Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 102
Diğerleri günahlarını itiraf ettiler onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah bağışlayandır esirgeyendir.

Medine halkından, nifak üzere devam edenler bulunduğu gibi onlardan, günahlarını itiraf edenler de vardır. Bunlar, Resulullah ile birlikte cihada çıkmama kötü amellerini, günahlarından tevbe etme iyi amellerine karıştırmışlardır. Allah bunların tevbelerini kabul edecektir. Zira Allah, kullarını çokça affeden ve çok merhametli davranandır. âyette zikredilen kimselerin günahlarının affedileceği vaad edilmiştir.
Haccac b. Ebi Zîb diyorki: Ben Ebu Osmanın şöyle söylediğini işittim,
Bana göre Kuranda bu ümmet için bu âyetten daha fazla ümit veren bir ayet yoktur.
Semüre b. Cündeb, Resulullahın, bu âyetin izahında şunları buyurduğunu rivayet etmiştir:
Bu gece rüyamda bana iki kimse geldi Beni alıp altın ve gümüş kerpiçlerden yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi, vücutlarının yarısı gözle görebileceğin en güzel bir şekilde diğer bir yarısı da yine gözle görebileceğin en çirkin şekilde olan adamlar karşıladı. O iki kimse o adamlara dediler ki; Gidin, kendinizi şu nehire atın. Onlar da gidip kendilerini o nehre attılar. Sonra dönüp bize geldiler. Onlarda olan o kötü durum gitmişti. Onlar, en güzel bir sekile girmişlerdi. O iki kişi bana dediler ki: İşte bu, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır. Yine dediler ki: Yarıları güzel, diğer yarıları çirkin olan o insanlara gelince onlar, salih amellerine kötü ameleri katanlardır. Allah onlann kusurlanni bağışladı.
Müfessirler, bu âyet,i kerimenin kimler hakkında indiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Meryem suresi ayet 60
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar.

Allah Teala önceki âyet-i Kerimede, Peygamberlerden sonra gelen kötü nesillerin namazlarını terketmeleri ve şehvani arzularına uymaları yüzünden ha-kettikleri şekilde cezai andı nlacaklanru beyan ettikten sonra bu âyette de bu kötü nesilden tevbe edenlerin, Allah'a ve Peygambere iman edenlerin ve salih amel işleyenlerin bu tür cezalandırmadan kurtulmuş olacaklarını beyan ediyor ve bunların cennete gireceklerini ve kendilerine hiçbir haksızlık yapılmayacağını vaadediyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Taha suresi ayet 82
Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.

Şunu da iyi bilin ki ben, inkârından vazgeçip tevbe eden, imanında samimi olan, Allah'ın emirlerini tutup yasaklardan kaçman, salih amel işleyen sonra da doğru yoldan ayrılmayanı çokça affedenim.

Âyet-i kerimde ifade edelin "Doğru yoldan aynlmamak"tan maksat, ki-sinin iman ettiği esaslarda şüpheye düşmemesi veya salih ameller işlemeye de-vam etmesi yahut Resulullah'ın sünnetine sarılması veya yaptığı amelleri doğru yapması veya yaptığı iyilik ve kötülüklerden ne gibi sonuçlar doğacağının şuuru içinde olmasıdır."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 116
Sizden önceki asırlarda yeryüzünde (insanları) bozgunculuktan alıkoyacak faziletli kimseler bulunsaydı ya! Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısmı müstesnadır (bunlar görevlerini yaptılar). Zulmedenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.

Âyet-i Kerime, daha Önce geçen ve aklı başında olan Ümmetlerin, yeryüzündeki bozgunculuğu önlemeleri gerektiğini, buna rağmen Allanın kurtardığı pek az insan hariç, onların, bozgunculuğu önlemediklerini bildirmektedir.
Diğer yandan, zalimlerin, dünya lezzetlerine ve şehevi arzularına uyduklarını, Allanın emirlerine karşı böbürlenip karşı çıktıklarını ve Allahı inkâr ederek mücrimler olduklarını beyan etmektedir.
Evet, yeryüzündeki bozgunculuğu önlemek müminlerin en Önemli vazifelerinden birisidir. Zira, zalimin zulmüne dur denilmediği takdirde, fitne ve fesadın bütün toplumu kuşatacağı muhakkaktır. Neticede Ailahm azabı herkese gelecektir. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
İnsanlar bir kötülüğü görür de onu iyiliğe çevirmezlerse, Allanın onları, kuşatan bir azaba uğratması yakındır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nahl suresi ayet 25
Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak ne kötü yük yükleniyorlar.

Ayet,i Celilede, insanları hak yoldan saptıran kimselerin, saptırdıklarının günahlarının bir bölümünü de yüklenecekleri ifade edilmektedir. Bu ifadeden, saptmlanların günahlarının hafifleyeceği anlaşılmamalıdır.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Kim, insanları doğru yola davet ederse, ona, kendisine tabi olacak kimselerin mükâfaatı kadar müklfaat vardır. Verilen bu mükâfaat, onlardan herhangi birinin mükâfaatını eksiltmeyecektir. Kim de sapıklığa çağırırsa, ona, kendisine uyan kişinin günahı kadar günah vardır. Yüklenilen bu günah da, onlardan herhangi birinin günahını eksiltmeyecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Taha suresi ayet 122
Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.

Sonra Rabbi Onu seçti. Rabbi Onun tevbesini kabul etti ve Onu peygamber seçti. Tevbesini, dönüşünü kabul etmekle beraber Onu çocuklarına peygamber de yaptı. Ve işte yeryüzünde peygamberlik yolunun ilk rehberi Hz. Adem oluyordu.

Evet bu konuda ilk olan Hz. Adem aynı zamanda Şeytanın vesvesesine kulak vermede de ilk oluyordu. İnsanlığın düşmanı Şeytana ilk aldanan da yine Adem (a.s) oluyor ve Rabbimiz bu konuda Onu sorumlu tutuyordu:

Buyuruyordu. Demek ki ailede ilk sorumluluk Ademindir, erkeğindir. Demek ki bir ailede düzen varsa, bir ailede Allah;ın istediği şekilde kulluk ve teslimiyet varsa bunun başarısı erkeğe aittir. Ama ailede bir bozukluk, bir itaatsizlik, bir geçimsizlik varsa bunun sorumluluğu da yine ilk olarak erkeğe aittir. Öyleyse ilk irkilmeyi, ilk tevbeyi, ilk dönüşü, ilk düzelmeyi erkekler yapacak ve tabii onlar düzelince de kadınlar düzeleceklerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nur suresi ayet 5
Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Ama bundan sonra, muhsan ve muhsanalara, tertemiz erkek ve kadınlara zina iftirasında bulunduktan, onların namus ve iffetlerini lekeledikten sonra tevbe edip pişman olanlar, ıslah olup durumlarını düzeltenler, Allah’a dönenler, Allah’la barışanlar, Allah’la aralarını ıslah edenler. Ben bu erkeğe iftira ettim. Ben bu kadına onun yapmadığı şeyi isnat ettim diyerek kendisinin, yaptığının yanlışlığını ortaya koyar, Allah’la, toplumla barışır, kötülüğü bırakır iyilikten yana bir tavır alırsa, kesinlikle bilsin ki Allah onun için Ğafûr ve Rahîmdir. Allah onun için son derece merhametlidir. Böyle yaptığı takdirde kesinlikle bilsin ki Allah onu bağışlayacaktır.

Bundan sonra İslâm toplumunda bir başka ailevi problemi gündeme getirecek Rabbimiz. Önceki âyetlerde yabancı kadın ve erkeklere zina isnadı anlatılmıştı, bundan sonraki âyette de eşlerine zina isnat eden kimselerin durumları anlatılacak. Nikâhlı insanların nikâhlıları hakkındakilere isnatları gündeme gelecek. Evli olan bir ka-dının kocası hakkında, yahut kocanın karısı hakkında zina isnadında bulunması ki gerçekten çok karmaşık bir durumdur.

Buhârî ve Müslim’in rivâyetlerinde bu konu Sa’d Bin Ubadenin sözleriyle gündeme gelir. Bu zât Rasûlullah efendimize gelerek, ey Allah’ın Resûlü, ben bu âyetin Rabbimden geldiğine iman ediyorum. Rabbimin buyruğunun doğruluğuna aynen inanıyorum. Ancak ben şu hususa hayret ediyorum. Şimdi ben hanımımı bir başkasıyla zina ederken görsem; hanımımın bacaklarının arasında âdi bir herif göreceğim ve ona hiçbir şey yapmadan dört şahit bulmaya gideceğim. Ve ben şahit getirene kadar adam da işini bitirip gidecek. Böyle değil de oracıkta şu kılıcımla bu işi halletsem, onun işini bitirsem karşılığında kısasen beni öldürür müsün? diye sordu. Allah’ın Resûlü ses çıkarmadı ve hemen bunun üzerine bu âyetler nâzil oldu. Rivâyetlere göre Hilal Bin Ümeyye de bu işin pratik örneği oluyordu.

İbni Abbas efendimizin beyanına göre bu esnada Hilal Bin Ümeyye çıkageldi. Rasûlullah’ın ve ashabının huzurunda şu açıklamalarda bulundu: Ey Allah’ın Resûlü akşam bahçemden evime döndüğümde karımı bir başkasıyla buldum. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum diye gördüklerini anlattı, Allah’ın Resûlü buna son derece üzüldü. Hilal vallahi bu konuda Rabbimin bana bir çıkış yolu göstereceğini ümit ediyorum dedi ve hemen arkasından Rasûlullah efendimize vahiy geldi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İsra suresi ayet 15
Kim hidayete ererse kendi nefsi için hidayete erer; kim de saparsa kendi aleyhine sapar. hiçbir günahkar bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Biz bir elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluma) azab edecek değiliz.

Ayet-i Kerimede zikredilen "Doğru yol" dan maksat, Allah tealanın, Hz. Muhammed (s.a.v.) e gönderdiği İslam dinidir. Bu Hak dine iman edip, onun emirlerini tutup yasaklarından kaçınan kimse, kendisini yaratan Allahin nzası donıltusunda hareket etmiş olur. Müslüman olmasının faydası da kendisine ait olur. O halde Müslüman olmasını başkasının başına kakmaya hakkı yoktur. Kim de bu emir ve yasaklara uymayıp Allahı ve Peygamberini inkâr ederse o, cehennemi hak etmiş olur. Böylece sapıklığının zararını kendisi çeker. Zira günahlar, ancak onları işleyenleri sorumluluk altına sokar. Hiç kimse diğerinin günahından sorumlu değildir.
Ayet-i Keriminin sonunda "Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz." buyurulmakta ve Allah tealanın, kullarına karşı adaletli davrandığı ve onlara emirlerini ulaştırmadan azap etmediği beyan edilmektedir.
Alimler, bu âyet-i Kerimenin hükmüne göre, kâfirlerin henüz küçük iken ölen çocuklarının, delilerin, İslam dini geldiğinde çok yaşlılığı sebebiyle bunak durumda olanların, dilsizlerin, kendilerine Peygamber ve ilahi emirlerin tebliği ulaşmayan kimselerin ve vahyin kesildiği fetret dönemi insanlarının kıyamet gününde durumlarının ne olacağı hakkında farklı görüşler beyan etmişlerdir.
Bazılarına göre bu kimselere âhirette ne gibi bir muamele yapılacağı bilinemez. Bunlara ne muamele yapılacağı Allanın bileceği bir iştir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir.
Resulullah (s.a.v.)den, müşriklerin, küçük yaşta ölen çocuklarının âhirette durumlarının ne olacağı sorulmuş Resulullah da:
"Onların (Yaşasaydılar) ne gibi ameller yapacaklarını Allah daha iyi bilir. buyurmuştur.
Bazılarına göre ise bu gibi insanlar, âhirette Allah teala tarafından imtihan edilecekler ve sonunda herkes layık olduğu muameleye tabi tutulacaktır. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir: "Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Kıyamette dört çeşit insan kendilerini savunacaklardır. Bunlar: Hiç işitmeyen sağır, deli, bunak ve fetret döneminde Ölen kimselerdir. Sağır şöyle diyecektir: "Ey rabbim, İslam gelmiş fakat ben ondan hiçbirşey işitmedim." Deli: "Ey rabbim, İslam gelmiş fakat o sırada çocuklar benim üzerime deve dışkısı atıyorlardı. (Ben, çocukların oyuncağı durumundaydım.) diyecektir. Bunak: "Ey rabbim, İslam gelmiş fakat ben ondan hiçbirşey anlayamadım." diyecek. Fetret dönemide ölen ise: "Ey rabbim* bana senin Peygamberin ulaşmadı," diyecektir. Bunun üzerine Allah teala onlardan, kendisine mutlaka itaat edeceklerine dair söz alacak ve onlara, cehenneme girmelerini emreden bir elçi gönderecektir. (Rablerinin bu emrine uyarak) oraya girenler için cehennem soğuk ve selamet olacaktır. (Rablerinin emrine uymayarak) oraya girmeyenlen ise zorla cehenneme sürükleneceklerdir.

Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.
Bu çeşit insanların cehennemlik olduklarını söyleyenler olduğu gibi cennetlik olduklarını söyleyenler de vardır. Ve herbirerinin ileri sürdükleri delilleri de vardır. Bu hususta daha geniş bilgi için konuyla ilgili kaynaklara bakılabilir.
 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
64
selamün aleyküm kardeşim eline koluna yüreğine sağlık çok güzel bir konu inşallah emeğinin mukafatını görürsün allaha emanet ol
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
elifimbenim,
Amin. Allah CC razı olsun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İsra suresi ayet 17
Biz Nuh'tan sonra nice kuşakları yıkıma uğrattık. Kullarının günahlarını haber alıcı görücü olarak Rabbin yeter

Allah teala bu âyet-i Kerimede, Hz. Muhammed (s.a.v.) i yalanlayanları, daha önceki Peygamberleri yalanlayanların akıbetlerine uğratmakla tehdit etmektedir. Zira Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kavimlerden bir çoğu, Allanın âyetlerini ve Peygamberlerini yalanladıkları için helak edilmişler ve daha sonra gelenlere ibret olmuşlardır. Bu ibretleri görmeyenlerin de aynı akıbete uğrayacakları muhakkaktır. Zira hiçbir kimsenin, Allah teala ile özel bir münasebeti yoktur. Herkes veherşey onun mahlukudur
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nur suresi ayet 10
Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)?

Eğer Allah’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, Allah tevbeleri kabul eden Tevvab olmasaydı, Hakîm olmasaydı sizler ne yapardınız? Onun âciz ve güçsüz kulları olarak ne yapabilirdik? Hiçbir şey yapa-mazdık. Rabbimiz böylece Müslümanların aile hayatına çok güzel hükümler, çok hoş çözümler getiriyor.

Bundan sonra Rabbimiz yeryüzünün en büyük iftira olaylarından birini gündeme getirecek. Hz. Ayşe annemize yapılan ifk hadisesi, iftirası anlatılacak. Bundan sonra gelecek on âyet bu konuyu anlatacak. Ancak konuyu anlatan âyetlere geçmeden önce şu anda da zaman zaman Peygamber düşmanlarının gündeme getirmeye, dillerine dolamaya çalıştıkları, böylece Peygambere, Peygamber hanımlarına ve Peygamber yolunun yolcularına, Peygamber hanımlarının çocuklarına saldırmaya çalıştıkları bu olayın ayrıntılarını Ayşe annemizin dilinden bir özetleyelim. Ondan sonra Rabbimizin beyanlarına kulak verelim.

İmam Ahmet Zührî’den nakil ediyor. Rasûlullah efendimizin en sevgili zevcesi, sevgilinin en sevgilisi Ebu Bekir’in kızı Ayşe diyor ki: Rasûlullah efendimiz sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kura çekerdi. Kura hanımlarından her kime çıkarsa o sefere onunla birlikte çıkardı. Yine böyle savaşlardan birine gideceğinde aramızda çektiği kura bana çıktı. Ve bu sefere beraber çıktık. Bu sefer hicap âyetinin nüzûlünden sonraydı. Kadınlar cilbablarını üzerlerine almışlardı. Ben bu seferde deve üzerindeki bir tahtırevanda taşınıyordum. Konak yerlerinde de ondan iniyordum. Allah’ın Resûlü savaş sonrası yola koyuldu. Medine’ye dönüyorduk ve Medine’ye yakın bir bölgede konakladık. Geceleyin bir müddet orada kaldıktan sonra hareket emri verildi. O sırada ben tek başıma kalkıp def’-i hacet için oradan uzaklaşıncaya kadar yürüdüm. İşimi bitirip kervanın konaklama yerine döndüğümde elimi göğsüme attım, baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş olan gerdanlığımı düşürmüşüm. Tekrar geri dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum.

Onu aramam ve bulmam bayağı zaman almıştı. Beni taşıyan kafile de benim tahtırevanımın içinde olduğumu sanarak devemi kaldırıp yola koyulmuşlar. Çünkü o zaman kadınlar az yemek yerlerdi ve şişman değillerdi. Bu sebeple adamlar tahtırevanı kaldırdıklarında durumu fark edememişler. Ben o zamanlar genç bir kız idim. Onlar da deveyi önlerine katıp yola koyulmuşlar. Askerler epey yol aldıktan sonra nihâyet gerdanlığımı buldum ve konakladıkları yere geldiğimde kimseyi bulamadım. Farkına varıp ta aradıklarında beni orada bulabileceklerini düşünerek orada kaldım. Orada beklerken uyku bastırdı ve uyudum. Safvan Bin el Muattal es Sülemi ve ez Zekvani ordunun arkasından gidiyor ve askerlerin unuttuklarını topluyordu. Safvan oraya gelince benim karartımı gördü ve dikkat edince benim olduğumu tanıdı. Çünkü o beni örtünme emrinden önce gördüğü için rahatlıkla tanıdı ve inna lillah ve inna ileyhi raciun dedi. Biz Allah’a aidiz ve Ona döndürüleceğiz dedi. Sesini duyunca hemen uyandım. Hemen başörtümle yüzümü örttüm. Vallahi o bana az evvel ki sözünden başka hiçbir şey söylemedi. Eğilip devesini çökertti ve binmem için işaret etti. Ben de hemen devesine bindim. Devenin yularını çekerek beni askerlerin arkasından yetiştirdi. Nihâyet öğle zamanı konaklayan orduya yetiştik.

Artık benim bu durumum sebebiyle olan olmuştu. Bu iftira işinin büyük bir kısmını Abdullah Bin Übey Bin Selül üzerine almıştı. Nihâyet Medine’ye vardık. Tam bir ay süreyle hastalandım. Medine’de benim hakkımda dedikodu alıp yürümüş. İnsanlar Medine’de iftiracıların sözlerini dillerine dolaştırıyorlarmış. Rasulullah’a gelince hastalandığım zaman bana gösterdiği o eski ilgiyi, şefkati göstermiyordu. Bu benim sancımı, üzüntümü daha da artırıyordu. Rasûlullah sadece içeriye girip bana selâm veriyor ve nasılsın? deyip çıkıyordu. Onun bu tutumu beni şüphelendirmişti. Ama yine de hiçbir şeyden haberim yoktu.

Nihâyet biraz iyileştikten sonra dışarı çıktım. Benimle beraber Ümmü Mıstah da çıktı. Beraber bizim abdest bozduğumuz yere kadar gittik. Tuvalet ihtiyacı açıkta giderileceği için geceden geceye çıkardık. Bu hadise helâları evlerimize yakın inşa etmemizden önceydi. Tuvalet hususunda âdetimiz Arapların ilk âdetiydi. Ümmü Mıstah’la beraber yürüdük. İşimizi bitirip geri dönerken Mıstah’ın annesi örtünün içinde tökezledi ve şöyle dedi: Kahrolası Mıstah! Ben dedim ki, çok kötü bir söz söyledin. Bu sözü Bedirde bulunmuş bir adam hakkında mı söylüyorsun? Bunun üzerine bana iftira edenlerin sözlerini ve Medine’de çalkalanan dedikoduları bir bir anlattı. O zaman üzüntüme üzüntü katıldı. Hastalığım da arttı. Evime döndüğümde Rasû-lullah (a.s) yanıma girerek nasılsın? diyerek hatırımı sorunca, bana ana babamın evine gitmem için izin vermesini istedim. Gidip durumumu tam mânâsıyla onlardan öğrenmek istiyordum. Bana izin verdi. Hemen baba evime gidip anama sordum. Anacığım, insanların söyledikleri doğru mudur? Sakin ol kızım, üzülme! Vallahi pek az güzel kadın vardır ki kendisini seven bir adamla evli olsun, ortakları olsun da onun aleyhinde pek çok dedikodu üretmiş olmasınlar dedi. Kendimi şöyle demekten alamadım: Demek ki halkın diline düştüm. O gece sabaha kadar ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözlerime uyku girdi. Sabah olunca Rasûlullah (a.s) Ali ve Üsameyi çağırdı. Bu konuda vahiy gecikince hanımıyla ayrılıp ayrılmaması konusunda onlarla istişare etti.

Rasûlullah sıkıntılı, Ebu Bekir sıkıntılı, Ayşe annemiz sıkıntılı, Müslümanlar sıkıntılı ve henüz vahiy de gelmemişti. Ali Rasûlullah’ın amcasının çocuğu, Üsame de Zeydin oğlu idi. İstişarede Üsame benim tertemiz bir kadın olduğumu ve asla böyle bir şeyi yapamayacağımı anlatırken Rasulullah’a şöyle diyordu: Ey Allah’ın Resûlü o senin hanımındır. Ve vallahi ben onun hakkında hayırdan, temizlikten, namusluluktan başka bir şey bilmeyiz dedi. Ali ise şöyle dedi: Ey Allah’ın Resûlü Allah seni asla darda koymaz. Ayşe’den başka bu dünyada daha çok kadın vardır. Fazla düşünmene gerek yok, câriyesine sor, o sana doğrusunu söyler dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü Berireyi çağırıp sordu. Ey Berire, Ayşe’de seni şüphelendirecek bir şey gördün mü? O da: Hayır ey Allah’ın Resûlü, seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki o böyle bir şeyi yapmaz. Ben onda hiçbir kusur görmedim. Sadece o çok genç ve o kadar saftır ki ailesi için hamur yapar da sonra uyuyakalır, sonra da bir oğlak gelip onun hamurunu yiyiverir, hepsi bu kadar.

Bunun üzerine Allah’ın Resûlü Abdullah Bin Übeyin iftirasını hükümsüz kılmak için ertesi günü minbere çıkıp şöyle konuştu: Ailem hakkında yaptığı eza ve cefayı bertaraf edecek ve iftiracıyı cezalandıracak kimse yok mu? O anlattıkları adamda, Safvan’da iyilikten, namustan başka bir şey bilmiyorum. Ailemin yanına o ancak benimle girerdi dedi. Bunun üzerine Sa’d Bin Muaz ayağa kalkıp şöyle dedi: Ey Allah’ın Resûlü, vallahi ben onun cezasını veririm. Bu iftirayı eğer Evs’ten birisi yapmışsa hemen onun boynunu vururum. Yok eğer kardeşlerimiz Hazreç’ten birisi yapmışsa emret ona da aynısını yapalım. Hazrec kabilesinin reisi olan Sa’d Bin Ubade de kalktı, Sa’d Bin Muaz’a çıkışarak, yalan söylüyorsun! Sen onu öldüremezsin! Buna gücün de yetmez! Eğer o adam senin kendi kabilenden olsaydı böyle konuşmazdın! dedi. Bunun üzerine hemen Sa’d Bin Muaz’ın amcası Üseyd Bin Hudayr kalkıp Sa’d Bin Ubade’ye şöyle seslendi: Allah’a yemin ederim ki sen yalan söyledin! Biz mutlaka onu öldürürüz! Sen münâfıkları savunan bir münâfıksın! dedi. İki kabile böylece ayaklandılar. Neredeyse savaşacaklardı. Rasûlullah minberden devamlı olarak onları teskin etmeye çalışıyordu. Nihâyet sakinleşip sustular. Rasûlullah (a.s) da ses çıkarmadı.

Öbür yandan ben bütün gün ağladım. Göz yaşlarım dinmedi. Gözüme uyku girmedi. O gece de sabaha kadar ağladım. Anam babam da benimle beraber uykusuz sabahladılar. Tam iki gece bir gün ağladım. Ağlamak nerdeyse ciğerimi parçalayacaktı. Derken Ensâr’-dan bir kadın gelip izin istedi, izin verdim içeriye girdi. O da benimle beraber ağlamaya başladı. Tam o esnada Rasûlullah selâm verip içe-riye girdi ve yanıma oturdu. O iftiradan sonra o güne kadar yanıma hiç gelip oturmamıştı. Tam bir ay olmuş ve henüz hakkımızda vahiy gelmemişti. Oturduktan sonra şehadet kelimesini getirip şöyle buyurdu: Ey Aişe, senin hakkında şöyle şöyle duydum. Eğer mâsumsan, temizsen Allah mutlaka senin temizliğine dair vahiy indirecektir. Eğer bir günâh işlemişsen Allah’tan mağfiret dile. Çünkü kul günâh işleyip, günâhını itiraf edip tevbe ettiği zaman Allah mutlaka onun tevbesini kabul eder dedi. Sözünü bitirdiği zaman artık göz yaşlarım dinmişti. Artık ağlamıyordum.

Babama dönüp dedim ki, söylediği şeyler konusunda Rasu-lullah’a sen cevap ver. Bunun üzerine babam şöyle dedi: Vallahi Ra-sûlullah’ın sözlerine ne diyeceğimi, nasıl cevap vereceğimi bilmiyo-rum. Anama döndüm, anacığım, haydi sen cevap ver dedim. O da şöyle dedi: Vallahi Rasulullah’a ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben o zamanlar küçük yaşta bir kadın olduğum ve Kur’an’dan çok fazla bir şey bilmediğim halde dedim ki: Vallahi sizi insanların dedikodularına inanmış görüyorum. Maalesef bu söz sizin kalbinizde de yer etmiş. Size desem ki ben böyle bir şey yapmadım, ben suçsuzum, bana inanmayacaksınız. Yapmadığım halde yaptım desem ki Allah yapmadığımı biliyor, beni tasdik edersiniz. Vallahi ben aramızdaki durumla ilgili Hz. Yusuf’u babasının dediği:

“Bana düşen güzelce sabretmektir. Sizin bu söylediklerinize karşılık yardım talep ettiğim de Allah’tır”

Sözünden başka bir şey bilmiyorum dedim ve ondan sonra da Allah’ın mutlaka beni temize çıkaracağı inancı içinde gönül huzuruyla gidip yattım. Ancak hakkımızda okunacak bir vahyin gelmesini bek-lemiyordum. Benim gibi âciz bir kul hakkında Allah’ın vahiy göndereceğini hiç ummuyordum. İçimden belki Rasûlullah benim beraatıma dair bir rüya görür diye geçiriyordum. Vallahi daha oradan hiç kimse çıkmadan Rasulullah’a vahiy geldiğini anladım. Çünkü kış günü olduğu halde alnı terlemiş, inci taneleri gibi ter döküyordu. Pek sıkıntılı bir hali vardı. Üzerine inen vahyin ağırlığından dolayı o hali almıştı. Bu durum bitince Rasûlullah gülüyordu. Ve bana sevinç ve müjde dolu ilk sözü şu oldu: Ey Ayşe, haydi Allah’a hamd et, Rabbim senin mâsum olduğunu bildirdi. Müjde sana. Anam dedi ki, haydi kalk Rasulullah’a git. Ben ona şu cevabı verdim: Vallahi kalkıp ona teşekkür etmem. Allah’tan başka hiç kimseye teşekkür etmem. Çünkü benim beraatim hakkında âyet gönderen O dur. Beni O yüce Mevlâ’m temize çıkarmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nur suresi ayet 31
Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz."

"Allah'a tevbe edin":
Bu konuda şimdiye kadar işleyegeldiğimiz hatalar nedeniyle Allah'tan bağışlanma dileyin ve Allah ve Rasûlü'nün koyduğu hükümler doğrultusunda gidişatınızı düzeltin.

Bu hükümlerin inmesinden sonra, İslâm toplumunda Hz. Peygamber'in (s.a) yaptığı diğer düzeltmeleri de vermek yararlı olacaktır. Şöyle ki:

1) Başka erkeklerin (akraba da olsalar) bir kadını gizlice görmelerini veya kadının mahrem yakınlarının yokluğunda onunla oturmalarını yasaklamıştır. Hz. Cabir İbn Abdullah, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kocaları evde bulunmayan kadınların yanına girmeyin, çünkü şeytan kan gibi sizin içinizde dolaşır." (Tirmizi).

Yine, Hz. Cabir'in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Allah'a ve ahiret günü'ne inanan kimse, yanında mahrem bir yakını bulunmayan kadının yanına girmesin. Çünkü bu durumda üçüncü kişi şeytandır." (İmam Ahmed). İmam Ahmed, Amir b. Rabia'dan buna benzer bir hadis daha rivayet eder. Bizzat Hz. Peygamber (s.a) bu konuda son derece titizdi. Bir defasında, geceleyin hanımı Hz. Safiye'yi evine getirirken, Ensar'dan iki adam yanlarından geçer. Hz. Peygamber (s.a) onları durdurarak şöyleder: "Yanımdaki kadın karım Safiye'dir." Onlar da "Sübhenallah ey Allah'ın Rasûlü, senin hakkında hiç şüphe edilir mi?" derler. Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verir: "Şeytan insanın vücudunda kan gibi dolaşır. Zihinlerinize kötü bir düşünce yerleştirir diye korktum." (Ebu Davud).

2) Hz. Peygamber (s.a), erkeğin elinin na-mahrem kadının bedenine dokunmasını tasvip etmemiştir. Bu yüzden, biat esnasında erkeklerin elini sıkarken, bunu kadınlara karşı hiç yapmamıştır. Hz. Aişe, Hz.Peygamber'in hiç bir yabancı kadına dokunmadığını söyler. Kadınlarla sözle biatlaşır ve bu bitince de, "Gidebilirsiniz, biatınız tamamdır" derdi. (Ebu Davud).

3) Kadınların yanlarında mahremleri bulunmadan veya na-mahremle birlikte yolculuğa çıkmalarını şiddetle yasaklamıştır. Buhari ve Müslim'in İbn Abbas'tan rivayetine göre, Hz.Peygamber (s.a) bir hutbelerinde şöyle buyurmuşlardır: "Hiç bir erkek, yanında mahremi bulunmadığı sürece yalnızken bir kadının yanına giremez ve hiç bir kadın, yanında mahremi bulunmadan tek başına yolculuğa çıkamaz." Bir adam kalkar ve der: "Karım Hacc'a gidecek, fakat bana bir sefere katılma emri verildi." Hz. Peygamber (s.a) buna şöyle karşılık verir: "Karınla Hacc'a gidebilirsin."

Aynı konuda sahih hadis kaynaklarının İbn Ömer, Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hüreyre'den rivayet ettikleri hadislerde, Allah'a ve ahiret günü'ne inanan müslüman bir kadının yanında mahremi olmadan yolculuğa çıkamayacağı ifade edilmektedir. Şu kadar ki, yolculuğun uzunluğu ve süresi hakkında bazı farklı rivayetler vardır. Bazı rivayetlerde, yolculuğun asgari sınırı 12 mil olarak gelmekte, bazıları bir gün, bir gün bir gece, iki gün veya hatta üç günlük bir süre koymaktadır. Bu farklılık, rivayetlerin sıhhatine gölge düşürmediği gibi, içlerinden birini diğerlerine tercihle kabul etmemizi de gerektirmez. Rivayetlerin arasını bulmak için, Hz. Peygamber'in (s.a) farklı durumlarda şartlara ve durumun gereğine göre farklı talimatlarda bulunduğu söylenebilir. Sözgelimi, üç günlük yolculuğa çıkan bir kadın mahremsiz çıkmaktan yasaklanırken, bir günlük yolculuğa çıkan bir başkası da aynı şekilde yasaklanmış olabilir. Burada ana sorun, farklı durumlarda farklı kişilere farklı talimat vermek değil, İbn Abbas hadisinde ifade olunduğu üzere, bir kadının mahremsiz yolculuğa çıkamayacağı ilkesidir.

4) Hz. Peygamber (s.a) cinslerin serbestçe karışımına uygulamalarıyla engel olduğu gibi, bunu şifahen de yasaklamıştır. İslâm'da Cum'a ve cemaat namazlarının önemi herkesin malumudur. Cum'a namazı bizzat Allah tarafından farz kılınmış, cemaatle namazın öneminin derecesi ise şu hadiste ifadesini bulmuştur: "Eğer bir kişi gerçek bir özrü olmaksızın mescide gelmez ve namazını evde kılarsa, Allah bu namazını kabul etmeyecektir." (Ebu Davud, İbn Mace, Darekutnî, Hakim, İbn Abbas'tan). Böyleyken Hz. Peygamber (s.a) kadınları Cum'a namazından muaf tutmuştur. (Ebu Davud, Darekutnî, Beyhakî).

Cemaatle namazlara gelip gelmemeleri konusunda ise kadınları serbest bırakmış ve "Mescidlere gelmek isterlerse kendilerine engel olmayın" buyurmuşlardır. Bununla birlikte, kadınların namazlarını evde kılmalarının mescidde kılmaktan daha faziletli olduğunu da belirtmekten geri durmamışlardır. İbn Ömer ve Ebu Hureyre şu rivayette bulunurlar: "Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerine gelmekten men etmeyin." (Ebu Davud). İbn Ömer'den gelen diğer rivayetler de aynı mealdedir: "Kadınların geceleyin mescidlere gelmelerine izin verin." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesaî, Ebu Davud). Ve "Evleri, kendileri için mescidlerden daha iyiyse de, kadınlarınızı mescidlere gelmekten alıkoymayın." (İmam Ahmed, Ebu Davud). Ümmü Nümeyd es-Saîdiyye bir keresinde Hz. Peygamber'e (s.a): "Ey Allah'ın Rasûlü! Namazımı senin imamlığında kılmayı çok arzu ediyorum" der. Rasul-i Ekrem (s.a) şöyle cevap verir: "Namazını odanda kılman taraçada kılmandan hayırlıdır. Namazını evinde kılman, yakınınızdaki mescidde kılmandan hayırlıdır, namazını yakınınızdaki mescidde kılman ana mescidde kılmandan hayırlıdır." (İmam Ahmed, Taberanî). Ebu Davud, Abdullah İbn Mes'ud'dan aynı mealde bir rivayette bulunur.

Hz. Ümmü Seleme'ye göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kadınlar için mescidlerin en hayırlıları evlerinin en iç bölmeleridir." (İmam Ahmed, Taberanî). Hz. Aişe, Emeviler zamanında hakim olan şartları görünce, "Hz. Peygamber kadınların bu tür davranışlarına şahit olsaydı, İsrailoğluları kadınlarına yapıldığı gibi, onları da mescidlere girmekten mutlaka men ederdi." (Buhari, Müslim, Ebu Davud).

Hz. Peygamber, Mescidi'nde kadınların girmesi için ayrı bir kapı ayırmış ve kendi zamanında Hz. Ömer de erkeklerin bu kapıdan girmelerini yasaklayan kesin emirlerde bulunmuştu. (Ebu Davud). Cemaatle kılınan namazlarda kadınların erkeklerin arkasında ayrı saf tutmaları emrolunmuştur, ayrıca, namazın bitiminde Hz.Peygamber ve ashabı, kadınlar erkeklerden önce mescidden çıksınlar diye bir süre beklerlerdi. (İmam Ahmed, Buhari).

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: "Erkekler için safların en iyisi ön saf, en kötüsü de (kadınların safına en yakın olan) son saftır, fakat kadınlar için safların en iyisi en son saf, en kötüsü de (hemen erkeklerin arkasındaki) ön saftır." (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi,Nesaî, İmam Ahmed.)

Kadınlar bayram namazlarına da katılırlardı. Şu kadar ki, erkeklerden ayrı kapalı bir yerde bulunurlardı. Hutbeden sonra Hz. Peygamber (s.a) kendilerine ayrıca hitabede bulunurdu. (Ebu Davud, Buhari, Müslim). Bir keresinde Hz. Peygamber erkeklerle kadınları kalabalık içinde yan yana giderlerken gördü ve kadınları durdurarak şöyle dedi: "Yolun ortasından yürümeniz doğru değildir, kenarlardan yürüyün". Bunu duyan kadınlar hemen duvar boyunca yürümeye başladılar. (Ebu Davud).

Bütün bu hükümler, kadın-erkek karışık toplantıların İslâm'ın ruhuna bütünüyle aykırı olduğunu gösterir. Erkeklerle kadınların Allah'ın kutsal evlerinde namaz için yanyana durmalarına izin vermeyen İlâhî Kanun'un, onların okullarda, dairelerde, kulüplerde ve diğer toplantı yerlerinde serbestçe bir arada bulunmalarına izin vermesi düşünülemez.

5) Kadınların normal ölçülerde makyaj (süslenme) kullanmalarına izin, hatta bu konuda talimat vermiş, fakat aşırı makyajı (süslenme) kesinlikle yasaklamıştır. O dönemde Arap kadınları arasında geçerli olan makyaj ve süs çeşitlerinden aşağıdakileri lânetlemiş ve toplum için yıkıcı bulmuştur:

a) Daha uzun ve sık göstermek için saça fazladan yapay saç takmak,

b) Vücudun çeşitli kısımlarına dövme yapmak ve yapay benler meydana getirmek,

c) Belli bir görünüm vermek için kaşları yolmak veya daha açık bir görünüm kazandırmak için yüzdeki tüyleri yolmak,

d) Daha çok inceltmek için dişleri ovalamak, ya da dişlerde yapay delikler açmak,

e) Yapay bir renk ve görünüm kazandırmak için yüzü safran veya daha başka kozmetiklerle ovmak.

Bu talimatlar Kütübü Sitte ve Müsned'i Ahmed'de Hz. Aişe, Esma bint-i Ebu Bekir, Hz. Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Emir Muaviye'den güvenilir ravilerce rivayet edilmektedir.

Allah ve Rasûlü'nün bu apaçık hükümlerini öğrendikten sonra, bir müslümanın önüne iki yol açılır. Ya günlük hayatında bu hükümleri uygulayıp kendisini, ailesini ve toplumunu, ortadan kaldırılmaları için Allah ve Rasûlü'nün böylesine ayrıntılı hükümleri koyduğu kötülüklerden temizleyecek, ya da bir takım zaafları nedeniyle bu hükümlerin bir veya bir kaçını çiğneyip, hiç olmazsa günah işlediğini bilecek ve bunu böyle kabul ederek, yaptığına fazilet etiketi vurmayacaktır. Bu seçeneklerin dışında, Kur'an ve Sünnet'in açık hükümlerine aykırı olarak, Batı türü bir hayat tarzını benimseyenler ve sonra da müslümanlığı kimseye bırakmayıp, İslâm'da örtünme diye bir şeyin olmadığını açıkça iddia edenler, yalnızca itaatsızlık suçunu işlemekle kalmazlar, aynı zamanda cahilliklerini ve münafıkça inatlarını da sergilemiş olurlar. Böyle bir tavır, ne dünyada doğru düşünen biri tarafından onaylanabilir, ne de ahirette Allah'ın nimetine hak kazanabilir. Fakat gel gör ki, müslümanlar arasında yer alan ve münafıklıklarında öylesine mesafa katetmiş bulunan birtakım münafıklar, ilahi hükümleri gerçek dışı görerek reddetmekte ve gayrı müslim toplumlardan ödünç aldıkları yaşama biçimlerinin doğru ve gerçeğe dayalı olduğuna inanmaktadırlar. Böyleleri asla müslüman değildirler, eğer müslüman sayılacak olurlarsa, İslâm ve İslâmdışı kelimeler bütün anlam ve önemini yitirecektir. Eğer müslüman adlarını değiştirmiş olsalar ve İslâm'ı terkettiklerini açıkça ifade etseler, o zaman hiç olmazsa medenî ve manevî cesaretlerinin bulunduğunu söyleriz. Ama, bu kişiler tüm yanlış tavırlarına rağmen, kendilerini müslüman olarak sunmaya devam etmektedirler. Dünyada bunlardan daha bayağı bir insan sınıfı herhalde bulunamaz. Böylelerinden, böylesi bir karakter ve ahlâk taşıyanlardan her türlü yalan, hile, aldatma ve iffetsizlik beklemek mümkün değil midir?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İsra suresi ayet 31
Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara ve size biz rızık veririz. Şüphesiz onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah)dır.

Allah teala bu âyet-i Kerimede, kulları için, kendi öz anne ve babalarından daha merhametli olduğunu beyan etmektedir. Zira o, geçim korkusuyla çocukların öldürülmesini yasaklamaktadır. Anne ve babalan ise onlan öldürebilmektedirler.
Cahiliye döneminde bazı insanlar, çocuklarım geçindiremeyeceklerinden korkarak onlan öldürüyor, hattâ diri diri toprağa gömdükleri oluyordu. Ayet-i Kerime, bu çirkin hadiseyi yasaklıyor, çocuklan da babalannı da nzıkl andıranın kendisi olduğunu bildiriyor.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) de, fakirlik korkusuyla çocuklarım Öldüren insanlan, en büyük günahkârlar içinde saymıştır. Abdullah b. Mes'ud diyor ki:
"Ben, Resulullaha "Ey Allanı Resulü Allah katında hangi günah daha büyüktür?" diye sordum. Resulullah: "Seni yarattığı halde Allaha ortak koşmandır." buyurdu. "Ondan sonra hangisidir?" dedim. Resulullah: "Seninle birlikte yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu Öldürmendir." buyurdu. "Ondan sonra hangisidir?" dedim. Resulullah: "Komşunun hanımıyla zina etmendir." buyurdu
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Taha suresi ayet 100
Kim bundan yüz çevirirse şüphesiz kıyamet günü o bir günah-yükü yüklenecektir.

Kur'an-ı Kerim bu hatırlatmadan yüz çevirenlere suçlular adını vermekte ve onları kıyamet günündeki bir sahnede canlandırmaktadır. Bu suçlular, yolcuların kendi yüklerini taşımaları gibi ağır günah yüklerini taşımaktadırlar. Aman Allah'ım! Ne kötü bir yüktür bu!
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Furkan suresi ayet 70
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenler, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.

Ancak kim de tövbe ederse. Kim Allaha dönerse. Yâni kim katilliğinden ve zâniliğinden vazgeçerek Allahın programına dönerse. Allah için bir hayat yaşamaya yönelirse ve de iman eder, imanını pratik hayatına aktararak, iman kaynaklı bir hayatı tercih ederse. Ve de imanının gereği olan sâlih amellere yönelirse işte Allah onların sey-yiatlarını, günâhlarını, kötülüklerini iyiliğe tebdil edecektir. Çünkü artık o Allahın istediği gibi müslüman olmuş, Allahın emirlerine teslim olmuş, Allaha dönmüş, kıblesini değiştirmiş, tövbe etmiştir. Bununla birlikte Allahla bozulan arasını düzeltme adına imanının gereği sâlih amellere yönelmiştir. Allah ta onun hayatını iyiliğe döndürecektir. Allah mağfiret sahibidir, bağışlayıcıdır. Resûlullah Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurur:
Nefsim yed-i kudretinde bulunan Rabbime yemin ederim ki, eğer sizler günâh işlememiş olsaydınız, sizin ye-rinize günâh işleyip de Allaha istiğfar edecek bir kavim getirirdi de onları mağfiret ederdi.
(Müslim, Kitabut- tevbe 4/210)

Evet demek ki insan Allaha Allahın istediği kulluğu icra eder- ken, hayatının her bir anında Allah adına takva sahibi olmaya ve Al-lah adına bir hayat yaşamaya çalışırken, zaman zaman hata sonucu günâh da işleyebilecektir. Bu onun insan oluşunun melek olmayışının bir gereğidir. İşte Rabbimiz böyle bir durumda kişiyi asla ihmal et-mez. Rabbimiz böyle bir durumda da bizi kendi hâlimize bırakıver-mez de hemen bu hatadan dönme ve kendisiyle ilişkiyi yeniden kurma imkânı verir. İşte bu durumda hemen kendine gelir gelmez tevbe eden, günâhtan vazgeçen yönünü, kıblesini değiştiren ve bir daha bu duruma düşmeme konusunda kesin kararlı olan mü'minleri affedeceğini bildir. Günâhtan dönüş, tevbe de budur zaten. Demek ki tevbe kişinin Allahla ilişkisini düzeltmesinin adıdır. Bir insan için Allahla yakın ilgiden mahrum oluş kadar daha büyük bir hüsran olamaz. Yani günâh psikozu içinde yaşayıp, Allahla diyalogunun kesilmesi kadar insanı kahreden başka bir şey düşünmek mümkün değildir.

Evet işlenen günâhın akabinde hemen tevbe edilecek ve bir daha o günâha dönmeme kararı verilecek. Bu konuda Rasûlullahın pek çok hadisi vardır.

"İşlediği bir günâhın akabinde tevbe eden (Pişmanlık duyarak, bir aha dönmeme azmi içinde olan, kişi günâh işlememiş gibidir."
(İbni Mâce)

Bir adam gelip Rasûlullaha: Ya Rasûlullah bir kul bir günâh işlese sonra tevbe etse Allah affeder mi? dedi. Allahın Resûlü buyurur ki: Bir kul günâh işledi, tevbe etti. Affedilir. Yine günâh işledi yine tevbe etti, yine affedilir. Yine günâh işledi, tevbe etti yine affedilir. En son Rasûlullah şöyle buyurdu. Hattâ şeytan melül mahsur oluncaya, ümidini kesinceye kadar
(Hakim)

Ama şunu da unutmamalıyız ki işlenen bir günâhın arkasından sadece tevbe yetmemektedir. Âyetin devamında Rabbimiz tevbeden sonra iman ve salih amel şartını getirmektedir. Yine Rabbimiz Furkân sûresinde tevbeyle birlikte yapılması gereken başka şeylerden söz ederek şöyle buyurmaktadır:

Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.
(Furkân 70)

Evet tevbe iman ve amel-i salih istenmektedir. Yani işlenen günâhtan tevbe edip vazgeçilecek, arkasından iman edilecek, Allahla koparılan diyalog yeniden düzeltilecek ve de salih amellere koşula-cak. Peki nedir o salih ameller?

Günâh işleyen bir sahâbe Rasûlullaha gelerek: Ya Rasûlal-lah! Ben yapılmaması gereken bir şey yaptım! evimize bir şey istemeye gelen bir komşumun karısına bakılmaması gereken bir bakışta bulundum! Benim durumum ne olacak? Allah için söyle yoksa ben helakte miyim? der. Rasûlullah bir süre sükut eder ve şu âyet-i kerime inzal buyurulur:

Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.
(Hud: 114)

Evet namaz kıl çünkü iyiliklerin kötülüklerini giderir buyuruyor Allahın Resûlü. Demek ki namaz artının eksileri götürdüğü gibi kişinin günâhlarını götüren silip süpüren bir ibâdettir. Çünkü namaz başlı başına bir tevbe, bir yöneliş ve Allahtan yardım isteme makamıdır.

Buhâri ve Müslimde verilen nehir misali bu türdendir. Allahın Resûlü sizden dirinizin evinin önünden bir nehir aksa ve her gün beş defa bu nehirde yıkansa o kimse de kir kalır mı? Buyurur. Sahâbe-i Kiram efendilerimiz de elbette kalmaz deyince Allahın Resûlü buyurur ki, işte beş vakit namazda bu nehir gibi hataları siler yıkar gider.

"Beş vakit Namaz aradaki işlenenlere kefarettir, Ramazan da iki ramazan arasında işlenenlere kefarettir, büyük günâhlardan sakınıldığı müddetçe"
(Buhâri-Müslim)

Ebu Dâvud, Tirmizî, İbni Mâcenin Hz. Ebu Bekir efendimizden şunu rivâyet ederler:

Bir adam Rasûlullaha gelip: Ya Rasulullah ben bir suç işledim, Allahın kitabında cezam nedir? Onu ikâ-me et dedi. Rasûlullah bir süre sükut buyurdu. Nihâyet namaz vakti geldi. Sahâbeyle birlikte namazı kıldılar. O adam Rasûlullaha dönüp bir daha tekrarlayınca Rasûlullah şöyle buyurdu:Söylesene! Sen bizimle birlikte namaz kılmadın mı? Allah senin haddini affetmiştir.

Evet büyük günâhlardan (Kebair) sakınıldığı müddetçe iki namaz arasında işlenen ufak tefek günâhlara bu namazlar kefarettir. Ramazan da böyledir. İki Ramazan arasında işlenmiş günâhlara da Ramazan kefarettir.

Yine Rasûlullah buyurur: "İslâm, kendinden önceki günâhları siler; hicret, kendinden öncekileri siler, hac da kendinden önce işlenenleri siler mahveder.
(Müslim)

Evet İslâm kendinden öncekilerin tümünü siler. Kişi müslüman olduğu andan itibaren önceki işlediği günâhlarının tamamı silinmiştir. Hicret de böyledir. Hicrette hicret öncesi işlenmiş olan günâhları siler. Hac da böyledir. Mebrûr ve makbul bir haç kişinin anadan doğduğu gündeki gibi tüm günâhlarını siler.

Evet tevbe, iman ve salih amel isteniyor bizden. Böyle yaparsanız Allah seyyiatlarınızı, günâhlarınızı, kötülüklerinizi iyiliğe tebdil edeceğini müjdeliyor. Geçmişinizi sıfırlayacağını, hayatınızı düzlüğe çıkaracağını, tüm problemlerinizi çözümleyeceğini haber veriyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Furkan suresi ayet 71
Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner.

Kim tövbe eder, kıblesini değiştirir, günâh programından, günâha gidişten vazgeçer ve sâlih amellere yönelirse. Yâni o önceki günâhlarının kefareti olan, onların karşıtı olan güzel bir hayatı gerçekleştirirse. Yâni artık bir daha önceki günâhlarına dönmemeyi bece-rebilirse. Artık ben bu hayattan, bu günâhlardan vazgeçtim diyerek Allah’a yönelirse, güzel bir hayatın adamı olursa şüphesiz ki o kimse Allah’a samimi bir şekilde dönmüş demektir. Yâni Tövbesi, dönüşü Allah tarafından kabul görmüş bir şekilde Rabbine dönmüş demektir. Tövbesi kabul edilmiş demektir. En büyük günâhları işlemiş bile olsa o kimseyi Allah affedecektir. Önceki işlediklerini bitirecek, geçmişlerini sıfırlayacak ve onlara tertemiz bir sahife açacaktır Rabbimiz.

Öyleyse geçmişimiz ne olursa olsun, ne kadar günâhkâr olursak olalım Allah’tan asla ümit kesmemeliyiz. Rabbimizin bağışlamasının yanında bizim günâhlarımızın hiçbir şey ifade etmediği unutmayalım.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nur suresi ayet 11
Doğrusu uydurulmuş bir yalanla gelenler sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azab vardır.

Bu, Hz. Aişe'ye atılan iftiraya eşittir. Bizzat Allah bunu ilk (gerçek dışı suçlama, iftira, bühtan) olarak tanımlamış ve tümden reddetmiştir.
Buradan itibaren, surenin inmesine yol açan olayın anlatımına geçilmektedir. Bu olayın başlangıç kısmını bizzat Hz. Aişe'nin ağzından giriş bölümünde vermiştik. Şimdi de, kalan kısmını aktaralım, şöyle diyor Hz. Aişe:
"İftirayla ilgili söylentiler şehirde bir ay kadar süreyle yayılmaya devam etti. Hz. Peygamber'e (s.a) büyük bir üzüntü yıkım kaynağı oluyordu bu. Ben çaresizlikten ağlarken, anne-babam da benim ızdırabımdan dolayı adeta hastalanmışlardı. Nihayet bir gün Hz. Peygamber (s.a) bizi ziyaret etti ve yanıma oturdu, iftira başlayalıdan bu yana hiç yapmadığı bir şeydi bu. O gün önemli bir şeylerin olacağını hisseden Hz. Ebu Bekir'le Ümmü Ruman da (Hz. Aişe'nin annesi) yanımıza oturdular. Hz. Peygamber (s.a) şöyle diyerek söze başladı: "Aişe, ben bunu duydum, yani hakkındakini, eğer masumsan, Allah'ın masumiyetini açıklayacağını umuyorum. Yok, eğer bir günah işlediysen, tevbe et ve Allah'tan bağışlanma dile, bir günahkâr günahını itirafla tevbe ederse, Allah onu affeder". Bu sözleri işitince gözyaşlarım gözlerimde kurudu. Hz. Peygamber'e (s.a) cevap verir umuduyla babama baktım, ama o da şöyle dedi: "Kızım, ne diyeceğimi bilmiyorum" Sonra anneme döndüm o da ne diyeceğini bilmiyordu. Sonunda ben konuştum: "Hakkımdaki herşeyi duydun ve ona inandın.
Şimdi ben suçsuz olduğumu söylesem, -Allah şahidimdir ki, suçsuzum- bana inanmayacaksın, yapmadığım bir şeyi itiraf etsem, -Allah biliyor ki, yapmadım- o zaman inanacaksın." O anda Yakup Peygamber'in adını hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım. Bu nedenle içinde bulunduğum kötü durum dolayısıyla şöyle dedim: "Yusuf Peygamber'in babasının söylediklerini tekrarlamaktan başka yapabileceğim bir şey yok: "Fe-sabrun cemîl", (Yusuf: 83) . Bunu diyerek uzandım ve öbür tarafa döndüm. Allah'ın masumiyetimi bildiğini ve gerçeği mutlaka açıklayacağını düşünüyordum, fakat, beni savunmak için insanların kıyamete kadar okuyacakları İlahi Vahy'in ineceğini hiç aklımdan geçirmemiştim. Herhalde Hz. Peygamber bir rüya görür ve Allah masumiyetimi gösterir diye düşünüyordum. Fakat, o esnada birden Hz. Peygamber'in (s.a) üzerinde vahy hali görüldü, böyle anlarda soğuk bir kış gününde bile yüzünde inci gibi ter damlaları birikirdi. Hepimiz nefesimizi tuttuk ve sessiz bekledim. Ben korkmuyordum, fakat anne-babam korkuyla çarpılmış gibi görünüyorlardı. İlahi vahyin ne yönde geleceğini bilmiyorlardı. Vahy bitince Hz. Pegyamber (s.a) oldukça memnun görünüyordu. Büyük bir mutluluk içinde ilk sözleri şu oldu: "Tebrikler Aişe, Allah masumiyetinin delilini gönderdi" ve sonra da bu on ayeti okudu (11-21) . Bunun üzerine annem bana: "Kalk ve Hz. Peygamber'e teşekkür et" dedi. Ben de, "Ben ne ona, ne de siz ikinize teşekkür ederim, ben ancak benim beraatimi gönderen Allah'a şükrederim. Siz bile hakkımdaki töhmete bu kadar karşı çıkmadınız" dedim" (Bu, herhangi bir rivayetin çevirisi değil, fakat, Hz. Aişe aleyhindeki iftira olayıyla ilgili olarak hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin özüdür.)
Burada anlaşılması gereken ince bir nokta var, şöyle ki, Hz. Aişe'nin (r.a) beraati anılmadan önce, ayetler bir takım halinde, zina, kazf ve Li'anla ilgili hükümleri açıklamakta ve zinanın bir toplantıda bulunanları eğlendirme aracı olarak kullanılabilecek basit bir şey olmadığı konusunda Allah'ın uyarısını ihtiva etmektedir. Zina çok ciddi bir olaydır. Eğer suçlayan, suçlamasında doğruysa şahit getirmesi ve zani ile zaniyeye en korkunç bir ceza verilmesi gereklidir. Eğer suçlayan yalancıysa, kimse bir başkasına yalan yere suç isnadında bulunmasın diye 80 kamçı yiyecektir. Ve eğer suçlayan koca ise, sorunun çözümü için bir hukuk mahkemesinde Li'anda bulunacaktır. Öyle ki, böyle bir suçlamada bulunan kimsenin rahatı yoktur. Yeryüzünde iyiliği ve takvayı yerleştirmek amacıyla oluşturulan İslâm toplumu ne bir eğlence aracı olarak zinaya izin verir, ne de bir eğlence ve oyun olarak zina hakkında dillerin gevşekliğine müsaade eder.

Rivayetlerde, söylentileri birkaç kişinin yaydığı ifade olunmaktadır. Bunlar da Abdullan b. Übeyy, Zeyd b. Rifa (muhtemelen Yahudi münafık Rifaa b. Zeyd'in oğlu) , Mistah b. Üsase, Hassan b. Sabit ve Hanne bint-i Cahş'tı. Bunlardan ilk ikisi münafık, kalan üçü ise yanlış anlama ve zayıflıktan dolayı şerre karışmış müslümanlardı. Şerre az veya çok bulaşmış başka kişilerin adlarına Hadis ve Siyer kitaplarında rastlanmamaktadır.

Yani, "Gevşememelisiniz. Her ne kadar münafıklar kendi varsayımlarınca üzerinize en kötü saldırıda bulunmuşlarsa da, sonunda kaybeden onlar ve temelde kazanan siz olacaksınız."
Girişte belirtildiği gibi, münafıklar müslümanlara gerçek üstünlük alanı ve her cephede karşıtlarına karşı zaferlerinin asıl faktörü olan maneviyat cephesinden vurmayı planlıyorlardı. Fakat Allah bunu müslümanlar için bir güçlenme aracına dönüştürdü. Bu vesileyle Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir'le ailesi ve genelde müslümanların benimsediği tutum ve davranış, onların ahlâken en temiz, tabiaten adaletli, hoşgörülü ve karakter olarak da soylu ve sabırlı insanlar olduklarını hiçbir şüpheye imkan tanımayacak şekilde gösterdi. Eğer Hz. Peygamber (s.a) istemiş olsaydı, şerefine karşı girişilen saldırının sorumlularının kellelerini derhal uçurtabilirdi. Fakat, tam bir ay herşeye sabırla katlandı ve Allah'tan ilâhî hüküm gelince, kazf cezasını yalnızca suçları sabit olan üç müslümana uyguladı ve münafıklara dokunmadı. Hz. Ebu Bekir'in sürekli olarak desteklediği kendi yakınları bile üzerine leke yağdırmaya devam ederken, bu soylu adam ne onlarla ailevi ilişkilerini kesti, ne de Mistah'ın ailesine geçimleri için yapageldiği para yardımından vazgeçti. Hz. Peygamber'in hanımlarından hiçbiri iftirada en ufak bir rol almadıkları gibi, onu tasvip edici en ufak bir söz bile söylemediler. O kadar ki, uğruna kız kardeşi Hanne bint-i Cahş'ın iftirada rol oynadığı Hz. Zeyneb bile rakibesi (Hz. Aişe) hakkında ancak iyi sözler etti. Bizzat Hz. Aişe (r.a) bunu şöyle açıklar: "Hz. Peygamber'in hanımları içinde Zeynep benim en güçlü rakibimdi. Fakat, iftira olayıyla ilgili olarak Hz. Peygamber kendisine görüşünü sorduğunda, o şöyle cevap vermişti: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah'a yemin ederim ki, onda takvadan başka bir şey görmüş değilim." Hz. Aişe'nin kendi karakter yüceliği ise, Hassan bin Sabit'e davranışıyla ölçülebilir. Hassan b. Sabit, aleyhindeki iftira kampanyasında önemli bir rol oynamış olmasına rağmen, Hz. Aişe kendisine gerekli değer ve itibarı göstermekde devam etmiştir. Bir defasında, kendisine Hassan'ın iftirada bulunan kişi oludğu hatırlatıldığında, o, "Hayır, Hassan, Hz. Peygamber (s.a) ve İslâm adına İslâm dümanı şairlere cevap veren kişiydi" karşılığını vermiştir. İftiradan doğrudan etkilenen kişilerin tavır ve davranışları da böyleydi. Diğer müslümanların tutumları ise şu tek bir örnekle açıklanabilir: Hz. Ebu Eyyub el-Ensari'nin karısı iftira söylentilerinden söz ettiğinde, bu büyük sahabi şöyle demiştir: "Ey Eyyub'un annesi, Aişe'nin yerinde orada sen olsaydın böyle bir şey yapar mıydın?" Karısının "Allah'a yemin olsun ki asla yapmazdım." demesi üzerine de şunu söylemiştir: "O halde Aişe senden daha iyi bir kadındır. Bana gelince, Safvan'ın yerinde ben olsaydım, böylesine kötü bir düşünceyi aklımdan bile geçirmezdim.
Safvan ise benden daha iyi bir müslümandır." Böylece, münafıkların düzdüğü şerrin sonucu, varmak istediklerinin tam tersine oldu ve müslümanlar bu imtihandan manevi yönden daha da güçlenmiş olarak çıktılar.
Üstelik, bu olayın müslümanlara daha başka yararları da oldu. Bu olay nedeniyle, İslâm'ın sosyal hukuk kurallarına önemli eklemelerde bulunuldu. Müslümanların bu alanda Allah'tan aldıkları yeni hükümlerle, İslâm toplumu ahlâkî kötülüklerin baş gösterip yayılmasına karşı koruma altına alınıyor, daha da arınıyor ve kötülükler ortaya çıkacak olsa bile, derhal önlenme çareleri getiriliyordu.
Birbaşka yararı daha oldu bu olayın. Müslümanlar Hz. Peygamber'in (s.a) gaybı bilmediğini bütünüyle anlamış oldular. Onun bildiği, ancak Allah'ın kendisine öğrettiğiydi. Bunun dışında, onun bilgisi normal bir insanın bilgisiyle aynıydı. Tam bir ay Hz. Aişe ile ilgili olarak büyük endişe içinde kaldı. Konuyu bazen hizmetçiden bazan diğer hanımlardan, bazan de Hz. Ali ve Hz. Üsame'den soruşturuyordu. Nihayet, Hz. Aişe'yle konuşmuş ve ancak şunu söylemişti: "Eğer bu günahı işlemişsen tövbe et, eğer suçsuzsan umarım ki, Allah suçsuzluğunu açıklayacaktır." Eğer o gayb bilgisine sahip olmuş olsaydı, böylesine alt üst olmaz, soruşturmada bulunmaz ve tövbe tavsiye etmezdi. Bununla birlikte, ilâhî mesaj gerçeği açıklayınca, bir aydan fazla bir süredir sahip olmadığı bilgiyi edindi. Böylece Allah, halkın aşırı ve kör inançlar nedeniyle dinî liderleri hakkında düştüğü aşırı nosyonlara karşı doğrudan tecrübe ve gözlemle müslümanları korumuş oldu. Belki de vahy'in bir ay sonra gelmesinin nedeni buydu. Çünkü Vahy hemen ilk günde gelseydi, böyle faydalı bir etki yapmamış olurdu.

Yani, yalan suçlama ve şerrin gerçek kaynağı olan Abdullah b. Übeyy, bazı rivayetlerde bu ayetin Hz. Hassan b. Sabit'le ilgili olduğu ileri sürülmüşse de, bu bizzat ravilerin yanlış anlayışına dayanmaktadır. Gerçekte Hz. Hassan bin Sabit'in tek zaafı, münafıkların çıkardığı bir şerre katılmış olmaktı. Hafız İbn Kesir haklı olarak, bu rivayet Buhari'de geçmemiş olsaydı hiç dikkat çekmezdi gözleminde bulunmaktadır. Fakat, bu konudaki en büyük sahtekârlık, hatta iftira, Emeviler'in bu ayette işaret edilenin Hz. Ali olduğu iddialarıdır. Buhari, Taberanî ve Beyhakî'de Hişam b. Abdülmelik'in "onun büyüğünü çevirip işleyen"le Hz. Ali'nin kasdedildiği sözü yer almaktadır (Oysa, Hz. Ali'nin bu şerrde hiç mi hiç eli yoktur. Yalnızca, Hz. Ali, Hz. Peygamber'i karışık bir zihin halinde görmüş ve Hz. Peygamber'in kendisine danışması üzerine, "Allah bu konuda sana sınır koymadı, sana uygun kadın çoktur, istersen Aişe'yi boşayabilir ve bir başka kadınla evlenebilirsin" demişti. Fakat, bu hiçbir zaman onun Hz. Aişe aleyhindeki suçlamayı desteklediği anlamına gelmez. Onun amacı, sadece Hz. Peygamber'in (s.a) zihnî ızdırabını teskin etmekti.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nur suresi ayet 15
Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.

Bir zaman sizler, Aişe ile ilgili iftirayı birbirinize anlatıyordunuz. Sizler,, anlattığınız o hadise hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığınız halde bunu ağzınızla söylemekten çekinmiyor "Aişe'nin şöyle şöyle yaptığını işittik." diyordunuz. Bu sözlerinizin basit bir şey olduğunu, bundan dolayı günaha girmeyeceğinizi sanıyordunuz. Halbuki bu sözünüz, Allah katında büyük bir sözdür. Zira sizler, bununla Allah'ın Resulüne ve onun ailesine eziyet ediyordunuz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kasas suresi ayet 67
Ancak kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.

Amma tevbe edenlerin, durumlarını değiştirenlerin, körlükten kurtulmak için yön değiştirenlerin, iman edip sâlih ameller işleyenlerin kurtuluşa erenlerden olması umulur. Umulur ki onlar kurtulanlardan olacaklardır. Evet, eğer tevbe ederseniz, eğer hayatınızın kıblesini değiştirirseniz, Allah’a dönerseniz pişman olursanız, ama sadece bu da yetmez. Hemen arkasından iman edip bu imanlarınızı amele dönüştürme, imanlarınızı hayatınızda görüntüleme çabası içine girerseniz.

Evet sadece tevbe, sadece pişmanlık yetmez. Tevbe ettim ben, meğer ben ne kadar kötüymüşüm? Meğer ne kadar da berbatmış benim gidişatım? demeniz yetmez. Hemen arkasından ve amene yaparsanız, yâni Allah’ın istediği gibi iman sahibi, kabul sahibi olursanız. Bu da yetmez ve amile salihan olursanız, yâni bunu da amel haline getirirseniz işte o zaman felaha erenlerden olmayı ümit edebilirsiniz. O zaman ümit edin bu işi diyor Rabbimiz. Çünkü bir kere olmayacak bu iş sürekli olacak diyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt