"Ey insanlar! Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Yâni şerîki, nazîri yoktur." Akıl da düşünse, bunu bulabilir. Çünkü:
(Lev kâne fîhimâ âlihetün illallàhu lefesedetâ) "Yerde gökte, yerin göğün yöneticisi olarak iki tane tanrı olsa, iki tane kuvvet olsa, ortalığı karıştırırlar, birbiriyle çatışırlardı." Birisinin yaptığını, ötekisi yaptırtmamak isterdi. Hangisinin dediği olacak?.. Birisinin dediği olacaksa, işte güçlü olan o... O zaman iki taneye lüzum olmuyor. Böyle yalan yanlış tasavvurlar olmaz, olmuyor, olamaz. Onun için burada Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin varlığı gayet kesin bir ifade ile bildiriliyor.
İnsanoğulları çok uzun asırlardan beri yeryüzünde yaşarken, bilgilerinin azlığından, tecrübelerinin, ilimlerinin geriliğinden, tarihte böyle yalan yanlış şeylere tapınmışlar. Öküze tapmışlar, kendi etraflarındaki bazı şeylere tapmışlar. Eskimoların beyaz ayıya taptığı söyleniyor. Hindistan'da yılana tapanlardan bahsediliyor. Hattâ üçyüz-dörtyüz tane din olduğu söyleniyor.
Kimisi Buda'ya tapıyor. Bir zamanlar aralarında yaşamış bir insan olduğunu bildikleri halde onun heykelini yapmışlar, tapıyorlar. Hattâ bizdeki put sözü de, köken olarak Buda kelimesinden geliyor. Çünkü atalarımız onu görmüşler. O heykele taptıklarını görünce, bir misal olarak onu söylemişler. Sonra put kelimesi özel isim olmaktan çıkıp, cins isim isim olarak dilimize yerleşmiş.
Cenâb-ı Hakk'ın şeriki, nazîri yoktur. Ondan başka mâbudlar yoktur. Ay, güneş tanrı olamaz! Dağ, ova tanrı olamaz! Beyaz ayı, öküz tanrı olamaz! Bunları artık Yirminci Yüzyıl'ın insanları anlıyorlar. Bunu söylersek, rahatlıkla kabul ettirebiliriz.
Cenâb-ı Hak oğul edinmemiştir, hanım edinmemiştir. Bunlar da çok büyük iftiralar, çok yanlış şeyler. İşte onlara anlatmamız lâzım!
Dedik ki: "İkibin yılı Tevhid Yılıdır. Artık insanlar tarihteki korkunç hatâları, kendilerini mahveden hatâları; hattâ muhterem bildikleri büyüklerinin bile razı olmayacağı hatâları terketsinler!" dedik.
Hazret-i İsâ kendisine tapılmasına razı olmaz. Kendisinin ilâh edinilmesini kendisi söylememiş. Annesinin ve kendisinin tanrı edinilmesini kendisinin söylemediği kesin. O razı değil. Hattâ bazı din büyükleri bunu kabul etmemişler, açıklamışlar.
Milâdî 325 senesinde, Kostantin İznik'te bir meclis toplamış. Yüzlerce papaz toplanmış, çeşitli İncilleri incelemişler. Teslisi, üçlemeyi, triniteyi orada çıkartmışlar. Ondan önce olmayan bir şeyi yerleştirmiş bu konsül... Kostantin'in suçu çok büyük.
Sonra, "Hayır, Allah birdir!" diyen Arius isimli papazı afaroz etmişler, dışlamışlar, bir de cezalandırmışlar. Koğmuşlar demek ki, nasıl olduysa... Demek ki içlerinde Allah'ın birliğini söyleyen varmış.
Sonra, Amerika'da Uniteryan, yâni Allah'ın birliğini kabul eden hristiyanlar var. Müslümanlara yakın diye bazıları onları tenkit etmişler. Müslümanların söylediği de o; Allah üç değildir, birdir. Hattâ bazı Amerikan reisicumhurları da Uniteryan mezhebindenmiş. Ama Avrupa'da tutunamamışlar, Amerika'ya gidip, orada yerleşmek zorunda kalmışlar.
Zâten Amerika'ya, o ilk bulunduğu, göçlerin olduğu sırada, Avrupa'da tutunamayan çeşitli baskı altındaki topluluklar gitmişler. Orada özgür yaşama imkânını bulmuşlar. Her kasaba, her şehir, her bölge paylaşılmış. Oralara yerleşmişler, kendi kafalarınca yaşıyorlar.
Meselâ Amerika'da Salt Lake City denilen bir yer var. Bazı arkadaşlar gitmiş, görmüş, ordakilerle tanışmışlar. Orada poligami dedikleri çok kadınla evlilik serbest. İçki yasak, tütün yasak... Demek ki, çeşitli inançları orada sürdürme ortamını, hürriyet ortamını bulmuşlar, dinleri için çalışmışlar. Hâlâ da çılışıyorlar dünyanın her yerinde.
Tabii, bizim de Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin varlığını, birliğini, işte bu ayet-i kerimede belirtilen gerçekleri anlatmamız lâzım!.. Biz haklıyız, ilim bizden yana, akıl bizden yana, mantık bizden yana... Ötekilerin yanlışlığı da, mantıksızlıkları da kesin olarak ortada... O halde, bizim vazife yapmamız kalıyor. Bunun için tabii, her türlü imkânları kullanmamız lâzım! Bu yanlış inançtaki insanlara ulaşmamız lâzım!..
Bazıları bizim arkadaşlara gelmişler, kendi dinlerine davet etmeye çalışmışlar. Bizim arkadaşlar da demişler ki:
"--Siz yanlış yapıyorsunuz. İyi bir şey yapıyoruz sanıyorsunuz ama, yanlış bir şeye çağırıyorsunuz. Böyle yanlış bir şeye bizi çağıracağınıza, asıl siz Allah'ın varlığını, birliğini kabul edin, yeri göğü yaratan Allah'ı kabul edin!" diye güzel telkinlerde bulunmuşlar.
Ama, yaşlı kimseleri, ihtiyarları, ölümden korkan, hayatının sonunun geldiğini hisseden, iyi bir şeyler yapmak isteyen insanları, başka kavimlerin üzerine koşturtuyorlar. İşte bu Avustralya'da çevreyi görüyoruz. Yeni Gine'yi, geri kalmış adaları görüyoruz. Oradaki tahsili olmayan, İslâm'ı bilmeyen, dinler tarihi ile ilgili konuları bilmeyen kimselere yardım edip, ilaç verip, elbise verip, açlıktan kurtarıp, kesenin ağzını açarak, onları kendi okullarına alıp, iyi yaşam tarzı sağlayıp, ama sonunda kendi fikirlerini verip, bir bakıma ahiretlerini mahvediyorlar.
Biz müslümanların da çalışması lâzım!.. Zâten bütün hak dinlerin mensublarının Allah'ın varlığını, birliğini kabul edip, müslüman olması lâzım! Onun için çalışması lâzım! Onlara karşı gerçekleri söyleme gayretini göstermesi lâzım, dini için çalışması lâzım!.. Bu çok önemli bir nokta.
"Ve sizi mâbûdunuz, ilâhınız tektir." Yâni böyle ikileme, çok tanrı düşünme vs.; bunların hepsi yanlış. (Lâ ilâhe illâ hû) Bu da ilk cümleden sonra, "Evet, tamam, bizim tanrımız birmiş de, bir taneymiş de, acaba başka tanrılar olabilir mi?" diye düşünen olursa; "Hayır!" diye, başka hiçbir tanrı olmadığını, daha kesin bir ifade ile, hiç başka türlü düşünmeye meydan kalmayacak şekilde ifade eden bir ikinci cümle ile kuvvetlendirmiş oluyor. "Ondan başka hiçbir ilâh yoktur!" Yâni, "Rabbiniz birdir, ondan başka hiçbir ilâh yoktur."
"Evet benim rabbim birdir ama, benimkinden başka ilahlar var mı?" gibi bir yanlış düşünceye kayılmasın diye, onu gayet kesin bir şekilde, kuvvetli bir ifade ile anlatıyor. (Lâ ilâhe) "Hiçbir ilâh yok; (illâ hüve) ancak o var! Ondan başka hiçbir ilâh yok!"
Lâ'ya, nâfiyetül-cins derler Arapçada; kendisinden sonra gelen cinsten hiç başka bir şeyin olmadığını bildirir. (Lâ ilâhe) "Hiçbir ilâh yoktur..." Hepsini reddediyor, olmadığını beyan ediyor. (İllâ hû) "Ancak o vardır." Hepsini nefyettikten sonra, olanı açıklıyor. Böylece hepsini temizledikten sonra, bir tanesinin olduğunu kuvvetli anlatmış oluyor. Arap dilinin bir güzel ifadesi bu.
Ancak o var. Hû, zamirdir Arapçada, o mânâsına geliyor. (Lâ ilâhe illallah) da diyoruz biz. (Lâ ilâhe illâ hû) da desek, Hû da Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni en güzel ifade eden kelimelerden birisidir. O deyince, gayet güzel anlaşılıyor. Onun için, bazıları demişlerdir ki, "Hû ism-i a'zamdır."
Daha kuvvetli rivayetlerde ise, "Allah ism-i şerifi ism-i a'zamdır." denilmiş. Çünkü bütün sıfatları taşıyor, bütün sıfatları ifade ediyor. Bütün sıfatlara sahib olan zâtın ism-i hası, özel ismi olduğundan ism-i a'zam odur diye beyan edilmiş.