Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda tevbe kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Zeki.42,
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisa suresi ayet 85
Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.

İnsanlar farklı davranışlarda bulunurlar ve farklı sonuçlara neden olurlar. Bazıları insanları, Allah yolunda çalışmaya, O'nun Kelimesi'ni yüceltmeye davet ederler ve bunun mükâfatını alırlar. Bazıları ise Allah'ın Kelimesi'ni yüceltmekten alıkoymaya çalışırlar. Bu nedenle de cezaya müstehak lâyık olurlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 15
Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu, ültimatomun ilanından sonra, fiilen meydana gelecek hadiseye çok ince bir işaretti. "Ve Allah yüreklerinin öfkesini (gayzını) gidersin. O dilediğinin tövbesini kabul eder". Bu, ültimatomun bir sonucu olarak kanlı bir savaşın çıkacağı konusunda endişe ve beklenti içinde olan müslümanların yanlış düşünce ve anlayışlarını gidermek içindi. Onlara, düşmanlardan bir kısmına Allah'ın tövbe nasip edeceği ve İslam'ı kabul edecekleri vakıası da anlatıldı. Bu husus, bir açıdan da müşriklere karşı yapılan uyarının şiddetini azaltmasın diye bütünüyle açıklanıp izah edilmedi. Uyarı şiddetinin azalması, müşriklerin, neticede kendilerini İslam'ı kabul etmeye iten kritik durumu ciddi ciddi düşünmelerine mani olmuş olabilirdi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 27
Bunun ardından Allah, dilediği kimseden tevbesini kabul eder. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Allah dilediğine tövbe etmeyi nasip eder (Allah bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder) ..." ifadesi, daha önce sergiledikleri düşmanlığa rağmen, Huneyn zaferinden sonra Hz. Peygamber'in (s.a) kendilerine gösterdikleri merhamet ve alicenaplığın bir sonucu olarak İslam'ı kabul eden çok sayıdaki kafirlere atıfta bulunur. Müşriklere karşı ilan edilen ültimatomun bir sonucu olarak bütün müşrik yakınlarının kılıçtan geçirileceği konusunda yeni müslümanların taşıdığı endişeyi ortadan kaldırmak ve yatıştırmak üzere bu husus zikredildi. Bu duygu içinde olanları, bu müşriklerin "cahiliye" düzeni için isyan etme hususunda ne bir ümit, ne de onu desteklemek için bir gücün kalmamış olduğunu anladıkları zaman, İslam'ı kabul etmek mecburiyetinde kalacağı hususunda, daha önceki tecrübelerin de gösterdiği gibi, umutlu olmaları anlatılmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisa suresi ayet 107
Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkarı sevmez.

Başkalarına karşı böyle davranan aslında kendisine namus dışı davranmış olur. Çünkü o kendisine emanet olarak verilen kafa, kalp ve bütün diğer melekelerini haysiyetsiz haince davranışlarda kullanır. Bunun yanısıra o, Allah'ın kendisine, ahlâkını korumakta yardımcı olsun diye verdiği vicdanını bastırır ve böylece vicdanı tam anlamıyla devreye girip onu bu haince davranıştan kurtaramaz. Dolayısıyla kişi kendisine haksızlık edip haince davranabildiği zaman, başkalarına karşı rahatça böyle davranabilir..
 

son gün

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ağu 2008
Mesajlar
118
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
49
RABBİM razı olsun kardeşim..
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
son gün,
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisa suresi ayet 108
İnsanlardan gizler de Allah'tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O, onlarla beraber idi. Allah yaptıklarını kuşatıcıdır (O'nun ilminden hiçbir şeyi gizleyemezler).

Bu hainler, işledikleri günahları ve yaptıkları ihanetleri, utandıkları ve çekindikleri için kendilerini ayıplamaktan başka hiçbir şey yapmayacak olan insanlardan gizlerler. Fakat bütün yaptıklarını gören, onları cezalandıracak olan ve bu nedenle kendisinden gizlenilmeye daha layık olan Allah´tan gizlemezler. Halbuki geceleyin, Allah´ın razı olmadığı sözü tertipledikleri vakit Allah öfılarla beraberdi. Allah onların yaptıklarını ilmiyle kuşatıcıdır.

Geceleyin tertiplendiği zikredilen şeylerden maksat, hırsızlık veya ihanet eden kişiyi Resıılullah´ın huzurunda temize çıkarma planlandır. Bu planı yapanlardan maksat ise Übeyrikin oğullarını savunanlardır.
 

MehmetSanli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ara 2008
Mesajlar
213
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Esselamun Aleykum Allah razi olsu kardesim. Yuce yaratan her yerde hazirdir ve nazirdir, haydir ve kayyumdur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
MehmetSanli,
Vealeykümselam Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 74
Allah'a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azabla azablandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur.

Onların söyledikleri "küfür sözü"nün ne olduğunu kesin bir şekilde bilemiyoruz. Fakat o dönemde münafıkların söyledikleri küfür sözlerine değinen birçok hadisler vardır. Mesela, bir münafığın akrabası olan genç bir müslümanla konuşurken şöyle dediği rivayet edilir: "Eğer bu adamın (Hz. Muhammed (s.a) bütün söyledikleri doğru ise, o zaman biz eşeklerden de beteriz." Başka bir hadiste de Tebûk seferi sırasında Hz. Peygamber'in (s.a) develerinden biri kaybolup müslümanlar onu aramaya çıktıklarında münafıkların bu olayı alaya alıp birbirlerine şöyle diyerek eğlendikleri rivayet edilir "(Şu adamın peygamberliğine bakın) Gökten haberler alıyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor!".

Burada münafıkların Tebûk seferi sırasında kurdukları tuzaklar kastedilmektedir. Dönüş sırasında münafıklar Hz. Peygamber'i (s.a) geceleyin bir tepe üzerinden geçerken bir çukura itip düşürmeyi planladılar. Hz. Peygamber (s.a) bu planı haber aldı ve kendisi Ammar b. Yasir ve Huzeyfe bin Yeman ile kısa yoldan, yani tepelerin üzerinden giderken ordunun tepelerin çevresindeki uzun yolu takip etmesini emretti. Yolda giderken yüzleri örtülü bir düzine kadar münafığın kendilerini takip ettiğini gördüler. Bunun üzerine Huzeyfe (r.a) , develerini uzaklaştırabilmek için onlara doğru ilerledi. Fakat münafıklar onun kendilerine yaklaştığını görünce dehşete düştüler ve tanınmamak için kaçmaya başladılar.
Münafıkların yaptığı diğer plan ise, İslam ordusu hakkında "kötü haberler" duyulur duyulmaz Abdullah ibn Ubey'in Medine'de kral ilan edilmesiydi. Çünkü onlar Hz. Peygamber (s.a) ve ashabının asla büyük Roma İmparatorluğu karşısında dayanamayacağını düşünüyorlardı.

Burada, Medineli münafıkları utandırmak için imalı bir ifade yer almıştır ve Medine halkının zenginliğine işaret edilmektedir. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a) hicretinden önce Medine yüksek bir konuma sahip değildi. Fakat dokuz yıl kadar kısa bir süre içinde Hz. Peygamber'in (s.a) o şehirde ikameti ve gerçek müslümanlar olan Ensar'ın fedakarlıkları nedeniyle bu küçük şehir tüm Arabistan'ın başşehri oldu. Bunun sonucunda, eskiden köylü olan Evs ve Hazreçliler İslam devletinin "büyükleri" haline geldiler ve gerek savaş ganimetleri şeklinde gerekse hareketli ticaret hayatı nedeniyle Medine'ye servet akmaya başladı. Bu ayette münafıklar, Peygamber'e (s.a) şükranda bulunmak yerine, onlara sadece zenginlik getirmek gibi bir suçu olduğu için onu kıskandıkları ve haset ettikleri için tenkid edilmektedirler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 79
İçlerinden gelerek sadaka veren müminleri ve güçlerinin yettiğinden fazla verecek bir şey bulamayanları ayıplayanları ve onlarla alay edenleri, Allah, maskaraya çevirir. Onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Münafıkların kütü huylarından birisi de, onların dillerinden hiçbir kimsenin kurtulamamasidır. Hattâ hiçbir dünyevî karşılık beklemeden, mallarını Allah yolunda harcayanlar bile bu adamların dilinden kurtulamamışlardır.
Bu hususta, Ebu Mes'ud'un şöyle söylediği nakledilmektedir:
"Zekât âyeti geldikten sonra sırtımızla yük taşıyarak kazanç elde edip ta-sadduk ediyorduk. Birgün bir adam çok miktarda mal getirip tasadduk etti .Bunun üzerine münafıklar "Bu adam bir riyakârdır, gösteriş yapıyor." dediler .Sonra başka bir adam, bir sa1 ölçüsü kadar bir şey getirip tasadduk etti. Ona da" "Al-iahın, bunun sadakasına ihtiyacı yoktur." dediler İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Bu hususta Abdullah b.Abbas diyor ki: "Birgün Resulullah çıkıp insanların yanına geldi ve şöyle seslendi: "Sadakalarınızı buraya toplayın." Bunun üzerine insanlar, sadakalarını getirip bir araya topladılar. İçlerinden muhtaç olan biri bir ölçek hurma getirdi ve dedi ki: "Ey Allanın Resulü, bu, bir sa' ölüsü hur-ma.Gece boyu testi ile su çektim. İki sa" hurma kazandım. Birini geride bıraktım, diğerini sana getirdim." Resulullah, ona bu getirdiğini diğer sadakaların içine katmasını emretti. Bunun üzerine bir kısım insanlar onunla alay ettiler ve de-dilerki: "Allaha yemin olsun ki, Allahve Resulünün buna ihtiyacı yoktur. Onlar senin bu bir sa1 Ölüsü hurmanı ne yapacaklar?" Sonra Kureyş kabilesinin Zühre oğullarından Abdurrahman b. Avf, Resulullaha dedi ki: "Bu sadakaları getirenlerden sadaka vermeyen kimse kaldımı?" Resulullah da buyurdu ki: "Hayır" Abdurrahman b.Avf dedi ki: "Bende yüz Ukye sadaka altın var" Ömer b. el-Hattab ona dedi ki: "Sen delimisin?" O da dedik: Hayır, ben deli değilim." Ömer: "Sen ne söylediğinin farkında mısın?" dedi. Abdurrahman da dedi ki: "Evet farkındayım. Benim, sekiz bin dirhemim var. Bunlardan dört binini rabbi-me Ödünç veriyorum." Diğer dört binini ise kendime bırakıyorum." Bunun üzerine Resulullah dedi ki: "Allah verdiğini de, kendine bıraktığını da mübarek kılsın." Bu durum, münafıkların hoşuna gitmedi ve onlar şöyle dediler "Allaha yemin olsun ki, Abdurrahman bu bağışını gösteriş için yaptı," Halbuki münafıklar yalan söylüyorlardı. Abdurrahman bunu gerçekten bağış olarak vermişti. İşte bunun üzerine Allah teala bu âyeti kerimeyi indirdi. Abdurrahmam ve arkadaşı ihtiyaçtı kişiyi akladı.
Taberi bu hususta, benzer rivayetler ve kıssalar zikretmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisa suresi ayet 111
Kim bir günah kazanırsa, o ancak kendi nefsi aleyhinde onu kazanmıştır. Allah bilendir hüküm ve hikmet sahibidir.

ayet, bireyin sorumluluğunu yerleştirmekte ve ceza konusunda İslâm düşüncesi bu kurala dayanmaktadır. Bu da her kalbe, korku ve güven duygusunu bahşetmektedir. İşlediğinden ve kazandığından dolayı da kendisini güvencede hissetmesini sağlamaktadır.

"Kim bir suç işlerse onu kendi aleyhine işlemiş olur. Kuşkusuz Allah bilir ve hakimdir."

Kilise düşüncelerinde sözü edildiği gibi, İslâm'da, miras kalan bir suç anlayışı yoktur. Kişinin kendi cezasını çekmesi dışında, başkası adına ceza çekmesi söz konusu değildir. Bu durumda her kişi, yaptığı şeyden sakınmak ve yapmadığı şeyden dolayı sorgulanmayacağından emin olmak üzere özgürdür. İşte bu eşsiz düşüncede yer alan olağanüstü denge. Kuşkusuz bu, İslâm düşüncesinin özelliklerinden ve ilkelerinden biridir. Çünkü İslâm, fıtratı tatmin eder, insanoğlunun davranışları için mihenk edinmesi istenen mutlak adaleti gerçekleştirir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nisa suresi ayet 112
Kim bir hata veya günah kazanır da, sonra bunu bir suçsuza yüklerse gerçekten o böyle bir yalan (bühtan)ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir.

ayet de bir suç işleyip sonra da onu suçsuz birine yükleyenin sorumluluğunu belirlemektedir. Bu durum söz konusu grubun durumuna uygun düşmektedir:

"Kim bir kusur ya da bir suç işler de onu bir masumun üzerine atarsa açık bir iftira, bir günah yükünün altına girmiş olur."

Hem masum birine iftira atmanın günahını, hem de o suçu bizzat işlemenin yükünü birlikte taşıyacaktır. Manayı iyice öne çıkarıp güçlendiren Kur'an'ın tasvirli ifadesinin somutlaştırdığı gibi bunlar, taşınacak yüktürler sanki.

Kur'an-ı Kerim belirlediği bu üç kural ile, her ferdin yaptıkları ile hesaba çekileceği adalet terazisini tablolaştırmaktadır. Bu terazi, suçunu başkasının üzerine atmakla hiç bir suçlunun yakasını bırakmaz. Aynı zamanda tevbe ve mağfiret kapısını sonuna kadar açık tutmaktadır. Kapıları çalıp duran şu bağışlanma dileyen tevbekârlar, her an Allah'la buluşabilirler. Hatta izin istemeden bile huzura girip rahmet ve bağışlanma dilerler.

Son olarak yüce Allah, geceleyin komplolar kuranların peşine düşmekten koruması, anlaşmalarından haberdar etmesinden dolayı peygamberine yaptığı iyiliği belirtiyor. Öyle ki, bu adamlar anlaşmalarını tüm insanlardan gizleyebildikleri halde Allah'tan gizleyememişlerdi. -Çünkü hoşlanmadığı sözü tasarlarlarken yüce Allah yanlarındaydı- Ardından yüce Allah, kendisine kitap ve hikmet indirmekle ve bilmediğini öğretmekle yaptığı en büyük iyiliği hatırlatmaktadır peygamberine. Kuşkusuz bu, öncelikle Allah yanında en şerefli ve ona en yakın olanın şahsında tüm insanlığa yapılmış bir iyiliktir:
 

Gök Kubbe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ara 2008
Mesajlar
3,422
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
29
selamun aleyküm ne kadar çok paylaşım yapmışsınız..::)
RABBim razı olsun inşallah...Hayırlı günler...:)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
küçük-kul,
Asliında daha çok çalışmamız gerekli ama şimdilik elimizden gelen bu kadar ilginize teşekkür ederim Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 80
(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

Rivayet edildiğine gÖre,.bundan önceki âyet nazil olunca münafıkların bazıları Resulullaha gelip tutumlarının yanlışlığını itiraf ederek "Ey Allahın Resulü bizim için Allah'tan af dile" demişler Resulullah da "Sizin için af dilerim" buyurmuştu. Bunun üzerine bu âyet-i Kerime nazil olmuş ve Resulullahm, onlar için af talep etmesiyle neticenin değişmeyeceğini, zira onların yine münafıklıktan vaz geçmeyerek nifak üzere ölçeklerini beyan edereke şöyle buyurmuştur:
Ey Muhammed, bu münafıklar için ister af dile istersen dileme. Bunların affedilmelerini yetmiş kere dilesen de Allah bunları affetmeyecek, kıyamet gününde onları diğer yaratıkların huzurunda rezi edecektir. Bunların affedilmemelerinin sebebi ise Aliahın birliğini ve Peygamberini inkâr etmeleridir. Zira Allah, fâsiklar güruhunu iman etmeye muvaffak kılmaz.
Bu hususta, Abdullah b. Ömer diyor ki:
Abdullah b. Übey ölünce oğlu Abdullah b. Abdullah, Resulullah'a geldi. Ondan, babasını kefenlemesi için gömleğini vermesini istedi. Resulullah, gömleğini ona verdi Abdullah'ı onunla kefenlemesini istedi. Sonra cenazesini kılmak istedi. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattab, Resulullahın elbisesinden tuttu ve dedi ki: "Sen bunun, namazını kılıyorsun, halbuki bu münafık. Allah sana, bunlara af dilemeni yasakladı." Bunun üzerine Resulullah buyurdu ki: "Allah beni, bunlar içi af dileyip dilememekte serbest bıraktı ve buyurdu ki: "İster bağışlanmalarını dile ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları affetmeyecektir." Ben, bunlar için yetmişten daha fazla af dileyeceğim." dedi ve onun cenaze namazını kıldırdı. Biz de onunla birlikte kıldık. Bunun üzerine Allah teala, "Münafıklardan bîri ölürse sakın cenaze namazım kilma... âyetini indirdi
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tevbe suresi ayet 84
Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.

Bu ayet, Tebûk seferinden kısa bir süre sonra ölen münafıkların lideri Abdullah İbn Ubey'in cenaze namazını kılmaktan alıkoymak için nazil olmuştur. Samimi bir müslüman olan Abdullah İbn Ubey'in oğlu Abdullah (O muhlis bir müslümandı) Hz. Peygamber'den (s.a) babasına kefen yapmak üzere gömleğini istedi. Hz. Peygamber (s.a) bu isteği cömertçe yerine getirdi. Daha sonra Abdullah ondan babasının cenaze namazını kıldırmasını istedi. Hz. Peygamber (s.a) bunu da kabul etti, fakat Hz. Ömer, Peygamber'e (s.a) tekrar tekrar bunun yapılmamasını söyledi: "Ey Allah'ın Rasulü, şu şu günah ve suçların sahibi olan bu adamın mı namazını kıldıracaksın?" diyerek onu vazgeçirmeye çalıştı. Hem dostları hem de düşmanları için bir rahmet olan Hz. Peygamber'in (s.a) , İslam'ın en azılı düşmanı olan böyle bir adamın bile cenaze namazını kıldırmak için hazırlandı. Tam namazı kıldırmak için yerini almışken, müslümanlar içinde münafıkları cesaretlendiren ve teşvik eden herşeyi yasaklayan 73. ayetle açıklanan yeni politika uyarınca Allah'tan gelen direkt emirle böyle bir davranışı yasaklayan bu ayet nazil oldu.
Yukarıdaki olay şöyle bir kuralın düzenlenmesine neden oldu: Müslümanların imamları ve liderleri, İslam düşmanlarının veya İslam'a itaatsizliği ile meşhur olanların cenaze namazlarını ne kıldırabilir ne de kılabilir. Bundan sonra ne zaman Hz. Peygamber'e (s.a) cenaze namazı kıldırması teklif edilse, ilk önce ölen adamın durumunu araştırırdı. Onun kötü bir insan olduğunu öğrenirse, ölenin ailesine: "Onu istediğiniz gibi gömebilirsiniz" derdi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 2
Ey iman edenler Allah'ın şiarlarına haram olan ay'a kurbanlık hayvanlara (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

Şeâir, şiârın çoğuludur. Bir yol, bir akide, bir düşünce biçimi bir eylem veya bir sistemi sembolize eden bir nesne veya onun temsilcisine, bir amblem görevi gördüğünden dolayı şiâr denilir. Resmî bayraklar polis veya asker üniformaları, paralar, pullar vs. yönetimi altındakilerden ve belli ölçülerde başkalarından kendilerine gerekli saygı isteyen hükümetlerin şeâiridir. Sözgelimi, Tapınak, Ekmek-Şarap Yemeği plâtformu, haç vs. Hıristiyanlığın şeâiridir.
Orak ve çekiç Komünist Parti'nin şiârı, SS'ler Nazi Partisi'nin şiârıdır. Tüm bunlar izleyicilerinden sembolleri için saygı isterler. Eğer bir kimse, bir sistemin sembollerinden birine saygısızlık gösterirse, bu o sisteme karşı bir düşmanlık göstergesidir ve eğer saygısızlık gösteren kişi aynı sisteme aitse bu durumda bu hareket bir isyan, bir yüz çevirme (irtidat) demektir.
Allah'ın şeairi putatapıcılık, küfr ve tanrıtanımazlık şekillerine aykırı olarak Allah'a ibadetin saf şeklini temsil eden işaret ve sembollerdir. Psikolojik temelleri yalnızca Allah'a ibadete dayandığı ve şu veya bu şekilde şirk ya da küfürle kirletilmediği sürece nerede ve hangi sistemde karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, müslümanların Allah'ın şiarlarına saygı göstermeleri gerekir. Bu bakımdan eğer bir müslüman bir gayri müslimin inanç veya hareketlerinde Allah'a ibadetten öğeler taşıyan bir şey bulursa, bu öğeye ve Allah'a ibadetle bağlantılı sembollere gereken saygıyı gösterecektir. Bu noktada müslüman olmayanlarla hiçbir tartışmaya girilmez; tartışma, ancak Allah'a ibadet, başkalarına ibadetle kirletildiği zaman ortaya çıkar.
Bu bağlamda şu nokta iyi anlaşılmalıdır ki, Allah'ın şiarlarına gereken saygıyı gösterme emri, müslümanların Mekke'yi ellerinde bulunduran müşrik Araplarla savaşta olduğu bir zamanda gelmiştir. Müşrik Araplardan bazıları Kâbe'ye giderken müslümanların kendilerini kolayca vurabilecekleri yollardan geçmek durumunda olduklarından bu emir gerekliydi. Bu yüzden müslümanlara, putperest de olsalar, kendileriyle savaş halinde de olsalar, Allah'ın Evi'ne giden müşriklere eziyet etmeme emri verilmektedir. Yine, müslümanlar Hac aylarında onlara saldırmamalı, kurban olarak Allah'ın Evi'ne götürdükleri hayvanları ellerinden almamalıdırlar. Bu, bozuk dinlerinde sağlam kalmış olan Allah'a ibadet öğesine saygı gösterilip, ayak altına alınmamasını temin içindir.

Savaş hali nedeniyle müslümanların çiğnemesi tehlikesi bulunduğundan, emr'in hemen arkasından Allah'ın birkaç şiarı özellikle anılmaktadır. Tabii ki, saygı gösterilmesi gereken yalnızca bu şiarlar değildir.

Burada hemen İhram'la ilgili emir gelmektedir. Çünkü Allah'ın şiarlarından biridir bu. Allah'ın şiarlarından birini çiğnemek olduğu için ihramlıyken avlanma yasaklanmaktadır. Fakat, hükme göre İhram'ın sınırlamaları sona erdiğinde istenilirse avlanmaya izin verilmektedir.

Bu yasak, müslümanların müşrik Arapların hac'ca gelmelerine engel olmalarını ve kendi bölgelerinden geçerlerken onlara saldırmalarını önlemek için konmuştur. Düşmanları, eski âdetlerine bile zıt olarak kendilerini Kâbe'yi ziyaretten ve haccetmekten alıkoyduklarından dolayı müslümanlar öyle kızgındılar ki, misillemede bulunabilirlerdi. Fakat Allah sınırları aşmamaları için kendilerini uyarmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Maide suresi ayet 3
Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün, inkâra sapanlar sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün, size dininizi kemale erdirdim üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır esirgeyendir.

Yani, "normal ölümle ölen hayvan etleri."

Yani, Allah'ın adından başka bir kimse veya bir şey adına boğazlanan veya bir veli (aziz) , bir tanrı ya da bir tanrıça vs.ye sunma niyetiyle boğazlanan hayvanın eti.

Eğer bir hayvanın başına bunlardan biri gelir de yine ölmez ve gereği gibi boğazlanırsa, onun etini yemek helâldir." Buradan temiz bir hayvanın etinin ancak öngörüldüğü şekilde boğazlanmasıyla helâl olacağı ve onu helâl kılmanın başka bir yolunun bulunmadığı anlamı da çıkmaktadır. Hayvan öngörüldüğü şekilde, yani boğazın çoğu kısmı kanın serbestçe akmasına imkân verecek biçimde kesilir. Eğer boynun tamamı koparılır veya hayvan boğazından sıkılarak ya da bir başka şekilde öldürülürse, gerektiği gibi boğazlanmış olmaz. Çünkü, bu durumda kanın çoğu vücutta kalır ve farklı yerlerde pıhtılaşıp ete yapışır. Fakat, eğer öngörüldüğü şekilde boğazlanacak olursa, vücudun tamamı beyinle bağlantılı olarak kanın bütünüyle vücuttan akmasına izin verecek kadar uzun bir süre kalır ve et bizzat haram (haram liaynihî) olan kandan temizlenir. Bu bakımdan, etin helâl olması için kandan temizlenmesi gerekir.

Arapça'da nusub, özelikle herhangi bir aziz veya tanrı için kendilerine kurban gayri meşru bir tapınmadan dolayı kurbanın kesildiği her türlü yer için kullanılır.

Bu bağlamda, hükmün yiyecekleri haram veya helâl kılmak için öngördüğü sınırların tıbbî açıdan değil de ahlâkî ve manevî açıdan çizildiği iyice anlaşılmalıdır. Tıpla ilgili konularda bu sınırlama kişinin kendi yargı ve algı gücüne bırakılmıştır. Sağlığı ve beslenmesi açısından nelerin yararlı, nelerin zararlı olduğunu bulup çıkarmak kişinin kendi işidir. Hüküm, bu sahada yol göstericilik için her hangi bir sorumluluk yüklenmez. Böyle yapmış olsaydı, ilk yasaklanması gereken zehir olurdu. Fakat ne Kur'an'da, ne de hadislerde mutlak olarak ne zehirden söz edilir, ne de başka öldürücü şeylerden. Hüküm, ancak neyin ahlâkî veya manevî açıdan zararlı ya da yararlı olduğu ve helâl şeyleri kazanmanın doğru ve yanlış yollarıyla ilgilenir. İnsanın kendi kendine bunları ortaya çıkarma aracının bulunmadığı ve bu nedenle hükmün yol göstericiliği olmadan bu alanda yanlışlıklar yapabileceği açıktır. Bu yüzden, yasaklanan şeyler temizlik (tayyib) veya ahlâk ya da inanç açısından zararlı olduğu için yasaklanmıştır. Meşru kılınan şeyler ise, bütün bu kötülüklerden uzak olduğu için meşru kılınmıştır.
Burada, halkın açıkça anlaması için Allah'ın neden bazı yasakların altında yatan hikmeti açıklamadığı sorulabilir. Bunun nedeni, bunları insanın kavramasının mümkün olmamasıdır. Sözgelimi lâşe, kan veya domuz eti yemenin getireceği ahlâkî kötülükleri derinliğine araştırmamız mümkün olmadığı gibi, bunların nasıl ve hangi ölçülerde ortaya çıkacağını bilebilmemiz de kolay değildir. Çünkü elimizdeki ahlâkîliği ölçüp tartacak hiçbir araç yoktur. Bu bakımdan bunların kötü sonuçları açıklanmış bile olsa, doğruluklarını ölçecek bir araç olmadığından şüpheler yine de dağılmayacaktır.
Allah'ın helâl ve haram sınırlarının gözetimini, bir inanç sorunu olarak ortaya koymasının nedeni budur. Kur'an'ın Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamber'in (s.a) O'nun Rasûlü olduğuna, Alim ve Hakîm olarak da Allah'a inanan bir kişi, arkada yatan hikmeti anlasın veya anlamasın, bu sınırları gözetecektir. Öte yandan, bu temel akideyi kabul etmiyorsa, insanî bilgiye göre zararlı olanlardan kaçınarak, insanın zararlı olduğunu bilemediği şeylerin sonuçlarına katlanmaya da devam edecektir.

Bu ayet üç tür yasaktan oluşmaktadır:
Bir tanrı, tanrıça veya benzerlerinden, şirk olan yollarla talihini öğrenmek için fal okları çekmeyi veya gelecekleri ya da anlaşmazlıkları çözümlemekle ilgili işaretler almayı yasaklamaktadır. Söz gelimi, Mekke'nin putperest Kureyş kabilesi bu amaçla Kâbe'de Hûbel putunu seçmişlerdi, onun yanında yedi fal oku bulundururlardı. Putun bakıcısına (din adamına) kurban sunduktan ve bir takım merasimlerden sonra bir ok çekerler ve onun üzerine kazınmış bulunan yazıları Hûbel'in hükmü olarak kabul ederlerdi.
İkinci tür yasak, akla ve bilgiye başvurmadan herhangi bir şeyi iyi veya kötü işareti saymak, hayatın günlük sorunları hakkında mantıksız ve bâtıl karar alma yöntemleri ve yollarından, veya belli şeyleri, olayları, durumları ve benzerlerini uğursuzluk sayarak gelecek olaylar hakkında körce sonuçlara varmaktan oluşmaktadır. Kısaca, fal yöntemlerini ve kehanetleri içine almaktadır.
Üçüncü yasak türü, kazanmanın meziyet ve liyâkate, hak, hizmet ve diğer aklî yargılara değil de, salt şansa dayandığı tüm kumar çeşitlerini kapsamaktadır. Örneğin, belli bir bilet sahibini çok sayıda aynı türden bilet sahiplerinin zararına ödüllendiren tüm lotarya ve piyango çeşitleri, çok sayıda doğru cevabın içinde yalnızca şansa dayanarak işaretlenen bir cevaba ödül veren bulmacalar, tüm bunlar haramdır.
Ne var ki, eşit derecede meşru iki şey veya hak bulunup da, aralarında hiçbir aklî seçim yapma yöntemi olmadığı zamanlarda kura çekmek İslâm'da meşrudur. Söz gelimi ortada her bakımdan aynı hakka sahip iki kişi bulunsun, hâkim birine öncelik tanıyacak hiçbir aklî yargı yolu bulamasın ve taraflardan hiçbiri hakkından vazgeçmesin. Böyle bir durumda, iki taraf da razı olursa sorun kura ile çözülür. Veya, iki meşru şeyden birini seçmek zorunda kalıp da, seçimde güçlük çeken kişi kura atabilir. Hz. Peygamber (a.s) eşit hakka sahip iki kişi arasında seçim yapması gerekip de, kendisi birinin lehine karar verdiğinde diğerinin alınacağını hissettiği zaman bu yöntemi uygularlardı.

"Bugün" belli bir gün veya tarih değil, ayetin indiği gün demektir. "Kâfirler dininizden ümidini kesti" ifadesinin anlamı şudur: "Uzun süren sistemli bir direnme ve karşı çıkıştan sonra, dininizi başarısızlığa uğratma ümidini yitirdiler. Dininiz kalıcı bir hayat düzeni olup, sağlam bir temele oturduğundan, artık eski "Cahiliyet'e döneceğinizi ummuyorlar." Bu yüzden, "Onlardan değil, Ben'den korkun." Yani, kâfirlerden sizin dinî görevinizi yapmanıza engel olma yolunda gelecek bir müdahale tehlikesi yoktur. Allah'tan korkmalı, O'nun emir ve hükümlerini yerine getirmelisiniz. Çünkü herhangi bir korku nedeniniz kalmamıştır. Artık Yasa'ya itaatsizliğiniz, Allah'a itaat etme niyeti taşımadığınız anlamına gelecektir.

"Dininizi kemâle erdirdim" demek, "Onu bütün bir düşünce, hayat sistemi ve medeniyet oluşturan kalıcı bir hayat tarzının gerekli tüm öğeleriyle donattım ve ilkelerini koydum. Tüm insanî sorunların çözümü için ayrıntılı talimatları belirledim. Artık bundan böyle bir başka kaynaktan kılavuz ve talimat aramanıza gerek yoktur." demektir.
"Nimetin tamamlanması", hidâyet nimetinin tamamlanmasıdır.
"Sizin için hayat tarzı olarak İslâm'dan razı oldum; çünkü itaatinizle ve ona olan bağlılığınızla, kabul etmiş olduğunuz İslâm'a içten inandığınızı uygulamada da gösterdiniz. Sizi her türlü kölelik ve bağımlılıktan kurtardığımdan, günlük yaşantınızda Ben'den başkasına teslim olmanız için hiçbir sebep kalmamıştır." Burada şu anlam da gizlidir: "Tüm bu nimetlerime şükür olarak, çizilmiş bulunan sınırları gözetmeyi asla ihmal etmeyiniz."
Bu bildirinin, Hz. Peygamber'in (s.a) H. 10. yılda yaptığı Veda Haccı'nda indiğiyle ilgili sahih rivayetler konusunda görüşüm şudur: Bu önce H. 6. yılda inmiş ve Hac'da yeri gelmişken ilân edilmesi için Hz. Peygamber'e (s.a) yeniden gönderilmiştir. Çünkü, bu ayet, surenin örgüsü içinde öylesine gereklidir ki, sure onsuz eksik kalırdı. Bu yüzden, onun H. 10. yılda indikten sonra sureye konduğu düşünülemez. İnanıyorum (ve doğru olan Allah katındadır) ki, indiği zaman bu ifadenin gerçek anlamı kavranılamamıştı. Bu nedenle, tüm Arabistan'ın itaat altına alındığı ve İslâm'ın gücünün doruğuna çıktığı H. 10. yılda, Veda Haccı münasebetiyle açıklanması için Hz. Peygamber'e (s.a) yeniden vahyolunmuştur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt