Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 3
Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra Ona tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım.

Allah size güzel geçim vasıtaları sağlayacak şeklindeki güvence, şeytanın bu dünyaya tapan akılsızların kalbine, dindarlık, gerçi insanı Ahirette felaha ulaştırır ama dünya hayatını harap eder şeklindeki batıl fikri bertaraf etmek için verilmiştir. Allah müminleri temin etmektedir ki, rahmet ve bereketini, kendisinden korkan insanlar üzerinde tecelli ettirecek, onları mutluluk ve barış içinde yaşatacak, onurlandıracak ve her yerde saygın kılacaktır.
Böylece Allah, şeytan ve bağlılarının, dindarlığın hakkı ve doğruluğunu seçenleri kaçınılmaz olarak ızdıraba, belaya ve zorluklara sürüklediği yolundaki teorisini kesin biçimde reddetmektedir. Ve temin etmektedir ki, O kendisine inanıp doğru yaşayanların hayatını hem bu dünyada hem de ahirette felaha ulaştıracaktır.
Bilinen bir tecrübedir: gerçek ruh huzurunu tadanlar, onurlu ve saygın bir hayat yaşayanlar, yalnızca Allahtan korkanlar, nefsini temizleyenler, iş ve ilişkilerinde dürüst ve cömert olanlar, günahlardan uzak bulunanlardır. Kuran-ı Kerim e göre, hayat ve geçim vasıtaları ya iyi olur ya da aldatıcı. Burada Allaha yönelecekler için vadedilen geçim vasıtaları aldatıcı olanlar değil, iyi olanlardır. Eğer bir meta Allaha daha yakın kılıyorsa ve Allahın hukuku, insanoğlunun hakları ve bizzat nefsin hakları uğruna kullanılıyorsa iyidir. Bu tür iyi geçim kişinin hayatını bu dünyada da öbür dünyada da felaha ulaştırır. Bunun aksine, eğer bir meta' tüketim ayartısı haline gelir de insanı bir dünya perest yaparsa aldatıcıdır. Aldatıcı geçim vasıtaları her ne kadar zahirde mutluluk kaynağı ve lütufmuş gibi görünüyorsa da aslında bir kötülük, şer ve gelecek olan azabın hazırlayıcısıdır.

Bu ayet temel bir ilahi ilkeyi dile getirmektedir. Karakter ve davranışta daha üstün olan kişi Allah katında da daha üstün bir mevkiye sahiptir. Bu, şu anlama gelir ki, Allah hiç kimsenin amelinin zayi olmasına izin vermez. Herkese kazandıklarının karşılığı verilecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enam suresi ayet 151
De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.


Ey Muhammed, sadece kendi görüşlerine ve şeytanın vesveselerine kapılarak Allahın, kendilerine vermiş olduğu nzıklardan bir kısmını haram sayan, çocuklarını öldüren ve Allaha eşler koşan şu müşriklere de ki: "Gelin, rabbini-zin size gerçekten haram kıldığı şeyleri bildireyim. Allaha hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne ve babaya iyi davranın, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de çocuklarınızı da biz rıziklandırırız. Hayasızlıkların açığına da gizli-sine-de yaklaşmayın. Kısası hak etme, dinden çıkma, evli iken zina etme gibi, ölümü hak etme halleri müstesna, Allahın, öldürülmesini haram kıldığı kişiyi öldürmeyin. Allah size bunları emretti ki aklınızı kullarlasınız.

*Gürüldüğü gibi âyet-i kerime, Allah teaianın haram kıldığı ve ayrıca yapılmasını emrettiği beş hususu zikretmektedir. Abdullah b. Mes´ud´un bu âyeti hakkında şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Kim, Allahın Resulünün, üzerinde mühürü bulunan vasiyetini görmek isterse şu üç âyeti okusun. Bu âyetler, En´am suresinin yüz elli bir, yüz elli iki ve yüz elli üçüncü âyetleridir."

Bu âyette zikredilen beş hususa gelince:

a- Allaha oitak koşmak: Bu, en büyük günahtır, Nitekim şu âyette de bu-yuruluyor ki: "Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder. Kim Allaha ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günah ile iftira etmiş olur.

b- Ana babaya iyilik yapmak: Allah teala, Kur´an-ı Kerimin birçok âyetinde, kendisine itaat edilmesini emretmesinin hemen ardından anne babaya iyilikte bulunmayı emretmektedir. Bu hususta da şu âyetlerde de buyuruluyor ki:

"Rabbin kesinlikle emretti ki, ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Anne ve babadan biri veya her ikisi yanında yaşlanır ve düşkün-leşirse, bezginliğini hissettirir bir şekilde, onlara "Öf bile deme, azarlama, onlara güzel ve tatlı sözler söyle.

"Biz insana, ana-babasına karşı iyi davranmasını emrettik. Annesi onu kat kat meşakkat içinde kamında taşımıştır. Çocuğun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. Biz insana: "Bana ve anne babana şükret" dedik. Kıyamet günü dönüş ancak banadır.

Abdullah b. Mes´ud diyor ki:

"Resululiah (s.a.v.)´den "Ey Allahın Resulü, amellerin hangisi daha üstündür?" diye sordum. "Vaktinde kılınan namazdır." buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim, Resululiah (s.a.v.) "Anneye babaya iyilikte bulunmaktır." buyurdu. "Sonra hangisidir?" diye sordum, Resululiah "Allah yolunda cihad etmektir." diye cevap verdi. Bundan sonra ben sustum. Şayet daha fazla soracak olsaydım onlara da cevap verecekti.

c) Fakirlikten dolayı çocukları öldürmek: Fakirlik korkusuyla çocukları Öldürmenin de en büyük günahlardan okluğunu beyan a\en bir Hadis-i Şerifte buyumluyorki: "Abdullah b. Mes´ud diyor ki:

"Resulullah´tan, "Allah katında en büyük günah nedir?" diye sordum. Resululiah "Kendini yaratan Allaha ortak koşmandır." buyurdu. Dedim ki: "Şüphesiz ki bu büyük bir günahtır. Peki sonra hangisidir?" buyurdu ki: "Seninle birlikte yemek yiyeceğinden korkarak çocuğunu öldürmendir." Sonra hangisidir?" diye sordum. Resululiah: "Komşunun karısıyla zina etmendir." diye cevap ver-di.

d- Hayasızlık yapmak: Buradaki hayasızlıktan maksat, zina ve benzeri fiilleri işlemektir. Bu hususta Allah teala buyuruyor ki: "Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o rezilliktir, kötü bir yoldur."

e- Allahın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymak: Allah teala bu hususta da buyuruyor ki: "Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası cehennemdir. Orada ebedî olarak katacaktır. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.

Peycamber efendimiz (s.a.v.) bir Müminin ancak şu sebeplerle öldürüle-bileceğini,"bunun dışında öldürmenin cinayet olacağını beyan etmekledir. Buyuruyor ki:

"Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim, Allahın peygamberi olduğuma dair şehadet getiren bir Müslümanın öldürülmesi şu üç kimse dışında helal değildir. Bunlar, haksız yere birini öldüren, evli olduğu halde zina eden ve dinden çıkıp cemaati terkedenlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enam suresi ayet 164
De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.

Ey Muhammed, de ki: "Allah, herşeyin terbiye edeni, yetiştireni ve sevk ve idare edeni iken ben, Allahtan başka bir rab mı ariyayım? Her günah işleyen, kendi aleyhine işlemiş olur. Çünkü o, günahından dolayı cezalandırılacaktır. Ve hiçbir kimse başkasının günahını yüklenmeyecektir. Eyinsanlar, sonunda dönüşünüz ancak rabbinize olacak ve o size, dünyada ihtilaf ettiğiniz dinlerinizin . gerçeğini haber verecek ve amellerinize göre sizleri cezalandıracaktır.

Allah tealanın adaleti icabı, hiçbir kimse başkasının günahından sorumlu tutulmayacaktır. Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadir:

"Hiçbir günahkâr başkasının günahım çekmez. Eğer günahı ağır olan bir kimse, yükünü taşımak için bir başkasını çağırsa, akrabası bile olsa, yükünden hiçbir şey taşımaz. Ey Muhammed, sen ancak, görmedikleri halde rablerinden korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim, günahlardan arınıp temizlenirse, kendisi için annıp temizlenmiş olur. Nihayet dönüş Allahadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 52
Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin."

Semûd kavmi Âd kavminden sonra gelmiş, onların halefi olarak Mekke ile Kudüs arasında, Hicaz ile Filistin toprakları arasında, Hayber ile Tebûk arasında “Hicr” denilen bölgede yaşamış bir kavimdir. Hattâ Allah’ın Resûlü Tebûk taraflarına giderken ashabına buradan hızlı geçin, zira burası kardeşim Sâlihin devesini katlettikleri yerdir buyurur. Semûd’un en büyük şehirlerinden birisi olan belki de merkezi olan “Medayin-i Sâlih”tir. Daha sonra bu şehrin harabeleri üzerinde yapılan incelemelerden anlaşılıyor ki bu şehrin nüfusu beş yüz bin civarındaymış. Bu toplum herhalde helâk edilen üçüncü toplumdur. Kendilerinden önce sırasıyla Nuh kavmi, Âd kavmi helâk edilmiş ve onların arkasından bu toplum geliyordu. Kendilerine gönderilen Sâlih (a.s) dedi ki:


Ey kavmim, sadece Allah’a kulluk edin, Allah’tan başka ilâh kabul etmeyin. Önceki peygamberlerin dâvetlerinin aynısını görüyoruz. Tüm peygamberler toplumlarını sadece Allah’a kulluğa çağırmışlardır. Ama dikkat ederseniz Allah’ın elçileri ey kavmim, Allah’a iman edin demiyorlar. Toplumlarını Allah’a imana çağırmıyorlar. Neden? Çünkü zaten toplumları Allah’ı tanıyorlar, biliyorlar. Hatta zaman zaman O’na kulluk da ediyorlardı. Ama sadece Allah’a değil, Allah’la beraber O’nun berisinde bir kısım varlıklara da kulluk ediyorlardı. Ha-yatlarının kimi bölümlerinde Allah’ı dinliyorlar, ama öteki bölümle-rinde sözünü dinleyecekleri, yasalarını uygulayacakları başka ilâhları, başka Rableri vardı.

Tamam hayatın ibadet bölümünde Allah’ı dinleyelim, ama hayatımızın hukuk bölümünde, kılık kıyafet bölümünde, ekonomi bölümünde, eğitim bölümünde, sosyal ve siyasal düzenlemeler bölümünde bizim sözünü dinleyeceğimiz, arzularını gerçekleştireceğimiz başka ilâhlarımız var diyorlardı. Onun içindir ki dikkat ederseniz Allah’ın elçileri diyorlar ki ey kavmim, sadece Allah’a kul olun. Hayatınızı parçalamadan hayatın tamamında Allah’a kulluk edin. Hayatınızın tamamında hakim varlık; Allah olsun diyorlar. Kulluğunuz sadece Allah’a olsun, çünkü Allah dışında sizin başka ilâhlarınız yoktur diyor-lar.

Bakın sizi yeryüzünde yaratan O’dur. Sizi var eden O’dur. Sizleri yeryüzüne yerleştiren, orada size imkân veren, coğrafya veren, yeryüzünde hükmetme salahiyeti veren Allah’tır. Sizleri yeryüzünde egemen kılan Rabbinizdir. Dilediğiniz gibi yeryüzüne hükmedecek ko-numa getirdi sizi. Bu yetkiyi kimden aldınız? Kim verdi bütün bu nîmetleri size? Bütün bunları Allah lütfetmedi mi size? Yeryüzünü size boyun büktüren Allah değil mi? Siz kendiniz mi yapıyorsunuz bunları? Yeryüzünün ovalarında köşkler kurup, dağlarında kayaları yontup evler yapıyorsunuz. Hem ovalardan istifade ediyorsunuz hem dağlardan. Dağlarda evler yontuyorsunuz, ovalarda da köşkler yapıyorsunuz. Unutmayın ki tüm bu nimetleri size lütfeden Allah’tır. Varlığınızı O’na borçlusunuz. Bu hayatınız O’ndandır.

Öyleyse kulluk, sadece yaratıcının hakkıdır. Başkalarına karşı sizin hiçbir minnet borcunuz yoktur. Minnetiniz sadece Allah’a aittir. Sizi yaratan Allah yeryüzünü size imar ettiriyor. Öyleyse istiğfar edin Rabbinize. Bağış dileyin sahibinizden. Bu güç ve kuvvetinize güvenerek yaratıcınıza kafa tutmaktan vazgeçin de O’na kulluğa yönelin. Günah programlarınızdan, O’na isyan içinde, O’ndan habersiz bir gi-dişten vazgeçip, tevbe edip Rabbinize itaate yönelin. Çünkü benim Rabbim size yakındır, size icâbet eder. Dönüşünüzü kabul eder. Tev-belerinizi hoş karşılar. Dualarınızı, yalvarıp yakarmalarınızı kabul eder. Sizin dualarınıza mutlaka icâbet eder.

Semûd kavmi daha önce de ifade ettiğimiz gibi Nuh kavminden, Âd kavminden sonra gelmiş bir kavim. Nuh kavminin suyla helâkine, Âd kavminin rüzgarla helâkine şahit olmuş, güya kendilerince atalarının helâkini yorumlayıp ders çıkarmış bir kavimdi.
Evet bunlar kendilerinden önceki toplumların yok edilişlerini görmüşlerdi. Gördükleri, bildikleri bu tecrübelerinden dolayı bunlar kendilerinden öncekilerin âkıbetine uğramamak için yüksek kayaları, kayalıkları yontarak, yüksek yüksek barınaklar yapmışlar. Evlerini, şe-hirlerini yüksek kayalıkların arasında yontarak oluşturmuşlar. Sudan etkilenmeyelim, rüzgardan korunalım diye böyle yaptılar. Böylece gü-ya kendilerini Allah’tan gelebilecek deprem, zelzele gibi afatlardan garantiye aldıklarını zannediyorlardı.

Artık Allah’la tutuştukları savaşta, peygambere karşı gerçekleştirdikleri mücâdelede Âd kavmini yakalayan rüzgar onları yakalayamayacak, Nuh toplumunu helâk eden su onlara bir şey yapamayacaktı. Onun için kendilerinden önce helâk edilen toplumların yolundan gitmekten korkmuyorlardı. Atalarımız evlerini, şehirlerini düzlük arazilerde kurarak büyük hata etmişlerdi. Bizler bu hataya düşmeyeceğiz. Bizler evlerimizi kayaları yontarak, muhkem yapacağız ve artık bu tür hatalara düşmeyeceğiz. Artık Allah bizimle başedemez diyorlardı.

Tıpkı şu Marmara bölgesindeki depremi yorumlayan bizim kâfirler gibi. Yok inşaat hatasıymış, yok yapılar sağlam değilmiş filân falan. Aynen Semûd da böyle yorumlamıştı Allah’ın bu âyetini. Kayaları yontup mağaralara girdiler. Ölümsüzlüğü aradılar dünyada. Artık kimse bizim bu evlerimizi yıkamaz. Kimse bizim hayatımıza son vere-mez dediler. Sel de gelse, rüzgar da gelse bize hiç bir şey yapamaz dediler. Dünyaya kazık çakma sevdasına kapıldılar. Hiç ölmeyecekmiş gibi bir hayat programının içine daldılar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 90
Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir."

Rabbinize istiğfar edin. Elinizden geldiği kadar O’na kulluk yapın da beceremedikleriniz konusunda, kusurlarınızın konusunda O’nun affını isteyin. Tevbe edin Rabbinize. Yönelin Rabbinize. O’nun yörüngesine girin. Çünkü Rabbim Rahîmdir, merhametlidir, Vedûd’dur sevgilidir, kullarını sevendir. Sadece O’nu sevin, sadece O’nun sevgisine, beğenisine ulaşmaya çalışın.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Araf suresi ayet 33
De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.

Ey Muhammed onlara de ki: "Rabbim, açıkça yapılan hayasızlığı da gizli yapılanı da, günah işlemeyi, haksız yere insanlara karşı azgınlık etmeyi, düşmanlık yapmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği halde başka şeyleri Allah'a ortak koşarak onlara tapmayı ve bilmediğiniz şeyleri Allah'a karşı iftira etmenizi haram kıldı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Araf suresi ayet 77
Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler.

Kavmi, Salih'in tenbih ve ikazlarına rağmen deveyi kestiler ve gayet şımarık ve münkir bir eda ile ona meydan okuyarak: "Eğer sen, gerçekten Peygambersen, tehdit ettiğin, geleceğini haber verdiğin azabı bize getir de görelim. "Artık lâyık oldukları acıklı azabın başlarına gelmesi pek yakındı
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hud suresi ayet 112
Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.

Ey peygamberim, sen emrolunduğun şekilde dosdoğru ol. Ve yanındaki tevbe edenlerle birlikte dosdoğru ol. Sakın azgınlaşma. Sakın azgınlardan, azgınlığı seçenlerden olma. Muhakkak ki Allah yaptıklarınıza Basîrdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. İşte Rasu-lullah efendimizin bizzat kendi beyanlarıyla onu ihtiyarlatan bir âyetle karşı karşıyayız. Beni Hud ve kardeşleri ihtiyarlattı buyurur Allah’ın Resûlü. Rasulullah efendimizin başındaki saçları ağartan sûre ve o sûrenin bu âyetidir. Ulemâ bu konuda der ki, Allah’ın Resûlünü ihti-yarlatan Hud sûresinin işte bu 112. âyeti ve ahavatından maksat da Şûrâ sûresinin 15. âyetidir. Oradaki âyet de şöyleydi:

"Ey Muhammed! Bundan ötürü sen birliğe çağır ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol; Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle söyle: "Ben Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adâletle hükmetmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş onadır."
(Şûrâ 15)

İşte Allah’ın Resûlünün sakallarının ve saçlarının ağarmasına sebep olan âyetler bunlardı. Her iki âyette de ona diyordu ki Rab-bimiz: "Ey Resûlüm! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" Allah senden nasıl olmanı istiyorsa öylece ol! Allah senden nasıl bir kulluk istiyorsa öylece Rabbine kulluk yap! Kıyâmete kadar tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde yamulmadan, inhiraf etmeden, eğrilmeden, kaçamak yapmadan, yan çizmeden Rabbinin emirlerini yerine getir! Tüm insanlığa örnek olacak dosdoğru bir Müslümanlık sergile diyordu. İmanıyla, takvasıyla, teslimiyetiyle, ameliyle, bireysel, sosyal ve ailevî yönüyle kıyâmete kadar tüm insanlığa örnek olacak Müslümanca bir yaşantı biçimi sergile. İnsanlığın örnek alıp uyguladıkları zaman cennete, reddettikleri zaman da cehenneme gidecekleri bir örnek kulluk sergile. Bu yolun pratiğini ortaya koy diyordu Rabbimiz ona. Gerçekten kolay bir şey değildi bu. Ama bu zoru başarmalıydı Rasulullah efendimiz. Bu zorda yardımcısı, destekçisi Allah’tı ve Rabbimiz yardım etti ona.

Allah peygamberinden böyle bir teslimiyet, böyle emrolundu-ğu gibi bir dosdoğru oluş istiyordu. Ama bu peygamber için zor değildi. Zira Allah’ın Resûlünde hiç eksiklik yoktu. O bunu yerine getirme konusunda kesinlikle yorulmamıştır.

Vakıa, biliyoruz ki vahyin gelişi Allah’ın Resûlünü yoruyordu. Âyetlerle karşı karşıya gelişi onu sarsıyordu. Zira o mütekelliminden dinliyordu onu. Allah’ın Resûlü Kur’an âyetlerini bizzat o âyetlerin mütekellimi olan Allah’tan dinliyor, bizzat O’ndan ahz ediyordu. Nitekim bir defasında bir sahâbenin dizindeyken vahiy gelmişti de o sahâbe sandım ki dizim felç oldu, kemiklerim eridi zannettim demiştir. Yine Kusva isimli devesinin üzerindeyken bir defasında toptan En’âm sûresi nâzil olmuştu da devenin ayakları kuma gömülüvermişti. Yine Ayşe annemiz ve diğer sahâbenin rivâyetlerine bakılırsa kış gününde vahiy gelirken Allah’ın Resûlünün mübarek yüzlerinde buram buram ter görünürdü.

Evet vahyin gelişi peygamberimizi yoruyordu ama bütün vahiy için geçerliydi bu. Bütün âyetler için geçerliydi. Halbuki burada asıl onu ihtiyarlatan bölümün:

"Peygamberim! Sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi dosdoğru ol!"

İfadesiydi. Yâni sen dosdoğru ol! Ama seninle beraber olan-ları da, sana tâbi olanları da kendin gibi dosdoğru hale getir! Seninle birlik olanlar da aynen senin gibi dosdoğru olsunlar! İfadesiydi onu ihtiyarlatan. Allah’ın Resûlü zaten kendisi dosdoğruydu, ama kendisine tâbi olanları da aynen kendisi gibi dosdoğru yapma derdi var ya, işte Allah’ın Resûlünün belini büken dert buydu. Onu ihtiyarlatıp saçlarını ağartan endişe buydu işte. Sadece kendisinin doğruluğu istenseydi iş kolaydı, ama beraberindekileri de dosdoğru hale getirilmesi isteniyordu ondan.

Evet yanındakileri dosdoğru hale getirme derdi Allah’ın Re-sulünün bile belini bükerken, onun mübarek saçını, sakalını ağar-tırken ya biz ne yapacağız? Ya bizim beraberimizdekiler? Ya bizim çevremizdekiler? Ya bizim hanımlarımız? Ya bizim analarımız? Ba-balarımız? Ya bizim çocuklarımız? Ya bizim komşularımız? Ya bizim dükkanımızdakiler? Biz de aynen Allah’ın Resûlü gibi onları da dosdoğru hale getirme derdiyle uykularımızı kaybedecek duruma gelebildik mi? Biz de bunun sorumluluğunu omuzlarımızda hissedebildik mi? Çevremizdekilerin dirilmeleri adına çareler aramaya koşabildik mi? Yoksa ne yapayım beceremiyorum diyerek yan çizme ye mi kalkıştık? Yoksa onları diriltme konusunda bir kaç gün uğraştık da sonunda usanıp bunlar adam olmuyorlar diye kırıp döktük mü onları? Allah’ın Resûlünün elinde de vardı kırıp dökmek ama Allah’ın Resûlü bunu asla kullanmamıştır. Taif’ten dönüşünde kan revan içinde bile meleğin kendisine teklifi karşısında onun cevabını çok iyi biliyoruz. Nesillerinden bir tek kişi bile iman edecekse ya Rabbi onları helâk etme! diyordu.

Öyleyse biz de ana babalarını kaybettiklerimizin çocuklarını kazanmaya çalışalım. Mü'minleri müminleştirmede, kâfirleri İslâmlaş-tırmada Allah’ın Resûlü ne kadar harisse biz de öyle olmaya çalışalım. Allah’ın Resûlünün belini büken sorumluluğu biz de üzerimizde hissedelim. Çoluk çocuğumuzu, hanımlarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı İslâmlaştırma derdi bizim de belimizi büksün. Biz de hem kendimizi dosdoğru yapmaya, hem de çevremizdekileri dosdoğru hale getirmeye çalışalım. En büyük derdimiz bu olsun.

Dosdoğru olma bize Fâtihayı hatırlatır. Orada dosdoğru yol Kur’andı, Kur’an’ın hidâyetine tâbi olmaktı. O halde peygamber (a.s) da onun yolunun yolcusu olan bizler de sürekli bu kitapla beraber olacak, yolumuzu bu kitapla bulacak ve bu kitabın tarif ettiği gibi dosdoğru olmaya çalışacağız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 49
(Resûlüm!) Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.

Sen Benim kullarıma haber ver. Muhakkak ki Ben kullarım için Ğafûr ve Rahîmim. Kullarım için Ben onların kusurlarını, hatalarını örten, örtbas eden, kale almayan, bağışlayanım, acıyanım. Bana kul olma niyeti, Benim istediğim hayatı yaşama çabası içinde olanlar için Ben affediciyim,
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Araf suresi ayet 100
(Bütün bunlar) Sakinlerinden sonra yeryüzüne mirasçı olanları doğruya erdirme(ye veya ortaya çıkarmaya yetmez) mi? Eğer biz dilemiş olsaydık onlara günahları nedeniyle bir musibet isabet ettirirdik; ve kalplerine damgalar vururduk da onlar böylelikle işitmeyenler olurlardı.

Sünnetullah'a göre bir toplumun helâki, kendinden önce geçmiş milletlerin tarihinden ve kalıntılarından ibret almayarak sadece kendi kendini kandırdığı zaman vukubulur. Artık Allah, onların bir iyi insanın öğütleri üzerinde düşünmelerine ve kabullenmelerine mühlet vermez. Bir kişi hakkındaki sünnetullah şöyledir; eğer bir insan kasten gözlerini kapatırsa, güneş ışığı ona yardımcı olamaz ve eğer bir kimse hakkı duymak istemezse, hiçbir güç ona hakkı duyuramaz.
Yeryüzündeki insanları helak ettikten sonra, onların arkasından getirdiğimiz insanlara şu gerçek beli olmamış mıdır ki, eğer biz dilersek,kendilerinden öncekilere yaptığımız gibi, onları da günahları yüzünden cezalandırırız, kalblerini mühürleriz de, öğüt alıp faydalanacaktan şeyleri işitmez olurlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Araf suresi ayet 182
Ayetlerimizi yalanlayanları ise onları bilmiyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.

Yüce Allah, âyetlerini yalanlayan kimseleri derece derece azaba yaklaştıracağını haber vermektedir. İbn Abbas der ki: Bunlar, Mekkelilerdir.
İstidrâc (derece derece azaba yaklaştırmak) ise, tedricî oİarak, aşama aşama azab İle yakalamaktır. Derc ise bir şeyi sarmak demektir. Bu anlamda; " Onu dercettim, yani sardım" denilir. Ölü kefenlerine dercediîdi (sarıldı) tabiri de buradan gelmektedir. Bunun (.basamak anlamına gelen) "derece"den geldiği de söylenmiştir. Buna göre İstidrâc, maksada ulaşıncaya kadar basamak basamak çökertilmek anlamına gelir. ed-Dah-hâk der ki: Onlar, bize karşı yeni bir nıasiyet işledikçe Biz de onlara yeni bir nimet veririz.
Zunnun'a: Kulun kendisiyle aldatıldığı azamî şey nedir diye sorulunca, şu cevabı vermiş: Eltaf" ve kerametlerdir. Bundan dolayı yüce Allah: "Biz, bilmeyecekleri yönden derece derece helake yaklaştıracağız" diye buyurmuştur. Yani, Diz onlara nimetlerimizi bol bol verecek ve şükretmeyi onlara unutturacağız.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hicr suresi ayet 50
Benim azabımın elem verici bir azap olduğunu da bildir.

Bana kulluğa yönelmeyenler için de Benim azabım can yakıcıdır. Unutmasınlar ki Benim azabım can yakıcı, dayanılmaz bir azaptır.

Sen duyur bunu onlara peygamberim. Sizler duyurun onlara bunu ey peygamber yolunun yolcuları. Buyursunlar, hangisini seçerlerse seçsinler. Bağışlamamı mı? Cennetimi mi? Acımamı mı? Yoksa azabımı mı? Cehennemimi mi? Kendileri için ne seçeceklerse, hangisini seçeceklerse seçsinler. Hangisine karar vereceklerse versinler. Bunun ikisini de seçenlere gücü yeter Rabbimizin. Cehennemi, azabını seçenleri de sonsuz cehennemine, cennetini, rahmetini seçenleri de ebedî cennetlerine göndermeye kâdirdir Allah.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nahl suresi ayet 119
Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir.

Allah teala bu âyet-i Celilede, müminlerin günahkârlarını, tevbe etmeleri halinde nasıl affedeceğini ve onlara merhametli davranacağını beyan etmektedir,

Ayet-i Kerimeden anlaşılmaktadır kî, esas mesele, kulun iman etmesi ve
hatalarım idrak ederek işlediği günahlardan vazgeçmesidir. Kul böyle olduğu müddetçe ona Allah tealanın af ve merhamet kapısı daima açıktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enfal suresi ayet 25
Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir.

Toplumsal fitne ile burada, sadece bireylerle sınırlı kalmayan ve aynı anda tüm toplumu saracak denli yaygın olan topluca işlenen kötülükler kastedilmektedir. Böyle bir durumda sadece günahkarlar değil, o günahları işleyenler arasında bulunanlar da Allah'ın azabına uğrarlar. Bu, böyle kötülüklerle çevrilmiş bir hayata katlanmaları nedeniyledir.
Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için, bir şehri sağlık koşulları açısından ele alalım. Eğer pislik bir kaç yerde yaygınsa, bu pisliğin kötü etkileri sadece o bölge veya bölgelerde görülecektir ve sadece evlerini ve kendilerini temiz tutmayanlar bu pisliğin kötü sonuçlarından etkileneceklerdir. Fakat eğer pislik tüm şehre yayılmışsa ve onu engelleyecek ve sağlıklı koşulları tekrar geri getirecek bir kimse olmazsa, o zaman hava, su ve toprak da kirlenecek ve tüm şehirde salgın bir hastalığa neden olacak denli zehirli olacaktır. Tabii ki bu, pisliği yayanlarla ondan kaçınanları birbirinden ayırmayacak ve o çevrede yaşayan tüm insanları etkileyecektir.
Aynı durum ahlaki çöküntü, bozukluk ve müstehcenlik için de söz konusudur. Eğer bu kötülükler bazı kimselerde varsa ve bu iyi insanlar tarafından kontrol altında tutuluyorsa, bunların kötü etkileri sadece onları işleyenlerle sınırlı kalacaktır. Diğer taraftan eğer toplumun vicdanı, kötüyü baskı altında tutamayacak denli zayıfsa ve günahkar, ahlaksız ve sapık insanlar kötülükleri açıktan işleyecek denli cesaret sahibi olabiliyolarsa, işte o zaman bu fitne bir ahlaksızlık salgını haline gelmiş demektir. Böyle olduğundan da kendi iyiliklerini muhafaza eden ve yaygın kötülüklere karşı edilgen bir tavır gösterenler dahil, azaptan kurtulamazlar. Çünkü onlar bu salgın hastalığı durdurmak için hiçbir çaba göstermemişlerdir.
Bu şekilde Allah müslümanlara, Hz. Peygamber'in (s.a) gönderiliş amacı olan ve onun çağırdığı ideali oluşturan iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevinin önemini anlatmaktadır: "Bu görevde hem birey, hem de toplum olarak rolünüz vardır. Eğer bu idealin gerçekleşmesi ve kötülüklerin yok edilmesi için samimiyetle çaba harcamazsanız, içinizden bu kötülükleri işleyen, onları yayan veya bireysel olarak bu kötülüklerden uzak bir hayat yaşayanlar arasında hiç bir ayırım gözetilmeksizin hepinizin azaba uğramasına neden olacak bir fitne salgını çıkacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enfal suresi ayet 54
Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.

Bu müşfiklerin âdet ve davranışları, Firavun ailesi ve onlardan önceki kâfir toplulukların davranış ve âdetleri gibidir. Onlar, rableri olan Allah'ın âyetlerini, Peygamberlerini ve delillerini yalanlamışlardı. Biz de günahları yüzünden onların bazılarını şiddetli bir çığlıkla, bazılarını yere geçirerek, bazılarını da şiddetli bir kasırga ile helak ettik. Firavun ailesini de denizde boğduk. Bizim helak ettiğimiz bu ümmetlerin hepsi de, Allahm Peygamberlerini yalanlayıp, âyetlerini inkâr ederek kendilerine zulmeden kimselerdi
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İsra suresi ayet 25
Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.

Bu ayet, insan üzerinde Allah'tan sonra en büyük hak sahibi olan kimselerin anne-baba olduğunu bildirmektedir. O halde çocuklar anne ve babalarına itaat etmeli, saygı göstermeli ve hizmet etmelidirler. Toplumdaki kollektif ahlâk, çocukların anne-babalarına müteşekkir ve saygılı olmalarını zorunlu kılmalıdır. Anne-baba nasıl çocukluklarında onları besleyip büyüttülerse, çocuklar da onlara aynı şekilde hizmet etmelidirler. Her şeyin ötesinde bu ayet sadece ahlâkî bir emir veya tavsiye değil, aynı zamanda ayrıntılarını hadis ve fıkıh kitaplarında bulabileceğimiz anne-babanın hak ve yetkilerinin dayanağı niteliğindedir. Bundan başka anne-babanın haklarını gözetme, onlara itaat ve saygılı davranış, İslâm toplum ve medeniyetinde maddi öğretimin ve ahlâkî eğitimin en önemli ögesini oluşturmaktadır. Tüm bunlar, İslâm devletinin aile hayatını kanunlar, hukukî düzenlemeler ve eğitim politikaları ile dengeli ve sağlıklı bir biçimde devam ettirmesi ve ailenin parçalanmasını engellemesi ilkesinin oluşmasını sağlayan emirlerdir.
İslâm manifestosunun bu maddeleri sadece ahlâkî öğretilerle sınırlı kalmamış, zekatla ve sadaka ile ilgili emirlerin temelini de oluşturmuştur. Miras, vasiyet ve hibe ile ilgili hükümler bu maddelere dayanmaktadır. Yetimlerin hakları bunlarla belirlenmiş ve her beldenin bir yolcuyu en az üç gün bedava ağırlaması zorunlu kılınmıştır. Sonuç olarak tüm ahlâkî sistem, sevgi, cömertlik ve birlik duyguları yaratmak üzere şekillendirilmiştir. O denli ki, insanlar ne kanunla zorlanabilecek ne de emredilebilecek bu ahlâkî hakları, kendilerinden yerine getirmeye ve bunların önemini kavramaya başlamışlardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
emsal-i nur,
Sizden de Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İsra suresi ayet 54
Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır. Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.

Bu ayet müminlerin, cennetin kendilerine has olduğu ve düşmanlarının cehenneme girecekleri şeklinde ifadeler kullanmalarını yasaklar. Bunlara karar verecek olan sadece Allah'tır, çünkü O tüm insanlar hakkında geçmiş, gelecek gizli aşikar her şeyden haberdardır. Bir kimsenin azap mı yoksa mükafaat mı göreceğine sadece O karar verir. Bununla birlikte şu tür insanların Allah'ın rahmetini hakettiği, şu tür insanlarınsa Allah'ın gazabını hakettiği söylenebilir. Fakat hiç kimsenin, belirli bir kimsenin Allah'ın rahmetini, başka birinin de Allah'ın gazabını hakettiğini söylemeye hakkı yoktur.

Bu, bir peygamberin kimin azap kimin rahmet göreceğine karar vermek üzere değil, sadece mesajı tebliğ etmek üzere gönderildiğini bildirmektedir. Fakat bu peygamber'in (s.a) böyle bir davranışta bulunduğu ve Allah'ın bu nedenle onu uyardığı anlamına gelmez. Gerçekte bu, müminleri uyarmayı amaçlar: Hz. Peygamber (s.a) insanların kaderlerine karar verme durumunda olmadığına göre, onlar da bir kimseyi cennetlik veya cehennemlik diye önceden belirlemeye kalkışmamalıdır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 91
Allah'a ve elçisine karşı ‘içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece güçsüz-zayıflara hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah bağışlayandır esirgeyendir.

Bu, hastalık, sakatlık veya fakirlik nedeniyle özürleri kabul edilebilecek kimselerin bile, ancak samimi oldukları Allah ve Rasulüne içten iman ettikleri taktirde bağışlanabilecekleri anlamına gelir. Bu sadakat olmaksızın hiç kimse, sadece savaşa çağrıldığı zaman hasta veya fakir olduğu için affedilmeyecektir. Çünkü Allah sadece görünüşe göre hüküm vermez ve hastalık, yaşlılık veya başka bir bedeni sakatlığa müptela olduklarını gösterir bir "doktor raporu" getiren herkese eşit muamele yapıp hepsini affetmez. Hüküm gününde Allah herkesin kalbini inceleyecek, gizli açık tüm davranışlarını ve öne sürdüğü özrün samimi bir kulun mu yoksa asi ve hain bir kulun özrü mü olduğunu gözönünde bulunduracaktır.
Görünüşte aynı olmasına rağmen her olay ve her durum farklı bir hüküm gerektirir. Mesela, cihaddan bir önceki gün hasta olan iki adamı ele alalım. Birisi tam zamanında hastalandığı için şansına sevinir ve şöyle der: "Ne kadar şanslıyım, tam zamanında hasta oldum. Aksi takdirde bu cihad belasından kurtulamaz ve gitmek zorunda kalırdım." Diğeri ise tam aksine bu zamansız hastalığına üzülür ve kendi kendine şöyle der: "Ne kötü şans! Tam yatakta yatmak yerine savaş meydanında olabileceğim bir sırada bu hastalık beni yakaladı." Birincisi ise sadece kendi hastalığını cihaddan geri kalmak için bahane olarak kullanmakla kalmaz, aynı zamanda başkalarını da savaştan vazgeçirmeye çalışır. Tam aksine diğeri ise yatağında yattığı halde akrabalarını, arkadaşlarını ve başkalarını cihada gitmeye teşvik eder, hatta kendisine bakmak üzere savaştan geri kalanlara şöyle der: "Beni Rabbime bırakın ve cihada gidin. Nasılsa bana bir bakan olur. Bunun için benim yüzümden bu değerli fırsatı kaçırmayın ve gidin ve Hak Dine yardım edin." Fakat evde kalan diğer hasta tüm zamanını hoşnutsuzluk ve kötü haberler yayarak, savaş çabalarını baltalayarak ve savaşçıların ailelerinin işlerini engelleyerek geçirir. Aynı şartlarda olan diğer adam ise gerideki cepheyi elinden geldiğince sağlamlaştırıp güçlendirmeye çalışır. Gerçi bu iki adamın da savaştan geri kalma sebepleri aynıdır, ama bu ikisi Allah katında eşit işlem göremez. Sadece ikinci adam Allah'tan bağışlanma umabilir, savaştan geri kalmak için haklı sebebi olmasına rağmen hain ve Allah'a asi olan birinci adam değil.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt