Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 102
Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul eder. Hiç şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Medine halkından, nifak üzere devam edenler bulunduğu gibi onlardan, günahlarını itiraf edenler de vardır. Bunlar, Resulullah ile birlikte cihada çıkmama kötü amellerini, günahlarından tevbe etme iyi amellerine karıştırmışlardır. Allah bunların tevbelerini kabul edecektir. Zira Allah,kullanm çokça affeden ve çok merhametli davranandır.
Âyet-i kerime'de geçen ve "Umulur ki" diye tercüme edilen ( , kelimesi, Allah teala için kullanıldığında "Muhakkak ki" manasını ifade eder. Bu nedenle âyette zikredilen kimselerin günahlarının affedileceği vaadedilmiştir.
Haccac b. Ebi Zî'b diyorki: "Ben Ebu Osman'ın şöyle söylediğini işittim", "Bana göre Kur'anda bu ümmet için bu âyetten daha fazla ümit veren bir ayet yoktur."
Semüre b. Cündeb, Resulullahın, bu âyetin izahında şunları buyurduğunu rivayet edmi§tir:
"Bu gece rüyamda bana iki kimse geldi .Beni alıp altın ve gümüş kerpiçlerden yapılmış bir şehre götürdüler. Bizi, vücutlarının yansı gözle görebileceğin en güzel bir şekilde diğer bir yansı da yine gözle görebileceğin en çirkin şekilde olan adamlar karşıladı. O iki kimse o adamlara dediler ki; "Gidin, kendinizi şu nehire atın." Onlar da gidip kendilerini o nehre attılar. Sonra dönüp bize geldiler. Onlarda olan o kötü durum gitmişti. Onlar, en güzel bir sekile girmişlerdi. O iki kişi bana dediler ki: "İşte bu, Adn cennetidir. Şu da senin makamındır." Yine dediler ki: "Yanlan güzel, diğer yarılan çirkinolan o insanlara gelince onlar, salih amellerine kötü ameleri katanlardır. Allah onlannkusurlanni ba-ğışladı.
Müfessirler, bu âyet,i kerimenin kimler hakkında indiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullahb. Abbas'a göre bu âyet, içlerinde Ebu Lübabe'nin de bulunduğu on kişi hakkında nazi! olmuştur. Bunlar, Tebük seferinde Resululİaha katılmayıp geride kalmışlardır. Ebu Lübabe dahil, bunlardan yedi tanesi, yaptıkla-nna pişman olarak kendilerini, mescid-i Nebevi'nin direklerine bağlamışlardır.
Resulullah savaştan dönüp kendilerini affedip çözmedikçe kendi kendilerini çözmeyeceklerine yemin etmişlerdir. Resulullah dönünce bunların niçin böyle yaptıklarım sormuş, durumları ona anlatılmıştır. Resuluîlah da: "Allah onların özürlerini kabul etmedikçe ben de kabul etmeyeceğim ve onlan çözmeyeceğim. Çünkü pnlar, benim emrimden yüz çevirdiler, müslümanlarla savaşa çıkmayıp geride kaldılar." buyurmuş onlar da "Allah bizi çözmedikçe biz de kendimizi çözmeyeceğiz" diye yemin etmişler nihayet bu âyet inmiş, onlann tevbelerinin kabul edildiği beyan edilmiş Resulullah da onlan serbest bırakmış ve özürlerini kabul etmiştir.
b- Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bunlar altı kişidir, Ebu Lübabe, dahil üçü, kendilerini mescidin direklerine bağlamışlardır.
c- Zeyd b. Eslem'e göre bunlar sekiz kişidir.Kendilerini direğe bağlayanlar, Kerdem, Mirdas ve Ebu Lübabe'dir. Said b. Cübeyre göre de bunlar, Hilal, Ebu Lübabe, Kerdem, Mirdas ve Ebu Kays'dır.
d- Katadeye göre bunlar yedi kişidir. Salih amel ile kötü antetleri birbirine kanştıranlar bunlardan dördü'dür. Bunlar da Cedd b. Kays, Ebu Lübabe, Haram ve Evs'dir.
e- Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre bu âyeti kerime yalnız Ebu Lübabe hakkında inmiştir. Ebu Lübabe, muhasara altında bulunan Kureyza oğlu Yahudilerinin yanından geçerken eliyle bağazına işaret etmiş, Sa'd b. Mua-zın hakemliğini kabul etmeleri halinde kesileceklerini anlatmak istemiştir Bunun üzerine Ebu Lübabe, kendisini mescidin direklerinden birine bağlamış, tev-besi kabul edilinceye kadar kendisini çözmeyeceğine yemin etmiştir. Bu âyet-i . kerime inmiş, Ebu Lübabe'nin tevbesinin kabul edildiğini bildirmiştir.
f- Zühriye göre ise bu âyeti kerime sadece Ebu Lübabe hakkında nazil olmuştur amma, Kureyza oğlu Yahudilerinin hadisesinden dolayı değil Tebük savaşına katılmamasından dolayı nazil olmuştur.
Taberi diyorki: "Bu âyetin nüzul sebebi hakkında doğru olan görüş şudurO "Bu âyet, Resulullahın Tebük seferinde çıktığı zaman, onunla beraber cihada çıkmayan ve geride kalan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Bunlardan biri de Ebu Lübabe'dir. Bu âyetin, yalnız Ebu Lübabe hakkında indiğini söylemek doğru değildir. Zira âyette, "Günahlarını itiraf eden diğerleri de vardır." Duyurulmakta ve günahlannı itiraf edenlerin çok kimseler olduğu beyan edilmektedir. Nitekim, sîret âlimleri de bunun, Tebük seferinden geri kalan bir top-lulukhakkında nazil olduğunu rivayet etmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 104
Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur.

Bu âyet-i kerime, Tebük seferine katılmayanları tevbe etmeye, sadaka vermeye, tevbe ve sadakalarında da samimi olmaya teşvik etmektedir. Çünkü tevbe ve sadaka, günahların affedilmesine, kişilerin, manevî kirlerden temizlenmesine sebep olmaktadır.
Abdullah b. Mesud, bu âyetin izahında şunu söylemiştir: Hiçbir kimse bir sadaka vermez ki, dilencinin eline konulmadan Allanın eline konulmuş olmasın. Sonra Abdullah b. Mesud Onlar bilmediler mi ki, kulların yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder. Sadakalarını da ancak o alır. âyetini okudu.
Verilen sadakanın, Allah katında ne kadar sevap olduğunu belirten bir hadis-i şerifte de Resulullah şöyle buyurmuştur:
Allah, verilen sadakayı kabul eder. Onu sağ eliyle alır ve sizden birinizin tayını beslediği gibi onu büyütür. Öyle ki, bir lokma, Uhut dağı gibi olur. Bunu, Aziz ve celil olan Allanın kitabında doğrulayan âyetler şunlardır:
Onlar bilmedilermi ki, kulların yaptığı tevbeyi ancak Allah kabul eder. Sadakalarını da ancak Allah alır.
Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 49
Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse bil ki Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz insanların çoğu fasıklardır.

Sana sırt çevirirlerse, yapabileceğin bir şey yoktur. Onların bu tutumları seni, Allah'ın hükmüne ve şeriatına bütünüyle sarılmaktan ödün vermeye itmesin. Onların getirdikleri öneri, senin gücünü kırmasın, tavrını değiştirmesin. Onlar, sırtlarını dönüp yüz çevirmekteler. Çünkü Allah onları, işledikleri kimi günahlardan ötürü cezalandırmak istiyor. Bu tutumları nedeniyle başı derde girecek olanlar, onlardır. Onların bu tavırları ne sana zarar getirir, ne Allah'ın şeriatına, ne dinine; ne de dinlerine bağlı müslümanlara... İnsanın yapısı böyledir:

"İnsanların çoğu, fasıktır"..

Onlar dinden çıkarlar, sapıtırlar. Çünkü yapıları böyledir. Bu noktada sen, onların bu durumuna bir çare bulamazsın. Bunda şeriatın da günahı yoktur. Onların doğru yolu bulmaları da mümkün değildir.

Böylece şeytanın, müslüman yüreğine girebileceği tüm pencereler kapatılıyor. Hangi amaçla ve hangi durumda olursa olsun, bu şeriatın hükümlerinden herhangi birini terk etmeye yol açabilecek tüm gerekçeler, ortadan kaldırılmış bulunuyor.

Sonra insanlar, bu yol ayrımı üzerinde iyice düşünmeye sevk ediliyor. Ya Allah'ın hükmü ya da cahiliyyenin hükmü... Bu ikisinin ortası olamaz. Bu ikisi dışında başka bir alternatif yoktur. Ya, yeryüzünde Allah'ın hükmü egemen olacak, insanların yaşamında Allah'ın hükmü yürürlüğe konacak, insanların yaşamı Allah'ın sistemine göre yönlenecek... Ya da, cahiliyye hükmü, keyfï arzulara göre belirlenmiş bir şeriat, kölelik sistemi yürürlükte olacak... Bu iki alternatiften hangisini istiyorlar?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 62
Onlardan çoğunun günahta düşmanlıkta ve haram yiyicilikte çabalarına hız kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür.

"Musarea" işdeş kipindendir. Topluluğu günah, düşmanlık ve haram yemekte yarışır olarak tasvir etmektedir. Bu, iğrendirmek ve aşağılamak için çizilen bir tablodur. Ancak, fesat yaygınlaştığı, değerler yok olduğu ve kötülük her tarafı kapladığı her zaman ki toplumların, sosyo-psikolojik durumlarından birini tasvir etmektedir. Böyle bir duruma gelmiş toplumlara baktığında insan, güçlüsüyle, zayıfıyla, içindeki her ferdin kötülükte, günah ve düşmanlıkta yarıştığını görecektir. Günah ve düşmanlık, bu tür aşağılık, bozulmuş toplumlarda sadece güçlülere özgü bir davranış değildir. Güçsüzler de bu suçu işlerler. Bunlar da günah akımına kapılırlar ve haksızlık yapabilirler. Doğal olarak güçlülere, haksızlık yapamazlar. Bunlar da birbirlerine haksızlık yaparlar. Allah'ın yasaklarını çiğnerler. Çünkü bozulmuş toplumlarda yöneten, yönetilen, hiç kimsenin korumadığı serbest bölge burasıdır. Dolayısıyla bozulduğu zaman, günah ve haksızlık, toplumun özelliği olur. Bu tür toplumların işi, günah ve haksızlıkta yarışmaktır.

O günkü yahudi toplumu da böyleydi. Böyle haram yiyorlardı. Nitekim haram yemek, yahudinin her zamanki özelliğidir.

"Yaptıkları şey ne kadar kötüdür."


Ayetlerin akışı, şeriatı uygulamayı üstlenen Allah'a bağlı kimselerin ve dini bilimleri öğretmeyi üzerine almış bilginlerin, tüm bunlara sessiz kalışlarını, kavmin günah ve haksızlıkta yarışmalarına, haram yemelerine ses çıkarmayıp, kötülükte yarışmaktan alıkoymamalarını kınar
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 106
Diğer bir kısmı, Allah'ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azablandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu âyet-i kerime, daha sonra gelen yüz on sekizinci âyette zikredilen üç kişiye işaret etmektedir. Bunlar Kâ'b b. Malik, Mürare b. Rebi1 ve Hilal b. Ümeyye isimli sahabilerdir. Bu sahabiler, bir çok savaşa katılmalarına rağmen Tebük seferinden geri kalmışlardır. Bu sebeple Resulullah (s.a.v.) kendileriyle konuşulmasını yasaklamış ve durumlarını Allah'a havale etmiştir. Yüzon sekizinci âyette bunların tevbelerinin kabul edildiği bildirilmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 112
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele.

Allanın, cennet karşılığında caniannı ve mallarını aldığı müminler o kimselerdir ki, Allahm sevmediği şeylerden vaz geçip sevdiği şeylere yönelirler Allah'tan korkarak ona boyun eğer, kullak ederler Her hallerinde ve her türlü imtihan karşısında Allaha hamdederler. Oruç tutarak vücutlarını Allah yolunda esirgemedikleri için seyahat edenler gibi kendilerini yorarlar. Namazlarında rüku ederler secdeye varırlar. İnsanlara, hakka uymalarını, doğru yolda gitmelerini ve salih amel işlemelerini emrederler. Ve onlara, Allahın yasakladığı her şeyi yasaklarlar. Allahm kendilerine, farz kıldığı ibadetleri yerine getirip yasakladığı şeylerden kaçınarak onun koyduğu sınırlan korurlar.
Âyet-i kerime'de Allah yolunda cihad edecek olan müminlerin bir kısım sıfatlan zikredilmiştir. O sıfatlar şunlardır:
Tevbe edenler: Bundan maksat, yaptıkları günahlardan vaz geçenler, şirk ve nifaktan uzaklaşanlar, demektir.
İbadet edenler: Bundan maksat, Allah korkusundan dolayı boyun eğip kulluk edenler ve kulluklarını her halükârda yaparak bu uğurda vücutlannı esirgemeyenlerdir.
Hamd edenler: Bundan maksat, Allanın, kendilerini imtihan ettiği hayırlı durumlarda da, kötü hallerde de ona hamd edenler demektir.
Seyahat edenler: Bundan maksat ise Ubeyd b. Umeyr, Ebu Hureyre, Abdullah b. Mes'ud, Ebu Abdurrahman, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Abdurrahman, Mücahid, Ebu Amr el-Abdi ve Hz. Aişeye göre, oruç tutanlar'dir. Oruç tutanlar da seyahat edenler gibi Allah yolunda vücutlannı esirgemedikleri için onlara "Seyahat edenler" denilmiştir. Ubeyd b. Umeyr ve Ebu Hureyre, Re-sulullarun, bu âyette zikredilen -Seyahat edenler"den maksadın, oruç tutanlar olduğunu beyan ettiğini rivayet etmiştir. Hz. Aişe de, "Bu ümmetin seyahati oruç tutmaktır." demiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 63
Bilgin-yöneticileri (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginleri (Ahbar) onları günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür.

Bu özellik, toplumda günah ve haksızlığın yaygınlaşmasına, şeriat ve dini bilgileri üstlenen kimselerin ses çıkarmayışı özelliği, yıkılmağa yüz tutmuş bozuk toplumların karakteristik özelliğidir. İsrailoğulları da, Kur'an-ı Kerim'in haklarında buyurduğu gibi:

"İşledikleri kötülüklerde birbirlerini sakındırmazlardı." (Maide Suresi, 74)

İyi, faziletli, canlı, güçlü ve dayanışmalı toplumun özelliği; iyiliği emr, kötülüğü yasaklamanın yaygın oluşudur. İçinde iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimselerin bulunmasıdır. Aynı şekilde iyilik emrini ve kötülüğün yasaklanışını dinleyecek kişilerin de bulunmasıdır. Ayrıca bu toplumun geleceği o kadar güçlüdür ki, içindeki sapıklar, bu emir ve yasağı engellemeye ve iyiliği emredip, kötülüğü sakındıran kimselere eziyet etmeye cesaret edemezler.

Nitekim yüce Allah, müslüman ümmeti nitelendirirken şöyle buyurmaktadır: Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'a inanırsınız. (Al-i İmran Suresi, 110) İsrailoğullarını nitelendirirken şöyle buyurmaktadır: İşledikleri kötülüklerde birbirlerini sakındırmazlardı (Maide Suresi, 79) Bu iki özellik, toplumu ve iki grubu birbirinden ayıran arakesittir.

Burada ise, günah ve haksızlıkta yarışılmasına, haram yenmesine ses çıkarmayan dolayısıyla, korumak zorunda oldukları Allah'ın kitabında yeralan, hakkı savunmamaları nedeniyle Allah'a bağlı kimselere ve din bilginlerine yönelik bir kınama yer almaktadır.

Aslında bu, dine inanan herkese yapılan uyarıcı bir çağrıdır. Çünkü toplumun dirliği ya da bozulması, şeriatın ve din ilimlerinin korunmasına ve iyiliğin emredilmesi, kötülükten sakındırmak görevinin yerine getirilmesine bağlıdır. Ancak bu iş, daha önce bu tefsirde dediğimiz gibi, emredip yasaklama yetkisine sahip bir otoriteyi gerektirmektedir. Çünkü emretmek ve yasaklamak, davet etmekten farklı bir şeydir. Davet etmek açıklamaktır. Emredip yasaklama ise, egemenliktir. Buna göre, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayanların, bu emir ve yasaklarının toplum içinde bir değerinin olması için, otoriteyi ellerinde bulun-durmaları gerekir. Yoksa bütün iş sözde kalır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 105
Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

Her insanda görülen bir zayıflığa karşı bir uyarıdır bu. Bazı insanlar başkalarında bir hata görsek de eleştirsek diye bakar dururlar. Burada bu tür kişiler böylesi kötülüğe karşı uyarılmakta ve kendilerinden başkalarının inanç ve davranışlarını araştırıp eleştirmek yerine, kendi hareketlerine, işlerine, ahlak ve inançlarına dikkat etmeleri istenmektedir. Eğer bir insan Allah'a itaat ediyor, Allah'a ve insanlara karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor ve faziletin, hayrın yerleştirilip, şerrin yok edilmesini de kapsayan hak ve takva yolunda gidiyorsa, o zaman bir başkasının sapkınlığı ve yanlışta oluşu hiç kuşkusuz kendisine zarar vermez.
Bu ayetin anlamı, kişi yalnızca kendi kurtuluşunu düşünsün ve başkalarını düzeltmeyi bir yana bıraksın demek değildir. Hz. Ebu Bekir Sıddîk (r.a) bir hutbesinde bu anlayışı reddetmiş ve şöyle demişti: "Ey insanlar! Siz bu ayeti okuyor ve ona yanlış bir anlam giydiriyorsunuz. Bizzat ben kendim Hz. Peygamber'den (s.a) şunu işittim: İnsanlar münkeri görüp de onu ortadan kaldırmaya boş verdikleri, zalim bir kişinin zulmünü görüp de bunu önlemedikleri zaman Allah hepsini cezalandırabilir. Allah'a yemin ederim ki, marufu emredip münkerden nehyetmek üzerinize borçtur. Eğer bunu ihmal ederseniz Allah en kötü insanları üzerinize salar ve size zararlar verirler. Sonra iyileriniz dua eder de, Allah dualarını kabul etmez."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 113
(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.

Ne Peygamber Muhammede ne de onunla birlikte iman edenlere yakın akrabaları dahi olsa, kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları belli olduktan sonra, müşrikler için af dilemeleri onlara yakışmaz.
Müfessirler, bu âyet-i kerime'nin nüzul sebebi hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Müseyyeb b. Hazen, Mücahid, Amr b. Dinar ve Said b. el- Müseyeb'e göre bu âyet-i kerime, Resulullahın amcası Ebu Talib hakkında nazil olmuştur. Bu hususta Müseyyeb diyor ki:
"Ebu Talip ölüm hastalığında iken Resulullah onun yanına gitti. Orada, Kureyşin ileri gelenlerinden, Ebu cehil ve Abdullah b. Ebi Ümeyye bulunuyordu. Resulullah Ebu Tabile "Ey amca, Ünlahe illallah" de. Bununla Alla katında seni savunayım." dedi. Ebu Cahil ve Abdullah b Umeyye "Ey Ebu Talip, Ab-dulmuttalibin dininden dönecek misin?" dediler. Bunlar Ebu Talibe devamlı olarak aynı şeyi telkin ediyorlardı. Nihayet Ebu Talip onlara son söz olarak Ab-dulmuttalibin dini üzere olduğunu söyledi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu "Bana yasaklanmadıkça senin için mutlaka af dileyeceğim. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nâzi! oldu ve iman etmeyenler için af dilemeyi yasakladı. Aslımda, hakkında af dilemekle herhangi bir kimseyi imana getirmek mümkün değildir. Nitakim bu hususta yine Ebu Talib hakkında nazil olduğu rivayet edilen bir âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır "Ey Muhammed, şüphesiz sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakkat Allah dilediğini hidayete erdirir. O, hidayete erecekleri çok iyi bilir.
b- Atiyye ve Abdullah b. Abbastan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Resulullahm annesi hakkında nazil olmuştur. Atiyye diyor ki: "Resulullah Mekke'ye gelince annesi için af dilemesine izin verilir ümidiyle güneş ortalığı iyice kızdınncaya kadar annesinin kabrinin başında durdu. Nihayet "Ne Peygamberin ne de müminlerin, cehennemlik olduktan sonra, akrabaları da olsa müşrikler için af dilemeleri asla doğru olmaz" ayeti inti. Resulullah da annesi için af dilemekten uzak durdu. Bu hususta Ebu Hureyde diyor ki:
"Resulullah (s.a.v.) annesinin kabrini ziyaret etti. Kendisi ağladı, çevresinde bulunanları da ağlattı ve buyurdu ki: "Ben rabbimden onun için af dilememe izin vermesini istedim. O bana izin vermedi. Onun kabrini ziyaret etmek için izin istedim. Bana izin verildi. Sizler, kabirleri ziyaret edin. Çünkü onlar, ölümü hatırlatırlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 114
İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.

İbrahim aleyhisselam, babası için Allahtan af dileyeceğine dair söz vermişti. Bu hususta şu âyette buyuruluyor ki: "İbrahim şöyle dedi "Selam sana. Rabbimden bağşalanmam dileyeceğim. Çünkü o bana çok lütufkârdır." İşte İbrahim aleyhisselam bu vaadini yerine getirmek için Allahtan af dilemiş, ancak, babasının, Allanın düşmanı olduğu ortaya çıkınca af dilemekten vaz geçmiş ve ondan uzaklaşmıştır.
Âyet-i kerime'de, Babasının, Allanın düşmanı olduğu ortaya çıkınca İbrahim ondan uzaklaştı. Duyurulmaktadır.
Müfessirler, babasının bu halinin nasıl ortaya çıktığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir.
a- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Hakem, Dehhak ve Katadeye göre
İbrahimin babasının müşrikliğinin belli oluşu, müşrik olarak ölmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylece İbrahim de artık onun için af dilemekten vaz geçmiştir.
b- İbrahim en-Nehai ve Ubeyd b. Umeyre göre ise,
İbrahimin babasının müşrik oluşunun ortaya tam olarak çıkması, âhirette olacaktır. Sırat köprüsünü geçerken babası, İbrahime sarılacak, onunla birlikte geçmek isteyecek, İbrahim ona yumuşak davranacak ancak onun, maymuna çevirildiğini görünce ondan uzaklaşacak ve onu yalnız başına bırakacaktır.
Taberi birinci görüşün doğru olduğunu söylemiştir.
Ayet-i kerimede geçen ve Çok niyaz eden diye tercüme edilen kelimessi, müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
b- Yine Abdullah b. Mes'ud, Ebu Meysere, Katade, Amr b. Şürahbil ve Hasan-ı Basri'ye göre bu kelimeden maksat, "Çokça merhamet eden" demektir. yani, Hz. İbrahim, Allanın kullarına çokça merhamet eden biriymiş. Amr b. Şürahbil bu kelimenin, Habeşçeden alındığını söylemiştir.
c- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Süfyan, Atâ, İkrime ve Dehhak'a göre bu kelimeden maksat "Kesin iman eden" demektir.
d- Abdullah b. Abbas ve îbn-i Cüreyce göre bunun manası "Mümin" demektir.
e- Said b. Cübeyr, Hasan-ı Basri ve Ukbe b. Âmir'e göre bujcelimenin manası "Teşbih eden ve Allahı çokça zikreden" demektir. Ukbe b. Âmir diyor ki:
"Resulullah "Zülbicadeyn" ismindeki bir adam için buyurdu ki: "Bu adam "Evvah"dır. Çünkü bu Kur'anı okuyarak, Allahı çokça zikrederdi ve dua ederken sesini yükseltirdi.
f- Atâ ve Abdullah b.Abbas'a göre bu kelimeden maksat, "Kuranı çokça okuyan" demektir. Abdullah b. Abbas diyor ki:
"Resulullah geceleyin kabristana vardı. Ona bir kandil yakıldı. Cenazeyi kıble tarafından kabre koydu ve buyurdu ki: "Allah sana rahmet eylesin. Şüphesiz ki sen, çok evvah idin. Kur'anı çokça okuyan idin.
g- Ebuzer ve Ka'ba göre bu kelimeden maksat duasında "âh, âh" diyen kimsedir.
h- Mücahide göre bu kelimeden maksat, "Fakih olan" demektir.
i- Abdullah b. Şeddad'a göre ise kelimesinden maksat "Huşu içinde Allaha yalvaran" demektir.
Taberi diyor ki: "Bana göre bu görüşlerden doğru olan, Abdullah b. Mes'uddan nakledilen birinci görüştür. Yani kelimesinden
maksat, "dua eden" demektir. Çünkü Hz. İbrahim, babasını hakka davet ettikten sonra babası, onu tehdit etmiş. İbrahim de babasına Allahtan af dileyeceğini ve ona dua edeceğini belirtmiştir. Nitekim bu hususta AJlah teala diğer ayetlerde şöyle buyurmuştur: "(Babası İbrahime şöyle dedi) Ey İbrahim, ilahlarıma karşı çıkıp yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vaz geçmezsen, yemin olsun seni taşlarım. Haydi uzun müddet benden uzak ol." İbrahim şöyle dedi "Selam sana Rabbimden bağışlanmanı dileyeceğim. Çünkü o bana çok lütufkârdır" "İşte sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden ayrılıyorum. Ben rabbime dua ediyorum. Umarım ki rabbime dua edip te mahrum olmam"
Müfessirler, Hz. İbrahimin neden böyel bir kimse olduğu hususunda çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.
kelimesinin, "Merhametli olan" anlamına geldiğini söyleyenler, Hz. İbrahimin böyle oluş sebebini şöyle izah etmişlerdir: "O, babasına ve diğer insanlara karşı çok merhametli ve çok yumuşaktı. Bu sebeple o, bu sıfatla sıfatlandı.
Diğer bir kısım alimlere göre, Hz. İbrahimin böyle oluşu, Allah'a kesin iman etmesinden, onun azametini bilmesinden ve ona boyun eğmesindendi. Başka bir kısım âlimlere göre İbrahimin böyle oluşu, onun, rabbine olan imanının sağlamlığındandır. Diğer bir kısım alimlere göre onun, kendisine inen ilahı kitabı çokça okumasmdandır. Bir başka kısım âlimlere göre ise, onun, rabbini çokça zikretmesindendir.
c- Abdullah b. Abbas ve Katadeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyetin nüzul sebebi, bazı müminlerin, Ölen akrabaları müşrikler için af dilemeleridir. Bu hususta Katade diyor ki: "Bize anlatıldığına göre, Resulullahın sahabi-lerinden bazı kişiler dediler ki: "Ey Allahın Resulü, atalarımızdan bazıları iyi komşuluk yapıyor, akrabalarına iyi davranıyor, darda kalanların sıkıntılarını gideriyor ve üzerlerinde bulunan haklan yerine getiriyorlardı. Biz, onlar için af dilemeyelim mi?" Resulullah da buyurdu ki: "Evet dileyin. Ben de" İbrahimin babası için af dilediği gibi babam için af dileyeceğim" Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Af dilemelerini yasakladı. Bundan sonra gelen âyet de nazil olup Hz. İbrahimin mazeretini belirtti.
Âyet-i kerime'de, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra müşrik akrabalar için af dilenüemeyeceği beyan edilmektedir. Onların, cehennemlik oldukları ölümlerinden sonra belli olacağından Abdullah b. Abbas, diri olan müşrik akrabalar için af dileneceğinin caiz olduğunu söylemiştir. Said b. Cübeyr diyor ki: "Yahudi olan bir kişi öldü. Onun, müslüman bir oğlu vardı. Cenazesine katılmadı. Bu, Abdullah b. Abbasa anlatıldı. O da dedi ki: "Oğlunun cenaze ile beraber gidip onu defnetmesi icabederdi. Ölünceye kadar ona iyi dileklerde bulunmalıydı. Öldükten ssonra ise o haline bırakılır. Allah teala buyurmuştur ki «İbrahimin, babası için af dilemesi, yalnızca ona verdiği sözü yerine getirmesi içindi. Fakat babasının, Allah düşmanı olduğu ortaya çıkınca ondan uzaklaştı.»
Atâ b. Ebi Rebah, bu âyette zikredilen, af dilemeden maksadın, öldükten sonra cenaze namazım kılmak olduğunu söylemiş, Ebu Hureyre de dua etmek olduğun beyan etmiştir.
Taberi de, aslında af dilemenin, kulun, rabbinden, günahların bağışlanmasını istemesi oldu'ğunu, bu itibarla Atâ'nın izah ettiği gibi cenaze namazını kılmayı da ona dua etmeyi de kapsadığını söylemiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 107
Eğer o ikisi aleyhinde kesin olarak günahı hak ettiklerine ilişkin bilgi sahibi olunursa bu durumda haksızlığa uğrayanlardan iki kişi -ki bunlar buna daha hak sahibidirler- öbürlerinin yerine geçerler ve: "Bizim şehadetimiz o ikisinin şehadetinden şüphesiz daha doğrudur. Biz haddi aşmadık yoksa gerçekten zulmedenlerden oluruz" diye Allah'a yemin ederler.

Eğer bundan sonra şahitlerin yalancı şahitlik yaptıkları, yalan yere yemin ettikleri ve emanete hıyanet ettikleri ortaya çıkarsa, yalancı şahitlikler yüzünden hakları çiğnenen, ölene en yakın iki kişi ayağa kalkar ve Allah'a yemin ederek kendi şahitliklerinin önceki iki şahidin şahitliklerinden daha doğru olduğuna yemin ederler. Bu eylemleriyle bir gerçeği değiştirmeyi amaçlamadıklarına and içerler. Böylece ilk iki şahidin şahitliği iptal edilir, son iki şahidin şahitliği kabul edilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 115
Bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. her şeyi çok iyi bilendir.

Sizi hidayete erdirdikten sonra sizlere, müşrikler için af dilemenin yasak olduğunu bildirmedikçe elbette ki böyle bir af dilemenizden dolayı sizi sapıklığa düşürecek değildir. Çünkü sizler, bu yasağı bilmeden önce yaptıklarınızdan sorumlu değilsiniz. Fakat bu yasaktan sonra af dilemeniz de mümkün değildir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enam suresi ayet 31
Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar doğrusu hüsrana uğramışlardır. Öyle ki saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…" derler. Dikkat edin o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür.

Bu kesin ve mutlak bir mahvoluştur. Dünya açısından kesin bir mahvoluş, bir hüsrandır; çünkü orada hayat anlattığımız gibi alçak bir düzeyde sürdürülüp heba edilmiştir. Ahirette hüsran oluşun sebebine gelince az önce seyrettiğimiz sahneye şimdi de o gafillerin, o cahillerin hiç hesaplarında olmayan şu acı sürprizi eklemek gerekir:

"Sonunda Kıyamet günü gelip çatınca `Eyvah, dünyada kaçırdığımız fırsatlara!' derler."

Arkasından da tıpkı sırtlarına vurulmuş yükün baskısı altında ezilen yük hayvanları gibi tanıtıldıkları sahneye sıra geliyor. Okuyalım:

"Günah yüklerini sırtlarında taşıyarak..."

Hatta yük hayvanlarının durumu bunlarınkinden daha iyidir. Çünkü eşyalardan oluşmuş yükler taşırlar. Bunların yükleri ise kendi günahlarından oluşmuştur. Ayrıca yük hayvanlarının yükleri indirilince istirahat etmeye giderler. Oysa bunlar günahlarını sırtlarında taşıyarak, günahkârlık damgası ile uğurlanarak cehenneme giderler. Okuyoruz:

"Hey, sırtlarında taşıdıkları o yük, ne kötü bir yüktür!"

Korkuyu ve dehşeti seslendiren deminki sahnenin peşi sıra gelen ve mahvolunmuşluk ile hüsrana uğramışlığı dile getiren bu sahnenin ışığı altında bu ayetler grubunun son mesajına sıra geliyor. Bu mesaj dünya ile Ahiretin yüce Allah'ın terazisindeki gerçek ağırlıklarını, bu duyarlı ölçüye göre dünya ile Ahiretin karşılaştırmalı değerlerini açıklıyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enam suresi ayet 55
Böylece suçluların yolu belli olsun diye âyetleri iyice açıklıyoruz.

Peygamberlik ve peygamberin tabiatını bu denli net ve açık bir şekilde sunduğu gibi bu inancı her türlü süsten, yaldızdan arındırmış bir şekilde sunan, bu inancın insanlık hayatından söküp atmak için geldiği değer ve ölçülerle, yerleştirmek için geldiği değer ve ölçüleri birbirinden ayıran bu bölümü sunar...

"Ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı biçimde açıklarız."

Böyle bir metod ve yol takip ederek böyle bir açıklama ve ayrıntıya başvurarak... Bu gerçek hakkında bir kuşku ve bu konuda bir kapalılık bırakmayan ayetleri açıklarız... Bundan sonra mucize istemeye gerek kalmaz. Çünkü Kur'an'ın akışında, şu örneği sunulan bu metod aracılığıyla gerçek son derece açıktır, konu gözler önündedir.

Bununla beraber, surenin içinde hidayet kanıtlarına ve imanın belirtilerine ilişkin olarak geçen tüm ayrıntılar, gerçeklere ilişkin tüm açıklamalar ve pratik hayata ilişkin tüm mesajlar, yüce Allah'ın şu sözünün kapsamına girmektedir. "Ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı biçimde açıklarız."

Bu kısa ayetin sonu ise:

"Günahkârların yolu açıkça belli olsun diye!.."

Oldukça ilginç bir şey... Bu, Kur'an metodunun inanç ve inançla hareket etmeye ilişkin stratejisini gözler önüne sermektedir. Kuşkusuz bu metod, salih mü'minler yolunun açıkça belli olması için sırf gerçeğin açıklanıp ortaya konmasını amaçlamaz. Bunun yanısıra, günahkâr sapıkların yolunun açıkça belli olması için batılın açıklanıp ortaya konmasını da amaçlamaktadır. Çünkü günahkârların yolunun açıkça belli olması, mü'minlerin yolunun açık seçik belli olması için bir zorunluluktur. Bu kural, yol ayrımını belirleyen bir çizgi konumundadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 117
Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir.

Şüphesiz ki Allah, Peygamberin ve Tebük seferinde, bineklerinin, azıklarının ve sularının kıt olduğu sıkıntılı bir anda Peygambere tâbi olan muhacir ve Ensann tevbelerini kabul etmiştir. O sıkıntılı zamanda, müminlerden bir gurubun, yolculukta karşılaştıkları çile ve meşakkat sebebiyle neredeyse kalben hak'tan kayıyor ve dinlerinden şüpheye düşüyorlardı. Sonra Allah, bunların tevbelerini kabul etti. Zira Allah, müminlere karşı çok lütufkârdir ve çok merhametlidir.
Bu âyet-i kerime, Tebük seferine katılan müminleri anlatmaktadır. Tebük seferine "Zorluk seferi" adı verilmiştir. Çünkü bu sefer, bineklerin, azıkların ve suların az, sıcağın ise şiddetli olduğu bir zamanda yapılmıştı .Bu sefere katılanlar büyük bir sıkıntıya düşmüşlerdir.
Hz. Ömer bu sefer hakkında diyor ki: "Biz, Resulullah ile birlikte, sıcağın şiddetli olduğu bir sırada Tebük seferine çıktık. Bir yerde konakladık. Çok susamıştık. Neredeyse susuzluktan ölecektik. Bazıları, develerini kesip karnındaki suyu içiyor böylece ciğerini yanmaktan kurtarıyordu. Ebubekir "Ey Allanın Resulü, Allah sana, dualarının karşılığında hayır nasibediyor bizim için dua et." dedi. Resulullah "Bunu istiyor musun" diye sordu Ebubekir de "Evet" dedi. Bunun üzerine Resulullah, ellerini kaldırıp Allaha yalvarmaya başladı. Daha ellerini indirmeden hava değişti, bulutlar geldi ve gökten yağmur dökülmeye başladı. Herkes yanında bulunan kaplan doldurdu. Etrafımıza baktık, yağmurun, ordunun üzerinden başka yere yağmadığını gördük."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 118
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

Savaştan geri kalan ve tevbeleri daha sonra kabul edilen bu üç kişi Kâ'b b. Mâlik, Mürare b. Rebi1 ve Hilâl b. Ümeyye'dir.
Kâ'b b. Mâlik, Akabe bey'atına katılmış, Resululahı ve İslâmı kendi canından önce koruyacağına, onu her zaman ve her yerde müdafaa edeceğine dair ahitte bulunmuş seçkin ve şair bir kişiydi. Mürare b. Rebi1 ve Hilal b. Ümeyye de Bedir savaşına katılmış, halk için örnek davranışlara sahip olan salih birer kişiydiler.
Tebük seferine gitmemek için münafıklar ve Bedeviler, bir takım uydurma sözler ileri sürmüşler bazıları da sefer sonrasında özür beyan ederek Resu-lullah'tan affedilmelerini istemişlerdir.
Fakat bu üç kişi, hiçbir Özürleri bulunmadığı halde sefere katılmamışlar, sefer sonrasında da hiçbir Özürleri olmadığı halde sefere katılmadıklarını itiraf etmişlerdir. Onların bu itirafları üzerine, Resulullah (s.a,v.) gidip, Allanın, haklarında hüküm vermesine kadar beklemelerini söylemiş bunlar da, haklarında hükmü beklemeye başlamışlardı. Resulullah onlarla konuşmayı yasaklamıştı. Bu sebeple kimse onların yüzüne bakmıyor, onlarla münasebette bulunmuyordu.
Mürare b. Rebi1 ve Hilal b. Ümeyye, yaşlı oldukları için evlerine çekilmiş kimseyle görüşmüyor, devamlı ağlıyorlardı. Kâ'b b.Mâlik ise çarşı pazar dolaşıyor fakat kimse ne selâmını alıyor ne de konuşuyordu.
Bu olay onlara çok ağır geliyordu. Bu hal üzere tam elli gün beklediler. Âyet-i kerime'nin de belirttiği gibi, yeryüzünün, bütün genişliğine rağmen onlara dar geldiği, ruhlarının son derece sıkıldığı bir anda işte bu âyet nazil oldu ve tevbelerinin Allah tarafından kabul edildiği beyan edildi.
İbn- Şihab ez-Zühri diyor.ki: "Bana, Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b bildirdi ki, Ka'bın görmesini kaybetmesinden sonra onu, elinden tutup gezdiren oğlu Abdullah demiştir ki: "Ka'bın, tebük gazvesinde Resulullahtan geri kaldığını şu şekilde anlattığını duydum. Ka'b b. Malik dedi ki: "Ben Tebük seferi hariç Resullahın yapmış olduğu hiçbir gazve'den geri kalmamıştım. Ben sadece Bedir savaşından geri kalmıştım. Fakat Resulullah, Bedir savaşından geri kalan hiçbirkimseye sitem etmemişti. Çünkü Resuluilah ve müslümanlar, Kureyş kabilesinin kervanına el koymak için gitmişlerdi. Allah onları, karşılaşmayı bekle-mediklleri bir anda düşmanlarıyla bir araya getirdi. Ben, Resulullah ile birlikte, müslüman olmaya dair biat ettiğimiz zaman. Akabe gecesinde bulunmuştum. Her ne kadar Bedir, insanlar arasında Akabe biatmdan daha çok anılıyor ise ben bu biatin yerine Bedirde bulunmayı daha çok arzu eden biri değilim. Benim, te-bük seferinde Resulullahtan geri kalmam ise şöyle olmuştur.Ben geri kaldığım bu seferdeki zamanımdan daha güçlü ve daha imkânlı bir an yaşamamıştım. Al-laha yemin olsun ki, ondan önce elimde iki binek hiçbir zaman bulunmamıştı. O sefer sırasında ise elimde iki binek vardı. Resulullah bu seferi, şiddetli bir sıcak-mevsimde yapmıştı. O uzun bir yolculuğa ve ıssız çöllere yönelmişti. Büyük bir düşmanla karşılaşmaya gidiyordu. Müslümanlar, savaşmak için bütün hazırlıklarını yapsınlar diye Resulullah onlara durumu iyice açıkladı. Hangi tarafa doğru sefer yapmak istediğini onlara bildirdi. Bu sefer esnasında Resulullahile beraber bulunan müslümanlann sayısı çoktu. Onların isimlerini kaydeden belli kayıt defteri yoktu. Bu sebeple ortadan kaybolmak isteyen kişi, hakkında Allah ^rafından vahiy gelmediktçe gizlenebileceğim düşünüyordu. Resulullah bu seferi meyvelerin olgunlaştığı, gölgelerin sevildiği bir zamanda yaptı. Ben de bunları severim. Resulullah ve müslümanlar, hazırlığa başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için eve gidiyor fakat hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. Ve kendi kendime diyordum ki: ''İstediğim zaman bunu yapabilirim." Bu hal bende devam etti.. Nihayet insanlar, işi ciddiye almaya başladılar. Resulullah ve onunla birlikte müslümanlar sefere başladılar. Ben ise hiçbir hazırlık yapamamıştım. Gidip geliyor fakat hiçbirşey yapamıyordum. Bu durum bende devam etti. Nihayet onlar hızla yola koyuldular Ben seferi kaçırmıştım. Yola çıkıp onlara kavuşmak istedim. Keşke bunu yapmış olsaydım. Fakat bana bu da nasip olmadı. Artık ben Resulullahm sefere gitmesinden sonra, insanların içine gittiğimde benim durumumda olan bir kimse göremiyordum. Ancak münafıklıkla itham edilen veya acizliğinden dolayı Allah tarafından mazur görülen kişileri görebiliyordum. Bu da beni üzüyordu. Ordu Tebük'e varıncaya kadar Resulullah benden bahsetmemiş. Fakat Tebükte insanların içinde otururken "KaVdan ne haber?" diye sormuş, Seleme oğullarından bir kişi de: "Ey Allahın resulü onu iki Cübbesi ve omuzlarına bakması alıkoydu. 'Yani zenginliği ve gururu onu alıkoydu) dedi. Bunun üzerine Muaz b. Cebel "Ne kötü bir şey söyledin! Ey Allanın Resulü, Allaha yemin olsun ki biz onda hayırdan başka bir şey görmedik" dedi. Resulullah bir şey söylemedi. O arada Resulullah, beyaz bir elbise giymiş, o elbisesiyle de âdeta serapları titreten bir adamın çıkıp geldiğini görmüş ve buyurmuştur ki: "Sen keşke Ebu Hayseme olsan!" Bir de bakmışlarki o kişi gerçekten Ebu Hayseme el-Ensari. Bu kişi bir Ölçek hurmayı tasadduk ettiği için müfakilar tarafından ayıplanan kişidir.
Ka'b. sözlerine devamla diyor ki: "Resulullahm" Tebükten dönerek Medineye yöneldiği haberi bana ulaşınca işte o zaman büyük bir sıkıntıya düştüm. Hatırıma yalan söylemek geldi. Diyordum ki "Yarın ben onun gazabından nasıl kurtulacağım? Bu hususta ailemin, görüş sahibi olanlarıyla istişare ediyordum. Resulullahın yaklaştığı haberini alınca bâtıl düşünceler benden uzaklaştı ve anladım ki, kendimi, Resulullahtan hiçbir şekilde kurtaramam. Ona doğruyu söylemeye karar verdim. Resulullah sabahleyin çınk geldi. O, bir yolculuktan döndüğünde Önce Mescide gider iki rekât namaz kılardı ve sonra insanlarla görüş-, mek için orada oturdu. Tebükten dönünce de aynı şeyi yaptığında savaştan geri kalanlar ona gelip Özür beyan etmeye başladılar. Yeminler ettiler. Bunlar seksen küsur kişi idi. Resulullah onlann düş görünüşlerine bakarak özürlerini kabul etti. Onlardan biat aldı onlar için af diledi ve gizli durumlarını ise Allaha bıraktı. Nihayet ben de gittim. Selam verdim. Resullah, kızgın bir kimsenin tebessümü gibi tebessüm etti ve Sonra "Gel" dedi. Yürüyüp yanına gittim ve önüne oturdum. Bana: "Seni geri bırakan neydi. Sen, binek satın almamış miydin?" diye sordu. Ben de dedim ki "Ey Allahın Resulü, Allaha yemin olsun ki eğer ben, senin dışında dünyadaki insanlardan herhangibir insanın yanma oturmuş olsaydım, bir Özür beyan ederek onun bana kızmasından kurtulabilirdim kanaatindeyim. Çünkü Allah bana, güzel konuşma kabileyeti vermiştir. Fakat Allah yemin olsun ki, ben çok iyi biliyorum ki, eğer sana bugün yalan söyleyip razı edecek olsam yarım, Allahın seni bana gazaplandırması yakındır. Şayet sana doğru söyleyecek olsam ondan dolayı bana kızacaksın. Ben, bu hususta Allahın, hakkımda hayır nasibetmesini ümit ediyorum. Allaha yemin olsun ki benim hiçbir özü-rüm yoktu. Allah yemin olsun ki senden geri kaldığım zamandan daha güçlü ve daha imkânlı bir anım olmamıştı." Resulullah da buyurdu ki: "İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, Allah, lakkında hükmünü verinceye kadar bekle." Ben de kalkıp gittim. Seleme oğullarından bazı kişiler kızngınlıkla gelip bana kavuştular ve dediler ki: "Vallahi bizler,-senin bundan Önce bir günah işlediğini bilmiyoruz. Savaştan geri kallanlann dilemiş oldukları özürleri beyan ederek Resulullah özür dilememkten âciz kaldın. Senin günahın için Resulullahm af dilemesi yeterliydi." Ka'b diyor ki: "Allaha yemin olsun ki,onlar durmadan beni kınıyorlardı. Öyle ki bir ara geri dönüp Resulullaha, kendimi yalancı çıkarmak istedim. Sonra onlara dedim ki: "Benim durumuma düşen başka kimse var mı?" Onlar da dediler ki: Evet, iki kişi var. Onlar da senin söylediğin gibi sözler söylediler. Onlara da, sana söylenen şeyler söylendi. Dedim ki: "Onlar kimler?" dediler ki: "Onlar Mûrare b. Rebia el-Âmir'i ve Hilal b. Ümeyye el-Vakifidir." Onlar bana Bedir savaşında bulunan salih iki kişiyi anlattılar. Onlar benim için Örnek kişilerdi. Bunları bana anlatınca ben devam edip yoluma gittim. Resulullah müslümanlara, savaştan geri kalanlar arasında üçümüzle konuşmalarım yasakladı. Böylece insmanlardan uzak kaldık. Onlar bize karşı değiştiler. Öyle ki, ben sanki daha Önce tanımadığım bir yerde yaşıyormuş gibi oldum. Bu halimiz, elli gün devam etti. Diğer iki arkadişım ise boyunlarını büküp evlerinde oturdular ve ağladılar. Ben onların en genci ve en metanetlileri idim. Çıkıp geziyordum. Namazlarda bulunuyor, çarşılarda dolaşıyordum. Fakat kimse benimle konuşmuyordu. Resulullah, namazdan sonra oturup sohbet ettiğinde gidip ona selam veriyordum. Kendi kendime diyordum ki "Acaba selamımı almak için dudaklarını oynattın» yoksa oynatmadı mı? Ona yakın yerde namaz kılıyor ve göz ucuyla onu takibediyordum. Namaza yöneldiğimde bana bakıyordu.Ben ona doğru yönelince de yüzünü çeviriyordu. Müslümanların bu tayn uzayınca gidip Ebu Katade'nin bahçesini duvarından tırmandım. O, benimamcamın oğlu ve en çok sevdiğim bir kişiydi. Ona selam verdim. Vallahi o selamımı almadı. Ona dedim ki: "Ey Aba Katade, Allah hakkı, için söyle bana, sen benim, Allahı ve Resulünü sevdiğimi biliyor musun?" O hiç cevap vermedi. Tekrar seslendim yine sustu. Tekrar seslendim. Bunun üzerine dedi ki: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." Bunu duyunca gözlerim yaşla doldu. Geri döndüm. Duvarda tırmanıp çıktım. Medine'nin çarşısında yürürken, Şam halkının Nabtilerinden Medine'ye gıda maddesi getirip satan bir kimse orada şöyle diyordu: "Bana, Ka'b b. kim gösterecek?" İnsanlar beni gösterdiler. O adam gelip bana Gassan kralından birmektup verdi. Ben, okur yazar biriydim Mektubu okudum. Bir de ne göreyim onda şöyle yazıyor: "Bize ulaşan haberlere göre adamın (Peygamber) sana eziyet ediyormuş. Allah seni. zelil olacağın, haklarının zayi olacağı bir yer için yaratamıştır. Bize gel, yardımlaşalım."


Devam edecek
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ka'b diyorki: "Bunu okuduğumda dedim ki: "İşte bu da belalardan başka bir bela! Götürüp o mektubu, tandıra atıp yaktım. Yasaklanan elli günden kırk gün geçip vahiy gelmeyince baktım ki, Resulullahın elçisi bana geldi ve dedi ki: "Resululah, hanımından uzaklaşmanı emrediyor." Dedim ki: "Ben onu boşayayım mı yoksa ne yapayım?" Dedi ki: "Hayır boşama, ondan uzaklaş ve ona yaklaşma" Resulullah diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermiş. Hanımıma dedim ki: "Ailene git. Allah bu mesele hakkında hükmünü gönderinceye kadar onların yanında dur" Hilal b. Ümeyye'nin karısı Resulullaha gitti ve ona: "Ey Allahın Resulü, Hilal b. Ümeyye kendisine bakmayan bir ihtiyardır. Onun bir hizmetçisi de yoktur. Benim ona hizmet etmeme kızar mısın?" Resulullah da buyurdu ki: "Hayır. Fakat o sana yaklaşmasın." Kadın da dedi ki: "Vallahi onda hiçbir hareket yok. Vallahi bu mesele ortaya çık-taktan sonra durmadan ağlıyor." Kâ'b diyor ki: "Ailemden bazı kişiler dediler ki: "Sen de karın hususunda Resûiullahtan izin isteseydin. Çünkü o, Hilal lb. Umeye'nin hanımının, ona hizmet etmesine izin verdi. Ben dedim ki: "Ben karım hakkında Resululîah'tan izin istemem.Ben, genç bir adamım. Kanm hakkında Resûiullahtan izin istersem onun bana nasıl bir cevap vereceğini ne bileyim?" Bu hal üzere on gün daha devam ettim. Böylece bizimle konuşulması yasaklanan günler elliye tamamlandı. Ellinci gecenin sabahı evlerimizden bir evin üzerinde sabah namazını kıldım. Ben, Allah tealanın vasıflandırdığı bir şekilde sıkıntılı ve bütün genişliğine rağmen yeryüzü bana dar gelmiş bir halde otururken, Sel dağının üzerine çıkmış olan bir kişinin sesini işittim. O, en yüksek sesiyle şöyle diyordu: "Ey Ka'b. b. Malik, müjde!" Bunun üzerine secdeye kapandım. Artık kurtlusun geldiğini anlamıştım. Resulullah, sabah namazını kıldıktan sonra, Allanın tevbemizi kabul ettiğini ilan etmiş. İnsanlar, bizleri müjdelemek için gelmişler. İki arkadaşıma müjdeciler gitmiş. Bir kişi de atma binip bana gelmek için sürmüş. Eşlem kabilesinden bir kişi koşup dağa çıkmış ve yukarıda zikredildiği şekilde bağırmış. Ses aftan daha hızlı geldi. Bu sebeple sesini işittiğim adam gelip beni müjdeleyince sırtımda bulunan iki elbiseyi çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Allaha yemin olsun ki, o gün benim iki elbiseden başka elbisem yoktu. Emanet iki elbise alıp onlan giydim. Resulullah ile görüşmek için çıkıp gittim. İnsanlar grup grup beni karşılıyor, tevbemin kabul edilişi sebebiyle beni tebrik ediyor ve şöyle diyorlardı: "Allahın tevbeni kabul etmesi mübarek olsun" Nihayet mescid-i Nebeviye girdim. Baktım ki, Resulullah orada otruyor. Çevresinde de insanlar var. Talha b. Ubeydulah kalkıp koşarak geldi. Benimle musafaha yaptı ve beni tebrik etti. Vallahi muhacirlerden, ondan başka kimse gelmedi. (Ka'b Talha'nın bu davranışın hiç unutmadı.) Resulullaha selam verince ki onun yüzü sevinçten dolayı parlıyordu. O şöyle buyurdu: "Annenin seni doğurduğu günden beri geçen günlerin en hayırlı bir günü sana müjdelenmiş olsun!" Ben dedim ki: "Ey Allahın Resulü, bu senin tarafından mı yoksa, Allah katından mı?" Resulullah da buyurdu ki: "Hayır benim tarafımdan değil Allah tarafından" Resulullah sevinince yüzü aydınlanırdı. Sanki o, ay'dan bir parça olurdu. Biz bunu anlardık. Resulullah Önünde oturunca dedim ki: "Ey Allahın Resulü benim, Allah ve Resulü yolunda sadaka olarak bütün malımdan feragat etmem tevbe edişimin bir bölümü idi." Resulullah da buyurdu ki: "Malların bir kısmını elinde tut. O, senin için daha hayırlıdır." Ben de dedim kiO O halde ben, Hayberde hakkıma düşen hisseyi tutayım." Yine dedim ki: "Ey Allahın Resulü, Allah beni, ancak doğru söylemem sayesinde kurtardı Yaşadığım müddetçe, konuştuğumda doğrudan başkasını söylemeyeceğim. Vaadim de tevbemin bir bölümüydü. Allah yemin olsun ki, ben anlattıklarımı Resulullaha söylediğim günden bugüne kadar, Allah tealanın, doğru söylemesinden dolayı bir müslümana benim doğru söylememden dolayı bana lütfettiği iyilik kadar iyilik lütfettiğini sanmam. Allaha yemin olsun ben, Resulullaha doğru söyleyeceğimi vaadettikten bu güne kadar, kasıtlı bir şekilde yalansöylemedim. Temennim odur ki, hayatımın geri kalan kısmında da Allah beni korur." Ka'b diyor ki: "Bu hadise üzerine Alla teala bu surenin yüz on yedi, yüz on sekiz ve yün on dokuzuncu âyetlerini indirdi. Allaha yemin olsun ki, kanaatıma göre, Allah beni İslama eriştirdikten sonra, bana, Resulullaha doğru söylememden dolayı lütufta bulunduğundan daha büyük bir lütufta bulunmadı. Ben, yalan söyleyenler gibi helak olmadım. Zira Allah, yalan söyleyenler hakkında vahiy indirerek bir insana söylediğinin en ağırını söyledi ve buyurdu ki: "Cihaddan döndüğünüzde, kendilerini bırakmanız için, Allah yemin edeceklerdir. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar, murdardırlar işledikleri günahların cezası olarak vanp kalacakları yer, cehennemdir.Kendilerinden razı olmanız için size yemin ederler. Siz onlardan razı olasınız da şüphesiz ki Allah, fasikiar güruhundan razı olmaz. Ka'b diyor ki: Âyette bizim geri bırakıldığımız zikredliyor. Bundan maksat, savaştan geri bırakılmamız değil, meselemizin ne olacağının geri bırakılması, özürler beyan ederek kendiler için af dileniîenlerden geri kalmamızdır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enam suresi ayet 120
Günahın açıkta olanını da gizlisini de terkedin. Çünkü günahı kazananlar yüklene geldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir.

Aynı zamanda yüce Allah, gizli-açık tüm günahları terk etmelerini emretmektedir. Keyfi arzularına uyarak ve bilgisizce insanları saptırmaya çalışmaları, Allah katından gelmeyen yasalara onları yüklemeleri, sonra da bunlar Allah'ın şeriatıdır demeleri bu günahlar arasındadır. Bu arada işledikleri günahın sonucundan da sakındırmaktadır onları.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Enam suresi ayet 123
Böylece biz, her kasabada, oralarda bozgunculuk yapmaları için, günahkârlarını liderler yaptık. Onlar yalnız kendilerini aldatırlar, ama farkında olmazlar.

Biz, kafirlere, yaptıkların! süslü gösterdiğimiz gibi, her şehrin ileri gelenlerini de oranın, Allaha ortak koşan ve isyan eden suçluları kıldık. Böylece insanları aldatsınlar, bâtıl sözleriyle ve tutarsız davranışlarıyla onları kandırmış olsunlar. Halbuki onlar, ancak kendilerini aldatmış olurlar. Çünkü Allah onlan kontrol altında bulundurmaktadır. Onlar ise bunu hissetmezler. Allahın, kendileri için nasıl bir yakıcı azap hazırladığını nereden hissedecekler?

Nisaburî, "Garâibül Kuran" adlı tefsirinde, Zeccacm. memleketin ileri gelenlerinin suçlular olması durumunu şöyle izah ettiğini anlatıyor: "İleri gelenler suçludur. Çünkü ihanet etmeye, tuzak kurmaya, asılsız şeyleri insanlar arasında yaymaya, diğer insanlardan daha fazla güç yetirebilirler. Bir de kişinin malının çokluğu veya mevkiinin yüksekliği, onun azmasına ve bunları muhafaza için her çareye başvurmasına, hatta, aldatma, ihanet etme, yalan söyleme, aleyhte konuşma, laf taşıma, yalan yere yemin etme gibi bir kısım ahlaksızlıkları işlemesine sebep olur. Dolayısıyle ülkesinin azgınlarından olur.

Bu hususta Allah teala, îsra suresinin onaltmcı âyetinde şöyle buyuruyor: "Biz, bir ülkeyi yok etmeyi dilediğimizde oranın zevk düşkünlerine hakka uymalarını emrederiz. Fakat onlar, dinlemeyip yoldan çıkarlar. Artık o ülke yok olmayı hak eder biz de o ülkeyi tamamen helak ederiz."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 126
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.

O münafıklar hiç görmüyorlar mı ki, Allah onlan her yıl bir veya iki defa açıklık, kıtlık, bela ve azap ile imtihan ediyor?
Onlar bütün bu imtihanlara rağmen yine münafıklıklarından vaz geçip tevbe etmiyorlar. Başlarına gelen felaketlerden Öğüt ve ibret almıyorlar.
Müfessirler, âyette zikredilen 'imtihanlardan neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir."
Mücahie göre burada zikredilen imtihan'dan maksat, Atlanın, her yıl bir veya iki defa, kalblerinde hastalık bulunan münafıkları, kıtlık ve çeşitli sıkıntılarla imtihan etmesidir.
Katadeye ve Hasan-ı Basriye göre ise Allanın, onlan her yıl bir veya iki defa sefere çıkarmakla imtihan etmesidir.
Huzeyfeye göre ise burada zikredilen "imtihan" d an maksat, Resulullahın aleyhine müşriklerin yaydıkları yalan ve iftiralardır. Kalbleri hasta olan insanlar, bu tür iftiralara inanarak fitneye düşüp hak yol'dan sapıyorlardı. Sonra da tevbe edip doğru yola yönelmiyorlardı.
Taberi diyor ki; "Burada söylenecek dorğu söz şudur: "Allah teala bu âyet-i kerime ile mümin kullarının, münafıkların haline hayretle bakmalarını emretmiş ve münafıkları çok az düşünmekle, Allahın nasihatianndan öğüt almamakla kınanmıştır. Allahın, münafıklara verdiği ibretli dersler açlık ve kıtlıkta olabilir, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i diğer kâfirlere galip getirmesi de olabilir, münafıkların, müşriklerin sözlerine aldanarak sapmalarını müminlere bildirmesi şeklinde de olabilir. Bunlardan herhangi birini diğerine tercih etmeye dair herhangi bir sahih haber yoktur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt