Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Incirlik terör üssü hemen kapatılsın... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Asırlardır Batılı güçlerin nüfuz mücadelesine sahne olan Pakistan ve Afganistan bölgesinde mücadele eden Taliban'ın ilk tohumlarının Osmanlılarca atıldığı öne sürüldü.

Pakistan uzmanı Turan Kışlakçı, TIMETURK'te Pakistan ve Afganistan üzerine kaleme aldığı son yazısında çok çarpıcı tespitlerde bulunurken, şimdiye kadar hiç bilinmeyen bir tarihi gerçeği belgeleriyle gözler önüne serdi.

Yüzyıllardır Batılı güçlerin nüfuz mücadelesine sahne olduğunu belirten Kışlakçı, Pakistan ve Afganistan'da oynanan son oyunlara dikkat çekiyor.

Kışlakçı, dünya basının da sık sık gündeme gelen Pakistan'ın Svat bölgesiyle ilgili Hindu tarihçilerin aktardığı şu çok çarpıcı gerçeği aktarıyor: "Bölge insanı geçmişten bugüne tarihçiler tarafından hiddetli, şiddetli, şeci, cesur ve mutaassıp olarak tasvir edilmiştir. Yani dün ne idiyseler bugün de öyleler. Hatta Hindu tarihçileri, bölge halkının İslam dinini benimsemeden önce Budist iken de aynı celalli yapıya sahip olduklarını kaydeder."

Svat vadisinin en önemli özelliklerinden birisinin bölgeye şimdiye dek hiçbir yabancı gücün girişine izin verilmediğini öne süren Kışlakçı, İngiliz ve Rus orduları bölgeye birçok kez yıkıcı saldırılar düzenlemesine rağmen giremediklerini, İngilizlerin 18. ve 19. yüzyılda bölgeye birkaç girmeye çalışmışsalar da hep başarısız olduklarını belirtiyor.

Yazının en dikkat çekici bölüm ise Osmanlı döneminde bölgede yaşanan durum. Öyle ki aradan bir asır geçmesine rağmen hala bölgede hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor.

Yazar, bugün Taliban'ın çıktığı bölgede İngilizlere karşı ilk ayaklanmayı yaptıranın Osmanlı tarafından Teşkilat-ı Mahsusa adına bölgeye gönderilen ajanlar olduğunu öne sürüyor.

Bu ajanlar bir taraftan gerilla ve sabotaj faaliyetlerinde bulunurken diğer taraftan da propaganda çalışmalarını yürüttüklerini yazan Kışlakçı, İstanbul'da neşrolunan Pan-İslamist “Cihân-ı İslam” gazetesinde Enver Paşa'nın, Hint milliyetçiliğine ve her inançtan Hintlilere yönelik olan, Hindistan'ın kurtuluşunu amaçlayan ve kendilerini İngilizlere karşı ayaklanmaya teşvik eden davetinin metnide yayınlıyor.

Yazara göre Osmanlı bununla da kalmamış, bu planın tahakkuku için Osmanlı-Alman heyeti ve sempatizanları “Cundullah” (Allah'ın Ordusu) adında bir grup teşkil etmişler.

Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi'nin Sultan II. Abdülhamid tarafından kabile bölgesine Şehbender (Konsolos) olarak gönderildiğini belirten Kışlakçı yazısında, dönüş sonrası kaleme aldığı “Hindistan, Svat ve Afganistan Seyâhatnâmesi” adlı kitaptan bölge hakkında önemli bilgilere yer veriyor.

Pakistan'da uzun yıllar yaşayan Turan Kışlakçı, yazısının sonunda Osmanlı'nın, bugün Taliban'ın çıktığı bölgedeki medreselere maddi ve manevi yardımların yanı sıra İstanbul'daki kütüphanelerden birçok kitap gönderdiğini öne sürüyor. Kışlakçı, Pakistan'daki medreselerde bugün hâlâ Osmanlı döneminde gönderilen kitap tabedilerek okutulmaya devam ettiğini belirtiyor.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İşte Turan KIşlakçı'nın o Yazısı!


Osmanlı, Taliban’ı niçin destekledi?
turankislakci@*****.com


Batının propagandası bu kez Pakistan üzerinde işliyor. Ötekileştir, şeytanlaştır ardından katlet. Sonra tüm dünya, barbarları(!) temizlediğin için sana alkış tutsun. İşte, emperyalist güçlerin asırlardır uygulaya geldiği taktik. Her ne kadar bu oyunun farkında olduğumuzu gösteriyorsak da, mazur görün ama aynı zokayı hep yutuyoruz… Hafızası nisyan ile malül olan hazreti insan “Tarih tekerrürden ibarettir” demiyor mu?

Son oyun ise şu, Pakistan'da İslam devrimi yaklaşıyormuş, radikal gruplar ülkenin nükleer silahlarını ele geçirecekmiş, kız okulları yakılıyormuş, insanlar taşlanıyormuş ve bölgede istisnasız her insan silah taşıyormuş… Blaa.. blaa…blaa yani!!! Fazla geriye gitmeye gerek yok, hani ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell, BM Güvenlik konseyinde Irak savaşı öncesi Saddam'ın elinde onlarca nükleer silah olduğunu iddia etmiş ve koca ekrandan tüm dünyaya bakın işte silahlar demişti ya… İşte, o oyunun başka versiyonu bu…

Pakistan titrinde İslam Cumhuriyeti ibaresi geçen dünyadaki 5 ülkeden biri. Nükleer güce sahip olan ordusu koca Hindistan'a meydan okuyacak ancak sözde radikal gruplarla mücadele edemeyecek. Kız okullarının kapatılması ve yakılması da her ne hikmetse 2001 yılından sonra ayyuka çıkıyor.

Artık herkesin malumu, bölgede askerleri bulunan ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Hollanda ve taşeron orduların hedefi ne Taliban ne de El Kaide… Hedef, Orta Asya'nın zengin doğalgaz, petrol, eroin, yakut gibi değerli madenler ve stratejik geçiş hatları. Bunun yanı sıra Çin, Hindistan, Rusya ve batılı güçlerin bölgedeki nüfuz mücadelesi. Afganistan bu kurtlar arasında tamamen bölüşülmüş durumda. Bölgede ordusu bulunan her ülke, kendi payının kavgasını veriyor. Hani bazen televizyonlarda ABD ve Alman veya Hollanda ve Fransız askerleri arasında “Dost ateşi”nden şu öldü bu öldü deniliyor ya, onlar dost değil bilakis “kazık ateşi”. Hikâyeyi bilirsiniz, dostlar hazine aramaya çıkar, hazineyi bulurlar ancak herkes ona sahip olmak ister. Böylece herkes birbirinin kuyusunu kazmaya çalışır…

Neyse konumuz bunlar değil. Biz Pakistan'da yaşananlara biraz ışık tutmaya çalışalım…

Bugün dünya basının da sık sık gündeme getirdiği Pakistan'ın Svat bölgesi tarihi öneme sahip bölgelerden biridir. Milad'dan önceden tâ bugüne kadar hep özerkliğini korumuş ender bir yerdir. Bölge insanı geçmişten bugüne tarihçiler tarafından hiddetli, şiddetli, şeci, cesur ve mutaassıp olarak tasvir edilmiştir. Yani dün ne idiyseler bugün de öyleler. Hatta Hindu tarihçileri, bölge halkının İslam dinini benimsemeden önce Budist iken de aynı celalli yapıya sahip olduklarını kaydeder.

Svat bölgesi, Başkent İslamabad'a 120 km uzaklıkta Pakistan'ın en önemli turistik yerlerindedir. Himalaya uzanan Hindukuş dağları silsilesi bu engin coğrafyada yol almaktadır. Dağları, yeşillikleri, çam ormanları, nehirleri ve ovaları ile meşhur bir bölgedir. Pakistanlılar coğrafi yapısı itibariyle burayı İsveç'e benzetirler. Bölge kadim dönemden bugüne özerk yapısını hep korumuştur. Pakistan 1948 yılında kurulduğunda dahi buranın özerk yapısına asla dokunulmamıştır. 1970'de Svat eyaleti yine Peştunların yoğunlukta olduğu Pakistan'ın Serhat eyaletine dâhil edilmiştir. Kabilelerin hâkim olduğu Svat vadisi, özerk yapısı itibariyle bugüne dek bölgede şer'i kanunları uygulaya gelmiştir.


Dört bölgeden oluşan Svat vadisi genelinde 525 medrese bulunmaktadır. Bu medreselerde 700 bin kız ve erkek talebe okumaktadır. ABD saldırıları sonrası bu medreselerden 200'ü kapanmıştır. Pakistanlı uzmanlar, şimdiye dek bölgede Taliban tarafından hiçbir kız medresesinin yakılmadığını ikrar ediyorlar. Ancak 2001 yılından sonra ne zamanki Amerikalılar bölgeye saldırı düzenlemeye başladı gizli bir el, kız medreselerini yakmaya başlamış. Pakistanlı ve Afganistanlı yetkililer biz bunların kim olduğunu biliyoruz ama “söylemeyiz” diye kekeliyorlar… Yani bu yetkililer bize konuşmadığımız zamanlar, zeki olun bizi “anlamaya” çalışın demeye getiriyorlar… Biz de anlamış gibi yapıp kafa sallayalım!..

Svat vadisinin en önemli özelliklerinden birisi bölgeye şimdiye dek hiçbir yabancı gücün girişine izin verilmemesidir. İngiliz ve Rus orduları bölgeye birçok kez yıkıcı saldırılar düzenlemesine rağmen girememişlerdir. Huyundan mıdır, yoksa suyundan mıdır bölge insanı yabancıları hele arazilerine destursuz silahla girmeye çalışanları hiç affetmiyor. İngilizler 18. ve 19. yüzyılda bölgeye birkaç girmeye çalışmışsalar da hep başarısız olmuşlardır.

1895-1897 yılları arasında Hindistan'ın kuzeybatı Serhat Eyaleti'nde yaşayan kabileler İngilizler'e karşı ayaklanmış. Bölgede yapılan idarî değişikliklere tepki olarak ortaya çıkan bu ayaklanma, İngilizleri oldukça zor durumda bırakmış ve bastırmak için onbinlerce askerin katıldığı bir seri büyük harekâtlar düzenlenmişler. Dönemin en ağır silahlarını kullanan İngilizler, yaptıkları büyük tahribata rağmen yine de bölgeye girememişlerdir.

OSMANLI'NIN BÖLGEYE GÖNDERDİĞİ GİZLİ ŞEHBENDERLER

İngilizler, bugün Pakistan ve Afganistan arasındaki kabile bölgesi olarak adlandırılan yerde geçmişte meydana gelen hemen hemen her karışıklıktan Osmanlıları sorumlu tutmuşlardır. Hatta bundan dolayı Osmanlı devletinin bölgedeki şehbenderlerle (konsoloslorlar) yapacağı tüm haberleşmeleri Londra yoluyla yapmasını istemişlerdir. Osmanlı gazetelerinden Sabah ve Malûmat'ın bölgeye girişi yasaklanmıştır. Osmanlı şehbenderleri hakkındaki rahatsızlık resmen Bâbıâli'ye bildirilmiş ve bazılarının bir daha bölgeye gelişine izin verilmeyeceği söylenmiştir.

İngilizler, kabile bölgelerinden Osmanlı şehbenderliğinin açılmasına hiçbir zaman izin vermemiştir. Onun için Svat ve Veziristan'a yani bugün kabilelerin yoğunlukta olduğu Serhat eyaletine gönderilen şehbenderler genelde buraya gizli gitmişlerdir. Bölgeye Ağa Kubalı Muhammed, Hacı Habib, Ahmed Hamdi Efendi, Hüseyin Hasib Efendi, Hüseyin Kâmil Efendi ve Halil Halidi gibi önemli simalar gönderilmiştir. Osmanlı ilk kez bu kıtaya resmen 1849 yılında şehbender göndermiştir.

1896 yılında bölgeye giden Hüseyin Kâmil Efendi bölgeye yaptığı son derece gizli seyahatinin asıl gayesinin o sıralarda İngilizleri bir hayli sıkıntıya düşüren Afganistan sınırındaki kabilelerin ayaklanmaları hakkında sağlıklı bilgiler elde etmek ve Cuma namazlarında padişahın isminin zikredilmesinin yasaklandığı şeklindeki haberleri tahkik etmek olduğunu yazar.

KABİLELERİ, İNGİLİZLERE KARŞI KİMLER SİLAHLANDIRDI?

1914 yılında Türk-Alman ittifakı, Pan-İslam hareketinin tahakkuku ve Hindistan'ın İngiliz emperyalizminden kurtarılması için Svat ve Veziristan'a Teşkilat-ı Mahsusa adına ajanlar göndermiştir. Bu ajanlar bir taraftan gerilla ve sabotaj faaliyetlerinde bulunurken diğer taraftan da propaganda çalışmalarını yürütmüşlerdir. İstanbul'da neşrolunan Pan-İslamist “Cihân-ı İslam” gazetesinde Enver Paşa'nın, Hint milliyetçiliğine ve her inançtan Hintlilere yönelik olan, Hindistan'ın kurtuluşunu amaçlayan ve kendilerini İngilizlere karşı ayaklanmaya teşvik eden davetinin metni şöyledir:

“Hindistan'da gadr (isyan) ilanının zamanıdır. İngilizlerin dükkânları talan edilmeli, silahlarına el konulmalı ve onlar bu silahlarla öldürülmelidir. Hintlilerin sayısı 320 milyondur. İngilizler ise yalnızca 200.000'dir. Onlar katledilmelidirler. Orduları yoktur. Süveyş Kanalı bir süre sonra Türkler tarafından kapatılacaktır. Ülkesini ve doğduğu toprakları kurtarmak için ölen kişi sonsuza dek yaşayacaktır. Hindular ve Müslümanlar, sizler hem ordunun askerlerisiniz ve hem de kardeşsiniz ve bu aşağılık İngilizler sizin düşmanınızdır. Cihad ilan ederek gazi olmalısınız ve kardeşlerinizle birleşerek İngilizleri öldürmeli ve Hindistan'ı kurtarmalısınız.”

Bu çağrılardan sonra bölgeye Urduca ve Farsça mektuplar ve mesajlar gönderilmiş ve Müslüman kabilelerin Hindularla birlikte İngilizlere karşı ayaklanması teşvik edilmiştir. Ayrıca bu planın tahakkuku için Osmanlı-Alman heyeti ve sempatizanları “Cundullah” (Allah'ın Ordusu) adında bir grup teşkil etmişlerdir. Hedef ise yine bugünkü Pakistan ve Afganistan sınırındaki kabileleri İngilizlere karşı ayaklandırmaktır. Ordunun başına ise Mevlevi Ubeydullah getirilmiştir.

Ne ilginç değil mi? Bugünkü olaylar geçmişle nasıl benzerlikler arzediyor.

SVAT VADİSİ'NDE BİR OSMANLI ŞEHBENDERİ

Sultan II. Abdülhamid tarafından kabile bölgesine Şehbender (Konsolos) olarak gönderilen Şirvanlı Ahmed Hamdi Efendi dönüş sonrası kaleme aldığı “Hindistan, Svat ve Afganistan Seyâhatnâmesi” adlı kitabı bölge hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Ahmed Hamdi Efendi 1877 yılında gittiği Peşâver bölgesinden kabile bölgelerine gitmiş orada Svat ahundu ve Müslüman kabile emirleri ile görüşmüştür.

Şehbender Ahmed Hamdi Efendi, bugün Pakistan'da tartışmaların odak noktasını oluşturan Svat bölgesi ve oradaki kabileler hakkında şunları not düşmüştür: “Svat meşhûdât-ı tabîiye itibariyle görebileceğiniz nadir misk râyihalı bir kıt'adır. Svat kıt'asını ihâta eden Hindi-kuş silsile-i cibâli şuabâtında yüksek dağlarla çemen-zâr ve ezhâr-ı gûnâ-gûn ile mestûr olan sath-î mâillerinde âlâ inek ve keçi ve at ve mandaların yavruları ile berâber kemâl-i şevk ve şetâretle koşuşmalarını ve yatıp yuvarlanmalarını ve mecrâlarını dolaşarak imtidâd-ı mecrâsı dâiresinde bulunan arâzîyi saky ü irvâ eyledikten sonra bakıyyesi âguş-u mâderî mesâbesinden olan mesâbları can atan ırmaklarının iniltilerini dinlemekten ibâret olacağından şüphe yoktur. Şu husus da nazar-ı itibara alınmalıdır ki, sinîn-i vefîredenberi Svatlılar İngilizlerle dâimâ muhârib ve mücâhid bir sûrette bulunarak yek-diğerinden âhere bir kuş bile uçurtmazlar.”

Bölge halkının hiddetli, şiddetli, şeci, cesûr ve mutaassıp tavırları Osmanlı şehbenderinin dikkatini celbeder. Bölge insanının hep silahlı gezdiğini kaydeden Şehbender Hamdi Efendi berât gecesinin, tüfenk ve fişenklerle kutlandığını belirtir. Şehbender Hamdi Efendi bölge halkını şöyle tasvir eder; “Svat ehâlîsi bir gûnâ tekâlîf-i mîrîye ile mükellef olmayıp zirâatden mâadâ bir işleri yoktur. Zirâat işlerinden fâriğ olduktan sonra da, köylerde rekz olunan sancakların etrâfında müsellâh ettiğimiz âdemlerin üzerlerinde mâî bezden birer gömlek ile birer don olup, ayaklarına çorapsız yemeni veyâ nalın giymiş, fakat başına kocaman bir sarık sardığı gibi, bu sarığın ucunda sallanan taylasanı omuzları üzerine salıvermiş olarak gezerler. Bunların ayaklarındaki nalınlardan ba'zısı gayet süslü olup, tasma üzerine elvân ipekle nakış işlenmişlerinden İngilizler bile Londra'ya hediye olarak gönderirler. Havaânîn takımı, ayaklarına ince çorapla sivri burunlu yemeni giyerler. Bunların ale-l umûm libâsları hafif olup, elbiselerinin üzerine ba'zen ince beyâz maşlah giyerler, fakat nerede bulunurlarsa bulunsunlar, silâhsız olmazlar. Her hanın maiyetinden yayan veya atlı haylice ve silâhlı âdemler bulunur.”

Osmanlı bugün Taliban'ın çıktığı bölgedeki medreselere maddi ve manevi yardımların yanı sıra İstanbul'daki kütüphanelerden birçok kitap göndermiştir. Pakistan'daki medreselerde bugün hâlâ Osmanlı döneminde gönderilen kitap tabedilerek okutulmaya devam ediyor.

1914 yılında Afgan Emiri Habibullah, İngilizlere Pathan ya da diğer adlarıyla Peştun kabileler hakkında şu nasihatte bulunacaktır; “Halkım savaşçı ve mutaassıptır. Zor zap edilir. Sınır üzerindeki Afgan oymaklarıyla elden geldiği kadar iyi geçinin, gerekmediği sürece sınır boylarından yaşayan kabileler üzerine herhangi bir askeri harekâtta bulunmayın ve en azından o bölgede sertlik taraftarı bir generali görevlendirmeyin.”
Hani aradan bir asır geçmesine rağmen benzeri nasihati biz de Amerikalılara bulunuyoruz. Ne siz bölgeye girmeye çalışın ne de zavallı Pakistan ordusunu buna zorlayın ki Pakistan ordusu 2001 yılından beri kabile bölgelerine girmek istemediğini ve bunun kendisine zarar vereceğini onlarca kez zaten ibraz etti. Tarih ibret alınsın için vardır. Umarım ibret alan olur…

KAYNAK:TİME TÜRK
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Nihat Genç: "Doğu ideolojidir!"
sinemasinema_nihatgenc.jpg
Nihat Bey isterseniz Suriye, İran, Mısır ve Lübnan’a “Doğu Konferansı” olarak gerçekleştirdiğiniz ziyaretlerden başlayalım. Galiba bu Suriye’ye ikinci gidişiniz.

Önce şunu söylemek istiyorum. “Doğu Konferansı”nın isminin “Doğu” olarak konulmasını ben istedim. Bunu ilk defa size açıklıyorum. “Doğu” isminin bizde karizmatik tarafı var, hattâ daha da “Doğu”ya gittiğimiz zaman “Şark” isminin daha çarpıcı etkisi var. “Doğu Konferansı”nın böyle bir kuruluş macerası oldu. Kendiliğinden bir gaz aldı, isim. Kelimenin kendisinde bir büyü vardı. Tahmin ediyorum, başkaları ve biz “Doğu” kelimesine yeterince büyük bir önem vermiş değiliz. Sizlerin diliyle söyleyeyim, öyle bir şırınga yapmıştır bu kelime. O yüzden bu kelimenin bizi koruyan, bize yol gösteren bir tılsımı var.
Doğu ismi genel bir şemsiye görevi görüyor, yani...
Bu kelime, yani “Doğu” kelimesinin vurgulanmasıyla birlikte, fikriyatı çok da sağlam olmayan bizim gibi insanlar bile, sadece “Doğu” kelimesinin çağrıştırmasıyla hangi yöne gidebileceği ve hangi türbenin önünde durabileceğini gayet iyi bilir bir hâle geldi. Biz, bu, tek kelimeden yola çıkarak buralara geldik.
Doğu aynı zamanda bir fikri de temsil ediyor yani, öyle değil mi?
Evet, tabii kendiliğinden oluşuyor.
Sadece bir coğrafya değil, yani?
Şöyle diyelim, tek kelimeyle “İDEOLOJİ”
Bu kadar. Peki, bölgeye düzenlediğiniz şimdiki ziyaretinizle birlikte daha önceki ziyaretlerinizi de kıyaslarsak, Suriye ve Suriye bağlamında Arab Âlemînin veya Arab-İslâm Âlemînin, genel olarak Türkiye’den ve Türk halkından beklentileri nelerdir?
Genel intibâyı söyleyeyim, kısaca özetleyeyim size, Türkiye halkına ve Türk gençliğine iletin. Şimdi aramıza mayınlar koyulmuş yüz yıldan beri. Yani emperyalist güçler, İngilizler, sınırlar koymuşlar buraya, devletler kurmuşlar burada. Ve biz ayrıldık. Biz gittiğimizde dedik ki : “Kardeşler, yüz yıl önce tesbih koptu, bu tesbih koptu ve dağıldı. Siz oraya, biz buraya dağıldık. Şimdi herkes bu tesbihin imamesini arıyor. Biz de diyoruz ki, imameyi buluruz, bulamayız, bunu bilemeyiz. Ama biz, imame olmadan yola çıkacağız, bu tesbihin 33 tanesini daha demokratik, daha konuşarak yan yana getirme çabasını göstereceğiz. Bu fikriyat Ortadoğu topraklarında bir yankı buldu, dolaştı ve bize şimdi şöyle diyorlar: “Biz mayınları kaldıracağız”. Ve Suriye bunu yaptı. İran’ın yapamayışının sebebi, İran’ın tamamen Ayetullah ve âyet bağımlı bir ideolojik mezhebten gelişi.
“Şiîlik”in kendi yapısından dolayı yani!
Evet, yani, bir devlet gelenekleri olmayışı, ve Şiânın yeni bir devlet oluşu. Bu yeni devleti kendileri de anlamıyorlar çünkü.Halkın yüzde 99 ‘u bizim gibi daha rahat ama yüzde 3, bir faşist mezheb demeyeyim şimdi yanlış kelimeler kullanmayayım, daha sert...
Kendi içine kapanık bir Ayetullahlar sınıfı.
Evet, tabii. Şimdi bildiğiniz gibi bizim coğrafyamız çok büyük ve çok dilli, çok ülkeli ve çok kavimli bir coğrafya. Memluklar, daha önce, Abbasîler, Selçuklular, Osmanlılar bütün bu coğrafyaları birbirine karıştırmışlar. Şimdi biz, bu saatten sonra kalkıp ta, boy derdine, mezheb derdine düşmek zorunda değiliz, öyle bir şey de yoktur. İşte Arablar bize diyor ki; biz, milliyetçi deneyler yaşadık Başta, siz Kemalistlerle... Siz ulus devletleri yaşadınız, sonra mezheb deneyleri yaşadık, sonra da İslâmî bir takım hareketlerin deneyimlerini yaşadık. Ve bütün bundan,bizim çıkarttığımız ders şudur: Bu topraklarda devletler ve ülkeler ve halklar kardeş olacak, mayınları kaldıracak, düşman ve Batı karşısında böyle bir güç olacağız. Bunun dışında mümkün değil. Gelinen nokta, Mısır, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün bir çok aydını ve İran’daki genel aydınların bir çoğu, bu topraklarda yaşayan halk bu mayınları kaldırır, düşüncesinde . Yani, hiç değilse biz de desteğimizi çıkabilirsek bu mayınların kaldırılmasına.
Buradaki temel şey aslında, “Doğu Birliği”, “Doğu İdeolojisi”...
Şimdi bu cümleyi bize bir çok aydın söylüyor. Sizin söylediğiniz şeyi orada “Bakan düzeyindeki insanlar” söylüyor. Ayrıca onların, diyelim televizyonun başındaki adam, Enformasyon Bakanı diyor ki; Avrupa Birliği gibi veya başka birlikler gibi biz, çocuklarımıza böyle bir birliğe yakın, birlik değilse de birliğe yakın şeyler emanet edeceğiz. Geldiğimiz düşünce şudur: “ Doğu dediğimiz, bir kubbedir. Bu kubbe yıkılırsa hepimiz gideriz, o yüzden bu kubbeyi ayakta tutacağız. Buna “Doğu Birliği” deyin, ben, mayınları kaldırmak ve dostça görüşmek ve kardeşçe görüşmek diyorum. Bizim Kervan Yolları, İpek Yolları aynı bir atardamardır. Bu atardamarlar, hiç şüphesiz “duâ”yla çalışıyordu, çarşılar ve pazarlar duâ ile kuruluyordu. Batı pazarlarındaki gibi kapital, en önemli şey değildi, kapital ikinci önemli şeydi. Birinci değerli şey, “Sosyal” dokunun kendisiydi. Bu çok önemli. Bugün biz, kapitalizmin dünyayı fethe çıkmış 200-300 büyük şirketine karşı bunun savaşını veriyoruz. Bizim dünyamız bu, anamızın karnından şeyle gelmedik, gaibden sesle gelmedi, biz, bunu tarihimizi okuyarak bulduk, tarihimiz böyle. Bugünkü genel geçer ekonomide budur. Bu çarşılarımıza Batılılar, mallarını getirdi, kendileri gelmedi, karışmadılar. Cenevizlilerin, Venediklilerin bu pazarlara sadece tüccarları gidip geldi. Bugün 400 yıl Afrika’da yaşamış, koloni kurmuş Batılılar, Afrikalılarla, bir zenciyle evlenmeden geri döndüler. Oysa Arap topraklarına gidin hemen hepsi beyazdır, bugün Mısırlılar, Lübnanlılar beyazdır. Ben Suriye’de sayın bakana dedim ki; Sayın Bakanım, dikkat buyurursanız dünyada Türkler ve Araplar kadar karışmış bir halk yok, bulamazsınız. Siz, bizimle tanışmazdan evvel esmerdiniz, dedim. Ama takdir buyurursanız, siz,bizimle tanıştıktan sonra renginiz açıldı, dedim, tabii salonda gülüşmeler oldu. Türk üniversitelerine Arab talebelerini bekliyoruz, çocuklarınızı bekliyoruz, biz de buraya kızlarımızı göndermek istiyoruz, bunu geliştirmemiz lâzım,dedim. Bu cümlem herkesi duygulandırdı, ağlattı, bu cümle hepimizi bugünlerde ağlatıyor. Onlara şunu söyledim: Bakın, Amerika bizi düşmanlaştırarak, bir kriz bölgesi inşâ ederek, müdahale hakkını kendinde görüyor ve biz milliyetçileştikçe, Amerika ve Batı bundan hoşnut oluyor. Size şunu söylüyorum: Düşman kapıya dayandı ve saldırmak üzere, tabii ki saldıracak, Müslüman kardeşiz, komşuyuz, tarihimiz ortak, tabii ki bu zor günde tartışacağız. Ancak, Amerika burayı terkedip gittikten sonra, sizinle başbaşa kalacağız. Düşman olmadan, pazarlarımızı, çarşılarımızı karıştırmasını bileceğiz. Bu söylediğimiz cümleler, şu ânda Ortadoğu topraklarındaki en moda fikirler. İşte, söylemek istediğim şey bu.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bu noktada şunu soralım. Yıllardır mevcud retorik, şöyle bir şey söyledi bize: “Arablar, Osmanlı zamanında Türkleri arkadan vurdu.” Peki, Irak savaşında, Irak’taki Müslümanların değil de, Amerika’nın yanında yeralan Türkiye’nin durumunu gözönüne alacak olursak, şu ân Arab Âleminin, Türk halkına ve Hükümete bakışını nasıl buluyorsunuz?
1 Mart tezkeresini bütün Arab Âlemi çok ciddiye alıyor. Soğuk savaş döneminde, biz Nato’ya, onlar da Sovyet kampına bağlıydı, yani soğuk savaş döneminde taraflar böyleydi ve bize Amerikan köpeği diyorlardı, bizimle dalga geçiyorlardı. Şimdi,bu düşünceler, 1 Mart tezkeresinden sonra değişti. Yâni, Soğuk savaş döneminin izlerini atmış olduk gibi bir şey. Bir de, bunlara İngiliz ve Fransızlar, “Osmanlı sizi sömürdü” şeklinde öğretmişler.

Aynı şeyleri bize de Arablar için söylüyorlar, işte sizi arkadan vurdular diye.
Tabi tabi, bunlar da söyleniyor. Meselâ, Ürdün’deki Refah Partisinden çok yetişkin bir adam, Refah Partisi orada bizim İttihad ve Terakkî günlerinden kalan bir parti, küçük, az oy alıyor ama önemli bir parti. Bizi görünce, hafif alaylı ama sevecen bir şekilde; “ Vayy! Eski efendimizin çocukları gelmiş”, hoşgeldiniz diyerek, bizi karşıladı. Sonra da şu cümleyi söyledi. Yâni bizimle önce alay eder gibi konuştuktan sonra şunu söyledi; “150 yıldır neredeydiniz? Tabii, bunlar hepimizi ağlatan şeyler. Şimdi, Arablar bizi Arkadan vurmadı. Bizi arkadan vuranlar şehir medeniyetini, İslâm medeniyetini, İslâm şehrini yaşamamış, Bedevîlerdi, Şerif Hüseyin bir Bedevîdir. Bugün, nasıl ki; PKK hareketi çoğunlukla bir dağ hareketi, dağdan çıkan bir hareketse, Urfa ve Diyarbakır’daki şehir kalabalığı bu harekete sosyal olarak katılmamışsa, bu Bedevîler de çölde yaşayan insanlar ve şehir uygarlığını yaşamamış insanlardı.
Üstelik, bugünkü Türkiye’nin müttefikleriyle beraber...
Olay şöyle gelişti: Arab topraklarında, dünya üzerinde milliyetçiliği en geç öğrenen Arablar oldu. Ve bu Arablar o kadar tesadüftür ki, neredeyse Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından kalma, ulus devlet kurmaya çalışan Kenyalılarla aynı yıllarda milliyetçi olmuşlardı. Bunun sebebi ise, Arabların, Sultan II. Abdulhâmid’i çok sevmeleridir. Bizimle bir ortak imparatorluk kurduklarına inanıyorlardı. Yani ortak tarih şuurumuz vardı. Ortak imparatorluğumuzda bizden istedikleri şu oldu, Osmanlının çözülme devrinde. Abdulhamîd sonrası, Meşrutiyet döneminde, bizden; Prens Sabahaddîn’in fikri olan, Âdem-î Merkezîyetçilik istediler, yani, yerinden yönetim istediler, Padişahla görüştüler. Fakat Balkan bozgununda Türkiye arkadan hançerlendi, Ermeni çeteleri tarafından. İttihadçılar, Ermenilerle birlikte yola çıktı fakat daha sonra Ermeniler bunları arkadan bıçaklayınca, İttihadçılardan, Ermenilere sert bir karşılık geldi ve Milliyetçilik başladı. Türkiye’deki Türkçülük hareketinin ayaklandığını gören Arablar, doğru Batı’ya kaydı ve bizi, “bunlar, ırkının, soyunun peşine düştü”şeklinde suçlamalarıyla birlikte, Arab yarım adası hafif hafif hortladı.
Bunların sebepleri nelerdir?
Arabları burada Osmanlıya karşı kışkırtan iki büyük sebeb var: Bir tanesi, Ortadoğu topraklarına 11. ve 12. Asırda Haçlı seferleriyle birlikte gelip yerlermiş Maruni Hristiyanları, Bugün Lübnan’da yaşayan, Falanjist dediğimiz faşist Hristiyanlar. Biz onlarla da gittik, görüştük. Bunlar, matbaa işine Osmanlıdan çok daha önce başlamışlar, bu topraklarda. Bu matbaa yayınlarıyla, oradaki aydınların kafasını hafif çeldiler gibi oldu. Velhasıl, Bedevîler için söylediğimiz şeyleri, Arab aydınları için söyleyemeyiz. Bir de, çağın modası ulus devletlerdi. Fransız devrimi her tarafı etkiliyordu, böyle bir şey oldu. Ancak şu da oldu, yüzyıllık büyük bir terbiyeden geçtik. Biz, Ziya Gökalp’le milliyetçiliği kurduk ve bunu, Atatürk aldı başını götürdü.
Bir de Fransız İhtilâlinin millî dil, Millî töre gibi değerleri dünyayı dolaşıyor. Bu iki değer de, o günkü aydınlara, ulus devletlerin kurulmasına çok yardımcı oldu. O gün, dünya böyle görünüyordu. Gittiler İran’a, sizin arkanızda Pers var; Pers İmparatorluğu var, Irak’a gittiler, dediler ki; siz, Mezopotamyasınız, Suriye’ye gittiler, siz; Asursunuz, Mısır’a gittiler, siz; Firavunsunuz, dediler. Hepsine böyle ayrı devletler kurdular ve hepsine ayrı bir tarih ve millî şuur aşıladılar. Ha bunlar, iyidir, doğrudur, yanlıştır, bilemem. Dikkat ederseniz, 1950’den sonra emperyal devletlerin konuştuğu şey, Şiâ- Alevî gibi, daha ayrıntılı mezheb şeyleri. Bunun sonu yoktur, bu, yüzyıllık aldatmacadır. Buraları, kriz noktaları, çatışma noktaları yapmak için Batı çok uğraşmıştır, Anadolu’nun içine, çok sert çatışma ve kavga tohumları atılmıştır. Bu, Batı tarafından atılmıştır, biz bunları yemeyeceğiz. Çünkü, bu halkın kökeninde bin yıllık üslub, sosyal dokusu güçlü şeyler vardır. Biz,Yunus derken, Mevlâna derken, Pir Sultan yada Hacı Bektaş derken bunları boşuna söylemiyoruz. Bunların her sözü, Hâşâ, estağfurullah ama, ayet gibidir.Çünkü bunlar, dostluğu, kardeşliği ve urul- Hûrî, Allah yolu ve Kur’ân-ı Kerîm hükümlerini ruhlarına ve beyinlerine geçirmiş insanlardır. Temel ölçüler tabii, yalnız şahsî terbiyeleri değil, bir esnaf, terbiyesi bir sosyal terbiye olarak ta hayata geçirdiler. Yâni, dünyanın merkezinin bu topraklar olması boşuna değil. Avrupa merkezli fikirlerin ötesindeler. Bugün Avrupa, Fransız İhtilâlini terkediyor. Dikkat ederseniz, bilim, sanat, edebiyatta, herşeyin Avrupa’dan başladığı görüşü, Avrupa’da bitmiştir.

Neden bitiyor? Dinlerin bir etkisi olabilir mi?
Semavî dinleri bir kenara bırak, daha ileri gidelim…Yahudilerin Süleyman Tapınağı gibi, Firavunların Piramitleri gibi, İstanbul’un Ayasofyası, Sultan Ahmedi gibi ve daha bir çok şeysi gibi, bütün bunların merkezî şehirlerde, mâbedî merkezlerde bulunması boşuna değildir. İnsanlığa konuşmak için bunlar kuruldu ve bütün dünyalılar buraya çağrıldı ki, Altaylardan, Yakutlardan Türkler gelip buralarda, bin yıllık siyasal egemenlik, iktidar kurabildiler. Fakat, Türkler siyasal egemenlik kurarken, bütün Afrika’nın binlerce kavmine karıştı. Bugün Türk bulamazsınız, Çin’de de bulamazsınız, Hindistan’da da bulamazsınız., İran’da var, Ortadoğu’da bulamazsınız. Bütün bu kavimlerin hepsine karıştık ve kaybolduk. Biz, dünyaya karışmaya gittik. Allah, bu topraklara bizi, dünyaya karışmamız için gönderdi. Aşk en büyük idealdir, kimle evleniriz, kimle konuşuruz, şu ânda biz bilemeyiz, kim bilir, Allah bilir! Osmanlı veya bu toprakların geçmişi, bizim için çok ideal örnekler değil! Ama bugün dünyaya baktığımız zaman, yüzümüzü gözümüzü süreceğimiz örneklerdir. Biz, entelektüellerin okuma çağında, halkımızın bir takım kapılara yüz sürmesini, bir takım türbelere yüz sürmesini, hurafe olarak, bid’at olarak gördük hep! Ve hurafelere karşı mücadele ederek geldik. Ama şimdi, o kapılardan bütün insanlığın geçtiğini görüyoruz. Gidin Emevî Camisine, bütün insanlık geçiyor oradan. Ha o halde? Biz de şimdi oraya gidip yüzümüzü sürüyoruz, yüzümüzü sürmeye devam edeceğiz. İnsanlık neredeyse biz oradayız. Arab, Türk, Fars karışmaya da devam edeceğiz, dillerimiz de birbirine girecek. “Doğu Konferansı”yla, Türkiye’deki aydınlara, Türk halkına vermeye çalıştığımız mesaj da budur. Biz, büyük bir duâ ile yaşıyoruz, bu duânın arkasında, Necip Fazıl da vardır, Mehmet Akif de vardır, Sezai Karakoç da vardır, Nazım Hikmet de vardır. İnsanlık türküleri ve şiirleri söylemiş kimse o vardır. Aydınlarımızı Misâk-ı Millî’den kurtarmak istiyoruz, Misâk-ı Millî bize dar geliyor. Beynimize dar geliyor, ruhumuza dar geliyor, fikriyatımıza dar geliyor, biz, insanlığa koşmak istiyoruz.
Gücünüz nedir? Bu anlattıklarınızı hayata geçirebilecek bir fikriniz var mı?
Şüphesiz gücümüz beş- altı ülkeyi ziyaret etmektir, beş-altı yazı yazmaktır. Ama, Türk gençliği, bu toprakların gençliği kimse, bu ateşi alsınlar ve dünyaya koşsunlar. Necip Fazıl’ların yaşadığı dünyada, Ortadoğu topraklarında çok sert, soğuk savaş rüzgârları esiyordu. Biz, NATO’ya, onlar da Sovyet Blok’una üyeydi. Bu fikriyatları hayata geçirecek bir ortam, bir zemin yoktu, yâni böyle bir hava, atmosfer yoktu. Ama şimdi, bu fikirlerin hayata geçirileceği, çok güzel, aydınlık günler var. Arkadaşlarımız tatillerini buralarda yapsınlar, meselâ, İsfahan dünyanın en güzel şehridir. Prag’dan da güzeldir, Venedik’ten de güzeldir, Paris’den de güzeldir. İsfahan, tam beş yüzyıldır tek taş konulmadığı hâlde, hâlâ dünya güzeli bir şehirdir, altından bir şehirdir, köprüleri, Şah Meydanı dedikleri o büyük meydan, dünyanın en güzel meydanıdır. Sütunları, camîleri, sokaklarıyla dünya güzeli bir şehirdir. Gönlüm istiyor ki, bizim çocuklarımız bu şehirleri gezsinler, İsfahan’a tatile gitsinler, Bodrum’da seksenlik Avrupalı karılarla aşna-fişne yapacağına, kendileri gibi kara gözlü, kendi kızlarıyla, aynı cami avlularında veya şadırvanlarda, Selahaddin Eyyubî’deki türbede, türbenin çay ocağında muhabbet etsinler, ki, Arab gençleri bunu çok yapıyor. Şüphesiz Batı’dan kaliteli çok şeyler geliyor ve biz bunu kullanmaya devam edeceğiz. Aslolan, bunları kullanıp kullanmamak değil de, aslolan birlik ve beraberliğimiz, kardeşliğimizi bozuyor mu, bu getirdiğimiz teknik şeyler bizi düşmanlaştırıyor mu? Giydiğimiz bu yeni moda şeyler, bizim bir kardeşimizi elimizden alıyor mu, bünyemize uyuyor mu, ona çok dikkat edeceğiz. Bünyemize uyuyor mu, işte en güzel laf bu! Bu bünyeden rüya görmeye başlayalım, ben diyorum ki, çok güzel bir rüya görebiliriz. Bu rüya da şudur: “Tek beden, tek vücud oluruz, İslâm tasavvufunda var, biliyorsunuz. Tek beden, tek vücud, tek bir beste, böyle bir beste, hâlen de vardır, bizim şairlerimizde vardır, Mevlâna’da, Yunus Emre’de, Hacı Bektaş-ı Velî’de vardır. Ben böyle şeyleri konuşmayı çok severim, neden bilmiyorum. Tek dil, din, ırk gibi Fransız İhtilâlî kaynaklı kavramlar dar geliyor, daha geniş kavramlar lâzım
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Nihat bey yaklaşık bir ay kadar önce Leman dergisinde yazmış olduğunuz bir yazıda, kapitalizmin dünyaya hakimiyetini tarif ederken şöyle bir tesbitte bulunuyorsunuz. Diyorsunuz ki, kapitalizm, Batı tarafından, alternatifi olmayan bir düzen olarak bütün dünyaya telkin ediliyor, buna binaen, Amerika, Çin’e saldırmaz niye? Çünkü Çin küreselleşmeyi, kapitalistleşmeyi kabul etti. Amerika veya Batı, kime saldırır? Küreselleşmeyen, Suriye, İran, Kuzey Kore, Irak gibi Batı’ya karşı koyan ülkelere saldırır. Bu noktada bir hüküm veriyorsunuz: “Batı, bize benim dünya görüşümü, benim hayat tarzımı kabul edeceksiniz, başka bir alternatifiniz yok” demektedir, diyorsunuz.
Onların özgürlük anlayışı bu işte. Meselâ 400 tane oteli olan tek şirket. Hem Hindistan’da, hem Pakistan’da ve de Afrika’da maden şirketi var ve tek patronun bütün bunlar. Tek şirket. Ben de diyorum ki, onlar bu zulmü İtalya’daki balıkçıya yapıyor, İstanbul’un Mısır çarşısındaki dükkana yapıyor yani, sıradan insanların küçük tezgâhlarına yapıyor. Bizim sistemimizde, patron ve ustalık yan yanadır. Pentagon raporları şöyle diyor, artık, kapitalizmle Pentagon aynîleşti, bizim özgürlük değerimiz şudur diyor. İran’da ve Türkiye’de, internete bağlanıp benim ürünlerimi kullanıyorsa, arabası son model Amerikan arabası ise, bu adamın Türk olması, benim için rahatsız edici bir şey değildir, diyor.

Peki, Batı’ya karşı oluşturulan bir ideoloji, meselâ sizin teklif ettiğiniz bir ideoloji var mı?
Var. Benim teklif ettiğim dünya görüşü-ideoloji, bana annemin karnında vahiy gelmedi, oturmuş ve bir mucize de uydurmuş değilim. Osmanlı iktisadı, esnaf loncaları, bu topraklardaki binlerce genel geçer iktisadı okuduğumda şöyle bir şey gördüm. Bizde şöyle bir yasa var, o da şudur. Kumaşçıysan kumaşçı ustasısın, sana boyacılık yaptırmazlar. Mesleğin neyse o! Eğer, boyacılık yapmak istiyorsan, onu da öğrenmek zorundasın, ya bir ustasından yada bir boyacının yanında çalışarak. Bu çok önemli bir yasa. Marks ve Marksistler, işçinin emeği üzerinde sömürü olduğunu söylerler. Ben de diyorum ki, patron işçilerini çalıştırarak sömürmüş olmuyor, patron işçilerini çalıştırarak kazandığı parayla, beş- altı ayrı iş yaparak sömürmüş oluyor.

Yani, tekelleşme sömürüye yol açıyor.
Evet! Diyelim ki, Aydın Doğan, sadece gazetecilik yapsa sömürmez, ama, bilmediği 6-7 işi birden yapıyor. Çünkü, bu cümlem çok önemli, patron bilmediği işleri de yapıyor. Yani, ne yapıyor; madenciliği bilmiyor, yapıyor, kuyumculuğu bilmiyor, yapıyor. Böylece, 400 otel sahibi olmak gibi, devasa bir şirket ortaya çıkıyor. Meselâ, benim sistemime göre bir Amerikalı, hattâ bir Yahudi, gelip Niğde’de fabrika açabilir, onun için serbest. Hürriyetler serbest, yatırım serbest, her şey serbest, gelip, açabilir. Ondan isteyeceğim tek şey şudur: Sen kontrol edemeyeceğin başka bir şirketi, meselâ Afrika’da bir maden şirketini çalıştıramazsın! Ya Afrika’da ol, ya burada ol! Çünkü işinin başında ol! Benim isteyeceğim şey, işinin başında olmak. Şimdi, kapitalizmle ekonomi çok farklı şeyler. Kapitalizmde hisse sahibi oluyorsun, bilmediğin işi yapıyorsun, bilmediğin ülkelerde fabrika sahibi oluyorsun. Osmanlı demiş ki, işinin başında dur, işini iyi yap ve o işin ustası ol! Eğer işinin ustası olursan ürettiğine yabancılaşmazsın, üstelik o işi bilirsin ve o işin ahlâkıyla da ahlâklanırsın.
Fakat, modern toplumda üretilen malı, üretenlerin hiç biri sevmiyor, herkes emeğine yabancılaşmış, dünyaya küsmüş. Oysa her insan ürettiği şeyi sevmeli. 150 yıldır kapitalizm insanlarla, üretenlerle emeği arasında bir yabancılaşmaya sebeb olmuştur. Bunları, şunun için söylüyorum, bunlar çok önemlidir ve önümüzdeki yüzyılda bunlar tartışılacaktır. Şimdi, Osmanlı diyor ki; bak Osmanlı bunu nasıl yapıyor, yani esnaf loncalarının yasalarına göre şöyle bir tatbikatı mecbur tutmuş: “Çoban, koyununu pazarda celep gibi satamaz, çoban koyununu celebe satar, celeb alım-satımcı adamdır. Sonra, celeb de aldığı koyunu kasap gibi kesemez, o sadece kasaba satar, kasab da alır, keser. Kasap gidip, çobandan malı alamaz, niye? Çünkü, mal alım-satım işi celebindir, diyor. Herkesin işi, mesleği belli, yani, herkes bildiği işi yapacak.”

Peki, demokrasi de, şekil ve muhteva olarak yine Batılı bir kavram değil mi?
Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun demokrasi hakkında güzel bir tesbiti var. Sayın Mirzabeyoğlu, demokrasiyi: “Demokrasi, Fransız ihtilâline kadar kendi iç kavgalarıyla birbirini yiyen Batı’nın, yaşadığı bu kardeş kavgasına son vermek için getirdiği bir sistem, bir kavram. Batı dışında uygulanan demokrasi ise, bir sömürge vasıtası. Yani, içerde kavgayı önleyen bir model iken, dışarı da Batılılaştırmaya yarayan bir model!
Batı’daki bu değerler, sınıf çatışması, sınıflaşmalar, Batı’yı biliyorsun, toplumla karışmayan, halkla karışmayan burjuva insanlar gibi keskin sınıflara ayrılıyor. Batı’da sadece demokrasi değil, sosyoloji, ekonomi, toplum felsefesi yapılarak, yani her şeyi sınıflandırmak suretiyle oluşturma anlayışı var ve demokrasi de böyle oluştu. Ancak biz, demokrasiyi önümüzdeki yüzyılda şöyle tartışacağız: Demokrasi herkese açık bir pazardır. Bizim, Kapalı çarşımızı veya çarşılarımızı düşünün, bu çarşılara herkes gelir ve çıkar, bir müdür de girer, bir dilenci de girer, bir işçi-memur da girer, bir sanatçı da girer, bir vali de girer, hepsi aynı pazar da dolaşır ve orada herkes nasiplenir.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kavramları, Batılı dille ifade etmeye başlayınca ister istemez, Batılı gibi konuşma durumuna düşülüyor. Oysa kavramları Doğulu bir dille ifade etmeliyiz. Çünkü, bu örnekler Doğu’da yaşanmıştır,- haliyle Doğulu bir dille ifade edilmesi gerekir.
Fikirler, düşünceler ortaya çıkar, kültürün bunları kavramlaştırması yüzlerce yıl alır. Gençlerimiz, iktisadçılar, bu yüzyıllara baksınlar ve bana, Kervansarayların, İpek Yolu’nun, yolunuzun üstündeki büyük çarşıların, asayiş, sosyal dokuyu, sermayenin başat olmadığı, aksine sosyal dokunun daha önemli olduğu bir toplumsal yapıyı anlatsınlar. Bu kavramlaştırmayı, kavramları Doğulu dille ifade etmeyi yapsın insanlar. Ancak, bugünlerde demokrasi gibi bir kavramı, kim, nasıl bir şekilde ifade ediyorsa öyle anlıyoruz. Biz demokrasiye bu anlamları yüklüyoruz ve epey bir zaman da yüklemeye devam edeceğiz. Meselâ, size çok basit örnekler vereyim; otel bize çok yakın bir zamanda, Tanzimat’la birlikte geldi bu topraklara, fakat, otel gelmeden önce o kadar kervan, kafileler, nasıl gelip gitti! Kur’ân-da gösterilmiştir ki, dışarıdan gelen misafire ikramlarda bulunulacak ve o ağırlanacak., işte bu sebeble, bütün şehirlerimizde, aklınıza gelen bütün şehirlerimizde imaretler, zaviyeler, tekkeler, hanlar, hamamlar, gelen misafiri bedava yedirmek, içirmek ve karşılamak zorundaydı. Hattâ, Osmanlının çöküş sebeblerine verilen misallerden bir tanesi de, bu kervansaraylarda, hanlarda yatıp kalkan ve akşama kadar sadece namaz kılıp, çorbasını içen insanların tembelliği gösterilir ki, bu tabii bir şeydir. Burada şu iki soruyu soracağız: Avrupa merkezli kültür, tarih ve iktisat- kapital, Ortadoğu merkezli tarih felsefesi, iktisat felsefesi, kültür felsefesi. İslâm gelene kadar tüccar sınıfı vardı, Mezopotamya’da, Asurlularda. Tüccarlığıyla zengin olan ve saraya yaklaşan bir sınıf vardı. Fakat, İslâm’dan sonra bu tüccar sınıfının, kapitali birinci sıraya koymadığı görülüyor. Burada başka şeyler de var meselâ, sosyal dokumuzda bulunduğu için bizim, sınıf olarak oturma alışkanlığımız hiç olmamıştır, biz, Doğu toplumları, hep birbirine karışmış, içiçe bir toplumuz. Hepsi bu duygusal yakınmada bulunmuşlardır. Hasbel kader, olup biteni fark eden büyük siyaset adamları, meselâ Sultan Galiyev bunlardan biridir, Galiyev’in ön kehanetlerinden birisi de, Batı işçi sınıfının kendi çıkarları için, Uzak Doğudaki madencilerle çatışacağını söylemesidir.
Batılılar’a diyoruz ki, kimseyi soymadan 2 gün yaşayın bakalım, yaşayabiliyor musunuz? Afrika’dan, Uzak Doğu’dan madenleri getirmeden, şu demokrasinizi kendi kendinize bir yürütün bakalım, becerebilecek misiniz? Bize hava atan Batı, aslında, Doğu uygarlığını soymadan yaşayamaz.

Batı için şunu söyleyebiliriz yani: Batı, sömürgeciliğe gelince, ezeni ve ezileni birlikte hareket ediyor, yani kendi içinde ezici kapitalist sınıfla, ezilen işçi sınıfı, kendi dışındaki halkları ezmek için, çok kolay bir araya gelebiliyor. Meselâ I. Dünya savaşında, ezilen işçi sınıfı, kapitalist İngiltere’nin emperyalist soygunu uğruna çok kolay bir şekilde Kraliçenin askeri olabilmiş durumda. Ha kezâ, II: Dünya savaşı ve sonrasında da...
Tâbii, tâbii. Hattâ Çanakkale’de bizim karşımıza Müslümanları da getirmişlerdi bunlar, gelen garibanlar bilmiyorlardı tâbii, ancak gelince gördüler, karşılarındaki kişilerin Müslüman olduğunu. Kendileri, gelmedi, Zencileri getirdiler, Endonezya’dan, Avustralya’dan asker getirdiler, kendileri ise komuta kademesinde oturdular. Tarihin çok trajik bir devresidir. Ben, Türk aydınlarının gözlerini Kuzey Afrika’ya çevirmelerini istiyorum. Buralarda, biz bıraktıktan sonra 150 yıllık bir Fransız işgali ve hâkimiyeti vardı ve hâlâ Fransız emperyalizminin getirdiği kültürel ve sosyal tesirler güçlüdür, Kuzey Afrika’da. Buralardaki aydınlar Fransızca konuşur, derdini ve muhalefetini Fransızca konuşarak söyler. Biliyorsunuz, Cezayir’deki İslâmî Hareket Fransızca konuşarak kendini ifade etmiştir.

Mesele de burada zaten. Roger Garaudy’nin güzel bir tesbiti var ve Sayın Mirzabeyoğlu da bu tesbiti daha da genişleterek, sık sık vurgular: “Batı’yı eleştirirken “Rasyonalizm”den yola çıkarak eleştiriyorsunuz. Rasyonalizm Batı’dır! Batı’ya karşı reaksiyoner bir tavır içinde Batı’nın biçtiği, diktiği rasyonalist normlar çerçevesinde, Batı’yı eleştiriyorsun. Bu noktada da eleştirirken bile, Batılı olup çıkıyorsun, sen, eleştirdiğin şeyin bizatihi kendisi olup çıkıyorsun... Oysa, Doğu, Doğu derken tabii ki, İslâm, kendi dilinde konuşur bu meseleleri. Batı’ya karşı kendi dilimizle çıkılması gerekmiyor mu?
150 yıldır, Kazak aydınların üzerinde Rus etkisi; Pakistan, Hindistan, Endonezya aydınları üzerinde İngiliz ve şimdilerde Amerikan etkisi; Suriye ve Kuzey Afrika’daki aydınların üzerinde de Fransızların etkisi var. Ortadoğu ve Asya’da girdiği her noktada Batı kendi dilini götürmüştür. Türkiye’nin de çok büyük bir Batı özentisi vardır, bizim medyada meselâ. Böyle bir özenti ve ilgiyle önü açılmıştır Batı’nın. Ancak, Batı’nın maskesi artık düşmüştür. Batı’nın maskesi şöyle düşmüştür. Nihayet, Batı uygarlığı kökünden çürümüştür. Yâni, Batı uygarlığı, Rasyonalizm, Dekart, Batı kapitalizmi, para biriktirmenin ne anlamı var, bir insan, 5 milyar doları niye biriktirir, bir insan niçin 400 otel sahibi olsun, 400 otel, 400 tane ayrı insanın olsun. Demek ki, Batı uygarlığı çok sert bir uygarlık. Ancak şunu da ekleyelim, Batı topraklarında, insanlığın vicdanı olan değerler de var, Robespiyer, Dostoyevski, Şekspir gibi veya Batı uygarlığında işkencelerden geçen düşünürler bizim için, insanlığın vicdanı olmuş yazarlardır. Gün gelmiş Sartre olmuştur, gün gelmiş Galile olmuştur farketmez, Batı derken bunları kasdediyoruz. Onlar da bizim gibi, vicdanı olan insanlardır, insanlığın vicdanı olmuşlardır, ama onlar Avrupalıdır. Biz artık, Batı’dan sıyrılıp, vahşileşerek kudurmuş bir ata benzeyen “kapitalizmi”, insanlığı hattâ Batı’yı da mahveden, hıristiyanlığın ilaçlarını alıp paraya çeviren, her şeyi paralaştıran, hayatın anlamını kaldıran, kapitalizmi eleştiriyoruz. Burada şunu söylemeye çalışalım: Allah verdiği bütün bu toprakları, güzellikleri, yani, dünyayı Allah yarattı. Onlar da diyorlar ki, biz, bu nükleer bombalarla size felaket yaşatırız, bizi böyle korkutuyorlar. Biz de diyoruz ki, buyurun binlerce, yüz binlerce nükleer bomba üretin!Vız gelir, tırıs gider. Bütün bu hafızayı, sen nükleer bombalarla yok edemezsin, sadece zarar verirsin, “zürriyet Allah”ındır. Bitkilerin zürriyeti, insanların zürriyeti, hayvanların zürriyetini nükleer bombalarla elimizden alamazsın. Biz, bu sebeble, ölüm nereden gelirse gelsin, nükleer bombadan gelmez, Allah’dan gelir inancındayız. Biz kardeşliği çok istiyoruz, neden derseniz: İnsanlar kardeştir, âşık olur, aşk o kadar güzel bir şey ki, bir kadına aşk da güzel, bir bitkiye aşk da güzel bir Araba aşk da güzel, milletlerin aşkı da güzel, hülâsa, aşkın her şeyi güzel. Namazı da güzel, duâsı da güzel, gezmesi de güzel. Biz, aşk denen bir yerde bulunuyoruz. Onların nükleer bombalarına karşı Allah’ın aşkıyla cevap vereceğiz. Adam, Altaylar’dan, Yakutistan’dan gelmiş Mısır’da imparatorluk kurmuş, artık, Arab mı kalmış, milliyetçilik mi kalmış, her şey birbirine karışmış, iyi ki de karışmış, hepsi bir kere daha karışacak, Allah yarattı

Bu güzel röportaj için teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Aynı kardeşlik hisleriyle, ben de sizlere teşekkür ederim.

http://www.aylikdergi.com/roportajlar/Nihat%20Genc.html
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan son Irak raporu, Iraklı kadınlar ve tutuklular başta olmak üzere tüm halkın maruz kaldığı kişisel hak ve özgürlük ihlallerini gözler önüne serdi.

Birleşmiş Milletler Irak Yardım Misyonu (UNAMI) tarafından hazırlanan son Irak raporu, Irak’ta toplum yaşamının geldiği içler acısı noktayı gözler önüne serdi.

Rapora göre, Irak’ta insan haklarının geldiği nokta “kaygı verici” olmayı sürdürüyor. Hedef gözetmeksizin yapılan bombalı saldırıların arttığına işaret eden rapor, özellikle gazeteci, akademisyen, hakim, savcı vb. eğitimli kişileri hedef alan saldırılarda da artış olduğunu teyit ediyor.

Kadınlar ve azınlıklar hedefte
Raporda, Irak’ta yaşanan ihlallerin azınlık kesimleri ile kadınların özellikle etkilediğinin da altı çiziliyor.


Tutukluların durumu
Raporda ayrıca Iraklı tutsakların yaşadığı sorunlara geniş yer verildi. İşkencenin Irak’taki hukuk sürecinin “fiili bir parçası” haline geldiğini vurgulayan rapor, işkencenin çok çeşitli biçimlerde gerçekleştirildiğinin altını çizdi.

Rapor, birçok tutuklunun herhangi bir suçtan yargılanmadığını ve aylardır herhangi bir açıklama yapılmaksızın tutsak edildiğini vurguladı. Raporda, çocuk tutukluların ayrı koğuşlarda kalmamasının yarattığı olumsuz sonuçlara da verildi.

“Tek sorumlu ABD”
Rapor üzerine açıklamada bulunan Illionis Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Francis Boyle, ülkede savaş hukukunun geçerli olduğunu ve “tüm sorumluluğun işgalci konumundaki ABD’de olduğunu” söyledi.

Güçlerin Durumu Anlaşması’nın (Status of Forces Agreement – SOFA) Irak’ın egemen bir ülke olması yolunda hiçbir şeyi değiştirmediğini söyleyen Prof. Dr. Boyle, kötüye gidişin tek sorumlusu olarak ABD’yi gösterdi.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

06 Mayıs 2009 Çarşamba




ABD'NİN DÜNYADA OPERASYONLARININ YÜZDE 50 Sİ İNCİRLİKTEN GERÇEKLEŞİYOR!



ABD'nin Adana'daki İncirlik Üssü'ne ilişkin bir makale yayınlayan Fransız Le Monde gazetesi, şu aralar oldukça sakin olan üssün önümüzdeki günlerde hareketlenebileceğini yazdı. Gazetenin, Adana'ya gönderdiği muhabiri Nicolas Bourcier, İncirlik'teki durumu, "Sadece yarım düzine Amerikan kargo uçağı yükleri almak için bekliyor.

Havuz, base-ball ve golf sahası bir yükselen güneşe terk edilmiş gözüküyor. Sadece, yeni açılan Starbucks kafe ve ana komutanlık binası hayat emaresi veriyor. Üste operasyonlardan sorumlu Albay Philip McDaniel, 'Bir süredir telefonlarının bile çalmadığını söylüyor.'" şeklinde tasvir etti. Amerikalı komutanın "Fakat, en üst makamlarda İncirlik'in konuşulduğunu biliyorum." diyerek üssün önümüzdeki günlerde tekrar birinci plana çıkacağını öngördüğü belirtilen haberde, üssün ABD için Irak'tan çekilme ve Afganistan'daki birlikleri güçlendirme aşamasında "önemli bir rol oynayacağı" ifade ediliyor. Farklı sivil toplum kuruluşlarına göre, ABD'nin doksan B61 nükleer savaş başlığını İncirlik'te sakladığına da dikkat çeken Fransız gazeteci, bu soruyu Albay McDaniel'e de sormuş. Fakat, McDaniel, kısa keserek "bu konu hakkında konuşmayacağını" bildirmiş. ABD'nin dünyadaki askerî operasyonlarının yüzde 50'sinin Türkiye üzerinden gerçekleştiği bilgisine yer verilen haberde Usame Bin Ladin'in bu yüzden İncirlik'i hedefleri arasına koyduğunu hatırlattı.

Öte yandan, Türkiye'nin son dönemde yürüttüğü bölgesel arabuluculuk girişimlerine dikkat çeken gazete, Türklerin Bush yönetiminden kaynaklanan gerilimli yılların ardından, Washington'un da "yeşil ışığıyla" uluslararası siyasette öne çıkmaya başladığını yazdı.


 

erzsalih

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ocak 2009
Mesajlar
967
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
değerli kardesim incilği amerikaya üs olarak verdiğimiz günden bu yana içimde bir huzursuzluk vardır. orayı biz onlara nasıl verebiliyoruz. Git müslüman kardeslerimiz vur diyoruz resmen. ben iskenderunda oturuyorum iskenderun körfezini vermişlerdi bir ara okadar amerikan savas aletleri taşındı içim kan ağlıyordu gidip bir seyler yapmak istiyordum elimde bir bomba veyahut baska bir sey olsa gidip onların üstüne saldırasım geliyordu. Biz nasil müslümanız hiç müslüman müslüman kardesini öldürürmü. biliyorum biz silah sıkmıyoruz ama sıkanlara yardımcı oluyoruz bu ne biçim istir. Sonra derizki niye yüzümüz gülmüyor niye sıkıtılarımız bitmiyor tabi bitmez kardesim. Sen müslüman kardesini öldürmelerine göz yumarsan Allahta senin yaşadıklarına göz yumar..... Rabbim YAr ve YArdımcımız Olsun
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Odatv.com
İncirlik Üssü'nün Yeni Misyonu Ne?



Fransız Le Monde Gazetesi muhabiri Nicolas Bourcier gazetenin 4 mayıs yayınlanan sayısında İncirlik Üssü’nün son durumunu inceledi.
Gazete haberini “İncirlik üssü Barack Obama’nın bölgesel politikasında Washington tarafından yeni bir rol oynaması için kullanılacak” spotuyla verdi.
Habere göre İncirlik’te son dönem büyük bir sessizlik hakim. Üste bulunan kargo uçakları Irak’tan ABD’nin çekilişi için hazırlık yapıyor.
Gazetenin izlenimlerine göre son dönem Irak’a dönük hareketliliği azalan İncirlik’te havuz, golf ve beyzbol sahasının işlemediğini söyleyen gazete yalnızca merkez karargah ve Starbucks Cafe’de hareketlilik gözlendiğini anlattı. Bourcier şu an üste 1500’ü asker olmak üzere 4500 Amerikalı’nın olduğunu yazdı.
Irak’a daha az Afganistan’a daha çok uçak kalkıyor
Bourcier’nin konuştuğu İncirlik üssündeki operasyonlardan sorumlu Albay Philip McDaniel şu an hareketlilik olmasa da yukarılarda İncirlik’in yeni misyonunun konuşulduğunu söyledi. Mc Daniel şunları da ekledi: “Bir süreden beridir Irak’a daha az, Afganistan’da daha çok uçak kalkıyor”.
Gazetenin haberine göre Irak’a kalkan kargo uçaklarının yarısı Türkiye’den kalkıyor. Üsten her gün 6 ya da 8 kargo uçağı havalanıyor. Genellikle ikisi Afganistan’a kalanları Irak’a gidiyor. Afganistan’a son dönem kalkan uçaklar artmış durumda.
Le Monde muhabiri Bourcier, Clinton ve Obama ziyaretlerinden sonra Türkiye’nin yeniden ABD için merkez ülkelerden biri olacağını anlattı. Yeni dönem Irak ve Afganistan projelerinde Türkiye’nin önemli bir role soyunacağını ifade etti. Gazetenin görüştüğü Amerikan kaynakları üssün ABD’nin Irak ve Afganistan Operasyonları için hayati öneme sahip olduğunu söyledi.
Albay Mc Daniel gazeteye üssün hem Irak hem Irak Kürtleri için yapılacak çalışmalarda kullanılma kapasitesine sahip olduğunu gazeteye anlattı.
ABD’nin Ortadoğu misyonlarının yarısı Türkiye’den
Bunun ötesinde gazete İncirlik ile ilgili oldukça önemli bilgiler verdi. Gazetenin aktarımına göre ABD’nin Ortadoğu misyonlarının yarısı Türkiye ile ilişkili. Gazete çarpıcı analizinde şu cümlelere yer verdi: “Air Force Times dergisine göre, Bağdat rejimine 1991’de Kuzey Irak üzerinden uçuşun yasaklanmasından beri, dünyadaki Amerikan misyonlarının %50’den fazlası Türkiye üzerinden gidiyor” Bu açıklama ile gazete Türkiye’nin ABD için önemine dikkat çekti. Bu nedenle gazete ilginç bir tespitte de bulundu: “İncirlik üssünün bu kilit rolü Usama Bin Ladin’in bu üssü El Kaide’nin hedeflerinden bir haline getirmesine yol açabilir”.
Gazete, Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Selim Bölme’nin konuya ilişkin görüşlerini de aldı. Bölme, “Diğer üsler ne İncirlik kadar güvenli ne de elverişli” olduğunu söyledi. Bölme, Amerika’nın Irak’tan çekilmek için stratejik olarak İncirlik’ten daha uygun bir nokta bulamadığını söyledi.
Ayrıca konu ile ilgili Taraf yazarı ve Batman Emniyet Müdürlüğü’nde komiser olan Emrullah Uslu’nun Jamestown’da çalışma arkadaşı olan eski CIA ajanı Frank Hyland’dan da görüş aldı. Hyland üssün Türkiye tarafından ABD’ye karşı “rehine” gibi kullanıldığını anlattı. Ankara’nın Ermeni tasarısı, PKK gibi konularda ABD’den taviz almak için üssü elinde koz olarak kullandığını anlattı.
Gazete Taraf yazarı Lale Sarıibrahimoğlu’nun da görüşlerine yer verdi. Sarıibrahimoğlu: “ABD ile Türkiye arasındaki balayı İncirlik’i bu yenilenmenin sembolü yapabilir” dedi. Sarıibrahimoğlu, bu konuda Türk askerine yol da gösterdi. İbrahimoğlu: “Amerikan silah ve asker sevkiyatı Türk kamuoyunda iyi karşılanmasa da, yüklenen uçakları Türk askerlerinin dışında kim görecek?” dedi.
Devamlı derin devleti eleştiren Taraf Gazetesi yazarı Sarıibrahimoğlu, bu konunun kamuoyunun gözünden uzakta halledilebileceğini ima etti. Kısacası Sarıibrahimoğlu “kim görecek, kim bilecek” dedi.
6 Mayıs 2009
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ebedî Irak Devlet Başkanı Şehid Saddam Hüseyin: "KORKMA!"




pano-saddam.jpg
Irak’ın Amerikan işgaliyle devrilen lideri Saddam Hüseyin’in kurtarılması yönünde uluslararası baskılar artınca alelacele idam edildiği, idamın bu yüzden Kurban Bayramı’nda infaz edildiği ortaya çıktı.​

İngiltere’de yayınlanan Şark el Avsat gazetesi, Irak Ulusal Güvenlik Danışmanı işbirlikçi Muvaffak el Rubai’yle yaptığı röportajda, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in idamıyla ilgili ayrıntıları anlatan Rubai, ABD Başkanı George Bush’un idamı coşkuyla karşıladığını söyledi.
İşbirlikçi hain Rubai, şunları söyledi: “Önce doğrudan idam odasına gittik fakat kararın sanığa başka bir odada tebliğ edilmesi gerektiğini söylediler. Bundan sonra beyaz bir gömlek, ceket ve pantolon giyen Saddam’ı yeniden idam odasına getirdik. Ben sağ tarafında duruyordum. Üç dakika boyunca bana baktı ve sonra, ‘Korkma’ dedi. “Rubai, “İnfazın ardından size aktarmaktan utanç duyacağım olaylar yaşandı” dedi.
Muvaffak el Rubai, sert eleştirilere neden olan infazın Kurban Bayramı’na denk gelmesi konusunda ise şunları söyledi: “Üzerimizde çok büyük bir baskı vardı. Arap ülkeleri ve hatta diğer bazı ülkeler idamı gerçekleştirmememiz ve Saddam’ı Irak dışında bir hapishaneye göndermemiz için baskı yapıyordu. Amerikalılar da idam konusunda bölünmüştü.” Rubayi, baskıların artması nedeniyle infaz sürecini hızlandırmak zorunda kaldıklarını savundu

İt gibi korkmuşlar.
Ve, bir itten daha adi olduklarını, idamdan sonra cesede yaptıkları muameleyle ortaya koymuşlar.
Ve hâlâ da korkuyorlar, Şehid Saddam’ın “Korkma!” diye yankılanan sesi karşısında girecek delik aradıkları muhakkak!
“KORKMA!”
İşbirlikçi hainler ve efendilerinin, şehidlerin kanı üzerinde sevinç çığlıkları atmalarının da bir zamanı vardır! Ve bu bir paroladır, her istiklâl savaşında yankılanan:
“KORKMA!”
Vatanını seven bir yiğitsen -erkek ya da dişi-, Buşt oğlu Buşt ya da BOP’un Eş Başkanı,hırıstiyan misyoner projesi dinlerarası diyologçu değilsen, işbirlikçi değilsen, vatanını, dinini, Allah’ını seviyorsan, namusuna sahip çıkıp, Irak’ta, Afganistan’da, Çeçenistan’da, Filistin’de katledilen, işkence edilen, tecavüz edilen kardeşlerinin acısını yüreğinde duyuyorsan,
“KORKMA!”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
değerli kardesim incilği amerikaya üs olarak verdiğimiz günden bu yana içimde bir huzursuzluk vardır. orayı biz onlara nasıl verebiliyoruz. Git müslüman kardeslerimiz vur diyoruz resmen. ben iskenderunda oturuyorum iskenderun körfezini vermişlerdi bir ara okadar amerikan savas aletleri taşındı içim kan ağlıyordu gidip bir seyler yapmak istiyordum elimde bir bomba veyahut baska bir sey olsa gidip onların üstüne saldırasım geliyordu. Biz nasil müslümanız hiç müslüman müslüman kardesini öldürürmü. biliyorum biz silah sıkmıyoruz ama sıkanlara yardımcı oluyoruz bu ne biçim istir. Sonra derizki niye yüzümüz gülmüyor niye sıkıtılarımız bitmiyor tabi bitmez kardesim. Sen müslüman kardesini öldürmelerine göz yumarsan Allahta senin yaşadıklarına göz yumar..... Rabbim YAr ve YArdımcımız Olsun
Allahcc yar ve yardımcınız olsun gönüldaş...
MÜSLÜMANLAR ANCAK KARDEŞTİR..
MÜSLÜMAN KARDEŞİNE İHANET ETMEZ...
MÜSLÜMAN KAFİRLERLE İŞBİRLİĞİ YAPIP IRAKTA DİN KARDEŞLERİNİ ARKADAN VURMAZ...
Allahcce emanet olasınız...
BESMELE...SELAM...DUA..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abd'nin yeni yüzü Obamanın ilk hedefimiz ASYA'dır .İlerleyin yandaşlarım ve işbirlikçilerim diyerek çizdiği rota sonrasında Asya'da özellikle Pakistan ve Afganistan eksenli bir yeni cephe açma veyahut yeni bir haçlı savaşında kendisine müttefik olacak devletleri belirleme aşamasına girildi.Abd ve Haçlı işbirlikçilerinin hedefledikleri bölgenin her açıdan önemli bir kale konumunda olması ve stratejik üstünlük elde etmeye çalışan güçler için de vazgeçilmez oluşu buralarda ki halkların genelini etkisi altında tutan İslam'a karşı ,özellikle Sünni İslam merkezlerine karşı batı-haçlılarca yeni şekillere bürünmüş bir savaş başlatıldı.Asyanın belkide makus talihidir.Tarihin her döneminde İşgal ve İstiklal Savaşları bu topraklarda süregelmiş ve sömürgecilerin ırk ve cinsleri değişsede amaçları değişmemiştir.

Günümüzde artık pek rastlanmayan bir terim olan `Sömürgecilik` terimi özellikle Batı Avrupa yazarları tarafından nerede ise artık hiç kullanılmamaktadır. Bazı yazılarda `emperyalizm` ile eş anlamlı olarak kullanılsa da sanki sömürgecilik hiç olmamış gibi , bu kavram artık bir kenara bırakılarak unutulmuş görünmektedir.
Sömürgeci Devletler olarak nitelediğimiz devletler dün ,Osmanlı Devletinin topraklarını parçalamak istemiş ve bu amaçla acımasız ve caniyane yöntemlere başvurmuşlardır, Bahsettğimiz bu devletler kendi sömürgecilik çıkarları için savaşlar yapan,yakan yıkan ve yokeden barbar batı devletleridir.Belli başlı sömürgeci Devletleri anmamız gerekir ise;İngiltere, Holanda, Belçika, Fransa, Avusturya, İspanya, Portekiz, İtalya, ABD ve Rusya ve 19 ncu yüzyılda tosunlaşan ve gecikme ile pastadan pay koparan Almanya`dır.
Yeni Sömürgeciliğin değişik versiyonlarına şahit olduğumuz Asya Kıtası ve bu büyük kıtanın üzerinde kurulu özellikle Müslüman Devletler-halkların hedefte olması ve bu devletlerde yaşanılan işgal,katliam sürecinin ardından yaşanılanların çoğunlukla sömürülmemeye karşı direnen anti-emperyalist bir Halk direnişine dönüşmesi bizleri kendi topraklarımızdan başlayarak yeniden tam bağımsız ve güçlü bir devlet olabilmek için çalışmaya ve buna uygun bize ait söylemlerle harekete geçmeye zorlamaktadır.


Bugün Hedef Asyanın Doğal Kaynakları
Yazımıza başlarken ABDnin yeni yüzü Obama'nın yeni bir sömürgecilik anlayışını uygulama yolunda ilk hedefinin ASYA kıtası olduğunu belirtmiştik.Abd ile birlikte yukarıda saydığımız sömürgeci güçlerin ikamet ettiği Avrupa kıtasının dolayısı ile Hristiyan Medeniyetine ev sahipliği yapan bu devletlerin ihtiyacı olan enerji ve doğal kaynakların Asya topraklarında bulunması bu kemirgenleri yeniden Asya'ya yönlendirmiş ve bu ihtiyaçlarının karşılanması yolunda ilk hamle Afganistan olmuş ve sonrasında da Irak işgal edilerek yeni paylaşım savaşı başlatılmıştı.
Bu yeni süreçte Orta Asya bölgesi ve buradaki ülkelere (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan) ilişkin olarak Amerikan hükümetlerinin izlediği politikalar ABD nin yeni stratejisini belirlerken söz konusu politikaların oluşumuna etki eden faktörler ile ABD ve bölge ülkeleri arasındaki işbirliğine yansıyan temel eğilimler de ABD tarafından yeniden inceleme altına alınmıştır.Orta Asya bölgesinin ABD"nin hayati çıkarları arasında yer almaya başladığı Soğuk Savaş sonrası dönemde ise Amerikan dış politika önceliklerinde değişim sürecinin obama ile başlatılması yeni sömürgecilik ile bölgede yer edinmek isteyen ABD nin çalışmalarının önemli bir boyutunu teşkil ediyor.
1990 'da Sovyet Rusya'nın dağılmasından sonra bağımsızlığa kavuşan Asya’daki yeni devletler, Arap Denizi, Hint Okyanusu, Akdeniz ve Çin’e açılmanın yollarını aramaya başladıklarında, Hazar Denizi ile Orta Asya’nın Kazakistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Özbekistan’ı kapsayan bölgede bulunan enerji kaynaklarının önemi de aslında anlaşılmıştı.
ABD, 1990’lı yılların başında, Hazar petrollerinin rezervlerini 100-150 milyar varil olarak hesaplamıştı, ancak daha sonra bu tahminin abartılı olduğu bunun 50 milyar varil olabileceği tahmin edilmiş Orta Asya topraklarındaki kesin olan rezervin de 30 milyar varil civarında olduğu tahmin edilmişti.
1990 sonrası dönemde ise büyük devletlerin Hazar’daki petrol kavgaları ve nüfuz kurma faaliyetleri aslında bir yönü ile 1920’li yıllardaki Orta Doğu’nun durumuna benzetilebilir. Fakat günümüzdeki Orta Asya, veyahut Türkistan havzasının Bugün birbirleriyle çelişen ve sömürmek için çekişen devletlerin bu topraklarda ki çıkarları açısından bakıldığında 1920’ler de ki ortadoğu'ya kıyasla çok daha büyük bir karmaşayı da temsil eden bölge için çok boyutlu paylaşım savaşına adım adım yaklaşılmaktadır.Yani tam anlamı ile Enerji kaynaklarının kim tarafından sömürüleceği hususunda büyük bir kapışma veya büyük bir savaş alanı olarak ASYA kıtası karşımıza çıkıyor.
b-283367-Afganistan_insanlar%C4%B1_umutsuzluk.jpg

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
üst sayfadan devam...
Afganistan ve Pakistan ya da Asyanın iki Önemli Kardeş Savaşçı Halkı

Stratejik önemi nedeniyle bir asırdan fazla süredir adeta çeşitli aktörlerin satranç tahtası haline gelmiş olan Afganistan’da savaş oyunu devam ediyor.İlk etapta belirtmek isteriz ki, Bu sonucu belli olan oyunu ABD elebaşılığındaki emperyalizmin kazanmadığı/kazanamayacağı da açık.
Nitekim ABD’nin yeni başkanı Barack Obama’da verdiği ilk demeçte fiili durumu kabul ile en kısa zamanda Afganistan’a Iraktan 17.000 kişilik askeri birlik kaydırılacağını ve“muharip birlik” verilmesi için NATO’daki ortaklarıyla görüşeceğini söyledi. Ne var ki takviye asker göndererek Bush’un askeri stratejisini Afganistan’da daha yüksek bir düzeye tırmandırma girişiminin başarı şansının da düşük olacağı geçmişteki örneklere dayanarak askeri uzmanlarca ifade edilmekte. Çünkü Büyük İskender’den bu yana İngilizler ve Ruslar dahil hiçbir askeri güç bu ülkeyi tam olarak kontrol altına alamadı. Afganistanda ki Savaş aslında Abd için bir varolmaya da yokolma mücadelesine dönüşmüş durumdadır.Velhasıl Afganistan sınırları içerisinde değil bütünü ile Asya Kıtasına yayılan bir savaştan bahsediyoruz.Afganistanda ki işgal için ABD bugün Türkistanda ki devletlere askeri üsler için adeta yalvarır duruma gelmiştir.Tabi burada Rusya'nın rolünün ne olduğu da tartışılmalı ve Rusya'nın Afganistan politikası önemle takip edilmelidir.Rusya bir yandan Nato karşıtı bir Güç Birliğini Türkistan devletleri ile kurarken diğer taraftanda Afganistan'da Nato ile bir işbirliğine gitme planlarını düşünebilmektedir.Putin ile birlikte süper güç olma yolunda ilerleyen Rusya mevcut konjonktürde ABD elebaşılığındaki emperyalizmin Orta Asya’da sürdürülmemesi çizgisinde politika izlemektedir. Rusya bir taraftan Afganistan’da gelişebilecek radikal İslami olarak tanımladığı hareketlerin kendi egemenlik alanında gördüğü Orta Asya Müslüman cumhuriyetlerini etkilememesi için ABD’nin Afganistan’daki varlığına ses çıkaramazken diğer yandan ABD’nin Afganistan’da başarılı olamaması için de satranç oyununda rol almakta. Nitekim Rusya’nın bir taraftan Karzai rejimine askeri malzeme satarken diğer yandan Hikmetyar, Taliban ve El Kaide’ye Orta Asya ülkeleri aracılığıyla silah ve patlayıcı madde sağladığı da askeri uzmanlarca ifade edilmekte. Rusyanın ekonomik kriz ile birlikte içerisinde bulunduğu durumuda görmek durumundayız.ABD ile Taliban İstiklal Savaşçılarına karşı aynı paralelde görüşleri olan Rusya ve bir yönü ile de Asyada ki güç odaklarından bir tarafı temsil eden Rusya'nın içerisinde bulunduğu bu çelişkili ortam bile ABD ile olan rekabetini gizlemeye yetmemektedir.
Pakistan cephesinde ise yine aynı senaryolar ile Asya Hakimiyetine gitmek isteyen ve savaşın en büyük aktörü olan ABD, İslam ülkesi olan ve süreç ilerledikçe İslami hareketlerin daha da güç kazandığı Pakistan’ın nükleer gücünü kontrol altına almak adına bu ülkeyi Afganistan’daki savaşın içine çekerek müdahalenin koşullarını hazırlamak istiyor. Böylece stratejik konuma sahip Pakistan’ı güçsüz kılıp gerekirse parçalayarak nükleer gücünü kontrol altına almayı hesaplıyor.
Sonuç olarak; ABD-Rusya arasında Orta Asya’da Afganistan-Pakistan merkezli bir rekabet sürecinin Obama döneminde de ivme kazanarak artacağı anlaşılmaktadır. Rusya-ABD ilişkilerinin kritik bir dönemden geçtiği de göz önüne alındığında Afganistan’daki gelişmeler iki ülke ilişkilerinin seyrini de belirlemede önemli bir kilometre taşını ifade etmektedir. ABD’nin bölgede güç kaybetmeye ve Afganistan’da NATO’nun başarısız olmaya devam etmesi, Rusya’nın Afganistan’a müdahil olacağı NATO ile de yakınlaşma sürecine gireceğine işaret etmektedir.Söylediklerimiz bu şekilde gerçekleşirse Afganistan İstiklal savaşının da yeni bir sürece gireceği ve Bölgenin bütünü ile savaş alanına döneceği kuşkusuz tartışılmaz olacaktır.Ancak Taliban'ın swatta uyguladığı şeriat kanunları bile bölge insanının sempatisini yeniden Talibana çevirmesine yetmiş gözükmektedir.Dolayısı ile ABD ve müttefiklerinin Afganistan ile Pakistan denkleminde bir süreliğine savaşı kızıştırarak yeni katliamlara girişmesine de şahit olacağız.Aslında ABD ve diğer Batılı sömürgecilerin geçmişteki Asya politikaları da hep mevcut hakimiyetlerini koruma ve bölgeyi kontrol altında tutmaya yönelikti.Misal İngilizlerin Hindistanda ki hakimiyetleri şu anda bile sürmekte olup eskiden koloniler vs. isimlerle anılan topluluklar bugün ise müttefiklik ismi altında gösterilerek yeni sömürgecilik anlayışının tezahürleri sergileniyor.
İyi ama Pakistan`daki sorunun üstesinden nasıl geleceksiniz?
Richard Holbrooke bunu net cevaplıyor:
“Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Birleşmiş Milletler ve bölgede nüfuzu olan diğer ülkelerin harekete geçmesi lâzım. Bu ülkelerin nüfuzu geçmişte iyi kullanılmamıştı ama şimdi doğru biçimde kullanılır umuyorum. Çünkü Pakistanlıları, bu sorunla başa çıkmaya ikna etmemiz gerekiyor.”

Kimileri Amerika Birleşik Devletleri`nin Afganistan`daki hedeflerini daralttığını ileri sürüyor. O yüzden, şimdi, gerçeklere bakalım diyorum. Daha çok asker, daha çok kaynak, daha yüksek düzeyde ilgi. Gereksinim duyulanlar bunlar. Geçmişte bunlar hep ihmal edildi. Bu sorunun üzerinde odaklaşacağız
Yukarıda ki açıklamalar Obama'nın bölgedeki özel temsilcisi Richard Holbrooke'un ve yeni sömürgeci anlayış ile Asya'ya yönelen ABD 'nin Afganistan ve Pakistan denklemindeki politikası üzerine BBC ye verdiği röportajdan alınmıştır.
Bu bağlamda Holbrooke'un açıklamalarından yola çıkarak şu sonuca varmamız kaçınılmaz Afganistan ve Pakistan için Irak benzeri bir senaryo veyahut ondan daha uzun süreli bir kuşatma gerçekleştirilmeye zemin hazırlanıyor.Obamanın Türkiye'ye yapacağı ziyareti bu noktada hatırlatmanın tamda yeri olacağını düşündüğümüzden akıllara gelen ilk sorumuzda şu olmaktadır.Türkiye'ye son derece yakınlaşan ve sevgi gösterilerinde bulunan Obama'lı ABD ilk ziyaretini gerçekleştireceği ülke olarak neden Türkiye'yi seçti?
Başbakan Tayyip Erdoğan`ın dış politika başdanışmanı Ahmet Davutoğlu ABD de yaptığı bir açıklama'da bir gazetecinin `Türkiye`ye yeni görev verilecek mi?` diye sorması üzerine Davutoğlu, `Bize kimse görev veremez. Biz tarihi olarak üstlendiğimiz rolü yerine getiririz` diye konuşmuştu.
Tarihi olarak üslenilen rol nedir?
Bize ait olan toprakları sömürme gayesi ile gelecek olan ABD'yi Asya'nın kapısından yani Anadolu'dan sokmamaktır.Anadolu Büyük Asya İstiklal Savaşının genel komutanlık merkezidir.Ve Tarihi Rolleri gereği'de bu savaşa öncülük edecek tek ve yegane güç merkezidir.Bu yolda Afganistan ve Pakistan cephesinde verilen İstiklal Savaşçılarının yanında yer alarak geçmişte bizim Kurtuluş Savaşımızda onlar nasıl destek verdi iseler bizde şu anda onların Kurtuluş Savaşının yanında yer alıp gerçekten tarihi bir rol'ü üstlenebiliriz.Türkiye Büyük Asya Savaşının en önemli tarafıdır.Tarihi Rolü gereği de Büyük Asya'nın tarafında olması gerekmektedir.
Ulu Hakanın dilinden Asya Politikası
Osmanlı Devleti’nin hasta adam olarak görüldüğü kritik dönemde, denge politikasını en iyi oynayan kişi olan II. Abdülhamid, halifelik müessesesinden nasıl istifade ettiğini ve Asya'da o günün sömürgecilerine karşı neler uyguladığını kendi ifadeleriyle şöyle anlatmaktadır;

“İngilizler Asya’da yüzelli milyon Müslüman'ı idareleri altında tutuyorlardı. Bu müslümanlar üzerinde hilafetin büyük nüfuzu vardı. Bunları bildiğim için, İngilizler'i kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler, dervişler gönderip Asya’daki Müslümanlar'ı hilafete mânen bağlamaya hususî itina gösteriyordum. Buharalı Şeyh Süleyman Efendi’nin Rusya’daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yâdederim. Bunun İngilizlerle münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan’daki umumî valileri, oradaki Müslümanlar'ın Osmanlı Devletiyle yakından ilgilendiklerini gördükçe, hükümetlerine, Osmanlılarla iyi geçinmelerini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimiz bir nebze kolaylaşmış oluyordu.”

II. Abdülhamid’in bu politikasını kırmak isteyen İngilizler, Osmanlı halifesinin tesirini azaltmak için İslâm dünyası içinden başka bir halife seçtirme gayretlerine girdiler. Bu maksatla halkın arasına saldıkları, din adamı görünümlü ajanları ile yeni halife söylentileri yaymaya çalıştılar. Ayrıca Arapların ırkçılık damarlarını körükleyerek de bu parçalamayı hızlandırmayı sürdürdüler.
İngilizlerin bu sinsi faaliyetlerini sezen Sultan, Arap vilayetlerine özel statüler veriyor, Arap liderlerini taltif ediyordu. Bu topraklara yönelik yaptığı en mühim faaliyet ise hiç şüphesiz Hicaz Demiryolları Projesi'ydi. Bu proje tamamen bir Osmanlı teşebbüsü olup, Osmanlı mühendis ve teknisyenleri tarafından gerçekleştirilmiş, masrafların tamamı ise İslâm dünyasından toplanan yardımlardan karşılanmıştı. Hindistan, İran, Tunus, Cezayir, Fas, Türkistan, Sumatra, Java ve Malezya Müslümanları açılan yardım kampanyalarına katılmışlar, bilhassa Afganistan Sultanı Amir Han en büyük yardımı yapan şahıs olmuştu.Abdülhamid Han'ın o günkü şartları ile bugünde uygulanan senaryonun benzerlikler taşıdığı tartışılmaz.


Abdülhamid Han'ın bu politikası bile Osmanlının Asya Kıtasına hakim bir görüş ile o coğrafyada ki insanlara ulaştığının kanıtıdır. Asyanın Ruhuna ihanet edenlerle ,Gerçekten “Büyük Asya” için çalışanların yani Tarihi Rolden gerçekten bahsedenlerin remz şahsiyeti olan ,Abdülhamid Hanı bu vesile ilede rahmet ile anıyoruz.
AYLIK DERGİSİ/Tuncay AKSOY
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53


Hüsnü Mahalli, Mayın meselesinden Afrika'ya uzanan başlıklarda MOSSAD gölgesini anlattı.
Yeni Asya'ya konuşan Hüsnü Mahalli, "İsrail'in Yahudilik adına hareket etme hakkı varken, Müslümanların İslâm adına hareket etmeleri dünyaca kabul görmüyor. Bu insanlardan korkmalıyız. Tarih boyunca neler yaptıklarını çok iyi biliyoruz" dedi.

Mayınlardan temizlenmesi gereken alan Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerinin büyük kısmı Suriye, bir kısmı Irak ile olan sınır bölgesini kapsayan 877 km'lik ve 216 bin dekarlık alanı kapsıyor. 1956 yılında bu topraklar mayın döşenmek üzere istimlak ediliyor ve NAMSA, Suriye'nin tehlike olduğu gerekçesiyle, Amerikan stoklarındaki mayınları buraya döşüyor. Dünya da Ottowa sözleşmesi gereği kara mayınlarını ortadan kaldırmaya karar veriyor. Türkiye kendi teknolojisi yetmediği gerekçesiyle bu işlemi hizmet karşılığı ihaleye gidilmesi, bunun sonuçsuz kalması durumunda arazinin 44 yıla kadar kullanım karşılığı temizlenmesini öngören başka bir ihale açılmasını öngörüyordu. Tartışma tam bu noktada çıktı ve İsrail'in bu ihaleyi alabileceği ve büyük bir problemin bölge ülkelerini beklediği konuşulur oldu. Bu tartışmalar ihalenin şu şekilde yasalaşmasını beraberinde getirdi: Buna göre ihalede öncelik NATO'ya bağlı NAMSA şirketine verilecek. Mayın temizleme işi öncelikle Millî Savunma Bakanlığı tarafından dâvet usulüyle yaptırılmaya çalışılacak. Bu yolla yaptırılamazsa, Maliye Bakanlığı hizmet satın almak suretiyle ihaleye çıkacak. Bu yöntemden de sonuç alınamaması halinde, yap-işlet-devret modeli devreye girecek.

Yorumculara göre, hâlâ İsrail'in bu toprakların işletimini alma ihtimali var. Biz de bu konuyu Ortadoğu uzmanı yazar Hüsnü Mahalli'yle konuştuk. Neden İsrail tehlike olarak görülüyor? İsrail'in daha önce dünyada bu konuda nasıl bir imajı var? İsrail'in Afrika deneyimini konuştuk....

Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizlenmesi konusu neden vatana ihanet tartışmalarına kadar vardı? Bu proje zaten hükümetlerin gündeminde değil miydi?

Mayınların temizletilmesi meselesi, 1974 Ecevit-Erbakan hükümetinin de gündeminde vardı. Vatana ihanet tartışması, temizlenen arazinin kırk dört yıl İsraillilerin kullanımına verilebileceği üzerine çıktı. Bunun gerekçesi ne olursa olsun, İsrail'e kullanımı için verilecek toprağın izahı yoktur. Bu toprakları işletmesi için Avusturyalılara, Almanlara, Afrikalılara verebilirsiniz, ancak İsraillilere veremezsiniz. İsrail gerçek bir tehlikedir, bunun şakası yoktur. Yurt dışında görev yapan bütün İsrailliler MOSSAD'la işbirliği yaparlar. Bunun içindir ki, İsrail'e verilecek toprak, vatana ihanettir. Eğer böyle bir şey olursa, bu insanlar Hatay'dan Şırnak'a kadar olan bölgede dolaşacaklar. Bölgedeki şehirlerin analizlerini yapacaklar.

İsrail dışında diğer ülkelerin istihbaratları yok mu? Aynı şeyleri onlar da yapamaz mı?

Bu arazi Suriye sınırındadır. Ortada, Suriye meselesi var. MOSSAD ajanları Suriye sınırı ile ilgili bilgi toplayacak, Irak'ı, İran'ı dinleyecekler. Bir de bu bölgede Kürt meselesi gibi hassas bir mesele var.

Suriye Devlet Başkanı Esad, Başbakan'la bu konu üzerinde görüşmüş olabilir mi?

Mayınlarla ilgili bir görüşme olduğunu zannetmiyorum. 17 Eylül 1978'de Camp David anlaşması imzalanarak Mısır'la bir barış sağlandı. Ancak sınırlar açık olmasına rağmen, Mısır halkı İsrail'e gitmez. Çünkü karşıda İsrail var. İsrail hiçbir şeye benzemez. İsraillilerin Afrika deneyimine bakın, ya iç savaş çıkarmışlar, ya da ülkeleri birbirine kırdırmışlardır.

Başbakan sizin gibi düşünen insanları sermaye ırkçıları olarak tanımlıyor....

Bu mesele, sadece Türkiye'yi ilgilendirse sorun değil. Madem Yahudileri seviyorsun, sermayenin dini imanı yok diyorsun tamam. Türkiye egemen bir devlet olarak istediğini yapar, bunun vatana ihanet olup olmadığını da kamuoyu tartışır. Ama mayınlı arazilerin kullanımı meselesi, bölge ülkeleri de ilgilendiriyor. Şırnak'tan İran'a kaç kilometre var?

Bu kadar önemliyse niye Suriye tepki vermiyor?

Şu an bir tartışma var. Fiilen toprakların kullanımı İsrail'e verilmiş durumda değil. Senaryolar üzerinden konuşuyoruz. Yarın öbür gün ihaleye verildi ve İsrail aldı "Almanlar 100, Fransızlar 110, Malezya 90, İsrailliler 10 liraya temizliyor" söylemleri gerekçe olamaz. Eğer böyle bir şey olursa, insanlar, "Bu toprakların İsrail'in kullanımına verileceği daha önce belirlenmişti. Bu oyundu" diyecek. Böyle bir şey Türk hükümetinin üzerine yapışır.

Siz daha önceden böyle bir anlaşma yapıldığına inanıyor musunuz?

Ben kişisel olarak, Başbakan Erdoğan'ın böyle bir şey yapacağına inanmıyorum. Hükümetin yedi yıllık dış politikasındaki Ortadoğu, Arap politikasını savunduk. Davos'u bir kenara bırak, genel olarak Arap kamuoyu "Biz sana inandık, Türkiye'yi sevdik, eğer İsrail'e toprak vereceksen Gazze Savaşı'nda neden İsraillilere kafa tuttun? Ahmet Yasin öldürüldüğünde neden İsrail'e terör devleti dedin? Halid Meşal'i neden Türkiye'ye dâvet ettin? Niye Hizbullah'la konuştun? Neden Sadr'la konuştun?" demez mi?

İsrail açısından mayınlı arazinin bir önemi var mı?

Bu tartışmalar yapılırken, İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy, Urfa'yı ve parlamentoyu ziyaret ederek tartışmaları provoke ediyor. Levy, Urfa ziyaretinde "Bizde bütün çocuklar Harran'ın rüyasını görür" dedi. Şu an Güneydoğu'da tarım danışmanı olarak çalışan Yahudi firmalar var. Urfa Yahudiler için kutsalsa, Filistin de Müslümanlar için kutsal. O zaman bir buçuk milyar Müslüman, "Filistin'e gidelim." Bu insanların zihniyetleri çarpık. Washington'dan, Moskova'dan, İzmir'den Yahudiler kalkıp neden Filistinlilerin topraklarına gidip onları öldürüyor? Levy'nin sülâlesi Beyazıd'ın getirdiği Yahudilerden ve yıllar sonra İzmir'den Filistin'e gitmişler. Senin sülâlen İzmir'de 400 sene yaşamış, Filistin'e niye gidiyorsun? Bırakın Müslümanları, Batıda neden antisemitizm var. Demek ki adamlar gerçekten antipatik.

Güneydoğu'da tarım sektöründe çalışan bu Yahudi firmalar MOSSAD'a istihbarat sağlıyor olabilir mi?

Kesinlikle istihbarat sağlıyorlar. Bunu tesbit etmek devletin işi. Şu an bölgede MOSSAD'a bilgi aktaran istihbarat elemanları yüz kişiyse, mayın temizleme işinde bin kişi, kırk yıllığına verildiğinde on bin kişi olacaklar. Tarım çiftlikleri kurulduğunda, İsrail'den insanlar getirilecek. Kırk yıl o topraklar üzerinde yaşadıktan sonra buralar benim toprağım deme ihtimalleri var. Ben Türkiye'nin İsrail'le herhangi bir şekilde iş yapmasına karşıyım. Onların nasıl tehlikeli olduğunu bilirim.

Muhalefet mayın konusunda yaptığı eleştiriyi, neden İsrail askerlerinin Konya'da eğitimi konusunda yapmıyor?

Eğer bu konu Suriye, Irak ve İran'ı ilgilendirmeseydi, bu tartışma olmazdı. Türkiye'nin İsrail'le askerî, ekonomik ilişkilerine baktığınızda, dört dörtlük bir ilişkisi var. Bu başka bir hikâye. Bu, Türkiye'nin egemenlik hakları içinde yaptığı bir anlaşma.

Az önce İsraillilerin Afrika'daki etkisinden bahsettiniz. Bunu anlatır mısınız?

Somut bir örnek Ruanda. İsrail bu bölgeye mayın temizlemek için gitti ve sonra Hutular ve Tutsilerden bir milyon insan baltalarla birbirini kestiler.

İki kesimin de danışmanları Yahudiydi. Google'den İsrail'in Afrika'daki rolü diye girin, orda somut isimler, tarım şirketleri, mayın şirketleri hepsinin ismi karşınıza çıkacaktır. Başka bir örnek Somali ve Etopya. Bu iki devletin başkanları aynı aşiretten ve akraba oldukları halde Yahudi danışmanları nedeniyle sürekli savaştılar.

Mayınlı arazilerin İsrail'e verilmesini analiz ederken, Kürt meselesi konusunun da dikkat edilmesi gereken bir mesele olduğunu söylediniz. İsrail'in kırk yıllığına bu topraklara yerleşmesi Kürt sorununa nasıl yansır?

Sayın Cumhurbaşkanı Gül, Dışişleri Bakanı iken, Kuzey Irak'ın MOSSAD ajanlarıyla dolu olduğunu söyledi. Arşivlere bakın...

Ne anlamak lâzım bu ifadeden? Eğer, K. Irak'ta MOSSAD ajanları cirit atıyorsa, Türkiye'ye kırk yıllığına gelecek İsrailliler arasında kurulacak kontaktı düşündüğünüzde, Güneydoğu için riskin ne olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Sizin öngörünüz ne?

Bu çiftliklerde çalışacak bir İsrail ajanı, gidip bir karakola bomba koysa, askerler ölse, Atatürk barajına bomba koysalar... Ortamın nasıl olacağını siz tahmin edin. İsraillilerin yapamayacağı şey yoktur. İsrail'in, Afrika'da yaptığı şeyler varken, aynı şeyi Türkiye'ye baş belâsı etmenin bir anlamı yok. Büyük İsrail'in Nil'den Fırat'a kadar olduğu anlayışını, İsrail paraları üzerinde Anadolu haritalarının olduğunu bir kenara bıraksak bile, büyükelçi Urfa için, "Burası benim tarihsel ilgi alanım içindedir" diyor. Rica ediyorum, okuyucular İsrail'in, Afrika'da nasıl iç savaş çıkardığını internetten araştırsın. Eğer Türkiye'deki bu araziler İsrail'e verilecek olursa Afrika'da hizmet veren bu firma, Türkiye'ye gelecektir. Bu gelişmelerden korkmamız, senaryo değildir. Benim tanıdığım Erdoğan, Gül ve AK Parti yöneticileri bunu yapmayacak diye düşünüyorum. Yaparlarsa yapacak hiçbir şey kalmaz.

Türkiye ile İsrail arasında dört dörtlük bir ilişki varsa, tarım arazisinin onlara verilmesi çok sürpriz olmaz zannedersem?

Umarım öyle değildir.

Kürt meselesi demişken K. Irak'ta Kürt Yahudiler olduğu yönünde bilgiler vardı. Bu açıdan baktığımızda, İsrail'in 44 yıllığına bölgeye gelmesi başka bir anlam ifade eder mi?

İlk defa size somut bir örnek vereceğim. Ben ilk yıllarımda Teknik Üniversite'de okuyordum ve Kürt arkadaşlarla bir ev tutmuştuk. Ev arkadaşlarımızdan Muhammed Yıldız, Teknik Üniversitesi'nde okuyordu. Biz diğer arkadaşlarla gezerdik, eğlenirdik, ama Muhammed namazında niyazındaydı. Aradan yıllar geçti, sekiz dokuz sene önce Irak'a gittikten sonra görmediğim Muhammed, çat kapı Taksim'deki ofisime geldi. Diplomasını kaybettiğini ve yeni bir diploma alması için kendisine yardım etmemi söyledi. Ben de "gazeteye ilân verelim" dedim. Diplomada "Irak doğumlu" diye ifade vardır. Muhammed, "Artık ben Iraklı değilim, İsrailliyim" dedi. 1991'den sonra MOSSAD Kürt bölgesini dolaşmış ve bazı insanlara 3 kuşak önce annesinin Yahudi olduğunu iddia eden belgeler sunmuş. Altı ay inceledikten sonra, "Doğru olduğuna inanıyorsan, al numarayı gel İsrail'e vatandaşlık verelim" demiş. O dönem Barzani ve Talabani arasındaki savaş, Türkiye'nin Çekiç Güç'ü gönderme planı bölgeyi yaşanmaz hale getirdiği için, Muhammed İsrail'e gitmiş ve numarayı göstermiş. İsrail Devleti o gün kendisine Yahudilik beratı ve vatandaşlık vermiş. Şimdi bu arkadaş Yahudi. Arapça, Kürtçe, İngilizce, Acemce, Türkçe biliyor. Arada bir gelip gidiyor. Her gelişinde topladığı bilgileri MOSSAD'la paylaşıyor. Somut bir örnek ve arkadaşın bana anlattığı birçok konu var. Nasıl olur da böyle bir İsrail'le çalışılabilir? Onun için İsrail'e hiçbir şekilde güvenmem.

Tarım yapılacak toprakların köylülere iade edileceği konusu karşısında Başbakan, "Yok öyle bedavacılık" dedi. Sizce topraklar köylülerin mi?

Mayın döşenen araziler istimlâk edilmiş ve kanunda amaç dışı kullanımda tekrar eski sahiplerine iade edileceği yazılı. Mayın temizlenecek burada tarım yapacaksanız amaç dışına çıkmış oluyorsunuz. Bu toprakların eski sahipleri üç ay içinde aldıkları istimlâk bedelini iade ettiklerinde, topraklarını geri alabilirler. Bu o insanların anayasal hakları ve haksızlığa uğradıklarında dâvâ açma yetkileri var.

Siz mayınların nasıl temizlenmesini istiyorsunuz?

NAMSA bu mayınları Suriye'nin tehlike olduğu söylemiyle sınıra yerleştirdi. Kendisinin bu pisliği temizlemesi lâzım. O dönemde Suriye yeni kurulmuş, ordusu bile yoktu. Nasıl olur da Türkiye'ye karşı tehlike olabilirdi. Türkiye, NATO ülkesi, Türk subaylarının denetiminde bu mayınların temizlenmesini istiyorum.

Hükümetin bu projesi ekonomik bir getiri için mi yapıldı?
Tarımı sen ben yapamam mı Allah aşkına! Kooperatif kurarız. Bugün Türk firmaları Rusya'nın Sibirya'sında, Libya'nın çölünde iş yapıyor, kendi toprağını mı işletemeyecek? Türk insanı beceriklidir.

Yahudilere hiç mi güvenmiyorsunuz?

Yahudilik meselesini cesaretle tartışmamız gerekiyor. İsrail kendini Yahudi devleti olarak tanımlıyor. Ben İsrail'i eleştirdiğim zaman, antisemitizmle suçlanmamalıyım. İsrail Dışişleri Bakanı Liberman seçim kampanyasında Filistinliler üzerine nükleer bomba atmaktan bahsetti. Kimse eleştiremedi. Moldova'da bar kabadayısıyken Filistin'e yerleşmiş bu insanın neden burada olduğunu tartışalım. Ben İsrail'e sert çıkınca Yahudi düşmanı oluyorum. Bakın bizi nasıl sıkıştırıyorlar? Arap coğrafyasında yaşayan Yahudiler var. Bunlara en ufak bir şiddet uygulanıyor mu, ancak İsrailliler İzmir'den ve dünyanın bir çok yerinden kalkıp Filistinlileri öldürerek onların topraklarına yerleşiyorlar. Ve bunu din namına yapıyorlar. Ben de Müslüman olarak bu insanların Allah tarafından lânetlendiğini söyleyebilmeliyim. Ancak İsrail'in Yahudilik adına hareket etme hakkı varken, Müslümanların İslâm adına hareket etmeleri dünyaca kabul görmüyor. Bu insanlardan korkmalıyız. Tarih boyunca neler yaptıklarını çok iyi biliyoruz.

Kaynak: Yeniasya
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Sakka'ya müebbet hapsi Yargıtay onayladı


64413.jpg





Yargıtay 9. Ceza Dairesi, El Kaide'nin ''Türkiye yapılanması içerisinde yer alarak, 15 ve 20 Kasım 2003'de İstanbul'daki bombalı saldırıları yaptıkları'' öne sürülen sanıklara ilişkin davada, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını, bazı sanıklar yönünden onadı, bazı sanıklar yönünden bozdu.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Yargıtay 9. Ceza Dairesi, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin, ''örgüt yöneticisi olmak'' suçundan sanıklar Louai Sakka, Fevzi Yitiz, Yusuf Polat ve Harun İlhan'a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile Adnan Ersöz ve Osman Eken hakkında verilen müebbet hapis cezasını onadı.

Daire, sanıklardan Seyit Ertul'a, ''El Kaide örgütünün Konya bölgesindeki grubunu kurmak ve yönetmek'' suçundan verilen 18 yıl hapis cezasının da onanmasına karar verdi.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi ayrıca, sanıklar İsmail Duru, Mehmet Helvacı, Şükrü Hakan Yiğit, Mustafa Atlıhan, Halil Ökçe, Ahmet Demir, Ramazan Tahta, Nurettin Gündüz, Abdülmenaf Dağaç, Mehmet Yılmaz, Suat Şarman, Hayrettin Basınlı, Cahit Öztürk, Yusuf Dural, Ali Yaman, Murat İdrak, Tarkan Kalaycı, Güngör Mandacı, Zafer Mert, Ömer Öztürk, Süleyman Uğurlu, Hamed Obysi ve Cem Aksu hakkında ''örgüt üyesi olmak'', Serkan Altay, Abdullah Demir, Mediha Yıldırım, Ahmet Özaydın, Ahmet Aydoğmuş, Hıdır Elibol, Memiş Arlı, Mehmet Kuş ve Burhan Perk hakkında ''örgüte bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık'', Hamed Obysi hakkında ayrıca ''patlayıcı madde imal etme'' suçlarından verilen mahkumiyet kararlarını onadı.

Sanıklar Ahmet Aslanoğlu, Ahmet Selami Demir, Bülent Tozoğlu, Badettin Yıldırım, İbrahim Yerli, Ali Süngü, İsmet Alçık, Harun Gecu, Kubilay Erdoğdu, Seyrani Aktepe, Ufuk Tokat, Yunus Dural, Hakkı Özgün ve Mehmet Ali Etiz hakkında, ''toplanan delillerin mahkumiyetlerine yeterli bulunmaması'' nedeniyle kurulan beraat kararları da onandı.

A.A
 

Horanta

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2008
Mesajlar
225
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
Sakka' ya verilen cezanın gerekçesi nedir acaba ?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Svat’ta yaşananlar ABD’nin fitnesidir


Cemaat-i İslâmi Keşmir Sorumlusu Abdul Rasheed Turabi Svat'ta yaşananların perde arkasını anlattı. Cemaat-i İslâmi Keşmir Sorumlusu Abdul Rasheed Turabi: Bir programa katılmak için İstanbul’da bulunan Cemaat-i İslâmi Keşmir Sorumlusu Abdul Rasheed TURABİ, Pakistan ordusunun katliam operasyonu yürüttüğü Svat Vadisi’nde yaşananları ve insanlık dramını Vakit’e anlattı. Abdul Rasheed Turabi, “Bu katliam, bu savaş ABD’nin savaşıdır, fitnesidir” dedi.

Hamza Er'in röportajı...

Pakistan'ın Svat bölgesi Başkent İslâmabad'a 120 km uzaklıkta Pakistan'ın en önemli turistik yerlerinden. Kabilelerin hâkim olduğu Svat vadisi, özerk yapısı itibariyle bugüne dek daima şer'i kanunların uygulandığı bir yer oldu.

Geçtiğimiz ay ABD uçakları ve Pakistan Ordusunun saldırılarına maruz kalan Svat bölgesinde büyük bir yıkım ve sefalet yaşanıyor. Kendi insanlarını adeta gözünü kırpmadan katleden Pakistan ordusunun bu saldırıları sonucunda, büyük bir insanlık dramı ortaya çıkmıştır. 3000’e yakın insanın hayatını kaybettiği Svat Vadisi'nde dünyanın en büyük iç göçlerinden birinin yaşandığı görülüyor. 2.750.000 insan evlerinden uzak derme çatma çadırlarda ve açık arazide yaşam mücadelesi veriyor.

Bir programa katılmak için İstanbul’da bulunan Cemaat-i İslâmi Keşmir Sorumlusu Abdul Rasheed TURABİ ile Svat’ta yaşananları ve insanlık dramını konuştuk.

Svat bölgesinde yaşanan çatışmaları oluşturan sebepler nelerdir?

Abdul Rasheed TURABİ: Svat eskiden beri özerk bir bölgeydi. Bundan dolayı ayrı bir hukuk sistemi vardı. İngiliz işgali zamanında da öyleydi. Pakistan’ın kuruluşundan sonra 1969’a kadar bu sistem devam etti. Federal anlayışa geçilince bu özerklik kaldırıldı. Halk bundan çok rahatsız oldu. Halkın arasındaki en zor kararlar bile 1-2 hafta içerisinde çözülüyordu. Ama bu şeri sistem kalkınca dava süreçleri uzadı. Davaların aylar yıllar sürmesi, avukatlara başvurulması, gel git masrafı halkın huzurunu bozdu. 1990 yılına kadar bu durum devam etti. 1990 yılında açıktan biz şeri sistemi istiyoruz şeklinde hareket başladı.

Pervez Müşerref yönetimiyle diyaloglar nasıldı?

Müşerref zamanında eski sistemin geri kalmasını bırakın, seküler, laik anlayışın hakimiyeti daha bir kendini göstedi. Bu baskı Svat halkının tedirginliğini artırdı. İşte bu birikim sonunda patlak vererek bugünkü noktaya gelindi…

Bölge aşiretleri ile Zerdari arasında imzalanan şeriat anlaşmasının etkileri nasıl oldu?

Bahsettiğiniz gibi geçtiğimiz aylarda Zerdari ile bölge arasında bir anlaşma yapıldı. Gerçekleşen İslâm hukukuna geçiş anlaşmasına göre kadılar yeniden atanacaktı. Buna ilk itiraz eden ABD oldu. ABD, “bu anlaşma Talibanın hareketini güçlendirecektir” diyerek rahatsızlığını ortaya koydu.

Sadece ABD mi tedirgin oldu?

Sadece ABD değil tabii ki… Ayrıca Hindistan’ın bu konuda bölgeye yönelik ciddi bir müdahalesi vardır. Bu pek bilinmemektedir. Bakın Afganistan’ın 26 noktasında Hindistan konsolosluğu vardır. Hangi ülkede bu kadar çok konsolosluk vardır… Kendi ajanlarını göndererek o bölgede yanlış yönlendirmelerle olumsuz eylemlere sebep oldular. Tahribat gerçekleştirdiler. Mesela Pakistan birliklerine kurşun sıktırılarak provokasyon yapıldı. Aslında önemli nokta şudur. Anlaşma gereği o bölgeye kadılar atanacaktı. Bu kadılar devletin merkezi tarafından İslâmad’tan atansa da, Svat’taki yönetime danışılması gerekiyordu. Fakat Zerdari’nin baskın seküler algısı buna engel oldu. Çıkarılan liste Svat’ın yerli halkından bağımsız hazırlandı. Bu oldu bitti Svat halkında “oyuna mı getiriliyoruz” endişesini oluşturdu ve ortam gerildi.

“İMANDAN NASİBİ OLMAYANLAR KORKAK VE KULLANILMAYA MÜSAİT OLURLAR”

ABD Başkanı Barak Obama seçimlerden önce Irak’taki birliklerini çekip Afganistan’a ağırlık vereceğini ve oradaki direnişi bitirme konusunda ısrarlı olduğunu beyan etmişti. Svat saldırıları bu projenin bir başlangıcı olabilir mi?

Tabii ki… Pakistan üzerinde bir tehdit oluşturuldu. Sen İslâmi direnişi, gelişmeyi çözemezsen biz girip çözeriz tehdidiyle karşılaştı. Pakistan hükümeti bir baskı altında kaldı…

Pakistan Devlet Başkanı Zerdari kendi insanlarını bombalıyor. Ne boyutta vaatler alabilir bir insan bu derece katliamlar yapabilmek için?

İmanın gücünü keşfedemeyenler korkak olur. Yönetimin başındaki insanlar bu durumdadır. İmandan nasipleri yoktur. Ayrıca yurtdışındaki mal varlıklarına el konma endişesiyle de kullanılmaya müsaittirler. Yurtdışında kişisel olarak milyon dolarları bulunmaktadır. Bunu kaybetme korkusu bu adamlara her şeyi yaptırır.

Hükümet güçleri, Tehrik-i Taliban-ı Pakistan’la neden savaşıyor?

Bu katliam, bu savaş ABD’nin savaşıdır, fitnesidir. Pakistan Afganistan sınır çizgisine baktığımızda her iki tarafta da aynı milletin yaşadığını görürüz. Ortada bir çizgi var ama insanlar aynı bölgenin insanı… Rusya Afganistan’a girdiği zaman Rusya’ya karşı bir savaş vardı. Bu Cihad olarak ilan edildi. Pakistan tarafındaki aynı ırktan olan insanlar resmen kendi savaşları gibi sınırı aşıp içeri girdiler, Cihada katıldılar. Ne zaman ABD o topraklara geldi ve işgal etti, bölge insanı sormaya başladı: “İşgalci Rusya olduğunda mücadele Cihad oluyor da, ABD’ye karşı neden Cihad olmuyor!” ABD’ye karşı mücadeleyi de Cihad ruhuyla yapmak istiyorlar. ABD’nin Afganistan’a girdiği ilk birkaç hafta içinde binlerce insan silahlı bir şekilde Pakistan’dan o topraklara girdiler. Savaş var diye, işgal var diye girdiler. Bu insan akışının durdurulması için ABD Pakistan’a baskı yapmaya başladı. O zaman Bush yönetimdeydi ve açık bir şekilde Pervez Müşerref’i tehdit etti. “Bizimle var mısın değil misin karar ver, değilsen Pakistan’ı taş devrine çeviririz” dedi.

İşte Pakistan askeri ile savaşçıların karşı karşıya gelmesinin sebebi budur. Pakistan hükümeti sınırdan insan geçişine ve faaliyetlere engel olmaya kalkıştığında bu sefer cihad ruhuyla bunu yapmak isteyen insanlarla baş başa geliyorlar. Gitmek istiyorlar, gidemezsiniz diyorlar. Ve aralarında çatışma yaşanıyor. Aynı zamanda Pakistan hükümetine yönelik ABD işbirlikçiliği sebebiyle de bir kızgınlık var. Bu ve benzeri hadiseler birleşince çatışmalar kaçınılmaz oluyor.

Tehrik-i Taliban-ı Pakistan ile Afganistan Taliban’ı arasında organik birliktelik var mı?

Pakistan Taliban’ı organik yapı olarak Afgan Talibanı ile aynı değil. O bölgede reaksiyon olarak değişik değişik cemaatler ayaklanma gösterdiler. Bunlar zaten bir değil ve merkezi bir komutayla hareket eden güç değiller. Afganistan’daki merkezi bir güçle hareket eden bir güç vardı. Ama burada değişik değişik Taliban güçleri vardı. Afganistan’daki direniş bir milletin direnişidir.

Bölge halkına yönelik saldırılarda binlerce sivil de hayatını kaybetti. Kısa süre içerisinde nasıl bu sayılara ulaşıldı?

ABD insansız uçaklarla havadan bombalama yapıyor. Mesela bir yerde kalabalık birilerini görüyor, “düğün yeri gibi” uçaklar bunu keşfedemiyor düğün müdür, başka bir şey mi. Yirmi, otuz kişiyi bir yerde toplu bir şekilde görünce hemen bombalıyor. Bundan dolayı sivil ölümleri de oldukça fazla oluyor.

“BÖLGE İNSANI TAMAMEN SAHİPSİZ BIRAKILMIŞTIR”

Yaşanan bu saldırılardan sonra 2.750.000’e yakın insan mülteci durumuna düştü. Mültecilerin durumu hakkında bilgi alabilir miyiz?

Mültecilerin bulundukları bölgede Cemaati İslâmi “Al Hizmet” adıyla yardımlaşma çalışması yapıyor. Bölge insanı mültecilere kendi evlerini açtılar. Bir evde elli ile yüz elli arasında misafir var. Mülteci olan o iki milyon insanın şu an ruhları yaralı, zihinleri yaralı.

Sadece yerlerinden, evlerinden olmadılar. Psikolojik olarak da bunalım içerisindeler. Kamplarda çok ciddi problemler var. Kamplarda yaşayanlar, mültecilerin %10’u kadardır. Geri kalan kamplarda yaşamıyor. Ayrıca ben soruyorum, sadece bir çadır kurmakla kamp mı oluyor. İş bitmiş mi oluyor. Tabii ki hayır. Orada uluslararası bir şey göremiyoruz.

Cemaati İslâmiye dışında bazı küçük yerli vakıflar şu an hareket halinde yardım çalışması yürütüyor. İHH’nın yardımları oldu. Şimdi de Cansuyu’nun hazırlık içerisinde olduğunu duyduk. Ama bu yapılan yardımlar inanın çok çok küçük oranda… Göze çarpan ciddi bir hareket maalesef yoktur.

Cemaati İslâmiye olarak çağrınız nedir?

Huzursuzluğun bitmesini ve anlaşma yapılmasını istiyoruz. Böyle bir yola girilmesi gerekiyor. Cemaati İslâmiye, bu tür operasyonlar ile hiçbir şeyin başarılamayacağına inanıyor. Aksine direnen silahlı güçlerin sayısının kat kat artacağını ve tepkinin daha da büyük olacağını hükümete hatırlatıyor.

Kamuoyu neden bu insanlık dramına seyirci kaldı?

Uluslararası medya işgal ve saldırı politikalarının güçlü bir cephesidir. İkincisi burada Taliban hakkında kötü bir imaj oluşturularak katliamlar meşru gösterilmeye çalışılıyor. Bazı saldırı ve uygulamalar mafya ve kirli eller tarafından işlendi. Ve bunlara Taliban etiketi vuruldu. Taliban’ı kirleterek yalnızlaşması amaçlanıyor. Böylece öldürülen veya mülteci konumuna düşen bölge insanına karşı dünya medyası da, Müslüman medyası da şaşkın ve çekimser yaklaşıyor.

TİME TÜRK


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Afganistanı Konya'dan bombalayabilirsiniz!



Konya'da eğitim, Afganistan'da katliam

Dışişleri Bakanlığı, Afganistan'daki NATO uçaklarının Konya'da eğitim yapacakları iddialarını doğruladı.

Nato'nun İslam ülkelerine ve özellikle Afganistanda ki müslümanların üzerine bomba yağdırarak katliamlara imza atığı gün gibi aşikardır.Nato'nun bugün ABD'nin bir numaralı katliam gücüne dönüşmüş olması Konya'nın bu katliam uçaklarının eğitimine açılması kararı bazı internet sitesi ve gazetelere haber olurken özellikle ABD'ci basın'da ve aynı zamanda İSLAMİ! olduğunu iddia eden ..... gibi gazetelerde şimdiye kadar gayet önem arzeden bu habere değinilmemiş olması oldukça ilginç bulundu.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin, Afganistan'daki operasyonlar çerçevesinde NATO AWACS uçaklarının Konya Hava Üssü'nü kullanacakları haberlerini doğruladı.

Burak Özügergin, önceki gün Almanya'da ''Die Zeit'' ve ''Handelsblatt'' gazeteleri ile ''n-TV'' kanalında, NATO AWACS uçaklarının Konya Hava Üssü'nü kullanacaklarına ilişkin olarak yer alan haberler hakkındaki bir soru üzerine, NATO makamlarının Türkiye'den, AWACS uçaklarının Konya Hava Üssü'nden geçici olarak yararlanması isteğinde bulunduklarını bildirdi.

Özügergin, ''Gerek ISAF operasyonuna yaptığımız kapsamlı katkılar çerçevesinde, gerek dost ve kardeş Afganistan'ın hava trafik hizmetlerine yardım amacıyla, AWACS uçaklarının belirli bir süre Konya Hava Üssü'nü kullanmaları ülkemizce uygun bulunmuştur'' dedi.

Özügergin, 11–12 Haziran tarihlerinde Belçika'nın başkenti Brüksel'de yapılan NATO Savunma Bakanları toplantısında, NATO AWACS uçaklarının Afganistan'da görev yapması kararının alınmış olduğunu hatırlattı. Özügergin, bu kararın, ''hava sahasındaki sivil ve askeri uçuşlar son dönemde önemli ölçüde artan, ancak hava trafiği düzenlemeleri için gerekli karada konuşlu radar sistemi eksikliği bulunan Afganistan'da bu ihtiyacın giderilmesi ve Afgan makamlarına hava trafik kontrol hizmetlerinde yardım amacıyla alındığını'' kaydetti.


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt