Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Güzel Yazılar Paylaşım Mekanı (2 Kullanıcı)

SerkanMuhammedSAV

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 May 2012
Mesajlar
332
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
HZ Muhammed sav kokusu geliyor...

Bismillahirrahmanirrahim…

Allah Teala şehitlerin bile kabrinde diri olduğunu, rızıklandığını beyan ederken; bir kısım Müslümanlar “Şefaat Ya Resulallah” diyenleri bile tekfir ediyorlar…

Bu tartışmalar; ayetlerin manasını iyi düşünmemekten ve evliyanın hallerini inkar etmekten, Resulullah Efendimiz (sav)’in bütün kainattan geniş, gönül alemine muttali olmamaktan; yani nasipsizlikten kaynaklanıyor.. “Peygamber öldü” diyen; “Şehitler ölmez” hakikatına vakıf olmadığı için kendi kalbinin ölü olduğunu beyan etmiş oluyor.. Bu devasa hakikati görmeyip Resululah (sav)’in bütün ümmeti güneş gibi aydınlatan ruhaniyetinden mahrum olanlara acımak ve yumuşak sözlerle nasihat etmek gerekir. Onlara karşı sapık vs. gibi suçlamalar, Allah dostlarının nezaketine, şefkatine, müminlere merhametine aykırıdır..

Allah’ın Resulü (sav) batmayan bir güneştir. Kalp gözü açık olanlar, gönül ekranlarında çok net ve tarife sığmaz güzelliğini seyredenler; onu uyanıkken görenler, onunla sohbet eden ümmetinden aşıkları o kadar fazladır ki…

Hele Osmanlı.. Tabiri caizse adeta bir “Muhammed’e muhabbet medeniyeti”dir. Padişahlar, alimler, arifler, kumandanlar-askerler, tarladaki çifçiler, yaşlı ümmiler, nice müminler Resulullah (sav)’i görmüş ona aşık olmuştur.

Selimiye camii, Resulullah (sav)’in işaretiyle yapılmış, İstanbul onun müjdesiyle fethedilmiş, Bursa’nın ışığı Emir Sultan (ks) Peygamberin (sav) işaretiyle Padişahlara nasihatlar etmiş, Yavuz çölleri Peygamber (sav) rehberliği ile geçmiş, Sultan Ahmed ayağının tozu olmak sevdasıyla tutuşmuş, koca Osmanlı Devleti adeta Resullullah (sav)’in rehberliği ile kurulmuş, O Sirac-ı Münir’in manevi projektörüyle ülkeler fethedilmiş…

Osmanlı Medeniyeti bir “Muhammed Mustafa Medeniyetidir.” Yani Peygamber (sav) sevdasının, o Yüce Resule devasa devletin ruhunu diri tutan, üç kıtayı zikrullahlarla inleten tarikatlar; muhammed Mustafa (sav) sevdasının aşılandığı, öğretildiği, bütün cihana yayıldığı merkezler olmuştur. Bu tarikatların hepsi, İki Cihan Güneşi (sav)’in emriyle, tavsiyeleriyle, cihanı aydınlatan telkinleriyle kurulmuştur. Mürşid-i Kamiller, Peygamber varisleri; muhammed Mustafa (sav) aşkını Kevser gibi yudumlamışlar, onda fani olmuşlar, onunla özdeşleşmişler. Onları gören muhammed Mustafa (sav)’i görür gibi olmuş. Yüzlerinin nuru, sohbetlerinin letafeti, sünnetten kıl kadar ayrılmayan hareketleri ile adeta Resullullah (sav)’in bir benzeri olmuşlar…

İşte bu cennet bahçelerinde, bu Gülistanlarda, yüzyıllar boyu hep “Muhammed Mustafa (sav)’e benzeme” eğitimi yapılmış, hala da yapılmaktadır. İki cihan saadetini arayanlar, böyle bir Gülistan bulsunlar. Bu Gülistan’da güllerden güzel kokan muhammed Mustafa (sav)’in kokusunu duysunlar. O Güzeller Güzeli (sav)’in aşkını Kevser gibi yudumlasınlar ve iki cihan saadetine ulaşsınlar.

Rabbim hepimize böyle bir Gülistana girmek ve ömür boyu kalmak nasib etsin, Habibi hürmetine..

AMİN..

Eline sağlık be Abla ağlattın beni burda
 

SerkanMuhammedSAV

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 May 2012
Mesajlar
332
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Abla Aşk ne ki üzüntümden bitiyorum o derece Onun Kalbini Çok Seviyorum Ondan çok etkileniyorum
 

SerkanMuhammedSAV

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 May 2012
Mesajlar
332
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
Sanada geçmişte yaptıklarım için Özür Diliyorum Büyüklük Sende kalsın :)
 

yakais

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2012
Mesajlar
3,363
Tepki puanı
5
Puanları
0
Yaş
67
Coşun coşa bildiğiniz kadar kim tutar sizi...
Ne güzel yazmışsınız...Allah C.C. razı olsun...
Sahi Allah ...Allah...Allah diye C.C. bağırma ihtiyacı doğdu...Sanki Gazaya giden ASKER misali...
 

SerkanMuhammedSAV

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 May 2012
Mesajlar
332
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
30
yanlış anladım önceden bea Arkadaşlık isteğimi kabul edermisin Kalbin istiyorsa :)
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
"PARAYLA talebe ARADIM"
İslam'ın 5 temel şartının bile yerine getirilemediği, bir hatim ve yağmur duası merasiminin bile tertiplenemediği, kişinin kendi evlatlarına bile Kur'ân öğretemediği bir hürriyetsizlik dönemiydi. Yaplan baskılardan dolayı çoğu hoca hocalığını, çoğu müslüman da islamî yaşantısını gizlemek zorunda kalmıştı. Bütün baskı ve sıkıntılara göğüs geren asrın büyük alimi Üstaz Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ise bakın bu içler acısı dönemi nasıl anlatıyor; "Okutma imkanı yoktu, fakat okuyan dahi bulamadım. Bir zaman geldi, meb’us maaşı kadar para verip talebe okutmak istedim yine bulamadım. Korktukları için parayı alıp kaçıyorlardı. O zaman ümidim kırıldı. Bu ilimler yeryüzünden kaybolacak diye korkuyordum. Fakat sonradan Cenab-ı Hakk sebepler halketti ve okutma imkanı buldum. Yaşlılardan başladık gençler daha sonra geldi. Ve şimdi yürüyor... Bütün bunlar Cenab-ı Hakk'ın bize lütfudur" Süleyman Efendi, bir yandan camilerin müezzinliklerinde, apartman bodrumlarında, bulabildiği her yerde talebe okutmaya çalışırken, diğer yandan gizli polis teşkilatının amansız takipleri de sürüyordu. İlmiye sınıfının ilk tohumları şekillenirken, tutuklamalar, nezaretler, sorgular, işkenceler, zulümler onun azimli ve şerefli direnişi karşısında eriyip gidiyordu. Artık çabalar meyvelerini vermeye başlamıştı. Bu öyle bir meyve veren ağaç olacaktı ki, her geçen gün daha da güçlenecek ve kısa zamanda dünyanın en ücra köşelerine kadar kökleri uzanacak ve insanlığın kurtuluş ve saadeti için umut abidesi haline gelecekti. Kendisi de öyle diyordu Süleyman Efendi’nin, "Bizim hiç duracak zamanımız yok. Ümmet-i Muhammedin evlatları bir sel gibi Cehenneme akıp giderken, bu duruma seyirci kalamayız. Bu selden ne kurtarırsak kârdır" Baskıların arttığı ve işkencelerin yapıldığı bu karanlık dönemde Efendi Hazretleri'nin en büyük destekçilerinden olan eşi Hafize Sultan, "60 talebenin bir arada huzur içerisinde sıkıntısız olarak ders okuduğunu görürsem 60 kurban keseceğim" demişlerdi. Süleyman Efendi Hazretleri'nin bütün bu çileler içinde tek ve en mühim faaliyeti hiç şüphesiz Kur'ân Kursları olmuştur. Nitekim 1936 yılında başladığı dini irşad hizmetlerinde vefatına kadar defalarca arama, tahkikat ve mahkeme sorgulamasına tabii tutulmuş hemen hepsinde de beraat etmiştir. Buna mukabil, talebeleri ve bağlıları tarafından yurt sathında ve dünyanın çeşitli bölgelerinde açılan binlerce Kur'ân Kursu, devletin boş bıraktığı bu hizmeti omuzlayıp önemli neticeler almışlardır.
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
PEYGAMBERİMİZLE HAKKINI arayan UKKÂŞE

Hz. Peygamber (sav.) artık ömrünün sayılı günlerini yaşıyordu. Altmışüç yıllık şerefli hayatını insanlara hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmakla geçiren o şanı yüce insan bir karıncayı bile incitmemiş ve incitenleri de daima uyarmıştı. Fakat Allah elçilerinin de farkında olmaksızın çok ufak hatalar işleyebileceğini bildiğinden şu son anlarını yaşarken bütün mü'minlerle helalleşmeyi aklından geçirdi.
İşte o yüzden bir gün Bilâl'den ezan okuyarak mü'minlerin camiye toplanmasını rica etti. Hz. Bilâl'de bunu bir emir kabul ederek hemen minareye çıkıp yakıcı ve gür sesiyle ezan-ı şerifi okudu. Ezan sesini duyar duymaz bütün Mekke'li (göçmen) ve Medine(li (yerli) sahabiler birer birer camiye akın ederek her tarafını tıklım tıklım doldurdular.
Sevgili Peygamberimiz (sav) sahabilere iki rekat namaz kıldırdıktan sonra minbere çıkarak önce Allah'a hamdü senada bulundu, daha sonra da bütün gözlerden ırmak ırmak yaşlar akıtan, bütün kalpleri tirtir titreten, bütün vücutları ürpertiye boğan içli ve duygulu bir hutbe verdi. Ve hutbesini sona erdirirken de kelimelerin üstüne basa basa şöyle haykırdı.
"Ey mü'minler!... Ben sizin Peygamberinizim. Sizlere ömür boyunca öğütler verdim, hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmaya çalıştım. Tabii ki güç ve kuvvetine sınır olmayan Allah'ın izni ve yardımıyla. Sizleri bir kardeş gibi şefkat kanatlarımın altına alarak korudum. Bir baba gibi de size karşı merhametli davrandım. Sizinle keder ve gaye birliği ettim.
Şimdi size soruyorum. Bende hakkı hukuku olan var mı? Olan hemen gelsin ve Allah hakkı için, büyük Kıyamet günü hesaplaşmasından önce hakkını alsın."
Yaşın yaşın ağlıyan gözlerle peygamberlerini dinleyen sahabilerden hiç kimse gidip de, "Ey Allah'ın Rasulü!.. Benim sende hakkım var" demedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa tekrarlayınca sahabilerden Ukkâşe ayağa kalkarak huzuruna vardı ve, "Ey Allah'ın elçisi anam-babam sana feda olsun! Eğer defalarca Allah (c.c.) adını kullanmasaydınız huzurunuza gelip de hakkımı aramaya kalkışmayacaktım." dedi ve olayı şöyle anlattı:
"Ey Allah'ın elçisi!.. Birgün sizinle birlikte savaş ediyordum. Nasılsa develerimiz yanyana geldiler. Devemden inerek özür dilemek üzere size yaklaşmıştım ki, birden kamçınızın sırtımda şakladığını duydum. Ey Allah'ın Rasulü!.. Bunu kasten mi yaptınız yoksa devenize vururken kazara bana mı çarptı? Bunu bilmiyorum."
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) "Ey Ukkâşe, Peygamberin sana kasten nasıl vurabilir? Asla!" diye özür beyan etti ve ardından Hz. Bilal'e, kızı Fatıma'nın evine vararak aynı kamçıyı alıp getirmesini söyledi. Bilal (r.a.) camiden çıkarak Hz. Fatıma'nın evine doğru hızla yol almaya başladı. Bir yandan da Peygamberler Peygamberinin kendi kendine ceza vermesini düşünüyordu.
Kapıyı çaldı; içerden Fatıma "Kim o kapıya vuran?" diye seslenince Bilal (r.a.) kendisini tanıttı ve Allah Rasulünün savaşlarda kullandığı kamçısını almaya geldiğini belirtti. Fatıma:
- Ey Bilal, babam kamçıyı ne yapacak?
Bilal:
- Baban bu kamçıyla kendi kendisini cezalandıracak.
Fatıma:
- Ey Bilal, bu kamçıyla babama vurarak hakkını alacak olan kim?
Bilal:
- Ukkâşe, dedi.
Hz. Bilal (r.a.) kamçıyı alır almaz doğru camiye yollandı. Kamçıyı götürüp Hz. Peygamber'e teslim etti. Peygamber de Ukkâşe'ye verdi.
Tam bu sırada ayağa fırlayan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer "Ey Ukkaşe, işte biz karşınızdayız, Peygamber'in yerine bize vurun. Ne olur?" diyerek arkalarını dönerler.
Hz. Peygamber:
"Ey Ebu Bekir, Ey Ömer, yerlerinize oturun. Şüphesiz ki Yüce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi mükafatsız bırakmayacaktır" diye çıkışır.
Bu defa Hz. Ali (r.a.) fırlar ve "Ey Ukkaşe!" der: "İşte ben karşınızda hayattayım, Peygamber'e vurmanıza gönlüm razı olmuyor, işte sırtım, işte karnım, istediğiniz yere dilediğiniz kadar vurun."
Hz. Peygamber:
- Ey Ali, otur yerine! Yüce Allah (c.c.) senin bu iyi niyetini mükafatsız bırakmayacaktır" diye çıkışır.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin:
- Ey Ukkaşe, biliyorsun ki biz Allah Resulünün torunlarıyız, hakkını bizden aldığında O'ndan almış sayılırsın. Ne olur bize vur?" diye yalvarıp yakarırlar. Hz. Peygamber (sav) onlarad da:
-"Yerlerinize oturun, ey benim göz bebeğim torunlarım" diye çıkışır.
Bütün bu olanları ibretle seyreden Sevgili Peygamberimiz (sav.) "Ey Ukkaşe, eğer gerçekten bana vurmak istiyorsan, buyur, vur!" diyerek haykırdı. Bunun üzerine Ukkaşe, "Ey Allah'ın Resulü!" dedi. "Siz bana vurduğunuzda ben çıplaktım. Şimdi ben de size vururken çıplak kalmanızı rica ediyorum."
Sevgili Peygamberimiz (sav) hiç duraklamadan hemen elbisesini çıkarır ve "Buyurun, hiç çekinmeden dilediğiniz kadar vurun" diye diretti.
Durumu yakından izleyen sahabiler hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar ve hıçkırık sesleri cami duvarlarını sarsarcasına kalınlaşırken, Ukkaşe bakar ki iki cihan güneşi Peygamberin vücudu süt gibi beyaz ve ardından Peygamberlik mührünü taşıyan ben etrafa ışık saçmaktadır. Kalkar gider sırtını doya doya öperek yerine dönüp oturur. Ardından da:
"Ey Allah'ın Rasülü!" der. "Canım sana feda olsun! Hangi kalb sana kıyabilir? Maksadım sadece o senin ışık saçan mübarek vücudunu kana kana öperek, senin yüzün suyun hürmetine Rabbimin rızasını kazanmak ve Cehennem azabından kurtulmaktır."
Sözün burasında ışıldayan nurani gözlerle sahabilerin süzen Sevgili Peygamberimiz (sav): "Ey Mü'minler!.. Beni dinleyin!" der. "Cennetlik görmek isteyen varsa, işte Ukkaşe'yi görsün."
Bunun üzerine bütün müslümanlar kalkıp Ukkaşe'nin gözlerinden öperek, "Müjdeler olsun!.. Yüksek derecelere eriştin ve Peygamberimizin dostluğunu elde ettin." diyerek kendisini tebrik ettiler.
Allah'ım ululuk ve yücelik hakkı için bize Sevgili Peygamberimizin şefaatını nasip et, amin...

KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
Hakkını helal et anne...

Zaman ilmeğini attı boynuma,
Kurtulup elinden kaçamam anne.
Kalmadı takatim, kalmadı gücüm,
Tutmuyor dizlerin koşamam anne.


Fidanlar yıkılır hep birer birer,
Bacılar haykırır yardım ediver,
Ağlaşır çocuklar, imdat imdat der,
Celladın eline veremem anne.


Hani yiğitlerdi dedem ve babam,
Haksızlık etmezdi koyuna çoban,
Kurudu topraklar hep oldu yaban,
Kılıcıma leke süremem anne.


Mal dedik, mülk dedik, sırt üstü yattık,
Fakirirn hakkını çöplere attık,
Kardeşi tutup biz kafire sattık,
Bunun hesabını veremem anne.


Yiğitler sürüyle cenge giderken,
Bacılar kendini feda ederken,
Çocuklar taşlarla cihad ederken,
Ben de bir köşede kalamam anne.


Boğuyor, biçiyor zamanın çarkı,
Mü’minin olmalı kafirden farkı,
Sırtımda günahı, bir asrın hakkı,
Bari sen hakkını helal et anne.

M.Mucahid okcu
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt