Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Güzel Yazılar Paylaşım Mekanı (1 Kullanıcı)

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
Huzur Verecek 6 şey

İbrahim Bin Ethem: Huzur verecek 6 şey

İbrahim b. Ethem (ra), büyük mutasavvıflardandır. Aynı zamanda Belh şehrinin sultanıdır. Dünya işlerinden el çekerek tasavvufa yönelmiştir. Sultanlığı bırakarak Şam’a yerleşmiş ve orada çileli bir hayat yaşamıştır. (Ölümü: 161 / 777)
Altı şeyi kabul edip yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyada ve ahirette rahat edersin. O altı şey şunlardır:

* Günah işleyeceğin zaman Allah (c.c.)ü Teâlâ’nın sana verdiği rızkı yeme.

* O’na âsi olmak istersen, O’nun mülkünden çık. Mülkünde olup da O’na isyan etmek uygun olur mu?

* O’na isyan etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma. Gördüğü yerde günah yapmak uygun değildir!

* Can alıcı melek, ruhunu almaya geldiği zaman tövbe edinceye kadar izin iste. O meleği kovamazsın. Şimdi kudretin var. Gücün kuvvetin yerinde iken tövbe et. Tövbe edilecek zaman bu zamandır. Zira ölüm çok ani gelir.

* Yediğin lokmaların hepsinin helal olmasına çok dikkat et de, zararı yok, geceleri sabaha kadar namaz kılıp, gündüzleri oruç tutma. Hiç kimse namaz, oruç, zekat ve hac ibadetlerini eda ederek Allah (c.c.) adamlarının payesine ulaşamaz. Bu payeye ancak boğazından geçen şeyin helal olduğunu bilen ulaşır.

* Yolda atılmış bir taş gördüm. Üzerine, “Çevir ve altını oku! diye yazmışlardı. Çevirdim ve gördüm ki, “Eğer bildiğinle amel etmiyorsan, ne diye bilmediğini bellemek istiyorsun?” diye yazmışlar.

Bir sâlikin kalbinden şu üç perde kalkmalıdır ki ona devlet kapısı açılsın.

Birincisi şudur: Şayet ebedi ihsana mukabil iki âlemin mülkünü kendisine verseler buna sevinmemeli. Zira bu takdirde o mahluk bir şeyin varlığı ile sevinmekte ve henüz harîs (hırslı) bir kişi durumunda bulunmaktadır. Halbuki, “Harîs mahrumdur.”

İkincisi: İki cihanın mülkü onun olsa ve bunu kendisinden geri alsalar, “İflas ettim.” diye üzülmemeli. Zira bu durumda üzülmek, kızgınlık alametidir. “Kızgın azap içindedir.”

Üçüncüsü: Övünmeye ve pohpohlanmaya aldanmamak, zira böyle kişinin himmeti hakirdir. Himmeti hakir olan (Hakk’tan) perdelenmiştir. Yüksek himmet sahibi olmalıdır.

***

Allah (c.c.) DOSTU OLMAK İSTER MİSİN?

Nakledildiğine göre birine sorulmuş:

- Evliyadan olmayı arzu eder misin?

- Tabii.

- O halde zerre kadar dünyaya ve ahirete rağbet etme. Bütün mevcudiyetinle izzet ve celâl sahibi Allah (c.c.)’a yönel, Allah (c.c.)’ın dışındaki varlıklardan kendini uzak tut.
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
Aşığım ben; varlığa… hayata… bekaya… kemale… cemale… aşığım.
Aşığım ben; varlığa… hayata… bekaya… kemale… cemale… aşığım.

Ve ince bir nimettir! Ve dahi hikmetle anlaşılmaya, şefkatle sevilmeye lâyıktır.
İbrahimî “Lâ uhibbu’l-âfilîn” feryadının üç harf ve altı noktaya dökülmüş halidir aşk.
Güzelliğe iştiyaktır ve hakikî güzeli gösteren bir pusuladır.
Batıp yitenin sevgili olamayacağını haykıran bir dellâldır.
Kalbimin ebedî aşk için yaratıldığını ve sadece ama
sadece Ona ayna kılınan o kalbe, kaybolup giden zeval
mahkûmlarının giremeyeceğini anlatan bir işarettir.
Aşk ile ebede yönelirim ve aşk gözyaşlarıyla Ebedî Sevgili’yi ararım.
Mecazî sevmelerin ve sevgililerin elemini aşk ile hissederim;
onları hakikî sevmeye ve Sevgiliye aşk ile köprü eylerim.
Ve o zaman, işte o zaman Mevlâna Cami gibi aşk ile yüzümü
çokluktan birliğe çeviririm.
Sadece biri ister, biri çağırır, biri talep eder, biri görür, sadece
biri bilir ve biri söylerim. Başkalarının istemeye, çağırmaya, görmeye ve
bilmeye lâyık olmadığını bilirim.
Ki, aklım yorulsa da, bakmayı ihmal etse de vicdanım Onu unutamaz.
Ben vicdanımı inkâr etsem de, vicdanım Onu görür, Onu düşünür, Ona yönelir.
Hads denilen yıldırım gibi intikal [geçiş, ulaşma] melekem hep vicdanımı tahrik eder.
Hadsin şiddetli hali olan ilham, vicdanımı nurlandırır.
Meyilin şiddetlisi olan arzu ve arzunun şiddetlisi iştiyak ve onun
şiddetlisi ilâhî aşk, vicdanımı hep Onun marifetine sevkeder.
Fıtratımdaki bu incizab (çekilme) ve cezbe, cazibedar bir hakikatın
cezbiyle olabilir ancak.
Ve vicdanım bu cezbesi ile tanır ALLAH’ı.
O cemal Sahibi tecelli ettiğinde, perdesiz şâşaayla daim tecelli
ettiğinde cezbeye düşer vicdanım.
Vicdanımın bu cezbesi ve incizabı hem Onun Vacibü’l-Vücud
oluşuna, hem de Celâl ve Cemal Sahibi oluşuna kesin bir delil olur.
Sadece benim değil, bütün varoluşun kalbindedir aşk ve yok
olmayan bir Mâşuk’u gösterir.
Ben ki insanım, varoluş ağacının meyvesiyim. Nasıl ki ağaçta
olmayan meyvede görünmez; o halde, benim sinemdeki ilâhî aşk gibi,
kâinatın sinesindeki hakikî aşk da Ezelî bir Sevgiliyi gösterir.
Zira, kâinattaki bütün çekimler, çekilmeler, çekiciliklerin cazibedar bir
hakikatın çekimiyle olduğunu gösterir aşk uyanık kalbime.
Yeryüzü meczub bir mevlevi gibi o aşkla döner güneşin etrafında.
Elektronlar aynı Sevgilinin cezbesiyle döner çekirdeğin etrafında.
Oksijen ve hidrojen o aşk ile birleşirler ve su gibi rahmetin cisimleşmiş
halini meyve verirler.
Bülbül aşkın cezbesiyle güle nağmeler dile getirir.
Varlıkların bütün dönüşleri, bütün hareketleri, bütün çekim kanunları
aşktandır.
Bütün kâinatın mayası aşktır.
İlâhî aşkın şarabıyla zerrelerden yıldızlara kadar herşey istidadına göre
kendinden geçmiştir.
Aşkın ateşiyledir ki, Ezelî Güneş’e doğrudan aynalık yapan,
Ona her hal ve şartta yönelebilen “reşha”nın içindeki katılıklar yanar, ziya ile nura döner.

Aşığım ben; varlığa… hayata… bekaya… kemale… cemale… aşığım.


Benliğimden soyunduğumda, imanın şuurunu giyindiğimde anlarım ki,
aşkım aslında Onun isimlerinedir, Onadır.
Onun bekasına, Onun kemaline ve cemalinedir.
Zira hakikî beka Onundur; eksiksiz kemal Onundur ve kusursuz ebedî
cemal Onundur.
Aşkım Onun cemaline, kemaline bir delildir.
Aşkım ve muhabbetim marifetimdir, kulluğumdur…
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
Bir çantası vardı… Bir de davası…Bir de anası…

Rüyasında gördüğü nurani bir zatın “Niye ağlıyorsun?” sorusuna oğlu küçük Bekir Berk'i göstererek “Bunun İslam fedaisi olmasını istiyorum.” diye cevap veren asil bir ana…

Bir gün Ayasofya'yı tahta perdelerle kapatılmış görünce ağlayan ve oğlunun “Ağlama onu ben açacağım” diye söz verdiği, gönlü mabetlere bağlı bir ana.

Demir parmaklarının arkasına düştüğünde;

“Sevgili oğlum Bekir!

Gözlerinden öper, Allah'tan uzun ömürler dilerim.

Namaz kılarken götürmüşler, diye duyunca bilsen ne kadar sevindim. Zira ben seni bu ruhla büyütmüştüm.” diyen yüce ruhlu bir ana.

Bir çantası vardı… Bir de davası…Bir de anası…

Dolanırdı Anadolu yollarını bir mecnun gibi.

Gecenin en karanlığında çakan bir şimşek gibi parlardı umutsuzluğun çöktüğü mahkeme meydanlarında.

Kurtların ulumasından başka seslerin duyulmadığı karlı dağlarda kükremeyi severdi.

O kükrediğinde bütün kurtlar susar onu dinlerdi. Sonra bir bir sıvışıp giderlerdi.

Karlı dağları velveleye verirdi sesi.

Elinde çantası düşerdi yollara…

Sırtında cübbesi, çantasında kefeni girerdi salonlara…

Onu görünce gözleri parlardı mazlumların.

Suları çekilmeye yüz tutmuş umut pınarları yeniden coşardı.

Bir gün demir parmaklıkların arkasındaki bir avuç kahramanın savunmasını yapmak için Ankara'ya gittiğinde ; “Sen bizi değil, İslam davasını savun.” sözleri beyninde şimşekler çakmasına vesile olur. Sanıkların okudukları için tutuklandığı Nur Risalelerini baştan sona okur.

Işığın göründüğü ufka doğru bir yolculuk başlar.

Yazarının resmine vurulur.

“Ben böyle bir resim görmedim. Öyle şehâmetli, öyle cesaretli, öyle boyun eğmeyen bir resim ki ben o resme vuruldum” der.

Ziyaretine gider.

Altına koydukları iskemleyi iterek Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin önünde diz çöker oturur.

“Kardeşim biz istihdam olunuyoruz”

Bu sözlerde; temiz yürekli bir Anadolu insanın yürek atışını duyar.

Artık o bir avukat değil, mazlumların sesi soluğudur.

Çemberlitaş'ta bir yazıhane…

1965'li yıllar…

Aynı anda süren 250 ayrı dava…

Mütevazı yazıhanenin duvarında bir harita…

Haritanın üzerinde rengarenk raptiyeler…

Kırmızılar yeni açılan davalar…

Sarılar süren davalar….

Yeşiller beratla bitenler…

Türkiye haritasına batırılmış raptiyelerin hemen hepsi o günlerde kırmızı ve sarıydı;

Anadolu'nun kalbine saplanmış oklar gibi…

Artık o hep yollardadır. Uykusuz geçen geceler, peynir ekmekle geçiştirilen öğünler, birkaç kişiden güçlükle tedarik edilen paralarla o günlerde en ucuz otobüs firması olan Gazanfer Bilge' den alınan biletler.

Milletin manevi akülerinin boşaltıldığı yıllar.

Düz bir çizgi çizenlerin bile elif yazdın diye tutuklandığı, kışla baharın en amansız meydan muharebelerinin yaşandığı yıllar.

Artık o tam bir Anadolu alperenidir.

1965'in yol koşulları…Üstünde keçilerin bağlı bulunduğu otobüslerde sabaha kadar meleme sesiyle yapılan yolculuklar…

Otobüs koltuklarında diz üstünde daktilo ile yazılan müdafaalar…

Ne yolları kapayan çığlar ne arabaların tekerlerine sarılıp bırakmayan çamurlar ne coşkun akan ırmaklar ne de geçit vermeyen dağlar durdurabildi onu.

Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun üzerinden geçen bir yol vardır, derler ya işte o zirvelerin üzerinden geçen rüzgar kokulu yolcusuydu.

Delik ayakkabılar, ıslak çoraplar, ohlanarak ısıtılan ayaklarla aşardı dağları…


Onun bir çantası vardı… Bir de davası… Bir de anası…

Annesi “Oğlum ne zaman döneceksin?” diye sorduğunda, annesine;

“Sahabelere anneleri; 'Oğlum dönüşün ne zaman' diye sorduklarında;'Anneciğim! İnşaallah Ahiret'te hep birlikte olacağız' diye cevap verirlermiş.”derdi.

“Bir vazife var, öyleyse hemen şimdi derhal” diyen adamdır o.

Dur durak nedir bilmez..

Sanıkların kim olduğunu bile bilmez.

Düşer yollara.

O koşar, yollar övünür.

Bir gün Amasya'da bir orta okul talebesi olan Halit Yolcu'yu savunmaya gider.

Halit yoksul bir ailenin çocuğudur. Anne-babası korkularından ve yoksulluklarından çocuklarını ziyaret bile edememişlerdir.

Duruşma salonuna getirildiğinde Halit'in perişan hali karşısında Bekir Berk'in gözleri dolar.

Halit'in üzerinde kısa bir pantolon, ayaklarında lastik ayakkabılar vardır.

Günlerdir su yüzü görmediği her halinden bellidir.

Pek perişandır.

Duruşma beratla biter.

Halit'e ayakkabı ve elbise alır ve köyüne kadar götürür. Annesi karşısında görünce oğluna öyle bir sarılır ki o an görülmeğe değerdir.

Bekir Berk'in bütün yorgunluğu gitmiştir. Küçük Halit'e;

“Sen mutlaka okuyup büyük adam olmalısın” der.

Halit okur ve öğretmen olur.


Onun bir çantası vardı… Bir de davası… Bir de yanından ayırmadığı ilaç torbası…

Daha evvel geçirdiği akciğer rahatsızlığı dolaysıyla kendisine yolculuğu yasak eden doktoruna;

“Doktor Bey! Yatakta ölmektense müminlerin yardımına koşarken ölmeyi tercih ederim.”der.

Kan kusarak düşer Anadolu yollarına.

Umutsuzluk nedir hiç bilmez…

Umutsuzluğun bir gece gibi çöktüğü o en kötü günlerde bir umut feneri gibi parlar.

O alnından öpülen insandır.

Rüyasında, Rasulullah (sav) tarafından sırtına zırh, başına miğfer konularak ne yapması gerektiği kendisine söylenen adamdır. .

Onun bir de davası vardı…Bir de elinde çantası...

Çantanın içersinde müdafaa dosyaları vardı.

Bir de kefeni…

Mehmet Kırkıncı ve Osman Demirci'ye biçtirdiği ve zemzemle yıkadığı kefeni.

Dünya ile köprüleri attığının göstergesi kefeni…

İkbal ve servete giden yolları perdeleyen kefeni…

Horasan erlerinin, Anadolu'yu ve Rumeli'yi fetheden alperenlerin, kefenleriyle gazaya çıktıklarını biliyordu.

O da mahkeme meydanlarına kefeniyle giriyordu.

Güzeldi… Heybetliydi…İyi giyinirdi…

Davalara abdestsiz girmezdi.

Türk hukuk ve savunma tarihinde onun ayrı bir yeri vardı.

Zülfikar kadar keskin ifadeleriyle ve savunmada stratejik zekasıyla, hedefine bir şahin gibi yönelmesiyle muhataplarını şaşkına döndürürdü.

Korku barındırmazdı bağrında.

Tehditler alırdı. Bölgemize gelirsen canınla ödersin, derlerdi.

Hiç birini umursamazdı.

Bir gün Ankara'da temyiz mahkemesine katılır.

Salonda manzara müthiştir. Yuvarlak bir masa etrafında 27 Mayıs İhtilali'nin karanlık yüzlü adamları çöreklenmiştir.

Bekir Berk'i Yassı Ada'dan tanıyorlardır.

Egeseller, Başollar oradadır.

Kin ve nefret dolu gözlerle süzerler onu.

Sık sık ellerini masaya vurur ve de dinlemez gibi görünürler.

Bekir Berk, hiç aldırış etmeden 40 dakika savunmasını yapar ve elindeki bütün belgeleri mahkemeye tek tek sunar.

Ve zabta geçirilmesini ister.

Egesel, iyice kızmıştır.

“Neye güveniyorsun Bekir Berk” diye kükrer.

Bekir Berk, yardımcısı Hamdi Sağlamer'e, “ver şu çantayı” der.

Herkes yeni bir belge sunacağını düşünürken, bembeyaz bir kumaşı çıkarır ve masanın ortasına fırlatır.

Yanından hiç ayırmadığı kefenidir. Adamların gözleri fal taşı gibi açılır. Elleri titremeye başlar.

“İşte buna güveniyorum,” diye kükrer.

Fransız ihtilalindeki Berriyar gibi; “Ben size iki şey sunuyorum. Hakikatı ve kafamı. Birinciyi dinledikten sonra ikincisi hakkında dilediğiniz kararı verebilirsiniz.” diyecek kadar korkusuzdur.

Çünkü onun bütün dünyasını sığdırdığı bir çantası vardı…

Bir asil anası…

Bir de davası…

O kadar…
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Ellerine sağlık.
Çok güzeldi. severek okudum..
İnanıyorum ki zekasıyla bilgisiyle kılıcıyla savaşanlar halen vardır.
Allah celle celalüh bizleride bu yolda hizmet edenlerden eylesin...Amin.

Selam ve dua ile
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Artık ben de sıkıldım güçlü görünmekten,
İçim düğüm düğümken başka düğümleri çözmekten...
Herkese yetişmekten ama hep kendime geç kalmaktan...​
Eskiden olsa bir şekilde yakasından tutardım hayatın,​
Ama şimdi tutunduğum her hayat elimde kalıyor...​
Ya benim gücüm tükenmiş, ya da hayatın karşıma çıkardığı yürekler çok acımasız...​
Haketmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken,​
Nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden...​

~~NAZIM HİKMET RAN~~​
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bir ekibi; ekip yapan, liderden öte, ekibin kendi içindeki dayanışması güveni ve saygısıdır.

Düşünün ki ekipteki lider herşeye kendisi cevap verip, diğer ekip üyelerinin yapması gerekenleride kendisi yapıp, bir de uluorta herkesin içinde diğer ekip üyelerinden birini ,azarlayıp aşağılarsa ekip içinde ki tüm güven saygı ve sevgi bozguna uğrar..

Birlikte çalışma hevesi kalmaz.
Sadece ortaya sahte gülümseme , sahte tahammül etme ve sahte saygı kalır.
Kimse egosu tavan yapmış ,bencil ve her konuda kendisini ön plana atan , herşeyden önce ekip arkadaşlarına güvenmeyen bir ekip lideri ile çalışmak istemez.
İnsanların enerjileri tükenir , poziften nötr olur ve çalışma verimliliği , motivasyonu düşer.
Ekip lideri ve diğer ekipteki insanlarla arada bir uçurum meydana gelir.
Ve olmadık kötü konuşmalar, iç çekmeler meydana gelir.
Ben bu bencil ekip liderine "vampir" diyorum çünkü diğer ekipteki insanların pozitif enerjilerini emerek negatifleşmesine sebep oluyor.

Diğer bir deyişle biz insanlar her alanda bizlerin enerjilerini tüken vampirlerin tacizlerine maruz kalıyoruz.
Yaşamımızın her alanında.
Vampir olarak tabir ettiğim insanlar aslında egolarına yenik düşmüş, hatalarını kabul etmekten korkan ve yaşamı sınırlı, paylaşımı az olan güvensiz kişilerdir.
Bir başkasının kendisinden daha üstün olmasını istemeyen ve daha fazla iş yaparak insanların gözüne girebileceğini sanan başarısızlığını kapatmak için türlü yollara başvuran çevresinde bir elin , beş parmağından az olan insanlardır..

OKuduğum kitaptada bu kişileri "vampir" olarak belirtmişti yazar..
Ben bu tespitin çok doğru olduğuna inanıyorum ve pozitif enerjinizi, negatife çeviren insanlardan uzak olmanız konusunda da ısrarcıyım.

"Otobüsünüze binmeyen insanlar için enerjinizi boşa harcamayın"...
 

sinemm89

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Nis 2012
Mesajlar
601
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Artık ben de sıkıldım güçlü görünmekten,
İçim düğüm düğümken başka düğümleri çözmekten...
Herkese yetişmekten ama hep kendime geç kalmaktan...​
Eskiden olsa bir şekilde yakasından tutardım hayatın,​
Ama şimdi tutunduğum her hayat elimde kalıyor...​
Ya benim gücüm tükenmiş, ya da hayatın karşıma çıkardığı yürekler çok acımasız...​
Haketmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken,​
Nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden...​

~~NAZIM HİKMET RAN~~​

çooooook güzel çok beğendim eline sağlıkkk
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Gece uzun bir yolculuktur
Aşka dair sözler için
Aşka dair ne var
Yürekler neyi taşıyorsa
Bilinen ve bilinmeyen
Ve gecenin içine yürüyen
İnce,hafif bir gök şarkısıdır
Dilime dolanıp duran
Aşka dair ne varsa
Yazılan söylenen
Al getir bana
Yüreğimi onar
İçime düşüp duran üşümeleri kaldır
Kanatlarını ger üstüme
Yüreğimi aç,dilimi çöz
Dökülen ağıtlarımı duy biraz
Aşka dair ne varsa
Anlat biraz.

Aşka dair ne varsa
Romanlarda mektuplarda
Getir bana acımı dindir
Güvercin gerdanlığında
Leyla mecnun'da
Mona Lisa'da okuduklarıma
Gariplerin kitabına
Rilke'nin mektuplarına
Ilgıt ılgıt akıp duran zamana
Sonsuz bir aşkın argümanlarına
Takılıp duran
O tarafa bu tarafa salınan ağaçlara
Aşka dair ne varsa getir bana

Aşka dair ne varsa getir bana
Her mevsimde açıp duran çiçekler
Yediveren güllere,gülleri derleyenlere
Gül yüzlü meleklere,çocuklara
Gökten inen kitaba
Yağmura
Güneşe
Güneşte terleyen işçiye
Alnını toprağa koyan köylüye
Dahası dağlara,ormanlara
Sazına sözüne, yüreğine
Sahip olana
Ustaya,mürşide bağlı olana
Ve aşka ve sana
Aşka dair ne varsa getir bana

Geceye dair sözlerimi bırak
Ayın şavkına gel biraz
Yüreğime tanık ol sabır bırak
Uçan kuşlara bak
Çınarın yapraklarına
Haydi gel artık kapımı tıklat
Yorgunsun biliyorum
Biraz soluk al
Sonra saçlarını uzat,sevdaları anlat
Durma hadi söyle
Bana açan çiçekleri anlat
Uçan kelebekleri
Bir daha söyle,bir daha söyle
Aşka dair ne varsa

Aşka dair ne varsa getir bana
İstersen bir kar türküsü söyle
Islık çal çorba kaynat
Haydi durma artık
Savaşa dair ne varsa
Acıya dair ne varsa
Anlat biraz
Biraz sana,biraz bana
Aşka dair ne varsa

Denizleri,vapurları,balıkları anlat daha
Çiğdemleri sabahları düşen kırağıyı
Şehre düşen sis bulutunu
Her mevsimde açan gül tomurcuklarını
Koştukça sevdaya tutulan atları
Biteviye aşka tutulan genç kızları,delikanlıları
Dahası,erik ağaçlarını bademleri,akasyaları
Yüzüme düşen kırışıkları
Bir kediyle,köpeğin oynayışlarını
Çocukların saf bakışlarını anlat
Hadi anlat gülüm
Hadi anlat
Aşka dair ne varsa

-Recep Garip-
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Mevlana, "Mesnevi" sine "Birlik Dükkanı" demekte,Mesnevi'yi
Mesnevi'miz,Birlik dükkanıdır,birden baska ne belirirse puttur,beytiyle övmekte.
Birlik Dükkanı.. Her varlık o dükkanda yoğrulup yapılmakta,orda sergilenmekte,satılmakta,orda yıpranıp gene orda potaya girmekte, yenilenmekte.

Sebepler sonuçları meydana getirmekte sonuçlar,gene sebepler haline gelip başka sonuçlar belirmekte. Bu dükkanın bir ucu,dükkanı yapanın kudret elinde,öbür ucu,sonsuzluğa dek gitmekte ve gene o kudret eliyle sonu ön olmakta,her an yaratılmakta.Bu dükkanın alıcısı,satıcısının kendisi.


Bir aşk yüzünden
elbisesi yırtılan,hırstan ayıptan adamakıllı temizlendi.

Gönül ehlinin ilimleri,

kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insanın malı olmayan ilim yükten ibarettir.

Gönül aynası

saf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilesin.


Aşıkların neşesi
deodur,gamı da,hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de..Aşık,sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.

Gönülden sözsüz,
işaretsiz,yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.

Dosta dostun

zahmeti ağır gelir mi? Zahmet,içtir,ruhtur.Dostluksa onun derisine benzer.

Sohbet vardır,keskin bir kılıca benzer,bostanı,ekini kış gibi kesip biçer.Sohbet vardır,ilkbahar gibidir.Her tarafı yapar,sayısız meyveler verir.


Dünya
sevgisi, dünya geçimiyle savaşma yüzünden sana o ebedi azabı ehemmiyetsiz gösterir. Ölümü bile ehemmiyetsiz bir hale getirirse bunda şaşılacak ne var ki?

Hile ve çare

diye zindanı delip,de çıkmaya derler.Yoksa birisi zaten açılmış deliği kapatırsa yaptığı iş,soğuk ve ters bir iştir.

Ey müslüman,edep nedir?

diye sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektedir.

HAKAN AKIN..

 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Ben öylesine daldım gittim gözlerine,
Öylesine yok oldu kederim senin ilik nefesinde...
Öylesine mutlu oluyordum yanında...
Düşünmeden, nedeni, niçini?
Birleşen eller öylesine birleşmişti,
Bir gün ayrılacaklarını biliyorlar gibi...
Öylesine huzurluydum, öylesine bahardım yanında,
Öylesine yaz gecelerinde esen ılık rüzgarlar gibi, içime doldun...
Öylesine sevdim...ben öylesine sana aşık oldum...
Öylesine içim çığlıklarla doldu...
İçimde ki boşluğu sen öylesine doldurdun...
Ben seni beklentisiz sevdim...
Ben seni öylesine sevmek için sevdim...
Sen benim, öylesine kahramanım olmuştun....
Ben öylesine sana aşık olmuştum...
Ben zaten öylesine bekledim seni, gelip gelmemem önemli değildi...
Biliyorsun öylesine başlamıştı her şey...
Sadece yaşanmasını istediğimiz için yaşandı her şey...
Öylesine...Beklentisiz...
Bilirsin, ben zaten beklentisiz severim...
Geç olsa da öğrendim...
Bir şeyi daha öğrendim,
Geç diye bir zaman dilimi yokmuş...’
İNSAN HER YAŞTA AŞIK OLURMUŞ...
Zaten geç yada erken, öylesine başlamıştı her şey...
Hani beklentiler yoktu?, hani beklentiler sevgiyi boğmuştu?...
Şimdi , ben boğuluyorum...
Seni çok sevdim...
Gittiğinde, öylesine ağladım ki...Öylesine mutsuz oldum ki...
SENİ ÖYLESİNE SEVMEMEMİŞİM, SANIRIM...
Yoksa...
Şimdi, öylesine mi ağlamaktayım..........?
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
‘Zevkleri kursakta bırakan’ bir konu ile sizlere merhaba dememi nasıl karşılayacaksınız bilemiyorum ama şunun altına imza atabilirim;
‘ölümü hatırlamak ve ölümden dersler çıkarmak işlenecek herhangi bir günahın cazibesini minimuma çekmek demektir.’
Bu açıdan bakıldığında gerçekten de yerinde bir konu seçtiğimi söyleyebilirim.
Dünya hayatının bir tiyatro sahnesinden ibaret olduğunu, her güneş doğduğunda ‘gündüz’, ay çıktığında ise ‘gece sahnesi’ oynandığını ve rolü bitenlerin de sahneden ayrıldığına inanan bir Müslüman olarak size hayatın en gerçek yüzünü hatırlatmak istiyorum.
Başkaların ölümüne şahit olmak ya da başkalarının ölümünü düşünmek kısa vadeli bir nasihat etmiş oluyor. Ama insanın kendisinin ölümünü düşünmesi hayatının formatını değiştirir…
Kalan ömrünün kıymete bindiğine ve boşa geçirecek bir saniyesinin bile olamayacağına yakini bir şekilde inanır…
Sizlere biçilen ömür kredinizin kalan bakiyesini daha güzel ve daha çok salih amellerle geçirmeniz için Allah’a dua ediyor ve sizi ölüm meleğiyle baş başa bırakıyorum.
Artık gerisini size bırakıyorum.
Gözlerinizi yumun ve tefekkür edin........
.
Allah razi olsun..
 

Yagmurbey

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eyl 2011
Mesajlar
3,482
Tepki puanı
0
Puanları
36
es selamun aleyküm..

Gül berra böyle bir konu açtığın için teşekkür ederim

seni zevk ile takip etmekteyim.

Bütün paylaşımların harika

ALLAH a emanet ol..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
es selamun aleyküm..

Gül berra böyle bir konu açtığın için teşekkür ederim

seni zevk ile takip etmekteyim.

Bütün paylaşımların harika


ALLAH a emanet ol..
ve aleykum selam :)
Allah razi olsun abii ::)
ama sanirim fazla konu acilmasindan rahatsiz olunuyor..ama inan ben bu konuda cok dikkat etmeye calisiyorum acmadan once forumda acilmismi diye bakip oyle aciyorum..ama sanirim genede gozumden kaciyor inan bu konuda ne yapacagimi bilmiyorum ve cok uzgunum... :(
 

Yagmurbey

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eyl 2011
Mesajlar
3,482
Tepki puanı
0
Puanları
36
Üzülme KARDEŞ

Ben seni her zaman takdir ediyorum..

ALLAH razı olsun...

Konu açmaya gelince gerekli olan her konu açılsın...

Bozma moralini çizgini bozmadan devam et KARDEŞ....
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
40

Amiin canım, cümlemizden.. Muhtazaf abimiz'den alıntıydı sanırım bu yazı.. Yazmayı unutmusum ama emin de değilim..
Yazanın emeğine sağlık. Tefekkürlük, ibretlik bir paylaşım..




Hiçbir şeyle mutlu olmayanların örnek alması gereken fotoğraf..

Mutlu olmak için harekete geçmelisin...
 

Yagmurbey

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
1 Eyl 2011
Mesajlar
3,482
Tepki puanı
0
Puanları
36
Amiin canım, cümlemizden.. Muhtazaf abimiz'den alıntıydı sanırım bu yazı.. Yazmayı unutmusum ama emin de değilim..
Yazanın emeğine sağlık. Tefekkürlük, ibretlik bir paylaşım..




Hiçbir şeyle mutlu olmayanların örnek alması gereken fotoğraf..

Mutlu olmak için harekete geçmelisin...



sana bir özür borcum vardı..

senden özür dilerim hakkını helal et...

ALLAH a emanetsin
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Cocuk dedigin uslu oturur.
Cocuk dedigin büyüklerin sözünü dinler.
Cocuk dedigin her lafa karismaz.
Cocuk dedigin ``yapma`` deyince yapmaz.
Cocuk dedigin ``yat`` deyince yatar.
Cocuk dedigin önüne konulani yer.
Cocuk dedigin yeni icatlar cikarmaz.Cocuk dedigin ders calisir.
Cocuk dedigin dik kafalilik etmez.
Cocuk dedigin cok soru sormaz.
Cocuk dedigin karsilik vermez.
Cocuk dedigin paylaninca önüne bakar.
Cocuk dedigin evi dagitmaz.
Cocuk dedigin her seyi istemez.
Cocuk dedigin her duydugunu söylemez.
Cocuk dedigin anasindan babasindan korkar.
Cocuk dedigin ``simdi seni gebertirim`` deyince sus pus olur.
Cocuk dedigin her önüne gelenle oynamaz.
Cocuk dedigin büyüklerini üzmez.
Cocuk dedigin ikide birde zirlamaz.
Cocuk dedigin büyüklerin vurdugu yerde gül bitecegini bilir.
Cocuk dedigin agaca da cikmaz.
Cocuk dedigin kapinin önüne cikar.
Cocuk dedigin durmadan islik calmaz.
Cocuk dedigin yemekten önce kiraz yemez.
Cocuk dedigin hep top pesinde kosmaz.
Cocuk dedigin kus pesinde de kosmaz.
Cocuk dedigin kiz pesinde hic kosmaz.
Cocuk dedigin büyüklerin bir dedigini iki ettirmez.
Cocuk dedigin zirt pirt televizyonu acmaz.
Cocuk dedigin söylenen isten kacmaz.
Cocuk dedigin anasinin babasinin odasini acmaz.
Cocuk dedigin kapi calininca kosar kapiyi acar.
Cocuk dedigin insanin tepesine binmez.
Cocuk dedigin aksama kadar bisiklete de binmez.
Cocuk dedigin kimsenin dalina basmaz.
Cocuk dedigin islak yerlere de basmaz.
Cocuk dedigin sofrada adam gibi oturur.
Cocuk dedigin büyüklerin yaninda oturmaz.
Cocuk dedigin haytalik etmez.
Cocuk dedigin cocuklugunu bilir.
Cocuk dedigin saygi suygu bilir.
Cocuk dedigin dersini de bilir.
Cocuk dedigin insanin kafasini sisirmez
Cocuk dedigin pirtlatmakicin avurdunu sisirmez.
Cocuk dedigin cok gülmez.
Cocuk dedigin cagrilinca gelir.
Cocuk dedigin yemek saatinde eve gelir.
Cocuk dedigin yüzüne bakilinca kendine gelir.
xxxx
Büyüklere gelince...
Onlar büyüktür, her seyi yapabilirler.
Ve cocuklar yaslanip ölünceye dek, her seyi sadece büyüklerin
yapabilecegine inanarak yasarlar.
Guncelleme..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Zamanin iyi ve uretken olarak kullanimi konusunda zaman zaman kurslar
duzenleniyor. Iste bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmani ogretmen,
cogu hizli mesleklerde calisan ogrencilerine:

* "Hadi, kucuk bir sinav yapalim" demis. Ve masanin uzerine kocaman bir
kavanoz koymus. Sonra bir torbadan irice kaya parcalari cikarmis,
dikkatle ust uste koyarak kavanozun icine yerlestirmis.
Kavanozda tas parcasi icin yer kalmayinca sormus:

* "Kavanoz doldu mu?"

Siniftaki herkes,
* "Evet, doldu" yanitini vermis.

* "Demek doldu ha" demis hoca.
Hemen egilip bir kova kucuk cakil tasi cikartmis, kavanozun tepesine
dokmus, kavanozu eline alip sallamis, kucuk parcalar buyuk taslarin
sagina soluna yerlesmisler...

Yeniden sormus ogrencilerine:
* "Kavanoz doldu mu?"

Isin sanildigi kadar basit olmadigini sezmis olan ogrenciler,
* "Hayir,tam da dolmus sayilmaz" demisler.

* "Aferin" demis zaman kullanim hocasi. Masanin altindan bu kez de bir
kova dolusu kum cikartmis. Kumu kaya parcalari ve kucuk taslarin
arasindaki bolgeler tumuyle doluncaya kadar dokmus. Ve sormus yeniden:

* "Kavanoz doldu mu?"
* "Hayir dolmadi!" diye bagirmis ogrenciler. Yine
* "Aferin" demis hoca.

Bir surahi su cikarip kavanozun icine dokmeye baslamis.
Sormus:
* "Bu gorduklerinizden nasil bir ders cikardiniz?"

Atilgan bir ogrenci hemen firlamis:
* "Su dersi cikarttik. Gunluk is programiniz ne kadar dolu olursa
olsun,her zaman yeni isler icin zaman bulabilirsiniz."

* "Hayir" demis ogretmen. "Cikartilmasi gereken asil ders su; Eger buyuk
tas parcalarini bastan kavanoza koymazsaniz daha sonra asla koyamazsiniz."
Ve tabii, herkesin kendi kendisine sormasi gereken soruyu sormus:

* "Hayatinizdaki buyuk tas parcalari hangileri? Onlari ilk is olarak
kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup
buyuk parcalari disarda mi birakiyorsunuz?"

Ya siz? Kaya parcalarina oncelik veriyor musunuz

Guncelleme...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt