Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 36
Yoksa Musa'nın sahifelerinde olan kendisine haber verilmedi mi?

Necm suresi ayet 37
Ve vefa eden İbrahim'in (sahifelerinde) olan da.

Daha ilerideki ayetlerde, Hz. İbrahim'in ve Hz. Musa'nın sayfalarından bazı kısımlar özetle anlatılmıştır. "Musa'nın sahifeleri" ifadesiyle Tevrat kastediliyor olmakla birlikte, "İbrahim'in sahifeleri" hakkında, Kur'an'ın dışında bir yerde herhangi bir bilgi yoktur. Hatta Yahudilerin ve Hıristiyanların kutsal metinlerinde dahi bu husustan bahsedilmez. Sadece Kur'an'da, biri burada biri Alâ Suresi'nde olmak üzere iki yerde Hz. İbrahim'in getirdiği talimattan bazı bölümler zikredilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 38
Doğrusu, hiç bir günahkâr, bir başkasının günah yükünü yüklenmez.

Bu ayetten üç kaide çıkarılabilir:
a) Herkes yaptıklarından sorumludur.
b) Bir şahsın yaptıklarından ancak kendisi sorumludur.
c) Hiçkimse, bir başkasının cezasını çekmeyi kabullenemez. Çünkü onun bu tavrı, asıl suçlunun cezasının hafifleştirilmesini sağlamayacağı gibi, bunun ona (asıl suçluya) bir yararı da olmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 39
Ve doğrusu insana da kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur.

Bu ayetten de üç kaide elde edilebilir:
a) Her şahıs, yaptığının karşılığını görecektir.
b) Başkasının yaptığı amellere, kimse ortak olamaz, ancak yapılan amele iştirak edilmişse, karşılığına (mükafata) da iştirak edilebilir.
c) Hiçkimse, yapmadığı amelin karşılığını alamaz.
Bazı kimseler, bu üç kaideyi dünyada ekonomik bir sisteme uyarlamak istiyorlar. Bu kimseler bu yanlış düşüncelerine dayanarak, bundan, "insan ancak bizzat kazandığı mala sahip olabilir ve bunun dışında hiçkimseye mülk edinme hakkı verilemez" sonucunu çıkarırlar. Oysa bu yaklaşım, Kur'an'ın ayet ve hükümlerine ters düşer; örneğin Kur'an'ın va'z ettiği veraset kanununa göre, ölen kimsenin malı, varislerinin meşru hakkıdır. Halbuki ölen kimsenin bizzat çalışarak kazandığı o malda (çalışmak bakımından) hiçbir payları yoktur. Sözgelimi babasının malına varis kabul edilen küçük bir çocuk, mal ve mülk edinmede babasına herhangi bir katkıda bulunmamıştır. Ancak zekat ve sadaka, şer'an bir kimsenin kazandığı malına başkalarının ortak olması demektir. Ve sadaka alan şahıs aldığı sadakanın meşru sahibidir. Fakat aldığı sadakanın kazanılmasına bir katkıda bulunmamıştır. Buna göre, Kur'an'ın pek çok ayetine ters düşerek, tek bir ayetten böyle bir sonuca varmak yanlıştır.
Bazı kimseler de, aynı yöntemi ahiret hayatına uygulayarak, bir kimsenin amelinden, başkasının nasıl yararlanabileceğini ve bir kimsenin başkası adına iyi bir amel işlediğinde, yapılan amelin sevabının, başkasına nasıl verilebileceğini sorarlar. Bu sorulara olumsuz bir cevap verildiğinde "İsâli's-Sevab" (başkası adına bir amel işleyip sevabını ona vermek) ve "Bedel-i Hacc" (başkası adına hacc ifa etmek) caiz olmaz. Bunun yanısıra başkasına hayır duası etmek de anlamsız olacaktır. Çünkü bu dua, hakkında dua edilenin ameli değildir. Bu aşırı tutum Mutezilenin dışında, diğer Müslümanlarca benimsenmemiştir. Bu ayete dayanarak bir kimsenin amelinin, başkasına fayda sağlamayacağına, sadece Mutezile inanmaktadır. Bir kimsenin hayır duasının başkasına fayda sağlayacağı konusunda Ehl-i Sünnet ittifak halindedir. Çünkü bu husus Kur'an'da da sabittir. İsâli's-Sevab ve başkası adına vekaleten hayırlı bir iş yapmanın vekalet verene bir yarar sağlayacağı hususu, prensip olarak kabul edilmekle birlikte, ayrıntılarda ihtilaf vardır.
a) İsâli's-Sevab; bir kimsenin hayırlı bir iş yapıp, yaptığı amelin sevabını bir başkasına vermesi için Allah'a dua etmesidir. İmam Malik ve İmam Şafi, "sevab, sadece bedeni ibadetlerde (örneğin, namaz, Kur'an okumak vs.) başkasına verilmez. Mali ibadetlerde (örneğin, sadaka vs.) ve mali-bedeni ibadetlerde (örn. hacc) sevab başkasına verilebilir." Nitekim sahih hadislerde sadakanın ve vekaleten yapılan Haccın sevablarının başkasına intikalinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür "İsâlü's-Sevab"ın mümkün olduğunu kabul etmekle birlikte, Hanefiler insanın herhangi bir amelinin sevabını (örn. namaz, hacc, umre, sadaka vs.) bir başkasına bağışlayabileceği görüşündedirler.
Tıpkı bir işçinin, işverenden yaptığı işin ücretini kendisine değil de, bir başkasına vermesi için talepte bulunması gibi. Dolayısıyla bazı hayırlı amelleri, isâl'ü-sevab'dan istisna etmenin bir anlamı yoktur. Bu husus birçok hadisle de sabittir:
Hz. Aişe, Ebu Hureyre, Cabir b. Abdullah, Ebu Rafi, Ebu Talha el-Ensari, Huzeyfe b. Useyd el-Gifari'nin ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber (s.a) , iki koç alarak, birini kendi ailesi, diğerini de ümmeti için kesmiştir (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, İbn Mace, Taberi, Hakim, İbn Ebî Şeybe) .
Hz. Aişe'den nakledildiğine göre, bir şahıs Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek şöyle bir soru yöneltir: "Annem aniden vefat etti. Sanıyorum, konuşabilmek için vakit bulabilseydi, benden sadaka vermemi isteyecekti. Şayet ben, şimdi onun yerine sadaka verirsem, bunun sevabı ona ulaşır mı?" Rasûlullah (s.a) "Ulaşır" diye cevap verdi. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud, Nesei) .
Abdullah b. Amr El-As şöyle anlatıyor: "Dedem As b. Vail cahiliye döneminde yüz deve kesmeyi adamıştı. Amcam Hişam b. el-As'ın payına düşen 50 deveyi kesmesi üzerine, babam (Amr b. el-As) Hz. Peygamber'e (s.a) "Ben ne yapayım?" diye sordu. Hz. Peygamber de (s.a) "Şayet baban Tevhid'i kabul etmiş idiyse, onun namına oruç tut ve sadaka ver. Bu ona yararlı olur." şeklinde cevap verdi. (Müsned-i Ahmed)
Hasan Basri'nin rivayetine göre, Sa'd b. Ubade, Hz. Peygamber'e (s.a) 'Annem vefat etmiştir. Onun yerine sadaka verebilir miyim?" diye sorunca, Rasûlullah "evet" diye cevap vermiştir. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Nesei, İbn Mace) Nitekim Rasûlullah'ın (s.a) ölünün adına sadaka verilmesine izin verdiğine ve bu davranışın ölü için faydalı olacağına dair birçok rivayet, Hz. Aişe, Ebu Hureyre, İbn Abbas kanalıyla Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Nesei, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace, gibi muhaddislerden nakledilmiştir.
Bir şahıs, Hz. Peygamber'e (s.a) "Annem, babam hayatta iken onlara hizmet ederdim, şimdi onlar öldüğüne göre onlara nasıl hizmet edebilirim" diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a) "namaz kıldığın zaman, onlar için de namaz kıl, oruç tuttuğunda, onlar için de oruç tut. Bu onlar için hizmettir" dedi. (Darekutni) Yine Darekutni'nin, Hz. Ali'den naklettiği bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Şayet bir kimse mezarlıktan geçerken 11 defa İlhas Suresi'ni okur ve ölülere bağışlarsa tüm ölüler bu sevabdan yararlanır."
Bu birçok hadis, isâli's-sevab'ın, sadece sadaka ve Hacc-ı Bedel'e mahsus olmadığını, her ibadet ve hayırlı ameli de kapsadığını teyid ediyor. Dolayısıyla hiçbir amel arasında ayrıcalık yoktur. Fakat bu konuda aşağıdaki şu dört hususa dikkat edilmesi gerekir:
1) İsâli's-sevab ancak Allah rızası için olduğunda, şeriata uygunluk arzettiğinde kabul edilebilir. Aksi varit olduğu takdirde, bu kimse amelinin karşılığını alamayacağı gibi, ayrıca ceza da görür. Böyle bir kimsenin amelinin, başkasına fayda sağlaması mümkün değildir.
2) Salih kullar Allah nezdinde adeta bir misafir gibidirler. Dolayısıyla bir kimse onlara dua ettiğinde, bu dua kendilerine bir hediye olarak ulaştırılır. Suçlulara ise dua ulaştırılmaz, fakat onlara dua eden sevab kazanır. Tıpkı posta yolu ile para gönderen kimsenin, para yerine ulaşmasa dahi, parasını geri alması gibi.
3) İsâli's-sevab mümkündür ama, isâli's-ceza (cezanın başkasına gönderilmesi) mümkün değildir. Çünkü hiçkimse kötü amellerinin cezasını, bir başkasına çektiremez.
4) Başkası adına hayır dua etmenin ve salih amel işlemenin iki yararı vardır:
Birincisi; bu davranış, dua eden kimsenin, ruh haline ve ahlâkına müsbet tesir yapar ve bu davranışı dolayısıyla o kişi Allah katında mükafat almaya hak kazanır.
İkincisi; Allah, yapılan amelden sevab gönderilen kimseye mükafat verdiği gibi ayrıca ameli yapan şahsa da mükafat verir. Örneğin bir sporcu yorucu çalışmalarının sonucunda kuvvet ve sıhhat kazanır ve kazandıklarını başkalarına nakledemez. Fakat bu sporcu bir yerde görevli olarak spor yapıyor ve karşılığında ücret alıyorsa, sözkonusu ücret kulüp yöneticisi tarafından kendisine ödenir. Ancak sporcu kendisinin aldığı ücretin dışında (annesine, babasına, hocasına) da verilmesini taleb edebilir. Dolayısıyla hayırlı bir amel işleyen kimse sevabın, anne-babasına veya bir dostuna verilmesi için dua edebilir.
b) Bir kimsenin yaptığı amelin, başka birine de yarar sağlaması iki şekilde de olabilir:
1) Bir kimse, başka birinin isteği üzerine, böyle bir ameli yapar.
2) İstese de istemese de, sözkonusu vecibeyi yerine getiremediği için, bir kimse bu şahsın yerine o vecibeyi yerine getirir. Hanefi fukahasına göre bu ameller üç kısımdır. 1) Namaz gibi bedeni ibadetler, 2) Zekat gibi mali ibadetler, 3) Hacc gibi mali-bedeni ibadetler. Birinci şık vekalet yoluyla yerine getirilemez. İkinci şık vekaleten yerine getirilebilir. Sözgelimi bir kimse, hanımının ziynetleri (mücevherleri) için zekat verebilir. Üçüncü şık ise, kendisine vekalet edilen şahsın geçici olmayıp devamlı bir acziyet içerisinde bulunduğu takdirde yerine getirilebilir.
Sözgelimi Hacca gitmeye sıhhati elvermeyen ve böyle bir ümidi de bulunmayan kimse adına hacca gidilebilir. Bu konuda Malikî ve Şafiîler de aynı görüştedirler. İmam Malik, Hacc-ı Bedel konusunda baba oğluna vasiyet ederse, oğlu kendisi yerine hacca gidebilir. Aksi takdirde gidemez demektedir. Ancak hadisler bu konuda sahihtir. Babanın vasiyeti olsa da olmasa da oğlu babası yerine hacca gidebilir.
İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre Has'am Kabilesinden bir kadın, Hz. Peygamber'e (s.a) şöyle dedi: "Babama haccın farziyeti, kendisi çok yaşlandığı ve deve üzerinde dik oturamadığı zamanda ulaştı." Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "o halde onun yerine hacca sen git" diye buyurdu. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Nesei, Tirmizi) Hemen hemen yaklaşık ifadelerle aynı hadis, Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. (İmam Ahmed, Tirmizi) .
Abdullah İbn Zübeyr'in rivayet ettiğine göre, Has'am kabilesinden bir erkek, Rasûlullah'a, yaşlı babasıyla ilgili olarak, "Onun yerine ben hacca gidebilir miyim?" diye sordu. Rasûlullah, "Sen onun en büyük oğlu musun?" diye sorunca, o "evet" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, "Babanın borcu olsaydı şayet, onun borcunu ödeyecek miydin?" diye sordu. "Evet" cevabını alınca, "Babanın yerine hacca gidebilirsin" dedi. (Müsned-i Ahmed, Nesei)
Abdullah b. Abbas'ın rivayet ettiğine göre, Cüheynî kabilesinden bir kadın, Rasûlullah'a, "Annem hacca gitmeye niyet ettiği halde, gidemeden vefat etmiştir. Ben onun yerine hacca gidebilir miyim?" diye sordu. Rasûlullah, "Şayet annenin borcu olsaydı onun borcunu ödeyecek miydin?" diye karşılık verdi. "Evet" cevabını alınca "O zaman nasıl kulların borcunu ödüyorsanız, Allah'ın borcunu da ödeyin. Çünkü O kendisiyle yapılmış olan ahdin yerine getirilmesine daha müstehaktır" diye buyurdu. (Buhari, Nesei) . Bunun dışında Buhari ve Müsned-i Ahmed'de kayıtlı bir başka rivayete göre bir kimse, kızkardeşi hakkında Rasûlullah'a böyle bir soru sorunca, Rasûlullah (s.a) kendisine yukarıdaki cevabı vermiştir.
Yukarıda zikredilen hadislerden, malî-bedenî ibadetlerin bir başkası tarafından yerine getirilmesinin caiz olduğu anlaşılıyor. Bedeni ibadetlere gelince, bazı hadislerden çıkarılan sonuçlara göre onlar da, vekaleten icra edilebilir. Örneğin; İbn Abbas'ın rivayet ettiğine göre, Cüheyni kabilesinden bir kadına, Rasûlullah, "Annem oruç tutmaya niyet ettiği halde, tutamadan vefat etmiştir.
Ben onun yerine tutabilir miyim?" diye sorunca, Rasûlullah "Annen için oruç tut" diye cevap verir. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Nesei, Ebu Davud)
Hz. Buriyde'nin rivayet ettiğine göre bir kadın, annesiyle ilgili olarak, Rasûlullah'a "Annemin bir ay (başka bir rivayete göre iki ay) oruç borcu vardır. Ben onun yerine oruç tutabilir miyim?" diye sorduğunda Rasûlullah (s.a) ona izin vermiştir. (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud) . Hz. Aişe'nin rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a) "Ölen bir kimsenin oruç borcu varsa, velileri onun yerine oruç tutsun" diye buyurmuştur. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Bezzar'ın naklettiği rivayette, Rasûlullah'ın (s.a) sözleri "isterlerse oruç tutsunlar" şeklindedir) Bu hadislere dayanarak hadis imamları, İmam Evzai ve Zahiriyye mezhebi, bedeni ibadetlerin vekaleten icra edilebileceği görüşündedirler. Ebu Hanife, Şafiî, Malik ve Zeyd b. Ali ise "ölünün orucu tutulamaz" diye fetva vermişlerdir. İmam Ahmed, İmam Leys ve İshak b. Rahaveyh "Vefat eden kimse, niyet ettiği halde yerine getiremediği takdirde bu ameli başkasının icra etmesi mümkündür" diye beyan etmişlerdir. Bu görüşe karşı olanların dayandığı delil, yukarıdaki hadisleri rivayet eden kimselerin, rivayet ettikleri hadisin beyan ettiği tutuma muhalif fetva vermiş olmalarıdır. Sözgelimi, İbn Abbas "Başkası için namaz kılmayın oruç tutmayın" (Nesei) diye fetva vermiştir. Abdurrezzak, aynı şekilde İbn Ömer'den de böyle görüş nakletmektedir. Tüm bu rivayetlere göre, başlangıçta izin verildiği konuda Hz. Peygamber'den (s.a) hadis rivayet eden sahabinin, sonradan rivayet ettikleri hadisin hilafına fetva vermeleri nasıl mümkün olabilir?
Şu husus iyice bilinmelidir ki, vekaleten ibadet, ancak sözkonusu ibadete niyet ettikleri halde, birtakım zorunluluklar nedeniyle yerine getirme fırsatı elde edemeyen kimselere bir yarar sağlayabilir. Aksi takdirde ömrü boyunca hacca gitmeyi düşünmeyen bir kimse için binlerce kez hacca gidilse bile, ona bir yararı olmaz. Aynı husus borcu olan kimseler için de böyledir. Nitekim ömrü boyunca borcunu ödemeyi düşünmeyen bir kimse, borçlu olduğu halde vefat etse ve vefatından sonra bu şahsın borcunu başkaları ödese bile Allah katında o kimse yine borçlu kabul edilir. Bu şahıs, yaşarken borcunu ödemeyi istemiş ama ödeyememiş olursa ve onun yerine bir başkası borcunu öderse o takdirde böyle bir günahdan kurtulabilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 40
Şüphesiz kendi (emek ve) çabası da görülecektir.

Ve hakikat çalışması yarın görülecektir, kıyamet günü defterinde görülecek ve mizanına konulacaktır. Yani çalışması boşa gitmez, fakat onun meyvasını peşin ve hemen görmeğe kalkışmamalıdır. Zira o, ileride görülecektir.

Necm suresi ayet 41
Sonra ona en eksiksiz karşılık verilecektir.

Sonra ona en dolgun karşılık verilecektir. Bu suretle insanın geleceği, çalışmasının neticesi olacak demektir.

Necm suresi ayet 42
Elbette son varış Rabbine olacaktır.

Fakat bu âlemde bir çok güzel çalışmanın boşa gittiği görülüp dururken, bu değerli karşılığı kim temin edecek? denirse şu da bir hakikat ki, varış Rabbinedir, sonunda Rabbine gidilecektir. Bütün yaratıklar dönüp O'na varır, O'nun huzuruna çıkarılır. İşte o vakit o tam ceza da, hakka'l-yakîn (şüphe edilmeyen gerçek) olur.

Necm suresi ayet 43
Doğrusu, güldüren ve ağlatan O'dur,

Evvel O'dur, âhir O, ve gerçekten güldüren de ağlatanda O'dur. Hayatın safhalarından iki zıt durum ki biri neşe alâmeti, biri acı; biri sevap defteri, biri azab; biri cenneti ifade eder, biri cehennemi; biri Cilve-i Cemal (güzelliğinin yansıması) biri Cilve-i Celâl (Celâ l sıfatının yansıması)'dir.

Necm suresi ayet 44
Doğrusu, öldüren ve dirilten de O'dur.

Ve gerçekten öldüren de dirilten de O'dur, başkası değil.

Necm suresi ayet 45
Doğrusu, çiftleri, erkek ve dişiyi, yaratan da O'dur.

Ve hakikaten erkek ve dişi iki eşi yaratan da O'dur. Gerek insanlardan ve gerek hayvanlardan erkek ve dişi bütün çiftleri O yaratmaktadır.

Necm suresi ayet 46
Bir damla sudan (döl yatağına) meni döküldüğü zaman.

Bir nutfeden döküldüğü zaman, yani rahme atıldığı zaman. Demek ki tabiata dilediği çeşitliliği verip, dilediği zıtları O yaratıyor ve bunları O'ndan başkası da asla yapamaz.

Necm suresi ayet 47
Gerçek şu ki, diğer diriltme (yeniden neş'et) de O'na aittir.

Ve gerçekten diğer yaratma da O'nun uhdesindedir (üzerindedir). Ölümden sonraki ahiret yaratmasını da O kendisine gerekli kılmıştır. O, yapacak, iyiliklerin ve kötülüklerin ceza ve mükafatını verecektir. Şu halde O'nu inkar etmenin hiçbir anlamı yoktur. Bütün bu çift yaratmalar, bu dünyanın bir ahireti bulunduğuna delalet edip durmaktadır.

Necm suresi ayet 48
Doğrusu, muhtaç olmaktan O kurtardı ve sermaye verip hoşnut kıldı.

Ve gerçekten zengin eden ve sermaye veren de O'dur. Fakiri zengin edip sermayelendiren, fakir olan bir kulunu ihtiyaçtan kurtarıp sermaye sahibi eden, yahut hoşnud eyleyen ki, "Seni fakir bulup zengin etmedimi?" (Duhâ, 93/8) buyurulm ası da bu cümledendir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 49
Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı) nın' Rabbi de O'dur.

Şi'râ, esasen "zikrâ" vezninde şuur mânâsına masdar olup, göğün birinci derecede parlak yıldızlarından en parlak iki yıldıza isim olarak verilmiştir. Parlaklık derecesi 1. olan yıldızlardan Şi'râ adıyla iki yıldız vardır. Bunlardan birine Şi'rây-ı Yemânî veya Âbûr diğerine de Şi'rây-ı Şâmî veya Gumeysâ denilir. Şi'rây-ı Yemânî burçların en güzeli olan Cevzâ'da (İkizler burcunda) denilen suretin arkasında uydu sayılarak ismi de veri l en Kelb-i ekber (büyük köpek)'de, Şi'rây-ı Şâmî de Kelb-i asgar (küçük köpek)'dadır. Şi'rây-ı yemânî göğün en parlak yıldızıdır. Burada bu mânâ ile tefsir edilmiştir. Zira mutlak olarak denilince, ilk akla gelen odur. Çünkü en parlak olmakla tanınan Şi'rây-ı Yemâni olduğu gibi, Câhiliyye döneminde kendisine ibadet de edilmiştir. Sûddî demiştir ki: "Hîmyer ve Huzâa kabileleri ona taparlardı. Alûsî'nin tefsirine kaydettiğine göre başkaları da bu hususta şöyle demişlerdir: "Onu ilk evvel tanrı edine n Ebu Kebşe olmuştu." Bu zat, Huzâa, kabilesinden biri, ya da reisleri olup ismi Vahz b. Gâlib idi. Onun için müşrikler Hz. Peygamber (s.a.v)'e "İbn Ebî Kebşe" diyorlar, putlara ibadet hususunda kavmine muhalefet etmesinden dolayı peygamberi ona benzetiyo r lardı. Bazıları onu, Hz. Peygamber (s.a.v)'in babası tarafından dedelerinden biri olarak göstermiş ve kişinin her özelliğini atalarının birinden getirdiğini kabul edip filan damar filana çekmiş demişlerdir. Bunun hem, Peygamber'in anası tarafından dedesi, Vehb b. Abdimenâf'ın künyesi hem de süt anası Halîme-i Sadiyye'nin kocasının künyesi olduğu söylenmiştir. Kısacası Araplar'da Şi'râya hürmet eden ve dünyada onun tesirine inananlar bulunduğu ve doğuşu esnasında gayba dair sözler söyledikleri cihetle burad a özellikle Şi'râ'ya izafetle "Rabbü'ş-Şi'râ" buyurularak Şi'râ'nın Rab (terbiye eden) değil merbûb (terbiye edilen) olduğu gösterilmiştir. Böylece onların inançları reddedilmiş ve kendilerine, Şi'râ'ya değil, Şi'râ'nın Rabbine ibadet edilmesi gereği anlatılmıştır.

Necm suresi ayet 50
Doğrusu, önce gelen Ad (halkın) ı da O yıkıma uğrattı.

Ardından da inzar (uyarı) ifade etmek üzere şöyle buyurulmuştur: Ve hakikat o helak etti, önce gelen Âd'ı, yani eski Âd kavmini ki, Nuh kavminden sonra helâk edilen Hûd'un kavmidir. Bu mânâda ûlâ (ilk) denilmesi, sonraki kavimlere göre olup, öteden beri gelen kıdemli Âd demektir. Bazıları, Âd-ı ûlâ'nın birinci Âd mânâsına olup, Âd-ı uhrâ (diğer Âd) karşılığı olduğunu söylemişlerdir ki,

doğru olan da budur. Âd-i uhrâ hakkında ihtilaf edilmiştir. Zemahşeri'ye göre Âd-ı ûlâ Hûd kavmi, Âd-i uhrâ İrem'dir. Lakin İrem de helak edilmiş olduğundan burada Âd'ın ûlâ (ilk) ile tahsis edilmesinin anlamı yoktur. Müberred, "Âd-ı uhrâ, Semûd'dur" demiş. Taberî ise, Âd-ı uhrâ'nın Mekke'de Amalika ile beraber olan beni Lukaym b. Hüzel olduğunu belirtmişti r. Amâlika'ya Cebbârîn (zorbalar) denildiği gibi "Âd-i uhrâ, Cebbârlar idi" tarzındaki görüş de buna yakındır. Bir kısım âlimler de Âd-i ûlâ, Âd b. İrem b. Avi b. Sâm b. Nuh'un çocuklarındandır. Âd-i uhrâ da Âd-i ûlâ neslindendir demişlerki, bu bize hep s inden doğru geliyor. Çünkü Âd kavminden Hz. Hûd'a iman etmiş olanların kurtarıldıkları Hûd Sûresi'nde geçmişti. Şu halde Âd-i ûlâ, Hz. Hûd'a iman etmeyip eski hallerinde inad ederek helak olanlar, Âd-ı uhrâ da, iman ile yeniden yaratılmaya hak kazanmış ol a nlar demek olur. Bu mânâ, Semûd'da da diğerlerinde de vardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 51
Semûd'u da. Böylelikle (o halklardan kimseyi) bırakmadı.

Semûd'u da helak etti de hiç bırakmadı. Yani ne Âd ve ne de Semûd kavminden iman etmeyenlerin hiç birini bırakmadı, günahlarını cezasız yanlarına komadı.

Necm suresi ayet 52
Daha önce Nuh kavmini de. Çünkü onlar, daha zalim ve daha azgındılar.

Daha önce de Nuh kavmi ni helak etmişti. Çünkü onlar daha zalim ve daha azgın idiler, Nuh kavmi diğerlerinden daha zalim idi. Hz. Nûh'a pek fazla eziyet veriyorlardı. Yahut diğer bir mânâ ile Âd, Semûd ve daha önce Nuh kavmi hep o helâk edilen kavimler, Kureyş'ten daha zali m ve daha azgın idiler.

Necm suresi ayet 53
Altı üstüne gelen (Lût kavminin) şehirlerini de O yerin dibine geçirdi.

Mü'tefike'yi de haviyeye attı, havaya kaldırıp hâviyeye, yani yerin altına geçirdi. "Mü'tefike" Lût kavminin altı üstüne gelen şehirleri, Sedûm ve saire diye açıklanmıştır ki, "Münkalibe" de üstü altına gelmiş demektir. "Üstünü altına getirdik..." (Hûd, 11/82) âyeti de bu mânâdadır. Ebu Hayyân der ki: "Herhangi bir değişim ile evleri ve yerleri alt üst olan her memleketin kasdedilme ihtimalinin bulunduğu söylenmiştir."

Necm suresi ayet 54
Böylece ona (o topluma) sardırdığını sardırdı

Onları neler kapladı ise kapladı. Bu ifade, onlara inen azabın dehşetini göstermektedir. Bunlardan, insanın yaptıklarıyla hiç ilgisi olmayan soyut semavî (göksel) musibetler anlaşılmamalı, insanların kendi fiil ve günahlarına ait olan felaketler anlaşılmalıdır

Necm suresi ayet 55
Öyleyse, Rabbinin hangi nimetlerinden kuşkuya düşmektesin?

Bazı müfessirlere göre bu ifadeler Hz. İbrahim ile Hz. Musa'nın sahifelerinin bir bölümüdür. Bazı müfessirler ise 54. ayetle birlikte söz konusu sayfalar hakkındaki açıklamaların sona erdiği ve yeni bir konunun başladığı görüşündedir.
Ancak siyak ve sibak dikkate alındığında ilk görüşün daha doğru olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü sonraki ibareden (Bu önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır) anlaşıldığına göre, Hz. İbrahim'in ve Hz. Musa'nın sayfaları önceki uyarıcılar olarak zikredilmiştir.

"tetemaru" münakaşa etmek, tartışmak ve şüphelenmek anlamlarına gelir. Bu ayet Kur'an'ı okuyan herkese hitap etmektedir. Şöyle denilmektedir:
"Önceki peygamberleri yalanlayan toplumların kötü sonlarını bilmenize rağmen, onların izlerini takip ediyorsunuz. Önceden helâk olan toplumlar da Allah'ın nimetleri hakkında şüpheye düştüler ve "bu nimetleri sadece Alah vermiyor, O'nun ortakları da var" diyerek peygamberlerle tartışmaya başladılar. Sonuçta peygamberlerin kendilerine getirdiği tevhid akidesini yalanladılar. Sizler o toplumların bu şüphe ve tartışmalar dolayısıyla helâk olduklarını ve sizlerin de akibetinizin aynı olacağını düşünemiyor musunuz?"
Burada Ad, Semud ve Nuh kavimlerinin Hz. İbrahim'den (a.s) önce yaşadıklarına ve Hz. Lût'un (a.s) onun çağdaşı olduğuna dikkat edilmelidir. Dolayısıyla bu tartışma, Hz. İbrahim'in sayfalarının bir bölümü olamaz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 56
Bu önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

Onun için buyuruluyor ki, bu beyan yani (Necm, 53/36)'den beri haber verilenler önceki uyarılardan bir uyarıdır. Yani önceki peygamberlerin uyarıları cümlesinden veya onlar kabilinden bir uyarıdır. Bu mânâda nezir, (uyarıcı) inzar (uyarmak) anlamında ma s dardır. Eğer münzir (uyanan) mânâsında sıfat olursa Peygamber (s.a.v)'i göstermiş olur. Yani bu Kur'ân'ı getiren Muhammed (s.a.v) o Musa ve İbrahim gibi önceki peygamberler cümlesinden bir peygamberdir. Verdiği haberler muhakkak vuku bulacaktır. Bu iş a retinin Kur'ân'ı işaret ettiği düşünüldüğü gibi özellikle şu habere işaret olduğu ihtimâli de vardır.

Necm suresi ayet 57
O yaklaşmakta olan yaklaştı

âzife yaklaştı. Âzife, yaklaşan, yaklaşacak olan, yaklaşmakta bulunan demek olup, kıyametin isimlerindendir. Yani "Kıyamet saati yaklaştı." (Kamer, 54/1) diye yaklaşmak sıfatı ile vasıflanan vakit ve saat günden güne yaklaşmaktadır.

Necm suresi ayet 58
Onu Allah'ın dışında ortaya çıkaracak başka (hiç bir güç yoktur.

Onu, Allah'tan başka açacak bir kudret yoktur. Yani onun ızdıraplarını, acılarını Allah'tan başka açacak veya kaldıracak hiçbir kuvvet ve kudret yoktur. Yahut onun ne zaman ve nasıl olacağını Allah'tan başka keşfederek bilecek kimse yoktur.

Necm suresi ayet 59
Şimdi siz, bu sözden mi şaşkınlığa düşüyorsunuz?

Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz? İnanılmayacak gibi acaip görüyorsunuz?

Necm suresi ayet 60
(Alaylı) Gülüyorsunuz ve ağlamıyorsunuz.

Ve gülüyorsunuz? Eğlenceye alıyorsunuz. Ve ağlamıyorsunuz? Uyarılarının dehşetinden ve halinizin korkunçluğundan dolayı ağlamıyorsunuz?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Necm suresi ayet 61
Ve şuursuzca baş kaldırıyorsunuz

"samidûn" lugat alimlerine göre iki anlama gelir. İbn Abbas, İkrime ve Ebu Ubeyde Nahvi'nin görüşüne göre, Yemen dilinde "Semud" şarkı türkü için kullanılır. Kafirler, Kur'an'ı başkaları duymasın diye yüksek sesle şarkı söylerlerdi. Diğer anlamı ise İbn Abbas ve Mücahid'e göre kibir ve gururla başı dik tutmak demektir. Mekkeli müşrikler, Rasûlullah'ın (s.a) yanından geçerken, ondan nefret ederek başlarını dik tutarlarmış. Nitekim Ragıb el-İsfehani de aynı görüşü kabul eder. Katade'ye göre, "gafilun" Said b. Cübeyr'e göre ise "Muarizun" anlamına gelir.

Necm suresi ayet 62
Hemen, Allah'a secde edin ve (yalnızca O'na) kulluk edin.

İmam Ebu Hanife ve İmam Şafiî ve çoğu alimlere göre, bu ayet üzerinde secde vaciptir. İmam Malik bu ayet okunduğunda secde ederdi. (Kadı Ebu Bekir, İbnu'l Arabi, Ahkamu'l-Kur'an) Fakat o, bu ayet üzerinde secde etmenin vacip olmadığı kanaatindedir. İmam Malik'in, kanaati şu rivayete dayanır. Zeyd b. Sabit'ten rivayet edildiğine göre O, Hz. Peygamber'e (s.a.) Necm Suresi'ni okumuş ve Hz. Peygamber (s.a) secdeye gitmemiştir. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, Nesei) Fakat bu rivayet sözkonusu ayeti okuduğumuzda secde etmemize mani teşkil etmez. Çünkü -muhtemelen-Rasûlullah (s.a) o anda herhangi bir neden dolayısıyla secde etmeyip daha sonra secde etmiş olabilir. Başka bir rivayette, Rasûlullah'ın (s.a) bu ayet üzerinde secde ettiği açıkça ortadadır. İbn Mes'ud, İbn Abbas, Muttalib b. Ebi Vedea'nın ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber, Harem-i Şerif'de ilk olarak bu sureyi okumuş ve müşriklerde dahil herkes onunla birlikte secde etmiştir. (Buhari, İmam Ahmed, Nesei) İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, "Rasûlullah (s.a) namazda Necm Suresi'ni okumuş ve bu ayet üzerine secde ederek secdede bir süre beklemiştir" (Beyhaki, İbn Merduye) Sabburatu'l-Cüheyni'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer, sabah namazında Necm Suresi'ni okuyup secde etti, sonra kalkıp Zilzal Suresi'ni okuyup ruku etti. (Said b. Mensur) İmam Malik'in "Muvatta" adlı eserinde, "Kur'an'da Secde" bölümünde, Hz. Ömer'le ilgili bu rivayet kayıtlıdır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Karia suresi ayet 1
'Başa çarpıp patlak verecek olan'

Bu mübarek süre, meydana gelecek olan kıyamet gününün pek müthiş vasıflarını bildiriyor. O günde kimlerin selâmet ve saadete ereceklerini, kimlerin de felâketlere uğrayarak cehenneme atılacaklarını haber vermektedir. Şöyle ki: (O çarpacak olan felâket..) O pek büyük hâdise, yâni Kalpleri parçalayacak derecede şiddetli olan kıyamet günü, onun belirtileri ne kadar müthiştir.

"Karia": Kâri demektir ki: Şiddetli çapmak manasınadır. Ondan şiddetli bir ses meydana gelir, bu, kıyametten ibarettir. Çünkü, kıyametin başlangıcı bir ilk sûra üfürme ile vuku bulacaktır. Bunun tesiriyle bütün mahlükat, hayattan mahrum kalırlar, bütün gök ve yer cisimleri parçalanır, darmadağın olur, işte bu âyet-i kerîme: O müthiş güne işaret ederek insanlığı harekete ve uyanmaya davet ediyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Karia suresi ayet 2
Nedir o 'çarpıp patlak verecek olan?

(O çarpacak olan felâket nedir?.) O hâdise, ne kadar şiddetlidir. Onun yüceliği, büyük tesirleri ne kadar enteresandır, ne kadar korkunçtur!. Bu ilâhî beyan, bir beyan üslûbudur ki: Bildirilen şeyin ne kadar mühim, ne kadar hayret feza olduğuna dikkatleri çeker.

Karia suresi ayet 3
Sana o 'çarpıp patlak verecek olan'ı bildiren nedir?

Evet.. (O çarpacak olan felâketin) büyük musibetin (ne olduğunu sana ne bildirdi?.) elbette ki: Bildirilen şeyin ne kadar mühim, ne kadar hayret edici olduğuna dikkatleri çeker.

Karia suresi ayet 4
İnsanların, 'her yana dağılmış' pervaneler gibi olacakları gün,

O hâdise, o kıyamet felâketi (bir günde) meydana gelecektir, (ki) o gün, bütün (insanlar çırpınıp dağılacak, pervaneler gibi) geceleri ateş etrafında uçuşarak kendilerini alevlerin içine atan kelebekler gibi bir hâle gelmiş (olacaktır.) öyle çokça dağılmış, ıstıraba uğramış bir vaziyette bulunacaktır.
"F.i.r a s" geceleri kendilerini kandillerin ışığına atan pervane gibi haşarat demektir ki: Bunlar sonra kanatlarını yayıp döşedikleri için kendilerine böyle "Fıraş" denilmiştir. "Mebsüs" da yayılmış, ayrılığa uğramış demektir.
Böyle "Fıraşi mebsüs" ibaresi, akıbetlerini bilemeyenler hakkında darb-ı mesel olarak zikredilir.

Karia suresi ayet 5
Ve dağların da 'etrafa saçılmış' renkli yünler gibi olacakları (gün) .

Buraya kadar olan bölüm, kıyametin birinci merhalesini zikirdir. Yani dünya nizamının altüst olacağı o büyük olay vuku bulduğu zaman, insanlar, ışık geldiğinde pervanelerin her tarafa dağılması gibi korku içinde sağa sola koşacaklardır. Dağlar rengarenk yün gibi atılacaktır. Dağlar çeşitli renkte oldukları için "renkli yün"e benzetilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Karia suresi ayet 6
İşte, kimin tartıları ağır basarsa,

Burada kıyametin ikinci safhasını zikir başlamaktadır. İnsan tekrar Allah'ın huzuruna çıkacaktır.

Karia suresi ayet 7
Artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir.

Öyle güzel amelleri ağırca bulunan mümîn (Hoşnut) razı olacağı (bir yaşayıştadır.) artık o, pek mutlu ve mes'ut bir hâlde yaşayıp duracaktır. Cennete nail bulunacaktır

Karia suresi ayet 8
Kimin de tartıları hafif kalırsa,

Burada "mevazin" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime, "mevzun" ve "mizan" kelimelerinin çoğuludur. Eğer bunu "mevzun"un çoğulu olarak kabul edersek "mevazin", Allah (c.c.) huzurunda ağırlık taşıyan ve mükafaata müstehak olan ameller anlamına gelir. Eğer "mizan"ın çoğulu olarak değerlendirirsek, o zaman terazinin kefesi kast edilmiş olur. Birinci şekilde "mevazin"in ağır ve hafif olmasının anlamı, iyi amellerin kötü amellere karşı ağır ya da hafif olmasıdır. Çünkü Allah'ın indinde yalnız iyi ameller ağırlık taşır ve onların bir değeri vardır. İkinci şekilde "mevazin"in ağır olmasının anlamı, Allah'ın adaletli mizanında iyilik tarafının kötülüğe göre daha ağır olmasıdır. Amellerin hafif olmasının anlamı ise, iyilik kefesinin, kötülük kefesine göre hafif olmasıdır. Bunun yanısıra Arapça'da ıstılah olarak "mizan", ağırlık manasında da kullanılmaktadır. Bu mana bakımından ağır ve hafif olmaktan murad, iyiliğin ağır veya hafif olmasıdır. Her halükârda "mevazin", "mevzun", "mizan" ya da "vizin" olarak kabul edilse de anlamı pek değişmez. Allah'ın adaleti, insanların sermayesi olan amellerin taşıdığı vezne, iyiliğin hafif ya da ağır olmasına göre karar verecektir. Bu konuya Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde değinilmiştir. Bunları göz önüne alırsak konu daha iyi anlaşılır. Mesela A'raf suresinde şöyle denmiştir: "O gün tartı tam doğrudur. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtulanlardır. Kimin tartıları hafif gelirse, işten onlar da ayetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır." (A'raf 8-9) Kehf suresinde ise şöyle buyurulmuştur: "Dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseler, işte onlar Rabb'lerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa çıkan kimselerdir. Kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız." (Kehf, 104-105) Enbiya suresinde de şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. Bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz.
Hesab gören olarak biz yeteriz." (Enbiya, 47) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki, küfür hali ve bunun yanısıra hakkı inkâr, kötülük kefesini ağır bastıracak kadar büyük bir kötülüktür. Kafirlerin hiçbir iyiliği kötülük kefesini kaldıramayacaktır. Fakat mü'minin terazi kefesinde öncelikle imanın ağırlığı olacak, bunun yanısıra dünyada yaptığı iyilikler de ağırlık yapacaktır. Diğer taraftan, yaptığı kötülükler öbür kefeye konarak iyilik yönünün mü, kötülük yönünün mü ağır bastığı görülecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Karia suresi ayet 9
Artık onun da anası (son durağı) "hâveyi"dir (uçurum) .

Cehennemin ateşidir. Bir çocuk, anasının kucağına sığındığı gibi öyle pek günahkâr bir şahıs için için de ateşten başka sığınacak bir şey yoktur. "Hâviye" Cehennem ateşinin isimlerinin biridir. Gayet derin bulunduğu için kendisine bu ad verilmiştir.

Karia suresi ayet 10
Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir?

(Hâviyenin ne olduğunu) Onun ne müthiş bir azap mahalli bulunduğunu (sana ne şey bildirdi?.) o ne kadar düşüncelerin üstünde bir azap yurdudur.

Karia suresi ayet 11
O, kızgın bir ateştir.

O hâviye denilen şey (Çok kızgın bir ateştir.) onun yanında diğer ateşler pek hafif kalmaktadır.
"Hamiye" harareti pek şiddetli olup parlayan, duran ateş demektir, işte küfür ve tuğyanın neticesi, böyle pek şiddetli bir azaptır. Deniliyor ki: İlâhî adaletin bütün yaratıklara karşı tecellîsi için yarın âhirette kulların amelleri birer şekil kazanarak veya amel defterlerinde yazılı bulunarak tartıya vurulacaktır. Kimlerin güzel, amelleri galip ise sahipleri için mükâfat vesilesi olacaktır. Bil'akis kimlerin çirkin amelleri galip ise onlar da bu yüzden azaba uğrayacaklardır. Bütün bunlar, birer hikmet ve fayda gereğidir, ve Allah'ın kudretine göre asla imkânsız görülemez
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 1
Saflar halinde dizilenlere andolsun,

Bu mübarek âyetler, Yüce Allah'ın birliğini, bütün kâinatın Yaratıcısı olduğunu kat'i bir surette bildiriyor. Üstümüzdeki gök kubbesinin yıldızlar ile nasıl bezetilmiş olduğunu ve bazı sırları öğrenmek için göklere yükselmek isteyen şeytanların birer ateş parçalariyle nasıl defedildiklerini ve cezalandırıldıklarını haber veriyor ve onların daimi bir azaba uğrayacaklarını da ihtar buyurmaktadır.
Şöyle ki: Allah Teâlâ kendi birliğini ve yaratıcılığını beyan için muhterem bir vasıfta yaratmış olduğu bir kısım mahluklarına yemin ediyor, bu suretle de en mühim bir itikadi meseleyi kuvvetlendiriyor, hem de o mahlûklarını Allah katındaki kıymetlerine işaret ederek onlar gibi üstün vasıflar ile vasıflanmanın ehemmiyetini bildirmiş oluyor. İşte bu gibi hikmetlerden dolayı buyuruyor ki: İbadetler için (Saflar bağlayanların hakkı için) onların yüksek zâtlarına andolsun ki, beyan olunacak bir itikadi mesele, aynen hakikattir.

Bu saf bağlayanlardan maksat, Melâike-i kiram'dır. Onlar birer büyük mertebeye sahiptirler. Ve onlar kısım kısım cemaat halinde toplanırlar, saf bağlamış olarak Cenab-ı Hak'ka kullukta bulunurlar. Mamafih bu saf saf olan zâtlardan maksat, namazlarda saf bağlayan, Yüce Mâbud için secdelere kapanan müslüman gurupları da olabilir. Bunların da Allah katında büyük mertebeleri vardır. Bir de bu zâtlardan maksat, Allah yolunda cihada atılan; din düşmanlarına karşı tertip olan İslâm mücahitleri de olabilir.

Saf; Bir cemaatin bir çizgi üzerine tertip alması demektir. Belirli bir mertebeyi, bir şeref ve fazileti veya bunun aksine sahip olanlar da birer mânevi, ahlâki saf teşkil etmiş olurlar. Çoğulu Sufûf ve Saffât'dır.

Saffat suresi ayet 2
Haykırıp sürükleyenlere,

Yemine devam ile buyuruluyor ki: Fenalıklardan başkalarını (Nehy ve men edenler hakkı için) bunlara da andolsun ki, o beyân olunacak mes'ele, sırf bir hakikattir. Bunlardan maksat da Meleklerdir ki, onları, şeytanları defe çalışırlar, müminleri ruhani ilhamlariyle hayra, iyiliklere teşvik ederler. Mamafih bu zâtlardan maksat, insanları irşada çalışarak onları yasaklardan men'e gayret eden samimi din âlimleri de olabilir. "Zecr" Birşeyden başkasını korkunç bir ses ile veya şâire ile de men ve defetmektedir. Birşeye zorla sevketmek manâsında da kullanılmaktadır. Zacir, zacire öyle çağırıp men'e çalışandır, çoğulu: Zâcirün ve zacirâttır.

Saffat suresi ayet 3
Zikir okumakta olanlara,

Ve yine yemin ediliyor ki: (Kur'an'ı okuyanlar hakkı için) 0 beyan olunacak mesele hakikatin ta kendisidir. Bu zâtlardan maksat da Cenab-ı Hak'kı zikr ve kutsamaya devam eden ve semavi kitapları Yüce Peygamberlere getirmiş olan melâike-i kiramdır veyahut Kur'an-ı Kerim'i okumaya devameden, hükümlerine hakkıyla riayetkar olan müslümanlardır,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 4
Hiç tartışmasız, sizin ilahınız gerçekten birdir.

Tüm kâinat nizamının tâ başlangıcından günümüze değin Allah'ın emriyle ayakta durduğu gerçeğini vurgulamak için yukarıdaki özellikleri taşıyan meleklerin adına yemin edilmiştir. Bu sistemin dışına çıkmak isteyenlerin kötü akibetleri sonucunda ortaya bir tek hakikat çıkar: İdareyi elinde tutan ilâh tek bir ilâh'dır. "İlah" kavramı iki anlamı tazammun eder.
Birincisi
başkaları tarafından kendisine kulluk edilen kimse,
ikincisi
kulluk edilmeye gerçekten layık olan zat.
Burada "ilah" kavramı ikinci anlamda kullanılmıştır. Çünkü birinci anlamda insanların pek çok ilâhı vardır. Bu yüzden ayeti "gerçek ilâhınız birdir" şeklinde tercüme etmek daha uygundur.

Saffat suresi ayet 5
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi'dir, doğuların da Rabbi'dir.

Güneş ufukta hergün aynı noktadan doğmadığı gibi, hergün biraz daha kayarak ayrı açılardan göğe yükselir ve böylece dünyanın her bölgesinde muhtelif zamanlarda görülmesi mümkün olur. İşte bu yüzden ayette "meşarik" (doğular) ifadesi kullanılmıştır.
Zikredilmemiş olmasına rağmen "mağarıb" (batılar) ifadesini de, aynı mantık yolunu kullanarak, zikredilmiş olarak kabul edebiliriz. Çünkü "meşarik" ifadesi, aynı zamanda "mağarib" ifadesine de delâlet eder. Nitekim Mearic Suresi'nin 40. ayetinde "Doğuların da Rabbi, Batıların da Rabbi" ifadesi kullanılmıştı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 6
Hiç şüphesiz, biz dünya göğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip donattık.

0 Yüce ve kerim Yaratıcımız, bütün insanlığı ikaz için, aydınlatmak için bir takım kudret eserlerine şöylece işaret buyuruyor. (Muhakkak ki, bir yakın olan göğü) insanların daima seyredip durdukları gök kubbesini (ziynet ile) bir enteresan, hoş manzara ile evet., (yıldızlar ile) Onların ışıklarıyla, eşsiz şekil ve cereyanlariyle (bezettik) mehtaplı bir gecede semaya bakanlar, ne kadar süslü, ne kadar güzel, ömür artıran bir kudret levhasını seyretmeye muvaffak olurlar.

Aslında güneş, ay, yıldızlar başka başka semalarda bulunmakla beraber yeryüzünde yaşayanlar, onların hepsini de kendi başları üzerinde bulunan, kendilerine oranla en yakın olan bir gök küresinde doğar ve batar bir hâlde görmektedirler, onların o ışık saçan, gönül açan manzaralarını seyredip durmaktadırlar.

Saffat suresi ayet 7
Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;

(ve hem) O semaları, o parlak yıldızları, o kadar kudret eserlerini (her isyankar şeytandan muhafaza ettik.) o şeytanlar ve o şeytanlara uyanlar, o kudret eserlerine bir tecavüzde bulunamazlar. Ve onlar o kudret eserlerinin yüceliğini, güzelliklerini, intizamını takdir edemezler, o kudret eserlerini tefekkür ederek onlardan bir ibret dersi alamazlar. Onlar kendi yaratılış kabiliyetlerini zayi etmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 8
Onlar, en yüksek bir cemaati -sözlerine kulak vererek- dinleyemezler, ve her taraftan kovulup atılırlar.

(Onlar) 0 şeytanlar, o göklere yükselmek isteyen mel'un, Allah'ın kahrına uğramış kimseler (en yüksek bir cemaati) semalarda bulunan melekleri, öyle şerefli mahlûkları görüp onların sözlerine kulak vererek (dinleyemezler) onları buna muvaffakiyetten mahrumdurlar. Hatta onların birçokları bu yeryüzünde bile hapsedilmişlerdir. Onların gözleri öyle yüksek makamları görmeğe, kendileri de oralardaki sırları, işaretleri idrâk etmeye ve düşünmeye kabiliyetli değildir, (ve) Onlar göklere yükselip bazı hakikatlardan haberdar olmaya cür'et edince (her taraftan kovulup atılırlar) artık semalara yükselerek bâtıl gayelerini temine asla kadir olamazlar.

Melei âlâ;
Aynı görüş üzerine toplanmış yüksek bir cemaat demektir.

Kazf;
recm etmek, taşlamak, sövmek, atıvermek manasınadır.

Saffat suresi ayet 9
Bir uzaklaştırılmakla uzaklaştırılmış -olurlar- ve onlar için bir daimi azap da vardır.

Evet.. 0 şeytanlar öyle bir yükselmek haraketinde bulundukları zaman (bir uzaklaştırılmakla uzaklaştırılmış) olurlar. Semaya yükselmek istedikleri zaman kendilerine müsaade edilmez. Onlar semanın ufuklarından koğulurlar (ve onlar için bir daimi azap da vardır.) onları ahirette ebedî olarak azap göreceklerdir. Ve müfessir Mukatil'in beyanına göre onlar dünyada da ilk sura üfürülünceye kadar azaptan kurtulamazlar.

Duhur;
Kovmak, uzaklaştırmak, sürmek ve zelillik manasınadır.

Vasıb;
dâima gerekli olan demektir. Daimi bir hastalığa da "Vasab" denilir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 10
Ancak bir çalıp çırpan müstesna. Ona da hemen bir parlak âteş parçası ulaşıverir.

Evet.. Şeytanlar umumiyeti itibariyle öyle kovulurlar. (Ancak) Onlardan meleklerle karşılaşıp da meleklerden her nasılsa bir sözü, bir haberi (çalıp çırpan) şeytan (müstesna) o öyle bir sözü, bir haberi öğrendi mi (ona da hemen) şihab denilen (bir parlak âteş parçası ulaşıverir.) o şeytanı yakar, öldürür veya delik deşik ediverir. Onlara isabet eden ateş parçası, bir sabit yıldız değildir. Belki yıldız gibi parlayan bir ateşli cisimdir ki, hikmet gereği şeytanların taşlanmasma, kovulmasına vasıta olur. Yüce Yaratıcının kudretine nazaran bunların hiçbirini uzak görmeğe ve başka şekilde tevile gerek yoktur.

Hatf;
Çalmak, sür'atle almak, hemen kapıp kaçınmak manasınadır.

Sâkıb;
ışık verici, kuvvetli şekilde ışıklı olan ve delik delici demektir.

Saffat suresi ayet 11
Şimdi onlara soruver, onlar mı yaradılışça daha kuvvetli, yoksa bizim diğer -yaratmış olduklarımız mı?. Şüphe yok ki, biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.

Bu mübarek âyetler de haşr ve neşrin vuk'u bulacağını isbat için Allah'ın kudret eserlerine dikkatleri çekiyor. Öyle uyanma vesilesi olan delillere, nasihatlara karşı

inkarcıların pek cahilce olan iddialarını, hareketlerini teşhirde bulunuyor. Onların korkunç bir sesin tesiriyle ne gibi hakir bir hâlde mahşere sevkedileceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. Sen Allah'ın birliğine, ilâhi kudrete ait delilleri zikretmiş bulunuyorsun. (İmdi onlara) 0 kıyametin vukuunu inkâr eden Mekke-i Mü ker reme'd eki müşrikleri kınamak ve susturmak için (soru ver) sana cevap versinler, (onlar mı) 0 müşrikler mi (yaradılışça daha kuvvetli) daha ziyade bir san'at ve kuvvet eseri (yoksa bizim) yüce zatının (yaratmış olduklarımız mı?.) daha kuvvetli!. Evet.. Bir kere düşünmelidirler ki, kendi şahısları mı daha büyük bir kudret eseridir, yoksa melekleri mi, gökler mi, yerler mi, bunlardaki çeşitli varlıklar mı?. Elbette ki, bunların, bu çeşitli kudret eserlerinin yanında o inkarcıların varlığı inkarcı derecede kalır, bunu kendileri de itiraf ederler. (Şüphe yok, biz onları) 0 insanları onların aslı olan Hz. Adem'i (yapışkan bir çamurdan yarattık) artık onlar ile o diğer muazzam yaratılış eserleri, haddizatında, yaratılış itibariyle, eşit olabilir mi?. Elbette ki, olamaz. 0 halde o kadar güzel, eşsiz ve muazzam âlemleri, varlıkları yoktan var etmiş olan bir Yüce Yaratıcı, o insanları öldürdükten sonra tekrar yaratamaz mı?. Ne için bunu düşünüp de o ahiret hayatını tasdik etmiyorlar. Bunu inkârlarında deva m edip duruyorlar. Bu ne büyük bir ilâhi kınama ve ne muazzam bir ilâhi delildir!.

Lâzib;
Yapışık, birbirine şiddetlice karışmış olan ve sabit bulunan şey demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 12
Evet.. Sen şaş irdin, onlar ise alay ediyorlar.

Ey Yüce Peygamber!. (Evet.. Sen teaccüp ettin) 0 kadar kudret eserlerin meydanda iken o müşriklerin Allah'ın birliğini, ahiret hayatını inkârda bulunduklarından dolayı teaccübe düştün, onların o cahilce hâllerinden dolayı teessüfte bulundun, onların imân edeceklerini ümid ediyordun (onlar ise alay ediyorlar) senin bu teaccübünü takdir edemezler, bilâkis bundan dolayı maskaralığa cür'et gösterirler.

Saffat suresi ayet 13
Ve onlara nasihat verildiği zaman, düşünüp nasihat kabul etmezler.

0 müşrikler o kadar kabiliyetsiz kimselerdir ki, 0 Yüce Peygamberi tasdik etmezler, (Ve onlara nasihat verildiği zaman) Kur'an-ı Kerim'in âyetleri okunarak kendileri cehaletten, ahlâksız hareketlerden men edilmek istenildiği vakit onlar bunu (düşünüp nasihat kabul etmezler.) yine inkârlarında ısrar edip dururlar, o iyiliksever ihtarı takdir edemezler.

Saffat suresi ayet 14
Ve bir mucize gördükleri vakit de onunla alay eder dururlar.

Evet.. Onlar kendi kâfirce kanaatlerinde ısrar eder dururlar. (Ve bir mucize gördükleri vakit de) ayın yarılması gibi bir hârika gözlerinin önünde vücude geldiği hâlde de yine imân etmezler, fikir değiştirmeye muvaffak olmazlar, bilâkis (onunla alay eder dururlar.) öyle edepsizce bir hale cür'et gösterirler.

Saffat suresi ayet 15
Ve dediler ki: Bu, bir apaçık büyüden başka değil.

(Ve) öyle bir mucizeyi gördükleri hâlde yine inkârlarına, alaylarına devam ederek (dediler ki: Bu, bir apaçık büyüden başka değil.) onlar o kadar fevkalade bir kudret eserini, bir risalet delilini müşahede ettikleri hâlde yine fikir değiştirmezler, inkârlarını böyle bâtıl bir iddia ile kuvvetlendirmeye çalışır dururlar.

Saffat suresi ayet 16
Ya bizler olduğumuz ve bir toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, bizler mi muhakkak yeniden diriltilmiş olacağız?.

0 müşrikler, yine inkârlarına kuvvet vermek maksadiyle derler ki: (Ya bizler öldüğümüz ve bir toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi) öyle bir değişime uğradığımız hâlde dahi yine (bizler mi muhakkak yeniden diriltilmiş olacağız?.) bu mümkün mü?. Bu nasıl bir iddia?.

Saffat suresi ayet 17
Yoksa bizim evvelki babalarımız da mı -öyle diriltilecekler?.-

O öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kâfirler öyle bir hâdiseyi imkânsız göstermek için şöyle de derler: (Yoksa bizim evvelki babalarımızda mı?.) öyle diriltileceklerdir? Bu da garip değil mi?. Nice zamanlardan evvel ölüp gitmiş, mahv ve yok olmuş kimseler nasıl yeniden hayata kavuşturulabilir?.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 18
Deki: Evet.. Ve sizler zeliller olarak -haşrolunacaksınızdır-.

Cenab-ı Hak da o irfandan mahrum, ilâhi kudreti tefekkürden nasipsiz olan inkarcıları kınamak için Yüce Peygamberine emr ediyor ki: Ey Resulüm!. 0 inkarcılara (Deki: Evet..) Siz de, sizin atalarınız da, yeniden hayata erdirileceksinizdir. (Ve sizler zeliller olarak) İster istemez haşr olunacaksınızdır. Bu, takdir edilmiştir, ve Allah'ın kudreti karşısında pek kolaydır.

Dâhir;
Hakir, zelil, hor, manasınadır. Çoğulu "dâhirûn"dur.

Saffat suresi ayet 19
Çünki o, korkunç bir sesten ibarettir, onlar o zaman hemen bakar dururlar.

Ey inkarcılar!. 0 hâdiseyi, o yeniden hayata erdirilmeyi imkânsız görmeyiniz. (Çünki o) Hâdiseyi meydana çıkarmaya sebeb olacak şey (bir sesten ibarettir) o hâdise ikinci sûra üfürülmekle derhal meydana gelir. Artık (onlar) o yeniden hayata eren insanlar (o zaman hemen bakar dururlar.) derhal hayata erip kendilerini ve kendileri için vâd edilmiş olan şeyleri görmeğe başlar. Öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenler de cehaletlerini anlar, lâyık oldukları âkibetlere kavuşmuş olurlar.

Saffat suresi ayet 20
Ve derler ki: Eyvah bizlere!. İşte bu, ceza günü.

Bu mübarek âyetler de kıyamet gününü inkâr edenlerin o günde nasıl üzüntüler içinde kalacaklarını ve onların kendi eşleriyle ve tapmış oldukları bâtıl mabutlariyle beraber mahşere ve cehenneme sevkedileceklerini haber veriyor ve onların nasıl bir suale tutulmuş ve nasıl bir zelilce vaziyette kalmış olacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: O dünyada iken ahiret hayatını inkâr edenler, o âleme sevkedildikleri zaman bunun bir hakikat olduğunu görüp anlamış olurlar. (Derler ki: Eyvah bize!.) Ey helak!, nerdesin, gel sarıl yakamıza ve kendileri veya onlara hitaben melekler derler ki: (işte bu) Müthiş gün, bir hesap ve (ceza günü) şimdi herkes dünyadaki amellerine göre mükâfat veya ceza görecektir.

Bu hâdisenin vukuu muhakkak ve kararlaştırılmış olduğu için bu âyeti kerime de "derler" yerinde "dediler" geçmiş zaman kipi zikredilmiştir.

Saffat suresi ayet 21
İşte bu, sizin o yalan sandığınız hüküm günüdür.

Ve onların başlarına kalkmak için melekler veya kendileri birbirlerine derler ki: (işte bu) Gün (sizin) dünyada iken inan mayı p (o yalan sandığınız hüküm günüdür.^ bu gün yaratıklar arasında ilâhi hüküm tecelli edecektir veya hidayet üzere olan cemaatler ile sapıklık içinde yaşamış olan cemaatler ayırt edileceklerdir.

Saffat suresi ayet 22
Toplayınız mahşere o zulm etmiş kimseleri ve onların eşlerini ve kendilerine taptıkları şeyleri.

Ve Allah tarafından meleklere veya insanların bazıları tarafından bazılarına hitaben denilir ki: (toplayınız mahşere o zulm etmiş kimseleri) Cenab-ı Hak'kın emrlerine muhalefet ederek kendi nefislerini felâketlere mâruz bırakmış şahısları (ve onların eşlerini) kendileri gibi putlara tapmış, Allah'm dininden uzaklaşmış olan arkadaşlarını veya öyle dinsiz eşlerini (ve kendilerine taptıkları şeyleri) putları, bir takım bâtıl mabutları toplayınız.

Saffat suresi ayet 23
Allah'tan başka. Artık onlara cehennem yolunu bildiriniz.

Evet.. (Allah'tan başka) Tapmış oldukları o fâni, mahlûk, âciz şeyleri toplayınız. (Artık onlara cehennem yolunu bildiriniz) Onlara o müthiş yolu gösteriniz. Böyle bir ilâhi hitab o müşrikler hakkında bir alaydır ve onları mahvetmek içindir. Ve onların üzüntü ve kederlerinin daha fazla artmasına bir sebebtir.

Saffat suresi ayet 24
Ve onları tutuklayınız. Şüphe yok ki, onlar sorguya çekilecek kimselerdir.

(ve) 0 kâfirler öyle cehenneme sevkedilirken meleklere karşı bir ilâhi hitap yönelir ki: (onları) 0 dinsizleri (tevkif ediniz) onları tutuklayıp hapis eyleyiniz. (Şüphe yok ki, onlar sorguya çekilecek kimselerdir) Onlar cehenneme atılmadan evvel bütün fiillerinden, sözlerinden dolayı bir sorgulamaya tâbi tutulacak, kendi cinayetleri kendilerince pek açıkça anlaşılmış bulunarak Allah'ın adaleti tamamen tecelli edecek, onu müteakip lâyık oldukları cehennemlere atılacaklardır.

Saffat suresi ayet 25
Ve onlara denilecektir ki,- sizin için ne oldu ki: Birbirinize yardım edemiyorsunuz?.

Ve o cehennemlere sevkedilecek olan müşriklere bir kınama olarak denilecektir ki, (Sizin için ne oldu ki,) bugün bu dehşetli zamanda (birbirinize yardım edemiyorsunuz?.) dünyada iken o putlara, o fani şeylere tapıyor, onlardan bir Şefaat, bir fâide bekliyordunuz, hani ne oldu şimdi hiç birinizin imdadına koşamıyorsunuz?. Şimdi anladınız mı cehaletinizi?.

Saffat suresi ayet 26
Hayır.. Bu gün onlar -hakir bir hâlde- teslimiyette bulunmuş kimselerdir.

(Hayır..) Onlar birbirine yardım edecek bir durumda değildirler (Bugün onlar) o cehenneme sevkedilmekte olanlar, artık zelilce bir halde (teslimiyette bulunmuş kimselerdir.) artık onları, Allah'ın emrine boyun eğmeğe mecbur olmuş, ona muhalefet edemez, kendilerini azaptan kurtaramaz bir vaziyette bulunmuşlardır. İşte dünyadaki çirkin amellerinin karşılığı!.

Saffat suresi ayet 27
Ve onların bazıları bazılarına yönelerek birbirlerini sorumlu tutmaya çalışırlar.

Bu mübarek âyetler de cehenneme atılacak kâfirler ile onları aldatmış olanların aralarında vuk'u bulacak tartışmaları tasvir ediyor. Hepsinin de Allah'ın azabını hak etmiş olduklarını ve kendi sapıklıklarını itiraf edeceklerini haber veriyor. Ve öyle sapıklar ile onları saptıranların azapta müşterek olduklarını ve günahkârların öyle bir âkibete mâruz kalacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve onların bazıları bazılarına) Yani: Dünyada iken küfre düşürülmüş olanlar ile onları öyle küfre düşürmüş bulunanlar, yarın kıyamet gününde bir azarlama ve kınama maksadiyle (yönelerek) teveccüh etmiş olarak (sorumlu tutmaya çalışırlar) soruşturmaya başlayarak çekişmeye devam ederler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Saffat suresi ayet 28
-Tâbi olanlar- derler ki: Şüphe yok ki, siz bize sağdan gelir olmuştunuz.

Dünyada iken tâbi olanlar, kendilerini sapıtmış olan kimselere, reislerine (Derler ki, şüpbe yok, siz bize) dünyada iken (sağdan gelir olmuştunuz.) yani: Şerefli bir taraftan görünmüş, kendinizi doğru sözlü göstermiş idiniz, bizi yükselmeye, hayır ve iyiliklere sevketmek istediğinizi söyleyerek bizi o suretle aldatmış idiniz.

Saffat suresi ayet 29
Kendilerine tâbi olunanlar da derler ki: Hayır.. Siz mümin kimse olmuş değildiniz.

0 kendilerine uyulanlar da o reislikleri altında kalıp kendilerine tâbi olmuş bulunanlara cevaben (Derler ki: Hayır.. Siz) zâten (mümin kimseler olmuş değildiniz.) siz kendi iradenizle îmandan mahrum kalmış idiniz. Siz kendi kabiliyetinizi zâyetmiş, çeşit çeşit fenalıkları işlemiş, Allah Teâlâ'ya putları, bir takım mahlûkları ortak koşmuş bulunuyordunuz. Siz bizim aldatmalarımıza kıymet vermemeli idiniz.

Saffat suresi ayet 30
Bizim için sizin üzerinizde zorlayıcı bir güç bulunmuş değildir. Belki siz sapıtmış olan bir kavm olmuş idiniz.

Şunu da derler ki: (Bizim için üzerinize zorlayıcı bir güç bulunmuş değildir.) Biz sizi cebren küfre sevkedecek bir kuvvete, bir kudrete sahip değildik, sizin iradenizi elinizden zor zoruna almış bulunmadık. Biz sizi saptırmaya çalıştığımız zaman ne için güzelce düşünmediniz de bizim aldatıcı propagandalarımıza kıymet verdiniz?. Kusur sizin. Artık bizi bugün ne için sorgulamak istiyorsunuz?.

Saffat suresi ayet 31
Artık hepimizin üzerine Rab'bimizin sözü hak oldu. Şüphe yok ki, bizler, elbette -azabı- tadıcı kimseleriz.

Aralarında öyle cereyan edecek düşmanlık neticesi olarak o aldatıcı şahıslar diyeceklerdir ki: (Artık hepimizin üzerine Rabbimizin sözü hak oldu) 0 Yüce Yaratıcı, "cehennemi elbette ki, cinlerden ve insanlardan, hepsinden dolduracağız" diye buyurmuştu. İşte bu ilâhi beyan, bugün gerçekleşmektedir. Bizler bugün dünyadaki amellerimizin cezasına kavuşacağız. (Şüphe yok ki, bizler elbette) -Cehennem azabını- tadıcı kimseleriz. Öyle bir cezayı hak etmiş olduk, bu bizim kötü hareketimizin bir neticesidir.

Saffat suresi ayet 32
Evet.. Biz sizi saptırdık, muhakkak ki, biz de sapıklığa düşmüş kimseler idik.

0 bozguncu kimseler, reisler, şöyle de diyeceklerdir: (Evet.. Biz saptırdık) Sizi hidayet yolundan ayırmak istedik, bu uğurda çalıştık, sizi kendi yolumuza davet ettik (muhakkak ki, biz de) zaten (sapıklığa düşmüş kimseler idik.) istedik ki, siz de bizim gibi sapıklardan olasınız fakat size bir cebir ve tazyikte bulunmadık, siz kendi kötü iradenizle sapıklık yolunu tercih etmiş oldunuz.

Saffat suresi ayet 33
Artık şüphesiz ki onlar o gün azapta ortak kimselerdir.

İlim Sahibi Yaratıcı ise onların ahiretteki vaziyetlerini beyan için buyuruyor ki: (Artık şüphesiz ki, onlar) 0 kendilerine uyulanlar ve onlara tâbi olanlar da (o gün) o kıyamet zamanı (azapta ortak kimselerdir.) onlar, sapıklıkta beraber oldukları gibi cehennem azabına mâruz kalmakta da beraber bulunacaklardır. Evet.. Tâbi olanlar akıllarını güzel kullanmayarak şeytani vesveselere, propagandalara aldanarak doğru yoldan çıkmış oldukları için azaba lâyık olmuşlardır. Onları yoldan çıkaran şeytan tabiatlı kimseler ise hem kendileri sapık oldukları için azabı hak etmişlerdir, hem de başkalarını sapıttırmış oldukları için o sebeple de ayrıca azaba lâyık bulunmuşlardır. Binaenaleyh onların azapları elbetteki, kat kat fazla olacaktır.

Saffat suresi ayet 34
Biz muhakkak ki, günahkârlara böyle yaparız.

İşte o hikmet ve kudret sahibi olan Yüce Yaratıcı şöyle de buyuruyor: (Biz muhakkak ki, günahkârlara) 0 uyan ve uyulan günahkâr ve bozguncu kimselere (böyle yaparız) onları böyle azaplara mâruz bırakırız. Öyle küfr ve şirke düşmüş kimseler, böyle bir azaba lâyık olmuşlardır. Onların haklarındaki bu daimi azap, bir hikmet gereği bulunmuştur. İnanıyoruz.

Saffat suresi ayet 35
Şüphe yok ki, onlara; Allah'tan başka ilâh yoktur, denildiği vakit kibirle direnirler.

Bu mübarek âyetler de Allah'ın birliğini tasdikten kaçınan ve Resûl-i Ekrem'e karşı hürmetsizliğe cür'et eden kibirli müşrikleri reddediyor. Onların müthiş âkibetlerini ve kendi amellerine göre ceza göreceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Müşrikler, hem Allah'ın birliğini, hem de Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr ederler (Şüphe yok ki, onlara) o müşriklere (Allah'tan başka ilâh yoktur) ilahlık, mâbutluk yalnız Allah Teâlâ'ya mahsustur. Öyle putlara vesâir mahlûklara ilâhlık ve mâbutluk isnadında bulunmayın, (denildiği vakit) Onlar (kibirle direnirler.) bu teklifi kabul etmezler, kendi haklarında o kadar iyiliksever olan bir hidayet rehberini takdir edemezler, bilakis onu da inkâra cür'et gösterirler.

Saffat suresi ayet 36
Ve derler ki: Mecnun bir şair için kendi ilâhlarımızı mı terkedeceğiz?.

(ve derler ki, mecnun bir şair için) Yani: Hz. Muhammed'in bu teklifi üzerine (kendi ilâhlarımızı mı terkedeceğiz?.) atalarımızdan bizlere miras kalan bir tapınmayı biz bırakır mıyız?. Elbetteki, o putlara tapınmaya devam edeceğiz.

Saffat suresi ayet 37
Hayır.. O hak ile geldi ve Peygamberleri tasdik etti.

Allah Teâlâ da o müşrikleri yalanlayarak buyuruyor ki: (Hayır) Muhammed Aleyhisselâm, hâşâ, mecnun, şair değildir (o hak ile geldi) aklen sabit olan çeşitli deliller ile desteklenen tevhid dinini insanlığa tebliğ etmekle emrolunmuştur. (ve) Hz. Muhammed, bütün önceki (Peygamberleri tasdik etti.) onların da tevhid dinini yaymakla emrolunmuş olduklarını bildirdi. Artık bütün Peygamberlerin insanlığa tebliğetmiş oldukları bir ilâhi dinî neşre çalışan bir yüce zat hiç cinnet ile, şairlikle vasıflanabilir mi?.

Saffat suresi ayet 38
Şüphe yok ki, siz elbette o pek acıklı azabı tadıcılarsınız.

Artık ey inkarcılar!. (Şüphe yok ki, siz) Bu inkârınızdan, bu kibirli harketinizden ve öyle yüce bir Peygambere karşı hürmetsizlik göstermekte olduğunuzdan dolayı (elbette o pek acıklı azabı tadıcılarsınız) cehennemin o setli azabından asla kurtulamayacaksınızdır.

Saffat suresi ayet 39
Ve siz cezalandırılmayacaksınız, ancak yaptığınız şeyler ile -cezalandırılacaksınızdır-

(ve) Ey müşrikler, inkarcılar!, (siz cezalandırılmayacaksınız) Siz öyle haksız yere azap olacak değilsiniz (ancak yaptığınız şeyler ile) cezalandırılacaksınızdır. Sizin azaplar içinde kalmanız kendi küfr ve şirkinize karşı bir cezadan ibarettir. Yoksa Cenab-ı Hak, hâşâ bir kimseye yoktan yere azap etmez. Onun ilâhi adaleti buna müsaade etmez. Şüphesiz inandık.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt