Kuranda günah kavramı
Şems suresi ayet 9
“Kendini arıtan kurtulup saadete ermiştir.”
İşte buraya kadar edilen yeminlerin cevabı budur. İşte bu kadar yeminin arkasından Rabbimizin anlatacağı konu budur. Buraya kadar yeminlerle bizim dikkatlerimizi çekip bizi intibaha, uyanıklılığa dâvet ettikten sonra Rabbimiz söyleyeceğini söyledi. Neymiş mesele? Kendini tezkiye edip arındıran kurtulmuştur. Dikkat ederseniz önceki yeminlerin konusuna uygun bir ifadeyle konuyu ortaya koyuyor Rab-bimiz. Önceki yeminlerde zıtlardan söz edilmişti. Gece-gündüz, güneş-ay, yükseltilmiş semâ, serilmiş arz, sonra birbirine zıt iki eğilim verilmiş nefis, takva-fücur, itaat-isyan, iyilik-kötülük…Nasıl ki bunlar birbirlerinin zıddıysa, nasıl ki bunların sonuçları da birbirlerinden fark-lıysa arınma ve kötülüklere batmak da ayrı ayrı şeylerdir. Bunların so-nuçları da farklıdır. Birinin sonucu kurtuluş, ötekinin ise cezadır. Birinin sonucu cennet, ötekininse cehennemdir.
Kendini tezkiye eden, arındıran kurtuluşa ermiştir. Peki acaba bu tezkiyeyi nasıl anlayacağız? Acaba bu tezkiyenin, arınmanın yolu nedir?
'Tezkiye', zekât kelimesinin de aslı olan "zekâ" fiilinden gelir. Zekâ, sözlükte temizlik, paklık, artıp büyümek mânâsında nemâ, feyiz ve bereket anlamlarına gelir. 'Tezkiye' ise temizlemek, geliştirmek, fe-yizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak demektir. Aynı kökten gelen "zekât", Allah'ın bereketlendirmesinden meydana gelen nemâ-dır, artıştır ve temizliktir. Bu, dünyalık ve âhiretlik işler hakkında kulla-nılmaktadır. Zekât, aynı zamanda zengin müslümanların, Allah'ın hakkı olarak fakirler için ayırdıkları paydır. Bununla onlar, mallarının bereketinin artmasını isterler. Ya da zekât ibâdetiyle nefislerini tezkiye etmeyi/temizlemeyi arzu ederler. Yine aynı kökten gelen "ezkâ", daha temiz, daha iyi ve daha feyizli anlamındadır. 'Zekiyy' kelimesi de aynı kökten türemiştir. Tertemiz, günahsız demektir ki Hz. İsa'nın bir özelli-ğidir. Cebrâil, Meryem (a.s.)'e zekiy/tertemiz bir çocuk müjdelemek için görevlendirilmişti. Türkçe'de kullanılan 'zekî-akıllı' kelimesinin pel-tek z (zel) ile yazıldığını ve farklı bir fiilden türediğini hatırlayalım.
'Tezkiye', kavram olarak, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak, rics, cehâlet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvâyı öğretmek demektir. İşte bu âyet-i kerimede bu mana ortaya konulmaktadır. Allah (c.c) nefsi, insana ait iç benliği dü-zene koydu ve ona hem takvâsını hem de fücurunu (isyan etmeyi) öğretti. Nefis, isyan veya itaat edebilecek bir yapıda yaratıldı. Bundan sonra kim nefsini tezkiye ederse (temizlerse) kurtulur, onu günahla örtüp saran da yıkıma uğrar dendi.
Allah (c.c), bunun yanında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, rüşd ve sapıklık yollarını göstermiştir (2/Bakara, 256). İnsan nasıl ha-reket ederse doğru yola gider, nasıl inanır ve yaşarsa sapıtır, zarara uğrar; hepsini göstermiştir. İnsanlara bunları açıklayacak elçiler ve el-çilerle beraber apaçık beyyineler (belgeler/İlâhî kitaplar) gönderilmiş-tir. Yani insan nefsine, itaat etme veya isyan etme yeteneği verilmiş ve bunlardan hangisini seçeceği kendi irâdesine bırakılmıştır. İnsan fücur (günaha girme) yollarına girmez, takvâ elbisesini yırtıp atmazsa nefsini tezkiye etmiş olur. İnsanlardan kim nefsini tezkiye ederse, bu kendi lehinedir, bunun kazancı kendisinindir (Fâtır,18). Nefislerini tezkiye edip arınanlar için öldükten sonra şüphesiz Adn cennetleri vardır. Onlar orada temelli kalacaklardır (Tâhâ, 76). "Kim tezkiye yaparsa (arınırsa) o elbette kurtulmuştur." (A'lâ, 14).
İnsanı tezkiye edip arındıran önce Allah’tır. Çünkü fâil-i mutlak O’dur. İnsana takvasını da, fısk u fücurunu da gösteren, onu buna müsait yaratan ve bu konuda yol gösteren O’dur. Tezkiyeyi, tezek-kî’yi, arınmayı temizlenmeyi ortaya koyan Allah olduğuna göre, elbette bunun yolunu, usulünü, kuralını ortaya koyan da O’dur. Onun gösterdiği yol temizlenme ve arınma yoludur. Rabbimizin tarifinin dışındaki tüm yollar bâtıldır, boştur.
Allah'ın insanları tezkiye etmesine aracı olanlar şerefli elçiler-dir. Onlar, Rabbimizin bildirdiği emir ve hikmetlerle insanların nefisle-rini her türlü İslâm dışı şeylerden temizlerler. Tezkiye, Kur'an'ın bir emri ve bir ibâdet eylemidir. Bu anlamda tezkiye, takvâya ulaşmak için bir çaba, insanı Allah'tan uzaklaştıracak her şeyden kaçma, nefsi fücur sayılan şeylerden alıkoymaya gayret göstermektir. Kelime anla-mından hareketle, temizlenmek, arı olmak, pak olmak, aydınlanmak, nemâlanmak ve hayır yönünden çoğalmak demek olan tezkiye, bir di-ğer deyişle İslâm'ın bir başka adıdır. Nefsin tezkiyesi, mü'minin haya-tında başlı başına bir faâliyettir. Bunun nasıl olacağı Kur'an'da anlatıl-maktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) de bunu yaşayarak bize öğretmiştir.
Evet, ikinci olarak tezkiye eden, arındıran Allah’ın elçileridir. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerîm’de elçilerinin tezkiye görevinden söz eder. Bu âyetlerden birisi şöyledir:
“Andolsun ki Allah, inananlara, âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.”
(Âl-i İmrân 164)
Peygamber’in (a.s) görevlerinden birisi de ümmetini tezkiye etmek, insanları arındırıp tertemiz hale getirmektir. Küfürden, şirkten, nifaktan, cahiliyeden insanları arındırmak, vicdanlarını, kalplerini, düşüncelerini, niyet ve amellerini, aile hayatlarını, içtimaî yaşantılarını temizlemektir. Bir Müslüman yirmi dört saatlik hayatını Allah’ın şu ki-tabına ve Resûlü’nün sünnetine göre yaşarsa, o kişi hayatını temizlemiş demektir. Bir toplum da hayatını bu kitaba göre ve bu kitabın pratiği olan Peygamberin sünnetine göre yaşarsa o toplum da temizlenmiş demektir. Öyleyse tezkiye bu kitaba göre bir hayat yaşamaktır.
Kitabın ve Peygamberin görevi buysa, öyleyse bizim de görevlerimiz bunlardır. Biz de kendimize ve topluma Allah’ın âyetlerini okuyacağız, toplumda bu âyetleri öğrenmek isteyenlere öğreteceğiz. Bu kitabı okuyacağız. Herkese, kadın-erkek, genç-ihtiyar herkese. “Zaten bu insanlar Kur’an’a iman ediyorlar, onlara niye okuyacağız?” de-meyeceğiz. Çünkü Kur'an Müslüman’a da, kâfire de uyarıdır. Kur'an Müslüman’a hatırlatma, kâfire de uyarıdır. Öyleyse bunu mutlaka biz de gerçekleştireceğiz. Bu okuduğumuz insanlar arasından öğrenmek isteyenlere öğreteceğiz. Kur'an’ı pratikte yaşamak isteyenlere de işte kitabın pratiği budur diye onun pratiğini de göstereceğiz ve böylece hem kendimizin hem de o insanların temizlenmesini sağlamış olacağız. İşte Peygamber (a.s), insanları her türlü bâtıl düşüncelerden, ef-sanelerden temizleyerek onları apaçık imana ve hidâyete ulaştırıyor.
Bakın bu tezkiye konusunu Nâziât sûresi de şöyle anlatıyor:
“Tuva’da, kutsal bir vadide, Rabbi ona şöyle hitap etmişti: Firavun’a git; doğrusu o azmıştır. Ona de ki: “Arınmağa niyetin var mı? Rabbine giden yolu göstereyim ki O’na saygı duyup korkasın.”
(Nâziât 16-20)
Bir zamanlar Hz. Mûsâ, Rabbinin emriyle Firavun’un ayağına gitmişti de ona: “Ey Firavun! Var mısın, haydi temizleyeyim seni! Hay-di istersen seni tezkiye edeyim! Temizleyeyim seni! Seni tezkiyeye, temizlenip arınmaya götüreyim mi? Sana tezkiye yolunu göstereyim mi? İstersen gel senin yolunu Rabbine çıkarayım! Rabbine, temizlen-meye giden yolu göstereyim!” demişti. İşte tezekkî budur. İşte tezkiye, arınma budur. Rabbe giden yola girmek, Rabbe kulluk yoluna girmek, Rabbin koruması altına girmek ve Rabbin istediği hayata talip olmak…
Nefis tezkiyesi, başlıca iki anlamda kullanılmaktadır:
1- Onu kirletecek her türlü küfür, cehâlet, yanlış inançlar, kötü duygular ve kötü huylardan temizlenmek,
2- Bu gibi kötü şeylerden temizlendikten sonra ona; iman, ir-fan, güzel ahlâk, iyilik duygusu, takvâ gibi güzel şeyleri aşılayıp çevre-sine hayır ve bereket yayacak duruma getirmektir.
Bu iki anlamda nefis tezkiyesi, Allah'ın insan üzerinde bir hak-kı olmakla beraber insanın faydasınadır. Bu tezkiye işi, yapması yö-nüyle kişiye, sebep olması yönüyle irşad ve terbiye ediciye (Resûle), yaratma yönüyle de Allah'a nispet edilir.
Takvâ sahibi mü'minler, nefislerini şirkle, isyanla, kötü ahlâk ve kötü düşüncelerle, Rabbe karşı câhillikle, yüz kızartıcı hatalarla kir-letmezler. İslâm'ın açık ölçülerine uyanlar, Allah'ın koyduğu sınırlara dikkat edenler, helâli bilip haramdan uzaklaşanlar; şüphesiz temiz bir kalbe sahip olurlar. Bu, nefis tezkiyesidir. Mü'minler, dininin kötü de-diği ve haram saydığı şeyleri yanılma veya hata etme sonucu yapar-larsa; bütün bunlara tevbe ederler, pişman olurlar, itaat ve duâ ile ne-fislerini arındırırlar. Nefis tezkiyesi için özel törenlere, uzun uzun şart-lara, yedek yardımcılara ihtiyaç yoktur. İslâm'ın her şeyi ve onu hak-kıyla yaşamanın yolları bellidir. İnsanın kendi kafasından yeni, bağ-layıcı ve hattâ işi zorlaştırıcı kurallar koyması gereksizdir.
Değilse, işte nefis tezkiyesi için bir kenara çekileceksin, eline tesbihi alacaksın, şunları şunları yapacaksın vs, vs. Hayır, tezkiye bu değildir. Allah’ın dediklerini yapacaktır kişi ancak o zaman tezkiye olur. Allah’ın dediği gibi vahiyle tanışacak, tanıştıkça hem niyetlerini, hem düşüncelerini, hem bakışlarını, hem de amellerini bu tanıştığı vahiy doğrultusunda temizleyecektir. İşte o zaman tüm hayatı vahiyle yıkanmış ve temizlenmiş olacaktır.
Vahye göre malın temizlenmesi, tezkiyesi Allah’ın dediği gibi kazanıp harcamakla, zekât ve infakladır. Yani mala ilişkin temizlik an-cak Allah’ın gösterdiği şekilde olur. Gerek kazanma, gerekse harcama konusunda vahye mutabakat etmeyen, Allah’ın istediğine uygun hareket etmeyen bir kişinin malı temiz değildir. Gözün temizlenmesi, gözün vahye mutâbık kullanılmasıyla mümkün olacaktır. Onun Allah’ın bakılmasını, görülmesini istediği yerde kullanılması, yani hakkı görmekte, hakka bakılmakta kullanılması, Allah’ın metluv ve meşhud âyetlerinin okunmasında kullanılması gözün tezkiyesidir. Başın temizlenmesi, başkalarına göstermemek ve kocasına süslenmektir. Yoksa her gün şununla yıkamak, şu şampuanı kullanmakla değildir. Ağzın temizlenmesi hakkın sözcüğüyledir. O ağzın Allah’ın istediği biçimde vahyin sözcülüğünde kullanılmasıdır. Yoksa filan macunu kullanmakla, falan estetik ameliyatla değildir.
Kalbin, nefsin tezkiyesi de kişinin eylemlerinde, kavil, fiil ve davranışlarında niyetini Allah’ı halis kılmasıyladır. Tüm yaptıklarında, tüm konuştuklarında Allah için niyet taşır hale gelmesidir. Çünkü kalp, niyet makamıdır. Kalp, kabul ve ret makamıdır. İşte kalbin tertemiz ol-ması budur. Kalp temizliği Allah’ın istediği biçimde olur. Bu konuda kendi kendimize bir kısım usuller koymaya hakkımız yoktur.
Hz. Mûsâ, Allah'tan emir alır almaz hemen Firavun’a gitti ve bakın şöyle dedi: “Gel îman et ey Firavun! Îman et de temizlen! Allah yoluna gir de arın! Var mısın gel seni tezkiye edelim! Seni küfürden, şirkten, isyandan, Allah’a kafa tutmaktan, tâğutluktan kurtaralım! Gel seni hevâ ve heveslerine tapınmaktan, Allah karşısında bilgi ve güç iddiasında bulunarak kendi hayat programını Allah’ınkine tercih edişten kurtaralım. Yani Firavunluğunu, Firavunlaşmanı bitirelim! Firavunluğuna bir son verelim!”
Tezkiye budur işte. Tezkiye, Firavunluğa son verip Allah’a kul-luğu gerçekleştirmenin adıdır. Yani kendi kendini putlaştırıp, hayat programını Allah’a sormadan yaşamaktan vazgeçip, vahiyle diyalog kurmanın adıdır. Kitaptan habersiz bir hayat yaşamaktan vazgeçip kitapla tanışmanın adıdır. Peygamberi tanımadan bir hayat yaşamayı bırakıp, peygamber örnekliliğinde bir hayata talip olmaktır tezkiye. İşte Kur’an’ın anlattığı tezkiye budur.
Bakın elçisi Hz. Mûsâ’nın şöyle dediğini anlatıyor Rabbimiz: “Ey Firavun! Gel seni Rabbine ileteyim! Seni Rabbini bilmeye, Rabbini tanıyıp O’nunla diyalog kurmaya ileteyim de O’ndan korkasın, haşyet duyasın. O’nun koruması altına girerek O’nun istediği gibi bir hayat yaşayasın!” Zira Rabbi bilmeyen O’na karşı saygı duymasını da bi-lemez. Rabbi tanımayan bir insanın arınması, temizlenmesi de mümkün değildir. Hani “Nefsini tanıyan Rabbini da tanır.” Diyorlar ya, hayır bunun aslı tam tersidir. “Rabbini tanıyan nefsini tanır” demek Kur’an’ın ortaya koyduğu gerçektir. Çünkü biz nefsimizi de, onun tezkiyesini de Rabbimizden öğreneceğiz. Bu konuda başka bir kaynağımız yoktur. O halde Tezkiye, Rabbi bilmeye bağlıdır. Rab-bi bilmenin yolu da Kitap ve Sünnetten geçer. O halde Tezkiye, Kitap ve Sünneti tanımak demektir. Kitap ve Sünneti tanımayan birinin nefsini tezkiye iddiası da boştur.
Bakın nitekim âyetin devamında buyruluyor ki:
Sonra da Hz. Mûsâ Firavunun tezkiyesinin gerçekleşmesi için Ona büyük âyetleri gösterdi. Ona büyük mûcizeler, âyetler gösterdi. Yani ona Allah’ın Yüce âyetlerini gösterdi. Öyleyse tezkiye Allah’ın âyetleriyle gerçekleşecektir. Öyleyse biz de Rabbimizin âyetlerini görerek, Rabbimizin âyetleriyle tanışarak kendimizi tezkiye edip arındırmak zorundayız. Bizler de bu âyetlerle kendimizi arındırdığımız, kendi tâğutluklarımızı bu âyetlerle temizlediğimiz gibi Allah’ın elçileri gibi Firavunlara ve Firavun gibilere gideceğiz. “Gel Rabbinin kitabına!” diyeceğiz. Bize gel! Bizim gibi ol! Bizim gibi yaşa! Bize bak! Bizi örnek al! Bizim yolumuza, bizim metodumuza, bizim hizbimize, bizim partimize, bizim cemaatımıza gel demeyeceğiz asla.
Ya ne? Gel Rabbine! diyeceğiz. Gel Rabbinin dinine! Gel İslâm’a diyeceğiz. Zira unutmayalım ki bizimki hiçbir zaman temel değildir. Allah bizim metodumuzun dışında da farklı yollar tarif ediyor. Sonra insanları İslâm’a, Kur’an’a ve Peygambere değil de kendimize çağırırsak insanlar bizde çakılır kalırlar ve bizi bir adım öteye geçemezler, bunu da unutmayalım.
Allah’ı, Allah’ın kitabını tanıyarak Allah’ın tarif buyurduğu biçimde kendini tezkiye eden kurtulmuştur.