Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zikir Kavramı (3 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
KAYYIME,
ALLAH CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
35 Yol gösterme manasında zikir kavramı:

Enbiyâ suresi ayet, 48
Andolsun, biz Musa'ya ve Harun'a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan) ı verdik.

Buradan itibaren peygamberlerin kıssaları başlar. Eğer bu kıssaları anlatıldıkları çerçeve içinde ele alırsak, aşağıdaki konuları vurgulamak için burada yer aldıkları açığa çıkar:
1) Daha önce gönderilen tüm peygamberler birer insandı: Bu nedenle Hz. Muhammed (s.a) gibi bir insanın peygamber olarak gönderilmesinde bir gariplik yoktur.
2) Bu Peygamberin görevi ve öğretileri de kendisinden önce gönderilen peygamberlerinkinin aynısıdır.
3) Bütün peygamberlere, kendilerine seçkin nimetler bahşeden Allah tarafından soylu ve yüksek bir mevki verilmiştir. Mesela peygamberler, yıllarca işkence ve zorluklar çekmelerine rağmen, en sonunda Allah onların dualarını kabul etmiş ve düşmanlarına karşı onlara mucizevî yollardan yardım etmiştir.
4) Allah'ın bahşettiği tüm seçkin nimetlere rağmen, onlar, Allah'ın alçak gönüllü kulları idiler. Ve ilahlıkta hiç bir payları yoktu. Hatta onlar da bazan hüküm verirken hata ederler, hasta olurlar, imtihana tabi tutulurlar ve Allah'a hesap verecekleri hatalar işlerlerdi.

Gerçi Tevrat, bütün insanların iyiliği için gönderilmişti, ama sadece bu özelliklere sahip olanlar ondan yararlanabilirler.

Bu üç kelime de Tevrat'ı yüceltmek ve övmek için kullanılmıştır:
1) Hakkı bâtıldan, ayıran bir kriter (Furkan)
2) Doğru hayat tarzını gösteren bir ışık (ziya)
3) Yanlış yola sapan Ademoğullarına unuttukları dersi hatırlatacak bir öğüt (zikr) .
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
36 Erkek manasında zikir kavramı

(Zikir kökünden zeker ve müzekker):

Âl-i İmrân suresi ayet, 36
Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sığındırırım."

Necm suresi ayet, 45
Doğrusu, çiftleri, erkek ve dişiyi, yaratan da O'dur

Kur’an’da bu kadar farklı anlamlarda kullanılan, dolayısıyla çok boyutlu ve insan hayatının bütününü kuşatan zikir, aynı zamanda insanın farklı şekillerde icrâ edebileceği ibâdettir. Zikir, dille, kalple, düşünce ile ve bedenin diğer organları ile yerine getirelebilen bütüncül bir özelliktir. İnsanın sadece dil ile bazı kelimeleri tekrarlaması, filin sadece bir organını tutup onu o parça ile değerlendiren körün tutumuna benzer. Otuzdan fazla anlamından birini almak ve sadece dil ile bazı kelimeleri tekrar etmek zikir değil; zikirden sadece bir bölümdür. Bu parçacı anlayış, dinin tahrif edilmesi demek değilse, en azından gaflet ve cehâlet ürünüdür.


Zikir; sadece “Allah!” demek veya O’nu hatırlatan kelime veya cümleleri tekrarlamak değildir. Allah’ı, güzel isimlerini hatırlamak, anmak, O’na hamd ve şükürde bulunmak, O’nu tesbih etmek, tekbir ile ululamak, Kitabullah’ı okumak, duâ etmek; bütün bunlar zikrin yalnızca lisana ait olan bölümüdür.. Allah’ın varlığına delâlet eden delilleri, O’nun sıfat ve isimlerini düşünmek, Allah’ın ahkâmını, emir ve yasaklarını, tekliflerini, vaadini ve vaîdini, O’na olan kulluk vazifelerini ve bunların hikmet ve delillerini düşünmek, enfüsî (öznel) ve âfâkî (nesnel) bütün yaratılmışları ve bunların yaratılış sırlarını düşünmek, varlığın her zerresinde mevcut ilâhî hikmetlerini görmek... Bu da kalbî ve fikrî zikirdir. Bedenin memur bulunduğu görevlerle meşgul ve dopdolu olması, kendilerine yasaklanan şeylerden uzak durması ise, fiilî ve bedenî bir zikirdir.


Her çeşit ibâdette asıl olan ihlâstır, gönlün Allah'a yönelmesidir. İbâdete değerini veren, onun derûnî boyutudur. Huşûdan yoksun, Allah’ın rızâsı dışında başka hangi amaçla yapılmış olursa olsun, şekilce ibâdet zannedilen hususlar, Allah’ın müslümandan istediği kulluk değildir. Yapılan ibâdetlere Allah’ın ihtiyacı kesinlikle düşünülemeyeceği için, insanın kalbini, zihnini ve davranışlarını güzele doğru, fıtrat istikametinde ve Allah’ın hoşnutluğu esas alınarak değiştirme özelliği öne çıkmalıdır. En büyük ibâdet olan namaz bile kalb-i selîm ile, ihlâsla ikame edilmediği müddetçe gerçek namaz olmadığı değerlendirilmelidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir için de aynı durum sözkonusudur.
Sadece dille,
alışkanlık kabilinden,
tören havasıyla edâ edildiğinde gerçek anlamda zikir kabul edilemez.
Zikir, gönül, tefekkür/düşünce, dil ve eylem bütünlüğü ile edâ edilmesiyle Kur’an’ın istediği gerçek zikir ve kulu Allah'a yaklaştıran ibâdet özelliğinde olacaktır.
Zikrin esası kalple, gönülle zikirdir, Allah’dan gâfil olmamaktır.

Bu başlıca üç çeşittir:

1- Allah’ın varlığını gösteren delilleri düşünmek, şüpheleri atarak Allah’ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir.

2- Allah’ın koyduğu hükümleri, kulluk vazifelerini, Allah’ın bildirdiği sorumlulukları, onlarla ilgili hükümleri, emir ve yasakları, Allah’ın vaadini ve tehdidini ve bunların delillerini düşünmektir.

3- Maddî ve mânevî varlıkları, bunlardaki yaratılış sırlarını seyredip düşünmekle zerrenin kutsal âleme bir ayna olduğunu görmektir. Bu aynaya, gereği gibi bakanların gözüne, o güzellik ve büyüklük âleminin nurları yansır. Bir anlık hisle bundan alınacak olan müşâhede zevkinin bir göz kırpacak kadar süren parıltısı bile dünyalara değer. Bu zikir makamının sonu, zirvesi yoktur.


Allah Teâlâ, bu zikir çeşitlerinden hangisiyle zikredilirse, O da ona lâyık bir şekilde kendisini zikreden kimseyi zikrederek karşılık verecektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Bakara suresi ayet 152
“Beni zikredin; Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin; sakın nankörlük yapmayın!”

Allah’ın, zikreden kuluna zikirle cevap vermesi konusunu izah için çeiştli açıklamalar yapılmıştır. Bunları şöyle özetleyebiliriz:

Beni, Bana itaatla zikredin; Ben de sizi rahmetimle zikredeyim.

Beni duâ ile zikredin; Ben de sizi, duânızı kabul ile zikredeyim (40/Mü’min, 60).

Beni övgü ve itaatle zikredin; Ben de sizi övgü ve nimetle zikredeyim.

Beni dünyada zikredin; Ben de sizi âhirette zikredeyim.

Beni gizli yerlerde zikredin; Ben de sizi geniş yerlerde ve yalnızlıkta zikredeyim.

Beni ibâdetle zikredin; Ben de sizi yardımla zikredeyim.

Beni, Benim yolumda cihadla zikredin; Ben de sizi hidâyetimle zikredeyim.

Beni refâhınız, rahatınız zamanında zikredin; Ben de sizi belâ ve musîbete uğradığınız zaman zikredeyim.

Beni doğruluk ve samimiyetle zikredin; Ben de sizi kurtuluş ve size tahsis ettiğim şeyleri artırmakla zikredeyim.

Beni, önceden ilâhlığımı kabul ile zikredin; Ben de sizi sonunda rahmet ve kulluğa kabul ile zikredeyim.

(Görüldüğü gibi, zikir hem insan açısından ve hem de Cenâb-ı Hak tarafından farklı şekillerde açılımlarla değerlendirilmiştir. Sesli bir şekilde ismi tekrarlayıp durmak şeklinde anladığımız zaman, bunun Allah tarafından kulunu bu şekilde zikretmesi düşünülmemesi gereken bir durumdur. O yüzden zikrin anlamını daraltmaktan şiddetle sakınılmalıdır.)

Zikir, mârifet ve bilgi ile olmalıdır. Allah’ın zikir emri karşısında ilk duyulan şey, âcizlik ve Yaratıcı’nın kudretine teslim olma arzusudur.
“Sana lâyık olduğun şekilde ibâdet/kulluk ve zikir yapamadık.” İmanın ve kulluğun başı, bu anlayıştır.
En güzel zikir de “Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” kelime-i tevhîdidir.
Bu tevhidin ve teslimiyetin gereği de, bu âcizlik içinde kendini, Allah’ın emirlerinin tek yürütme vâsıtası bilerek, istenilen görevleri en güzel şekilde ve âzamî derecede yerine getirmek için yalnız Allah’tan yardım dileyip en iyi şekilde yapmaya çalışmaktır.
İşte bu da, zikrin ve şükrün ta kendisidir. Yani, yüklenen sorumluluk, imkân ve kabiliyet şartına bağlanmıştır. Fakat o yetenek, Allah’ın bir yardımı olduğu için onun da işin aslında bir sınırı ve sonu yoktur. Bundan dolayı kul, Allah’ı zikirle O’ndan yardım diler ve kendine verilen kabiliyeti sarfeder. Şu halde, her mü’min “Beni zikredin!” emri karşısında âcizliğini hissederek önce: “Ancak Sana ibâdet/kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz.” (1/Fâtiha, 4) şeklindeki kesin sözünü hatırlayacak; zikir ve şükür için Allah’tan yardım isteyecektir.
 

TRHACKER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2009
Mesajlar
2,454
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
allah razı olsun güzelbir paylaşım
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
TRHACKER,
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve İbâdetler

Bütün ibâdetlerin özü ve aslı Allah Teâlâ’yı hatırlamaktır. İslâm’ın direği namazdır ve namazdan da maksat Allah’ı zikirdir. “Bana ibâdet/kulluk et; Beni zikir için namaz kıl.” (20/Tâhâ, 14). “Namazı dosdoğru kıl. Allah’ı zikretmek elbette en büyük (ibâdet)tir.” (29/Ankebût, 45). Kur’ân-ı Kerim okumanın ibâdetlerin en fazîletlisi olmasının sebebi, Allah’ın kelâmı olması, Allah’ı hatırlatıcı olması ve içerisindekilerin hepsinin Allah’ı zikretmeyi, O’nu hatırlamayı tazelemesidir. Oruçlu insan, sadece midesine değil; eline, ayağına, gözüne, kulağına hâkim olur, onlara da oruç tutturur. Oruç, mideyi aç bırakmaktan daha çok, gönlü takvâ ile doldurmaktır (2/Bakara, 183). Oruçtan maksat, şehvet ve kötü arzuları kırmaktır. Böylece şehvet ve hevânın sıkıntılarından kurtulan kalp, temizlenir ve zikre müsait hale gelir. Allah’ın evi olan Kâbe’yi ziyâret olan hacdan maksat, ev sahibi olan Allah’ı hatırlamak ve O’na yakınlaşmak çabasıdır. Hac menâsiki içinde yer alan tekbir, telbiye gibi ibâdetler zikir cinsindendir. Dolayısıyla bütün ibâdetlerin başı zikirdir. Zaten müslüman olmak için kelime-i tevhidi söylemek şarttır. Bu da zikrin ta kendisidir. Diğer bütün ibâdetler, bu zikri kuvvetlendirmek içindir. İnsanoğlu, ibâdet için yaratılmıştır (51/Zâriyâat, 56). “Kurtulmak istiyorsanız, Allah’ı çok zikredin.” (8/Enfâl, ) buyurulur. Kurtuluşun anahtarı, az değil; çok zikretmek, her durumda; ayakta, otururken, yatarken zikretmektir (3/Âl-i İmrân, 191).

Münâfıklar Allah’ı çok az zikrederler (4/Nisâ, 142). Demek ki mü’min Allah’ı çokça zikretmek zorundadır. Tüm zamanını Allah’ı hatırında tutarak, müslüman olduğunu, Allah'a ve O’nun hükümlerine teslim olduğunu unutmadan geçirmelidir.

Tâhâ suresi ayet, 14
Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."

Namaz'ın asıl amacı işte budur. Namaz insanlara dünyevi zevkler nedeniyle Allah'dan gafil olmamaları ve insanın kendi başına bağımsız bir varlık değil, Allah'ın kulu olduğunu hatırlamaları için farz kılınmıştır. Namaz, insana Allah'ın varlığını hatırlatmak için günde beş vakit olarak farz kılınmıştır.
Bazıları bunun: "Namazı kıl ki, seni hatırlayayım" anlamına geldiğini söylerler.
Bu ayete göre, namazı zamanında kılmayı unutan kimse hatırladığında kılmalıdır. Bu, Enes (r.a) 'dan rivayet edilen bir hadisle de desteklenmektedir: "Eğer bir kimse namazı kılmayı unutursa hatırladığında kılmalıdır. Çünkü bunun için başka bir keffaret yoktur." (Buhari, Müslim, Ahmed)
Aynı konuda Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadis daha vardır. Peygamber'e (s.a) : "Eğer namaz vaktinde uyursak ne yapalım?" diye sorulduğunda "uyuyana günah yoktur, bir kimsenin uyanıkken namazı terk etmesi günahtır. Bu nedenle bir kimse namazı kılmayı unutur veya uyuya kalırsa hatırladığında veya uyandığında kılar" cevabını vermiştir.
(Tirmizi, Nesei, Ebu Davud)

Ankebût suresi ayet, 45
Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa) dan ve kötülüklerden vazgeçirir. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet) tür. Allah, yapmakta olduklarınızı bilmektedir.

Hitap, görünüşte Hz. Peygamber'edir (s.a) , fakat aslında bütün müminleri kapsamaktadır. Buraya kadar geçen ayetlerde müminlere, kendilerini içinde buldukları çok zor koşullara ve inançları nedeniyle karşılaştıkları işkencelere cesaretle göğüs gerebilmeleri için Allah'a güvenip dayanmaları tavsiye edilmişti. Burada ise sabır ve sebatın pratik bir aracı olarak, Kur'an okuyup namazı ikame etmeleri söylenmektedir. Çünkü Kur'an okuma ve namaz kılma, mümini sadece bâtıl ve kötülüğün şiddetli fırtınalarına cesaretle karşı koymasını değil, aynı zamada onları yenmesini de sağlayan güçlü bir karakter ve mükemmel bir kapasiteye kavuşturan iki araçtır. Fakat insan, ancak sadece kelimeleri okumakla kalmayıp Kur'an'ın öğretilerini iyice anladığında ve onları ruhunda sindirdiğinde ve namazı sadece fiziksel hareketlerden ibaret kalmayıp kalbinden gelen bir hareket ve ahlâk ve karakterinin bir dürtüsü olursa Kur'an okumak ve namaz kılmaktan güç kazanabilir. Namazın nasıl olması gerektiği, bir sonraki cümlede Kur'an'ın kendisi tarafından açıklanmaktadır. Kur'an okumaya gelince, boğazdan aşağısına, kalbe ulaşmayan bir okumanın, değil kişiye küfre karşı koyma gücü vermek, imanında sebat etmesi için yeterli güç bile veremeyeceğine dikkat edilmelidir. Bu tür insanlar hakkında bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Onlar Kur'an okuyacaklar, fakat Kur'an boğazlarından aşağıya geçmeyecektir:
Onlar okun yaydan çıktığı gibi imandan çıkarlar." (Buhari, Müslim, Muvatta) Aslında kişinin düşünce, ahlâk ve davranışlarında hiçbir değişiklik meydana getirmeyen ve onun Kur'an'ın yasakladığı şeyleri yapmaya devam etmesini engellemeyen bir okuma, gerçek müminin okuyuşu değildir. Böyle kimseler hakkında Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ın haram kıldığını helal kılan, aslında hiç Kur'an'a inanmamış gibidir." (Tirmizi, Süheyb Rûmi'den rivayet etmiştir.) Böyle bir okuyuş, kişinin nefis ve ruhunu ıslah edip güçlendirmez, aksine onu Allah'a karşı daha küstah, vicdanına karşı inatçı yapar ve karekterini tamamen bozar. Çünkü Kur'an'ın ilâhî bir kitap olduğuna inanan, onu okuyup Allah'ın neler emrettiğini öğrenen, sonra da emirlerine karşı gelen kimsenin durumu, bilmediği için değil, kanunu çok iyi bildiği halde suç işleyen sanığın durumuna benzer. Hz. Peygamber (s.a) , bu noktayı çok kısa bir cümle ile ifade etmiştir: "Kur'an sizin lehinize de, aleyhinize de bir şahittir."(Mümin) Yani! "Eğer Kur'an'a doğruca uyarsanız, o sizin lehinize bir şahit olur." Burada veya ahirette ne zaman yaptıklarınızdan hesaba çekilirseniz, yaptıklarınızın Kur'an'a uygun olduğunu söyleyerek, Kur'an'ı şahit getirebilirsiniz. Eğer yaptığınız şey kesinlikle ona uyuyorsa, bu dünyada hiçbir hakim sizi cezalandırmaz. Ahirette de Allah sizi bundan hesaba çekmez. Fakat eğer bu kitap size ulaşmış, siz de onu okumuş ve rabbinizin sizden neler istediğini, neleri yasaklayıp neleri emrettiğini öğrenmiş, sonra da ona aykırı bir tavır içine girmişseniz, o zaman bu kitap sizin aleyhinize bir şahit olur. Allah'ın mahkemesinde sizin suçunuzu daha da teyid eder. İşte o zaman ne cezadan kaçmanız, ne de cehaletinizi öne sürerek daha hafif bir cezaya çaptırılmanız mümkün olur."

Bu, konuyla ilgisi nedeniyle burada zikredilen namazın birçok önemli özelliklerinden biridir. Müslümanların Mekke'de yaşadıkları şiddetli düşmanlık ve reddedilmeye karşı maddi güçten çok moral (ahlâkî) bir güce ihtiyaçları vardı. Bu moral gücü sağlamak ve onu geliştirmek için ilk önce burada iki araca değinilmektedir: Kur'an okumak ve namazı ikame etmek. Ardından da namaz kılmanın müslümanları, o dönemde çevrelerindeki gayr-i müslim Arapların ve Arap olmayanların meşgul olduğu, İslâm'dan önce kendilerinin de ortak olduğu kötülüklerden arıtıp temizleyeceği söylenmektedir.
İnsan birazcık düşününce, niçin namazın bu belirli faydasının özellikle burada zikredilmiş olduğunu kavrayabilir. Kötülüklerden vazgeçmek, sadece ahlâkî temizliğe ulaşan kişiye hem bu dünyada hem de ahirette faydalar sağlamakla kalmaz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve İbâdetler

Bunun kaçınılmaz bir avantajı da şudur: Kötülüklerden kaçınmak kişiye, bu kötülükleri işleyen ve bu kötülükleri besleyip geliştiren cahiliye düzeninin devam etmesi için çalışanlara karşı eşsiz bir üstünlük kazandırır. Çirkin ve kötü davranışlar insanın doğası gereği hoş karşılamadığı, ne kadar bozulmuş ve sapıtmış olursa olsun her toplum ve topluluk tarafından ilke olarak kötü kabul edilmiş olan davranışlardır. Kur'an'ın indirildiği dönemde Arap toplumu da bundan müstesna değildi. Bu insanlar da ahlâkî yücelik ve kötülüklerden haberdardılar; kötüye değil iyiye değer veriyorlar ve aralarında kötüyü iyiyle aynı sayan veya iyiye gereken değeri vermeyen kimse yoktu. Bu şartlar altında, böyle sapıtmış bir toplumda, o toplumun üyelerinden kendisi ile ilişkiye geçtikleri andan itibaren ahlâklı bireyler meydana getiren ve diğerlerinen daha üstün ahlâkî özelliklere sahip kişilikler yetiştiren bir hareket, kaçınılmaz olarak geniş etkiler uyandıracaktı. Sıradan Arap insanının, kötülükleri ortadan kaldırıp, iyilikleri yayan böyle bir hareketin ahlâki etkisini hissetmemesi ve onun yerine kendileri ahlâken çökmüş olan ve yüzyıllardan beri kötülükleri yayıp besleyen cahiliye sistemini devam ettirmeye çabalayan kimseleri takip etmesi imkansızdır. İşte bu nedenle o dönemde Kur'an, müslümanları, maddî güç ve kaynaklar temin etmek yerine, insanların kalplerinin kazanılmasını ve maddî güç sarfetmeksizin düşmanların yenilmesini sağlayacak olan namazı ikame etmeye teşvik etmektedir.
Namazın burada zikredilen faziletinin iki yönü vardır. Birincisi onun ayrılmaz ve kaçınılmaz özelliği olan kişiyi kötü ve iğrenç şeylerden alıkoyması; ikincisi onun istenilen özelliği, yani namaz kılan kişinin davranışlarında kötü ve iğrenç şeylerden kaçınması. Birinci özelliğini ele alırsak, namaz insanı kötülükleri yapmaktan alıkoyar. Namazın doğası hakkında biraz düşünen herkes, insanın kötülüklerden sakınması için konulan sınır ve engeller içinde en etkilisinin namaz olduğunu kabul edecektir. Hangi kontrol mekanizması, insanı günde beş defa Allah'ı zikretmeye çağıran, ona defalarca bu düyada tamamen hür olmadığını, bilakis Allah'ın kulu olduğunu ve Allah'ın onun yaptığı gizli açık herşeyden, hatta gönlünden geçirdiği gizli niyet ve amaçlardan bile haberdar olduğunu ve bütün yaptıklarından Allah'ın huzurunda hesap vereceği bir günün geleceğini hatırlatan namazdan daha etkili ne olabilir?
Namaz mümine sadece bunları hatırlatmakla da kalmaz, aynı zamanda ona, Allah'ın hiçbir emrine gizli de olsa isyan etmemesi için her namaz vaktinde ahlâkî bir eğitim de verir. Namazın başlangıcından sonuna dek, kişi, Allah'ın koyduğu kanunlara itaat mi yoksa isyan mı ettiğini bilen üçüncü bir şahıs bulunmaksızın belirli bazı hareketler yapmak zorundadır. Mesela eğer kişinin abdesti bozulmuşsa ve o kişi namaza durursa, kendisinden ve Allah'tan başka onun abdestsiz olduğunu bilebilecek kimse yoktur. Eğer bir kimse gerçekten namaza niyet etmez, fakat sadece gerekli hareketleri yapar ve sessizce, okunması gereken Kur'an'dan bölümler yerine, mesela şiir okursa, kendisinden ve Allah'tan başka, onun aslında hiç namaz kılmamış olduğunu kimse anlayamaz. Bununla birlikte, eğer bir kimse elbisenin ve bedenin temizliği, namazın farzları ve namazda okunacaklar, vs. gibi hususlarda ilâhî kurallara uyarak günde beş vakit namazını eda ederse, bu; o kimsenin namaz sayesinde günde kaç defa bilincinin uyandığı, ona görevine sadık ve sorumlu bir kişi olabilmesi için yardım edildiği ve dışarıdan bir kimsenin zorlaması olmadığı halde diğer insanlar onun niyet ve amellerini bilseler de bilmeseler de kendi itaat isteği nedeniyle kanunlara gizli veya açık uyması gerektiği konusunda onun ahlâkî bir uygulamalı-eğitim gördüğü anlamına gelir.
Böyle düşünüldüğünde, namazın kişiyi sadece kötü ve iğrenç şeylerden alıkoymakla kalmadığı, aslında dünyada insanı kötülüklerden alıkoyan en etkili aracın namaz olduğu kabul edilir. Namaz kılan kişinin kötülüklerden sakınıp sakınmaması olayına gelince bu, kendisini ıslah etmek için eğitim yapan kişinin kendisine bağlıdır. Eğer kişinin namazdan bu faydayı elde etme niyeti varsa ve bunun için gayret sarfederse, namazın ıslah edici etkisi mutlaka onun üzerinde de görülecektir. Aksi taktirde, dünyada düzelmek istemeyen veya ona karşı koyan bir kimseye etki edebilecek hiçbir ıslah metodu yoktur. Bu olayı bir örnekle açıklayabiliriz. Yiyeceğin asli özelliği, bedeni beslemesi ve geliştirmesidir. Fakat bu fayda ancak yiyecek sindirildiğinde elde edilebilir. Eğer bir kimse her yemek yiyişinden sonra yediklerini kusuyorsa, yiyeceklerin ona hiçbir faydası dokunamaz. Nasıl böyle bir kimse gözönünde bulundurularak "Yiyecekler beden için besleyici değildir, çünkü bu şahıs yediği halde iskelete dönüşmektedir" denemezse, namazı tam anlamıyla kılmayan bir kimse gözönünde bulundurularak da "Namaz kişiyi kötülüklerden alıkoymaz, çünkü falanca şahıs namaz kıldığı halde doğrulardan değildir" denemez. Nasıl böyle bir kimse için aslında namazı ikame etmediği söylenebilirse, yediği herşeyi kusan bir kimse için de yemek yemiyor demek uygun düşer.
Aynı konu ile ilgili Hz. Peygamber'den (s.a) , bazı sahabe ve tabiinden de sözler nakledilmiştir. İmran bin Huseyn, Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Namazı kendisini kötü ve iğrenç şeylerden alıkoymayan kimse, aslında hiç namaz kılmamış demektir. (İbn Ebi Hâtim) . İbn Abbas (r.a) Hz. peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kişiyi kötü ve iğrenç davranışlardan alıkoymayan namaz, onu Allah yolundan daha da uzaklaştırır." (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim) Aynı hususta Hasan Basri, Hz. Peygamber'den (s.a) mürselen bir hadis rivayet etmiştir. (İbn Cerir, Beyhaki) İbn Mesud'dan (r.a) rivayet edilen başka bir hadis de şöyledir: "Namaza itaat etmeyen namaz kılmamış gibidir ve namaza itaat de kişinin kötü ve iğrenç davranışlardan kaçınmasıdır." (İbn Cerir, İbn Ebi Hâtim) Aynı konuda Abdullah bin Mes'ud, Abdullah bin Abbas, Hasan Basri, Katade ve A'meş'ten de birçok sözler rivayet edilmiştir. İmam-ı Cafer es-Sadık şöyle demiştir: "Namazın kabul edilip edilmediğini öğrenmek isteyen kimse, namazın kendisini kötü ve iğrenç davranışlardan ne dereceye kadar sakındırdığına bakmalıdır. Eğer bu kimse kötülüklerden sakındırılmışsa, namazı kabul olmuştur." (Ruh'ul-Me'ani)

Bu ifade birçok anlama gelebilir:
1) "Allah'ı anmak (yani namaz) daha yüksek değere sahip bir şeydir: O, insanları kötülüklerden alıkoymakla kalmaz, bunun yanısıra insanları doğru davranışlarda bulunmaya ve başkalarını da buna çağırmaya teşvik eder."
2) Allah'ı anmak bizatihi yüce bir iştir: O amellerin en iyisidir, insanın yaptıklarından hiçbirisi bu iş kadar yüce değildir."
3) Allah'ın sizi anması, sizin onu anmanızdan daha büyük bir şeydir. Allah Kur'an'da: "Beni anın ki, ben de sizi anayım" (Bakara: 152) buyuruyor. Bu nedenle kul namazda Allah'ı andığında, elbette Allah da onu anacaktır. Tabii ki Allah'ın kulunu anışı, mutlaka kulun Allah'ı anışından daha yüce bir şeydir." Bu üç anlamın yanısıra, bu ifadenin Hz. Ebu Derda'nın (r.a) hanımının açıkladığı bir gizli anlamı daha vardır: "Allah'ı anmak sadece namazla sınırlı değildir, bilakis onun sınırları çok geniştir. Bir insan oruç tuttuğunda, zekat verdiğinde veya salih bir iş yaptığında kaçınılmaz olarak Allah'ı düşünür. Bu nedenle salih ameller O'ndan kaynaklanır. Aynı şekilde bir insan, önünde fırsat olduğu halde kötü bir işi yapmaktan kaçınırsa, bu da Allah'ı anmanın bir sonucudur. O halde Allah'ı anmak bir mümiminin bütün hayatını kaplar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve İbâdetler

Bakara suresi ayet, 183
Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.

İslâm, belirlediği konularda adım adım ve derece derece ilerlemiştir. Aynı şey oruç emri için de söz konusudur. İlk önce Hz. Peygamber (s.a) müminlere ayda üç gün oruç tutmalarını tavsiye etti; fakat bu zorunlu değildi. Daha sonra hicret'in ikinci yılında, Ramazan'da oruç tutmakla ilgili bu emir (183. ayet) nazil oldu.
Bununla birlikte oruca dayanabilen, fakat tutmayanlara müsamaha gösteriliyordu. Tutmadıkları bir gün oruç için bir fakiri doyurmaları gerekiyordu. (184. ayet) . Bundan bir müddet sonra, bir sonraki ayette (185.) yer alan oruçla ilgili emrin son şekli bu durumu düzenledi. Sağlıklı kişiler için bu izah ortadan kaldırıldı; fakat, hastalar, yolcular ve buna kıyasen hamile ve emzikli kadınlar ve oruç tutmaya dayanamayan yaşlılar için bu izin geçerli olmaya devam etti.
İmam Ahmed İbn Hanbel'in naklettiği bir sözünde, Muaz İbn Cebel şöyle der: "Namaz ve oruç bugünkü haline yavaş yavaş ulaştı. İlk önceleri müminler namazda Kudüs'e dönerlerdi; fakat bir müddet sonra, Mekke'deki Kâbe'ye dönmeleri emredildi. Bunun yanısıra önceleri, herkes birbirine namaz vaktini haber vermek zorundaydı; fakat sonraları, bu amaçla ezan okunmaya başlandı. (Oruca gelince) Hz. Peygamber (s.a) Medine'ye hicret ettiğinde her ay üç gün oruç tutar, Muharrem'in onuncu günü de oruç tutardı. Daha sonra Allah, bütün Ramazan boyunca oruç tutmayı farz kıldı; fakat dayanabildiği halde oruç tutmayan bir kimsenin, fidye olarak bir günlük orucu için bir fakiri doyurmasına izin verdi. Sonraları bir günlük oruç için bir fakiri doyurma izni, yolculukta olmayan sağlıklı kişi için neshedildi." (İbn Kesir, s. 214)
Buhari, Müslim, Ebu Davut ve diğer âlimler, Hz. Aişe, Abdullah İbn Ömer ve Abdullah İbn Mes'ud'dan (Allah hepsinden razı olsun) bunu destekler nitelikte hadisler rivayet etmişlerdir. Aynı konuda, meşhur Kur'an müfessiri ibn Cerir et Taberî de birçok sahabi ve tabiûn'dan çok sayıda sahih hadis ve rivayet nakletmiştir. Bu rivayetlerden birinde Hz. Muaz İbn Cebel'in şu açıklamasını nakleder: "Araplar oruç tutmaya, alışkın olmadıkları için ilk önceleri oruç tutmak onlara zor geldi. Bu nedenle onlara, Ramazan'da oruç tutmadıkları güne karşılık bir fakiri doyurmaları için izin verildi. Sonraları bu izin, hasta ve yolcular dışındaki kimseler için iptal edildi." İbn Cerir et-Taberî, İbn Abbas'tan da bu konuda bir hadis rivayet eder. Birinci emirde (184. ayet) Allah, dayanabildiği halde oruç tutmayan kişinin oruç tutmadığı günler için fidye vermesine izin vermektedir. Bir yıl sonra nazil olan 185. ayette ise bu izin sağlıklı kimse için geçerli olmaktan çıkmakta, fakat, hasta ve yolcular için geçerli olmaya devam etmektedir.

Zâriyâat suresi ayet, 56
Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.

Yani, "Ben ins ve cinni, başkalarına değil, bana ibadet etsinler diye yarattım. Onlar bana kendilerini yarattığım için ibadet etmelidirler. Çünkü onları başkaları değil, ben yarattığım için, ibadet edilme hakkı da bana aittir. Onları ben yarattığım halde, nasıl başkalarına ibadet edeblirler?"
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: "Allah sadece insanları ve cinleri yarattığını belirtmiş. Oysa O tüm kainatı Yaratan değil midir? Ayrıca kainattaki her zerre Allah'a ibadet etmekteyken, niçin sadece insanların ve cinlerin Allah'a ibadet etmeleri için yaratıldıkları söylenmektedir?" Bu soru şu şekilde cevaplanabilir: Cin ve insanlar kendilerine Allah'a ibadet etme veya yüz çevirme ya da başkalarına ibadette bulunma hürriyeti verilmiş olan yaratıklardır. Kainattaki diğer varlıklar ise, böylesine bir irade hürriyetine sahip değillerdir. Onlar Allah'ın koyduğu yasalara uyarak, Allah'a ibadet etmenin dışında başka bir seçeneğe sahip olmadıklarından sadece insanlara ve cinlere hitap edilmiştir. Onlar dilerlerse kendilerini yaratan Allah'a ibadet ederler, dilerlerse O'ndan yüz çevirip, kendilerini yaratmayan başka varlıklara ibadet ederler. Ancak bu şekilde davrandıkları takdirde fıtratlarının dışına çıkmış olurlar. Bu bakımdan insanlar ve cinler, kendilerini yaratan Allah'ın dışında başka hiçkimseye ibadet etmeleri için yaratılmadıklarını bilmeli ve kendileri için doğru olan, onlara verilen bu hürriyeti yanlış yolda kullanmamak olduğunu anlamalıdırlar. Bu hürriyeti doğru yolda kullanarak, tıpkı vücutlarındaki her zerrenin Allah'ın kanunlarına uyarak, O'na ibadet ettiği gibi, onlar da kendi iradeleriyle Allah'a ibadet etmelidir.
"İbadet" kelimesi burada sadece namaz, oruç vs. ibadetlere atfen kullanılmamıştır. Bu yüzden ayeti, cin ve insanların sadece namaz, oruç, tesbih vs. için yaratılmış oldukları biçiminde anlamak yanlıştır. İbadet kavramı içine, bu saydıklarımız da girmekteyse de hepsi bu değildir. Bu ifadenin tam anlamı, cin ve insanların Allah'tan başkasına tapmamalarını, itaat etmemelerini, hiç kimseye boyun eğmeyip, sadece Allah'ın karşısında eğilmelerini, O'nun emirlerine itaat edip, O'ndan korkmalarını, sadece Allah'ın dininin kurallarına uymalarını, O'nun dışında hiçkimseden birşey beklememelerini ve hiçkimsenin önünde dua etmek için el açmamalarını tazammun eder.

Âl-i İmrân suresi ayet, 191
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Ve derler ki:
"Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."


Yani, "Bu ayetler (işaretler) , Allah'tan gafil olmayan ve tabiat hadiselerini bir hayvan gibi değil, düşünen bir insan gibi gözleyen herkesin hakikat'ı anlamasını sağlayabilir."

Evrenin sistemini yakından gözlemeleri, onları, bu hayattan sonra cezaları ve mükâfatları ile bir ahiret hayatının varolduğu fikrine götürür. Sistemin kendisi, arka-planında varolan hikmeti açıkça ortaya koyar. Bundan da anlaşılacağı üzere Hakim (hikmet sahibi) olan Yaratıcı'nın insanı yaratmasının belli bir amacı vardır. Her şeyin insanın kullanımına verilmesi ve Allah'ın, insanı, iyiyi kötüden ayırdedebilecek bir idrak merkezi ile donatmış olması açıkça gösterir ki, Allah insanı bu yaratılış amacına uygun olmadığı konusunda hesaba çekecektir. Bunun sonucu, dünyada yaptığı iyilikler nedeniyle mükâfat alacak, kötülükler nedeniyle de cezalandırılacaktır. Bu düşünce insanı, kişinin amellerinin hesaba çekileceği, ölümden sonra bir hayatın varolması gerektiği sonucuna götürür. Bu düşünceye ulaşma insanı ahiret'te cezaya çarptırılma korkusuyla doldurur ve bu nedenle kendisini Cehennem azabından koruması için Allah'a dua etmeye yöneltir.

Nisâ, 142
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde) , Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar.

Namazı cemaatle kılmak samimi bir müminle münafığı ayıran kıstas olarak kabul edilmiştir. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a) zamanında, bir kişi düzenli ve vaktinde namaz kılmadıkça İslâm topluluğunun bir üyesi sayılmazdı. Her cemiyet ve kuruluş nasıl çok önemli bir neden olmaksızın, bu üyenin toplantıya katılmamasını ilgisizlik kabul eder ve sürekli devamsızlık halinde üyeyi cemiyetten uzaklaştırırsa, bir müminin cemaatle namaz kılmaması da onun İslâm'a olan ilgisinin azlığına işaret eder. Eğer sürekli olarak cemaatten uzak olursa, bu da onun İslâm'dan döndüğüne bir delil teşkil eder. İşte bu nedenle o dönemde münafıklar da günde beş vakit namazı katılmak zorundaydılar. Aksi takdirde İslâm toplumunun birer üyesi sayılmazlardı. Fakat gerçek müminlerle münafıkları ayıran nokta, müminlerin mescide büyük bir şevkle vaktinden önce gitmeleri ve namazdan sonra bile orada kalmalarıydı. Bu da onların ne kadar samimi olduklarını gösteriyordu. Diğer taraftan ezan sesi münafığa ölüm habercisi kadar korkunç geliyordu. Yine de isteksizce cemaate katılmak üzere kalkıyordu, fakat onun tüm davranışları namazı isteksizce kıldığını gösteriyordu. Daha sonra da sanki hapishaneden kaçar gibi mescidden aceleyle ayrılıyordu. Onun bütün davranışları, bir müminin aksine, onun Allah'ı anmaya hiçbir ilgi duymadığını gösteriyordu..
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve Namaz

Namaz, baştan sona bir zikirdir.
Namaz bize her rüknünde, her ifadesinde Allah’ı hatırlatır. Bu sebepten Allah, Kur’ân-ı Kerim’de bazen “namazı ikame ediniz!” emri yerine; “Allah’ı zikrediniz!” veya “Rabbinin adını zikret!” denilir.
Kerim Kitab'da zikirle namaz yakınlığından dolayı, zaman zaman salât (namaz) kelimesinin zikirle yer değiştirdiği ifadelere rastlarız.
Namazda Allah’ın zikrini (Kur’an’ı) tekrar eder, tezekkür ederiz. Bunun için Cenâb-ı Hak; “sabah akşam namaz kıl!” yerine; “Sabah akşam Rabbinin adını zikret!” (76/İnsan, 25) buyurmuştur.

Namazın her rekâtında ve her bir rüknünde Allah’ı tekrar tekrar zikretmeli, hatırlamalıyız. Allah’ın emirlerini ve yasaklarını, vaadlerini ve tehditlerini, hüküm ve nimetlerini, sıfat ve isimlerini düşünmeliyiz. Böylece namaz, günde beş kez, alevlenen nefsî arzuların ateşini söndürmek, dünyevî sevgilerle kendinden geçen gönlümüze Allah ve Rasûlü’nün sevgisini yerleştirmek, fahşâ ve münker pisliğiyle aslî temizliğini kaybeden varlığımızı arındırmak için yapılan gerçek bir zikir olur. Bu anlamıyla zikrin yer almadığı namazlar, boş ve mânâsız hareketlerden ibâret birer yorulma olmaktan öteye gidemez.


“Bana ibâdet/kulluk et; Beni zikir için namaz kıl.” (20/Tâhâ, 14).

“Namaza çağrıldığınız zaman Allah’ı zikretmeye koşun!”(62/Cum’a, 9)

“Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret. Gâfillerden olma!” (7/A’râf, 205)

“Allah’ın yüce tanınmasına, içinde adının zikredilmesine izin verdiği mescidlerde sabah akşam O’nu tesbih ederler.” (24/Nûr, 36)

“Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru kıl; çünkü namaz iğrenç ve kötü şeyler (fahşâ ve münker)den vazgeçirir. Allah’ı zikretmek, elbette en büyük (ibâdet)tir.” (29/Ankebût, 45)

“Ey iman edenler; çokça zikretmek sûretiyle Allah’ı zikredin!” (33/Ahzâb, 41)

“Sabah akşam Rabbinin adını zikret!”
(76/İnsan, 25)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve Kur'an

Kur’an, kendisine ‘zikir’ demektedir ki, O, baştan başa bir öğüttür, hatırlatmadır, insanlarla ilgili her önemli şeyi açıklayan bir ilâhî bildiridir. O, aynı zamanda sürekli Allah’ı hatırlatan âyetlerden meydana gelmektedir.

“Bu, Bizim O’na indirdiğimiz mübârek bir Zikirdir. Şu halde, onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?” (21/Enbiyâ, 50)
“Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” (15/Hıcr, 9)
“Dediler ki: ‘Ey kendisine zikir (Kur’an) indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!” (15/Hıcr, 6)
“(Rasûlüm!) İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir (Kur’an) verdik.” (20/Tâhâ, 99)
“Sen, ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele!” (36/Yâsin, 11)
“Sen zikrimize (Kur’an’a) iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüz çevir!” (53/Necm, 29)
“... Ey iman eden akıl sahipleri! Allah’tan korkun. Allah size gerçekten bir zikir (Kur’an) indirmiştir.” (65/Talak, 10)
Sâd Sûresinin ikinci âyetinde geçen ‘zikr’in birkaç anlamda kullanılma ihtimali bulunmaktadır: “Sâd. Zikir dolu Kur’an’a andolsun.” (38/Sâd, 1-2). Zikir dolu, zikir sahibi Kur’an; şeref ve şan sahibidir. En yüce şeref ona aittir. Nitekim bir başka âyette buna işaret edilmektedir: “Gerçekten O Kur’an, hem senin için, hem de kavmin için bir zikirdir (şereftir)” (43/Zuhruf, 44). Buradaki zikir ikinci olarak; anmak, hatırlatmak, şeriat ve hükümleri, va’ad (Allah’ın verdiği söz) ve tehditler, geçmiş ümmetlerin kıssalarından alınacak ders ve ibretler anlamında kullanılmaktadır. Üçüncü olarak, dinde ihtiyaç olan şeyleri hatırlatma, yani şerefli ve değeri yüce dini öğreten, ibret dersi veren Kur’an mânâsında gelmiş olabilir.
Kur’an, bir zikir ve uyarıdır. Kalpler onunla huzur ve sükûn bulur. Mü’minler onun âyetlerini tedebbür, tefekkür edip düşünsünler ve dosdoğru yolda hidâyet üzere yaşasınlar, her türlü problemlerine onun gösterdiği çarelerle çözüm bulup kurtuluşa ersinler diye gönderilmiştir.
Namazda ve namaz dışında Kur’an okumak, büyük bir zikirdir; devamlı bir hatırlama ve hatırlatmadır. Kur’an’ı ve O’nun hükümlerini unutan, dünya zevkleriyle sarhoş olup gaflet içinde yaşayan insanı ilâhî hakikatlerle sarsıp uyandıran, kendine/fıtratına döndüren büyük bir zikirdir Kur'an.
Zikrin bu geniş anlam sahası, Kur’an âyetlerinde açıkça ortaya konulduğunu yukarıda belirttik. Şimdi Kur’an’da zikir kelimesinin geçtiği bazı âyetlerin meallerini görelim:
"Allah'ın mescidlerinde O'nun adının zikredilip anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır?!” (2/Bakara, 114)
“Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim.” (2/Bakara, 152)
“...Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini (size verdiği hidâyeti ve size gönderdiği Peygamberini), kendisiyle size öğüt vererek size indirdiği Kitab’ı ve hikmeti zikredin/hatırlayın.” (2/Bakara, 231)
"...Allah'ın size öğrettiği gibi Allah'ı zikredin" (2/Bakara, 239)
“...Rabbini çok zikret; sabah akşam tesbih et.” (3/Âl-i İmrân, 41)
"Onlar (takvâ sahipleri), bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı zikredip/hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler." (3/Âl-i İmrân, 135)
“Ayakta dururken, otururken, yanları üzerinde yatarken (her zaman) Allah’ı zikrederler ve şöyle duâ ederler: ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azâbından koru!” ( 3/Âl-i İmrân, 190-191)
“Namazı bitirince ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah’ı zikredin. Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz, mü’minler üzerine vakitli olarak farz olmuştur.” (4/Nisâ, 103)
"Eğer şeytanın fitlemesi seni dürterse hemen Allah'a sığın. Çünkü O, (herşeyi) işitendir, (herşeyi) bilendir. Takvâya erenler var ya, onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) tezekkür edip hatırlayarak hemen gerçeği görürler." (7/A'râf, 200-201)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve Kur'an

“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam zikret. Gâfillerden olma!” (7/A’râf, 205)
"Mü'minler, ancak, Allah zikredildiği/anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir." (8/Enfâl, 2)
“Ey iman edenler! (Savaşmak için) herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebât edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz.” (8/Enfâl, 45)
“(Onlar, Allah'a) İman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur, huzura kavuşur.” (13/Ra’d, 28)
“Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan herkes (herşey) O’nu tesbih eder. O’nu hamd/övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız.” (17/İsrâ, 44)
“Unuttuğun zaman Allah’ı zikret ve ‘Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir’ de.” (18/Kehf, 24)
“(Rasûlüm!) Sabah akşam Rablerine, sırf O’nun rızâsını dileyerek duâ edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini, Bizi zikretmekten gâfil kıldığımız, hevâsına/kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme.” (18/Kehf, 28)
"(Ey Mûsâ!) Seni, kendim için elçi seçtim. Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimi götürün. Beni zikretmeyi ihmal etmeyin. Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı." (20/Tâhâ, 41-43)
“Kim Benim zikrimden yüzçevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim, geçim sıkıntısı vardır ve Biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşrederiz.” (20/Tâhâ 124)
“İşte bu (Kur’an) da, Bizim indirdiğimiz mübârek/hayırlı, faydalı bir zikirdir (öğüttür). Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz?” (21/Enbiyâ, 50)
“...İlâhınız bir tek İlâhtır. O’na teslim olun! (Ey Muhammed!) O ihlâslı ve mütevâzi insanları müjdele! Onlar öyle kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler; namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler (Allah için harcarlar).” (22/Hacc, 34-35)
“Öyle adamlar vardır ki (Allah’ı tesbih ederler), ne ticâret ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (24/Nûr, 37)
“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki namaz, fahşâ ve münkerden (hayâsızlıktan ve kötülükten) alıkoyar. Allah’ı(n) zikir(i), elbette en büyük (ibâdet)tür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (29/Ankebût, 45)
“Bizim âyetlerimize ancak o kimseler iman ederler ki, bu âyetlerle kendilerine zikir/öğüt verildiğinde (zükkirû), büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Onlar, yanları üzere yattıkları yataklarından kalkarak korkuyla, umutla Rablerine duâ edip yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler (Allah yolunda harcarlar). Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez. Öyle ya, mü’min olan, hiç fâsık (yoldan çıkmış) kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olamazlar.” (32/Secde, 15-18)
“...(Kur’an tilâveti ve ilimle, tesbih, tahmîd, tehlîl ve tekbirle) Allah’ı çokça zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; (işte) Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (33/Ahzâb, 35)
“Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah akşam tesbih edin.” (33/Ahzâb, 41-42)
“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini zikredin/hatırlayın: Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilâh yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden şirke) çevriliyorsunuz?” (35/Fâtır, 3)
“Saf saf dizilmişlere; Toplayıp sürenlere; Zikir okuyanlara yemin ederim ki, ilâhınız birdir.” (37/Sâffât, 3-4)
"Allah kimin gönlünü İslâm'a açmışsa o, Rabbinden bir nûr üzerinde değil midir? Allah'ı zikretmek hususunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (39/Zümer, 22)
"Kim Rahmân'ı zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin hidâyette/doğru yolda olduklarını zannederler. O şeytan dostu kimse, en sonunda Bize gelince arkadaşına: 'Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın!' der." (43/Zuhruf, 36-38)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zikir ve Kur'an

“Sen, zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlerden yüzçevir.” (53/Necm, 29)
“İman edenlerin Allah’ı zikretme ve O’ndan inen hak/gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu fâsıktır/yoldan çıkmış kimselerdir.” (57/Hadîd, 16)
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (62/Cum’a, 9-10)
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (63/Münâfıkun, 9)
“Rabbinin adını zikret. Mutlak ihlâs ile O’na yönel.” (73/Müzzemmil, 8)
“Sabah akşam Rabbinin ismini zikret. Gecenin bir kısmında O’na secde et; gecenin uzun bölümünde O’nu tesbih et.” (76/İnsan, 25-26)
“Temizlenen, Rabbinin adını zikredip O’na kulluk eden, namaz kılan kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir.” (87/A’lâ, 14-15)
Zikir; bir şeyin dilde veya kalpte hazır olması, o şeyin söz ile veya kalpte hatırlanmasıdır. Bu hatırlama iki şekilde olabilir: Birincisi, unuttuktan sonra olan bir hatırlamadır ki, bu her insanda her zaman olan bir şeydir. İkincisi, akılda tutulan, öğrenilen ve zaten kalbe yerleşen şeyin hatırlanmasıdır ki, kişi hiç unutmadığı bu gibi şeyleri dil ile söylediği zaman onu zikretmiş, dile getirmiş olur. “Andolsun, size, (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde olduğu bir Kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (21/Enbiyâ, 10) âyetinde bu anlamları bulmak mümkündür.
‘Zikir’ bir âyette Peygamberimiz’in bir özelliği olarak kullanılmaktadır . Tıpkı Hz. İsa (a.s.)’ya ‘Allah’ın Kelimesi’ denilmesi gibi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Allah’ın elçisidir, ama hatırlatan, uyaran veya şerefi yüce bir elçidir. “Allah, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır; öyleyse ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri! Allah’tan korkup sakının. Doğrusu Allah, sizin için bir zikir (hatırlatan) indirmiştir.” (65/Talak, 10). Bazı tefsirciler bu âyetteki zikr’in Kur’an olduğunu, bazıları ise kelimenin burada ‘uyarı’ anlamına geldiğini söylemişlerdir. (9)
Kur’an’ın ‘zikir ehli’ (ehlu’z zikr) dediği insanların kim olduğu konusunda da farklı görüşler bulunmaktadır. Bu kavramın geçtiği âyetin meâli şöyle: “Biz senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (resûl) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” (16/Nahl, 43). Bazılarına göre ‘zikir ehli’, Allah’ın daha önceden gönderdiği kitaplardır. Çünkü onlar da peygamberlerden ve onlarla beraber gelen vahy’den bahsediyorlar, onları hatırlatıyorlardı. Kimilerine göre, kitap ehli kimselerdir. Çünkü onlar da peygamberleri ve görevlerini biliyorlar. Kimilerine göre de, kendilerine tebliğ edildiği zaman daha önceden iman etmiş mü’minlerdir. Eğer müşrikler, Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in dâvetinden şüphe ediyorlarsa, daha önce bu dâveti anlamış ve iman etmiş kimselere sorsunlar. Çünkü onlar ‘zikr’i anlayan, ne olduğunu bilen kimselerdir (10)
Bir âyette ‘zikr’in, unutmadan sonra hatırlama anlamına geldiğini görüyoruz . Daha önce bilinen bir şey unutulduktan sonra hatırlanıyor ve bu hatırlama dil ile ifade ediliyor (18/Kehf, 63).
Kalp ve dil ile zikrin beraber ifade edildiği âyetler de bulunmaktadır. Şu örnekte olduğu gibi: “(Hac) ibâdetinizi bitirdiğinizde, artık (câhiliye döneminde) atalarınızı andığınız (zikrettiğiniz) gibi hatta daha kuvvetli bir anma ile Allah’ı anın (zikredin)…” (2/Bakara, 200). Buradaki zikir, hem kalb ile Allah’ı hatırlamaktır, hem de Hacc esnasında veya hac bitiminde çeşitli duâ ve zikir sözleri okuyup dil ile Allah’ı anmaktır. (Ayrıca bkz. 2/Bakara, 198, 203, 239; 4/Nisâ, 103).
Rabbimiz (c.c.), Peygamberimiz’e, Hz. Meryem’i, İbrâhim’i, Mûsâ’yı, İsmail’i, İdris’i (a.s.) anmasını veya onları mü’minlere hatırlatmasını istiyor (19/Meryem, 16, 41, 51, 54, 56). Yine Peygamberimize; “Hz. Dâvud’u , Eyyûb’u, İshak’ı, Yakub’u, Elyesâ’yı, Zülkifl’i (38/Sâd, 17, 41, 45, 48) ve Hûd’u da hatırlat” (46/Ahkaf, 31) buyuruyor. İsrâiloğullarına birçok yerde; “Allah’ın size verdiği nimetleri ve size verdiği makamları hatırlayın” demektedir (2/Bakara, 40, 47, 122; 5/Mâide, 20; 8/Enfâl, 45).
Kur’an, mü’minlerden de sürekli bir şekilde Allah’ın nimetlerini hatırlamalarını istiyor (2/Bakara, 231; 3/Âl-i İmrân, 103; 5/Mâide, 7, 11). Kur’an, ayrıca bütün insanlara Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlamalarını emrediyor (35/Fâtır, 3). (11)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
furkanozkaya,
Çok teşekkür ederim Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Hadis-i Şeriflerde Zikir Kavramı

“Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: ‘Ben kulumun Beni sandığı gibiyim ve Bana dua ettiği, Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Kim Beni kendi nefsinde zikrederse (içinden geçirirse), Ben de onu kendi nefsimde zikrederim (içimden geçiririm). Kim Beni kalabalıkta, bir cemaat içinde zikrederse, Ben de onu, ondan daha hayırlı bir cemaat içinde zikrederim. O, Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın (adım) yaklaşırım. O Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim. Kim Bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, Ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.” (Buhârî, Tevhid 15, 35, 50; Müslim, Zikir 2, hadis no: 2675, 4/2061, Tevbe 1; Tirmizî, Deavât 142, hadis no: 3598)


“Allah’ı zikredenle zikretmeyen, diri ile ölü gibidirler.” (Buhârî, Deavât 67)


“İçerisinde Allah zikredilen evlerin misali ile içerisinde Allah zikredilmeyen evlerin misali, diri ile ölünün misali gibidir.” (Buhârî, Deavât 66; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn 211, hadis no: 779)


"Allah'ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allah hatırlanıp zikredilmeden yapılan uzunca konuşmalar, kalbi katılaştırır. Allah'tan en uzak olan kimse, kalbi katı olandır." (Tirmizî, Zühd, 62)


“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere otururlarsa, melekler onları kuşatır, rahmet onları kaplar, üzerlerine sekîne (huzur, feyiz) iner ve Allah onları yanındakilere (meleklere) zikreder.”
(Müslim, Zikir 25, 30, hadis no: 2689, 2700, 4/2069; Tirmizî, Deavât 7, hadis no: 3375)


“Kim bir yere oturur ve orada Allah’ı zikretmez (ve hiç zikretmeden kalkar) ise Allah’tan ona bir noksanlık vardır. Kim bir yere yatar, orada Allah’ı zikretmezse, ona Allah’tan bir noksanlık vardır. Kim bir müddet yürür ve bu esnâda Allah’ı zikretmezse, Allah’tan ona bir noksanlık vardır.” (Ebû Dâvud, Edeb 31, 107, hadis no: 4856, 5059; Tirmizî, Deavât 8, hadis no: 3377). Hadis, Tirmizî’de şu şekilde gelmiştir: “Bir cemaat bir yerde oturur ve fakat orada Allah’ı zikretmez ve peygamberlere salât okumazlarsa, üzerlerine bir ceza vardır. (Allah) Dilerse onlara azab eder; dilerse mağfiret eder.” (Tirmizî, Deavât 8, hadis no: 3377)


Allah Rasûlü'nün (s.a.s.) ashâbından bir grup Peygamber'e şöyle demişlerdi: "Yâ Rasûlallah! Mal mülk sahibi kimseler, ecirlerin tamamını alıp götürdüler. Onlar bizim gibi namaz kılıyorlar, bizim gibi oruç tutuyorlar. (Ayrıca) mallarının fazlasını da tasadduk ediyorlar." Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: "Allah sizin için de tasadduk edeceğiniz şeyler hazırlamamış mı? Şüphesiz her bir tesbih bir sadaka, her bir tekbir bir sadaka, her bir tahmîd bir sadaka, her bir tehlîl bir sadaka, iyiliği emretmek, birinizin eşi ile cinsî münâsebette bulunması bir sadakadır." Bu söz üzerine ashâb: "Yâ Rasûlallah, birimiz şehvetinden dolayı hanımı ile münâsebette bulunur; bundan da sevap olur mu?" deyince Efendimiz şöyle buyurdu: "Şayet o kimse şehvetini haram bir yolla tatmin etseydi bir günah işlemiş olmaz mıydı? Aynı şekilde helâl bir yolla da şehvetini tatmin ederse ona bir sevap vardır." (Müslim, Zekât 53, hadis no: 1006)


“Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur; ancak Allah Teâlâ’yı zikir ve zikrullah’a yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç.” (Tirmizî, Zühd 14, hadis no: 2323; İbn Mâce, Zühd 3, hadis no: 4112) Bu hadis, farklı şekillerde de rivâyet edilmiştir: “Dünya mel’undur, Allah için olanlar hâriç.”, “Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur; emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker ve zikrullah hâriç.”, “Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur; Allah’ın rızâsı için yapılanlar hâriç.” (K. Sitte Terc. 7/238-239)

“Kim akşamdan temizlik üzere (abdestli olarak) zikredip uyursa (uyku bastırıncaya kadar Allah’ı zikrederse) ve geceleyin de uyanıp Allah’tan dünya veya âhiret hayırlarından bir şey isterse, Allah Teâlâ, istediğini mutlaka ona verir.” (Ebû Dâvud, Edeb 105, hadis no: 5042; Tirmizî, Deavât 100, hadis no: 3525)

“Allah’ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allah Teâlâ’yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini 'aradığınıza gelin' diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semâsına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar: ‘Kullarım ne diyorlar?’ ‘Seni tesbih ediyorlar, Sana tekbir okuyorlar, Sana tahmîd (el-hamdü lillâh) okuyorlar. Sana ta’zim (temcid) ediyorlar’ derler. Rab Teâlâ sormaya devam eder: ‘Onlar Beni gördüler mi?’ ‘Hayır!’ derler. ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ ‘Eğer Seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta’zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı’ derler. Allah tekrar sorar:Onlar ne istiyorlar?’ ‘Senden cennet istiyorlar.‘Cenneti gördüler mi?der. ‘Hayır Ey Rabbimiz!’ derler. Ya görselerdi ne yaparlardı?’ der. ‘Eğer görselerdi, derler, ‘cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi.’ Allah Teâlâ sormaya devam eder: ‘Neden istiâze ediyorlar (sığınıyorlar)?‘Cehennemden istiâze ediyorlar’ derler. Onu gördüler mi?’ der. ‘Hayır Rabbimiz, görmediler!’ derler. ‘Ya görselerdi ne yaparlardı?’ der. ‘Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı’ derler. Bunun üzerine Rab Teâlâ şunu söyler: ‘Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!” Rasûlullah (s.a.s.) sözüne devamla şunu anlattı: “Onlardan bir melek der ki: ‘Bunların arasında falanca günahkâr kul da var. Bu onlardan değil. O başka bir maksatla uğramıştı, oturuverdi.’ Allah Teâlâ; ‘Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki, onlarla oturanlar da onlar sâyesinde bedbaht olmazlar’ buyurur.” (Buhârî, Deavât 66; Müslim, Zikr 25, hadis no: 2689; Tirmizî, Deavât 140, hadis no: 3595)


“Allah’ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil’in oğullarından dört tanesini âzâd etmemden daha sevimli gelir. Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batışına kadar oturmam dört kişi âzâd etmemden daha sevimli gelir.” (Ebû Dâvud, İlm 13, hadis no: 3667) (Burada, Allah’ı zikirden maksat, her çeşit zikir olabilir: Kur’an tilâveti, tesbih, tehlil, tahmid, salevât, ilimle meşgul olmak, tefsir, hadis gibi şer’î ilimlerin öğrenilmesidir (K. Sitte, c. 6, s. 520).

“Abdest imanın yarısıdır. Elhamdü lillâh mizanı (amel terazisini) doldurur; sübhânallahi ve’lhamdü lillâh arz ve semâ arasını doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır; Kur’an ise, lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini (Allah'a veya şeytana) satar; kimisi kurtarır, kimisi de helâk eder.” (Müslim, Tahâret 1, hadis no: 223; Tirmizî, Deavât 91, hadis no: 3512; Nesâî, Zekât 1) Hadisin Tirmizî’de gelen başka bir vechi şöyledir: “Tesbih mîzânın yarısıdır; elhamdü lillâh mîzan doldurur; tekbir ise gökle yer arasını doldurur. Oruç sabrın yarısıdır; temizlik imanın yarısıdır.”
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Hadis-i Şeriflerde Zikir Kavramı

Hz. Ali anlatıyor: “Fâtıma’nın, değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incinmişti. Peygamber’e hizmetçi getirilmişti. Ben Fâtıma’ya dedim ki: “Babana gidip O’ndan bir hizmetçi ister misin?” O da babası Rasûlullah’ın yanına gitti. O, yanındaki bazı adamlarla konuşuyordu. Fâtıma da (bir şey söylemeden) geri döndü. Ertesi gün Rasûlullah Fâtıma’ya gelerek: “Kızım, ihtiyacın ne idi?” diye sordu. Fâtıma sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip: “Ben anlatayım Ey Allah’ın Rasûlü!” dedim ve açıkladım: “Fâtıma’nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Rasûlullah: “Ey Fâtıma, Allah’tan kork! Allah'a olan farzlarını edâ et, âilenin işlerini yap. Yatağına girince otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere elhamdü lillâh, otuz dört kere Allahu ekber de; Böylece hepsi yüz yapar. Bu zikir, senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.” buyurdular. Fâtıma (r.a.): “Allah’tan ve Allah’ın rasûlünden râzıyım” dedi. Rasûlullah ona hizmetçi vermedi.”
(Buhârî, Fedâilu’l-Ashâb 9, Humus 6, Nafakaat 6, 7, Deavât 11; Müslim, 80 hadis no: 2727; Tirmizî, Deavât 24, hadis no: 3405; Ebû Dâvud, Harâc 20, hadis no: 2988, 2989, Edeb 109, hadis no: 5062-5063) (Hadisin bazı vecihlerinde, Rasûlullah, “Suffe ashâbı ihtiyaç içerisinde kıvranırken ben size hizmetçi veremem” şeklinde cevap vermiş, “fazla köle olsa satıp parasıyla Suffe ashâbının bazı ihtiyaçlarını karşılamaya çalışacağını” belirtmiştir. Bazı rivâyetlerde: “Bedir yetimleri (ihtiyaçta) sizi geçti”, bir başka rivâyette: “Ey Fâtıma sabret! Kadınların en hayırlısı, âilesine faydalı olandır.” buyurmuştur.

“Namaz, oruç ve zikir; Allah yolunda infak (harcama) üzerine yedi yüz misli katlanır.”
(Ebû Dâvud, Cihad 14, hadis no: 2498)
(Bu hadisin izahı sadedinde İbn Kayyim, zikir ile cihad ilişkisi konusunda üç mertebe olduğunu ifade ederek, hem zikir ve hem cihadın birlikte yapılmasının en üst mertebe olduğunu belirtir.
Âyetten delil getirir: “Ey iman edenler, düşman bir grupla karşılaştınızmı sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki başarıya erişesiniz.” (8/Enfâl, 45)
“İkinci mertebe, cihad etmeksizin zikretmek. Bu, önceki mertebeden düşüktür. Üçüncü mertebe ise, zikretmeden cihad etmek; Bu her ikisinden de düşüktür. Çünkü cihad, zikir sebebiyle konulmuştur. Cihaddan maksat, Allah’ın zikri ve ibâdetin sadece O’na yapılması, O’nun bir bilinmesi, O’nun zikri, sadece O’nun ma’bud kılınmasıdır. Zikir, mahlûkatın yaratıldığı gâyeyi teşkil etmektedir” der. (K. Sitte, 13/251)

"Yedi sınıf insan vardır ki Allah onları kendi (arş'ının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyâmet) gün(ün)de (arş'ının) gölgesinde gölgelendirecektir.
(Bunlar:
Âdil imam (yönetici),
Allah'a ibâdet ede ede yetişen genç,
kalbi mescidlere bağlı olan kimse, Allah için sevişen, O'nun için bir yere gelen; O'nun için birbirinden ayrılan iki kimse, kendisini mevkî sahibi ve güzel bir kadın (fenâlığa) dâvet ettiği halde: 'Ben Allah'tan korkarım' diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren kimse ve tenha bir yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşanan kimsedir."

(Müslim, Zekât 91, hadis no: 1031)

"Size amellerinizin en iyisini, Rabbinizin huzurunda en temizini ve derecelerinizde en yükseğini, altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlısını, düşmanla karşı karşıya gelip siz onların, onlar sizin boyunlarınızı vurmaktan daha iyisini söyleyeyim mi?" buyurdu. 'Evet' dediler. "Allah'ı zikir" dedi.
(Tirmizî, Deavât 6)

"Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada otlayınız." 'Cennet bahçeleri nedir?' diye soruldu. "Zikir halkalarıdır" buyurdu.
(Tirmizî, Deavât 83; Ahmed bin Hanbel, 3/150)

Muaz bin Cebel, Allah'ın Rasûlünden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: 'Allah'a hangi amel daha hoş gelir?' dedim. "Dilin, Allah'ı zikirle ıslanmış olarak ölmen" buyurdu.
(et-Terğîb 2/395, Taberânî'den)

"Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Allah'ı zikretmektir. İnsanı Allah'ın azâbından en çok koruyacak şey, ancak zikrullahtır." 'Allah yolunda cihad da mı (zikirden hayırlı) değil?' dediler. "Hayır, kesilinceye kadar vuruşsa dahi" dedi.
(Buhârî, Deavât 5)

Hz. Muaz bin Cebel (r.a.) anlatıyor: “Kul, kendini Allah’ın azâbından kurtarmada zikrullahtan daha etkili bir ameli işlememiştir.”
(İmam Mâlik, Muvattâ, Kur’an 24, hadis no: 1, 211; Tirmizî, Deavât 6, hadis no: 3374; İbn Mâce, Edeb 53, hadis no: 3790)
 

NDYZLF

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2009
Mesajlar
960
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
44
Allah razı olsun..
Rabbim sürekli zikir edenlerden eylesin..
Selam ve dua ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt