek demişlerdi ki: Ey Yüce Peygamber! (Korkma) bizden korkmana bir sebep yoktur, bilakis sevin, çünki (biz muhakkak seni ziyada bilgin) mükemmel bir İlim ve irfanı haiz olacak (bir oğul ile müjdeleriz) o da "Ishak" adındaki seçkin bir oğuldan ibarettir ki, kendisi de Peygamberlik şerefini taşıyacaktır.

Hicr suresi ayet 54
Dedi ki: Bana müjde verir misiniz ki, üzerime ihtiyarlık çökmüştür. Artık beni ne ile müjdeliyorsunuz?.

Bu mübarek âyetler de Hz. İbrahim ile kendisine müjde veren melekler arasında cereyan etmiş olan konuşmayı bildiriyor. Ve bu meleklerin Lût kavmi hakkında yapacakları helak muamelesini ve bu helakten kimlerin müstesna bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. İbrahim, meleklerin kendisine verdikleri müj-deden dolayı bir nevi şaşkınlık göstererek dedi ki: Ey muhterem melekler!, (bana) bir oğlum olacağına dair (müjde verir misiniz ki, üzerime ihtiyarlık çökmüştür) böyle ihtiyarlık halinde bulunan bir kimsenin evlâdı doğuvermek, tabii kanunlara göre pek vaki değildir. (Artık) siz (beni ne ile müjdeliyorsunuz?.) bunu bana açıkça bildiriniz. Yani: Ben böyle bir ihtiyarlık halinde iken mi ikinci oğlum olacak, yoksa Cenab-ı Hak bana yeniden gençlik mi verip de sonra oğlumu dünyaya getirecek?

Hicr suresi ayet 55
Dediler ki: Seni hak ile müjdeledik, artık sen ümitsizliğe düşmüş olanlardan olma.

Melekler de cevaben dediler ki: Ey Allah'ın dostu!. (Senî hak ile müjdeledik) herhalde olacak bir hâdise ile veya bir hak yol olan Allah'ın emri ile, ilâhî takdir ile (müjdeledik) bu müjdemiz mutlaka gerçekleşecektir. (Artık sen ümitsizliğe düşmüş olanlardan olma) sakın ümitsizliğe kapılma, çünki Allah Teâlâ sana oğul vermeğe kadirdir. Nitekim babasız, anasız olarak da insan yaratmaya o Yüce Yaratıcı kadirdir. Aslında İbrahim Aleyhisselâm da bunu biliyor ve inanıyordu, onun suali, ilâhî kudretin tecellisini yüceltmekten ibaret bulunmuştu.

Hicr suresi ayet 56
Dedi ki: Sapıtmışlardan başka kim Rab'binin rahmetinden ümidini keser?.

İşte Hz. İbrahim, ilâhî kudret ile böyle bir hadisenin olacağına inandığını göstermek için meleklere hitaben (dedi ki: Sapıtmışlardan) doğru bir itikat yolunu kaybetmiş bulunanlardan (başka kim Rabbi'nin rahmetinden ümidini keser.) yoksa Cenab-ı Hak'kın kudretini, ilminin mükemmelliğini ve hikmetini bilen bir kimse onun pek geni; rahmetinden, lütuf ve ihsanından ümit kesebilir mi?. Binaenaleyh o kerem sahibi Yaratıcı bana da bu ihtiyarlığım çağında bir seçkin oğul verebilir. Buna inanıyoruz!.

Hicr suresi ayet 57
Ve dedi ki: Ey elçiler!. Artık işiniz nedir?.

Bununla beraber Hz. İbrahim, meleklerin ne gibi büyük bir i; ile vazifeli olduklarını anlamak için de onlara (dedi ki: Ey elçiler!.) Ey Cenab-ı Hak tarafından gönderilmiş seçkin zatlar!, (artık işiniz nedir?.) ne gibi bir sebepten dolayı böyle bir cemaat halinde yeryüzüne inmiş bulunuyorsunuz?. Bana olan bu müjdenizden başka herhalde bir mühim vazifeniz de olmalıdır?.

Hicr suresi ayet 58
Dediler ki: Muhakkak biz, suçlu olan bir kavime gönderilmişizdir.

Melekler de cevaben: (dediler ki: Muhakkak biz) dinsizliklerinin cezasını sermek, kendilerini helak etmek için (suçlu olan bir kavme) aziz ve hakim olan Yüce Yaratıcı tarafından (gönderilmişizdir) onlar ise Lüt Aleyhisselâm'ın kavminden ibaret idi. Fakat onların aralarında müstesna olanlar da vardır.

Hicr suresi ayet 59
Lüt'un aile fertleri müstesna. Şüphesiz ki, biz onların hepsini kurtaracağız.

Evet.. Hz. (Lüt'un aile fertleri müstesna) ona tâbi olan, onun dini ve Tülliyeti üzere bulunan zatlar, helake uğramayacaklardır. (Şüphesiz ki, biz onları) Hz. Lüt ile onun mümin olan ailesinin (hepsini) de, kavmine isabet edecek olan felâketten (kurtaracağız) onların imanları, haklarında kurtuluş vesilesi olacaktır.

Hicr suresi ayet 60
Karısı müstesna, takdir ettik ki, muhakkak o, elbette -azapta-kalacaklardandır.

Lüt Aleyhisselâm'ın (eşi) ise o mübarek zata muhalefet ederek İman şerefinden mahrum bulunmuş olduğu için o (başka) o kurtarılacak zatlara dahil değildir. (Takdir ettik ki,) onun hakkındaki ilâhî takdiri bilmekteyiz ki (muhakkak o) kadın (elbette) azapta sürekli (kalacaklardandır) o da küfründen dolayı Lüt kavmi arasında helake uğrayıp gidecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 61
Vaktaki, gönderilmiş olanlar, Lüt'un ailesine geldiler.

Bu mübarek âyetler de, Hz. İbrahim'in yanından ayrılan meleklerin Hz. Lüt'un yanına gelip aralarında cereyan eden konuşmayı bildirmektedir. Lüt Aleyhisselâm ile ona tâbi olanların alacakları vaziyeti, kavminin de nasıl köklerini kazıyan bir azaba uğrayacaklarını şöylece ihtar buyurmaktadır. (Vaktaki) Allah tarafından (gönderilmiş olanlar) o melekler topluluğu Hz. İbrahim'in yanından ayrılıp (Lüt'un ailesine geldiler) Hz. Lüt'un inkarcı olan kavmini helak etmek, ona tâbi olanları da selâmete ulaştırmak için gelip Lüt Aleyhisselâm ile görüştüler.

Hicr suresi ayet 62
Dedi ki: Muhakkak siz, tanınmayan bir topluluksunuz.

Hz. Lüt, o gelen gurubu genç, güzel yüzlü, kendince tanınmayan insanlar şeklinde görünce korktu, onlara hitaben (dedi ki: Muhakkak siz) bence (tanınmayan bir gurupsunuz) ben sizi tanımıyorum, ne gibi bir maksatla gelmiş bulunuyorsunuz?. Lüt Aleyhisselâm, ahlâksız kavminin bu genç topluluğa musallat olabilecekleri endişesiyle de böyle bir beyanda bulunmuştu.

Hicr suresi ayet 63
dediler ki: Hayır, biz sana onların kendisinde şüphe etmekte oldukları şev Ne geldik.

Onlar da, o melekler de kendi vazifelerini anlatarak (dediler ki: Hayır) biz sence tanınmaz kalacak değiliz. Biz Allah tarafından gönderilmiş kimseleriz (biz sana) yardım için geldik (onların) o kavminin inkâr ettikleri ve (kendisinde şüphe etmekte oldukları şey ile geldik) yani: O kavmin seni yalanladıkları azap ile gelerek onları köklerinden koparıp atacak bir helake uğratacağızdır.

Hicr suresi ayet 64
Ve sana hak ile geldik ve şüphe yok ki, biz elbette doğru söyleyenleriz.

O melekler de dediler ki: Ey Lüt Aleyhisselâm!. Biz (sana hak ile geldik) kendisinde şüphe edilemiyecek bir hakikatta geldik, kesinlikle sabit, şüpheye mahal olmayan bir haber ile geldik ki, o da o kavmin katiyyen azaba uğrayacağını haber vermekten ibarettir, (ve şüphe yok ki, biz elbette doğru söyleyenlerdeniz) bu sana haber verdiğimiz şey, dosdoğru olarak meydana çıkacaktır.

Hicr suresi ayet 65
Artık aile fertlerini gecenin bir kısmında yürüt -yola çıkar-sen de arkalarını takibet ve sizden hiç biri ardına dönüp bakmasın ve emir olunduğunuz tarafa geçip gidiniz.

Ey Hz. Lüt!. Bu yurtta durma (aile fertlerini) sana tâbi olanları (gecenin bir kısmında yürüt) yola çıkar (sen de arkalarını takibet) onların arkalarından yürüyerek onların durumlarını öğren, onları sür'atle yola şevket. (Ve sizden hiç biri ardına dönüp bakmasın) yürümesine devam etsin. Tâki, geride kalan kavmin başlarına gelecek müthiş felâketi görüp büyük bir korkuya bir kalbî heyecana kapılmasın ve o kavim ile bir bağı kalmasın (ve) Ey Lüt Aleyhisselâm! Allah tarafından Cibril'i Emin vasıtasiyle (emr olunduğunuz tarafa geçip gidiniz) ki, o da İbni Abbas Hazretlerinin beyanına göre Şamî şeriftir. O tarafın Ürdün veya Mısır olduğu da rivayet edilmektedir.

Hicr suresi ayet 66
Ve ona -Hz. Lüt'a- şu emri katiyyen vahyettik ki, onların ardı sabaha çıkacakları vakit elbette kesilmiş olacaktır.

Hz. Lüt'a (şu emri katiyyen vahyettik ki) ona bildirmiş olduk ki, (onların) o inkarcı olan kavmin (arkaları sabaha çıkacakları vakit) sabah vaktinin hemen ortaya çıkması anında (elbette kesilmiş olacaktır.) Onlar "İsti'sâl" yoluyla yani: Kökünden koparılmış geriye hiçbir ferdi bırakılmamış bir şekilde helak olup gideçeHlerdir. Bütün bunlar küfrün birer müthiş cezası!.

Hicr suresi ayet 67
Ve şehir ahalisi birbirini müjdeliyerek geldiler.

Bu mübarek âyetler de Hz. Lût'un misafirlerine karşı yanına giden kavminin çirkince bir eğilimde bulunmuş olduklarını bildiriyor. Ve Lüt Aleyhisselâm'ın talep ve tavsiyelerine rağmen kavminin o zatı kendi işlerine müdahaleden menetmeye cür'et göstermiş bulunduklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hazret-i İbrahim'in yanından ayrılmış olan ve insan şeklinde görünen melekler, Lüt Aleyhisselâm'ın ikametgâhına, yani: kavminin beldelerinden olan "Şezum" şehrine gelince bundan o şehir ahalisi haberdar oldular. (Ve) o (şehir ahalisi birbirini müjdeliyerek) Hz. Lût'un yanına (geldiler) öyle güzel genç zatlara musallat olak hayaliyle sevinçlerini açığa vurdular.

Hicr suresi ayet 68
dedi ki: Şüphe yok, onlar benim misafirlerimdir. Artık beni rezil etmeyin.

Hz. Lüt, o kötü ruhlu şahısların böyle koşup geldiklerini görünce (dedi ki: Şüphe yok, onlar benim misafirlerimdir.) Misafirleri korumak, onlara ikram etmek. onların haklarında saygıya aykırı hareketlerden kaçınma!; bir mühim vazifedir, (artık) o misafirlerime karşı bir ihanette, bir kötü muamelede bulunmak cür'etini göstererek (beni rezil etmeyin) benim için utanmayı, mahcup olmayı gerektirecek bir harekette bulunmayın, böyle bir hareket, insanlığın karakterine tamamen aykırıdır.

Hicr suresi ayet 69
Ve Allah'tan korkun ve beni utandırmayın.

Lüt Aleyhisselâm bu uyarısını kuvvetlendirmek için şunu da ilâve buyurdu ki: Ey kavmim!. O misafirlerin haklarına tecavüz hususunda (Allah'tan korkun) onlara karşı kötü muameleye cür'et göstermeyin (ve beni utandırmayın) onlara karşı kötülük eğiliminde bulunarak beni zillete, sefilliğe, üzüntü ve kedere uğratmış olmayın.

Hicr suresi ayet 70
Dediler ki: Biz seni elâlemin -in işine karışmak- dan men etmiş değil mi idik?.

Hz. Lüt'un bu uyansma rağmen kavmi de dediler ki: Ey Lüt!. (Biz seni elâlemin) işine karışmak (dan) veya bizi bu gibi gelen misafirlere saldırmaktan veya bu gibi kendilerine saldıracağımız misafirleri evine kabul eylemeden (men etmiş değimli idik?.) Neden şimdi bizim işimize karışıyorsun, bizi bu misafirlere tecavüzden menetmek istiyorsun?.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 71
dedi ki: İşte onlar benim kızlarımdır. Eğer siz -evlilik- yapacak kimseler iseniz.

Lüt Aleyhisselâm da o cür'etkâr kavme (dedi ki: işte onlar) bu kavmin kadınları (benim kızlarımdır) çünkü her ümmet, kendi Peygamberinin manen evlâdı durumundadır. Onların erkekleri, o Peygamberin manen oğulları, kızları da yine manen kızları mevkiindedir. Hz. Lüt, âdeta demek istemişti ki, işte bu kadınlar, benim manen kızlarımdır, bunlar ile evleniniz, nefsinizin eğilimlerini tatmin ediniz, öyle misafirlere saldırıda bulunmayınız. (Eğer siz) Ey kavmim!. Evlilik (yapacak) veya sözümü tutacak veya nefsanî eğilimleri tatmin etmek istiyecek (kimseler iseniz) böyle tavsiye ettiğim yolda hareket ediniz öyle haram, edepsizce hareketlere cür'et göstermeyiniz.

Hicr suresi ayet 72
Ömrüne andolsun ki, şüphe yok onlar kendi sarhoşlukları içinde şaşırıp duran kimseler idi.

Bu mübarek âyetler, Lüt kavminin büyük bir şaşkınlık içinde bulunmuş olduğunu ve onların sabahleyin helake uğrayıp yurtlarının alt üst bulunduğunu bildiriyor. Ve bu yurt harabelerinin hâlâ ibret nazarlarına çarpıp durduğunu ve bu olayın müminler için bir ibret vesilesi teşkil ettiğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resulüm!, (ömrüne andolsun ki, şüphe yok onlar) o cahil, gafil kavim (kendi sarhoşlukları içinde) akıllarını gidermiş olan pek şiddetli bir gaflet içinde (şaşırıp duran kimseler idi) şaşkın bir halde yaşıyorlardı artık onlar, kendilerine verilen nasihatlere, Hz. Lüt'un uyarılarına iltifat edecek bir kabiliyette bulunmuyorlardı.

Melekler, Hz. Lüt'a böyle bir hitapta bulunmuşlardı. Onun ömrüne yemin etmekle peygamberlik makamının yüceliğine işarette bulunmuş oluyorlardı. Diğer bir görüşe göre de bu yemin, Allah tarafından meleklerin lisaniyle bizim Peygamberimizin mübarek ömrüne yönelik bulunmuştur. Bu da Peygamberimizin Allah katında yaratıkların en üstünü olduğuna işaret etmektedir. Başkalarının ömrüne ise kasem olunamaz.

Hicr suresi ayet 73
Artık onları güneşin doğma vaktine girdikleri sırada o korkunç ses tutuverdi.

(Artık onları) o Lüt kavmini (güneşin doğuş vaktine girdikleri sırada) güneşin doğmaya başladığı bir anda (o ses tutuverdi) pek büyük, korkunç bir azap sesi yakaladı Denilmiştir ki: Bu sesi çıkaran Cibril'i Emin idi.

Hicr suresi ayet 74
Hemen onların üstünü altına getirdik ve onların üzerlerine balçıktan yapılmış, taşlar yağdırdık.

Bu ses üzerine (hemen onların) o kavmin beldelerinin (üstünü altına getirdik) o beldeler yukarıya kaldırılıp tersine olarak yere atılmış bulundu. (Ve onların) o beldeler ahalisinin azaplarını şiddetlendirmek için (üzerlerine balçıktan) ateş ile pişirilmiş çamurdan (yapılmış taşlar yağdırdık) onlar böyle üç çeşit azaba uğratıldı. Bu azapların birinci çeşidi: Korkunç bir ses idi, ikincisi, yurtlarının altüst olması idi, üçüncüsü de üzerlerine taşların yağıdırılmış bulunması idi.

Hicr suresi ayet 75
Şüphe yok ki, bunda düşünceli kimseler için elbette ibretler vardır.

Şüphe yok ki, bunda bu Lût kavmine ait kıssada, o üç çeşit azapta (düşünceli) hadiselere ibret nazariyle bakan (kimseler için elbette) Allah Teâlâ'nın birliğine, O'nun kudret ve yüceliğine O'nun dinine muhalefet edenlerin ne müthiş cezalara çarpılmış olduğuna dair (ibretler var) artık bunları düşünüp de uyanık bulunmaya, hakka muhalefetten kaçınmaya çalışılmalıdır.

Mütevessim:
Lügatte, bezenmiş, kıyafeti düzgün kişi demektir. Bundan maksat, bir şeyin vasıflarını güzelce düşünerek onun işaret ettiği şeyi anlamaya muvaffak olan zatdır. Çoğulu, "mütevessimin" dir.

Hicr suresi ayet 76
Ve şüphe yok ki, o bir sabit yoldur.

Ve şüphe yok ki, o helak olan Lût kavminin beldeleri (bir sabit yoldur.) Henüz izleri silinmemiştir. Hicaz ile Şam yolu üzerinde bulunmaktadır. Oradan yolculuk edenler o beldelerin harabelerin! görmektedirler. Artık bunlar birer ibret numunesi değil midir?.

Hicr suresi ayet 77
Muhakkak ki, bunda müminler için elbette bir ibret vardır.

Evet.. (Muhakkak ki, bunda) bu pek büyük hâdisede, bu felâkete yol açan değişiklikte (müminler için elbette bir ibret vardır.) Cenab'ı Hak'ka imân Peygamberleri tasdik eden zatlar, bu tarihî, ibret verici manzaralardan hâdiselerden yararlanır, uyanık bir tarzda yaşarlar. Fakat öyle bir imân ve tasdik nimetinden mahrum kalan bedbaht kimseler ise bu gibi fecî hadiseleri normal bir şey s an arlar, bunları astronomik hareketlere, yıldızların bitişmelerine yommlarlar, bu gibi uyanma vesilesi olan olayları güzelce düşünüp uyanmak kabiliyetinde bulunmazlar. Halbuki: Bu kâinattaki her hâdise, kudret ve yüceliğe sahip, bir Yüce Yaratıcının eseridir. Her biri bir hikmet ve menfaate dayanmaktadır. Uyanık bir ruha sahip olanlar elbetteki, bana takdir eder, tasdikte bulunurlar. Bunun aksini iddia edenler de ergeç lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır. "Lût Aleyhisselâm'ın kıssası için" Süre-i HiKrun izahına da bakınız!.

Hicr suresi ayet 78
Ve şüphe yok ki, Eyke ahalisi de elbette zalimler idi.

Bu mübarek âyetler de Şuayb ve Salih Aleyhimesselâmı inkâr eden kavimlerinin kötü hareketlerini ve bu kavimlerin başlarına gelen müthiş ilâhî azabı nazarı dik-katlere şöylece sunuyor. (Ve şüphe yok ki Eyke) yani Filistin ile Hicaz arasında bulunan sık ağaçlı bir kasaba (ahalisi de) soyca ve yaratılış itibariyle (zalimler idi) kendilerine Peygamber gönderilmiş olan Şuayb Aleyhisselâm'a muhalefet ederek inkarcı ve zalimce hareketlerine devam edip durmuşlardı.

Hicr suresi ayet 79
Artık onlardan da intikam aldık ve şüphe yok ki, ikisi de elbette apaçık öndedirler.

(Artık) Lût kavminden olduğu gibi (onlardan) da (intikam aldık) hepsini de helak ettik. Rivayete göre yedi gün kadar şiddetli sıcak bir hava içinde kalmışlar, sonra ortaya çıkan bir siyah bulutun altında toplanmışlar, o buluttan yağan bir ateş ile helak olup gitmişlerdir. (Ve şüphe yok ki, ikisi de) Lüt kavminin harap olan beldeleriyle bu kavmin Eyke denilen kasabası veyahut Hazret-i Şuayb'in Peygamber gönderilmiş olduğu Medyen ile bu Eyke yurdu (elbette apaçık öndedirler) bunlar birer açık yol halinde olup o civardan geçenlerin nazarı dikkatlerine çarpıp durmaktadırlar.

Hicr suresi ayet 80
And olsun ki Hicr ahalisi de Peygamberleri yalanladılar.

(And olsun ki,) muhakkak ki (Hicr halkı da) Medine'i Münevvere ile Şam arasında bulunan, Hicr adındaki bir vadide ikamet etmiş olan Semut kavmi de (Peygamberlerini yalanlamışlardı) kendilerine Peygamber gönderilmiş olan Salih Aleyhisselâm'ı ve onu inkâr etmekle diğer Peygamberleri de inkâr etmiş, Dini ilâhîyi kabulden kaçınmış bulunuyorlardı. Çünkü Peygamberlerden her hangi birini inkâr, hepsini de inkâr demektir. Mamaafih, Tefsiri Kebirde denildiği üzere bu kavim, belki berâhime taifesinden olup bütün Peygamberleri inkâr etmişlerdi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 81
Ve onlara âyetlerimizi vermiş idik de onlardan yüz çevirici olmuşlardı.

(Ve onlara) o Hicr Ahalisine peygamberleri Salih Aleyhisselâm vasıtasıyla (âyetlerimizi vermiştik de) yani: O Yüce Peygamber, Cenab-ı Hak'kın büyüklüğünün ve kudretinin eseri olarak onlara birçok mucizeler göstermişti, kısacası, taştan büyük deve çıkması gibi ve onun sütünün bir kabileye kâfi derecede çok olması gibi hârikalar göstermeyi başarmıştı. Buna rağmen o kavim, (onlardan) o mucizelerden, hârikalardan (yüz çevirici olmuşlardı) onlara iltifat etmemiş, onlara bir insaflı göz ile bakmamış, yine tefekkürden mahrum kalarak küfürlerinde devam edip durmuşlardı.

Hicr suresi ayet 82
Ve onlar emniyet içinde olarak dağlardan evler yontar olmuşlardı.

(Ve onlar) o Semüd kavmi (emniyet içinde olarak) yıkılma korkusundan, hırsızların musallat olmasından emin oldukları halde (dağlardan evler yontar olmuşlardı) kendilerine öyle kaleler gibi sağlam ikametgâhlar meydana getirmişlerdi. Fakat bu gibi şeyler, onları Allah'ın azabından kurtaracak mı idi?. Ne yazık ki hayır!

Hicr suresi ayet 83
Sonra onları sabahladıkları an o korkunç ses yakalamış oldu.

(Sonra onları) o inkarcı kavmi (sabahladıkları an) bir sabah vakti hemen (o ses) azap sesi (yakalamış oldu) hepsi de helak olup gitti.

Hicr suresi ayet 84
Artık o kazanmakta oldukları şeyler kendilerini kurtaramadı.

(Artık o kazana geldikleri şeyler) öyle yapmış oldukları sağlam binalar, kazanmış oldukları birçok servetler, (kendilerini kurtaramadı) kendilerinden o felâketi, o lâyık oldukları ilâhî azabı def edemez bulundu.

Geçmiş ümmetlere ait olan bu kıssalar bizler için bir uyanma vesilesi, Resül-i Ekrem Efendimiz hakkında da bir teselli mahiyetinde bulunmaktadır. Çünkü yüce Peygamber, önceki Peygamberlere de ümmetlerinin ne kadar muhalif cephe almış olduklarını öğrenince kendi zamanındaki inkarcıların, beyinsizlerin hallerine karşı sabır ve tahammülü kolaylaşmış olur.

Hazret-i Cabir Radiallahü anhtan şöyle rivayet edilmiştir: Resül-i Ekrem ile beraber Hicr vadisinden geçerken bize buyurdu ki: Nefislerine zulüm etmiş olanların ikametgâhlarına girmeyiniz, onlara dokunmuş olan azabın sizlere de dokunmasından sakınınız, meğer ki ağlayıcılar olarak giresiniz. Bununla işaret buyurulmuş oluyor ki, zalimlerin Allah'ın gazabına uğramış kimselerin kendilerine değil, yurtlarına bile yaklaşmak, tehlikeden uzak değildir.

Hicr suresi ayet 85
Ve gökleri ve yeri ve aralarında olanları yaratmadık, ancak hak ile yarattık ve kıyamet anı da elbette gelecektir. Artık onlara güzel muamele et.

Bu mübarek âyetler, kâinatın yaratıcının pek yüksek vasıflarını kudret eserlerini bildiriyor, Resül-i Ekrem'in affetmek ve bağışlamakla emrolunduğunu gösteriyor ve Yüce Peygamberimize pek yüce olan ilâhî Kitabın ihsan buyurulmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve gökleri) o yüksek âlemleri, onlardaki yüksek parlak cisimleri (ve yeri) yer yüzünü, bundaki nice faydalı, hoş, muhtelif varlıkları (ve aralarında olanları) bulutları, rüzgârları, suları ve diğer mahlükatı (yaratmadık) boş yere var etmedik (ancak hak ile yarattık) var ettik. Bütün bu gök ve yerdeki âlemlerin varlıkları, yaratılışları bir gerçeği ifade etmektedir, bir hikmet ve menfaata dayanmaktadır. Cenab-ı Hak'kın muvaffak ettiği kulları, bunları güzelce düşünerek o Yüce Yaratıcıyı birlemeye ve kutsamaya devam eder. (Ve kıyamet anı da elbette gelecektir) bu koskoca kâinatı yaratmış olan hikmet sahibi yaratıcı, elbette kıyameti vücude getirmeğe de fazlasiyle kadirdir. Artık o vakit herkes dünyadaki amellerinin mükâfat ve cezasına kavuşacaktır. (Artık) Yüce Resulüm!. Sen üzülme, inkarcıların hallerinden pek müteessir olma (sen) o gibi kimselerden (güzel bir kaçınmakla kaçın) onlardan üzüntülü bir şekilde yüz çevirme, onlardan intikam almayı acele etme, onlara karşı sabır et, af ve kerem ile muamelede bulun, İşte Resül-i Ekrem Hazretleri, kavmini ıslâh ve irşat için böyle pek yumuşakça, hikmetlice hareketlerde bulunmakla emrolunmuştu. Binaenaleyh bu ilâhî emrin kılıç ayeti ile yürürlükten kaldırıldığını iddiaya lüzum yoktur.

Hicr suresi ayet 86
Şüphe yok ki, senin Rab'bindir hakkıyla yaratan, pek iyi bilen ancak o'dur.

Ve ey Yüce Resul!. (Şüphe yok ki, senin Rabbindir) seni mükemmellik derecesine eriştiren, bütün mahlükatı yaratıp besleyen Yüce Mabudundur (hakkıyla bilen) senin de, ümmetinin de durumlarını bilen, bütün kâinat olaylarını ilmiyle kuşatan ve (pek yaratıcı olan) bütün sizleri de ve diğer mahlükatı da vücude getiren (ancak o'dur) o Kerim ve Yüce olan Rab'bindir. Binaenaleyh o'na karşı hiçbir şey gizli kalamaz, o Yüce Yaratıcı, sizi de sizin fiil ve sözlerinizi de yaratıp vücude getirmektedir. Artık o'na işlerinizi havale ediniz, onun emirlerine itaatten ayrılmayınız, onun yolundaki cihadları da, dinin yayılmasına yönelik çalışmaları da, af ve bağış ile yapılacak muameleleri de tamamen bilir, onları mükâfatsız bırakmaz.

Hicr suresi ayet 87
Mukaddes zatıma and olsun ki, sana tekrarlanan yediyi -Fatiha süresini- ve büyük Kur'ân'ı verdik.

Ve ey Yaratıkların en üstünü olan Yüce Resulüm!, (kutsal zatıma and olsun ki) azamet ve kudretimle (sana tekrarlanan yediyi) yani: Her namazda tekrar tekrar okunan veya iki defa nazil olan veyahut yarısı ilâhî övgüyü, diğer yarısı da dua ve niyazı kapsayan ve yedi âyeti içeren Fatiha Süre-i celilesini (ve büyük Kur'ân'ı) bütün semavî kitapların güzelliklerini toplayan ve dünyevî uhrevî selâmet ve saadete kefil olan Yüce Kur'an'ın tamamını sana bir hususî bir lütuf olarak (verdik) Yüce katımdan Cibril-i Emin vasıf asiyle sana inzal etmekte oldum, seni böyle eşsiz bir yüce nimete nail kıldım. Artık bunun yanında fanî, dünyevî nimetlerin, varlıkların ne kıymeti olabilir?.

Hicr suresi ayet 88
Sakın onlardan bazı sınıfları faydalandırmış olduğumuz şeylere iki gözünü dikme, ve onlara karşı üzülme ve müminler için kanatlarını indir.

Bu mübarek âyetler. Peygamberlik gibi büyük bir nimete kavuşan Yüce Peygamberimizin bazı gurupların elde etmiş oldukları dünyevî, fanî varlıklara yönelmeyeceğini ve onların inkarcı hallerinden dolayı üzüntülü olmasına lüzum bulunmadığını ve müminleri her zaman korumakla emrolunduğunu bildirmektedir. Ve Yüce Resulün dinsizleri ilâhî azap ile korkutur olduğunu ve Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini bölmek ve değiştirmek isteyenlerin, bütün inkarcıların her yaptıkları şeylerden dolayı büyük bir uhrevî mes'uliyete uğrayacaklarını ihtar buyurmaktır. Şöyle ki: Ey yüce Peygamber!. (Sakın onlardan) o kâfirlerden (bazı sınıfları) bir takım gurupları bu dünyada (faidelendirmiş olduğumuz şeylere) fâni, dünyevî varlıklara, süslere, yaldızlı maddelere (İki gözünü dikme) onlara iltifat edip bakma, senin sahip olduğun yüce, ebedî devlet ve saadet yanında, özelikle sana verilmiş olan semavî kitab karşısında o gibi çabucak yok olan, anlam ifade etmeyen şeylerin ne ehemmiyeti olabilir?. (Ve onlara) öyle dünyevî faideleri elde ettikleri halde şükrünü yerine getirmeyen ink-ârcılara (karşı üzülme) onlar kendilerine yaptığın hayrı tavsiye edici emirlere, tav-siyelere muhalefette bulunurlarsa, kendi iradelerini kötüye kullanarak kendilerini ebedî azaba uğratırlarsa, sen mazursun, onlardan dolayı üzüntüye kapılma, kendilerine iltifatta bulunma. (Ve) sen ancak (müminler için» sana tâbi olan, İslâmiyet'i kabul etmiş bulunan topluluklara karşı (kanatlarını indir) onlar için tevazu göster, merhametle muamelede bulun, onların imanlarından dolayı kalben mutlu ol.

Hicr suresi ayet 89
Ve de ki: Ben, şüphesiz ben -sizi azabı ilâhî ile- apaçık korkutucuyum.

Yüce Resulüm!. Seni tasdik etmeyen inkarcılara (de ki: ben şüphesiz ben) İmân etmediğiniz takdirde üzerinize inecek ilâhî bir azab ile sizi (apaçık korkutucuyum) öyle müthiş bir azaba tutulacağınızı size bildirmekle emrolundum.

Hicr suresi ayet 90
Nitekim -o azabı,- taksimcilerin üzerlerine indirmiştik.

o azabı (taksimcilerin) yani: Islâmiyeti kabulden insanları alıkoymak için aralarında iş bölümü yapmış olanların (üzerine indirmiştik) onları helak etmiştik.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 91
O kimseler -in üzerine- ki, Kur'an'ı bölüm ayırmışlardır.

Evet.. O azabı (o kimseler) in üzerine indirmiştik (ki) onlar (Kur'an'ı taksime uğratmak istemişlerdi) o ilâhî kitabın hükümlerini parça parça etmek cüretinde bulunmuşlardı.

Rivayete göre müşriklerin reislerinden olan "Velid ibnü'l-Muğire" hac mevsiminde kırka yakın veya oniki şahsı Mekke'nin yollarına taksim etmişti. Bu şahıslar, Mekke'ye etraftan gelen hacılar ile görüşüyor, Hazreti Peygamber aleyhinde lâkırdılarda bulunuyor, sakın onun sözlerine inanmayınız, o mecnûndur diyorlardı. İşte bu herifler; hac için Mekke-i Mükerremeye gelen zatlara Kur'an'ı Kerim aleyhinde de konuşmada bulunuyorlardı. O apaçık kitabın âyetlerini parçalamak istiyorlardı. O âyetler, birer sihirdir, birer iftiradır, birer şiirden, evvelkilerin masallarından ibarettir, diyorlardı. Bu herifler nihayet Bedir gazvesinde helak olup ilâhî azaba kavuşmuşlardı. Bunların uhrevî azapları ise elbette daha pek müthiştir. Artık İslâmiyet'i, ilâhî hükümleri küçümsemeye ve değiştirmeye cür'et edenler, bu pek müthiş azabı düşünsünler!. Diğer bir görüşe göre de ilâhî kitabı taksime uğratanlardan maksat kitap ehli denilen Yahudiler ile Hıristiyanlardır. Bunlar Tevrat'ı, İncil'i taksime uğratmışlardır. işlerine gelen âyetleri kabul etmiş, işlerine gelmiyenleri bozmuş ve değiştirmişlerdir. Bunlar Kur'an-ı Kerimi de parçalamak isterler, bir kısım beyanatını inkâra çalışırlar, tamamını ilâhî bir kitab olarak kabul etmezler. İşte bu gibi inkarcılar, vakit vakit birçok felâketlere uğramışlardır ve en büyük azaplara da ahirette uğrayacaklardır.

Idîn, kelimesi,
bir şeyin parçası manâsına olan "İde lâfzmın çoğuludur ki, dağılmış, parakende olmuş şeyler demektir.

Hicr suresi ayet 92
Rab'bine andolsun ki, elbette onlara, hepsine soracağızdır.

Evet.. O gibi inkarcılar, kendilerini büyük bir mes'uliyete uğratmışlardır. (İmdi) Ey Yüce Resul!. Onların o hallerine bakıp da fazla üzülme (Rab'bine andolsun ki) mukaddes zatıma yemin ederim ki, (elbette onlara) o inkarcılara, o ilâhî kitabı parça parça etmek isteyen kâfirlerin (hepsine) kıyamet günü de (soracağız) onları kınamak ve azarlamak için büyük bir sorgulamaya, muhakemeye tâbi tutacağızdır.

Hicr suresi ayet 93
Bütün yapmakta olduklarından.

Evet.. Topyekün onları dünyada iken (bütün yapmakta olduklarından) ahirette suale tâbi tutacağızdır. Onları kâfirce cür'etlerinden dolayı ilâhî kitabı parçalamak istediklerinden dolayı ve bütün bu gibi çirkin hallerinden dolayı mahkûm edeceğiz ve sonsuz azaba uğratacağız. Artık onlar bu pek korkunç akibeti beklesin-leri. "Şu da bilinmektedir ki: Ahret günleri sonsuzdur. Bütün insanlar ve cinler ahirette belirli bir müddet suale ve cevaba maruz kalmıyacaklar, bunu bekleyeceklerdir. Bu bekleyişde bir çeşit azaptır. İşte:
İşte o gün insana da cine de günahı sorulmaz. (Rahman, 55/39) âyeti kerimesi bunu bildirmektedir. Fakat diğer bir müddetle de bütün bunlar sorgulamaya tâbi tutulacaklardır.

Hicr suresi ayet 94
Artık sen emr olunduğun şeyi ortaya koy ve müşrik olanlara aldırış etme

Bu mübarek âyetler, Resül-i Ekrem Hazretlerinin İslâm dinini yaymak ve ortaya çıkarmakla ve müşriklerin alaycı durumlarına iltifat etmemekle mükellef bulunmuş olduğunu bildiriyor. Ve o alay edenlerin yakın zamanda ne gibi felâketlere uğrayacaklarını ihtar ediyor. Peygamberimizin de hayatta bulundukça hamd ve teşbihe, müslüman topluluk ile beraber kulluk secdesine devam etmekle mükellef bulunmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resul!. (Artık sen emir olunduğun şeyi) Allah tarafından tebliğ etmekle emrolunduğun dinî hükümleri tam bir metanetle (ortaya koy) o hükümlerin lüzumunu, yüceliğini ümmetine karşı açıkla, yaymaya çalış (ve müşrik olanlara aldırış etme) onların kınamasına, alay etmesine aldırış etme, sen yine herkesi bir güzel tarzda irşat ve ikaza devam lûtfunda bulun.

Hicr suresi ayet 95
Şüphe yok ki, biz o alay edenlere karşı sana yeteriz.

(Şüphe yok ki, biz) ben Yüce Yaratıcı!, kudret ve azametimle (o alay edenlere) Peygamberlik makamına karşı o alaycı tarzda tavır almak basitliğini gösteren dinsizlere (karşı sana yeteriz) senin intikamını onlardan alırız, onları yaptıkları fenalıkların cezasına uğratırız.

Hicr suresi ayet 96
Onlar ki; Allah Teâlâ ile beraber başka tanrı edinirler. Artık yakında bileceklerdir.

(Onlar ki) öyle alaycı kâfirler ve benzerleri ki (Allah Teâlâ ile beraber başka tanrı edinirler) Allah'ın birliği apaçık iken onu tasdik etmezlerde bir takım mahlukata da tanrılık isnadından geri durmazlar (artık) öyle müşrikler (yakında bileceklerdir) ne kadar bâtıl bir inançta bulunmuş olduklarını ve dünyada da, ahirette de nasıl birer felâkete, azaba uğrayacaklarını anlıyacaklardır. Fakat bu anlayışın artık kendilerine bir faidesi olmayacaktır.
Rivayete göre Kureyş kabilesi reislerinden müşrik olan beş herif Resûl-i Ekrem ile alay etmeye pek fazla cür'et göstermekte bulunmuşlardı. Bunlar "Velid ibnü'l-Muğire", "As Ibni Vail", "Adiy Bin Kays", "Esved Ibni Abdülmuttalip", "Esved Ibni Abdi Yağûs" adındaki kimseler idi. Bunların her biri az sonra Cibril'i Emin'in birer işaretiyle birer felâkete uğrayarak helak olmuşlardır. Bu âyet-i Kerimenin bu husustaki haberi öylece gerçekleşmiştir.

Hicr suresi ayet 97
Andolsun ki, biliyoruz, söyledikleri şeyden dolayı senin göğsün muhakkak ki, daralıyor.

(Andolsun ki biliriz) Yüce katımda gerçekleşmiştir ki Habibim!. -Ya Muhammed Aleyhisselâm- sen o alaycı kâfirlerin (söyledikleri şeyden) onların o alaylarından, o Kur'an'ı Kerim'i inkâr etmelerinden (dolayı senin göğsün muhakkak ki, darlaşıyor) onların o rezilce hallerinden dolayı bir üzüntü içinde kalıyorsun. Çünkü öyle dinsizliklere, terbiyesiz hareketlere karşı temiz ruhlu zatların kaben muztarip, müteessir olmaları insanlığın yaratılışı gereğidir. Fakat Yüce Resulüm!. Sen yine sabır ve sebattan ayrılma.

Hicr suresi ayet 98
Sen hemen Rab'bini hamd ile teşbih et ve secde edenlerden ol.

Ey Resûl-i Ekrem!, (hemen Rab'binî hamd ile teşbih et) o Yüce Yaratıcıyı noksan sıfatlardan tenzihe devamda bulun (ve secde edenlerden ol) namaza, niyaza devam edip Cenab-ı Hak'tan kalp huzuru ve fetih temennisinden geri durma. Çünkü insan bu sayede ruhen ferah olur, vicdanı aydınlanır, ilâhî yardımlara muvaffak bulunur. Artık öyle bir takım dinsizlerin varlığından, alaycı hareketlerinden fazla üzüntüye gerek yoktur.

Hicr suresi ayet 99
Ve sana ölüm gelinceye değin Rab'bine ibadet et.

Ey Yüce Resul!. (Sana ölüm gelinceye değin) hayatta bulundukça her vakiTİRabbîne ibadet et) onunla kalbini rahatlat, ilâhî feyizlere mazhar olarak yaşa.
ölüme "yakîn" denilmiştir. Çünkü ölüm, kesin olan bir emirdir. Mutlaka meydana gelecektir. Ebedî hayata göre bu duya hayatı pek geçicidir ve nihayet bulacağı kesin olarak bilinmektedir. Bu yakîndan maksat, itikat bakımından bir yakın değildir. Çünkü o yakın zaten Resûlullah'ta en kuvvetli, âdeta açık bir şekilde mevcut idi. Onunla beraber ahirete irtihal edinceye kadar kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışmış, Mescid-i Saadette ashab-ı kiramına namaz kıldırmaya devam etmişti. Öyle peygamberliği kavuştuğu mucizeler ile desteklenen yüce bir Peygamberi de bir şek ve şüphe alameti bulunamaz ki, kendisine itikad bakımından yakin gelinceye kadar ibadetle mükellef olsun da o yakin gelince bu teklif kendisinden düşmüş bulunsun. Bunu hiçbir akıllı insan iddia edemez.

Artık ibadet zevkinden mahrum olan, kulluk vazifesinden kaçan bir takım cahiller, bu yakın tabirini yanlış telakki etmiş olabilirler. Onlara göre Cenab-ı Hak'kın varlığına yakînen inanan, diğer bir ifadeyle kendilerinde "fenafillâh" durumu tecelli edenlerden ibadet ve itaatla mükellefiyet düşer tasavvuf vesaire namına böyle iftiracı bir iddia ise pek büyük bir cehaletten, bir zındıklıktan başka bir şey değildir. Bütün Kur'ânî beyanlar bunun hilâfına açıkça şahittir. Bütün insanlık ve bilhassa bütün Peygamberler hayatta bulundukça Cenab-ı Hak'ka ibadetle görevlendirilmişlerdir.

Yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. (Meryem, 19/31) âyeti celilesi de bunu göstermektedir.
Velhâsıl:
Resülullah Efendimiz itikaden fevkalâde bir yakini haiz iken yine ahirete irtihâl edinceye kadar bütün kulluk vazifelerini yerine getirmeye devam etmişti. O Yüce peygamber'e yönelik olan bir ibadet ve itaate devam emri, onun bütün ümmetine de doğal olarak yönelik bulunmuştur. Binaenaleyh onun ümmetinin fertlerinden bulunan her mükellef insan için de lâzımdır ki, hayatta bulundukça Yüce Mabuda ibadette bulunmaya devam etsin, hayatının bir anını bile boş yere zâyetmesin, Cenab'ı Hak'ka hamdü senadan, Allah'ın lütfunu istemekten geri kalmasın, İnsan ancak bu sayede ebedî selâmet ve saadetini temine muvaffak olmuş olur. Ve Yardım Allah'tandır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hakka suresi ayet 4
Semut ve Âd kavimleri, o korkunç vakayı -yâni: kıyameti- yalan saymıştı.

Semûd ve Ad Kavimleri ise (o korkunç olayı) o şiddetli olayı, bütün dağların, ağaçların, yıldızların parçalanarak darmadağın olacağı günü, yâni: Kıyamet gününü (yalan saymıştı.) Peygamberlerinin bunlara dair verdikleri haberleri tekzîb etmiş, kıyametin kopacağına inanmamışlardı.

"Karia"
Korku ile insanların kalplerini koparan, dünyayı alt üst eden şiddetli kıyamet günü demektir.

Hakka suresi ayet 5
Artık Semûd -kavmi- hadden aşırı bir hâdise ile helak edildiler.

Artık Semûd Kavmi, beldeleri Arabistan'da Kureyş taifesine en yakın bulunan o inkarcılar, (hadden aşırı bir hâdise ile) şiddete haddi aşan bir gürültü ile (helak edildiler) yıldırımlı bir deprem ile mahvolup inkârlarının cezasına kavuştular.

Hakka suresi ayet 6
Ad kavmi- ise onlar da son derece kuvvetli bir rüzgâr ile helak edildiler.

Ad Kavmi (ise onlar da son derece kuvvetli) şiddetli, öldürücü gürültülü (bir rüzgâr ile helak edildiler.) Kendilerini o felâketten kurtarmaya asla kaadir olamadılar. "Tagiye" şiddet ve kuvvetçe hadd-i aşan olay demektir. "Atiye" de kuvvet ve şiddetin son derecesine kavuşmuş olan hâdiseden ibarettir.

Hakka suresi ayet 7
Cenab-ı Hak- onu -o rüzgârı- yedi gece ve sekiz gün ardı ardına onların üzerlerine musallat etti. Artık o kavmi görürsün ki, onlar sanki içleri bomboş hurma kökleri gibi imiş, yere yıkılmışlardır.

Cenab-ı Hak (Onu) o öldürücü rüzgârı (yedi gece ve sekiz gün) hiç kesilmeksizin (ardı ardına onların üzerlerine musallat etti) onları tamamen mahv ve perişan ediverdi. Bu günlere "Eyyam-ı Âciİ'z" bunların soğuğuna da "Bedr-i Âciİ'z" denilir ki: Kışın son günleri demektir. (Artık, o kavmi görürsün ki,) yâni: Onları uğradıkları felâket zamanında görmüş olsa idin sanırdın ki: (onlar sanki içleri) yenilmiş (bomboş hurma kökleri gibi imiş) hepsi de mahvolmuş, ne kendilerinden ve ne de nesillerinden kimse kalmamış bir hâlde (yere yıkılmışlardır.) viraneliğe dönmüş olan yurtlarından, hanelerinden başka bir şey kalmamıştır.

"Husûm"
birbirine tâbi şeyler demektir. Tekili "Hasimdir", "Hasm" ise kesmek, kökünden koparmak atmak manasınadır.
"Sara"
ölü mânâsına olan "Sari" 'in çoğuludur. "Acaz" da acüzün çoğulu olup asıllar, kökler demektir. "Haviye" de içerisi bomboş olan şeydir.

Hakka suresi ayet 8
Onlar için geriye kalmış -bir fert- görebilir misin?.

O helake uğramış kavme ait (geriye kalmış) bir fert (görebilir misin?) ne mümkün hepsi de helak olmuş, inkârlarının cezasına kavuşmuşlardır. İşte bu gibi dinsizlikleri yüzünden helake uğramış olan kavimlerin tarihî hâllerinden ibret alınmalıdır.

Hakka suresi ayet 9
Fir'avun da ve ondan evvelkiler de ve altı üstüne gelenler de o büyük suçu -meydana- getirdi.

Bu mübarek âyetler de kıyameti inkâr etmiş olan diğer kâfirlerin uğradıkları felâketleri bildiriyor. Firavun ile kendisine tâbi olanların boğulmak suretiyle, Lût kavminin şiddetli deprem ile, Nûh kavminin de Tufan ile helak olduklarına işaret ediyor. Artık sonunda kıyamet vukuunda yerin, dağların ve göğün ne hâle geleceklerini, meleklerin de neleri taşıyıcı bulunacaklarını genişçe ihtar buyuruyor. Şöyle ki:

(Fir'avun da) O inkarcı, ilâhlık iddiasında bulunan kâfir hükümdar da (ve ondan evvelkiler de) Nûh ve Semûd kavmi gibi Peygamberlerini tekzîb edenler de (ve inkılâplara uğrayanlar da) Mütefikat denilen beldeleri alt üst olup ahâlisi helak olan Lût kavmi de (o büyük sucu) kıyameti tekzîb gibi, Allah'ın birliğini, inkâr gibi ahlâk dışı hâllere cür'et gibi bir cinayeti işleyip meydana (getirdi) onlar da bu gibi aşağılıklara müptelâ olmuş, sonunda belâlarını bulmuşlardı.

"Hatie"
Hata içeren fillerdir ki, insanı en çirkin şeylere sevk eder.

Hakka suresi ayet 10
Rab'lerinin Peygamberine isyan ettiler. Artık -Cenab-ı Hak- onları pek şiddetli bir yakalamakla yakaladı.

Şu, hâlleri bildirilen şahıslar, kavimler (Rab'lerinin Peygamberine isyan ettiler) o kendilerine gönderilen Peygamberlerin emirlerine itaatte bulunmadılar, onlara muhalefetten ayrılmadılar. (Artık) Cenab-ı Hak da (onları pek şiddetli bir yakalamakla yakaladı) hepsini de helak etti, onları kendi fena hareketlerinin cezasına kavuşturdu.

"Rabiye"
çok şiddetli demektir.

Hakka suresi ayet 11
Şüphe yok ki, su taştığı zaman sizi o akan gemiye biz yükledik.

Ve ey mü'mînler!. Siz şunu düşünerek şükran vazifesini İfaya devam ediniz (Şüphe yok ki, su taştığı zaman) muazzam bir Tufan meydana gelip her tarafı sular kapladığı vakit (sizi) ata ve ecdadınızın bellerinde olduğunuz hâlde (o akan gemiye) Hz. Nuh'un ilâhî emir ile yaptığı ve Tufan'in dalgaları arasında tam bir emniyet ile akıp durmuş bulunduğu fevkalâde gemiye (biz yükledik) mü'mîn olanları Tufandan kurtararak selâmet alanını erdirdik. İşte bu da îmanın, Peygambere itaatin bir mükâfatı olarak meydana gelmişti.

Hakka suresi ayet 12
Onu -o kurtuluşu- sizin için bir ibret kılmamız için ve belleyici kulakların onu anlamaları için -öyle yaptık-.

Evet.. (Onu) Öyle mü'mînleri kurtuluşa erdirmeyi (sizin için bir ibret kılmamız için) vücuda getirdik, kâfirleri ise sularda boğarak sonrakiler için bir uyanma vesilesi kıldık. Tâ ki: Yüce Yaratıcınızın sonsuz kudretine, kahr ve cezasının büyüklüğüne ve rahmetinin genişliğine bununla da delil getire siniz. (Ve) Bir de (hıfzeden kulakların) kendileri için fâide verecek şeyleri dinleyip onlardan faydalanacak kabiliyette bulunan kulak sahipleri de (onu) o mü'mînlerin kurtuluşa erdirdiğini, kâfirlerin de boğulup gittiğini (anlamaları için) öyle yaptık, meydana getirmiş olduk. Artık her akıllı, düşünen kimse için lâzımdır ki: Bu gibi pek büyük hâdiselerden birer ibret dersi alsınlar, o helake uğrayanların değil, kurtuluşa erenlerin yollarını takip etsinler.

"Teiyeha"
kelimesi, onu koruyan manasınadır. "Veiye"de, korunması uygun olan şeyi işitip de, koruyan demektir. "Via" da içine bir şey konularak saklanılan kap manasınadır.
İlâhî sözler ve sırlar ile hafızalarını bezeyen, sonra da bunlar ile Allah'ın kullarını aydınlatmaya çalışan mü'mînler,
"üzünivaiye"
belleyen kulak sahipleri demektirler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Beyyine suresi ayet 1
Kitap ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar -küfrlerinden- ayrılacak değillerdir.

Bu sûre-i celîle; küfür içinde yaşayan milletlerin inançlarını değiştirmeleri için istedikleri en açık delil, en yüce bir Peygamber, gözleri önünde tecellî etmeğe başladığı hâlde onların yine kendi küfürlerinde sebat edip dağınık bir hâlde yaşadıklarını bildiriyor. Ve onlara emredilmiş olan pek güzel, pek fâideli vazifeleri gösteriyor. Küfürlerinde devam edenlerin ne kadar fena kimseler olup ebediyen cehennemde kalacaklarını ihtar ediyor. İman ve sâlih amel sahiplerinin de ne kadar yüce makamlara, iltifatlara kavuşmuş olacaklarını müjdeliyor. Şöyle ki: (Kitap ehlinden) yâni: Yahudi ve Hıristiyan topluluğundan (ve müşriklerden) putlara, ateşe, güneşe tapan kavimlerden (kâfir olanlar) yâni: Vakti ile ahir zaman Peygamberinin dünyaya şeref vereceğini bilip işitenler, onun gelişini bekleyen, bilâhare o Yüce Peygamber'in gelişi anında onu inkâr edenler, evvelce diyorlardı ki: (kendilerine apaçıkça bir delil gelinceye kadar) yâni: Ahir zaman Peygamberi mûcizeleriyle insanlık dünyasını aydınlatıncaya kadar kendi dinlerinden, küfürlerinden (ayrılacak değillerdir.) Kitap ehli, Tevrat'ta, İncil'de Peygamber Efendimizin vasıflarını okumuşlardı, onun insanlığı ilâhî dine davet için gönderileceği vâ'd olunmuş, o kitaplarda bildirilmişti. Kitap ehli, müşriklerden eza ve cefa görünce diyorlardı ki; Dünyaya bir büyük Peygamber gelecek, biz de ona tâbi olarak sizden ey müşrikler!. İntikam alacağızdır. O müşrikler de diyorlardı ki: Şayet öyle bir Peygamber ortaya çıkarsa biz de ona tâbi oluruz, siz onunla bizden intikam almaya kaadir olamazsınız.

Beyyine suresi ayet 2
O delil ise Allah tarafından bir Peygamber ki: Tertemiz sahifeleri okur.

Kitap ehlinin ve müşriklerin bekledikleri o delil ise (Allah tarafından bir Peygamber) idi ki: O Peygamber: Hz. Muhammed Aleyhisselâm'dan ibaret olup (tertemiz sahifeleri okur.) Yâni: Bâtıldan uzak hakkı açıklayan ilâhî kitabın, Kur'an-ı Kerim'in âyetlerini kendilerine tebliğ buyurur, o sayede hakikat aydınlanır, ilâhî din anlaşılmış olur.

Beyyine suresi ayet 3
Onlarda dosdoğru yazılmış şeyler vardır.

O mübarek sahifeler ki: (Onlarda dosdoğru yazılmış şeyler vardır.) Onlarda yazılı olan dinî hükümler, pek doğrudur, sırf hakikattir, hidâyet yolunu göstermektedir.

Beyyine suresi ayet 4
Halbuki, kitap verilmiş olanlar; ayrılmış olmadılar, kendilerine o hüccet geldikten sonra tefrikaya düştüler.

Halbuki, kendilerine (Kitap verilmiş olanlar) Yahudi ve Hıristiyan toplulukları, kendi kitaplarında Hz. Peygamber'in vasıflarını okumuş, bilmiş idiler, müşriklere de bildirmişlerdi. Hepsi de o Yüce Peygamberin dünyaya geleceğini bekliyorlardı. Ortaya çıkınca ona tâbi olacaklarını söylemişlerdi. Bu hususta birbirlerinden (ayrılmış olmadılar.) fakat sözlerinde durmadılar, (kendilerine o delil geldikten sonra) yâni: Hz. Muhammed Aleyhisselâm, pek açık bir delil, bir hakikat kanıtı mahiyetinde olarak mûcizeleriyle, Kur'an-ı Kerim'in âyetleriyle gelip kendilerini tevhid dinine davet edince (ayrılığa düştüler.) eski iddialarında sebat etmediler, bâtıl mezheplere ayrıldılar, birbirlerini cehaletle ve kâfirlikle suçladılar. İşte kitap ehli böyle olunca artık müdriklerden ne beklenir?. Onlar daha ziyade bir cehalet içinde yaşıyorlardı, onlar da sözlerinde durmadılar, o Yüce Peygamber, dünyaya şeref verince onu inkâra cür'et gösterdiler, öyle bir birlik delilini kabul etmeyip küfür ve şirk içinde yaşamaktan ayrılmak istemediler. Bir çokları İslâm mücahitleri tarafından katledildiler. Ehl-i kitaptan olanlar da cizye vermek suretiyle o öldürülmeden kurtulmuşlar, âhiret azabını hak eder olmuşlardır.

Beyyine suresi ayet 5
Halbuki, onlar emr olunmadılar, ancak dini O'na has kılarak, hanifler olarak ibadet etsinler ve namazı dosdoğru kılsınlar ve zekâtı versinler -diye emrolunmuşlardır.- Ve işte en doğru din de budur.

O küfür ve şirki tercih eden kavimler, Peygamber tarafından (emrolunmadılar) kendilerine zararlı, selâmet ve saadetlerine aykırı bir şey teklif edilmiş olmadı (ancak dinde ihlâs sahipleri) kalp ve lisân bakımından yönelmiş bulunarak (ibâdet etsinler) diye emrolundular. (ve namazı dosdoğru) rükün ve şartlarına riâyet ederek (kılsınlar ve) fakir dindaşlarına şefkat ve merhamet göstererek (zekât versinler) diye emrolunmuşlardır. (ve işte en doğru din de budur.) dosdoğru, Allah'ın rızâsına uygun olan din, selâmet ve saadet yolu bu beyan olunan pek samimî inançtan, samimi ibâdetlerden ibarettir. Bunların güzelliği, doğruluğu, fâideleri her akıl sahibi için bilinip takdir edilecek bir mahiyettedir. Artık nasıl oluyor da bu hususta ki emr ve tavsiye kabul edilmeyip de ayrılıkçı, bir hâlde bulunmak cehaleti tercih ediliyor. Hiç bunun neticesi düşünülmüyor mu?

Beyyine suresi ayet 6
Hakikaten o kimseler ki ehl-i kitaptan ve müşriklerden kâfir olmuşlardır. Cehennem ateşindedirler, orada ebediyyen kalıcılardır. İşte onlar, halkın en azılılarıdır.

Hakikaten o kimseler ki: Kitap ehlinden ve müşriklerden kâfir olmuşlardır. Küfürlerinde ısrar edip hakiki dini kabulden kaçınmışlardır, bütün onlar (cehennem ateşindedirler. onlar âhirette cehenneme sevk edileceklerdir. Orada ebediyen kalıcılardır. onlar o cehennemde devamlı olarak yanıp yakılacaklardır. İşte bu onların küfür ve şirklerinde ısrar edip durmalarının cezasıdır. Kendi hakikî menfaatlerini zayi etmiş, hâllerini ıslâh etmekten mahrum kalmış, en büyük cezayı hak etmiş kimselerdir.

Beyyine suresi ayet 7
Hakikaten o kimseler ki: İman ettiler ve sâlih sâlih amellerde bulundular, işte yaratılmışların hayırlısı da onlardır, onlar.

Müminlere gelince onların istikbâli ne kadar güvenlidir, onlar ne kadar mes'ut zâtlardır, evet.. (Muhakkak o kimseler ki: imân ettiler) kalplerinde imân nuru parlayıp durdu, Allah'ın birliğini ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini kalben tasdik ettiler ve dilleriyle söylediler (ve sâlih sâlih amellerde bulundular) namaz gibi, oruç gibi ve zekât gibi bedenî ve mâlî ibâdetleri yerine getirdiler, hak yolunda cihad sahalarına atıldılar, (işte yaratılmışların hayırlısı da onlardır.) evet.. Şüphe yok ki: (Onlardır.) çünkü, onlar, yaratılış gayelerini dikkate almış, hidâyet yolunu takip etmiş, insanî faziletleri muhafazada bulunmuş pek seçkin kullardır.

Beyyine suresi ayet 8
Onların Rablerinin katında mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Cennetlerdir, oralarda ebediyen daimî kalıcılardır. Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, Rab'binden korkan kimse içindir.

Artık âhiret âleminde (Onların) o pek seçkin kulların (Rabbilerinin katında mükâfatı,) kavuşacakları nîmetler, (altlarından ırmaklar akan cennetlerdir.) onlar, âhirette öyle pek mükemmel, gönül alıcı bağlara, bostanlara, ikâmetgâhlara ulaşacaklardır, (oralarda ebediyen daimî kalıcılardır.) bir daha o cennetlerden ayrılacak değillerdir. Ebedî bir hayata, bir saadete kavuşmuş bulunacaklardır. Özellikle (Allah onlardan razı olmuştur.) o kullarının amellerini kabul edip kendilerini öyle ebedî nimetlere, tecellîlere kavuşturmuştur, (onlar da) O ilâhî din ile vasıflanmış, dinî vazifelerini yapmaya muvaffak olmuş kullar da (ondan) o kerîm, rahîm olan Yüce Yaratıcıdan (razı olmuşlardır.) haklarındaki o sonsuz ilâhî lütuflardan dolayı genişliğe gark olmuş, şükran borçlu olduklarını bilmiş, ebedî bir zevk ve safa içinde kalmışlardır, (işte bu) Mükâfat bu ebedi rızâ (Rab'binden korkan kimse içindir.) evet.. Allah-ü Teâlâ'nın birliğini, kudret ve azametini bilip tasdik eden, kalbinde Allah korkusu, muhabbeti parlayıp duran, kulluk vazifelerini ruhanî bir zevk ile yerine getirmeye çalışan her mü'mîn için böyle ebedî bir mükâfat, bir ilâhî lütuf takdir edilmiştir. Artık ebedî bir selâmet ve saadete kavuşmak isteyenler, üzerlerine düşen kulluk vazifelerini seve seve yapmaya çalışmalıdırlar. Böyle bir muvaffakiyete erişmeyi o Yüce ve kerîm Mabudumuzdan niyaz eyleriz. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zariyat suresi ayet 7
Muhtelif yörüngeleri olan gök hakkı için.

Bu mübarek âyetler, bir takım kimselerin muhtelif, bâtıl kanaatlerde, lâkırdılarda bulunduklarını bildiriyor. Böyle ihtilâflardan kurtulamamış şahısların Allah'ın kahrına lâyık olduklarını haber veriyor. Alay yoluyla kıyamet gününü soranların da nihayet âteş azabına atılacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki (Muhalif yörüngeleri olan) Yıldızların hareket alanı bulunan yahut güzel, dümdüz bir manzara teşkil eden (gök hakkı için) o muhteşem semâya, ilâhî kudretin güzel bir eseri olan yüksek âleme and olsun ki: "Hubük" Yollar, caddeler demektir. Tekili: Habîke'dir. Bunun süs sahibi, dümdüz bir yaratılış sahibi mânasına olduğunu söyleyen zâtlar da vardır.

Zariyat suresi ayet 8
Şüphe yok ki, siz muhtelif bir söz içinde bulunmaktasınız.

Evet.. And olsun ki: Ey müşrikler!. (Şüphe yok ki, siz, muhtelif bir söz içinde bulunmaktasınız.) Sizin lâkırdılarınız arasında ihtilâflar, tenakuzlar görülmektedir. Meselâ: Siz, Peygamberliği gün gibi açık olan bir zât hakkında şair, bazan sihirbaz, bazan da mecnun diyorsunuz. Kur'an-ı Kerim hakkında da, gâh şiir, ve gâh öncekilerin masalları demekten sıkılmıyorsunuz. Bu ne kadar cehalet ve ahmaklık!. Siz hiç hakikatları görüp anlamayacak mısınız?.

Zariyat suresi ayet 9
Ondan döndürülen kimse, döndürülür.

(Ondan) gerçek görüşten, olgun imândan veya Resül-i Ekrem'i ve Kur'an-ı Kerim'i tasdikten (döndürülen) kendi yaratılışının bozukluğu, nefsanî arzuları ve kötü irâdesinden dolayı mahrum bırakılan (kimse döndürülür.) öyle bir hidâyet yolundan uzaklaştırılmış bulunur. Diğer bir görüşe göre de öyle muhalif sözlerden bir takım kullar döndürülerek doğru bir söze sevk edilir, Allah'ın hidâyetine mazhar olarak ihtilâflardan kurtulmuş bulunur ki; bu da müminler hakkında bir övgü demektir.

"Efk"
Sarfetmek, birşeyden döndürmek demektir,
"İfk"
ise yalan manasınadır. Çok yalan söyleyene "effâk" denilir.

Zariyat suresi ayet 10
O -muhtelif sözlü- yalancılar kahrolsunlar.

(O) Muhtelif sözlü (yalancılar kahrolsunlar.) yâni: Allah'ın dini aleyhinde bulunanlar, bir takım iftiralara cür'et edenler, öyle kendi alçaklıklarından dolayı lanete hedef olarak helak olup gitsinler. Bu, onların haklarında bir beddua mesabesindedir.

Harrâsün";
Muhtelif lâkırdılarda bulanan yalancı kimseler demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zariyat suresi ayet 11
O kimseler ki, onlar cehalet içinde gafil kimselerdir.

Evet.. Kahrolsunlar (O kimseler ki,) o yalancı şahıslar ki: (onlar cehalet içinde gafil kimselerdir.) onlar derin bir cehalete dalmış, büyük bir gaflet içinde kalmış, ne söyleyeceklerini bilemez bir hâlde bulunmuşlardır.

Gamre;
Boğucu şey demektir, cehaletten ve sapıklıktan kinayedir.

Sâhün;
Emrolundukları şeylerden gafil bulunanlar manasınadır.

Zariyat suresi ayet 12
Sorarlar ki: O ceza günü ne zamandır.

0 yalancılar, Hz. Peygamberden bir alay yoluyla (Sorarlar ki: O ezâ günü ne zamandır?.) ne vakit kıyamet kopacak, dinsizler cehennem azabına uğrayacaklardır?.

Zariyat suresi ayet 13
O gün ki, onlar âteş üzerine arz edileceklerdir.

O ceza vakti (O gün) vâki olacaktır (ki, onlar) o inkarcılar müşrikler (âteş üzerine arzedileceklerdir.) cehenneme atılarak yanıp yakılacaklardır. İşte o günü beklesinler.

Yüftenûn; kelimesi, yanarlar, azap görürler mânasında kullanılmaktadır.

Zariyat suresi ayet 14
Onlara denilecektir ki: azabınızı tadın. Bu odur ki, bunu alelacele ister idiniz.

Onlara, o âhiret gününü inkâr edenlere denilecektir ki: (Azabınızı tadın. Bu, odur ki) o alay yoluyla sual ettiğiniz âhiret azabıdır ki, siz (bunu alelacele ister idiniz) bunun meydana gelmeyeceğini zân ediyordunuz. İşte o uzak gördüğünüz elem verici olay, gerçekleşmiş oldu. Bütün bunlar, küfrün isyanın bir cezasıdır.

Zariyat suresi ayet 15
Şüphe yok ki, takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınarlarda bulunacaklar.

Bu mübarek âyetler de, takva sahibi kulların pek güzel hâllerini bildiriyor, onların gece ve gündüz ibâdetler ile, fakirlere, zayıflara yardım ile meşgul olduklarını takdir ediyor ve değer veriyor. Bu yüzden nail olacakları uhrevî nimetleri müjdeliyor. Dikkatleri yerdeki, insanlık nüfusuna ve gökteki kudret eserlerine çekiyor, vâ'd olunan haşr ve neşrin, mükâfat ve cezanın vâki olacağını kat'î bir surette şöylece beyân buyurmaktadır. (Şüphe yok ki, takva sahibi olanlar) yâni: İmân edip Cenab-ı Hak'dan korkanlar, dinî vazifelerine riâyette bulunup günâhlardan sakınanlar, âhirete varınca (cennetlerde ve pınarlarda) bulunurlar, aralarından ırmaklar akan bahçelere, büyük bostanlara nail olmuş olurlar.

Zariyat suresi ayet 16
Rab'lerinin kendilerine verdiğini alıcıdırlar. Muhakkak ki, onlar bundan evvel iyilik eden zâtlar olmuşlardır.

Artık o seçkin zâtlar, (Rab'lerinin kendilerine verdiğini alıcıdırlar) kendilerine vâ'dedilen nimetlere ermiş, onları teşekkürle kabul ederek ebedî selâmete, saadete ermişlerdir, (muhakkak ki, onlar) O cennetlere erişmiş olan takva sahipleri (bundan evvel) dünyada iken (iyilik eden zâtlar olmuşlardı) Allah'ın rızâsını kazanmak için sâlih sâlih amellerde bulunmuşlardı. Artık onun mükâfatı olmak üzere bu ebedî nimetlere kavuşmuş oldular.

Zariyat suresi ayet 17
Geceden pek az uyur olmuşlardı.

Evet.. O takva sahibi zâtlar, dünyada iken (Gecede pek az uyur olmuşlardı.) geceleyin kalkar, teheccüt namazı kılar, Allah'ı zikir ile meşgul olurlardı. "Yehceün" Geceleyin az ve hafif bir uykuda bulunurlar demektir.

Zariyat suresi ayet 18
Ve seher vakitlerinde de onlar istiğfarda bulunurlardı.

Ve seher vakitlerinde de Gecelerin son altıda birinde de, yâni: Sabaha yakın da (onlar) o takva sahibi zâtlar, öyle az uyur ve çokça teheccüt namazı kılar olmakla beraber (istiğfarda) da (bulunurlardı) kendilerinin kusurdan uzak olmayacaklarını dikkate alarak Cenab-ı Hak'kın afv ve mağfiretini niyaza devam ederlerdi. Böyle, uyanık, ihtiyatlı bir hâlde yaşarlardı.

Zariyat suresi ayet 19
Ve mallarında da dilenen ve yoksul bulunan için bir hak var idi.

O ibâdet ehli zâtların (mallarında da dilenen) ihtiyacını bildirerek yardım dileyen (ve yoksul bulunan) kimseye ihtiyacını arzetmeyerek fakirce bir hâlde yaşayan kimseler (için bir hak var idi) mallarının belirli bir kısmını ayırır, öyle yardıma muhtaç olanlara sadaka olarak verirlerdi, Cenab-ı Hak'kın mahlûkatına bu suretle de şefkat ve merhamette bulunmuş Allah'ın rızâsını kazanmaya muvaffak olmuş idiler.

Zariyat suresi ayet 20
Ve yerde, kesin olarak inananlar için deliller vardır.

Evet.. Takva sahipleri, Hak Teâlâ'nın kutsal varlığına, yüce kudretine. Şahitlik eden yaratılış eserlerini dikkate alıyorlar, kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Çünkü herşeyde (Ve) özellikle (yerde) yerküresinin varlığında, yâni: Yeryüzündeki çeşitli kıtaların, sahraların, dağların, madenlerin, çeşitli ağaçların, bitkilerin ve birçok hayat sahibi mahlûkların varlıklarında (kesin inananlar için deliller vardır.) bütün bunlar, kâinatı bir yaratanın varlığına, kudret ve büyüklüğüne birer kesin delildir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zariyat suresi ayet 21
Ve sizin kendi nefislerinizde de -deliller vardır- hiç de görmez misiniz?.

Ey insanlar!, (sizin kendi nefslerinizde de) Deliller vardır. Evet.. İnsanın yaratılışının ne enteresan, ne mükemmel olduğunu dikkate alanlar, bir Yüce Yaratıcının varlığını tasdike, ona kullukta bulunmaya mecburiyet görür, imân ile, takva ile vasıflanmaya çalışır. Artık ey gafil insanlar!. Siz (hiç de görmez misiniz?.) bu kadar kudret eserlerine bir dikkat nazarı ile bakıp istifâde etmek istemez misiniz?. Hiç gaflet ve Allah'ın kudret ve nîmetini düşünmekten mahrumiyet, insanlara yakışır mı?.

Zariyat suresi ayet 22
Ve gökte de rızkınız ve vâ'd olunduğunuz şey -vardır.-

Ey insanlar!, (gökte de rızkınız) vardır. Yâni: Rızkınızın sebebi olan ışıklar gibi, bulutlar ve yağmurlar gibi şeyler üstünüzde ki gök kubbede bulunmaktadır, (ve vâ'd olunduğunuz şey) de göktedir. Yâni: Hayır ve şer veya sevab ve ceza veya cennet ve cehennem semâdadır. Nitekim cennetlerin yedinci semâda olduğu bildirilmektedir. Diğer bir yoruma göre de ameller ve sevaplar, semâda, levh-i mahfuzda yazılmıştır, takdir buyurulmuştur.

Zariyat suresi ayet 23
İşte o göğün ve yerin Rab'bine and olsun ki: O -size vâ'd edilen- herhalde sabittir, sizin konuşmanız gibi, -bir hakikattir-.

Ey insanlar!, (o göğün ve yerin) O muazzam âlemlerin (Rab'bine) Yüce Yaratıcıya (and olsun ki, o) size vâ'd edilen haşr ve neşr, sevab ve ceza veya beyân olunan semavî rızklar, nîmetler, (herhalde sabittir) onda bir şüphe yoktur (sizin konuşmanız gibi) bir hakikattir. Evet.. Nasıl ki; bir insan, kendisinin konuşma kuvvetine sahip olup söz söyler olduğunda şüphe edemezse o kendisine vâ'd edilen de öyle kat'î bir hakikat bulunmaktadır, onda şüpheye asla yer yoktur. Maalesef.. Böyle açık hakikatları öteden beri inkâra cür'et edenler de vardır ki, nihayet ilâhî azaba uğramışlardır. İşte evvelki Peygamberlerin kıssaları da bunu göstermektedir.

Zariyat suresi ayet 24
Sana geldi mi. İbrahim'in ikram olunmuş olan misafirlerinin kıssası?

Bu mübarek âyetler, bir takım meleklerin insan suretinde olarak İbrahim Aleyhisselâm'ın yanına geldiklerini ve aralarındaki konuşmayı bildiriyor. Hz. İbrahim'i pek bilgin bir oğula kavuşmakla müjdelediklerini ve bunu işiten pek yaşlı eşinin de almış olduğu vaziyeti beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Son Peygamber!. (Sana geldi mi) Senin haberin var mı?, (İbrahim'in) O büyük Peygamberin kendi tarafından veya Allah tarafından (ikram olunmuş olan misafirlerinin kıssası?.) ki, o bir mühim kıssadır, ilâhî vahiy bulunmadıkça ondan haberdar olmuş olamazsın. Bu misafirler ise insan suretinde Hz. İbrahim'in yanına varmış olan oniki melek idi. Diğer bir görüşe göre de Hz. Cibril ve Mikâil ile diğer bir melekten ibaret bulunuyordu.

Zariyat suresi ayet 25
O vakit ki, onun yanına girmişler de selâm demişlerdi, Hz. İbrahim de- dedi ki: Selâm, tanınmamış olan bir cemaat.

Melekler (onun) Hz. İbrahim'in (yanına girmişler de selâm demişlerdi) yâni: Sana selâm olsun diye hitapta bulunmuşlardı. İbrahim Aleyhisselâm da dedi ki: Aleyküm (Selâm) sizi tanıyamadım, siz bence (tanınmamışlar olan bir cemaat.) bulunuyorsunuz, kimler olduğunuzu bana bildirir misiniz?. Yahut Hz. İbrahim onların öyle kendince meçhul, gariplerden bir zümre olduklarını kalben düşünmüş bulundu.

Zariyat suresi ayet 26
Hemen bir bahane ile ailesinin yanına gitti, derhal semiz bir buzağı ile geldi.

İbrahim Aleyhisselâm (Hemen bir bahane ile) veya misafirlerinden gizlice (ailesinin yanına gitti) misafirleri için ikramda bulunmak istiyordu (derhal semiz bir buzağı ile) bir pişirilmiş sığır yavrusu ile misafirlerinin yanlarına (geldi) onlara ziyafette bulunmak istiyordu.

Zariyat suresi ayet 27
Bunu onlara yaklaştırdı. Dedi ki: Yemez misiniz?.

Hz. İbrahim (Bunu) bu getirdiği pişmiş buzağı etini (onlara) o misafirlerine (yaklaştırdı) buyurunuz bundan diye teklifte bulundu. O misafirler ise sofraya yanaşmıyorlardı. Bunu görünce İbrahim Aleyhisselâm onlara (dedi ki: Yemez misiniz) ne için takdim edilen yiyeceğe iltifat buyurulmuyor?.

Zariyat suresi ayet 28
0 vakit onlardan kalbinde bir korku gizledi. Dediler ki: Korkma ve onu bir bilgin oğul ile müjdelediler.

İbrahim Aleyhisselâm (O vakit) o misafirlerin yemeğe iltifat etmedikleri zaman (onlardan kalbinde bir korku gizledi.) onların bir fenalık için gelmiş olabileceklerini sanıverdi. Çünkü bir misafirin kendisine ikram edilen şeye iltifat etmemesi, kötü düşünmeyi gerektiren uygunsuz bir harekettir. Yahut Hz. İbrahim, o misafirlerin insan suretinde görünmüş melekler olup azab için gönderilmiş olduklarını kalben düşünerek korkuverdi. O misafirler de (dediler ki: Korkma) biz Allah tarafından gönderilmiş melekleriz (ve onu) Hz. İbrahim'i (bir bilgin) birçok ilm sahibi olacak (bir oğul ile müjdelediler) Sâre adındaki zevcesinden İlhak adındaki oğlunun dünyaya geleceğini müjdelediler.

Zariyat suresi ayet 29
Bunun üzerine eşi bir çığlık içinde yüzünü döndü de elini yüzüne çarpıverdi ve dedi ki: Kısır bir koca kadın!.

O misafirlerin bu müjdesini duyar duymaz Hz. İbrahim'in (eşi) evlerinin bir köşesinde oturarak misafirlerine bakan Hz. Sâre (bir çığlık içinde) a diye hıçkırarak (yüzünü döndü de elini yüzüne çarpıverdi.) kendi ihtiyarlığını düşündü (dedi ki: Kısır) gençliğinden beri çocuk doğurmamış (bir koca kadın!.) bulunuyorum, artık ben nasıl çocuk anası olabilirim?.

Zariyat suresi ayet 30
Dediler ki: Öylecedir, Rab'bin buyurdu. Şüphe yok ki, o hikmet sahibidir bilendir.

O melekler de (Dediler ki: Öylecedir) vermiş olduğumuz müjde gerçekleşecektir, bunu (Rab'bin buyurdu) bu, takdir edilmiştir, biz bu Allah katında takdir edilen keyfiyeti size haber vermiş bulunuyoruz, (şüphe yok ki, hakîm, alîm, O'dur.) O Yüce Yaratıcıdır, O, Her şeye kaadirdir. O'nun her fiili bir hikmete dayanmaktadır, O'na yerde göklerde hiçbir şey meçhul kalamaz. Binaenaleyh öyle seçkin bir oğulun meydana geleceği de Allah'ın kudretine göre asla uzak görülemez.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zariyat suresi ayet 31
İbrahim Aleyhisselâm dedi ki: O hâlde mühim işiniz neden ibarettir?. Ey gönderilmiş zâtlar!.

Bu mübarek âyetler de Hz. İbrahim'in yanına gitmiş olan meleklerin ne gibi bir maksatla gönderilmiş olduklarını bildiriyor. Lût kavmini helak etmekle emrolunduklarını ve onların yurdunda bir müslüman ev halkından başkasını bulamadıklarını haber veriyor. Ve o kavmin yurtlarında haktan korkanlar için bir işaret bırakılmış olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm, o meleklere (Dedi ki: O hâlde mühim işiniz neden ibarettir?.) bu müjdeden başka yerine getirmekle mükellef bulunduğunuz başka ne gibi mühim bir vazifeniz vardır?, (ey gönderilmiş zâtlar!.) Allah tarafından gönderilmiş olan mübarek Melekler!.

Hatb;
Korkunç iş, pek mühim haber demektir.


Zariyat suresi ayet 32
Dediler ki: Şüphe yok, biz günahkâr olan bir kavme gönderildik.

O melekler de cevaben (Dediler ki: Şüphe yok, biz günahkârlar olan bir kavme gönderildik.) yâni: Pek ziyade ahlâkî rezalet sahihleri bulunan Lût kavmini helak etmekle emrolunmuş bulunmaktayız.


Zariyat suresi ayet 33
Onların üzerlerine çamurdan taşlar yağdırmak için.

O pek günahkâr kimselerin (üzerlerine çamurdan) pişirilmiş, taş kesilmiş, balçık nevinden olan, cehennemi (taşlar yağdırmak için.) gönderilmiş bulunmaktayız.


Zariyat suresi ayet 34
Aşırı gidenler için Rab'bin katında işaretlenmiş olarak -o taşlar atılacaktır-.

Yâni: Şeriatın sınırlarını aşan, kendileri için mübâh olan şeylere kanaat etmeyen kimseler için (Rab'bin katında) onun emr ve takdiriyle (işaretlenmiş) onların helakine tahsis edilmiş (olarak) o taşlar başlarına atılacaktır. Öyle bir azab yağmuruna uğrayacaklardır.


Zariyat suresi ayet 35
Artık orada bulunan müminlerden kim var ise çıkardık.

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık orada) O Lût kavminin beldelerinde (bulunan müminlerden kim var ise çıkardık.) onlar, semâdan yağacak azabtan emin olmaları için bulundukları beldelerden dışarı çıkarı I mı; oldular, onların haklarında böyle bir ilâhî koruma tecellî et mi; bulundu.


Zariyat suresi ayet 36
Fakat orada müslümanlardan bir ev halkından başka bulmadık.

O Lût kavminin bulunduğu beldelerde (müslümanlardan) açık ve gizli olarak İslâmiyet'le, Allah'ın dini ile vasıflanmış kimselere âid (bir ev halkından başka bulmadık.) bütün onların yurtlarını müslüman olmayanların evleri teşkil ediyordu. Yalnız, Lût Aleyhisselâm'a âid ev müstesna, orada kendisiyle beraber aile fertleri bulunuyordu. Bunlar bir rivayete göre onüç zâttan ibaret idi, onlar imânları sayesinde kurtuluşa ermişlerdi.


Zariyat suresi ayet 37
Ve pek acıklı azabtan korkacaklar için orada bir işaret bıraktık.

ilâhî cezadan, temiz yaratılışları ve kalblerinin yufka olması sebebiyle (korkacaklar için orada) o Lût kavminin yurtlarında ikâmetgâhlarında (bir alâmet bıraktık) onların helakini göstermek için Şam ile Hicaz arasında bulunan yurtlarının harabeleri gibi, oraları istilâ etmiş kokmuş dereler gibi veyahut başlarına yağmış taş parçaları gibi ibret verici, tarihî bir işaret bırakmış olduk, tâki: Sonraki kavimler de onlardan bir ibret dersi alsınlar, Allah'ın azabını düşünüp uyanık bir hâlde yaşasınlar.


Zariyat suresi ayet 38
Musa'da da -onun kıssasında da ibret vardır- o vakit ki: Onu Fir'avun'a apaçık bir delîl ile gönderdik.

Bu mübarek âyetler de Musa Aleyhisselâm'ın Ad, Semud ve Hz. Nûh kavminin kıssalarına işaret ediyor. Fir'avun gibi inkarcıların, fâşıkların nasıl felâketlere, yıldırımlara, azablara kavuşturulmuş olduklarını birer ibret ve uyanma vesilesi olmak üzere beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Musa'da da) Yâni: O muhterem Peygamberin kıssasında da akıllıca düşünen kimseler için ibret vardır (o vakit ki: Onu) o Yüce Peygamberi (Fir'avun'a apaçık bir delil ile gönderdik) Evet.. Birer açık delil olan Asa ve Yed-i Beyzâ gibi mucizeler ile giderek Fir'avun'u tevhid dinine davet etti.


Zariyat suresi ayet 39
fir'avun hemen bütün kuvvetiyle yüz çevirdi ve dedi ki: O, bir büyücüdür veya bir delidir.

Fakat fir'avun, o inkarcı, kibirli şahıs, bu davete icabet etmedi (Hemen bütün kuvvetiyle) kendi zorbalığıyla, kendisine güvendiği ordusuyla, (yüz çevirdi) hakkı kabulden dönüp kaçındı, imâna yaklaşmadı (ve) bilâkis (dedi ki: bana böyle bir teklifte bulunan kişi (Bir büyücü veya bir delidir.) ki, benim gibi kuvvetli bir hükümdara karşı böyle bir teklifte bulunmaya cür'et etmiş oluyor. Mel'un Fir'avun, gördüğü hârikalara karşı hayrette kalmış, onları bir sihir eseri sanmış, sonra da tenakuza düşerek o mucizeleri gösteren pek muhterem bir zâta mecnun demek alçaklıdığında bulunmuştu.


Zariyat suresi ayet 40
Artık O'nu da, ordularını da yakaladık, hemen onları denize atıverdik. Ve O, kınanacak şeyleri yaparken -öyle bir felâkete uğramış oldu

Yüce Yaratıcı da buyuruyor ki: (Artık O'nu da) O Fir'avun melununu da ve onun güvendiği (ordularını da yakaladık) Allah'ın kudret pençesinde zayıf bir hâlde kaldılar (hemen onları denize atıverdik) Fir'avun da ve onun güvendiği askerleri de denizin dalgaları arasında helak olup gittiler (ve O) Fir'avun (kınanacak şeyleri yaparken) yâni: Küfr gibi, taşkınlık gibi kınamayı gerektiren ve ezâ sebebi olan kötü iddialarda, hareketlerde bulunurken öyle yakalanarak Allah'ın kahrına uğramış, lâyık olduğu cezaya kavuşmuştu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zariyat suresi ayet 41
Ve Ad -kavminin kıssasında- da -ibret vardır- o vakit ki, onların üzerlerine fâidesiz, zararlı rüzgârı gönderdik.

(Ve Ad) Kavminin kıssasında (da) her akıl sahibi için bir ibret vardır, (o vakit ki, onların üzerlerine fâidesiz) Bilâkis pek (zararlı) bir (rüzgârı gönderdik) Hûd Aleyhisselâm'ı, tasdik etmeyen o inkarcı kavim de helake uğradı.

Zariyat suresi ayet 42
Üzerine her uğradığı şeyi bırakmıyordu, illâ ki, onu çürümüş bir gül gibi kılmış oluyordu.

Şöyle ki: O kavme yönelen o müthiş rüzgâr (Her uğradığı şeyi bırakmıyordu.) onu kendi hâlinde terk etmiyordu (illâ ki: Onu çürümüş) bozulmuş (biz gül gibi kılmış oluyordu.) artık o rüzgârın çarptığı şeyler, kendi varlıklarını muhafaza edemez bulunuyordu.

Zariyat suresi ayet 43
Semud'da da -onun kıssasında da ibret vardır- o vakit onlara denilmişti ki: Bir zamana kadar fâidelenin.

(Semud'da da) O kavmin kıssasında da akıl sahihleri için bir öğüt, bir ibret vardır, (o vakit onlara) Nübüvvetini inkâr ettikleri Peygamberleri Salih Aleyhisselâm tarafından (denilmişti ki: Bir zamana kadar faydalanın.) evlerinizde üç gün kadar daha yaşayınız, sonra nasıl bir azaba uğrayacağınızı göreceksinizdir.

Zariyat suresi ayet 44
Onlar ise Rab'lerinin emrine uymaktan kaçındılar, artık onları bakar oldukları hâlde yıldırım yakaladı.

Onlar ise Verilen nasihatları, ihtarları dinlemediler (Rablerinin emrine uymaktan kaçındılar, artık onları bakar oldukları hâlde yıldırım yakaladı) gök tarafından gelen bir müthiş yıldırım ile helak olup gittiler.

Zariyat suresi ayet 45
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

O Semud kavmi (ayağa kalkacak güçleri de kalmamış) bir kaçmaya güç yetiremediler, bir kaçacak yere sahip bulunmadılar (ve yardım edenleri de olmamıştı) kendilerini azabtan kurtarabilecek bir yardımcıya nail olamadılar. Büsbütün mahvolup gittiler.


Zariyat suresi ayet 46
Nüh kavmini de evvelce -helak ettik- şüphe yok ki, onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.

Tufan ile helak ettik (şüphe yok ki, onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardı.) Onlar da Ad ve Semud gibi kavimlerden evvel işledikleri isyan ve kötülük yüzünden, haram şeyleri işlemeye düşkünlükleri yüzünden, Peygamberleri olan Hz. Nuh'un n as i hat I arını, tavsiyelerini kabul etmemeleri yüzünden bir azab tufanı ile mahvolup bitmişlerdi. Elbette kudret eserlerini dikkate alıp Kâinatın yaratıcısının birliğini, kudret ve büyüklüğünü tasdik etmeyen Peygamberlerinin tebliğlerine ehemmiyet vermeyen cemiyetlerin akıbetleri böyle pek müthiştir. Bu beyân olunan kavimlerin kıssaları için "Hûd, İbrahim ve Enbiyâ" sürelerine de bakınız.


Zariyat suresi ayet 47
Ve göğü bir kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki, biz elbette kaadirleriz.

Bu mübarek âyetler. Yüce Yaratıcının haşr ve neşre kaadir olduğunu isbat için göklerin ve yerin ve herşeyin birer çiftin nasıl mükemmel bir şekilde yaratılmış olduğuna dikkatleri çekiyor. Cenab-ı Hak'ka sığınılmasını ve O'nun ortak ve benzerden uzak olduğunu bildiriyor. Resül-i Ekrem'in de insanlara Allah'ın azabını hatırlatmak için O'nun tarafından gönderilmiş, pek açık bir beyân sahibi bir Yüce Peygamber olduğunu ifâde etmektedir. Şöyle ki: (Ve göğü bir kuvvetle) Pek muazzam olan bir kudretle, bir şiddetle (bina ettik) varlık alanına getirdik (ve şüphe yok ki, biz) yâni: Büyüklük ve yücelikle vasıflanmış olan ilâhî zatını (elbette kaadirleriz.) Böyle nice âlemleri meydana getirmeğe kaadiriz. Evet.. Yüce zâtın kudret ve hâkimiyeti pek geniştir, mahlûkatı idareye, onların yaşamalarını, geçimlerini sağlamaya fazlasiyle kâfidir.


Zariyat suresi ayet 48
Yeri de döşedik, ne güzel döşemcilerdir.

Evet.. O Kerem Sahibi Yaratıcı buyuruyor ki: (Yeri de döşedik) Onu pek geniş bir hâlde vücuda getirdik, orada hayat kaynağı olan şeyleri yarattık, üzerinde insanların ve daha nice hayat sahiplerinin yaşamaları mümkün olmaktadır. Evet.. Bizler (ne güzel döşeyicilerdir) ki: Bu kadar eserleri meydana getirmiş bulunuyoruz. Evet.. Bütün göklerdeki, yerlerdeki pek muazzam eserleri meydana getirip her tarafa yaymış ve dağıtmış olan, ancak tam bir hikmet ve yücelikle vasıflanmış bulunan ilâhî zâtıdır, ondan başkası değildir.

Mâhid; Açıp döşeyen demektir.


Zariyat suresi ayet 49
Ve herşeyden iki çift yarattık. Tâki, düşünesiniz.

O Yüce Yaratıcı, kudret eserlerine dikkatleri çekmek için şöyle de buyuruyor: (herşeyden iki çift yarattık) yâni: İki nevî olarak vücuda getirdik. Meselâ: Gök ile yer, güneş ile ay, gece ile gündüz deniz ile karalar birer çifttir. Kezâlik: Hidâyet ile sapıklık, mutluluk ile mutsuzluk, hayat ile ölüm, ışık ile karanlık, güzellikle çirkinlik, birer çifttir. Bütün bunlar böyle vücuda getirilmişlerdir, (tâki,) Ey insanlar!, (tefekkür edesiniz) Bunları dikkate alarak Allah'ın kudretini düşünesiniz, anlayasınız: Bu kadar çeşitli eserleri meydana getiren bir Yüce Yaratıcı, elbette ki, insanları öldürdükten sonra tekrar yaratmaya da, onları başka bir âleme sevk etmeğe de her şekilde kaadirdir.


Zariyat suresi ayet 50
Artık Allah'a kaçın, şüphe yok ki, ben sizin için onun tarafından apaçık bir korkutucuyum.

Ey insanlar!. Bu kadar muazzam eserlerini düşününüz bunların yaradılışlarındaki hikmet ve faydayı dikkate alınız da (Allah'a kaçın) O'nun ilâhî zâtına sığının, her işinizde O'na güvenin, teslimiyette bulunun, başarıyı Ondan dileyiniz. Bu gibi ilâhî emirleri insanlığa bildirmekle emrolunan Yüce Peygamber adına da şöyle buyuruluyor: (şüphe yok ki, ben) Son Peygamber (sizin için) sizi aydınlatmak ve irşâd için (O'nun) Cenab-ı Hak'kın (tarafından apaçık bir korkutucuyum.) sizlere Allah'ın azabını açıkça ihtar ediyor, sizleri uyandırmaya çalışıyor, istikbâlinizin selâmet ve saadetini sağlamak istiyorum. Artık bunu takdir etmeli değil misiniz?.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zariyat suresi ayet 51
Ve Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Muhakkak ki, ben sizin için ondan apaçık bir korkutucuyum.

Ey Allah'ın kulları!. (Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin) Yüce varlığın birliğini, kudret azametini bilip yalnız ona kullukta bulunun, onu biri eğin ve tesbîhe devam ediniz, küfr ve şirke düşerek kendinizi ebedî azablara uğratmayınız (muhakkak ki, ben sizin için O'ndan) yalnız o ortak ve benzerden uzak olan Yüce Yaratıcıdan (bir apaçık korkutucuyum.) O'nun birliğini inkâra, emirlerine muhalefete cür'et edenlerin pek şiddetli azablara uğrayacaklarını size ihtar ediyorum. Tâki, bu hakikatları güzelce düşünesiniz, imân nuru ile kalblerinizi aydınlatarak hayatınızı, saadetinizi temîne muvaffak olasınız. İşte insanlığa böyle bir Yüce Peygamberin gönderilmiş olması, ne büyük bir ilâhî lütuf!. Yazıklar olsun bunu bilip takdir etmeyenlere.


Zariyat suresi ayet 52
Böylecedir. Onlardan evvelkilere de bir Peygamber gelmedi ki: İllâ: Sihirbazdır veya mecnundur dediler.

Bu mübarek âyetler, Hz. Peygamber'e teselli veriyor, ondan evvelki Peygamberlere de kavimleri tarafından sihirbazlık ve cinnet isnad edilmiş olduğunu bildiriyor. O kavimlerin azgın kimseler olduğunu, Yüce Peygamberimizin de öyle inkarcılara iltifat etmeyip müminleri irşada devam buyurmasını emrediyor ve cinlerin ve insanların yaradılışlarındaki gayeyi haber veriyor. Alemlere rızık veren kudret sahibi Yaratıcının kullarından bir rızık, bir yemek dilemediğini beyân etmekte ve zâlimlerin de kendilerinden evvelki zâlimleri gibi azaba, helake uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Son Peygamber!. (Böyledir) Seni inkâr edenlerden evvelki kavimlerin sözleri de böyle Peygamberlerini yalanlamaktan, onlara sihir ve cinnet isnad etmekten ibaret bulunmuştur. Evet., (onlardan) Seni tasdik etmeyen Kureyş müşriklerinden (evvelkilere de) geçmiş kavimlere de (bir Peygamber gelmedi ki, illâ) onu inkâr ettiler, ve ona (sihirbazdır veya mecnundur dediler) binaenaleyh bu inkâr, şimdi görülen bir bid'at değildir, eski kavimler de böyle bir cehalet ve alçaklıkta bulunmuşlardır


Zariyat suresi ayet 53
Bunu birbirine vasiyet mi ettiler?. Hayır.. Onlar azgın bir kavimdir.

O inkarcı kavimler!. (Bunu) Böyle Peygamberlerine karşı sihirbazlık ve cinnet isnadını, bu gibi pek çirkin lâkırdıları (birbirine vasiyet mi ettiler?.) bundan dolayı mıdır ki, bu alçaklıkta ittifakları görülüyor. (Hayır) Böyle bir tavsiye vâki olamaz, aralarında asırlarca uzaklık vardır, (onlar azgın bir kavimdir.) Böyle Peygamberlerine karşı inkârda, hürmete aykırı lâkırdılarda bulunanlar, ilâhî dinin sınırlarını tecâvüz etmiş, sapık kimselerdir.


Zariyat suresi ayet 54
İmdi onlardan yüz çevir, artık sen kınanılacak değilsin.

Ey Yüce Peygamber!, (onlardan) O seni tasdik etmeyen câhillerden (yüz çevir) onlardan kaçın, onlara iltifatta bulunma, onların İslâmiyet'i kabul etmediklerinden dolayı üzülme, (artık sen kınanılacak değilsin.) sen onlardan yüz çevirdiğinden dolayı kınama ve yerilmeye uğramayacaksın. Çünkü sen peygamberlik vazifeni lâyıkiyle yerine getirmiş onlara lâzım gelen tebliğlerde ihtarlarda bulunuyorsun.

Müfessirler diyorlar ki: Bu âyet-i kerîme nazil olunca Resül-i Ekrem Efendimiz mahzun olmuştu, Ashâb-ı kirama da ağır gelmiş, artık ilâhî vahyin kesilmiş, azabın ortaya çıkmasının kesinleşmiş olduğu zânnında bulunmuşlardı. Çünkü, Resûl-i Ekrem, insanlardan yüz çevirmekle mükellef bulunuyordu. Fakat bu zân ve üzüntüyü gidermek için şu âyet-i kerîme nazil oldu.


Zariyat suresi ayet 55
Ve sen öğüt ver. Çünkü, şüphe yok, öğüt, müminlere fayda verir.

Yüce Peygamber!, (sen) Yine (öğüt ver) öğüdüne, nasihatına devam et (çünkü, şüphe yok, öğüt) verilecek bir nasihat, yapılacak bir ihtar (müminlere fâide verir.) onların kalbleri saf, itikatları güzel olduğu için kendilerine karşı yapılan öğütlerden pek yararlanırlar, o sayede basiretleri artar, kalbi kanaatları daha fazla kuvvet bulmuş olur. ancak kabiliyetten mahrum olanlara, dinsizliklerinde sebat edip duranlara karşı yapılacak bir öğüt, onlara bir fâide veremeyeceği için terk edilebilir.


Zariyat suresi ayet 56
Ve cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

İnkâr eden, ibâdet ve itaatten kaçınanlar, ne kadar câhilce ve azabı gerektirici bir şekilde hareket etmiş oluyorlar, bunlar, hiç düşünmüyorlar mı ki: Kendileri elbette boş yere yaratılmış değildirler. İşte onların yaratılış gayesini Cenab-ı Hak şöylece beyân buyuruyor. (Ve cinleri ve insanları yaratmam) Boş yere vücuda getirmedim (ancak bana ibâdet etsinler diye) yarattım. Onların vazifeleri. Yüce Yaratıcının birliğini bilmek, onun yüce bir mâbud olduğunu tasdik ederek ilâhî zâtına kullukta bulunmaktır. Onlar esasen böyle bir bilgiye kabiliyetli bir hâlde yaratılmışlardır. Eğer böyle bir kabiliyete başlangıçta sahip olmasalar idi zâten mükellef bulunmazlardı. Ve onlar eğer yaradılmamış olsalar idi bu kabiliyete, bu marifet şerefine nail olamazlardı. Halbuki, onlar yaratılmışlardır, kendi varlıkları da kendilerini yaratmış olan bir Kerem Sahibi Yaratıcının varlığına bir şâhiddir. Artık o Rabbülâlem'inin varlığını, birliğini bilip tasdik etmeleri icâbetmez mi?.

Özellikle kendilerini uyandırmak için, kendilerini kulluk vazifelerinden haberdar etmek için kendilerine Allah tarafından mübarek Peygamberler de gönderilmiştir. Artık hiçbir kimse, kendi cehaletini bir mazeret makamında ileri süremez.


Zariyat suresi ayet 57
Ve ben onlardan bir rızk istemiyorum ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.

Allah Teâlâ, bir lütuf ve ihsan olmak üzere bu mükellef mahlükatı yaratmıştır. Onlardan yüce varlığı için bir fâide asla düşünülmüş değildir. İşte bu hakikati beyân için de buyuruyor ki: (Ben onlardan) O cinlerden ve insanlardan (bir rızk istemiyorum) Allah'ın sânı, böyle birşeyi istemekten yücedir, asıl âlemin rızık vericisi olan, kendisidir, kullarının hiçbir çalışma ve gayretine muhtaç değildir, (ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.) Kendilerinden değil rızk vermeleri, bir yemek yedirmeleri bile istenilmemektedir, Allah'ın sânı, böyle şeylere ihtiyaçtan uzaktır. Ancak kullarının kendi menfaatleri içindir ki, öyle kulluk vazlfeleriyle mükellef bulunmuşlardır.


Zariyat suresi ayet 58
Şüphe yok ki, Allah'tır, rızkı veren, güç ve kuvvet sahibi olan O'dur.

Şüphe yok ki, Allah'tır Sırf O'nun yüce varlığıdır, bütün kullarına (rızkı veren, güç ve kuvvet sahibi olan) ancak (O'dur.) Şüphesiz inandık artık öyle bir kerem sahibi Yaratıcı kullarına muhtaç olur mu?. Onlardan kutsal varlığı için bir fâide bekler mi?.


Zariyat suresi ayet 59
Şüphe yok ki, zulm eden kimseler için arkadaşlarının nasibleri gibi birçok nasib vardır. Artık acele etmesinler.

Şüphe yok ki, zulm eden kimseler için Yâni: Dinsizliği seçen ve isyanları işleyip kendi nefslerine zulmeden şahıslar için (arkadaşlarının nasibleri gibi birçok nasib vardır.) yâni: Bilâhare zulm edenler için geçmiş kavimler arasında bulunup nefslerine zulmetmiş, Peygamberlerini inkâr eylemiş dinsizlerin azabtan olan nasibleri gibi nasibler vardır. Bu sonraki inkarcılar da o evvelki inkarcılar gibi azablara, Allah'ın kahrına uğramış olacaklardır, (artık acele istemesinler.) Yâni: O azabların başlarına ne zaman geleceğini bir alay yoluyla sorup duranlar, o azabların gelmesini inkarcı bir şekilde acele isteyenler, o azablara ergeç yakalanacaklardır, takdir edilen zaman gelince o azab meydana gelir, Cenab-ı Hak, Her şeye kaadirdir, onu hiçbir şey âciz bırakamaz, şüphe yok ki, o korkunç azabları o lâyık olanların başlarına getirmeğe de fazlasiyle kaadirdir. Buna inancımız tamdır.

Zenub;
Nâsib demektir, su ile dolu büyük kova, arka eti ve uzunkuyruklu at mânasında da kullanılmaktadır. Çoğulu, zenâyibdir.


Zariyat suresi ayet 60
Artık başlarına gelecek günlerinden dolayı vay!. Kâfir olan kimselere.

Artık O (vâ'd olundukları günlerinden dolayı) kıyamet gününde başlarına gelmesi vâ'd ve takdir edilen azabın gelmesinden dolayı (vay) şiddetli azab, müthiş felâket (kâfir olan kimselere.) Evet.. Aklen inkârı mümkün olmayan bir nice parlak delilleri inkâra cür'et ederek dinsizlik içinde yaşayan inkarcılar için pek müthiş bir azab takdir edilmiştir ve muhakkaktır. Artık onlar hiçbir kurtuluş çaresi bulamayacaklardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kamer suresi ayet 1
Kıyamet yaklaştı ve ay ikiye ayrıldı.

Bu mübarek âyetler, kıyametin yaklaştığını, ay'ın ikiye ayrıldığını, kâfirlerin ise kendi nevalarına uyarak gördükleri mucizelerden yüz çevirir olduklarını bildiriyor. İnsanları uyandıracak olan son derece hikmetli öğütlerin varlığına rağmen dinsizlerin o mevîzelerden kaçındıklarını teşhir ediyor. Fakat kıyamet kopunca bir çağrı sesi ile inkarcıların kabirlerinden nasıl müthiş bir şekilde çıkacaklarını ve o günün şiddetini itirafa mecbur olacaklarını beyân buyurmaktadır, şöyle ki: (Kıyamet yaklaştı) Kıyametin kopacağı saat, yakin oldu, bu dünyanın sona ermesine pek az bir zaman kaldı. Çünkü, dünyanın belki milyonlarca sene evvel yaratılmış olduğuna göre kalan devamı, ne kadar bir nice sene olsa da yine nispeten pek az bir müddet demektir, (ve) Özellikle bunun yaklaştığına büyük bir alâmet olmak üzere (ay ikiye ayrıldı) Son Peygamberin bir mucizesi olmak için onun bir işaretiyle ay, iki parçaya ayrılıp sonra yine eski vaziyetini aldı. Evet. En muteber tefsirlerde ve sahîh-i Büharî ve Müslim gibi en makbul hadis kitaplarında genişçe beyân olunduğu üzere Hz. Peygamberin hicretinden beş sene kadar önce, Mekke ahâlisi, Resûl-i Ekrem'den bir mucize talebinde bulundular. Yüce Peygamber Efendimiz de mübarek eliyle ay'a işaret etti, ay derhal iki kısma ayrıldı, bir kısmı Hira dağının üstünde, diğer bir kısmı da aşağı tarafı karşısında görülmeğe başladı, sonra da yine birleşerek eski vaziyetini almış oldu.

Ay'ın ikiye ayrılmasının bir mucize olmak üzere Hz. Peygamber zamanında vuk'u bulduğuna bütün müslümanlar inanırlar. Şerh-i Mevakıf'da deniliyor ki: Bu ay'ın ikiye ayrılması hâdisesi, tevatüren sabittir. Allâme İbnüssübki de bunu tercih etmiştir. Bu, Kur'an-ı Kerimde hakkında âyet bulunan bir olaydır ve Sahihayn'da vesâirede rivayet olunmuştur, bunun tevatür yoluyla sabit olduğunda şübhe edilemez. Buna dâir Hz. Ali ve Hz. En es ile İbn-i Mes'ut ve İbn-i Ab bas gibi Ashâb-ı kiram'd an sahîh rivayetler vardır. Tefsîr-il Alusî, Sirac-ül Münîr. Bu ay'ın ikiye ayrılmasının ileride kıyamet zamanı vuk'u bulacağına veya bu ikiye ayrılmadan maksat, ay'ın doğuşu zamanında karanlığın dağılıp bertaraf olacağından ibaret bulunduğunu iddia, asla uygun değildir.

Bu ay'ın yarılması olayının en büyük aklî ve naklî delili bu âyet-i kerîmedir. Eğer böyle bir inşikak, vuk'u bulmamı; olsa idi, bu âyet-i kerîme, nasıl tebliğ edilebilirdi. Şüphe yok ki, o takdirde bu âyet-i kerîme, tekzîb edilirdi ve Resûl-i Ekrem'e imân edenler bulunmazdı. Bu hâdiseyi dışardan gelenler de görmüş olduklarını söylemişlerdir. Kıyamet koptuğunda yalnız ay değil, bütün gök cisimleri parçalanacak, darmadağın bir hâle gelecek, kim bilir daha nasıl bir vaziyet alacaklardır. Artık o cisimler arasında nispeten çok küçük bulunan ay'ın ikiye ayrılmasını özellikle söz konusu etmek nasıl uygun olabilir?. Sonra kıyamette görülecek hâdiseleri hiçbir kimse inkâr ederek sihirdir diyemez. Halbuki ay'ın yarılmasını görenlerin onu bir sihir eseri sandıklarına yine Kur'an-ı Kerim işaret buyuruyor. Demek ki, o yarılma, Hz. Peygamber zamanında meydana gelmiştir.

Bir kere düşünmeli!. Allah'ın kudretine göre öyle bir yarılmanın vukuu nasıl inkâr edilebilir?. Bu yarılma hâdisesi, bir hârika olmakla beraber haddizatında mümkündür. Her cisim, bölünmeyi ve bütünleşmeyi kabul ettiği gibi ay da eder. Her mümkün olan şey ise, ilâhî kudret ile elbette ki, meydana gelebilir. Yeryüzünde büyük büyük dağların yarılması vadilerin ortaya çıkması, karaların denizlere ve tersine denizlerin karalara dönüşmesi görülmektedir. Bu değişmeleri meydana getiren zelzeleleler, infilâklar ile birer âdi sebeptir ki, onlar da ilâhî takdir ile vücude gelmektedir. Artık Kâinatın Yaratıcısı Hazretleri, böyle âdi sebeplere ihtiyaç bırakmaksızın da öyle yarılmaları meydana getirebilir. Buna inanmışızdır. Bununla beraber bir kısım ilim adamlarının iddialarına göre yerküresi ile bir kısım yıldızlar, esasen güneşten ayrılmışlardır, bir gün yine güneş ile birleşeceklerdir. Artık onlar da ay'ın bu yarılmasının mümkün olduğunu elbette ki, inkâr edemezler.

Şöyle de denilmektedir ki: Bu yarılma hâdisesi, meşhur hadisler ile sabittir. Geceleyin meydana geldiği için bunun vukuu tevatüren rivayet edilmemiş olabilir. Ve ay'ın safhaları, aynı zamanda yerküresinin her tarafında aynı şekilde görünemez, o hâdise bâzı yerlerde görülememiş olabilir. Fakat bu tevatürün olmaması, bu mucizenin vukuunda tereddüde sebep olamaz. Bunun vukuuna âyet-i kerîme işaret buyuruyor. Şu kadar var ki, bu yarılmanın meydana gelişi itibariyle mütevatir değildir. Âyet-i kerîme de bu hususta açık ve kesin bir delil hükmünde bulunmuyor. Binaenaleyh bunun vuk'u bulmuş olduğuna inanmayanlara kâfir denilmez. Bu hususlara dâir Tefsir-ül Vazih'te ve Tefsir-i Alusi'de geniş bilgi vardır.


Kamer suresi ayet 2
Onlar, bir mucize görecek olsalar, yüz çevirirler, ve daimî bir büyüdür, derler.

O müşrikler (bir mucize) Hz. Muhammed'in peygamberliğinin hakikatin kendisi olduğuna dâir bir alâmet, bir hüccet (görecek olsalar ondan yüz çevirirler) onu kabul etmezler, (ve daimî) kuvvetli ve şiddetli veya gelir geçer gider, devam etmez (bir büyüdür derler.) o mucizeyi bir sihir sanırlar. İşte ay'ın yarılması hakkındaki bâtıl kanaatları da böyledir. O muazzam hârikayı da gördükleri hâlde yine inanmamışlar, onu bir sihir eseri sanmışlardı.


Kamer suresi ayet 3
Ve onlar, tekzîb ettiler ve kendi nevalarına uydular. Halbuki, her iş kararlaşmıştır.

O müşrikler (tekzîb ettiler) Hz. Peygamber'in gösterdiği mucizeyi inkâra cür'et gösterdiler (ve kendi nevalarına uydular) şeytanî vesveselere, bâtıl kuruntulara tâbi oldular, öyle ay'ın ikiye ayrılması gibi açık, parlak bir mucizeyi sihir sandılar (halbuki, her iş, kararlaşmıştır.) takdir edilen şeylerden herbiri bir gayeye ulaşacaktır. İste o cümleden olmak üzere son peygamberin peygamberliği de yerleşecek, onun yüce sânı da ortaya çıkacak, gösterdiği şeylerin birer hakikî mucize olduğu ortaya çıkmış bulunacaktır. O inkarcıların sonları da bir pişmanlıktan, bir elîm azabtan ibaret olacaktır. Nitekim Bedr savasında ve diğerlerinde öyle bir mağlûbiyete uğramış uhrevî azaba kavuşmuş oldular.


Kamer suresi ayet 4
And olsun ki, onlara haberlerden öylesi gelmiştir ki, onda sakındıracak öğüt vardır.

And olsun ki, onlara O ay'ın ikiye ayrılmasını, Resülullâh'ın peygamberliğini inkâr eden inkarcı, inatçı kimselere, Kur'an-ı Kerim'de ve diğer peygamberlerin sahifelerinde (haberlerden öylesi gelmiştir ki,) eski kavimlerin Peygamberlerini inkârları yüzünden nasıl felâketlere, azablara uğramış olduklarına âid tarihî kıssalar, müthiş vak'alar bildirmiştir ki, (onda) o gelen haberlerde, insanları inkarcı hareketlerden (sakındıracak öğüt vardır.) artık o gibi haberlerden, kıssalardan bir uyanma dersi alınması gerekmez mi?.

Müzdecer;
Yasaklayan ve men eden, sakındıran öğüt demektir.


Kamer suresi ayet 5
Son derecedeki bir hikmettir. Fakat bu korkutucular bir fâide vermiyor.

Evet.. O haberler, kıssalar (Son derecedeki bir hikmettir) insanları uyandırmak için, hidâyet yoluna sevk etmek için en mükemmel bir nasihattir, (fakat bu korkutucular,) Bu felâketleri, azabları ihtar eden öğütler, o inkarcılara (bir fâide vermiyor.) onlar güzelce düşünmedikleri için, câhilce bir hâlde yasamayı benimsedikleri için hiçbir öğütten, hiçbir kıssadan bir ibret hissesi almıyorlar. "Nüzür" lâfzı "nezir'in" çoğuludur ki, münzir yâni korkutucu olanlar demektir. Bir de "Nüzür" kelimesi inzar, yâni korkutmak, tehdîd etmek mânasında kullanılmaktadır.


Kamer suresi ayet 6
Artık sen onlardan yüz çevir. O gün ki, davetçi bir korkunç, hoş, olmayan bir şeye davet eder.

Ey son peygamber!, (sen onlardan) O inkarcı, inatçı şahıslardan (yüz çevir) onlar ile tartışmada bulunma, onlar verilen nasihatlardan, bildirilen kıssalardan faydalanacak bir durumda bulunmuyorlar, (o gün ki, dâvetçi) yâni: İsrafil Aleyhisselâm, onları (bir korkunç, hos olmayan bir şeye davet eder) hesap mevkiine çağırır, onlar da kıyametin pek müthiş korkutucu hâllerini görmüş olurlar.

"Nükür"
misli görülmemiş olup akılların çirkin saydığı sey demektir.


Kamer suresi ayet 7
Gözleri zeliller olarak kabirlerinden çıkacaklardır. Sanki onlar dağılmış çekirgelerdir.

O gün, o kâfirler (Gözleri zeliller olarak) büyük bir zillete bir hayrete tutulmuş bulunarak (kabirlerinden çıkacaklardır.) yeniden hayat bulacaklardır, (sanki onlar) O kabirlerinden çıkacak olanlar (dağılmış çekirgelerdir.) öyle pek büyük bir kalabalık, bir dağınıklık hâlinde etrafa yayılacaklardır, nereye varacaklarını kesti re meye çeklerdir.

"Hussâ"
kelimenin tekili olan"Hasî" lâfzı: Zelil, mütevazî, sakin, yatışmış manasınadır.


Kamer suresi ayet 8
O davet ediciye koşucular olarak kâfirler derler ki: Bu çok çetin bir gün.

Artık o kabirlerinden çıkanlar (O davet ediciye koşucular olarak) O'na tâbi olacaklardır. O'na muhalefete, O'ndan geri kalmaya asla cesaret edemeyeceklerdir, (kâfirler) de (derler ki: Bu) bulunduğumuz vakit, (çok çetin bir gün.) son derece şiddetli, korkunç bir zaman!. İşte Peygamberlerini inkâr eden, onların gösterdikleri yolu tâkib etmeyen kâfirlerin akıbetleri böyle bir felâkettir. Artık Son Peygamber Efendimizin zamanındaki inkarcılar da o eski kâfirlere âid haberleri, kıssaları bir ibret için göz önüne ve tefekküre almalı değil midirler?.

"Muhtıîn"
kelimesi süratle koşan, itaat eden ve boyun eğen manasınadır.


Kamer suresi ayet 9
Bunlardan evvel Nûh kavmi tekzîb etti. Artık kulumuzu yalancı sandılar ve mecnun dediler ve -peygamberliğini tebliğden- vaz geçirilmiş idi.

Bu mübarek âyetler Nûh Aleyhisselâm'ın kıssasını ve O'nun sonrakiler için nasıl bir ibret vesilesi olduğunu bildiriyor. Kur'an-ı Kerimin de nasıl kolaylıkla anlaşılacak bir ilâhî öğüt bulunduğunu haber veriyor. Bunlardan bir uyanma payı alamayanların da hâllerinin rezaletine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Bunlardan evvel) Mekke-i Mükerreme'deki müşriklerden önce (Nüh kavmi) Peygamberleri olan Nûh Aleyhisselâm'ı (tekzîb etti) onun peygamberliğini inkârda bulundular. Evet.. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (artık) O kavim (kulumuzu) o muhterem kulumuz olan Nûh Aleyhisselâm'ı (yalancı sandılar) onun peygamberlik iddiasını tasdik etmediler (ve) öyle bir Yüce Resule (mecnun dediler) onun sözlerine cinnet ürünü dediler (ve) o Yüce Peygamber, artık risâletini o kavme tebliğden (vazgeçirilmiş idi) o kavim, o mübarek zâta birçok ezâ ve cefâda bulundular ve "Ey Nûh!. Eğer bu peygamberlik iddiana son vermez isen elbette taşlanmışlardan olursun" diye tehdite cür'et gösterdiler, mübarek zâtın peygamberlik görevini ifâ etmesine engel oldular. Bu ilâhî beyân, Son Peygamber Efendimiz hakkında bir teselliyi içermektedir.

"Uzdücir"
tâbiri, çeşit çeşit ezâ ve cefâ ile peygamberlik görevini tebliğden yasaklandı ve men edildi demektir.


Kamer suresi ayet 10
O da Rab'bine dua etti. Şüphe yok ki, ben mağlûbum, artık intikam al -diye niyazda bulundu.-

Nûh Aleyhisselâm da (Rab'bine dua etti) hâlini arzederek yalvardı ve Yarabbü. (Şüphe yok ki, ben mağlûbum) Ben bir şahısım, kavmim ise büyük bir cemiyet hâlinde bulunarak maddî kuvvetlere sahip bulunuyorlar, tebliğ ettiğim dinî hükümleri kabule yaklaşmıyorlar, bilâkis bana karşı tehakküme suikaste yelteniyorlar. (artık) Ey Yüce mabudum!. O inkarcılardan (intikam al.) diye niyazda bulundu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kamer suresi ayet 11
Biz de gök kapılarını birçok su ile açtık, -pek müthiş bir yağmur yağdırdık-.

Hak Teâlâ Hazretleri de buyuruyor ki: (Bize gök kapılarını birçok su ile açtık) Yâni: Nûh Aleyhisselâm'ın duasını kabul ederek o inkarcı kavmin üzerine gök tarafından müthiş yağmurlar yağdırdık.

"Münhamir"
Ziyade, seyyal, akıcı bulunan demektir.


Kamer suresi ayet 12
Ve yeri de pınarlar halinde fışkırttık. Artık su, takdir edilmiş bir emre binaen birbirine kavuşuverdi.

Ve yeri de pınarlar hâlinde fışkırttık Yeryüzünün her tarafında sular ortaya çıkarak yeryüzünü kaplamış bulundu iartiK sut o goxte yağan, yerden Kaynayıp fışkıran su kitleleri, Allah tarafından (takdir edilmiş bir emre binaen) o kavmin Tufan ile helaki gereğine binaen (birbirine kavuşuverdi.) yeryüzü büyük bir deniz hâline geldi.


Kamer suresi ayet 13
Ve O'nu -Hz. Nuh'u- levhaları ve kenetleri bulunan şey üzerine yükledik.

Hz., Nuh'u, o Tufandan kurtarmak için (levhaları ve kenetleri bulunan birşey) yâni: Tahtalardan ve o tahtaları biriktiren çivilerden, urganlardan teşekkül eden gemi (üzerine yükledik) duasını kabul ederek kendisini ve kendisine imân edenleri o tufan belâsından kurtardık.

"Düşür"
gemiyi bağlayan tahta ve demir, çivi gibi şeyler demektir.


Kamer suresi ayet 14
O gemi bizim gözetimimiz altında akıp gidiyordu. O tekzîb edilmiş olana -Nüh Aleyhisselâm'a- bir mükâfat olarak.

Yüce Yaratıcı Hazretleri buyuruyor ki: Nüh Aleyhisselâm'ın binmiş olduğu gemi (Bizim gözetimimiz altında) korunmuş ve bir selâmet semte yönelerek (akıp gidiyordu) bütün âfetlerden, arızalardan emin bulunuyordu. Böyle harikulade bir şekilde selâmete erdiriliş ise o (tekzîb edilmiş olana) yâni Nüh Aleyhisselâm'a Allah tarafından (bir mükâfat olarak) nasîb olmuştur.


Kamer suresi ayet 15
Ve sânım hakkı için onu -o gemiyi- bir ibret olmak üzere bıraktık, fakat hani hatırlayıp ibret alan?.

O gemiyi (bir ibret olmak üzere bıraktık) dünya tarihinde pek mühim bir hâdise olmak üzere bıraktık. Hattâ deniliyor ki: O gemi uzun bir müddet Cezîre havalisindeki Cûdi dağı üzerinde kalmıştır. Velhâsıl: Bu tufan hâdisesi insanlar için büyük bir düşünme ve uyanma vesilesi bulunmuştur. Bundan her kavim, ibret dersi almalı değil midir?, (fakat hani) Bu hâdiseyi güzelce (hatırlayıp ibret alan?.) yâni: Böyle insanları pek ziyade uyandırmaya ve bir Yüce Yaratıcının varlığını, kudret ve büyüklüğünü göstermeğe vesile olan harikulade bir hâdise malûm, meşhur iken yine insanlığın büyük bir kısmı dinsizlik içinde yaşıyor, kendilerinin de bir gün Nüh kavmi gibi bir müthiş azaba uğrayabileceklerini düşünmüyorlar, bu pek fâideli nasihatlardan faydalanma kabiliyetini gösteremiyorlar, ne yazık bir ruhi durum!.

"Muddekir"
hatırlayan, ibret alan, uyanıkça harekette bulunan kimse demektir.


Kamer suresi ayet 16
Artık benim azabım ve korkutmam nasıl imiş?.

Yüce Yaratıcı Hazretleri şöyle de buyuruyor: (Artık) Bu tufan hâdisesi bir düşünülsün, o münkir kavmin sonunda nasıl bir ilâhi kahra uğramış oldukları bir düşünülsün, (benim azabım ve korkutmam nasıl imiş?.) Bu bir güzelce anlaşılsın. İşte Peygamberleri inkâr eden kâfirce ve kibirlice vaziyet alan her kavmin akıbeti böyle pek feci olacaktır. Bir kısmı dünyada geçici olarak rahat yaşasalar da akıbet, ölerek hak ettikleri azablara kavuşacaklardır. Ne müthiş bir ilâhi tehdit!.

Kur'an-ı Kerim'de tekrar tekrar beyân olunan bu gibi tehditlerde yine bir ilâhi merhamet eseridir ki: Kabiliyetli olan kimseler bunları düşünerek hayatlarını tanzime, kalblerini imân nuru ile aydınlatmaya muvaffak olsunlar. Bunları takdir edemeyenler ise kendilerini kendi kötü tercihleriyle ebedî bir hüsrana mâruz bırakmış olurlar da vaktiyle onun farkında bulunamazlar.


Kamer suresi ayet 17
Ve and olsun ki, biz Kur'an'ı düşünülmek için kolaylaştırdık. Fakat düşünen var mı?.

İşte kerîm mabudumuz şöyle de buyuruyor: (Ve and olsun ki, biz Kur'an'ı düşünülmek) O'ndan ibret alınmak (için kolaylaştırdık) her isteyen Kur'an-ı Kerim'in âyetlerini kolaylıkla ezberleyebilir. Nice masum çocuklar bile Kuran âyetlerini birkaç ay içinde ezberliyor ki, böyle bir kolaylık, hiçbir eserde görülmemektedir ve her isteyen Kur'an-ı Kerim'in beyânları hakkında malûmat edinebilir, o mukaddes kitabın kapsadığı kıssalardan, nasihatlardan yararlanabilir. Elverir ki: Vicdanî bir şevk ile bu yüce gayeye yönelinsin. (fakat) Bu yönü (düşünen) ibret nazarına alıp öğüt alan, günâhlardan kaçınan (var mı?.) ne kadar az!. Birçok kimseler ise bu düşünceden nasipsiz bulunmaktadırlar.


Kamer suresi ayet 18
Ad, tekzîb etti, artık azabım ve tehdidlerim nasıl oldu?

Bu mübarek âyetler de Ad kavminin kıssasına dikkatleri çekiyor, o kavmin dinsizlikleri yüzünden nasıl müthiş bir helake mâruz kalmış olduklarını bildiriyor. İlâhî azap ve tehdidin pek şiddetli olduğunu, Kur'an-ı Kerim'in de ne gibi bir hikmet ve kolaylığa dayanmış bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ad) Kavmi de Peygamberleri olan Hûd Aleyhisselâm'ı (tekzîb etti) onun tebligatını kabul etmeyerek imân nimetinden mahrum kaldı. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (artık) Onların haklarında (azabım tehdidim nasıl oldu?.) onlar da ne kadar müthiş bir azaba uğradılar, korkutulmuş oldukları cezaya kavuştular. Onlardan sonraki inkarcılar da öyle müthiş bir akıbeti düşünmeli değil midirler?.


Kamer suresi ayet 19
Şüphe yok ki, biz onların üzerine uğursuz, devamlı bir günde bir soğuk rüzgâr gönderdik.

O Ad kavminin (üzerine uğursuz) nuhusetli ve (devamlı) helaklerini vücuda getirinceye kadar bu uğursuzluğu devam etmiş (bir günde) yâni: Bir vakit ve müddet için (bir soğuk) pek şiddetli bir gürültüsü olan bir (rüzgâr gönderdik.) bu rüzgâr, yedi gece ve sekiz gün devam etmiş idi.

"Sarsar";
pek soğuk rüzgâr demektir.
"Nahs"
de uğursuz, şeametli şey manasınadır.


Kamer suresi ayet 20
İnsanları koparıyordu. Onlar, sanki dibinden kopmuş hurma kütükleri imişler.

Öyle bir rüzgâr ki, (İnsanları koparıyordu) onları parçalıyordu vücutlarını başlarından ayırarak darmadağın ediyordu, (onlar) Bu azaba uğrayan inkarcı kavim (sanki dibinden kopmuş hurma kütükleri imişler) hayattan mahrum kaldılar, parçalanmış birer cisimden ibret bulunmuş oldular.

"A'caz"
kökler, dipler, asıllar demektir.
"Münkaır"
koparılmış, sökülmüş manasınadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kamer suresi ayet 21
O hâlde nasıl olmuş oldu azabım ve tehdidlerim?.

Artık bir kere düşünülsün, (O hâlde nasıl oldu azabını) ve onların hakkındaki (tehditlerini?.) onlar dünyada öyle müthiş bir cezaya çarpılmış oldukları gibi ahrette de ne büyük azablara uğrayacaklardır! Artık onların bu uğursuz, felâket dolu akıbetlerini başkaları da düşünüp ibret almalı değil midirler?.


Kamer suresi ayet 22
Ve and olsun ki: Biz Kur'an'ı düşünülmek için kolaylaştırdık, fakat düşünen var mı?.

And olsun ki, Bir kesin hakikattir ki, (biz Kur'an'ı düşünülmek için) insanların ondan öğüt alarak dindarca bir hayata nail olmaları için (kolaylaştırdık) her hüsnüniyete sahip olan insan, o apaçık kitaptan istifâde edebilir, (fakat düşünen var mı?.) Bu hakikati güzelce düşünerek o ilâhî kitabın gösterdiği yolu tâkibedenler ne kadar az!. Bu, üzülecek bir hâl değil midir?.


Kamer suresi ayet 23
Semud -kavmi- korkutucuları tekzîb etti.

Bu mübarek âyetler de Semud kavminin gururluca bir vaziyet alıp Salih Aleyhisselâm'ı tekzîb etmiş olduklarını bildiriyor. Bir imtihan için harikulade bir şekilde yaradılışı olan bu deveyi o kavmin boğazlayarak bu yüzden kendilerinin de nasıl bir ilâhî kahra uğramış olduklarını haber veriyor, ilâhî azabın ve Rabbani ihtarın dehşini, Kur'an-ı Kerim'in de ne gibi bir hikmete mebnî kolaylaştırılmış olduğunu beyân ederek bu kutsal kitaptan istifâde edilmesi lüzumuna işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Semud) Kavmi (korkutucuları) kendilerine ilâhî azabı ihtar eden Peygamberleri (tekzîb etti.) Gerçek şu ki, bu kavme yalnız Salih Aleyhisselâm gönderilmişti, fakat onu tekzîb etmeleri, bütün Peygamberleri tezîb hükmünde olduğu için çoğul kipi ile "nüzür = korkutucular denilmiştir. Çünkü bütün Peygamberler arasında esasen bir birlik vardır, hepsi de halkı Allah'ı birlemeye davet etmiştir, hepsi de âhiret hayatını haber vermiş, insanlara günâhlardan kaçınmayı tenbih buyurmuşlardır.


Kamer suresi ayet 24
Dediler ki: Bizden birtek insana mı?. Ona mı tâbi olacağız?. Şüphe yok ki, biz o vakit elbette bir sapıklık ve çılgınlık içinde bulunmuş oluruz.

Semud kavmi dediler ki: bizden bir tek insana mı, ona mı tâbi olacağız.) kavmimiz arasında bir üstünlüğe sahip olmayan, eşraftan sayılan büyük bir servete sahip olmayan bir kimseyi mi kendimize rehber edineceğiz?, (şüphe yok ki, biz o vakit) Ona tâbi olduğumuz zaman (elbette bir sapıklık ve çılgınlık içinde bulunmuş oluruz.) o hâlde biz nasıl olur da onun gösterdiği yolu tâkib ederiz?.

"Şuur"
delilik demektir. Sair'in çoğulu olarak niyran = cehennem mânasını da ifâde eder.


Kamer suresi ayet 25
O zikr, bizim aramızda onun üzerine mi bırakılmıştır. Hayır.. O bir mağrur, fazla yalancıdır.

O inkarcı kavim, şöyle de demişlerdir (O zikr) Onun iddia ettiği ilâhî vahy, semavî kitap (bizim aramızda onun üzerine mi bırakılmıştır?.) o da bizim gibi bir insandır, belki bizim aramızda o zikre, o ilâhî vahye ondan daha lâyık olanlar vardır. (Hayır.. O) Peygamberlik iddiasında bulunan (bir mağrur) kibirli (fazla yalancıdır.) aramızda başkanlık elde etmek için öyle bir iddiada bulunuyor.


Kamer suresi ayet 26
Yakında bileceklerdir ki, o mağrur, o ziyade yalancı kim imiş?.

Allah Teâlâ Hazretleri de o kavmin bu iddiasını red için Salîh Aleyhisselâm'a hitaben buyurmuştur ki: (Yakında bileceklerdir ki,) Kendilerine dünyevî helak geldiğinde anlayacaklardır ki, (o mağrur o ziyade yalancı kim imiş!.) artık kendilerinin ne kadar yanlış ve hakikate aykırı bir iddiada bulunmuş oldukları meydana çıkmış olacaktır. "Esir" ziyade ve büyüklük taslayarak sevinen, böbürlenen, hayret, gaflet, dehşet içinde bulunan kimse demektir.


Kamer suresi ayet 27
Şüphe yok ki, biz, onlar için bir fitne olmak üzere o dişi deveyi göndericileriz. Artık onları gözetle ve sabr et.

O câhil kavim, güya Salih Aleyhisselâm'ın hâşâ yalancı olduğunu meydana çıkarmak için ondan büyük bir mucize talebinde bulundular, büyük bir kayadan dişi bir devenin çıkarılmasını ona teklif ettiler. Yüce Yaratıcı Hazretleri de o mübarek Peygamberlerinin doğruluğunu göstermek için öyle bir devenin meydana çıkarılacağını kendisine şöylece müjdeledi. (Şüphe yok ki, biz onlar için bir fitne) Bir imtihan (olmak üzere) onların îmana gelip gelmeyeceklerinin meydana çıkması için (o) istedikleri (dişi deveyi göndericileriz) bu, o kavim için bir büyük alâmet, Hz. Salih'in doğruluğu hususunda da muazzam bir delil olacaktır, (artık) Ey Yüce Peygamber!, (onları gözetle) Bak ki, akıbetleri neye varacaktır, (ve sabr et.) Onların dedikodularına karşı sabr ve sebat ile karşılık ver.


Kamer suresi ayet 28
Ve onlara haber ver ki: Muhakkak su, onların aralarında taksimlidir, her bir içiş için -nöbetinde sahibi- hazır bulunmuş olacaktır.

Hak Teâlâ Hazretleri Salih Aleyhisselâm'a vahyen şöyle de emr etti ki: (Onlara) O kavmine (haber ver ki, muhakkak su) kendilerine mahsus olan büyük bir kuyunun suyu (onların aralarında taksimdir.) o kavim ile o meydana gelecek deve bu sudan muayyen zamanlarda nöbetleşme istifâde edeceklerdir, (her bir içiş için) Nöbetinde sahibi (hazır bulunmuş olacaktır.) bir gün deve, diğer bir günde de o kavim hazır bulunarak o sudan içip faydalanmış olacaklardır.
Demek ki, o deve pek büyük olacağı için kendi o suyu tamamen içebilecek bir vaziyette bulunmuş, ve o kavmin hayvanları bu muazzam deveden korkup kaçacakları için o deveye bir muayyen gün tâyin edilmiş idi.


Kamer suresi ayet 29
Artık arkadaşlarını çağırdılar, O da alacağını aldı da -deveyi- sihirleyip öldürdü.

O kavim bu nöbetleşme usulüne biraz devam ettiler, sonra bundan usandılar. O deveden kurtulmak istediler de (Artık arkadaşlarını çağırdılar) Kudar Bin-i Salef adındaki bedbahtlardan bulunan bir şahıstan o deveyi boğazlamasını istediler (O da) o şahısta (alacağını aldı da) kılcını yüklendi de o deveyi (sihirleyip öldürdü.) onu yaralı bir hâle getirerek boğazladı.

"Akr"
yaralamak, boğazlamak, şaşkın olmak manasınadır. Köşk, yüksek bina mânasında da kullanılmıştır.


Kamer suresi ayet 30
O hâlde nasıl olmuş oldu azabım ve tehdidim?.

Yüce Yaratıcı Hazretleri de buyuruyor ki: (O hâlde nasıl olmuş oldu azabını ve tehditlerim!.) Yâni: O isyankâr kavim hakkında o cinayetlerinden dolayı ne büyük bir azap, ne korkunç tehditler meydana gelmiş oldu, bunu diğer isyankâr kavimler de düşünüp ibret almalı değil midirler?.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt