Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zikir Kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
8 Düşünmek anlamında zikir kavramı:

Zikrin Kuranda en çok kullanılan anlamı, düşünmektir. Allah Teâlâ, kullarından düşünmelerini istemekte, ancak düşünenlerin gerçekleri kavrayacaklarını, düşünmeyenlerin ise, yolca hayvanlardan daha sapık olduklarını bildirmektedir. Çünkü düşünmeyenlerin âyetleri anlamayacakları, bu nedenle Yüce Allah'a gereği gibi kulluk yapamayacakları bir gerçektir. Düşünmek, vahyî gerçekleri kavramayı ve Cenâb-ı Hakkı gereği gibi tanımayı sağladığı için hem insanı, insan olma onuruna yükseltir, hem de kulluk bilincini geliştirir. Bu nedenle de ibâdetlerin temelidir

Âl-i İmrân suresi ayet 191;
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. Ve derler ki: Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.

Yani, Bu ayetler (işaretler) , Allahtan gafil olmayan ve tabiat hadiselerini bir hayvan gibi değil, düşünen bir insan gibi gözleyen herkesin hakikatı anlamasını sağlayabilir.

Evrenin sistemini yakından gözlemeleri, onları, bu hayattan sonra cezaları ve mükâfatları ile bir ahiret hayatının varolduğu fikrine götürür. Sistemin kendisi, arka planında varolan hikmeti açıkça ortaya koyar. Bundan da anlaşılacağı üzere Hakim (hikmet sahibi) olan Yaratıcının insanı yaratmasının belli bir amacı vardır. Her şeyin insanın kullanımına verilmesi ve Allahın, insanı, iyiyi kötüden ayırt edebilecek bir idrak merkezi ile donatmış olması açıkça gösterir ki, Allah insanı bu yaratılış amacına uygun olmadığı konusunda hesaba çekecektir. Bunun sonucu, dünyada yaptığı iyilikler nedeniyle mükâfat alacak, kötülükler nedeniyle de cezalandırılacaktır. Bu düşünce insanı, kişinin amellerinin hesaba çekileceği, ölümden sonra bir hayatın varolması gerektiği sonucuna götürür. Bu düşünceye ulaşma insanı ahirette cezaya çarptırılma korkusuyla doldurur ve bu nedenle kendisini Cehennem azabından koruması için Allaha dua etmeye yöneltir.

Arâf suresi ayet 3;
Rabbinizden size indirilene uyun, Ondan başka velilere uymayın. Ne az da öğüt alıyorsunuz?

Bu surenin ana konusu budur. Ayet, insanları, Allahın elçisi aracılığıyla göndermiş olduğu hidayeti kabule davet ediyor. Çünkü insanın, kendisi hakkındaki ve alem hakkındaki gerçek bilgiyi yalnızca bu verebilir, hayatının gerçek amacı ve konusunu ona yalnız bu anlatır ve ahlakını, toplumsal hayatını, kültür ve medeniyetini üzerine bina edeceği prensipleri ona, ancak bu kılavuz öğretebilir. İnsan, kendisine rehber olarak yalnız Allahı tanımalı ve kılavuz olarak da peygamberleri aracılığıyla göndermiş olduğu irşadı takip etmelidir. Ayet, irşad için Allahtan başkasına yönelmenin temelde yanlış olduğu, çünkü bunun her zaman hezimetle sonuçlandığı ve kaçınılmaz olarak hüsrana götüreceği konusunda ikazda bulunur.
Burada evliya (veliler) kelimesi, insanoğlunun ister övsün, isterse yersin veya ister veli olarak kabul ettiğini, isterse etmediğini söylesin, Allahın yerine kendisine tabi olduğu herkes için kullanılmıştır.

Hûd suresi ayet 30.
Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allahtan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? hiç düşünmez misiniz?

Nuh Peygamber devamla dedi ki: Ey kavmim, Allahı birleyen müminleri kovacak olursam Allah da bunun için beni cezalandıracak olursa buna sizden kim engel olabilir? Konuştuğunuz lafların mânâsını düşünüp hata ettiğinizi anlamıyor musunuz?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
9 Görmek manasında zikir kavramı

Mumin suresi ayet 44
İlerde size söylediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allaha bırakıyorum. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok iyi görendir.

Firavun kavminden, iman etmiş olan o kişi, sözlerine devamla şöyle dedi: Ey kavmim, ne oluyor size? Ben sizi, Allaha iman edip peygamberi Musaya tabi olarak Allahın azabından kurtulmaya davet ederken siz beni, cehenneme sokacak işleri yapmaya davet ediyorsunuz, Firavunun dininde kalmamı istiyorsunuz. Benim, Allahı inkar etmemi ve ibadete layık olduklarını bilmediğim şeyleri ona ortak koşmamı istiyorsunuz. Ben ise sizi, her şeye galip olan ve tövbe edenlerin günahlarını bağışlayan Allaha kulluk etmeye davet ediyorum. O halde gelip Allaha kul olun. Herhangi bir menfaat ve zarar veremeyecek şeyleri bırakın.
Gerçekten, sizlerin, beni kulluk etmeye davet ettiğiniz putların, dünyada da âhirette de herhangi bir şeye davet etmeleri söz konusu değildir. Çünkü onlar, konuşamayan ve anlamayan cansız varlıklardır. Onlar, kendilerine dua edenlere cevap verme gücünde değillerdir. Öldükten sonra hepimizin dönüp varacağı yer Allanın huzurudur. O, orada bizleri hesaba çekecektir. Allaha ortak koşarak ve Allah haram kıldığı halde insanları Öldürerek haddi aşan kimseler ise cehennemliklerin ta kentlileridir. Eğer Musayı öldürecek olursanız siz de cehennemlik olursunuz. Ey kavimim, sizler, Allanın azabını gözlerinizle gördüğünüz zaman benim size söylediğim bu şeylerin gerçek olduğunu hatırlayacaksınız. Ben işimi Allaha bırakıyor ve ona tevekkül ediyorum. Zira o, kendisine tevekkül edenler için kafidir. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok iyi görendir. Onlardan kimin itaatkâr kimin de isyankâr olduğunu bilir. Herkese yaptığı amelin karşılığını verir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
10 Hatırlamak manasında zikir kavramı

Bakara, suresi ayet 40;
Ey İsrail oğulları, size bağışladığım nimetimi anın ve ahdime bağlı kalın, ki ben de ahdinize bağlı kalayım. Ve yalnızca benden korkun.

Hz. Muhammedin (s.a.) yönelttiği daveti anlayıp kendilerini düzeltme imkânına sahip olan daha önceki peygamberlerin takipçilerini etkilemek ister. Bu nedenle Kuranın mesajının daha önceki peygamberlerin getirdiği kitapların mesajıyla ve Hz. Muhammedin (s.a.) görevinin de diğer peygamberlerle aynı olduğu belirtilir. Şöyle denmek istenir: İlk önce mesajı pratikte uygulayıp, diğer insanları da onu kabule davet etme görevi size emanet edilmişti. Fakat siz bu görevi yerine getirmek bir yana, Hidayeti arkanıza atıp bozulmaya başladınız. Halkınızın geçmişteki tarihi, sizin bugünkü ahlâkî ve dinî çöküşünüz, size karşı canlı bir şahittir. Şimdi Allah aynı mesaj ve aynı görevle birlikte başka bir kulunu gönderdi. Bunda size garip ve yabancı gelecek hiçbir şey yoktur. Bu nedenle Hakkı bile bile inkâr etmemelisiniz. Sizin için en hayırlı şey O'nu kabul etmek ve bir zamanlar size emanet edilen görevin aynısını yerine getirmeye çalışanlarla aynı safta olmaktır.

Enâm, suresi ayet 68;
Ayetlerimiz konusunda alaylı tartışmalara dalanlar: onlar bir başka söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma.

Yani, eğer şu geçen emri unutur da, böyle insanların yanında oturmaya devam edersen.

Arâf, suresi ayet 201
(Allahtan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allahı zikredip anarlar) , sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.

Kendilerine farz kıldığımız emirleri yerine getirip, yasakladığımız haramlardan kaçınarak Allahtan korkanlara, Şeytan tarafından bir sıkıntı, bir vesvese, bir arıza dokunduğu zaman, onlar, Allahın azabını ve mükâfatını, vaatlerini ve tehditlerini hatırlarlar. Ve hemen Allaha karşı günah işlemekten ellerini çekip gerçeği görürler.
Anlaşılacağı gibi Şeytan, zaman zaman insanın ayağını kaydırmak için uğraşmaktadır. Fakat buna maruz kalan insan, derhal Allaha sığınmalı, Allahın yardımını dilemeli, onun ceza ve mükâfatının büyüklüğünü düşünerek kendisini, Şeytanın tahrik ve teşviklerinden koruması için Allaha sığınmalıdır
 

ismailbasarir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eyl 2008
Mesajlar
218
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
30
Selamun Aleyküm.

Allah razı olsun kardeşim.

Selam ve Dua iLe..
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
ismailbasarir,
Aleykümselam sizden de Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
11 Hatırlatmak manasında zikir kavramı

Enâm, suresi ayet 69
Korkup sakınanlar üzerinde onların hesabından herhangi bir şey yoktur. Ancak bu, bir hatırlatmadır. Umulur ki korkup sakınırlar.

Buradaki muttaki kişilerin oldukça önemli ve en önde gelen görevi Allaha karşı her türlü itaatsızlıktan kaçınmaktır; itaatsizliklerinden sorumlu olmadıkları isyancı kişiler için de boşu boşana üzülmemelidirler. Bu yüzden, böylelerini itaat yoluna girmeleri için ne pahasına olursa olsun delillerle ikna etmeyi bir görev olarak üzerlerine yüklememelidirler. Müminlerin görevi karşılarındakilerin saçma itirazlarına cevap vermek değil, yalnızca onlara Hakkı sunmaktır. Bundan sonra yine onlar kabul etmemekte direnirlerse, yararsız polemiklere, tartışmalara girerek zamanlarını ve enerjilerini tüketmek dindar kişilerin yapacağı şey değildir. Bunun yerine, zamanlarını ve enerjilerini Hakkın içten arayıcılarını eğitmek, öğretmek ve düzeltmekte harcamalıdırlar.

Enfâl, suresi ayet 2
Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, Onun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.

Bu, insanın Allahın ayetlerini her tasdik edişinde ve onlara her boyun eğişinde imanının arttığı anlamına gelir. Şüphe yok ki, arzularına, düşüncelerine, görüşlerine, teorilerine, alışkanlıklarına, çıkarlarına, zevklerine, rahatlarına, hislerine ve arkadaşlarına aykırı olsa bile, kişi her ne zaman Allahın Kitabına ve Hz. Peygamberin (s.a) sünnetine boyun eğer ve teslim olursa imanı artar ve güçlenir. Çünkü o, öğretileri değiştirme yerine, Allahın emirlerine ve Hz. Peygamberin (s.a) talimatlarına göre kendisini değiştirmekte ve onları kendisine rehber olarak kabul etmektedir. Bunun aksine eğer bir mümin bunları kabulde tereddüt gösterirse, imanı azalmaya ve yok olmaya başlar.
Bu da, İmanın büyüyüp gelişmeyen ve bir konumda donup kalan bir yapıda olmadığını, bilakis gelişme ve gerilemeye müsait bir yapıda olduğunu gösterir. Hakkın her inkar edilişi onun niteliğini düşürür, her kabul ve tasdik de onu geliştirir. Fakat Hakkı kabul etme bakımından insanların hak ve dereceleri söz konusu olduğunda, tüm Müslümanlar aynı konumdadırlar. İslam toplumunda imanların derecesine bakılmaksızın tüm Müslümanlar aynı hak ve zorunluluklara sahip olacaklardı. Aynı şekilde, İslamı reddetme bakımından derecelerine bakılmaksızın tüm kafirler ya zımmi, ya müttefik, ya da muharip olacaklardı.

İbrâhim, suresi ayet 5
Andolsun biz Musayı: Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allahın günlerini hatırlat diye ayetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda çokça sabreden ve şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır.

Bu olaylar şu anlamda birer ayettiler. Bu olaylar akıllıca incelendiğinde, bunların sadece bir tek Allahın var olduğunu gösteren birer delil oldukları, cezalandırma kanununun evrensel olduğu ve Hak ile batılın, bilgi ile ahlaki uygulamalarındaki farklılıklara dayandığı ve bu kanunun uygulanabilmesi için bir öte dünyaya ihtiyaç olduğu anlaşılır. Ayrıca bu olaylarda, kişiyi, yanlış inanç ve teoriler üzerine kurulan hayat sistemlerinin kötü sonuçlarına karşı uyaran ve onlardan ders almasını sağlayan ayet ve işaretler vardır.
Bu ayetlerin her an göz önünde bulunmasına rağmen, sadece denemeler sırasında sabreden, Allahın nimet ve lütuflarını hakkıyla değerlendiren ve Ona şükreden kimseler onlardan ders alabilir. Şükretmeyen insanlar ise bu olayların önemini kavrasalar bile, onlardan ders alamazlar.

Furkan, suresi ayet 73;
Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.

Allahın gerçek kulları, uyarı için kendilerine okunduğunda Allahın ayetlerine karşı kör ve sağırlar gibi davranmazlar. Ayetlerin öğretilerine sağır kulaklarla yönelmedikleri gibi, gözlemlemeleri istenen ayetler karşısında gözlerini kapamazlar; tam tersine, ayetler onları derinden etkileyerek harekete geçirir. Kendilerine emredileni yaparlar ve yasaklardan kaçınırlar.

Sâd, suresi ayet 49
Bu, bir zikrdir. Şüphesiz muttakiler için, elbette varılacak güzel bir yer vardır.

Yani bu dünyada güzel bir şekilde anılıştır ve ebediyen kendisi ile anılacakları bir şereftir.
Şüphe yok ki takva sahipleri için elbette güzel bir dönüş yeri vardır.
Yani bu dünyadaki güzel anılış ile birlikte onlar için kıyamette de güzel bir dönüş yeri olacaktır. Daha sonra yüce Allah bunu şu buyruklarıyla açıklamaktadır: Adn cennetleridir. Bu buyruktaki Adn sözlükte ikamet demektir. Mesela: O yerde ikamet etti demektir.
Abdullah b. Ömer dedi ki:
Cennette Adn adı verilen bir köşk vardır. Onun etrafında yüksek burçlar ve çok güzel bahçeler vardır. Beşbin kapısı vardır. Herbir kapının üzerinde çizgili Yemen kumaşından beşbin örtü vardır. Oraya ancak bir peygamber yahut bir sıddîk ya da bir şehit girer.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
12- İbâdet etmek anlamında zikir kavramı :

Yüce Allah'a ibâdet etmek anlamına da gelen zikir, bu ibâdetin nasıl ve ne şekilde yapılacağı ile ilgili açıklamaları da beraberinde getirir.

Bakara suresi ayet 151
Öyle ki içinizde kendinizden size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir peygamber gönderdik.

Bakara suresi ayet 152
Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.

Bakara suresi ayet 153
Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.

Önderler olarak tayin edildikten itibaren müminler, bu sorumluluk gerektiren konumun görevlerini yerine getirebilmelerini sağlayacak olan emir ve talimatlarla eğitilmeye başlıyorlar. Onlara ilk önce önderliğin gülünden çok dikeninin olduğu söyleniyor. Başlangıçtan itibaren müminler zorluklar, engeller ve sıkıntılarla karşılaşacaklar ve birçok kayıp ve acıya katlanmak zorunda kalacaklardır. Fakat tüm bu engelleri sabırla geçip Allah yolunda ilerledikleri takdirde, Allahın sayısız nimet ve mükâfatlarıyla karşılaşacaklardır.
Yani, Sabır ve namaz, sizde, verilen görevin yükünü taşımak için gerekli olan gücü yaratacaktır. Sabır, karşılaşacağınız üzüntü, zayıflık ve keder anlarında size cesaret verecek ve tehlikelerle dolu Allah yolunda gerekli olan moral gücü ve desteği sağlayacaktır. Namaz ise, disiplin ve önderlik görevinde gerekli olan diğer ahlâkî nitelikler yönünden sizi eğitecektir.

Bakara suresi ayet 238
Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun.

Sosyal refahı ve daha medenî bir hayat kurmayı sağlamak amacıyla gerekli kanun ve düzenlemeler ortaya konulduktan sonra Allah, son nokta olarak namazın önemini vurgulamaktadır. Çünkü namaz tek başına bile, Allah korkusu, fazilet ve hikmet duyguları doğurup İlâhî Kanun'a itaatkâr bir tavır ortaya çıkarabilir ve insanı doğru yolda tutabilir. Kimse namazsız Allah'ın kanunlarına tamamen bağlı kalamaz; çünkü insan, Yahudiler gibi şu veya bu tür isyana kaymaya mütemayildir.
Müfessirler Salât-ı vustanın anlamı hakkında farklı görüşlere sahiptirler; fakat çoğunluğa göre bu beş vakit namazdan biridir ve yine çoğunluk bunun ikindi namazı (salat-ı asr) olduğu görüşünde birleşir. Bununla birlikte salât-ı vusta'nın ne olduğu konusunda bu yorumları destekler nitelikte açık ve kesin bir hadis yoktur. Bunun ikindi namazı olduğunu savunanlar görüşlerini şu hadise dayandırırlar: Ahzab savaşı sırasında Hz. Peygamber (s.a) düşman saldırısını engelleme çalışmalarıyla o denli meşguldü ki, güneş batıncaya dek ikindi namazını kılmaya fırsat bulamadı. Daha sonra da Bizi salât-ı vustadan alıkoydukları için Allah onların kabirlerini ateşle doldursun. dedi. Bundan yola çıkarak, bazı âlimler salât-ı vustanın ikindi namazı olduğunu söylemişlerdir.

Bakara suresi ayet 239
Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah'ı, size bilmediklerinizi nasıl öğrettiyse öyle anın.

Kehf suresi ayet 28
Sen de sabah akşam Onun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.

Bu sözler Peygambere (s.a) hitap eder görünmektedir, fakat aslında Kureyş ulularını kastetmektedir. İbn Abbastan rivayet edilen bir hadise göre Kureyşli büyükler, Peygambere (s.a) , çoğunlukla onun yanında bulunan Bilal, Süheyb, Ammar, Habbab, İbn Mesud ve benzeri kimselerle oturmalarının şereflerini düşürdüğünü ve onları yanından gönderirse davetini öğrenmek için Peygamberin meclisine katılabileceklerini söylerlerdi. Bunun üzerine Allah (c.c) şu ayeti indirdi.: Nefsini sabah akşam rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut. Gözlerin onlardan başka yana sapmasın. (Kureyş büyüklerinin, zenginlerinin gelip senin yanına oturabilmesi için bu samimi, fakat fakir insanlardan yüz çevirmek mi istiyorsun?) Bu ayet Kureyşlilere şöyle demektedir: Sizin zenginliğiniz, ihtişamınız ve gururlandığınız debdebenizin Allah ve Rasûlü katında hiç bir değeri yoktur. Bilakis bu fakir insanlar onların gözünde daha değerlidir. Çünkü onlar samimidirler ve her an Allahı anarlar. Nuh'un (a.s) gönderildiği kavmin büyüklerinin tutumu da aynı idi. Hz. Nuhu kavmi böyle tenkit etmiştir: Sana bizim basit görüşlü ayak takımlarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Hz. Nuhta onlara şöyle cevap vermişti: Ben iman edenleri yanımdan kovacak değilim. Sizlerin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için Allah onlara bir hayır vermeyecek de demem. Allah onların içlerinde olanı daha iyi bilir
Yani, onun söylediklerine aldırma, ona itaat etme, onun isteklerini yerine getirme ve onun emirlerine uyma.
Arapça metin Haktan dönen, bütün sınırları aşan ve burnunun doğrultusunda giden anlamına da gelebilir. Her iki durumda da sonuç şudur: Allah'tan gafil olan ve arzularının kölesi olan bir kimse kaçınılmaz bir şekilde bütün sınırları aşacak ve aşırılığın kurbanı olacaktır. Bu nedenle ona itaat eden kimse de aynı yolu izleyecek ve onun arkasından sapıklığa devam edecektir.

Tâhâ suresi ayet , 14).
Gerçekten Ben, Ben Allahım, Benden başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.

Namazın asıl amacı işte budur. Namaz insanlara dünyevi zevkler nedeniyle Allahdan gafil olmamaları ve insanın kendi başına bağımsız bir varlık değil, Allahın kulu olduğunu hatırlamaları için farz kılınmıştır. Namaz, insana Allahın varlığını hatırlatmak için günde beş vakit olarak farz kılınmıştır.
Bazıları bunun: Namazı kıl ki, seni hatırlayayım anlamına geldiğini söylerler.
Bu ayete göre, namazı zamanında kılmayı unutan kimse hatırladığında kılmalıdır. Bu, Enes (r.a) dan rivayet edilen bir hadisle de desteklenmektedir: Eğer bir kimse namazı kılmayı unutursa hatırladığında kılmalıdır. Çünkü bunun için başka bir keffaret yoktur. (Buhari, Müslim, Ahmed)
Aynı konuda Ebu Hureyreden rivayet edilen bir hadis daha vardır. Peygambere (s.a) : Eğer namaz vaktinde uyursak ne yapalım? diye sorulduğunda uyuyana günah yoktur, bir kimsenin uyanıkken namazı terk etmesi günahtır. Bu nedenle bir kimse namazı kılmayı unutur veya uyuya kalırsa hatırladığında veya uyandığında kılar cevabını vermiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
13 İbret almak anlamında zikir kavramı:

Arâf suresi ayet, 57;
Rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgârları gönderen Allahtır. O rüzgarlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu, ölmüş gibi olan bir memlekete gönderir sonra onunla su indirir ve onunla her çeşit türünü çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böyle diriltip çıkarırız. Gerekir ki düşünüp ibret alırsınız.

Rahmetinin Önünde müjdeleyici olarak rüzgarları gönderen Allahtır, Bu rüzgarlar su ile yüklü olan bulutu sevkedince biz o bulutu, kuruyup ölü gibi olmuş bir memleketi diriltmek için oraya göndeririz. Ve o memlekete yağmur indiririz. O yağmur vasıtasıyla her türlü mahsulleri çıkarırız. İşte biz, ölüleri de böylece diriltip kabirlerinden çıkaracağız. Umulur ki düşünüp ibret alırsınız. Ve Allahın kudretini anlamış olursunuz.
"Allah'ın rahmetinin izlerine bir bak. Ölümünden sonra yeryüzüne nasıl hayat veriyor? Şüphesiz o, ölüleri de böyle diriltecektir. O, herşeye, kadirdir.
Âyet-i kerimede geçen ve "müjdeci" diye tercüme edilen kelime kurralar tarafından çeşitli şekillerde Okunmuş ve okunuş şekline göre farklı manalarda izah edilmiştir.
Âyette zikredilen Rahmetten maksat, yağmurdur. Âyet-i kerimenin sonunda, Yeryüzünün kuruyup ölü hale gelmesinden sonra, Allah Teâlânın, yağmurları yağdırıp orada bitkiler bitirerek âdeta diri hale getirmesi gibi, insanlar ölüp kabirlerinde çürüdükten sonra onlara da hayat verip dirilteceği zikrediliyor. Böylece, Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden müşrik ve kâfirlere, dünyada gördükleri yeryüzündeki değişmeyi misal veriyor ve ibret almalarını emrediyor.

Ebu Hureyyre (r.a.): İnşaların, öldükten sonra nasıl dirileceklerini beyan ederek demiştir ki: Birinci sura üflenince bütün insanlar öldükten sonra, onların üzerine, Arşın altında bulunan ve Hayat suyu diye adlandırılan sudan kırk yıl yağmur yağdırılacak, insanlar, suyun ekini bitirmesi gibi bitecekler vücutları tamamlanınca da kendilerine ruhlar üflenecek, onlara uyku verilecek ve kabirlerinde uyuyacaklardır.
Sura ikinci defa üflendiğinde ise onlar uyanacaklar, uyuyan kişinin uyanmasından sonra, başında ve gözlerinde hissettiği uykulu hali bunlar da hissedeceklerdir. İşte o zaman: Vay halimize, uyuduğumuz yerden bizi kaldırdı? derler. Onlara, bir seslenen şöyle seslenecektir. Bu rahman olan Allahın vaat ettiği kıyamet gündür.

Enfâl suresi ayet, 57
Bundan dolayı, savaşta onları yakalarsan, öyle darmadağın et ki, onlarla arkalarından gelecek olanları caydır . Umulur ki ibret alırlar.

Yani, Eğer biz belirli bir toplulukla anlaşma imzalamışsak ve onlarda anlaşma maddelerini bozup bize karşı savaşta rol almışlarsa, biz de bu anlaşmanın maddelerinden sorumlu olmayız ve onlara karşı savaşabiliriz. Aynı şekilde, bir toplulukla savaşırken, düşmanlarımız arasında müttefiklerimize rastlarsak, onları öldürmekte ve onlara düşman gibi davranmakta tereddüt etmeyiz. Çünkü onlar birey olarak anlaşmanın gereklerini bozdukları için, bir müttefikin sahip olduğu can ve mal güvenliği haklarını yitirmişlerdir.


Sâd suresi ayet , 43
Nezdimizdcn bir rahmet ve akıl sahiplerine bor öğüt olmak üzere, biz ailesini ona bahşettik ve bir o kadar da artırdık.

Ey Muhammet!, sen, kulumuz Eyyubu an. Bir zaman o, içine düştüğü sıkıntıdan dolayı rabbine nida ederek şöyle demişti. Rabbim, şüphesiz ki şeytan beni yıprattı. Bana çile ve meşakkat verdi. Biz de ona: Sen ayağını yere vur. Senin için, yıkanılacak ve içilecek bir soğuk su çıkardık."dedik.
Vehb b. Münebbih diyor ki:
Eyüp (a.s.) Allanın emri üzerine ayağını yere vurdu. Oradan bir pınar kaynadı. Eyüp onun içine girip yıkandı. Allah da ondan bu yolla bütün dertlerini giderdi.
Taberi ve İbn-i Ebi Hatim, Enes b. Mâlik'in, Hz. Eyüp hakkında Resulullahtan şunu rivayet ettiğini söylemişlerdir: Resulullah buyurdu ki:
Allanın peygamberi Eyübün derdi on sekiz sene devam etmiştir. Uzak yakın herkes onu terk etmiştir. Ancak kardeşlerinin en samimilerinden olan iki kişi onu terk etmemişlerdir. Sabah akşam onun yanına gidip gelmişlerdir. Bu kişilerden biri diğerine şöyle demiştir: Biliyor musun Eyüp öyle bir günah işlemiş ki, âlemlerden hiçbir kimse o günahı işlememiştir. Arkadaşı Nedir o günah? diye sormuş o da: On sekiz seneden beri Allah ona merhamet edip ondaki derdi gidermemiştir. (Bu da onun böyle bir günah işlediğini gösterir) demiştir. Bu iki kişi Eyübün yanına gidince, kendisine Eyübün günah işlediği anlatılan kişi sabredemeyip bunu Eyübe anlatmıştır. Bunun üzerine Eyüp: "Senin ne dediğini anlamıyorum. Ancak Allah da biliyor kî, ben, birbiriyle tartışan ve tartışırken Allahı da sözlerine katan iki adamın yanından geçtiğim zaman evime dönüyor, Allahı hak dışında anmalarını çirkin görerek onlardan uzak duruyordum.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
14 İman etmek manasında zikir kavramı :

Enâm suresi ayet , 126
İşte rabbinin doğru yolu budur. Şüphesiz biz, hatırlayıp ibret alan bir kavim için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.
Rabbinin, kullan için seçtiği din işte budur. Dosdoğrudur. Bunda hiçbir eğrilik yoktur. Biz, âyet ve delillerimizi, düşünüp ibret alan bir topluluk için açıkladık.


Âyet-i Kerimede: Hatırlayıp ibret alan bir kavim zikredilmektedir. Çünkü Hakkı bâtıldan, gerçeği gerçek olmayandan ayıracak olanlar bu kavimden olanlardır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
Bu Kııran, Allahın sağlam bir ipidir, hikmet dolu bir zikirdir. Ve dosdoğru bir yoldur.


Arâf suresi ayet, 130
Şüphesiz biz, ders alsınlar diye Firavunu kavmini kıtlık yılları ve inim azlığı ile cezalandırdır.

Firavun kavmi ibret alıp sapıklığından vaz geçsin ve rabbine yönelsin diye biz onları kıtlık yıllarıyla, meyvelerini ve ürünlerini eksiltmekle imtihan etmiştik.
Katade diyor ki: Kıtlık yılları, onların köylerinde ve kırsal kesimlerde etkili oldu. Ürün eksikliği ise şehir ve kasabalarda görüldü.
Reca b. Hayve demiştir ki: Ürün eksikliği bir hurma ağacında tek bir
hurmanın bulunması şeklindedir.

Tevbe suresi ayet , 126
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.

Yani, her sene boyunca bu tip olaylar, onların iman konusundaki iddialarını denemek için bir iki defa oluşturulur, ki bu da onların müslümanlıklarının bir sahte paraya benzediğini açığa çıkartmıştır. Örneğin, onların imanları bazen, onların şehvetlerini sınırlayan bir Kur'an emriyle veya çıkarlarını alt üst eden bir şeye inanmaları emredilerek yahut onların kişisel, ailevi ve kabilevi çıkarlarıyla Allah, Rasulü ve iman arasında bir tercih yapmaya sevkedecek dahili mücadeleyle ya da mal, can, vakit ve güç fedakarlığı gerektiren bir savaşta denenmekteydi. Bütün bu imtihanlar, onların müslümanlık kisvesi altında kalblerinde gizledikleri nifak pisliğinin açığa çıkmalarını sağlamıştır. Öte yandan, bu imtihanlara tabi tutulmaları zaten imanın esaslarından sapmış olduklarından, onların kalblerinde birikmiş olan pisliklerini daha da artırmıştır.

Rad suresi ayet, 28
Allaha yönelenler, iman edip Allahı zikrederek kalbkri huzura kavuşanlardır. İyi bilinmelidir ki, kalblcr Allahı zikretmekle huzura kavuşur.

Allah teala bu âyet-i Kerimede, gerçekten kendisine yönelenleri beyan ederek bunların iki önemli sıfatlarını zikretmekte ve bu sıfatların, önce iman etmek sonra da Allahı anarak kalbini huzura kavuşturmak olduğunu bildirmektedir. Ayrıca bundan sonra gelen âyette de, imanla birlikte salih amel işlemenin de Allaha yönelmeyi gösteren bir sıfat olduğunu açıklamaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
15 İtaat etmek manasında zikir kavramı :

Tâhâ suresi ayet , 42
Sen ve kardeşin âyetlerimle gidin! Beni anmakta gevşeklik göstermeyin!"

"Sen ve kardeşin âyetlerimle gidin. İbn Ab bas: Ona indirilmiş olan dokuz âyeti kastetmektedir, der.
"Beni anmakta gevşeklik göstermeyin." İbn Abbas dedi ki: Risalet hususunda asla zaafa düşme. Katade de böyle açıklamıştır. Hiçbir şekilde fütura kapılmayın. Gevşemeyin, diye de açıklanmıştır.
Bu kelime zaaf göstermek, fütur göstermek, zayıflamak, bitip tükenmek anlamlarına gelir. İmruu'1-Kays da şöyle demektedir:
"Diğer yüzücüler (atlar) zaaf gösterip, yorulduklarında tırnaklarını Sert yerlere vurup toz çıkartırlarken; (benim atını) hızlıca
yürümeye devam eder."
"Bu işi görmekte zaafa düştüm..." denilir. İsm-i faili; dir. Müennes İsm-i fail de; dır. "Ben onu zaafa düşürdüm, yordum" anlamındadır. "Filan kişi hâlâ bu işi yapmaya devam eder" demektir.
Yine İbn Abbas'tan bunun "gecikmeyin" anlamında olduğu nakledilmiştir.
İbn Mes'ud'un kıraatinde: "Beni anmakta gevşekliğe kapılmayın" şeklindedir. Anmaktan kasıt; Bana hamdetmek, Benim şanımı, şerefimi yüceltmek ve risaletimi tebliğ etmektir.

Tâhâ suresi ayet 43.
"İkiniz Firavun'a gidin. Çünkü o, haddini aşmıştır.

Bu buyruklara dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Hitab Musa ve Harun'adır:

Yüce Allah'ın: "İkiniz Firavun'a gidin" buyruğundan önce: "Sen ve kardeşin âyetlerimle gidin" (Tâ-Hâ, 20/40) denilmişti. Burada ise "ikiniz gidin" denilmektedir. Bu şöyle açıklanmıştır: Yüce Allah bu âyet-i kerîmede Musa ve Harun'a, Firavun'a davette bulunmak üzere gitmelerini emretmektedir. Önce yalnızca Musa'ya -ona şeref kazandırmak için- hitab ettikten sonra te'kid için bunu tekrarlamış bulunmaktadır.
Bir başka açıklama da şöyledir: Bununla onlardan birisinin gitmesinin yeterli olmadığını açıklamaktadır. Bir diğer görüşe göre; birincisindeki emir bütün insanlara gitme emridir, ikincisinde ise Firavun'a gitme emri verilmiştir.

2- İyiliği Emretmek, Kötülükten Nehyetmek:

"(Ma yumuşak söz söyleyin" buyruğunda iyiliği emredip münkerden alıkoymanın caiz oluşuna delil vardır. Ayrıca bunun, elinde güç ve kuvvet bulunduranlara kaçşı yumuşaklıkla yapılacağına da delil vardır. Bununla birlikte onun (bu güçlülere karşı) korunacağı da teminat altına alınmıştır. Nitekim: "Ona yumuşak söz söyleyin" diye buyuruiüuğu gibi: "Korkmayın çünkü Ben sizinle beraberim. İşitir ve görürüm." (46. âyet) diye buyurduğuna dikkat edelim, O halde bu şekilde davranmak, öncelikle bizim için söz konusu olmalıdır. İşte o vakit emredip alıkoyan kimse istediğini elde eder, arzusunu gerçekleştirir. Bu da açıkça görülen bir husustur.

3- Emredip Nehyetme Üslubu:

İlim adamları yüce Allah'ın: "Yumuşak söz" buyruğunun anlamı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Aralarında el-Kelbî ve İkrime'nin yer aldığı bir kesim şöyle demiştir: Bu ona künyesi ile hitap edin demektir. İbn Abbas, Mücahid ve es-Süddî de böyle demiştir. Künyesinin de Ebu'l-Abbas olduğu söylenmiştir. Ebu'l-Velid olduğunu, Ebu Murre olduğunu söyleyenler de vardır. Bu görüşe göre, kâfir bir kimse ileri gelen, etkin ve müslüman olması ümit edilen birisi İse, künyesiyle hitap etmek caizdir. Müslüman olacağı ümit edilmese dahi bu caiz olabilir. Çünkü ümitlenmek belli ameli gerektiren hakikat değildir.
Peygamber (sav)da: "Size bir kavmin nezdinde değerli olan birisi geldiği takdirde ona değer veriniz." diye buyurmuş ancak, müslüman olacağını ümit ederseniz diye buyurmamıgtır. İşte kâfire künyesi ile hitap etmek te ona değer vermenin bir parçasıdır.
Peygamber (sav) Safvan b. Umeyye'ye; "İn ey Vehb'in babası" diyerek, ona künyesiySe hitab etmiş. Sa'd'a da: "Ebu Hubab'ın söylediklerini duymuyor musun?" demiş ve bununla da Abdullah b. Ubeyy'i kastetmiştir.
İsrâıHyât'ta rivayet edildiğine göre Musa (as) bir sene boyunca Fira-vun'un kapısında ayakta bekledi. O dışarı çıkıncaya kadar ona sözünü ulaştıracak bir elçi bulamadı ve aralarında yüce Allah'ın bize nakletmiş olduğu olay cereyan etti.
Bu da ondan sonra gelen mü'minlere zalimler ile aralarında geçecek olaylara dair bir teselli kaynağıdır. Hidayet bulanları en iyi bilen senin Rab-bindir. Yine denildiğine göre Musa ona: Benim getirdiklerime iman eder, âlemlerin Rabbine ibadet edersen, ölüme kadar asla yaslanmamak üzere genç kalacaksın, yine ölünceye kadar elinden alınmayacak hükümdarlığın olacak ve dörtyüz yıl yaşayacaksın, öldüğün takdirde de cennete gireceksin. İşte sözü edilen "yumuşak söz" budur.
İbn Mes'ud da şöyle demektedir; "Yumuşak söz" yüce Allah'ın bize aktardığı üzere şunlardır: "De ki: Sen temizlenme^ istiyor musun? İster misin ki sana Rabbine giden yolu göstereyim de korkâsın?" (en-Nâziât, 79/18)
"Yumuşak söznün, Musa (as)ın söylediği şu sözler olduğu da söylenmiştir: Ey Firavun, biz âlemlerin Rabbi olan senin de Rabbinin elçileriyiz.
Ona bu şekilde Firavun adıyla hitap etmesinin sebebi, kendisine hitap edildiğinde kullanılan isimler arasında en sevdiği ismin o oluşundandır. Nitekim hükümdar, kral vb. isimler de bu kabildendir.
Derim ki: "Yumuşak söz" sert olmayan sözdür. "O şey yumuşadı, yumuşar" denilir. "Yumuşak" denildiği gibi "ya" harfi şeddesiz ve sakin olarak da kullanılır, çoğutu da şeklinde gelir.
Musa (as)a, Firavun'a yumuşak söz söylemekle emrolunduğuna göre; ondan daha aşağı mertebede bulunan kimselerin de hitabında buna uyması daha uygundu. İyiliği emrederken sözlerinde buna dikkat etmesi daha uygundur. Nitekim yüce Allah el-Bakara Sûresi'nde (2/83- âyet, 8. başlıkta) geçtiği üzere'insanlara güzellikle söz söyleyin" (el-Bakara, 2/83) diye buyurmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.

4- Öğüt Alması Yahut Korkması Umulan Firavun:

"Belki öğüt alır yahut korkar" buyruğunun anlamı şudur: Yani sizin umudunuza ve sizin beklentinize göre bu böyledir. Burada umut ve beklenti insanlar İle ilgilidir. Nahivcilerin büyüklerinden Sibeveyh ve başkaları böyle demiştir. Buna dair açıklama el-Bakara Sûresi'nin de baş taraflarında (2/21. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
ez-Zeccac dedi ki: "Belki, umulur ki..." kelimesi umut ve beklenti ifade eden bir kelimedir. Yüce Allah akıllarıyla kavrayacakları bir üslupla onlara hitab etmiştir. Burada edatın soru anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani bak bakalım, o öğüt alacak mı? demektir. Bunun; anlamında olduğu da söylenmiştir. (Öğüt alsın yahut korksun diye, demek olur.)
Bir görüşe göre bununla yüce Allah, Harun'un Musa'ya: "Belki o öğüt alır yahut korkar" diye söylemiş olduğunu haber vermektedir. Bu açıklamayı da el-Hasen yapmıştır.
Şöyle de denilmiştir; Kur'ân-ı Kerîm'deki bu ve benzeri umut ve beklenti ifade eden edatların tamamı fiilen meydana geErmş ve gelecek hususlar hakkında kullanılmıştır. Firavun da boğulduğu esnada hatırlamış ve korkmuş, bu sebebten dolayı da: "îsrailoğullarının imarı ettiklerinden başka bir ilâhın olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım." (Yunus, 10/90) demiş, ancak bu iman ona fayda vermemişti. Bu açıklamayı Ebu Bekr el-Verrâk ve başkaları yapmıştır.
Yahya b. Muâz da bu âyet-i kerîme hakkında şöyle demektedir: Ben ilâhım, diyen kimselere karşı senin yumuşak davranman bu şekilde olması gerektiğine göre, ilâh bizzat sensin diye(rek ortak koşa)nlara karşı yumuşak davranman nasıl olmalıdır?
Bir diğer açıklama da şu şekildedir: Firavun, Musa kendisini davet ettiğinde söylediği sözlere dikkat etti. Bu hususta hanımıyla danıştı, o iman etti ve ona da iman etmesi yönünde telkinde bulundu. Haman ile danıştı, Haman: Sen önceleri her şeyin sahibi bir kral iken başkasının mülkü olacaksın. Rab iken başkasının rabliğini kabul edeceksin, bunun için yapma, dedi, Sonra da: Ben sana gençliğini geri veririm dedi, sakalını siyaha boyadı. İlk saç boyayan o oldu.
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Kardeşlerim S.a
Namaz Dışında Bir Konuya değinmek istiyorum..
Bediüzzaman Said Nursi hakkında Çirkin Ve Asılsız iftiralara lüften kanmayın.. Yok mason Yok Ajan Hatta Deccal Diyenler bile oluyor.. Benim Sizden Ricam Üstadı (Bediüzzamanı) tanımak istiyorsanız Risale-i Nur Külliyatlarından Faydalana bilirsiniz.. Aslını Araştırmadan Bu Tip İddialara Kanıp Üstad Hakkında Çirkin yorumlar yapmayalım...

İslam Hakkıında ne merak ediyorsanız Risale-i Nur Külliyatlarında da Bulabilirsiniz Aydınlana bilirsiniz.. eğer Bediüzzaman hakkında olumsuz Düşünceleri olan tanıdıklarınız varsada onları uyarın lütfen. Bediüzzaman kimdir Açıklayın.. Özellikle Bizim Gibi Gençlerin Bediüzzaman Gibi bir evliyadan haberdar olmamız gerek miyor mu ?? Risalel-i Nur Külliyatlarından Faydalanmamız gerekmiyor mu..? Sizde Benim Gibi Düşünüyorsanız herkeze özellikle Gençlere Bediüzzaman Sevgisini Aşılayalım..Yanlış Bir Cümle Kurduysam Özür Dilerim Hakkınızı Helal Edin Selametle.. A.e.o'Lun...
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
haydar-ı kerrar,
Değerli kardeşim bu bölümde ZİKİR kavramı üzerinde bir çalışma yapıyoruz. Bu konuda görüşleriniz varsa bizimle paylaşabilirsiniz.
Aksi takdirde bir kavram kargaşası oluşur ve fayda yerine katlımcı kardeşlerimize zarar veririz.
Başarı dileklerimle
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
16 Kıssa manasında zikir kavramı :

Kehf suresi ayet , 83
Sana (Ey Muhammed,) Zu'l Karneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan da, 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim.

Ayetin başındaki (ve) bağlacı, bu kıssayı Hızır kıssasına bağlamaktadır. O halde bu, daha önce anlatılan "Mağarada Uyuyanlar" ve "Musa ile Hızır" kıssalarının da Mekke'li müşriklerin Ehl-i Kitab'a danıştıktan sonra Hz. Muhammed'in (s.a) Peygamberliğini sınamak için sordukları sorulara bir cevap olarak anlatıldıklarını ispatlamaktadır.

Zül'l-Karneyn'in kim olduğunu belirlemek, ilk dönemlerden beri tartışmalı bir konu olagelmiştir. Müfessirlerin çoğu onun Büyük İskender olduğu görüşündedirler, fakat Kur'an'da anlatıldığı şekliyle Zü'l-Karneyn'in özellikleri ona uymamaktadır. Şimdi ise müfessirler onun eski İran İmparatoru Kisra Haris (Hüsrev veya Sayrıs) olduğuna inanma eğilimindedirler. Biz de onun büyük bir ihtimalle Kisra olduğu görüşünü kabul ediyoruz, fakat bu güne kadar gün ışığına çıkan tarihi gerçekler böyle bir iddiayı desteklemekten uzaktır.
Şimdi de Zü'l-Karneyn'in Kur'an'da anlatıldığı şekliyle özelliklerine bir göz atalım:
1) Zü'l-Karneyn (iki boynuzlu) adı Yahudiler tarafından çok iyi biliniyor olmalı, çünkü onların teklifi üzerine Mekke'li müşrikler bu soruyu Peygamber'e (s.a) yönelttiler. Bu nedenle "İki Boynuzlu" diye bilinen şahsın kim olduğunu veya "İki Boynuzlu" diye bilinen krallığın hangi krallık olduğunu öğrenmek için Yahudi edebiyatından yararlanmalıyız.
2) Zü'l-Karneyn fetihleri doğudan batıya, daha sonra da üçüncü bir yöne ya kuzeye ya da güneye yayılmış büyük bir kral ve büyük bir fatih olmalı. Kur'an'ın indirilmesinden önce böyle büyük fatih olan bir kaç kral vardı. Bu nedenle araştırmamız Zü'l-Karneyn'in diğer özelliklerini bu krallardan birinde bulmak yönünde olmalıdır.
3) Bu isim ancak krallığını Ye'cuc ve Me'cuc'un saldırısından korumak için iki dağın arasına sağlam bir duvar yapan bir krala verilmiştir. Bunu açığa çıkarabilmek için Ye'cuc ve Me'cuc'un kim olduklarını öğrenmeliyiz. Aynı zamanda böyle bir duvarın ne zaman inşa edildiğini ve hangi ülkenin sınırları içinde olduğunu da tespit etmeliyiz.
4) Yukarıdaki özelliklerin yanısıra Zü'l-Karneyn Allah'a ibadet eden bir kral ve adil bir yönetici olmalı. Çünkü Kur'an herşeyden önce bu özellikleri vurgulamaktadır.
Bu özelliklerin ilki Kisra'ya uymaktadır, çünkü Kitab-ı Mukaddes'e göre Daniel Peygamber, rüyasında Medva ve Fas krallıklarını Yunanlıların yükselişinden önce iki boynuzlu bir koç şeklinde görmüştür. (Daniel 8: 3, 20) . Yahudiler "İki Boynuzlu" şahsa çok saygı duyarlar çünkü onun saldırısıyla Babil Krallığı çökmüş ve İsrailoğulları özgürlüklerine kavuşmuştur.
İkinci özellik de tamamen olmasa da kısmen Kisra'ya uymaktadır. Onun fetihleri batıda Anadolu ve Suriye'ye, doğuda Belh'e kadar uzanmıştır, fakat onun kuzeye ve güneye bir sefer düzenlediğini gösteren hiçbir delil yoktur. Oysa Kur'an onun bu üçüncü seferinden açıkça bahseder. Bununla birlikte üçüncü sefer tamamen konu dışı değildir, çünkü tarih Kisra'nın krallığının kuzeyde Kafkasya'ya kadar genişlediğini söyler. Ye'cuc ve Me'cuc'e gelince, onların eski zamanlardan beri yerleşik imparatorluk ve devletlere saldırılar düzenleyen ve çeşitli adlarla bilinen- Tatarlar, Moğollar, Hunlar ve İskitler- Orta Asya kabileleri olduğu söylenir. Kafkasya'nın güney bölgelerinde sağlam siper ve duvarların yapıldığı da bilinmektedir. Fakat bunların Kisra tarafından yaptırıldığı tarihi olarak tespit edilmiş değildir.
Son özelliğe gelince, Kisra eski krallar arasında bu özelliğe sahip olabilecek tek insandır. Çünkü düşmanları bile onun adaletini övmekten, kendilerini alamazlardı. Kitab-ı Mukaddes'in kitaplarından biri olan Ezra onun İsrailoğullarını Allah'a ibadet ettiği için serbest bırakan ve ortağı olmayan Allah'a ibadet edilmesi için Süleyman tapınağının tekrar inşa edilmesini emreden Allah'tan korkan ve Allah'a ibadet eden bir kral olduğunu söyler.
Yukarıda belirtilen noktaların ışığında, Kur'an'ın nazil oluşundan önce yaşayan krallar içinde sadece Kisra'nın Zü'l-Karneyn'in özelliklerine uyduğunu söyleyebiliriz. Fakat Kisra'nın Zü'l-Karneyn olduğunu kesin bir şekilde iddia edebilmemiz için daha fazla delile ihtiyacımız var. Yine de Kur'an'da anlatılan özelliklere Kisra'dan daha fazla uyan hiçbir kral ve fatih yoktur.
Tarihi olarak Kisra'nın M.Ö. 549'da tahta geçen bir Pers Kralı olduğunu söylememiz yeter. Tahta geçtikten birkaç yıl sonra Medyen ve Lidya krallıklarını ele geçirdi ve M.Ö. 539'da Babil'i fethetti. Bundan sonra ona karşı çıkacak hiçbir güçlü krallık kalmamıştı. Kisra'nın fetihleri bir tarafta Sind ve Türkistan'a, bir tarafta Mısır ve Libya'ya, diğer tarafta Trakya ve Makedonya'ya ve kuzeyde Kafkasya ve Harzem'e kadar uzanmıştı. Yani bütün medeni ülkeler onun yönetimi altındaydı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
17 Kitap manasında zikir kavramı :
Âl-i İmrân suresi ayet 58
Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikr'den (Kur'an'dan) okuyoruz.

Ey Muhammed, Cebrail vasıtasıyla sana okuduğumuz bu haber ve kıssalar, seni yalanlayan Yahudi ve Hristiyanlara karşı sana verdiğimiz delil ve ibretlerdir. Hakkı batıldan ayıran hikmetlerin kaynağı olan Kur'andandir

Nahl suresi ayet 43;
Ey Peygamber, biz senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz erkekleri Peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız kitap ehline sorun.

Dehhak, Abdullah b. Abbastan şöyle rivayet etmektedir: "Allah teala, Muhammed (s.a.v.) i Peygamber olarak gönderince onu kabul etmeyenler: "Allah, bir insanı Peygamber gönderecek dereceye düşmez, o bundan münezzehtir." dediler. Bunun üzerine Allah teala bu ve benzeri âyet-i Kerimeleri indirdi.
Ayet-i Kerimede "Kitap ehli" diye tercüme edilen "Ehl-i Zikr" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda müfessirler değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.
Mücahid, A'meş, İbn-i Abbas, "Ehl-i Zikr" den maksadın, daha önce kendilerine kitap verilen ümmetler olduğunu söylemişlerdir. Meal bu görüşe göre hazırlanmıştır. Bu görüşe göre âyetin izahı şöyledir: "Ey Muhammed, senin bir beşer olarak Peygamber olamayacağım iddia eden müşriklere de ki: "Benden önce gönderilen bütün Peygamberler de ancak kendilerine vahyedilen bir kısım erkeklerdi. Şayet bu hususta bana inanmıyorsanız daha önce kendilerine kitap verilen ümmetlere sorun. Onlara gönderilen Peygamberler de benim gibi erkek kişiler miydi yoksa Melekler miydi?"
Diğer bir kısım müfessirler ise, âyetteki "Ehl-i Zikr" den maksadın, Kur'an ehli kimseler olduklarını söylemişler, buna delil olarak ta, Kur'an-ı Kerimin başka yerlerinde "ez zikir" kelimesinin "Kur'an" mânâsına geldiğini gösteren misalleri vermişlerdir. Bu görüşe göre de âyetin izahı şöyledir: "Ey müşrikler, daha önce gönderilen Peygamberlerin de bir kısım erkek kişiler olduklarını bilmiyorsanız, Kur'ana iman eden Kur'an ehline sorunuz. Kendi mantığınızla karar vermeyiniz."
Ebu Cafer el-Bâkır ise: Buradaki "Ehl-i Zikr" den maksat biziz. Yani, ümmet-i Muhammeddir." demiştir.
Bununla beraber, âyet-i Kerimenin mânâsı geneldir. Bu sebeple "Ehl-i Zikr"i belli bir takım insanlara sıfat yapmaktansa, genel anlamda bırakıp "İşi bilenler" şeklinde izah etmenin daha uygun olacağı söylenebilir. Ancak âyetin baş tarafı "Ehl-i Zikr" den maksadın, "Ehl-i Kitap" olduğu görüşüne daha yakındır.

Tâhâ suresi ayet, 99
Ey Muhammcd, işte böylece biz sana, geçmişlerin haberlerinin bir kısmını anlatıyoruz. Şüphesiz biz sana, nezdimizden bir kitap verdik.

Ey Muhammmed, biz sana, Musa'nın, Firavun'un ve kavimlerinin hikâyelerini anlattığımız gibi senden Önce geçmiş olan ümmetlerin hikâyelerinden bir kısmını da anlatırız. Biz sana, tarafımızdan bîr zikir ve Öğüt olan Kur'ani verdik. Akıl sahibi olaniar onu düşünüp ibret alırlar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
18 İşitmek manasında zikir kavramı :

Enbiyâ suresi ayet , 60
Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onlara dil uzattığını işitmiştik." dediler.

Hz. İbrahim'in, "Allah'a yemin ederim ki siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım." dediğini işiten bazıları şöyle dediler: "İbrahim isimli bir gencin ilahlara dil uzattığını işitmiştik."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
19 Kulluk Yapmak manasında zikir kavramı:


Taha suresi ayet 34.
"Seni çok analım.
Taha suresi ayet 35.
"Çünkü Sen bizi hakkıyla görensin."

"Tâ ki Seni çok teşbih edelim." Burada teşbihin, Senin için namaz kılalım anlamında olduğu söylenmiştir. Dil ile teşbih anlamına gelme ihtimali de vardır. Yani Seni celaline yakışmayan şeylerden tenzih edelim. "Çok" anlamındaki kelime de hazfedilmiş bir mastarın sıfatıdır. Zamanın sıfatı olması da mümkündür. Buradaki "kef'lerin birbirine idğam edilmesi güzeldir. "Seni çok analım" buyruğunda da böyledir.
"Çünkü Sen bizi hakkıyla görensin." el-Hattabî dedi ki: el-Basîr (çok iyi gören) işlerin gizliliklerini bilen demektir. Buna göre buyruğun anlamı şöyle olur.
Ey bizi bilen ve küçüklüğümüzde bizim imdadımıza yetişerek, bize iyilikte bulunan! Aynı şekilde bu hususta da Sen bize ihsanda bulun!


Mü'minûn suresi ayet 110;

"Siz onları alay konusu edinmiştiniz; öyle ki, size benim zikrimi unutturdular ve siz onlara gülüp duruyordunuz."

Gerçek şu ki, kullarımdan: "Rabbİmİz İman ettik, bize mağfiret ve rahmet buyur. Sen rahmet edenlerin hayırlısısin" diyen bir topluluk vardı.
Sizse onları alaya aldınıı. Nihayet onlar da size Beni anmanızı unutturdu. Siz onlara gülüp geçiyordunuz.

"Gerçek şu ki, kullarımdan: Rabbimiz İman ettik, bize mağfiret ve rahmet buyur..." âyeti hakkında Mücahİd şöyle demektedir: Bunlar Bilal, Habbab, Suhayb ve müslümanların zayıflarından filan ve filan kişilerdir. Ebu Cehil ve arkadaşları onlarla alay ediyorlardı.
"Sizse onları alaya aldınız" buyruğundaki: "AlayCa almak)" kelimesini Nâfi', Hamza ve el-Kİsaî burada ve Sâd Sûresi'nde (38/63. âyette) öt-reli okumuşlardır. Diğerleri ise esreli okumuşlardır. en-Nehhâs dedi ki; Ebu Amr ise bunlar arasında fark gözetmektedir. Esreli okuyuşun sö2İe alay ve küçümsemek, anlamında ötreli davranışla küçük düşürmek ve küçümsemek anlamında olduğunu söylemiştir. Ancak böyle bir ayırımı ne el-Halil, ne Sîbeveyh, ne el-Kisaî, ne de el-Ferrâ bilmektedir. el-Kisaî dedi ki; Bunlar aynı anlama gelen iki ayrı söyleyiştir. "Asa, asalar ile kurbağa, kurbağalar" gibi. es-Sa'lebî de, el-Kisaî ile el-Ferrâ'dan, Ebu Amr'ın sözünü ettiği ayırımı uygun gördüklerini nakletmekte ve esreli okuyuşun söz İle istihza ve alay, ötreli okuyuşun ise fiil ile alay ve uzak görmek anlamında olduğunu söylediklerini bildirmektedir.
el-Müberred der ki; Anlamlar arasında fark Araplardan öğrenilir. Tevil iie olmaz. Burada lafzının esreli okunuşu her iki mana için de söz konusudur, çünkü bu gibi yerlerde ötre ağır kabul edilir.
"Nihayet onlar da size Beni anmanızı unutturdu." Yani nihayet siz, onlarla alay etmekle meşgul oldunuz ve beni hatırlamaz oldunuz.
"Siz onlara gülüp geçiyordunuz." Onlarla alay ederek, gülüyordunuz. Burada "unutturma"nın mü'minlere izafe edilmesi, onların mü'mînlerle alay etmekle meşgul olup O'nu anmayı unutmalarına sebeb teşkil etmelerinden ve mü'minlerle alay etmenin vebalinin kâfirlerin kalplerini istila edecek hale kadar gelmesindendir.
"İşte onlar" sizin eziyetlerinize ve Bana itaat üzere "sabrettiklerine karşılık bugün Ben de gerçekten onları mükâfatlandıracağım. Onlar kurtuluşa erenlerdir." Hamza ve el-Kİsaî" Onlar" lafzındaki hemzeyi yüce Allah'ın onlara övgüyü başlatmasını esas kabul ederek esreli okumuşlardır,
Diğerleri ise üstün okumuşlardır. Çünkü onlar kurtuluşa erenlerdir, demek olur. Bununla birlikte "mükâfatlandırdiin" anlamındaki fiilin mef'ulü bu edat ile başladığından ötürü de nasb edilmesi mümkündür. İfadenin takdiri de şöyle olur: Bugün Ben, onları umduktan cenneti elde etmekle mükâfatlandırdım.
Derim ki: el-Mutaffifîn Sûresi'nde yer alan yüce Allah'ın: "İşte bugün ise iman edenler, o kâfirlere gülerler..." (el-Mutaffifîn, 83/34) buyruğu ile -yüce Allah'ın izniyle orada açıklaması geleceği üzere- sûrenin sonuna kadar gelecek olan buyruklar da burada dile getirilen anlama benzemektedir: Bundan şu anlaşılmaktadır: Alay etmek, zayıflarla yoksullarla dalga geçmek, onları küçümsemek, onları önemsememek ve anlamsız şekilde onlarla uğraşmak sakınılması gereken bir iştir. Böyle bir tutum kişiyi yüce Allah'tan uzaklaştırır.


Nûr suresi ayet, 37
Kendilerini ticaretin de, alışverişin de Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı yiğitlerdir (bunlar). Onlar kalblerin ve gözlerin döneceği bir günden korkarlar.

Bu buyruğun: "(Bu) Allah'ın yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına İzin verdiği evlerdedir. Sabah-akşam O'nu oralarda teşbih ederler. (Bunlar) kendilerini ticaretin de, alışverişin de Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı yiğitlerdir" bölümüne dair açıklamalarımızı ondokuz başlık halinde sunacağız:

Allah'ı Anmanın Önünde Engel Tanımayanlar:

"Kendilerini ticaretin de, alışverişin de Allah'ı anmaktan... alıkoymadığı" meşgul etmediği "yiğitlerdir." Özellikle ticaretin söz konusu edilmesi, insanı namazdan alıkoyan en büyük işlerden birisi olduğundan dolayıdır. Ticaretin kapsamına girmekle birlikte niçin alışverişi tekrar zikretmiştir? diye sorulacak olursa, şöyle cevap verilir: Ticaret ile satın almak kastedilmiştir. Çünkü yüce Allah burada "bey' (mealde; alışveriş)" tabirini kullanmıştır. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Onlar bir ticaret ueyapir eğlence gördükleri zaman..." (el -Cumua, 62/11) Bu açıklamayı el-Vakidî yapmıştır.
el-Kelbî der ki: Tüccar başka yerlerden mal getiren ve bir yerden bir yere yolculuk yapan kimselerdir. Satıcılar ise yerlerinde ikamet edenlerdir.
"Allah'ı anmaktan" buyruğunun te'vili hususunda farklı görüşler vardır. Atâ der ki: Burada kasıt namazda hazır bulunmaktır. İbn Abbas da böyle demiştir. Ayrıca o, "farz namaz" diye kayıtlamıştır. Ezandan alıkoymadığı diye de açıklanmıştır ve bunu Yahya b. Selâm zikretmiştir.
O'nu güzel isimleriyle anmak yani O'nu tevhid edip şanını yüceltmek diye de açıklanmıştır.
Âyet-i kerîme pazarda ticaret yapanlar hakkında inmiştir. Bunu da İbn Ömer ifade etmiştir. Salim dedi ki: Abdullah b. Ömer pazardan geçiyordu, o sırada iş yerleri sahipleri dükkânları kapatmış bulunuyorlar ve cemaat halinde namaz kılmak üzere kalkmışlardı. İşte: "kendilerini ticaretin de alışverişin de Allah'ı anmaktan... alıkoymadığı yiğitlerdir" âyeti bunlar hakkında nazil olmuştur, dedi.
Ebu Hureyre dedi ki: Peygamber (sav)dan şöyle buyurdu: "Bunlar yeryüzünde Allah'ın lütfundan arayarak, yeryüzünde yolculuk yapan kimselerdir."
Denildiğine göre Peygamber (sav) döneminde iki kişi vardı. Bunlann birisi satıcı olup namaz için ezan okunduğunu işitir işitmez eğer terazi elinde bulunuyorsa onu atıverirdi, güzel bir şekilde dahi koymazdı. Şayet terazi yerinde bulunuyorsa, onu oradan kaldırmazdı. Diğeri ise demirci idi, ticaret maksadıyla kılıç yapardı. Eğer çekici, Örsün üzerinde bulunuyor ise onu yerinde bırakırdı, şayet kaldırmış ise ezanı işittiği takdirde arkasına atardı. İşte yüce Allah, onları ve onlara uyan herkesi övmek üzere bu buyruğu indirmiştir.

Namazı Kılmak:

"Namazdan" ifadesi, yüce Allah'ın: "Allah'ı anmaktan" buyruğunda kastın, namazdan başka bir şey olduğunu göstermektedir, yoksa tekrar olurdu. "Namaz kıldı" denilir. Mastarının aslı, şeklinde olup, "vaV'ın harekesi "kafa intikal edince "vav" da, "eliPe kalboldu. Ondan sonra sakin bir elif olduğundan birileri hazfedildi. "He"nin (yuvarlak te'nin) sabit kalması ise, hazfedilerek kelimenin bozulmaması içindir. Ancak bu mastar izafe yapılınca, muzaf, "he"nin yerine geçtiğinden hazfedilmesi caiz olmuştur. -İzafe edilmediği takdirde, hazfedilmesi de caiz olmaz. Nitekim; "Vaadetti, vaadetmek" ile; "tarttı, tartmak" denilir. Burada "he"nin (te harfinin) hazfeditmesi caiz değildir. Çünkü zaten (ilk harf olan) "vav" hazfedilmiştir. Zira kelimelerin aslı; ile dır. İzafet yapılması halinde bu "he" (yuvarlak te) hazfedilir. el-Ferrâ şu beyiti nakletmektedir:
Seninle yakınlıkları olanlar çabuk tuttular ellerini ayrılıkta ve bu hususta çok acele ettiler, Hem de sana vermiş oldukları o sözlerinde de durmadılar."
Burada şair "söz, vaad" anlamındaki kelimenin sonundaki "he"yi (yuvarlak te'yi) hazfetmiş bulunmaktadır. Buna sebeb ise bunun muzaf olarak gelmiş olmasıdır.
Enes (r.a)dan gelen rivayete göre de Rasûlultah (sav) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah kıyamet gününde dünya mescidlerini beyaz develermiş gibi getirir. Bunların ayaklan amberden, boyunları zaferandan, başlan miskten, yularları yeşil zebercetten olacaktır. Bu mescidlerin kayyûmlan ve oradaki müezzinler bu (deve suretindeki mescid)leri önden çekecekler. İmamları ise arkadan sürecekler. Bu mescidleri İmar edenler ise ona asılmış olacaklardır. Kıyametin Arasatında hızlıca çakan şimşek gibi geçeceklerdir. Mevkıf te bulunanlar: Bunlar mukarreb melekler yahut mürsel peygamberlerdir, diyecekler. Bu sefer: Bunlar melek de değildir, peygamber de değildir. Fakat onlar Muhammed (sav) ümmeti arasından namazları dikkatle koruyanlar ve mescidlere devam eden kimselerdir diye seslenecektir. "

Ali (r.a)dan şöyle dediği nakledilmektedir: İnsanlar üzerinden öyle bir zaman gelecek ki İslâm'ın sadece ismi, Kur'ân'ın sadece resmi kalacaktır. Mescidlerini ma'mur ederler, fakat Allah'ı zikretmek bakımından harabe olacaktır. O zamanın en kötüleri alimleridir, fitne onlardan başlayacak, onlara dönecektir.
Bu sözleriyle onların bildikleri halde, bildiklerinin gereği ile amel etmeyeceklerini kastetmektedir.

Zekât Verenler ve Kıyamet Gününden Korkanlar:

"Zekâtı vermekten" buyruğu, el-Hasen'in dediğine göre farz olan zekâtı edâ etmekten demektir. İbn Abbas da dedi ki: Burada zekâttan kasıt yüce Allah'a itaat ve ihlâstır. Zira her mü'minin zekât verecek kadar malı olmaz.
"Onlar kalblerln ve gözlerin döneceği bir günden" yani kıyamet gününden "korkarlar." Bu, bugünün dehşetinden korkarlar, helak edilmekten endişe ederler, demektir. "Dönmek (tekallub)" başka bir hale geçmek demektir. Burada kasıt, kâfirlerin kalpleri ve gözleridir. Onların kalplerinin döndürülmesi yerlerinden sökülüp, gırtlaklara kadar gelip dayanmasıdır. Artık o kalpler ne yerlerine geri dönebilecektir, ne de çıkacaktır. Gözlerin dönmesi ise; gözlerin sürmeli gibi iken morarması, görüyor iken görmez olup körel-mesidir.
Şöyle de açıklanmıştır: Kalpler kurtulma ümidi ile helak olma korkusu arasında döner, durur (gider, gelir). Gözler de kitaplarının kendilerine hangi taraftan verileceğine ve nerelere götürüleceklerine bakar durur.
Şöyle de açıklanmıştır: Şüphe edenlerin kalpieri bulundukları şüphe halinden başka bir hale geçer. Artık gözleri de böyle oİacaktır, çünkü onlar kesin olarak herşeyi görmüş olacaklardır. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğuna benzemektedir: "Şimdi senden perdeni kaldırdık, bugün gözün pek keskindir." (Kâf, 50/22) Onun dünyada iken sapıklık olarak gördüğü şeyin, artık doğruluğun tâ kendisi olduğunu görecektir. Şu kadar var ki; bu görmelerinin âhirette kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır.
Bir başka açıklama da şöyledir: Onların kalbleri cehennemin kor ateşleri üzerinde döndürülüp duracaktır. Anlamın, kalplerin cehennem alevi ve ateşi üzerinde döndürülüp, duracağını söyleyenlerin görüşlerine göre bu buyruk, yüce Allah'ın şu buyruklarına benzemektedir: "Yüzlerinin ateşte evirilip, çeuirileceği o günde..." (el-Ahzâb, 33/66); "Biz de onların kalplerini ve gözlerini çeviririz." (el-En'âm, 6/110)
Şöyle de açıklanmıştır: Ateş kimi sefer onları alevi İle yalayarak, kimi sefer de pişirerek evrilip çevirilirler. Bir başka açıklamaya göre kalplerin evirilip çevirilmesi onların çarpması, ızdırap duymasıdtr. Gözlerin döndürülmesi de, gözlerle dehşetin değişik yerlerine bakmaktır.
"Çünkü Allah onları İşledikleri amellerinin en güzeli ile mükafatlandıracak." Yüce Allah burada güzelliklere karşılık verilecek mükâfatı söz konusu etmekte, kötülüklere karşıltk verilecek cezaları zikretmemektedir. Bunların da cezasını verecek olmakla birlikte, söz konusu etmemesinin iki sebebi vardır:
1- Bu bir teşviktir. O bakımdan sadece arzu edilen, şevk duyulan şeyi zikretmekle yetinilmiştir.
2- Bu'onların büyük günah işlemelerinin söz konusu edilmeyeceği bir günün niteliklerini anlatmaktadır. O bakımdan küçük günahları da affedilmiş olacaktır.
"Ve onlara lütfundan fazlasıyla verecektir." Bunun iki anlama gelme ihtimali vardır: Birincisine göre yüce Allah herbîr iyiliğe on misliyle karşılık verecektir, ikincisi ise karşılıksız olarak onlara kendi lütfundan ihsanlarda bulunacaktır.
"Allah dilediğine hesapsız rızık verir." Yani verdiklerinin hesabını yapmayacaktır, sormayacaktır. Zira O'nun ihsanının, bağışlarının sonu yoktur.
Rivayet olunduğuna göre; bu âyet-i kerîme nazil olunca, Rasûkıllah (sav) Küba Mescidi'nin inşa edilmesini emretti. Abdullah b. Revâha gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü! Mescidleri bina eden kurtuluşa erer mi?
"Evet, ey Revâha'nın oğlu" diye buyurdu. Peki ya orada ayakta ve oturarak namaz kılanlar diye sorunca, Peygamber: "Evet onlar da ey Revâha'nın oğlu" buyurdu. Bu sefer: Peki, ya Allah'a geceyi ancak secde ederek geçirirse deyince, Peygamber şu cevabı verdi: "Evet, ey Revâha'nın oğlu. Sec' yapmayı bırak, çünkü hiçbir kula akıcı bir dilden (güzel konuşmadan) daha kötü bir şey verilmiş değildir." Bunu da el-Maverdî zikretmektedir.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selamün Aleyküm,
hayırlı ve istifadeli bir çalışmaydı.. Allah c.c razı olsun, hizmetinizi bereketli kılsın inşallah. İsmini anmayı, kullarına bir manevi gıda, kurtuluş reçetesi, bir niyaz, mutmainlik ve kemalat vesilesi kılan Rabbimiz c.c, bizleri bu nimetle daim nimetlendirsin, nimetinin neticeleri olarak iki cihan selameti nasip etsin inşallah..
Emeğinize sağlık kardeşim. Selam ve Dua ile.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Zikir, şükür kavramında olduğu gibi hem dil, hem kalb ve hem de bedenen yani amellerle olmalıdır.


1- Dil ile zikir: Allah'ı isimleriyle anmak, hamd etmek, tesbih etmek, Kur'an okumak, Kur’ân’ı dinlemek ve dua etmektir. Dil ile yapılan zikir, kalbi zikre yol açmalıdır.


2- Kalb ile zikir: Kalbi zikir, bedenin zikrine yani ameli zikre zemin hazırlamalıdır. Ameli zikirden kastımız, Allah’ın yapmamızı istediği kulluk vazifeleri, bir başka ifadeyle ibadetlerdir.


Kalb ile zikir, Allah'ı gönülden anmaktır. Bu da üç çeşittir:


a) -Allah'ın varlığına delalet eden delilleri düşünmek, O'nun isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir. Allah'ın varlığına delalet eden deliller, başta Kur’ân ayetleri ve kâinattır. Kur’ân’da ve kâinatta yer alan ayetlerin tümünde, Yüce Yaratıcıya götüren, O’nun varlık ve birliğini haykıran, kuvvet ve kudretini gözler önüne seren sayısız alamet ve deliller mevcuttur.


b) -İlahi hükümleri yani Allah'ın emir ve yasaklarını ve kulluk görevlerimizi ve bunlarla ilgili delilleri düşünmek. Yani bir gönül ve vicdan muhasebesi yapmak gerekir. Ne ile mükellefim, neyi ne kadar yapmam gerekir? İlahi teklifler benim için ne ifade ediyor? Sorularının cevaplarına kafa yormak…


c) -Benliğimizdeki ve evrendeki varlıkları ve bunların sırlarını tefekkür ederek, her zerrenin, "yücelikler âlemi”ne ve Allah'ı gereği gibi bilmeye götüren birer ayna olduğunu görmek, idrak etmektir. Böyle bir zikirden alınacak zevkin bir göz açıp kapamak kadar olan zamanı bile cihanlar değer. İşte bu noktada insan kendinden ve âlemden geçer3.


3- Bedeni zikir: Vücudumuzdaki bütün organların, sorumlu oldukları vazife ile meşgul ve yasaklandıkları şeylerden de kaçınmalarıdır4. Bu noktada hem Allah ile ve hem de insanlarla olan muamelemizin dürüst ve samimi olması gerekir. Dolayısıyla yaptığımız her işi, ibadet şuuru içerisinde yapmalı ve aksi durumda hesaba çekileceğimiz endişesini taşımalıyız.


Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir, Allah’ı unutmamak yani hiçbir hal ve şartta O’ndan gafil olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir.


Zikir, bütün kısımlarıyla birlikte kalple, ruhla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Zira yapılan ameller, kalbi, ruhu müsbet ya da menfî bir şekilde etkileyecektir. Çünkü insanın maddî ve mânevî yönü arasında bir ilişki vardır. Bu ilişki sebebiyledir ki ruhta meydana gelen bir eserin, eylemin bedene birtakım etkileri olur. Aynı şekilde bedende birtakım fiil ve davranışın tekrarından da nefiste kuvvetli bir meleke meydana gelir ki bu da bedenden ruha çıkan eserler, etkilerdir... Bu yüzden insanda hüsn-i tefekküre engel olmayacak şekilde ve kendisine işittirecek kadar dil ile zikir yapıldığı zaman, bu dil ile yapılan zikirden dolayı hayalde bir etki oluşur. Ve bundan ruha bir nûr yükselir. Sonra bu nurlar, ruhtan dile, lisandan hayâle, hayalden akla yansır. Karşılıklı aynalar gibi birbirini takviye ve biri diğerini geliştirerek kemal noktasına eriştirir. Bunun mertebelerine son yoktur. Ma’rifet yolculuğu, işte bu nihayetsiz deryada Hakk’ın isteğine doğru yürümektir...5


Zikir, dil ve beden ile yapılan kalbî bir uyanıklık içinde gerçekleştirilmelidir. Zira zikir, gaflet ve nisyanın yani unutmanın gafletin zıddı demektir. Bu anlamda zikir, Allah’ı unutmamak yani hiçbir hâl ve şartta O’ndan gafil olmamaktır. Dolayısıyla gafleti gidermeyen zikir, hakikatte zikir değildir. Nitekim Allah'ı zikir için farz kılınan namazı gafletle edâ edenler kınanırken (Mâûn, 107/ 4-5), onu huşû içinde yerine getirenler övülmüştür (Mü'minûn, 23/1-2) . Yine aynı şekilde "Gerçek müminler ancak o kimselerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar.." (Enfâl, 8/2) âyeti, zikrin gönlü titretecek derecede bir şuur ve uyanıklık içinde yapılması gerektiğine dikkat çeker.




Elmalılı Tefsiri'nden..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
"Onlar inanan ve Allah'ı anmakla (zikretmekle) gönülleri huzur bulan kimselerdir.
Bilin ki gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur (13 Rad -28)


ayetini delil göstererek kendilerini haklı saymaları, zikir kavramını gerçek anlamı ile yani, Kur'an'da ifade edilmek istenen anlamda değil, ona kendi anlayışlarına göre anlam vermelerinden kaynaklanmaktadır. Elbetteki, mü'minler ancak inanmakla ve gönüllerinin Allah'ı anmasıyla huzur bulurlar. Buna hiçbir muiminin itirazı olamaz. Ancak, gönüllerin Allah'ı anması nasıl olacaktır? Önemli olan bu soruya doğru cevap vermektir. Herkes eline tesbihi alsın ve günde beşyüz veya bin kez la ilahe illallah desin ve bu şekilde gönlü Allah'ı anmış olsun diye bilirmiyiz?

Böyle yapan gerçekten bu ayetin gereğine uymuş mu olur? Önce bu ayetin neyi ifade ettiğinej neyi anlatmak istediğine bakalım. Ayetin, gerçekten neyi anlatmak istediğini, daha iyi anlamamız için bir önceki ve sonraki ayetlerle birlikte ele almamızda yarar var:



"İnkar edenler: "Ona Rabb'inden bir ayet (belge l mucize) indirilmeli değil miydi?
diyorlar. De ki: "Allah, dilediğini (bu tür sözlerle) saptırır. Yöneleni de kendisine iletir.(
13 Rad 27)


"Onlar inanan ve Allah'ı anmakla gönülleri huzur bulan kimselerdir. iyi bilin ki gönüller ancak Allah'ıanmakla huzur bulur .(13 Rad 28)

"îşte mutluluk ve güzel gelecek o inanıp güzel işler yapanlarındır" (13 Rad-29).



Ayet, önceki ve sonraki ayetlerle birlikte değerlendirildiğinde ortaya şu gerçeği koymaktadır:

Müşrikler her fırsatta Peygamberimizi (Ra'd-27'de olduğu gibi), peygamberliğini kanıtlamaya davet ediyorlardı. Peygamberden, peygamber olduğuna dair mucizeler istiyorlardı. Eğer peygamberse diğer peygamberler gibi mucize göstermeliydi. "Ona gökten yardımcı melekler inmeli", ''kendisine Rabb'inden hazineler verilmeli', "ölüleri diriltmeli", ''altından ırmaklar akan bağları, bahçeleri olmalı değil mi?" diyorlardı.

Allah da inanmakta direnen ve bahane arayanlara cevaben: Bu bahanelerle doğru yoldan saptıklarını, bu tür bahanelere kanmayıp Kitab'a yönelenlerin de doğru yolu bulduğunu, ve onları, Allah'ın, kendisine ileteceğim söylemektedir,( Ra'd-27'nin devamı Ra'd-28'de) de yüce Allah şöyle demek tedir: Allah'ın zikrine
-ki burada zikir Kitap anlamında kullanılmıştır
- gönülden inananlar bu inançlarında kuşkusuz olduklarından, gönülden kabul ettiklerinden huzurludurlar. Çünkü kuşkusuzca inanmaları onlara huzur vermektedir, Allah'ın zikri, Allah'ın sözü demektir.

Kim ki bu zikre/söze gönülden inanırsa en güzel işi yapmış ve o, Allah'a yönelmiştir
. Yani, Mümin Allah in zikrine inanmakla en güzel işi yapmış, mutluluk ve güzel geleceği haketmiştir. Görüldüğü gibi, zikir, Kur'an'ın diğer bir ismi anlamında kullanılmıştır.

"Allah'ı zikretmekle, yani Allah'ın, sözünü kuşku duymadan kabul etmekle gönüller huzur bulur" anlamına gelen ayeti, hergün belli bir sayıda bazı sözleri tekrar etmeye dayanak göstermek, ona yanlış anlam vermekten veya onu kendi doğrularına uydurmaktan başka birşey değildir Diğer bir ayette:


"Beni zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin."

(Bakara - 152)
[FONT=&quot] diyen Rabb'imizin bu ayetini tasavvuf anlayışı ile açıklarsak o zaman Allah; "siz tesbih çekerek, beni zikrederseniz ben de size, tesbih çekerek karşılık veririm (zikrederim)" mi demek istiyor? [/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot] Yoksa: "siz bana kulluk yaparsanız, ben de bunun karşılığında yaptığınızı unutmayarak size nimetler veririm' mi demek istiyor? Elbetteki bizim Allahı zikretmemiz demek, kulluğumuzu ona has kılmaktır; [/FONT]
[FONT=&quot] [/FONT]
[FONT=&quot] Rabb'imizin bizi zikretmesi de bize mükafat olarak Cennet de dahil vereceği nimetlerdir. Yoksa bu ayete 'Allah'ın hergün ve belli sayılarda 'ey kulum..., ey kulum/ diyerek kullarım anar şeklinde bir anlam vermek asla doğru olamaz.[/FONT]
[FONT=&quot][/FONT]
[FONT=&quot]Alıntı[/FONT]
[FONT=&quot][/FONT]​
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
aliye_aliye ,
Değerli katılımınız için Allah CC razı olsun çok faydalı oldu inşaallah katılımlarınız ve konuya desteğiniz devam eder.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt