Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (2 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Saf suresi ayet 12
O da sizin günahlarınızı bağışlar sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş' budur.

Bu ticaretin asıl kârını, ahiretin sonsuz hayatında elde edeceksiniz:
a) Allah'ın azabından korunacaksınız,
b) Günahlarınız affedilecektir,
c) Allah'ın sonsuz nimetlerinin bulunduğu cennete gireceksiniz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mulk suresi ayet 11
Böylece kendi günahlarını itiraf ettiler. Çılgınca yanan ateşin halkına (Allah'ın rahmetinden) uzaklık olsun.

Dünyada iken rablerini inkar eden kafirlere cehennem azabı vardır.Ce-hennem varılacak ne kötü bir yerdir. Kâfirler âhirette cehenneme atılırken onun kaynadığını ve uğultu çıkardığını işiteceklerdir. Cehennem kâfirlere karşı o derece öfkelenecek ki neredeyse öfkesinden kendi kendini parçalayacaktır. Cehen¬neme her topluluk atıldığında cehennemin zebanileri onlara: "Sizler dünyada iken sizi bu azaba uğrayacağınıza dair hiçbir uyarıcı gelmedi mi?" diyecekler, onlar da itirafın kendilerine fayda vermediği bir yerde:"Evet bize uyarıcı gel¬mişti fakat biz onu yalanladık ve o uyarıcıya dedik ki: "Allah, kendi katından bir şey indirmedi. Siz, haktan uzak büyük bir sapıklık içindesiniz." dediler. Yine onlar: "Eğer bizler uyarıcıyı dinleyip bizi davet ettiği şeyleri akıl edecek olsay¬dık bizler, alev alev yanan bir cehennem ehlinden olmazdık." dediler. Böylece onlar günahlarını itiraf ettiler. Ne yazık ki günahlarını itiraf etmeleri onlara bir fayda vermedi. Cehennemlikler ezilsin yok olsunlar.
Ayette geçen ve "Kahrolsun" diye tercüme edilen keli¬mesi, Said b. Cübeyr tarafından "Cehennemde bir vadi" olarak izah edilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Kalem suresi ayet 12
Hayrı engelleyip sürdüren saldırgan olabildiğince günahkar

Ayette "Mennain-lil-hayr" deniliyor. Hayr: Arap dilinde hem mal için ve hem de iyilik için kullanılır. Burada mal için kullanıldığını farz edersek o zaman bunun manası şöyle olur: "O çok cimri bir insandır, zerre kadar kimseye bir hayırda bulunmaz." Eğer iyilik anlamında kullanıldığını düşünürsek o zaman "Her iyi işe karşı çıkar ve diğer insanların İslâm'a girmelerini önlemek için tüm çabasını sarfeder" anlamına gelir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Muddesir suresi ayet 38
Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;

"Herbir nefis kazandıkları karşılığında rehin almıştır." Kazandıkları ile rehin alınmış, işledikleri ile sorumlu tutulacaktır. Bu yaptıkları onu ya kurtaracaktır yahutta helake götürecektir.
rehin alınmıştır" buyruğu, yüce Allah'ın:
Her nefis kendi kazandıkları karşılığında bir rehinedir" (et-Tur, 52/21) buyruğundaki "nefis" lafzının müennesliği dolayısıyla nıüennes gelmiş değildir.
Buyruk: Herbir nefis Allah'ın nezdinde kazancı karşılığında kurtulması sözkonusu olmaksızın rehin alınmıştır, demektir.
"Ashabu'l-Yemin müstesna."
Onlar günahları karşılığında rehin alınmazlar. Kimliklerinin tayini hususunda farklı görüşler vardır. İbn Abbas, bunlar meleklerdir, demişlerdir.
Ali b. Ebi Talib:
Günah kazanmamış, bundan dolayı kazandıkları karşılığında rehin alınmamış olan müslümanların küçük çocuklarıdır, demiştir.
ed-Dahhak:
Allah'tan kendileri için iyilik (cennet) ezelden beri takdir edilmiş olduğu kimselerdir, demiştir. Buna yakın bir açıklama İbn Cüreyc'den gelmiştir. O, şöyle demektedir:
Herbir nefis ameli karşılığında hesaba çekilecektir. "Ashabu'l-yemin müstesna" onlar ise cennetliklerdir, hesaba çekilmezler.
Yine Mukatİl de böyle demiştir:
Bunlar misak gününde Allah'ın kendilerine: Bunlar da cennetliktir ve bundan dolayı da aldırış etmiyorum, dediği Âdem'in sağında bulunan cennetliklerdir.
el-Hasen b. Keysan da şöyle demiştir:
Bunlar ihlâs sahibi müslümanlardır. Bunlar rehin alınmayacaklardır. Çünkü bunlar (vaktiyle) üzerlerindekini eksiksiz yerine getirmişlerdir.
Ebu Zabyan'dan, o İbn Abbas'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bunlar müslumanlardır.
Bir açıklama da şöyledir:
Hak ashabı ile iman ehli olanlar müstesnadır. Bunlar kitabları sağ taraflarından verilecek olanlardır, diye de açıklanmıştır.
Ebu Cafer el-Bakır dedi ki:
Bizler ve bizim taraftarlarımız Ashabu'1-Yeminiz. Buna karşılık bizleri yani ehl-i beyti buğzeden herkes ise rehin alınacaktır.
el-Hakem dedi ki:
Bunlar Allah'ın kendi (dini)ne hizmet için seçtiği kimselerdir. Bunlar rehin alınanlar arasına girmezler. Çünkü bunlar Allah'ın (dininin) hizmetkârları ve seçkinleridir. Kazandıklarının onlara bir zararları olmaz.
el-Kasım dedi ki:
Her nefis hayır olsun, şer olsun kazancı karşılığında rehin alınacaktır. Kazandıklarına ve dinine hizmetlerine değil de, Allah'ın lütuf ve rahmetine güvenenler müstesna. Çünkü kazandıklarına güvenen herkes rehin alınacaktır. Allah'ın lütfuna güvenen herkes ise rehin alınmayacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

İnsan suresi ayet 24
Öyleyse Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkar veya nankör olana itaat etme.

Yani Rabbin seni böyle bir dava için memur etmiştir. Bu yüzden, bütün zorluk ve meşakkatlere katlanarak sabret. Her zorluğa karşı mertçe tahammül et ve sebat göster.

Yani, insanlardan korkarak bu Hak dini tebliğden vazgeçme. Kötü bir kimsenin hatırı için de dinin ahlâkî talimatlarından veya hakkı inkar edenlerin hatırı için de dinin temel inançlarından zerre kadar değişiklik ve restorasyonu düşünme! Eğer haram ve doğru değilse ona açıkça haram ve meşru değil de! Ne kadar kişi sana karşı çıkarsa çıksın, sen onlara karşı tutumunu gevşetme! Batıl inançları açıkça batıl olarak ve Hakk'ı da açıkça Hakk olarak ilan et. Kafirler senin ağzını kapatmak için ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar ve senden tavizler koparabilmek için ne kadar baskı yaparlarsa yapsınlar sen yolundan hiç taviz verme.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mutaffifin suresi ayet 12
Oysa onu ‘sınır tanımaz saldırgan' günahkar olandan başkası yalanlamaz.

Mutaffifin suresi ayet 13
Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "Bunlar öncekilerin efsanele*ridir." der.

Hesap gününü ancak, Allanın emirlerine karşı gelerek kendisi için konu*lan sınırlan aşan ve rabbine karşı günah işleyen kimseler yalanlar. Böyle bir in*sana, Muhammed'e Kur'anda indirdiğimiz âyetlerimiz okunduğu zaman "Bu, Öncekilerin efsaneleridir. Onlardan kopya edilmiştir, bize aktan im aktadır." der.

Mutaffifin suresi ayet 14
Asla, hayır; onların kazanmakta oldukları, kalpleri üzerinde pas tutmuştur.

Yani ceza ve mükâfaat gününü inkâr etmektedirler ve onların bu konuda hiçbir makûl ideali bulunmamaktadır. Ancak günah işlemekten kalpleri öylesine paslanmıştır ki, gâyet makûl ve açık delillere rağmen bile, ceza ve mükâfaat gününü inkar etmektedirler. Rasulullah (s.a) kalbin paslanmasını şöyle izah etmektedir: "Bir kul günah işlediğinde, kalbinde siyah bir leke meydana gelir. Eğer o kul tevbe ederse, bu siyah leke kaybolur. Şayet tevbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, bu leke onun tüm kalbini sarar." (Müsned-i Ahmet, Tirmizi, İbn Mace, Neseî, İbn Cerir, Hakim, İbn Ebi Hatim, İbn Hibban)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Mutaffifin suresi ayet 29
Doğrusu ‘suç ve günah işleyenler' kimi iman edenlere gülüp geçerlerdi.

"Şüphe yok ki o günahkârlar..." buyruğu ile yüce Allah, dünyada kâfirlerin ruhlarının mü'minler İle birlikteki hallerini nitelendirmekte ve onîarın mü'minlerle alay ettiklerini belirtmektedir.

Kastedilenler, şirk ehlinden olan Kureyş'in elebaşılarıdır. Birtakım kimseler İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Burada sözü edilenler el-Velid b. el-Muğîre, Ukbe b. Ebi Muayt, el-Aas b. Vail, el-Esved b. Abdi Ya-ğus, el-Âs b. Hişam, Ebu Cehil ve en-Nadr b. el-Haris'tir. İşte bunlar:

"İman edenlerden" Muhammed (sav)'ın ashabından Ammar, Habbab, Su-heyb ve Bilal gibi olan "bir kısmına" onlarla alay etmek üzere "gülerlerdi."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Fecr suresi ayet 14
Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.

"Zalimlerin ve müfsidlerin hareketlerini gözetlemek için pusu kurmak" bir temsil olarak kullanılmıştır. Pusu, aslında, münasip bir an bulduğunda hücum edebilmesi için bir şahsın gizlenerek bakmasıdır. Av, akibetinden habersiz ve gafil olarak gelir ve tuzağa düşer. Zalimlerin Allah (c.c.) karşısındaki durumları da aynen böyledir. Allah'ın kendilerini gözetlediğini düşünmeden dünyada fesad ve fitne çıkarırlar. Kayıtsız ve korkusuzca kötülüklerine devam ederken Allah'ın, artık geçmesine izin vermeyeceği an gelir ve azaba çarpılırlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Şems suresi ayet 8
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

"İlham", "lehm" kelimesinden türemiştir. "Yutmak" anlamına gelir. "Lahama şey'un ve tehemehû" yani, "filan şahıs o şeyi yuttu" ve "elhemtuhu eş-şey" yani "ona yutturduk". Bu anlam esas alınarak, anlam itibariyle "ilham", ıstılah olarak Allah (c.c.) tarafından insanlara şuur dışında, zihinlerinde yerleştirilmiş manasında kullanılmıştır.
İnsanın nefsine iyi ve kötü'yü ilham etmenin iki anlamı vardır. Birincisi, yaratıcısı ona iyi ve kötü eğilimi yerleştirmiştir ve bu his herkeste mevcuttur. ikincisi, herkeste şuursuz olarak şu tasavvurlar oluşmuştur: Ahlâk bakımından hangi şey iyi, hangi şey kötüdür ve iyi ahlâk ve amel ile kötü ahlâk ve amel birbirine eşit değildir, fücur (kötü ahlâk) çirkin bir şeydir, takva (kötülükten sakınmak) iyi bir şeydir. Bu düşünceler insan için yabancı değildir. İnsanın fıtratı buna aşinadır. Yaratıcısı ona doğuştan iyi ve kötüyü temyiz etme yeteneği vermiştir. Aynı nokta Beled suresinde şöyle ifade edilmiştir:
"Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (Beled 10) .
Dehr suresinde ise "Biz ona yolu gösterdik. Ya şükredici veya nankör olur" (Dehr 3) denmiştir. Kıyamet suresinde de şöyle buyurulmuştur:
"Kendini kınayan (nedamet çeken) nefse yemin ederim ki..." (Kıyamet 2) ve
"Doğrusu insan kendisini kurtarmak gayesiyle delil gösterse bile (kendini kurtaramaz) . Çünkü gözü, dili ve ayağı gibi bütün uzuvları kendi aleyhinde şahitlik eder" (Kıyamet 14-15)
Burada şu iyice anlaşılmalıdır ki, Allah (c.c.) fıtrî ilhamı her mahlukatın mahiyetine göre vermiştir. Tâhâ suresinde şöyle ifade edilmiştir.
"Rabbimiz, herşeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir, dedi." (Tâhâ 50) .
Örneğin hayvanların her çeşidine kendi ihtiyacına göre ilim ilhamı verilmiştir. Sözgelimi balık kendi kendine yüzmeye başlar, kuşlar uçar, arılar kendi kendine petek yapar. İnsanlara da çeşitli mahiyetlerine göre ilham yoluyla ilim verilmiştir. İnsanın bir yönü, hayvanî varlığa sahip olmasıdır. Bu açıdan ilham yoluyla ilme en iyi örnek, doğumdan hemen sonra çocuğun annesinden süt emmeye başlamasıdır. Eğer Allah (c.c.) fıtrî olarak ona bu ilmi vermeseydi dünyadaki hiçbir teknik bunu öğretemezdi. İnsanın diğer yönü, kendisine akıl verilmiş olmasıdır. Bu bakımdan insanlar ilham yoluyla verilen ilim işinde peş peşe keşif ve icatlarda bulunarak medeniyeti ileri götürmüşlerdir. İcat ve keşiflerin tarihine bakılırsa görülecektir ki, icat kişinin kafa yormasının sonucu değildir. Her icat, başlangıçta insanın zihninde birdenbire oluşan ilhama dayanarak gerçekleşmiş, sonra da yeni bir icat olmuştur. Bu iki mahiyet dışında kişinin bir de ahlâkî varlığı sözkonusudur. Bu bakımdan Allah (c.c.) ona hayır ve şerrin farkını; hayrın iyi, şerrin ise kötü bir şey olduğunu ilham olarak vermiştir. Bütün insan toplumlarının hayır ve şer tasavvurundan yoksun olmaması evrensel bir gerçektir. Bu nedenle tarihteki her nizamda iyiliğe mükafaat ve kötülüğe ceza tasavvuru vardır. Değişik şekilde de olsa bu vardır. Her devirde ve medeniyetin her seviyesinde bu tasavvurun mevcut olması, bunun insanın fıtratında mevcut olduğunun apaçık ispatıdır. Diğer bir delil de, bu tasavvuru insanın fıtratında Hakim yaratıcısının varetmesidir. Çünkü bu tasavvurun, insanın meydana geldiği maddi unsurlardan ve bu dünyanın maddî nizamını işleten kanunlardan kaynaklandığına dair bir iz yoktur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Şems suresi ayet 9
“Kendini arıtan kurtulup saadete ermiştir.”

İşte buraya kadar edilen yeminlerin cevabı budur. İşte bu kadar yeminin arkasından Rabbimizin anlatacağı konu budur. Buraya kadar yeminlerle bizim dikkatlerimizi çekip bizi intibaha, uyanıklılığa dâvet ettikten sonra Rabbimiz söyleyeceğini söyledi. Neymiş mesele? Kendini tezkiye edip arındıran kurtulmuştur. Dikkat ederseniz önceki yeminlerin konusuna uygun bir ifadeyle konuyu ortaya koyuyor Rab-bimiz. Önceki yeminlerde zıtlardan söz edilmişti. Gece-gündüz, güneş-ay, yükseltilmiş semâ, serilmiş arz, sonra birbirine zıt iki eğilim verilmiş nefis, takva-fücur, itaat-isyan, iyilik-kötülük…Nasıl ki bunlar birbirlerinin zıddıysa, nasıl ki bunların sonuçları da birbirlerinden fark-lıysa arınma ve kötülüklere batmak da ayrı ayrı şeylerdir. Bunların so-nuçları da farklıdır. Birinin sonucu kurtuluş, ötekinin ise cezadır. Birinin sonucu cennet, ötekininse cehennemdir.

Kendini tezkiye eden, arındıran kurtuluşa ermiştir. Peki acaba bu tezkiyeyi nasıl anlayacağız? Acaba bu tezkiyenin, arınmanın yolu nedir?

'Tezkiye', zekât kelimesinin de aslı olan "zekâ" fiilinden gelir. Zekâ, sözlükte temizlik, paklık, artıp büyümek mânâsında nemâ, feyiz ve bereket anlamlarına gelir. 'Tezkiye' ise temizlemek, geliştirmek, fe-yizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak demektir. Aynı kökten gelen "zekât", Allah'ın bereketlendirmesinden meydana gelen nemâ-dır, artıştır ve temizliktir. Bu, dünyalık ve âhiretlik işler hakkında kulla-nılmaktadır. Zekât, aynı zamanda zengin müslümanların, Allah'ın hakkı olarak fakirler için ayırdıkları paydır. Bununla onlar, mallarının bereketinin artmasını isterler. Ya da zekât ibâdetiyle nefislerini tezkiye etmeyi/temizlemeyi arzu ederler. Yine aynı kökten gelen "ezkâ", daha temiz, daha iyi ve daha feyizli anlamındadır. 'Zekiyy' kelimesi de aynı kökten türemiştir. Tertemiz, günahsız demektir ki Hz. İsa'nın bir özelli-ğidir. Cebrâil, Meryem (a.s.)'e zekiy/tertemiz bir çocuk müjdelemek için görevlendirilmişti. Türkçe'de kullanılan 'zekî-akıllı' kelimesinin pel-tek z (zel) ile yazıldığını ve farklı bir fiilden türediğini hatırlayalım.

'Tezkiye', kavram olarak, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak, rics, cehâlet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvâyı öğretmek demektir. İşte bu âyet-i kerimede bu mana ortaya konulmaktadır. Allah (c.c) nefsi, insana ait iç benliği dü-zene koydu ve ona hem takvâsını hem de fücurunu (isyan etmeyi) öğretti. Nefis, isyan veya itaat edebilecek bir yapıda yaratıldı. Bundan sonra kim nefsini tezkiye ederse (temizlerse) kurtulur, onu günahla örtüp saran da yıkıma uğrar dendi.

Allah (c.c), bunun yanında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, rüşd ve sapıklık yollarını göstermiştir (2/Bakara, 256). İnsan nasıl ha-reket ederse doğru yola gider, nasıl inanır ve yaşarsa sapıtır, zarara uğrar; hepsini göstermiştir. İnsanlara bunları açıklayacak elçiler ve el-çilerle beraber apaçık beyyineler (belgeler/İlâhî kitaplar) gönderilmiş-tir. Yani insan nefsine, itaat etme veya isyan etme yeteneği verilmiş ve bunlardan hangisini seçeceği kendi irâdesine bırakılmıştır. İnsan fücur (günaha girme) yollarına girmez, takvâ elbisesini yırtıp atmazsa nefsini tezkiye etmiş olur. İnsanlardan kim nefsini tezkiye ederse, bu kendi lehinedir, bunun kazancı kendisinindir (Fâtır,18). Nefislerini tezkiye edip arınanlar için öldükten sonra şüphesiz Adn cennetleri vardır. Onlar orada temelli kalacaklardır (Tâhâ, 76). "Kim tezkiye yaparsa (arınırsa) o elbette kurtulmuştur." (A'lâ, 14).

İnsanı tezkiye edip arındıran önce Allah’tır. Çünkü fâil-i mutlak O’dur. İnsana takvasını da, fısk u fücurunu da gösteren, onu buna müsait yaratan ve bu konuda yol gösteren O’dur. Tezkiyeyi, tezek-kî’yi, arınmayı temizlenmeyi ortaya koyan Allah olduğuna göre, elbette bunun yolunu, usulünü, kuralını ortaya koyan da O’dur. Onun gösterdiği yol temizlenme ve arınma yoludur. Rabbimizin tarifinin dışındaki tüm yollar bâtıldır, boştur.

Allah'ın insanları tezkiye etmesine aracı olanlar şerefli elçiler-dir. Onlar, Rabbimizin bildirdiği emir ve hikmetlerle insanların nefisle-rini her türlü İslâm dışı şeylerden temizlerler. Tezkiye, Kur'an'ın bir emri ve bir ibâdet eylemidir. Bu anlamda tezkiye, takvâya ulaşmak için bir çaba, insanı Allah'tan uzaklaştıracak her şeyden kaçma, nefsi fücur sayılan şeylerden alıkoymaya gayret göstermektir. Kelime anla-mından hareketle, temizlenmek, arı olmak, pak olmak, aydınlanmak, nemâlanmak ve hayır yönünden çoğalmak demek olan tezkiye, bir di-ğer deyişle İslâm'ın bir başka adıdır. Nefsin tezkiyesi, mü'minin haya-tında başlı başına bir faâliyettir. Bunun nasıl olacağı Kur'an'da anlatıl-maktadır. Peygamberimiz (s.a.s.) de bunu yaşayarak bize öğretmiştir.

Evet, ikinci olarak tezkiye eden, arındıran Allah’ın elçileridir. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerîm’de elçilerinin tezkiye görevinden söz eder. Bu âyetlerden birisi şöyledir:

“Andolsun ki Allah, inananlara, âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.”
(Âl-i İmrân 164)

Peygamber’in (a.s) görevlerinden birisi de ümmetini tezkiye etmek, insanları arındırıp tertemiz hale getirmektir. Küfürden, şirkten, nifaktan, cahiliyeden insanları arındırmak, vicdanlarını, kalplerini, düşüncelerini, niyet ve amellerini, aile hayatlarını, içtimaî yaşantılarını temizlemektir. Bir Müslüman yirmi dört saatlik hayatını Allah’ın şu ki-tabına ve Resûlü’nün sünnetine göre yaşarsa, o kişi hayatını temizlemiş demektir. Bir toplum da hayatını bu kitaba göre ve bu kitabın pratiği olan Peygamberin sünnetine göre yaşarsa o toplum da temizlenmiş demektir. Öyleyse tezkiye bu kitaba göre bir hayat yaşamaktır.

Kitabın ve Peygamberin görevi buysa, öyleyse bizim de görevlerimiz bunlardır. Biz de kendimize ve topluma Allah’ın âyetlerini okuyacağız, toplumda bu âyetleri öğrenmek isteyenlere öğreteceğiz. Bu kitabı okuyacağız. Herkese, kadın-erkek, genç-ihtiyar herkese. “Zaten bu insanlar Kur’an’a iman ediyorlar, onlara niye okuyacağız?” de-meyeceğiz. Çünkü Kur'an Müslüman’a da, kâfire de uyarıdır. Kur'an Müslüman’a hatırlatma, kâfire de uyarıdır. Öyleyse bunu mutlaka biz de gerçekleştireceğiz. Bu okuduğumuz insanlar arasından öğrenmek isteyenlere öğreteceğiz. Kur'an’ı pratikte yaşamak isteyenlere de işte kitabın pratiği budur diye onun pratiğini de göstereceğiz ve böylece hem kendimizin hem de o insanların temizlenmesini sağlamış olacağız. İşte Peygamber (a.s), insanları her türlü bâtıl düşüncelerden, ef-sanelerden temizleyerek onları apaçık imana ve hidâyete ulaştırıyor.

Bakın bu tezkiye konusunu Nâziât sûresi de şöyle anlatıyor:

“Tuva’da, kutsal bir vadide, Rabbi ona şöyle hitap etmişti: Firavun’a git; doğrusu o azmıştır. Ona de ki: “Arınmağa niyetin var mı? Rabbine giden yolu göstereyim ki O’na saygı duyup korkasın.”
(Nâziât 16-20)

Bir zamanlar Hz. Mûsâ, Rabbinin emriyle Firavun’un ayağına gitmişti de ona: “Ey Firavun! Var mısın, haydi temizleyeyim seni! Hay-di istersen seni tezkiye edeyim! Temizleyeyim seni! Seni tezkiyeye, temizlenip arınmaya götüreyim mi? Sana tezkiye yolunu göstereyim mi? İstersen gel senin yolunu Rabbine çıkarayım! Rabbine, temizlen-meye giden yolu göstereyim!” demişti. İşte tezekkî budur. İşte tezkiye, arınma budur. Rabbe giden yola girmek, Rabbe kulluk yoluna girmek, Rabbin koruması altına girmek ve Rabbin istediği hayata talip olmak…

Nefis tezkiyesi, başlıca iki anlamda kullanılmaktadır:

1- Onu kirletecek her türlü küfür, cehâlet, yanlış inançlar, kötü duygular ve kötü huylardan temizlenmek,

2- Bu gibi kötü şeylerden temizlendikten sonra ona; iman, ir-fan, güzel ahlâk, iyilik duygusu, takvâ gibi güzel şeyleri aşılayıp çevre-sine hayır ve bereket yayacak duruma getirmektir.

Bu iki anlamda nefis tezkiyesi, Allah'ın insan üzerinde bir hak-kı olmakla beraber insanın faydasınadır. Bu tezkiye işi, yapması yö-nüyle kişiye, sebep olması yönüyle irşad ve terbiye ediciye (Resûle), yaratma yönüyle de Allah'a nispet edilir.

Takvâ sahibi mü'minler, nefislerini şirkle, isyanla, kötü ahlâk ve kötü düşüncelerle, Rabbe karşı câhillikle, yüz kızartıcı hatalarla kir-letmezler. İslâm'ın açık ölçülerine uyanlar, Allah'ın koyduğu sınırlara dikkat edenler, helâli bilip haramdan uzaklaşanlar; şüphesiz temiz bir kalbe sahip olurlar. Bu, nefis tezkiyesidir. Mü'minler, dininin kötü de-diği ve haram saydığı şeyleri yanılma veya hata etme sonucu yapar-larsa; bütün bunlara tevbe ederler, pişman olurlar, itaat ve duâ ile ne-fislerini arındırırlar. Nefis tezkiyesi için özel törenlere, uzun uzun şart-lara, yedek yardımcılara ihtiyaç yoktur. İslâm'ın her şeyi ve onu hak-kıyla yaşamanın yolları bellidir. İnsanın kendi kafasından yeni, bağ-layıcı ve hattâ işi zorlaştırıcı kurallar koyması gereksizdir.

Değilse, işte nefis tezkiyesi için bir kenara çekileceksin, eline tesbihi alacaksın, şunları şunları yapacaksın vs, vs. Hayır, tezkiye bu değildir. Allah’ın dediklerini yapacaktır kişi ancak o zaman tezkiye olur. Allah’ın dediği gibi vahiyle tanışacak, tanıştıkça hem niyetlerini, hem düşüncelerini, hem bakışlarını, hem de amellerini bu tanıştığı vahiy doğrultusunda temizleyecektir. İşte o zaman tüm hayatı vahiyle yıkanmış ve temizlenmiş olacaktır.

Vahye göre malın temizlenmesi, tezkiyesi Allah’ın dediği gibi kazanıp harcamakla, zekât ve infakladır. Yani mala ilişkin temizlik an-cak Allah’ın gösterdiği şekilde olur. Gerek kazanma, gerekse harcama konusunda vahye mutabakat etmeyen, Allah’ın istediğine uygun hareket etmeyen bir kişinin malı temiz değildir. Gözün temizlenmesi, gözün vahye mutâbık kullanılmasıyla mümkün olacaktır. Onun Allah’ın bakılmasını, görülmesini istediği yerde kullanılması, yani hakkı görmekte, hakka bakılmakta kullanılması, Allah’ın metluv ve meşhud âyetlerinin okunmasında kullanılması gözün tezkiyesidir. Başın temizlenmesi, başkalarına göstermemek ve kocasına süslenmektir. Yoksa her gün şununla yıkamak, şu şampuanı kullanmakla değildir. Ağzın temizlenmesi hakkın sözcüğüyledir. O ağzın Allah’ın istediği biçimde vahyin sözcülüğünde kullanılmasıdır. Yoksa filan macunu kullanmakla, falan estetik ameliyatla değildir.

Kalbin, nefsin tezkiyesi de kişinin eylemlerinde, kavil, fiil ve davranışlarında niyetini Allah’ı halis kılmasıyladır. Tüm yaptıklarında, tüm konuştuklarında Allah için niyet taşır hale gelmesidir. Çünkü kalp, niyet makamıdır. Kalp, kabul ve ret makamıdır. İşte kalbin tertemiz ol-ması budur. Kalp temizliği Allah’ın istediği biçimde olur. Bu konuda kendi kendimize bir kısım usuller koymaya hakkımız yoktur.

Hz. Mûsâ, Allah'tan emir alır almaz hemen Firavun’a gitti ve bakın şöyle dedi: “Gel îman et ey Firavun! Îman et de temizlen! Allah yoluna gir de arın! Var mısın gel seni tezkiye edelim! Seni küfürden, şirkten, isyandan, Allah’a kafa tutmaktan, tâğutluktan kurtaralım! Gel seni hevâ ve heveslerine tapınmaktan, Allah karşısında bilgi ve güç iddiasında bulunarak kendi hayat programını Allah’ınkine tercih edişten kurtaralım. Yani Firavunluğunu, Firavunlaşmanı bitirelim! Firavunluğuna bir son verelim!”

Tezkiye budur işte. Tezkiye, Firavunluğa son verip Allah’a kul-luğu gerçekleştirmenin adıdır. Yani kendi kendini putlaştırıp, hayat programını Allah’a sormadan yaşamaktan vazgeçip, vahiyle diyalog kurmanın adıdır. Kitaptan habersiz bir hayat yaşamaktan vazgeçip kitapla tanışmanın adıdır. Peygamberi tanımadan bir hayat yaşamayı bırakıp, peygamber örnekliliğinde bir hayata talip olmaktır tezkiye. İşte Kur’an’ın anlattığı tezkiye budur.

Bakın elçisi Hz. Mûsâ’nın şöyle dediğini anlatıyor Rabbimiz: “Ey Firavun! Gel seni Rabbine ileteyim! Seni Rabbini bilmeye, Rabbini tanıyıp O’nunla diyalog kurmaya ileteyim de O’ndan korkasın, haşyet duyasın. O’nun koruması altına girerek O’nun istediği gibi bir hayat yaşayasın!” Zira Rabbi bilmeyen O’na karşı saygı duymasını da bi-lemez. Rabbi tanımayan bir insanın arınması, temizlenmesi de mümkün değildir. Hani “Nefsini tanıyan Rabbini da tanır.” Diyorlar ya, hayır bunun aslı tam tersidir. “Rabbini tanıyan nefsini tanır” demek Kur’an’ın ortaya koyduğu gerçektir. Çünkü biz nefsimizi de, onun tezkiyesini de Rabbimizden öğreneceğiz. Bu konuda başka bir kaynağımız yoktur. O halde Tezkiye, Rabbi bilmeye bağlıdır. Rab-bi bilmenin yolu da Kitap ve Sünnetten geçer. O halde Tezkiye, Kitap ve Sünneti tanımak demektir. Kitap ve Sünneti tanımayan birinin nefsini tezkiye iddiası da boştur.

Bakın nitekim âyetin devamında buyruluyor ki:

Sonra da Hz. Mûsâ Firavunun tezkiyesinin gerçekleşmesi için Ona büyük âyetleri gösterdi. Ona büyük mûcizeler, âyetler gösterdi. Yani ona Allah’ın Yüce âyetlerini gösterdi. Öyleyse tezkiye Allah’ın âyetleriyle gerçekleşecektir. Öyleyse biz de Rabbimizin âyetlerini görerek, Rabbimizin âyetleriyle tanışarak kendimizi tezkiye edip arındırmak zorundayız. Bizler de bu âyetlerle kendimizi arındırdığımız, kendi tâğutluklarımızı bu âyetlerle temizlediğimiz gibi Allah’ın elçileri gibi Firavunlara ve Firavun gibilere gideceğiz. “Gel Rabbinin kitabına!” diyeceğiz. Bize gel! Bizim gibi ol! Bizim gibi yaşa! Bize bak! Bizi örnek al! Bizim yolumuza, bizim metodumuza, bizim hizbimize, bizim partimize, bizim cemaatımıza gel demeyeceğiz asla.

Ya ne? Gel Rabbine! diyeceğiz. Gel Rabbinin dinine! Gel İslâm’a diyeceğiz. Zira unutmayalım ki bizimki hiçbir zaman temel değildir. Allah bizim metodumuzun dışında da farklı yollar tarif ediyor. Sonra insanları İslâm’a, Kur’an’a ve Peygambere değil de kendimize çağırırsak insanlar bizde çakılır kalırlar ve bizi bir adım öteye geçemezler, bunu da unutmayalım.

Allah’ı, Allah’ın kitabını tanıyarak Allah’ın tarif buyurduğu biçimde kendini tezkiye eden kurtulmuştur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
nur hacı,
Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Şems suresi ayet 10
Ve onu (isyanla günahla bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Önceki kişinin tamamen tersine vahiyle tanışmayarak, Allah’ın hayat programından habersiz bir hayat yaşayarak kendini kirletip pisliklerin içine gömen kişi de kaybetmiştir, ziyan etmiştir.

“Dessa, tedessi,” bastırmak, örtmek, saptırmak anlamlarına gelmektedir. Allah’ın nefislerine koyduğu iyilik, hayır ve takva özelliklerini bastıranlar, fıtratlarını, fıtrî özelliklerini örtenler, fıtratlarının seslerine kulak vermeyenler, takvalarını örterek fısk ve fücurlarına imkân verenler, itaat duygularını bastırıp isyanlarına destek verenler kaybetmişlerdir. Allah’la diyalog kurmayanlar kaybetmişlerdir. Allah’ın ki-tabı, Allah’ın yasaları yerine kendi hevâ ve hevesini putlaştırıp tanrı edinen, hevâsı istikâmetinde bir hayat yaşayan kişi kaybetmiştir.

Allah’ı unutmuş, Allah’tan gelen basiretlerle ilgi kurarak kendisini arındırmaya çalışmamış, Allah’ın kitabından ve peygamberin sün-netinden habersiz olduğu için, Allah’ın kendisi adına belirlediği kulluk programına teslim olmak yerine kendi bilgisine, kendi hevâ ve heveslerine teslim olmuş, ya da başkalarının hevâlarına teslim olmuş, başkaları için yaşamayı, tâğutlar için yaşamayı, moda için, çevre için, â-detler için yaşamayı, başkalarına kulluk etmeyi alışkanlık edinmiş kişi kendi kendisini pisliğin, günâhların, isyanların içine düşürmüş, hem dünyada ve hem de âhirette ziyana uğramış, kendi kendisini kötüye harcamış insandır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Şems suresi ayet 14
Fakat onlar, onu yalanladılar, deveyi de yere yıkıp öldürdüler: Rableri de günahları dolayısıyla 'onları yerle bir etti, kırıp geçirdi'; orasını da dümdüz etti.

AKR'ın asıl mânâsı, bir hayvanın ayaklarını biçip yıkarak öldürmektir. Rabb'leri de günahları sebebiyle onları yere vurup sürte sürte ezdi, hışmını bası basıverdi, azabını uygulayıverdi.
"Onları korkunç bir gürültü yakalayıverdi." (Hıcr, 15/73, 83),
"Onları bir sarsıntı tutuverdi." (A'râf, 7/78, 91, 155) ve
"Alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi." (Fussilet, 4 1 /17)
buyrulduğu üzere bir gürültü, bir sarsıntı, bir alçaltıcı azap yıldırımla çarpıp yere sererek hepsini kırdı geçirdi. Hem de onu eşit yaptı. O yere vurmayı, o azabı yalnız en azgınlarına ve bizzat onun beraberinde bulunanlara değil, Salih peygambere iman etmeyen, susmak ve dokunmamak suretiyle o azılıya katılmış bulunanların hepsine, çoluğuna çocuğuna eşit şekilde uyguladı. Hepsini düpedüz kökünden yok etti. Yahut, yeri üzerlerine geçirip düzleyiverdi. Bu tesviye (düzleme) de önceki tesviyenin bir karşılığı demektir.

DEMDEME, açıklandığına göre fiilinin tekrarıyla elde edilen bir fiildir. Demme, boya veya yaldız sürmek, badana yapmak, gemiyi zift ile kalafatlamak gibi, bir şeyi bir şeye sürüp sıvamaktır. Yeri düzlemek, bir kimseye şiddetli azap etmek, bir adamın başını ezmek ve halkı kırıp geçirmek mânâlarına gelir. "Demdeme" bunun tekrarlanmış şekli olarak katlısını yapmaktır ki, fiilde birbiri ardınca bir yinelenme ile her tarafından kaplıyacak bir kuşatma ve kuvvet ifade eder. denilir k i, "kabri, üzerine yıkıp basa basa tamamen düzledi" demektir. Cevheri "Sıhah"ında der ki: "Bir şeyi demdeme yaptım demek, onu yere yapıştırdım ve sürte sürte ezdim." demektir. "Kamus"ta: "Kavme demdeme etti ve kavmin üzerine demdeme yaptı demek, onları öğütüp yok etti." demektir ki tekrar tekrar

düzlemek, azap etmek mânâsından alınmıştır. Aynı şekilde hışım, öfke ve gazap mânâsına gelir. denilir ki, "onu hışım tuttu" demektir. Hışım ve öfkeyle homurdanarak söz söylemek mânâsına da gelir. "Ona karşı öfkeli öfkeli gürleyerek söyledi." demektir.

Tefsirciler burada başlıca tekrarlanan "sıvama" ve "kabri tamamen bastırma" mânâsından; günahlarını başlarına geçirip üzerlerine öfkeyle azabı uygulamak ve köklerini kazıyarak yok etmek, kırıp geçirmek mânâlarına tefsir etmişler ve "onu dümdüz etti" fiilindeki zamirinin de işaret ettiğimiz gibi demdeme mastarının ve bu karine (ipucu) ile Arzın yerini tuttuğunu söylemişlerdir ki, birisi azabın eşit şekilde hepsine genelleştirildiğini, birisi de o yo k etmenin, onların yere geçirilmesi suretiyle olduğunu ve oturdukları yerlerin başlarına geçirilip düpedüz bir harabeye çevrildiğini veya yok olmalarıyla yerin düzlenmiş bulunduğunu ifade eder. Bu zamirin "demdemen" mastarının yerini tutması daha açık ve şu zamiri de uygund
ur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Kuranda günah kavramı

Şems suresi ayet 15
(Allah, bu şekilde azap etmenin) âkıbetinden korkacak değil ya!

Yani Allah verdiği cezanın sonundan, acaba sonunda bir zarar veya sorumluluk gelir mi? diye endişe edecek değildir. O, sonunda yaptıklarının hesabını vermeğe mecbur olan ve ona göre verdiği cezalarda, ettiği azaplarda akibetinden korkması lazım gelen yaratılmış hükümdar ve hakimlere benzemez. Çünkü onun üstünde onu sorumlu tutacak, ona bir zarar verebilecek hiçbir kuvvet ve kudret yoktur. O hakkın kendisidir. Her şeyi yapmaya kendiliğinden layık, her ne yapsa hakkıdır. Bütün mülk onun olduğu için mülkünde "Dilediğini yapan"(Hud, 11/107) ve "yaptığından mesul olmaz."(Enbiya, 21/23) bir zat olarak dilediğini yapar, kimsenin karşı çıkma ve karışmaya hak ve selahiyeti olmadığı gibi zerrece bir za r ar verebilme ihtimali de yoktur. O, yok ettiği yaratıkların daha iyisini yaratma ve yok edilmelerinden sonra da onlara dilediği sevap ve cezayı verebilme gücüne sahip olduğu için, onun yok etmesi kendisi hakkında bir zarar teşkil etmeyeceği gibi, başkası h akkında bir zulüm değil, hak ve adaletin ta kendisi olur. Zira hakkın zatının üstünde bir hak ölçü ve ilkesi yoktur. O nefisleri önce düzgün hale getirip yaratan Allah, onları bu şekilde genel olan günahlarından dolayı cezalandırmada eşit tutmakla bir hak s ızlık değil, adalet yapmış olur.

BİRİNCİ
izaha göre vav, mukadder bir soruya cevap olarak gelen başlangıç cümlesinin başında bulunan vav olup "korkmaz" fiilin fail (özne) zamiri Allah lafzının yerini tutmaktadır. Bu cümle yaratılmışların sorumluluğunu, yaratıcının sorumsuz ve yaptığından sorumlu tutulmaz olduğunu anlatarak

cezanın şiddetiyle beraber hak olduğunu açıklamak ve dümdüz etmeden hatıra gelebilecek sakıncalı kuruntu ve vehimleri defetmektedir. Yüce Allah hakkında korku asla tasavvur edilemeyeceği için bu ifadenin, onların Allah katında zelil ve hakir olduklarını tasvir için bir istiare-i temsiliyye olduğu da söylenmiştir. Bundan başka burada başka iki izah şekli daha söylenmiştir.

İKİNCİSİ,
zamirinin, "Resul" isminin yerini tutmasıdır ki, "o resul ne oldu?" şeklinde mukadder bir soruya karşı, o resul bu cezasının sonucundan korkmaz. Zira o onları sakındırmış, peygamberlik görevini yapmış olduğu için ona korku ve sorumluluk yoktur demek olup "Azap emrimiz gelince Salih'i ve bera b erindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık." (Hûd, 11/66) mânâsıyla temizlenmiş nefislerin kurtuluşlarına misal olur.

ÜÇÜNCÜSÜ de
Süddî, Dahhâk, Mukatil ve Zeccâc'ın görüşlerine göre "vav", hal bildiren vav olup zamir "eşkâ" (en azılı) şahsın yerini tutmaktadır. "Halbuki o azılı kişi işlediği suçun cezasından korkmuyordu." demek olur.

Tefsircilerin bazısı, yeminin cevabı, bu Semud kıssasından anlaşılan mânâya göre, sûrenin sonunda mukadder olduğu görüşüne varmışlardır. Buna göre sûrenin asıl geliş gayesi özetle şu mânâ olur: Güneşe, onun parıltısına,... yemin olsun ki sizin içinizden Allah'ın Resulünü yalanlayanlara azap muhakkaktır. Evvelki izah şeklinde ise "Elbette nefsini temizleyen kurtulmuş; onu kirletip gömen zi y an etmiştir." bölümü büyük önerme makamında asıl cevap olup bu kıssa onu misal ile isbat ve vurgulama olduğundan neticenin şöyle dallara ayrılması gerekir: İşte Allah'ın ilham ve hidayetine uyup nefislerini takva ile temizleyenler kurtuluşu bulduğu gib i, nefislerini temizlemeyip de aksine kötülük ve isyan ile fesada uğratmış olanlar, Allah'ın elçisini yalanlayıp azgınlarına uyan ve bu yüzden günahlarıyla yok olup giden Semud gibi Resulullah (s.a.v.)'ı yalanlayıp azgınlara uyarak kendilerini neticede az a ba mahkum edip kaybeder ve hüsrana uğrarlar. O halde Allah'ın Resülüne ve nuru olan Kur'ân'a inanmaya, uymaya ve nefislerinizi takva ile temizlemeye ve geliştirmeye çalışınız ki kurtuluşa eresiniz. Denilmiş ki, bilhassa Semud kıssasıyla öğüt vermek, ilk
muhatap olan Araplar'ın yurtlarına yakın olduğu içindir.


Bu ayet ile Kuranda bulunan tevbe ve günah ile alakalı ayetleri bitirmiş olduk.

ALLAHım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et; batılı da, batıl olarak göster ve ondan da sakınmayı nasip et. Amin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt