Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir dersleri (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-110

Nisa-110

“Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah'­tan bağışlanma dilerse, Allah'ı merhamet sahibi olarak bulur.”
Kim bir kötülük işler de, kim bir başkasına kötülük yapar veya şirkten başka bir günah işler, yahut kendi kendine zulmeder, yâni şirke düşerek kendi kendisine zulmederse. Arkadaşlar insanın kendi nefsine zulmetmesi, kendi kendisine zulmetmesi demek insanın ken­disini Allah’a kulluk ortamının dışına çıkarması, Allah’ın istemediği bir hareket tarzının içine girmesi, Allah’ın kendisini görmek istemediği bir atmosferde bulunması demektir. Allah’ın kendisi için çizdiği yaşam bi­çiminin dışında nefsinin hevâ ve hevesleri istikâmetinde bir hayat ya­şaması demektir. Allah’ın kitabını bırakarak, Resûlünün örnek kullu­ğunu terk ederek bir kişinin kendi istek ve arzuları peşinde bir hayata yönelmesi onun hayrına değildir. Bir insanın hayrı onun yaratıcısının belirlediği hayatın içinde olmasıdır.
Eğer bir insan hayatını, zamanını, imkânlarını, fırsatlarını, elini, ayağını, gözünü, kulağını, aklını, fikrini, kalbini, düşüncesini, iradesini, seçimini yaratıcısının emrine teslim eder, kendisi adına yaratıcısının seçimini seçim kabul ederse işte bu onun hayrınadır. Ama tüm bunları Allah’ın emrine değil de kendi aklının, düşüncesinin emrine teslim ederse işte bu da onun için hayır değil, kazanç değil kayıptır.
Evet Allah’a teslim olmayarak, Allah’ın belirlediği bir hayata yönelmeyerek, günah işleyerek, kendi kendisine zulmeden, kendi kendisini cehen­nem yolunda tutan, kendi kendisini ateşe götüren, kendi kendisine yazık eden, kendi kendisini boşa harcayan, ama sonra da aklını ba­şına alarak bu yaptığından vazgeçerek Allah’tan mağfiret dilerse, ba­ğışlanmasını dilerse Allah’ın kendisine Ğafûr ve Rahîm olduğunu gö­recektir. Allah böyle günahlarından dönen kulunu affedecektir. Arka­daşlar, gerçekten biz kullarına Rabbimizin en büyük lütfudur bu.
Çünkü insan yaratılış gereği, fıtrat gereği günah işleyebilme özelliğindedir. Öyle yaratılmıştır. İnsan melek gibi tamamen günah işleme özelliğinden uzak bir varlık değildir. İşte bizi böyle yaratan, bi­zim fıtratımızı herkesten daha iyi bilen yaratıcımız bize din gönderir­ken bizim bu fıtratımızı göz ardı etmiyor. Bizim fıtratımıza uygun bir din, bir hayat programı gönderiyor. Bizim günah işleyebileceğimizi bi­lerek günahtan kurtulma yollarını da bize gösteriyor.
Öyleyse asla unutmayalım ki Rabbimiz bizi böyle sürekli bir günah psikozu altında ezilmekten kurtarıyor, bize arınma yollarını, tevbe ve dönüş yollarını da gösteriyor.
Şu anda herkesin günahtan kurtulma yolları açıktır. Eğer kul olarak biz bizi zarara götürecek, bizi cehenneme götürecek bir harekette bulmuşsak hemen arkasından tevbe eder, Rabbimize döner, bu yaptığımızdan pişman olur ve bir daha yapmamak üzere yalvarır yakarırsak, Rabbimizin bağışlamasına teslim olursak, kesinlikle bile­lim ki Allah bizi affedecektir. Bu sadece Müslümanlar için değil top yekun insanlık için bir lütuftur. İnsanlar, işledikleri günahlar ne olursa olsun, ne kadar olursa olsun eğer ondan vazgeçip bir daha o günah­lara dönmemek üzere Allah’a yönelirlerse Allah’ı Ğafûr ve Rahîm bu­lacaklardır. Ama kesinlikle Allah’ın Ğafûr ve Rahîm oluşu da sizi al­datmasın. Çünkü:
111. “Kim günah işlerse bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakîm'dir.”
Kim bir kötülük yaparsa, kim bir günah işlerse ancak kendi aley­hine işlemiştir. İşlediğinin cezasını çekecek, sonucuna katlanacak olan kendisidir. Kötülük işleyen kişi kendi kendisine yazık etmektedir. Kendi kendisini ateşe atmaktadır. Allah herkesin ne işlediğini, ne niyet taşıdığını, yaptıklarına karşılık kendisine nasıl bir ceza vereceğini çok iyi bilendir. Allah hikmet sahibidir, yaptığı her işi bir hikmetle yapandır ve işlediklerinden ötürü günahkârları cezalandırması da Rabbimizin hikmeti gereğidir.
112. “Kim yanılır veya suç işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.”
Kim bir hata (Küçük günah) ya da büyük bir günah işler de, sonra da işlediği bu suçu suçsuz, temiz bir kimsenin üzerine atarsa muhakkak ki ona büyük bir iftira etmiş ve apaçık bir vebal, bir günah yüklenmiş olur. Gerek yapmadığı bir günahla başkalarını suçlamak şeklinde, gerekse kendi işlediği bir suçu, bir günahı başkalarının üze­rine atmak şeklinde olsun gerçekten bu büyük bir iftiradır. Adam ken­disi bir suç işliyor, bir hırsızlık yapıyor, sonra da kendisini temize çıka­rabilmek için adâletten, doğruluktan uzaklaşıyor ve onu suçsuz birisi­nin üzerine atıyor. Bu gerçekten çok kötü bir şeydir. Toplumda işlenen bir suçun suçsuz birisinin üzerine atılması, suçlunun suçsuz, suçsu­zun da suçlu makamında görülmesi toplum içinde tüm dengeleri alt üst edip, toplumu büyük bir kargaşaya sürükler.
Halbuki bir Müslümanın böyle bir yola tevessül etmesi onun için en büyük bir kayıptır. Çünkü bir Müslüman kendi aleyhine bile olsa, babasının, anasının, yakın akrabalarının, kavminin, kabilesinin zararına bile çıksa verdiği hükümlerinde doğruluktan, haktan, adâlet­ten ayrılmaması gerekmektedir. Önceki âyetlerde demeye çalışmış­tım, bir Müslüman karşısındaki bir yahudi bile olsa, bir hıristiyan, bir dinsiz, bir ateist bile olsa vereceği hükmünde haktan ayrılmaması ge­rekiyor
Ama bakın ki Müslüman olduğunu, Allah ve Resûlüne itaat ettiğini söyleyen bir adam ve onun kavmi işlediği hırsızlık suçunu o suçla ilgisi olmayan suçsuz bir yahudi’nin üzerine atarak, ırkçılık zih­niyetiyle peygambere yanlış beyanlarda bulunarak peygamberi ya­nıltma ve suçsuz birisinin suçluluğuna hükmetmesine sebep olmaya çalışıyorlardı.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-113

Nisa-113

“Ey Muhammed! Eğer sana Allah'ın bol nîmeti ve rahmeti olmasaydı, onlardan birtakımı seni sapıtmağa çalışırdı. Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıra­mazlar, sana da bir zarar veremezler. Allah sana Kitab ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nîmeti ne büyüktür.”
Eğer Allah’ın lütfuyla sana vahiy göndererek seni bilgilendirme nîmeti olmasaydı, rahmetiyle Rabbin seni korumasaydı o hainlerden bir grup seni saptırmış gitmişti. Halbuki Allah’ın sana rahmeti ve seni koruması karşısında o hainler kendilerinden başkasını saptırıp kandı­ramaz. Sen Allah’a dayandığın sürece, senin hareket noktan vahiy olduğu sürece, sen insanlar arasında Allah’ın kitabıyla hükmettiğin sürece kimse seni saptıramaz. Onlar sana hiçbir zarar veremezler. Çünkü Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediklerini öğ­retmiştir. Rabbinin sana olan lütufları pek çoktur.
Allah’ın Resûlü insanların arasında hükmediyordu. Ama biliyoruz ki Allah’ın Resûlü bir insandı ve gaybı da bilmiyordu. Allah’ın Resûlü kalplerden geçenleri bilmez ki. O ancak zâhire göre hükme­der, davacılara göre, davacıların beyanlarına göre hüküm verirdi. Kendisi de ısrarla bunu söylüyordu. Ey Müslümanlar eğer ben sizin hakkınızda bir hüküm verirsem bu sizin bana getirdiğiniz bilgiler ve beyanlar doğrultusunda olacaktır. Ben hiçbir zaman sizin getirdiğiniz bilgilerin dışına çıkarak, içlerinizde sakladıklarınıza muttali olarak hü­küm veremem. Ben böyle bir yetkiye sahip değilim. Binaenaleyh da­valaştığınız ve benden hüküm istediğiniz konularda bana doğru bilgi­ler getirin diyordu. Haklı olarak Allah’ın Resûlü gaybı bilmediği için, işin arka planını bilmediği için kendisine gelen davalı ve davacıların ifadeleri neyse ona göre hükmünü veriyordu.
Nitekim İmam Buhârî’nin rivâyet ettiği bir hadislerinde Allah’ın Resûlü şöyle buyurur:
“Şunu iyi biliniz ki ben bir insanım. Sizin aranızda sizden işittiğime göre hüküm veririm. Olabilir ki sizden bi­riniz kendi delilini karşısındakinden daha iyi bir şekilde açıklar ve ben de onun lehine hüküm verebilirim. Her kime bir Müslümanın hakkını hükmedip vermiş olursam bilesiniz ki o ateşten bir parçadır. İster onu yüklenip git­sin, isterse onu bıraksın.”
Öyleyse buradan şunu anlıyoruz ki davalı ve davacı kendisine gelerek aralarında hüküm verdiği konularda Allah’ın Resûlü asla sorumlu değildir. Onların yanlış beyanlarına göre verilen hükümden so­rumlu olanlar o beyan sahipleridir. İfadelerindeki yanlışlık ve yamuk­luklardan Rasulullah değil kendileri sorumlu olacaklardır. Öte âlemde bu yanlış beyanlarının cezasını çekeceklerdir. Ama bakın bu dünyada da Rabbimiz böyle bir hırsızlık olayında insanların verdikleri yanlış beyanlarla Rasulullah Efendimizin bir yanılgı içine düşerek, yanlış bir hüküm vererek suçsuz olan bir yahudi’yi suçlandırma durumuna düşmekten koruyuverdi. Irkçılık yaparak onu yanıltmak isteyenlerin planlarına, komplolarına Allah fırsat vermedi. Rabbimiz fazlıyla, rahmetiyle pey­gamberini bilgilendirerek, gönderdiği bu âyetleriyle konuya müdahale ederek işi açığa çıkarıverdi.
Eğer Rabbimizin rahmeti ve lütfu olmasaydı, eğer zamanında âyet göndererek bu konuda peygamberini uyarmasaydı, komplocuların iç yüzlerini açıklamasaydı onlar verdikleri yamuk beyanlarıyla suçluyu suçsuz, suçsuzu da suçlu gösterecekler, sana da böylece hüküm verdirecekler ve seni saptıracaklardı. Allah vahyiyle buna en­gel oldu.
Öyleyse insanlar her ne zamanki Allah’ın vahyiyle hareket etmezler, Allah’ın kitabıyla hüküm vermezler, Allah’ın kitabından habersiz hükümler vermeye başlarlarsa kesinlikle bilelim ki o toplumda suçlular suçsuz, suçsuzlar da suçlu durumuna düşürüleceklerdir. Şu anda bunun en acı örneklerini yaşıyoruz.
Ama bakın Allah’ın vahyi insanların imdadına yetişti de onları bir yanlış karar vermekten kurtarıverdi Rabbimiz. Peygamberini bir yanılgıya düşmekten kurtarıverdi Rabbimiz. Allah’ın kitabıyla hareket ettiği sürece peygamber menfaatlerini ön plana çıkararak peygamberi saptırmaya çalışanlara karşı peygamber her zaman korunmuştur. Eğer biz de her işimizde, her kararımızda, her hükmümüzde Allah’ın vahyine müracaat edersek bilelim ki biz de yanlışlara düşmekten Rabbimiz tarafından korunacağız demektir. Allah sana kitabı ve hikmeti, kitabın pratikte nasıl uygulanaca­ğını, hangi âyetin hangi problemi nasıl çözeceğini, kitabın pratik ha­yatta nasıl indirgeneceğini yâni sünneti vermiştir. Ve de Allah sana bilmediklerini öğretmiştir. Bilgi tümüyle Allah’tandır. Bilginin kaynağı Allah’tır ve insana bilmediğini öğreten odur.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-114

Nisa-114

“Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantıla­rının çoğunda hayır yoktur. Bunları Allah'ın rızasını kazanmak için ya­pana büyük ecir vereceğiz.”
Onların fısıltılarının, gizli gizli konuşmalarının pek çoğunda ha­yır yoktur. O insanlar kendi kavimlerinden birisinin işlediği suçu baş­kalarının üzerine atarak arkadaşlarını temize çıkarmak için toplanı­yorlar, hak hilafına komplolar kuruyorlar, kendilerince birtakım hesap kitap içine giriyorlardı. Rabbimiz buyuruyor ki bu adamların böyle gece gizli gizli fesatçılık adına toplanıp başkaları üzerinde yaptıkları konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Rabbimiz onların böyle gizli gizli toplanarak, hile ve tuzaklar düşünerek, bu hırsızlık olayıyla alâ­kalı yanlış ve düzmece beyanlar hazırlayarak, hile ve tuzaklar kurarak peygamberi saptırmaya yönelik gerçekleştirdikleri bu toplantılarının hiçbirisinde hayır olmadığını anlatıyor.
Dün peygamberi yanıltacak bu tür toplantıları münâfıklar yapı­yorlardı, şu anda da Müslümanların önünü tıkamak, Müslümanların nefesini kesmek, Müslümanlara hayat hakkı tanımamak, Müslümanla­rın defterini dürmek, yeryüzünde, Allah’ın arzında Allah’ın kullarının Allah’a kulluklarını engellemek, Müslümanlara Allah egemenliğinde Müslümanca bir hayatı yasaklamak üzere şu anda da kâfir ve müşrik dünyada yapılan tüm toplantıların hiçbirisinde hayır yoktur. Müslü­manları yok etmek üzere alınan kararların, düzenlenen komploların hiçbirisinde hayır yoktur.
Peki bunlarda hayır yoktur demek ne demektir? Yâni bunların, bu toplantıların, bu birlikteliklerin, bu planların, bu tuzakların hiçbirisi başarıya ulaşmayacaktır. Kâfirlerin Müslümanlara yönelik tüm toplan­tıları, tüm plan ve programları boşa çıkacaktır. Bu toplantıların hiçbi­risi kâfirlere bir hayır getirmeyecektir. Bunların kendi kazdıkları ku­yuya kendilerinin düşeceğini ve Müslümanlara asla bir zarar vereme­yeceklerini anlatıyor Rabbimiz.
İnsanların gece ya da gündüz, gizli ya da açık yaptıkları top­lan­tılardan sadece şunların hayırlı olduğunu ve başarıya ulaşacağını, diğerlerinden istisna ederek şöyle anlatıyor Rabbimiz:
Ancak bir sadaka vermeyi, yahut bir iyilik yapmayı, bir maruf gerçekleştirmeyi veya insanların arasını ıslah edip düzeltmeyi emre­den toplantılar başkadır. Bu üç işten başka sebeplerle toplanıp gizlice konuşanların konuşmalarında hayır yoktur diyor Rabbimiz.
Bir toplantı ki o toplantının hedefi bir sadaka gerçekleştirmek-se. Eğer bir toplantı da sadaka emrediliyorsa, yâni o toplantıda tasdik ehli olmaya çağrıda bulunuluyorsa, gelin Allah’ı tasdik edelim, gelin Allah’a iman iddialarımızda sadakat ehli olalım, gelin mallarımız ve canlarımız konusunda Allah’ın söz sahipliğini kabullenelim, gelin daha iyi Müslüman olalım, gelin bu hayatı Allah için yaşayalım, gelin Allah için fedâkârlıkta bulunalım diyerek sadakaya, sadakate çağrının olduğu toplantılarda hayır vardır, bu tür toplantılar ancak başarıya ulaşacaktır bir.
Bir de hedefi marufu emretmek olan toplantılar. Allah’ın güzel dediklerini, maruf dediklerini emretmek, Allah’ın emirlerini hayata ge­çirmek, Allah’ın yasaları istikâmetinde hayatı düzenlemek, Allah ege­menliğinde bir hayata teşvik etmek, Müslümanları daha iyi Müslü­manlaştırmak, kâfirleri de Müslümanlığa dâvet etmek üzere yapılan toplantılarda da hayır vardır, bereket vardır, Allah o toplantıları başa­rıya ulaştıracaktır iki.
Bir üçüncüsü de, bir toplantı ki o toplantı da insanların arasını ıslah, insanların arasını bulmak niyeti varsa işte bu toplantıda da ha­yır vardır. Yâni eğer Müslüman bir toplumda insanlar birbirlerine dar­gın hale gelmişlerse, insanlar birbirlerine karşı problemli bir hale gel­mişler, kardeşlik ilişkileri bozulmuş ve beraberlikleri birbirlerinin ce­hennemine sebep olacak bir noktaya gelmişse, birbirlerine zulmet­meye başlamışlarsa, kardeşlikleri zedelendiği için Allah’ın gazabını celp edecek bir toplum yapısına dönüşmüşse toplumları o zaman onların aralarını ıslah ederek, onlar arasında sulh ve barışı gerçek­leş-tirecek bir toplantı yapılıyorsa işte bu toplantı da başarıya ulaşa­caktır.
Tabii sadece insanların kendi aralarını bulup ıslah değil, aynı zamanda insanların Allah’la araları açılmışsa, Allah’ın kitabıyla araları dargınlaşmışsa, peygambere küsmüşler ve ilgiyi kesmişlerse bu ko­nuda da arayı bulmak üzere yapılan toplantılar hayırlı ve bereketli olacaktır.
Ama unutmayalım ki her kim de bunları Allah için yaparsa ona büyük bir ecir verilecektir. Bu eylemler toplumda yapılıyor ama Allah için ve Allah’ın gösterdiği ölçüler içinde yapılmıyorsa bunlarda da ha­yır yoktur, bunlar da başarıya ulaşmayacaktır. İşte görüyoruz, Müslü­manlar arasında toplantılar yapılıyor, kararlar alınıyor, yığınlarla sa­da-kalar, zekâtlar toplanıyor, aman şuraya şu kadar verelim, aman şu hizmeti destekleyelim deniyor, milyarlarca para toplanıyor ama bu pa­ralar Allah’ın istediği yerlere Allah’ın istediği biçimde harcanmadığı için, hattâ kimi zalimlerin el attıkları kurban derileri ve yardımlar Al­lah’ın istemediği bir hayat programını toplumda egemen kılmak üzere kanalize ediliyor ve sonunda hiçbir hayrı olmuyor.
Sadakalar Allah’ın istediği yerlerde harcanmak üzere olacak, maruf da Allah’ın dini olacak. Maruf diye insanlara emredilenler Al­lah’ın kitabı ve Resûlünün sünneti değilse, falanların kitaplarını, filan­ların sözlerini insanlara anlatmak üzere toplantılar yapılıyorsa bunla­rın da hayrı olmayacaktır, olmamaktadır işte görüyoruz.
Sulh da her şeyden önce Allah’la olacaktır. Allah’la barışma­dan, Allah’ın kitabıyla barışmadan, Allah’ın elçisinin sünnetiyle barışık bir duruma gelmeden, Allah’ın diniyle aramızı ıslah etmeden, dinle, kitap ve sünnetle aramızdaki ayrılığı kaldırmadan, küskünlüğe son ver-meden, insanları ilk önce buna dâvet etmeden sun’i beraberliklerin de hiçbir değeri olmayacaktır.
Tirmizi’nin rivâyet ettiği bir hadislerinde Rasulullah Efendimiz şöyle buyurur:
“Ademoğlunun Allah’ı zikretmesi, marufu emredip münkerden nehy etmesi hariç tüm sözleri aleyhinedir.”
Yine bir başka hadislerinde Allah’ın Resûlü şöyle buyurmaktadır.
“Oruçtan, namazdan ve sadakadan daha hayırlı amel insanların arasını düzeltmektir”
İnsanların gerek birbirleriyle aralarını ıslah edip düzeltmek, gerekse Allah’la aralarını düzeltmek çok hayırlıdır. Tabi unutmayacağız ki Allah ile arası bozuk olanların insanlarla aralarının iyi olması mümkün değildir. Allah’la barışık olmayanların insanlarla barışık olmaları kesinlikle mümkün değildir. Öyleyse önce insanları Allah’la barışık ve tanışık hale getirmeye çalışacağız. İnsanları Allah’ın kitabı ve elçisinin sünnetiyle tanıştıracağız ki kendi aralarında barış sağlansın.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-115

Nisa-115

“Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygam­berden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir!”
Kim kendisine dosdoğru yol belli edildikten sonra yâni kitap sün­net, Allah’tan gelen ilim ve hikmet kendisine ulaştıktan sonra peygambere karşı gelir, Allah ve Resûlüne, Allah’ın kitabına ve peygam­berinin sünnetine muhalefet eder ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, Rasul ve mü’minlerin üzerinde oldukları sırat-ı müstakimi terk eder ve başka başka yollara tabi olursa biz onu döndüğü tarafa çevirir, kendisinin dost kabul ettiklerini ona dost yapar, onu onların kucağına terk eder, velî bildiklerine onu kul köle yapar ve onu cehen­neme basıp yaslayıveririz. Evet peygamberin ve mü’minlerin yolu olan İslamdan vazgeçip onun dışında seçtiği yolu ona açarız da sonunda onu cehenneme yuvarlayıveririz. Ne kötü bir dönüş yeridir o cehen­nem? İşte o hain tu’me Allah tarafından suçluluğu açığa çıkarılınca peygambere düşman kesilip Mekke’deki müşriklere katılarak pey­gamber aleyhinde düşmanlığa dönüverdi.
Şak, şikak, şaklanmak, ayrılmak, parçalanmak anlamlarına gel­mektedir. Peygamberden ve onun yolundan ayrılmak, parçalanmak demektir. Âyetin ifadesinden anlıyoruz ki peygambere muhalefet Al­lah’a muhalefettir. Peygambere karşı gelen Allah’a karşı gelmiş de­mektir. Yine anlıyoruz ki Rasulullah’a muhalefet müminlerin yoluna muhalefettir. Müminlerin yolunu reddetmek de Rasulullah’ı reddetmek anlamına gelmektedir.
116. “Allah kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.”
Şüphesiz ki Allah şirki, kendisine ortak koşulmayı asla bağışlamaz, bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Aynı sûrenin 48. âyetinde de aynı konuyu anlatmıştı Rabbimiz. Her iki âyetten de anlıyoruz ki Rabbimiz kendisine şirk koşulmasını asla affetmiyor. Rabbimizin asla affetmediği, affetmeyeceği günah küfür ve şirktir. Küfrün ve şirkin dışındaki günahları kullarından dilediğine affedece­ğini anlatıyor Rabbimiz. Evet her kim Allah’a şirk koşarsa artık o hak­tan, hidâyetten, İslâm yolundan çok uzak, çok derin bir sapıklığa düşmüştür. Dünya ve âhiretini yitirmiş, berbat etmiştir.
Küfür ve şirkin affedilmeyeceği anlatılıyor. Ama tabii Kur’an’ın başka âyetlerinde küfür ve şirkin de şu şartla affedileceğinin anlatıldı­ğını görüyoruz. Küfür ve şirk içinde bir hayat yaşayan kişi eğer böyle bir hayattan vazgeçer, tevbe eder, İslâm’a döner, Rabbine yönelir ve onun istediği bir hayatı yaşamaya başlarsa işte o zaman Allah da onun küfür ve şirk günahlarını affedecektir. Yâni şu anda ve her za­man insanların dönüş imkânları vardır, tevbe imkânları mevcuttur. Ama önlerinde böyle bir dönüş imkânları varken bir kimse bu fırsatı kullanmayarak, Allah’ın kendisi için açtığı bu rahmet kapısından isti­fade etmeyerek küfür ve şirk içinde ölüp giderse, kâfir ve müşrik ola­rak Allah’ın huzuruna gelirse, Allah’ın razı olmadığı bir hayat yaşamış olarak huzura çıkarsa artık Allah onu affetmeyecektir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-117

Nisa-117

“Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar, ve onlar inatçı şeytandan başkasına dua edip tapınmıyorlar”
Müşrikler Allah’a kulluğu bırakırlar da dişilere dua ederler, dişilere ibâdet ederler. Kadınlara, kancıklara taparlar onlar. Yâni şehvetlerini putlaştırırlar. Aslında bu adamlar kendi nefislerine, kendi hevâ ve heveslerine tapınmaktadırlar. Müşriklerin hayatında hâkim güç, kadınlar ve şehvetleridir. Müşrikler için şehvet ve ona hitap eden kadınlar her şeydir. Şehvetlerini tatmin ettiği için bir bakarsınız ka­dınlara öylesine değer verirler ki, ama bir de bakarsınız ki o değer ve­rip tanrılaştırdıkları kadın rezil, rüsva, perişan, pespaye bir hayatın içindedir. Tanrılaştırdıkları kadını çok kötü bir yaşantının içine atmış­lardır.
Aslında onların tanrılaştırdıkları şu hayatta yaşayan kadın cin­sinin bizzat kendisi değildir. Onların değer verip tanrılaştırdıkları kadı­nın kendisi değil hayalidir. Kadının hayaline tapınırlar onlar. Tüm ha­yatlarında bu kadın hayali vardır. Reklamlarda o hayali kadın vardır, dâvetlerinde o vardır, çağrılarında hep o vardır. Şehvetlerini tahrik eden o güzel görünümüyle, o cazip fiziğiyle, o çekici sesiyle o hayali kadın insanlığın tanrılığı rolünde onlara bir şeyler verirken, insanların gözlerinde, gönüllerinde taht kurarken ama beri tarafta hayatta yaşa­yan gerçek kadınlarda o hayali kadındaki büyüleyici güzelliği, o en­damı, o şen şakraklığı, o zevkü sefayı bulamadıkları için o kadınlar erkekleri tarafından ezilmeyi, kötülenmeyi, horlanmayı, itilip kakılmayı hak etmiş bir konuma indirgenmektedirler.
Adamların değer verip tanrılaştırdıkları kendi kadınları değil hayallerinde yaşattıkları kadınlardır. Çünkü işte görüyoruz, kadını putlaştıran, kadınlara çok büyük değerler verdiklerini iddia eden şu müşrik dünyanın, şu yahudi ve hıristiyan dünyanın aynı zamanda değer verdiklerini iddia ettikleri kadını sosyal hayatta evinden, ailesinden kopararak en değersiz, en basit işlerde çalıştırarak onu ne hale dü­şürdüğünü görmekteyiz değil mi? Bu işin en üst düzeyde uygulandığı ülkelere bir göz atın. Kadın her şeydir, kadın değerlidir, kadına hak verilmelidir, kadın hakları alınmalıdır, verilmelidir, kadın erkeğe eşit olmalıdır, hattâ erkekten daha üstün bir konumda olmalıdır diye nara atan bu müşrik dünya içinde erkeklerden daha az bir ücretle, çok kötü şartlar altında çalıştırılanlar kadınlar değil midir? İşyerlerinde alın ter­leri istismar edilenler kadınlar değil midir? Erkeklerin ekonomik ve cinsel sömürülerine mahkûm edilenler kadınlar değil midir?
Görünürde kadınları putlaştıran, kadınları tanrılaştıran, kadın­lara kutsiyet izafe eden şu küfür sistemlerinin arka planında evini, sı­cak yuvasını, çocuklarını, huzurunu, mutluluğunu, kadınlığını, namu­sunu, iffetini, şahsiyetini, her şeyini kaybedenler kadınlar değil midir? Aslî özelliğinden, fıtrî özelliğinden, çocuk doğurma özelliğinden, bir tek kocaya ve çocuklarına işleyecek fıtrî sevgisinden mahrum edilen kadın değil midir? Allah’ın kadına yerleştirdiği çocuk doğurma, ana olma ve çocuğuna şefkatle yönelme özelliğini kadının elinden aldınız mı onu çok kötü bir buhranın içine attınız demektir. Rubûbiyetin tekliği gerçeğinden hareketle; Rabbimizin fıtrat gereği, kadına yerleştirdiği tek bir kocaya ait olma, tek bir kocaya karşı sevgisini yöneltme özelli­ğini elinden alıp da onu değişik erkeklerin, değişik kocaların emrine verdiniz mi onu dayanılmaz ıstırapların içine attınız, işkenceye götür­dünüz demektir.
Bir de utanmadan kadına hak verdiklerini, kadını en iyi bir yere oturttuklarını söylüyorlar. Bu mu kadına hak vermek? O kadınların fıt­ratlarını bozduktan sonra, ruhlarını, benliklerini, şahsiyetlerini öldür­dükten sonra nasıl hak vermiş, nasıl tanrılaştırmış oluyorsunuz o ka­dınları? Evet tanrıdır onların gözünde kadın, ama o erkeğin emrine gi­rerse tanrıdır, ona hizmet ederse tanrıdır, onun zevkine hizmet ederse tanrıdır, onun şehvetine teslim olursa tanrıdır, onun acımasız ve helâl olmayan şehevi arzularına teslim olup boyun bükerse tanrı­dır.
Allah’ın yasalarına göre evinin ve çocuklarının efendisi olarak evlerinde kocalarıyla mutlu bir hayat yaşamaları gerekirken, kocaları tarafından her türlü cinsel ve ekonomik ihtiyaçları karşılanarak sükû­nete kavuşturulmaları gerekirken evlerinden, sıcak yuvalarından ko­parılıp bedenlerinin zayıflığına, ruhlarının inceliğine bakılmadan en zor işlerde, en kötü şartlar altında ve en ucuz bir ücretle işyerlerine sokulmaları onlara hak vermek midir? Onların kanlarını, iliklerini, cin­siyetlerini sömürmeye siz hak mı diyorsunuz? Onları göz zevklerinize hitap edecek bir konuma indirgemeyi, reklam aracı olarak kullanmayı, güzelliğini, fiziğini, vücudunu, sesini ranta çevirmeyi onlara hak ver­mek mi zannediyorsunuz?
Hayır hayır, bunların hiçbirisi kadına hak vermek, kadına de­ğer vermek değildir. Bunlar sadece kadınları menfaatlerine, zevkle­rine, şehvetlerine esir etmektir. Bu müşrik sistemlerin tamamında hakkı yenen kadınlardır. Kavgada hakkı yenenler kadınlardır, mîrasta hakkı yenen kadınlardır, siyasî hayatta hakkı yenen kadınlardır, eko­nomik hayatta hakkı yenen, eğitim hayatında hakkı yenen, mehirde evlilik hayatında hakkı yenen kadınlardır ve hiçbir zaman İslâm’ın dı­şında kadınlara bir hak tanınması mümkün değildir.

İşte görüyoruz, kadınları tanrılaştırdıklarını iddia eden, kadın haklarının savunuculuğunu yapan kâfir ve müşrik dünyanın müşrik sistemlerinin arka planında ezilen, horlanan, çok kötü bir duruma dü­şürülen kadınlar uyanıp ta istismar edilen haklarını koparma kavgası verirlerken çeşitli söylevlerde bulunuyorlar. Kendi dünyalarının prob­lemlerini gündeme getirerek kullandıkları bu söylevlerini ne gariptir ki bizimkiler de kullanmaya çalışıyorlar. İslâm toplumunun böyle bir problemi olmamasına rağmen İslâm toplumunun her konuda hıristiyanları ve yahudileri takip eden bir kesimi sanki Müslümanlar arasında da küfür ve şirk dünyanın problemleri varmış gibi, sanki Kur’an kadınlara hak vermiyormuş gibi, sanki İslâm kadınları eziyor­muş gibi önce erkekler sonra da kadınlar kadın haklarından söz et­meye başladılar. Efendim kadın hakları, işte kadınlara hakları verilmi­yor, verilmesi gerekir, kadınlar erkeklerin egemenliği altında ezilmek­tedirler, sömürülmektedirler vs, vs batı ağzıyla batının sözlerini söy­lemeye çalışıyorlar.
Halbuki İslâm kadını erkeğin riyasetinde bir hayata mahkûm ederken, İslâm kadına evinin efendisi olarak çocuk doğurma gibi bir görev yüklerken, çocuklarının eğiticisi olarak onu cennetle müjdelerken, kocasına, kocasının meşru dairedeki isteklerine itaati Allah’a ita­atle eş değerde tutarken aslında kadına en büyük değeri vermiştir. İslâm kadını çalışmaya mecbur tutmayarak, kadının tüm ekonomik gereksinimlerini kocaya yüklerken kadına en büyük hakkını vermiştir. Ama zavallı Müslümanlar, Müslümanlığın farkında olmadan, dinlerinin kendilerine verdiği değeri anlamadan hıristiyan ve yahudi şirk dünya­sının etkisi altında bir hayat yaşamaya yöneldikleri için İslâm’ın ka­dına tanıdığı hakların ötesinde sanki bu kâfirler yeni haklar bulacak­larmış gibi bir kavganın içine giriyorlar.
Halbuki bizim dinimizde kadın ve erkek dünyanın iki ayrılmaz parçasıdır. Kadın da erkek de birbirlerini tamamlayan bir bütünün parçasıdırlar. Kadın da erkek de Allah’ın yarattığı kullardır. Kadın da erkek de tanrı olamazlar. Şeytan da tanrı olamaz. Eğer kadınlar da erkekler de Allah’ın yarattığı kullar olarak Rablerinin kitabına dönerler, Rablerinin kendilerine verdiği haklara ve hayata razı olurlar, Rasulullah Efendimizin aile hayatını kendilerine örnek alabilirlerse o hayatta kadın da hakkını alacaktır, erkek de hakkını bulacaktır. Her iki cins tarafından tek tanrı, tek İlâh, tek Rab Allah kabul edilecek, her iki cins de aynı Rabbe boyun büküp, aynı İlâhın yasaları istikâmetinde biri diğerinin tanrılığı kulluğu altında ezilmeden, Allah’tan başka ha­yatta hiçbir varlık rubûbiyet makamında görülmeyecek, kadına ve er­keğe hakkını Allah verecek, kimse üzerine baskı kurmadan son de­rece âdil, son derece dengeli ve mutlu bir hayat yaşayacaklar.
Bir de müşriklerin dişilere tapınışı, onları tanrılaştırmaları güç­süzlere tapınmaları anlamınadır. Güçsüzleri tanrılaştırıyorlar. Yâni müşrikler isterler ki tanrıları kendilerine etkin olmasın, kendilerine hâ­kim olmasın da kendileri o tanrılara hâkim olsunlar. İşte böyle kendile­rine, kendi arzularına boyun eğebilecek güçsüz, yumuşak varlıklardan seçerler tanrılarını. Yâni bunlar Allah’a kulluktan kurtulup kendi şeh­vetlerine, kendi hevâ ve heveslerine tapınmak istiyorlar. Keyiflerinin istediği gibi sorumsuz ve sınırsızca bir hayat yaşamak istiyorlar.
Çünkü bakıyoruz bu adamlar Allah’tan başka kendilerinin İlâhları olduklarını iddia ettikleri kimseleri de kendileri seçiyorlar. Seç­tiklerini istedikleri gibi yönlendirebileceklerini bildikleri için seçiyorlar. Seçtiklerine bizi şöyle şöyle idare ederseniz sizi seçeriz, değilse sizi seçmeyiz diyebildikleri için seçiyorlar. Bizden şunları şunları isteme­yeceksiniz! Bizi şu şu sorumluluklar altına almayacaksınız! Bizden namaz gibi, zekât gibi, tesettür gibi ağır sorumluluklar istemeyeceksi­niz! İçki gibi, kumar gibi, fâiz gibi, zina gibi bizim alışık olduğumuz şeyleri bizim için yasaklamayacaksınız! Bize lüks ve müreffeh bir ha­yat sağlayacaksınız! Biz ne istersek, nasıl bir hayata razıysak onu sağlayacaksınız! Eğer bize bizim istediğimiz kanunları çıkarır, bizim istediğimiz hayatı hazırlarsanız Rab olarak, İlâh olarak biz de sizleri seçeriz diyebildikleri için onları seçebiliyorlar. Onları yönlendirebile­cekleri, şartlandırabilecekleri için onları seçiyorlar.
Allah’a bunu diyemeyecekleri için, Allah’ı istedikleri gibi şartlandıramayacakları için Allah’ı Rab kabul edemiyorlar. Her şeyi kendi arzularına ve kafalarına göre ayarlamak ve düzenlemek istedikleri için, yâni kendi kendilerine tapınmak istedikleri için, şehvetlerine ta­pınmak istedikleri için hayatlarından Allah’ı diskalifiye etmek istiyorlar.
tamam İlâhlardan bir İlâh olarak Allah’ı da dinleyelim, meselâ hayatımızın ibâdet bölümünde, ama öteki bölümlerinde biraz nefes alabilmek için Allah’tan başkalarını da dinleyelim diyorlar. Halbuki bu şirktir. Hayatı parçalamak ve hayatın bazı bölümlerinde Allah’ı ama öteki bölümlerinde başkalarını dinlemek şirktir. Halbuki tevhid kişinin hayatının tümünde Allah’a teslim olmasıdır.
Müşrikler güçsüzleri ya da dişileri putlaştırırlar. Lat, Menat, Uzza hep dişi ismidir. Bu şehvetperestler dişiyi, kadını putlaştırdıkları için her yerde dişi ararlar, bulamazlarsa oturdukları mekânlara kadın resimleri asarlar. Her şeyde, sevecekleri değer verecekleri her şeyde dişilik ararlar. Güneşi mi sevecekler, ona dişilik izafe ederler, yıldız­lara mı tapınacaklar, onlara dişilik hüviyeti kazandırırlar, melekleri mi tanrılaştıracaklar, onlara dişilik karakteri kazandırırlar.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-117 nin devamı

Nisa-117 nin devamı

Ve böyle yapmakla onlar Allah’ı bırakarak her türlü hayırdan iliş­kisi kesilmiş, rahmetten uzaklaşmış inatçı şeytana tapmaktadırlar. Çünkü bunu onlara yaptıran şeytandır. Allah sever gibi kadınları se­venler, şehvetlerini Allah sevgisinin önüne geçirenler, hayatta şehevi arzularından başka bir şey düşünmeyenler elbette şeytanın kulu kö­lesi olacaklardır. Çünkü şeytanın insana yaklaşma yollarının en bü­yüğü şehvettir. Müşrikler şeytana ibâdet ederler, şeytana tapınırlar. Arkadaş­lar, ibâdet itaat demektir. İtaat etmek de bir varlığın arzularını yerine getirmek, tevâzu göstermek ve itiraz etmeksizin onun isteklerine bo­yun bükmek demektir.
Bakın Şuarâ sûresinin 22. âyetinde Rabbimiz Firavunun İsrail oğullarını kendisine kul edindiğini anlatır. Yâni Fira­vun İsrail oğullarını zorla kendi arzularına itaat ettirerek onları kendi­sine kul edinmişti. Demek ki bir varlığın emirlerine itaat ona kulluk mânâsına gelmektedir.
Yine Mâide sûresinin 60. âyetinde de yeryüzünün en şerli in­sanlarının tâğutlara kulluk edenler olduğunu anlatır. Allah’tan başka­larının emirlerine itaat ederek, Allah’tan başkalarının yasalarını uygu­layarak onlara kulluk yapanlar yeryüzünün en kötü varlıklarıdır bu-yuruluyor.
Yâsîn sûresinde de şeytana kulluk şöyle anlatılıyor:
“Ey insanoğulları! Ben size, şeytana ibâdet etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildir­medim mi? " (Yâsîn 60,61)
Yâsîn sûresinin bu âyetinde de şeytana ibâdetten söz ediliyor. Rabbimiz diyor ki ey kullarım! Ben size şeytana ibâdet etmeyin dememiş miydim? Peki acaba şeytana nasıl ibâdet edilir? Biz biliyoruz ki yeryüzünde hiç kimse şeytana ibâdet etmez. Bütün insanlar tab’an fıtraten ondan nefret ederler. Ama anlıyoruz ki burada kastedilen ibâ­det, tapınma çok açıktır ki ona itaat demektir. Şeytana itaat etmek, onun sözünü dinlemek, fısıltılarına vesveselerine kulak vermek onun istediği şekilde hareket etmek ve gösterdiği yoldan gitmek demektir.
Öyleyse şu okuduğum âyetlerin tümünde anlatılan ibâdet bu varlıklara secde etmek bu varlıklara namaz kılmak demek değil bu varlıkların arzularını yerine getirmek bu varlıkların emirlerini dinlemek, bu varlıkların belirledikleri yasalar çerçevesinde hayatı düzenlemek, bu varlıkları hayatta söz sahibi kabul etmek demektir.
Eğer bir kimse Allah’tan başkalarını tanrılaştırır, Allah’tan başkalarını tanrı makamında görürse şirke düşmüştür. Allah’tan başkala­rını Allah makamına yükseltmek, onlara Allah’ın vermediği hakkı vere­rek onları tanrılaştırmak şirktir ve bunu yapanlar da, kendilerine bu tür şeylerin yapılmasına izin verenler de zalim ve müşriktirler. Meselâ her kim ki babasını çok seviyor ve onu tanrı makamında görüyor, Allah’ın arzularına ters düşen arzularını gerçekleştirme yoluna gidiyorsa o kişi müşriktir ve hem kendisine hem de babasına zulmetmiş demektir.
Her kim ki karısını, anasını, hocasını, şeyhini, liderini çok seviyor, onları tanrı makamında görüyor, onların her arzusunu yerine getirmeden yana bir tavır sergiliyorsa hem kendisine hem de onlara zulmeden bir müşrik konumuna düşmüş demektir. Öyleyse sevgilerimiz Allah’a göre olmalıdır, nefretlerimiz, haklarımız hukuklarımız Allah’a göre ol­malıdır. Hayatı Allah’a göre değerlendirip Allah’ın istediği biçimde ya­şamalıyız. Her kim ki Allah’tan başka birilerini, kadınları, erkekleri, şey­tanı tanrı makamında görürse Allah ona lânet etmiştir. Tabi şeytan sadece cinlerden değildir. İnsanların da şeytanları vardır. İşte Firavun gibi insanları kendisine, kendi yasalarına kulluğa çağıran o insan şeytanlarına da o şeytanlara kulluk edenlere de Allah lânet etmiştir. Bakın bundan sonraki âyetinde o lânete uğramış şeytanların duru­munu anlatacak Rabbimiz:
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-118

Nisa-118

“O şeytan ki Allah ona lânet etmiştir ve o da: “Elbette senin kullarından belli bir pay alacağım” dedi”

Allah onu lânetlemiştir. Allah’ın lânetine uğramış, Allah’ın rahmetinden, hayırdan uzaklaştırılmış olan şeytanın ağzından onun insanlara oynayacağı oyunları anlatıyor Rabbimiz. Allah onu lânetleyip rahmetinden kovunca, o da Allah üzerine yemin ederek şöyle dedi: Muhakkak ki senin kullarından tespit edilmiş, bana ayrılmış, muayyen, bilinen, takdir edilmiş bir hisse bir nasip alacağım, kendime seçeceğim, kendime edineceğim. Senin kullarından belli bir kesimi ken­dime kul köle edineceğim. Onların hayatlarından, zamanlarından, sa’ylerinden, enerjilerinden, mallarından, çocuklarından bir kısmını ken­dime edinip sahipleneceğim. Gerçekten bu şeytanın büyük bir iddiasıdır. Hadis ulemâsının, meselâ onlardan Katade’nin beyanıyla bu “Nasib-i Mefruz” insanların binde dokuz yüz doksan dokuzudur. İnsanların binde dokuz yüz dok­san dokuzuna sahipleneceğini söylüyordu şeytan. Ve işte görüyoruz ki yığınlarla insanlar Allah tarafından yaratıldıkları halde, varlıklarını Allah’a borçlu oldukları ve Allah mülkünde bir hayat yaşadıkları halde Allah’ı bırakıp şeytana kulluk etmektedirler. Bakın şeytan sözlerine devam ederek insanlara karşı yapacaklarını şöylece anlatmaya devam ediyor:
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-119

Nisa-119

“Onları mutlaka saptıracağım, onlara kuruntu kurduraca­ğım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattı­ğını değiştirmelerini emredeceğim. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen şüphesiz açıktan açığa kayba uğramıştır.”
Onları mutlaka haktan saptıracak, hidâyetten uzaklaştıracak, vesveseler vererek sana kulluktan koparacağım. Onları kuruntuların, ümniyelerin, boş şeylerin, ham hayallerin, tulü emellerin, dipsiz emel­lerin, sonsuz hedeflerin peşine takacağım.
Allah düşmanı şeytan diyor ki onları kesinlikle saptıracağım. Yoldan çıkaracak, kitap ve sünnetten uzaklaştıracağım. Onları olmadık ümniyelerin, kuruntuların peşine takacağım. Hedefler göstereceğim onlara. Bir hedefe ulaşınca, başka bir hedef, bir tepeyi aşınca başka bir tepe çıkaracağım onların karşısına. İnsanın önünde yaşayacağı hayatı cazip göstererek hayat içinde hayata sığmayacak hedefler gösterir. Şunları da alman lâzım, şunlara da sahip olman lâ­zım, şunlara da ulaşman lâzım, şu hedeflere de varman lâzım, şu te­peleri de aşman lâzım, şu şöhretlere, şu alkışlara da sahip olman lâ­zım diyerek bir ömre sığmayacak hedefler gösterir ve kişiyi Rabbine kulluktan uzaklaştırır. Dünya hayatını insanın gözünde biricik hedef gösterir ve âhireti, hesabı, kitabı unutturur.
Tıpkı köylerdeki dolap beygirlerinin boynuna takılan veya karşısına asılan yeşil bir ot gibi in­sanın gözünün önünde dünyayı parlak ve cazip göstererek bir ömür boyu onun peşinde koşturur. İstikbal endişesiyle onu mahveder. Önünde yaşayacağın yılların var. Hayat için şunlar şunlar gereklidir diyerek istikbal endişesiyle âhireti unutturur dünyaya bağlayıverir onu.
Alçak şeytan öyle diyor. İnsanları geçici zevk ve eğlencelerin peşine takacağım. Müzik gibi, oyun gibi, akvaryumun başında zaman öldürmek gibi, arabasının renginde elbise peşinde koşturmak gibi onları boş şeylerin peşine takacağım. Dünyayı hiç bitmeyecek, ölümü hiç gelmeyecekmiş gibi göstereceğim
Ya da onların önüne reklamlar vasıtasıyla öyle yeni teknolojik eşyalar ve malzemeler sunduracağım ki insanları bunların peşine takıp geleceklerini takside bağlatacak ve bir ömür boyu bunların peşinde koşturacağım. İnsanları âdeta eko­nomik insan yapıp ödeme, senet, çek, borç dert peşinde sana kul­luktan koparıp, senin kitabına ve peygamberinin sünnetini tanımaya zaman bırakmayacağım. Böylece onlarda cennet arzusu da cehen­nem korkusu da bırakmayacağım. Bunları onların gündemlerinden çı­karıp sadece dünya düşünür hale getireceğim vs, vs.
Ve yine onlara emredeceğim, vesveseler vereceğim de davarların, koyun, keçi, deve ve sığır cinsinden olan hayvanların kulaklarını yardırıp doğratacağım. Yâni sen demediğin halde, sen onlara böyle bir yasa koymadığın halde o hayvanların kimilerine helâl kimile­rine haram, kimilerine yenir kimilerine yenmez dedirteceğim. Senin kitabında belirlediğin haramhelâl yasalarını bozduracağım. Seni değil beni dinler hale getireceğim onları. Hayvanlarından kimilerini sana inat putlara adattıracağım
Şeytan egemenliği altında bir hayat yaşayan müşrik dünyanın insanları diyorlar ki şu hayvanları bizim dilediğimizden başkalarının yemesi yasaktır. Şu hayvanlara yaklaşmak yasaktır. Bunlara dokun­mak, bunları kullanmak, binmek, yaklaşmak, yemek, içmek yasaktır. Kendilerince, kendi zuumlarınca, kendi ümniyelerince, kendi zanla­rınca diyorlardı ki, bunları bizim dilediklerimizin dışında hiç kimse yi­yemez. Şu hayvanların sırtları, onların sırtlarındakiler haram kılındı. Şu hayvanların üzerine de onların kesimi esnasında Allah’ın adı anı­lamaz. Onlar kesilirken besmele çekilemez diyerek Allah’a iftira edi­yorlardı. Belki de şu anda yeryüzünde hayvan kesimini hoş görmeyen adlarına Vegetarian mı ne deniyor? Et yemezlerin yaptığı da bu man­tıksızlıktır işte. İftiradır bunlar Allah’a. Allah böyle bir şey demediği halde şeytanın telkinleriyle Allah adına koydukları bu kuralları Allah’a onaylattırmaya çalışıyorlardı.
Şeytan egemenliğini kabul etmiş müşriklerin hayatında bu tür şeyler sayılamayacak kadar çoktur. Kendilerince yasa korlar, kendile­rince haram belirlerler, kendilerince yasaklar koyarlar, kendilerince iyi kötü belirlerler. Halbuki insanların böyle bir hakları yoktur. İnsanların haram helâl belirleme iyi kötü belirleme yetkileri kesinlikle yoktur. Bu hak ve yetki sadece Allah’a aittir. Bu yenir, bu yenmez. Bu içilir, bu içilmez. Bu haram, bu helâl. Bu iyi, bu kötü, bu giyilir, bu giyilmez, bu kullanılır, bu kullanılmaz deme hakkı sadece Allah’a aittir. Çünkü göklerin ve yerlerin yaratıcısı Odur. Göktekiler ve yerdekilerin tümü­nün sahibi ve mâliki O’dur. Mâlik Oysa mülkü üzerinde söz söyleme ve karar verme yetkisi de sadece O’na aittir.
Kim ki Allah’ın mülkü üzerinde Allah demediği halde bu haramdır, bu helâldir diyerek hü­küm vermeye kalkışırsa o Allah’a iftira ediyor ve şeytana kulluk ediyor demektir. İftirasının cezasını da cehennemde Rabbimiz verecektir ona. Kendi varlıkları, kendi yaratılışları üzerinde bile yetkileri, ege­menlik hakları olmayan bu insanlar nasıl oluyor da birbirlerine ege­menlik iddiasında bulunarak Allah demediği halde haram helâl sınır­ları belirlemeye kalkışıyorlar? Bunu anlamak gerçekten mümkün de­ğildir.
Yine müşrikler En’âm sûresinde anlatıldığına göre şeytanın ves­veseleriyle diyorlar ki şu hayvanların karınlarında olanlar sadece erkeklerimize mahsus olup kadınlarımıza yasaktır. Eğer hayvanların karınlarında olan yavrular sağ doğacak olurlarsa bu kadınlarımıza ya­saktır, yok eğer bu yavrular ölü doğacak olurlarsa o zaman kadınları­mız da erkeklerimiz de birlikte ondan istifade edebilirler. Toplumda egemen konumda olanlar diledikleri gibi hükmediyorlar. Görüyor mu­sunuz erkeklerin egemenliğini? Görüyor musunuz güçlülerin egemen­liğini? Bu hayvanlar toplumun bir kısmına helâl, ama bir kısmına ha­ram. Güçlülere, egemen olanlara helâl ama zayıf gördükleri kadınlara haram. Müşrik toplumların görüntüsüdür bu
Eğer toplumda egemen güçler erkeklerse yasayı kendi lehlerinde belirliyorlar. Yok eğer ka­dınlarsa bu sefer de onlar kendi lehlerine yasa koyuyorlar. Eğer top­lumda egemen güçler hırsızlarsa bu sefer de yasa onların lehine işle­yecektir. Homoseksüeller egemense ya-sa onların lehine işleyecektir. Şeytana kulluk eden toplumların vazgeçilmez hayatıdır bu.
İşte görüyoruz her gün ve her gece büyük şeytanla el ele vermişler, çeşit, çeşit haram ve helâller belirlemeye çalışıyorlar. Şunlar yenir bunlar yenmez! Şunlar giyilir bunlar giyilmemelidir! Şunlar içilir bunların modası geçmiştir! Bu devirde şöyle yaşanır böyle yaşanmaz! Şunlarsız olmaz! Bunlarsız hayat çekilmez! Şurada okunur burada okunmaz! Şöyle kazanılır böyle harcanmaz! Şu meslekler seçilir! İn­sanlar şöyle yönetilir, bu devirde bu tür bir yönetim olmaz! Yönetime şunlar şunlar esas alınır bunlar, bunlar alınmaz! Hukukun temel dina­mikleri şunlardır, bunlar hukuk yönünden kabul edilmez! Eğitimin il­keleri şunlardır, bunların modası geçmiştir gibi gece gündüz insanlara vahiyde bulunarak insanları Allah ilkelerinden uzaklaştırmak istemek­tedirler. Tüm dertleri budur adamların. İnsanları Allah’a kulluktan ko­parıp kendi yasalarına, kendi hevâ ve heveslerine kul köle edinmek.
Onlara emredeceğim ve yaratılışı, senin yaratışını, senin fıtra­tını değiştirteceğim. Senin kılık kıyafet yasana müdahale edip kadın­ları soyup soğana çevireceğim. Kadını erkek, erkeği kadın yerine koyduracağım. Kadınlara erkek, erkeklere de kadın rolünü oynataca­ğım. Hıristiyan dünyada olduğu gibi kadınlara çocuk doğurmayı terk ettirerek analık fıtratlarını, analık fonksiyonlarını değiştireceğim. Ka­dınları yaratılış gâyesinden uzaklaştırıp erkeklerin cinsel arzularını tat-minde kullanılan bir araç haline getireceğim. Erkek ve kadınların yaratılışlarını bozduracağım. Estetik ameliyatlarla senin yaratışını bozduracağım. Kadınlara kaşlarını yoldurarak, suratlarını boyattıra­rak, cinsiyetlerini değiştirerek, erkeklere sakallarını, bıyıklarını kestire­rek senin yaratışlarını bozduracağım
Moda dedirteceğim, sanat dedirteceğim, Medeniyet dedirtece­ğim, toplum dedirteceğim, âdetler dedirteceğim, devrimler dedirtece­ğim ve en sonunda senin emrini çiğneyerek onları hayasızlaştıraca­ğım. Bir dönem onlar yaşadıkları gibi inanmaya, yaşadıkları gibi dü­şünmeye başlayınca imanlarını, itikadlarını da kaybettirip cehenneme yuvarlanmaya lâyık bir toplum haline getireceğim onları. Böyle bir milletin gideceği yer elbette uydukları, tabi oldukları, adım adım ken­disini takip ettikleri şeytanın gideceği yerdir. Alçak maalesef ebedî yurduna pek çok müşteri buldu. Orada kendisine arkadaşlık edecek, yalnızlığını giderecek pek çok avene buldu kendisine.
Evet harama helâl, helâle haram dedirteceğim. İyiye kötü, kö­tüye iyi dedirteceğim. Pislere temiz, temizlere pis dedirteceğim. İyiyi, güzeli, temizi, helâli bıraktırıp kötülerin, pislerin haramların peşine ta­kacağım onları. Suyu kötü, içkiyi güzel göstereceğim. Ticareti kötü, fâizi iyi göstereceğim. Nikâhı kötü, zinayı iyi göstereceğim. Fahişeyi yıldız, namusluyu suçlu göstereceğim. Çıplaklığı iyi, tesettürü kötü göstereceğim. Kâfirliği, küfrü, şirki iyi, Müslümanlığı kötü gösterece­ğim. Sana kulluğu kötü, putlara kulluğu iyi göstereceğim. Senin ya­salarını kötü, insanların yasalarını iyi göstereceğim

Onlara fıtratı, yaratılışı değiştirteceğim. Her şeyin fonksiyo­nu-nu bozdurup değiştirteceğim. Ananın fonksiyonunu, babanın fonk­si-yonunu, hanımın fonksiyonunu, üzümün fonksiyonunu, gecenin fonksiyonunu, gündüzün fonksiyonunu değiştirteceğim. İşte bu âyet­ten anlıyoruz ki şeytan bize etkili oluyor da biz gecenin fonksiyonunu değiştiriyoruz, gündüzün fonksiyonunu değiştiriyoruz, Kur’an’ın fonk­si-yonunu, sünnetin fonksiyonunu annenin fonksiyonunu, babanın fonksiyonunu değiştiriyoruz. Paranın fonksiyonunu, altının gümüşün fonksiyonunu, taşın fonksiyonunu değiştiriyoruz onu meyhane yapı­mında kullanıyoruz. Dilin fonksiyonu, gözün fonksiyonunu, üzümün fonksiyonunu değiştiriyorlar insanlar da şarap yapmak üzere kullanı­yorlar. Bunlar hep şeytandandır ve yaratılış gâyesinin dışına çıkma­dır.
İşte şu anda da Allah’ın dinlenmek için yarattığı geceyi şeytanın fıtratı ve fonksiyonları bozdurması sebebiyle bakın derste kullanıyo­ruz. Rabbimiz güneşi söndürüp yatın! dinlenmeye çekilin! buyurduğu halde biz sahte güneşlerimizi yakıp Ona inat ayaktayız.
Evet şeytan böyle böyle yapacağım diyor ama şunu da hiçbir zaman unutmayalım ki bu alçağın hiçbir zaman kullar üzerinde her­hangi bir otoritesi, herhangi bir yaptırım gücü de yoktur. Çünkü Sâd sûresinde Cenâb-ı Hak şeytanın şöyle de dediğini bize duyurur:
“Ben onların hepsini saptıracağım, ama Halis Mü­minler müstesna”
Eğer halis müminseler ben onlara hiçbir şey yapamayacağım. Öyleyse biz şeytanın iğvalarına, hilelerine karşı halis mümin olmaya, yâni katışıksız vahiy mü'mini, Kur’an ve sünnet mü'mini olmaya çalı­şacağız. Babamızdan böyle gördük diye değil, hocamızdan böyle duyduk diye değil. Allah ve Resûlü böyle dedi, kitap ve sünnet böyle istedi diye. O zaman şeytan bize bir şey yapamayacak. Allah’a ina­nan, Allah’la yol bulmaya çalışan, sürekli Allah’ın kitabı ve peygambe­rinin sünnetiyle beraber olan, vahye sarılan, hayatını vahiyle düzen­lemeye çalışan Allah’ın muttaki ve salih kulları üzerinde onun da ave­nelerinin de hiç bir etkisi ve yetkisi yoktur. Bu yüzden de onu ve ave­nesini bir şeymiş gibi gözlerimizde büyütmemize ve onlardan kork­mamıza da gerek yoktur. Şurası bir gerçek ki şeytan ve avenesinden korkan onları bir şey zanneden Müslümanlar onlarla savaşı göze alamazlar. Allah korusun o zaman Müslümanlar şeytan ve şeytani güçlerle savaş kapasitelerini kaybederler.
Kim Allah’ı bırakıp ta şeytanı dost edinirse, kim Allah’ın velâye­tini terk eder de şeytanın velâyeti altına girer, şeytanın kendisi adına aldığı kararları uygulama yoluna girerse muhakkak ki apaçık bir zararın, bir kaybın, bir hüsranın içine düşmüş, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. Allah çağrısını bırakıp şeytan dâvetine icabet eden­ler, Allah’ın hayat programından yüz çevirip şeytan kaynaklı bir hayat yaşayanlar dünyada rezil bir hayatın adamı oldukları gibi, âhirette de cenneti kaybetmiş kimselerdir. Çünkü:
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-120

Nisa-120

“Şeytan onlara vaadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için va’dde bulunuyor.”
Şeytan onlara vaadediyor. Şeytan onları olur olmaz şeylere çağı­rıyor. Onları olmadık kuruntulara çağırıyor. Sapıklık yollarını süs­leyerek onlara tozpembe gösteriyor. Süslediği bâtıl yollarla, sapık yollarla onların başarıya ulaşacaklarını, zenginliğe ulaşacaklarını, kısa yoldan köşeyi döneceklerini, ekonomik ve siyasal güce ulaşa­caklarını, cennete ulaşacaklarını vaadediyor. Bütün bunlara ancak şu yollarla ulaşabilirsiniz diyerek kendi yollarını süsleyip gösteriyor. Veya kimilerine de Allah da yoktur, cennet de yoktur, öldükten sonra dirime de, hesap kitap da yoktur diyerek vaadlerde bulunur. Ama:
O melun şeytan onlara gururdan başka bir şey vaâdetmez. Sadece aldatır onları o hain. Şeytanın vesveselerine kapılanlar sadece aldanmaktadırlar. Şeytandan ve onun aldatmalarından korunmanın yolu Allah’ı tanımaktan, Allah’ın kitabını tanımaktan ve o kitapta Rabbimizin tanıttığı gibi şeytanı tanımaktan geçer. Allah’ı tanı­mayan, Allah’ın kitabını tanımayan şeytanı da, onun vesveselerini ve aldatma yollarını da tanıyamaz. Şeytanı tanımayan ondan korunamaz. Öyleyse Allah’ın kitabını tanıyalım, Allah’ın kitabından şeytanı tanıyalım ve onun vartalarına düşmemeye çalışalım inşallah. Unut­mayalım ki:
121. “İşte onların varacağı yer cehennemdir. Oradan, kaçacak yer de bulamayacaklardır.”
Şeytanın ayartıp yoldan çıkardıklarının tamamı cehenneme gidecektir. Oradan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır. Alça­ğın derdi de buydu zaten. O ebedî kalacağı müebbet azap mahallinde kendisine dostlar arıyordu. Cehennemde kendisine arkadaş olabile­cek avene topluyordu hain.
122. “İnanıp yararlı işler yapanları, Allah'ın gerçek bir sözü ola­rak, içinde temelli ve ebedî kalacakları, içinde ırmaklar akan cennet­lere koyacağız. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?”
İman edip salih ameller işleyenlere gelince, şeytana ve şeytan yollarına muhalefet ederek, Allah’a iman eden, Allah’tan gelen hayat programına iman eden ve bu imanlarını da salih amellerle hayatlarında görüntüleyen, hayatlarını imanlarıyla düzenleyen, iman kaynaklı bir hayat yaşayan mü’minlere gelince biz onları zeminlerinden süt ır­makları, bal ırmakları, su ve şarap ırmakları akıp giden cennetlere ko­yacağız ve üstelik de hiçbir zaman kaybetmemek üzere ebediyen onlar orada yaşayıp gideceklerdir. Ebediyen cenneti kuşanacaklar, hiç zeval bulmayacak nîmetleri kucaklayacaklardır onlar.
Evet işte Allah’ın vaâdettikleri ve işte şeytanın vaâdettikleri. İşte Allah’a kulluğun neticesi ve işte şeytana kulluğun sonucu. Şeytan vaadediyor, vaadinde durmuyor, vaadinde yalancı çıkıyor, Allah vaadediyor vaadinde sâdık çıkıyor. Allah’ın va’dinin sonunda cennet, şeytanın vaadinin neticesinde cehennem çıkıyor. Buyurun hangi so­nucu istiyorsanız o yolu seçin. Cenneti istiyorsanız Allah yolunu, Al­lah’a kulluk yolunu, cehennemi istiyorsanız şeytan yollarını tercih edin. Siz bilirsiniz, her ikisini de tercih sizin elinizdedir ve tercihinizin âkıbetine katlanmak zorunda kalacaksınız.
123. “Bu, sizin kuruntularınıza ve kitab ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost ve ne de yardımcı bulur.”
Yahudiler diyorlar ki biz Mûsâ (as) nın yolundayız, biz cennetli­ğiz, hıristiyanlar diyorlar ki biz Îsâ (as) nın yolundayız ve cennet­liğiz, Müslümanlar da diyorlar ki biz Muhammed (as) in yolundayız ve cennetliğiz. Hayır hayır bu iş ne sizin kuruntularınıza, arzularınıza, temennilerinize göredir, ne de ehl-i kitabın kuruntularıyladır. Evet bu iş ne sizin kuruntularınıza, ne de ehl-i kitabın kuruntularına göre de­ğildir. Kim bir günah işlerse mutlaka cezasını görecektir. Kendisine Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulunamaz. Dost bil­diklerinizin işi bitmiştir, yardım edecek dediklerinizle aranıza engeller konulmuştur artık.
Gerek yahudi, gerek hıristiyan gerekse Müslüman kim bir günah işlerse, kim şirke düşerse ya dünyada, ya âhirette, ya da her iki âlemde de mutlaka onun cezasını görür.
Ve kendisine Allah berisinde, Allah’tan başka ne bir velî bulabi­lir ne de bir yardımcı.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-124

Nisa-124

“Erkek veya kadın, mü'min olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.”
Ama kadın ve erkek kim olursa olsun mü’min olarak, Allah’a ve Allah’tan gelenlere Allah’ın istediği biçimde iman etmiş olarak salih amel işlerse, yâni imanını sadece iddia planında bırakmayarak salih amellerle ispat ederse, iman kaynaklı bir hayat yaşarsa, fıtratına ya­raşır amellere yönelir Allah’ın istediği hayatı yaşarsa işte onlar cen­nete girecekler ve kıl kadar kendilerine bir haksızlık yapılmayacaktır. Kıl kadar bile olsa yaptıkları boşa gitmeyecek, kendilerine asla zul­medilmeyecektir.
İşte Allah’ın değerlendirmesi. Az evvel ehl-i kitabın değerlendirmesinden söz edilmişti. Onların değerlendirmeleri, değer yargıları kuruntudan, boş hayalden başka bir şey değildir. Bakın cennetin sahibinin değerlendirmesine göre ister kadın olsun, ister erkek, değil mi ki bir kişi Müslüman, değil mi ki bir kişi imanından kaynaklanan salih ameller işliyor ve Allah’ın gösterdiği bir hayatı yaşıyor, Rasulullah’ın örneklediği bir hayatı yaşıyor o mutlaka cennete gide­cektir. Ona en ufak bir haksızlık yapılmayacaktır. İşte kadına hak vermek budur, işte erkeğe hak vermek budur. Kadını ve erkeği Allah’a Allah’ın istediği imandan, Allah’a Allah’ın istediği kulluktan, Allah’ın istediği hayattan uzaklaştırdınız mı, cennet yolundan koparıp cehen­neme abone yaptınız mı onlara hak vermiş değil, en meşru haklarını ellerinden almış ve onara hayatta en büyük zulmü işlemiş olursunuz. Öyle değil mi? Onları ebedî cehenneme gönderdikten sonra ne hak vereceksiniz de dünyada?
125. “İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka yöne­len İbrahim'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbrahim'i dost edinmişti.”
Kendini Allah’a teslim edip Müslüman olan, yüzünü Allah’a döndürüp teslim olan ve de hanif olarak İbrahim’in dinine tabi olan kimseden daha güzel dinli, daha güzel din sahibi var mı? Aklı işin içine karıştırmadan Allah’ın arzularına, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden, bozulmamış bir fıtratla Allah’a kulluğu yönelen İbrahim’in yoluna giren bir kişiden daha doğru yolda olan kim vardır. Yâni Müslümanın dininden daha güzel din, Müslümanın hayat programın­dan daha güzel hayat programı, Müslümanın yolundan daha güzel yol var mı? Müslümanın yaşantısından daha güzel bir yaşantı var mı? Tüm varlıkların efendisi olarak Allah’a kulluk şerefine ermiş bir Müslümanın şahsiyetinden daha güzel şahsiyet var mı? Böyle bir müslümanın hayatından daha güzel, daha nezih bir hayat var mı?
Her kim ki yüzünü Allah’a çevirip teslim eder, Allah için yüzünü lekeden salim tutar, nefsini şirkten temizleyerek ihlâs ve samimiyetle Allah’a yönelirse. Yâni yüz aklığı ve alın temizliği içinde Allah’a yöne­lirse. Peki yüz aklığı ve alın temizliği ne demek? Yüz aklığı ve alın temizliği kişinin içinin ve dışının, niyetinin ve amelinin temizliği de­mektir. Niyet temiz olacak, amel de temiz olacak. Bunlardan birisinin bozukluğu neticenin bozukluğu anlamına gelecektir. Meselâ amel gü­zel bir amel, ama niyet Allah için değilse, ya da niyet Allah için ama amel sünnette yeri olmayan bir amelse yine netice bozuk olacaktır.
Yâni her kim ki içiyle, dışıyla Allah’a yönelir, yâni tüm hayatını Allah’a teslim ederse, Allah için hayat yaşamayı kendisine temel prensip bilir, hayatının tümünde Allah’ın kulu olmaya karar verirse, iradesini Allah’a eslim ederek Allah’ın seçimini kendisi için seçim ka­bul eder, yâni hayatının tümünde Müslüman olursa.
"Ve de bu halinde muhsin olursa."
Yâni hayatının tümünde Allah’ı görmediği halde onu görüyormuşçasına Allah’ın huzurunda olduğunun şuurunda bulunursa, her anının Allah’ın kontrolü altında olduğunu bilir ve böylece yaptıklarını Allah için yapar ve Allah’a lâyık olarak yaparsa böyle bir hayat ya­şarsa, Allah kontrolünde olduğunun bilincine ererse ve de:
Bir de Hanif olan İbrahim’in milletine, Allah’ın kendisine dost edindiği İbrahim’in dinine, İbrahim’in yoluna, Hanif olarak tabi olursa işte en doğru yolda olan, en güzel dinli olan odur. O Allah İbrahim’i halil, dost edinmiştir. Allah’ın dostu olan, Allah’ın sevgisine, rahmetine hak kazanmış olan İbrahim (as) in dininde, yolunda olan, onun yoluna tabi olup Müslüman olan, tıpkı İbrahim (a.s) gibi gecesinde, gündü­zünde Allah’a teslim olan, yâni Müslüman olan ve bu Müslümanlığını da teslimiyetini de muhsince, Allah’ı görüyormuşçasına kulluğuyla sürdüren, iradesini, aklını, fikrini, kalbini, işini, aşını tüm varlığını Al­lah’a teslim eden, Allah’ın zatına teslim eden, Allah’ın varlığına kendi­sini bağımlı kılan, Allah’ın seçimini kendisi için seçim bilen kimseden daha güzel bir din sahibi olabilir mi?
Evet, Rabbimiz İbrahim aleyhisselâmı kendisine Halil edinmiştir. Bu konunun gündemi bana Riyazus Salihîn’de rivayet edilen peygamber efendimizin bir hadsini hatırlattı. Bakın hadislerinde Resûl aleyhisselâm buyurur ki; “Kişi dostunun dinindedir. Öyleyse sizden biriniz dost edineceği kimseye dikkat etsin” Yani kiminle dost olduğunuza, kiminle dostluk kurduğunuza bir bakıverin, bir nezaret ediverin.
Bu “Halil” kelimesinden dolayı İbrahim aleyhisselâmı hatırlamamak mümkün değildir. Halil mi, önce İbrahim aleyhisselâm akla gelir. Kim halîl ittihaz edinmiş onu? Allah. Allah’ın Halil ittihaz edindiği İbrahim aleyhisselâmı düşüneceksiniz. O zaman söyleyin, kendi kendinize söyleyin, hiç kimse yokken aynada kendi kendinize bakarak söyleyin, utanmadan, başınızı önünüze eğmeyerek söyleyin, mertçe söyleyin, hatanızı, yanlışınızı bilerek söyleyin, siz kimin dini üzeresiniz? En çok sevdiğiniz, darıltmaya kıyamadığınız, ayrılığına dayanamadığınız, üzerim diye titrediğiniz, tüm gayretinizi kendisini memnun etmeye teksif ettiğiniz halîliniz, dostunuz kim sizin? Yâni Allah’ın peygamberi bu manada size halil olmaya, dost olmaya yeterli değil miydi de başka dostlar edindiniz? Bacanağınız, enişteniz, damadınız, amca oğlunuz, müşteriniz, satıcınız, dost adam, can adam, baba adam dediğiniz insanlar mı? Dikkat edin, bilesiniz ki siz onların dini üzeresiniz. Söyleyin, sizin dininizle onlarınki aynı şeyler mi? Kim sizin halîliniz? Kimin dini üzeresiniz?
Hakaret etmek için din anlatılmayacağını biliyorum. Ama siz o dostunuz gibi namaz kılıyorsunuz değil mi? O cami meraklısı olmadığı için siz de gitmemeye başladınız değil mi? Yâni namazda bile öyle değil mi? Sadece namaz, abdest değil, biliyorsunuz din, bir hayat programıdır. Peki siz giyim kuşam konusunda kime benziyorsunuz? Kim gibi davranıyorsunuz? Kiminle berabersiniz? Yeme içme konusunda kimi dost edinmişsiniz? Veya kendinizin, çocuklarınızın, hanımlarınızın eğitimi konusunda kimin peşi sıra gitmeye çalışıyorsunuz?
Yâni eğer insanlar dostlarının, dost bildiklerinin dini üzereyse, eşya anlayışları, kazanma harcama anlayışları, ihtiyaç anlayışı, dert ve sıkıntı anlayışı, şifa ve arama anlayışı hepsi o dostunun mantığına göre olacaksa, peki o zaman siz kimi, kimleri dost edindiniz? Kime benzemeye, kimi örnek almaya çalışıyorsunuz? Bir bakıverin bakalım diyor efendimiz. Çünkü yarın bu konuda hesaba çekileceksiniz. Hani; “arkadaşını söyle, sana senin kim olduğunu söyleyeyim” diye bir söz vardır. Ben bu sözü buradan kaynaklanır anlamıyla kabul ediyorum. Öyle değil mi? Yâni insanlar arkadaşları gibi değiller mi? Peki ama benzemiyorlarsa? O namazsız, o ibadetsiz, o içkiden, o kumardan, o zinadan yanaysa o zaman neden senin arkadaşındır o? Ha, dini duyurmaya müşteri kabul ettiğin, bu anlamda dost bilip eğitmeye çalıştığın, kurtuluşunu kendine dert edindiğin birisiyse o zaman ona diyeceğim yoktur. Elbette o güzel olacaktır.
İşte bu konuyu İbrahim aleyhisselâm şahsında düşünüyoruz. İbrahim Allah’ın halîlidir. İşte bizler de kendimize halîl ittihaz ettiklerimize dikkat etmek zorundayız. Kimler çıktı dost olarak karşımıza? Yemekte cömert olanlar. Peki onlar bir gün bu konuda cömertlikten vaz geçseler, siz de onları dost edinmekten vaz mı geçeceksiniz? Yoksa ikramlarını mı seviyordunuz? Adamın çevresi çok geniş, ne zaman işim düşse anında hallediveriyor diye mi seviyordunuz? O zaman demek adamın kendini sevmiyorsunuz, çevresini seviyorsunuz.
Hani öyle bir hikâye anlatılır. Bir beldede bir hapis hane müdürü varmış. Çarşıda, pazarda dolaşırken, aman ağam, lütfen paşam, lütfen buyurmaz mıydınız, bir yemek yeseydik? Acaba şunu hediye kabul buyurur muydunuz? Sen başkasın be müdürüm, aslın da seninle iş ortağı olmaya, seninle iş kurmaya, seninle yola gitmeye, seninle şunu şunu yapmaya can atardım gibi adama neler neler söylerlermiş. Adam bıkmış usanmış, onlara bu durumu en güzel anlatmanın yolu diye kafa yormuş, yöntem geliştirmiş. Bir gün kafası Allah bullak bir edayla, iki yanına bakmaz bir tavırla dalgın ve üzgün yürüyormuş. Görenler sormuşlar; “aman efendim, aman müdürüm ne bu hal?” O da; “sormayın be dostlar, işten attılar, çok kötü bir durumdayım, ne yapacağımı bilmiyorum!” Ah, eyvah, tuh diyenler olmuş. Ama arkasından gelen cümleler daha enteresan. “Ah efendim, dün olsaydı, ah ne kadar güzel olurdu? Bir adam arıyordum, ama daha dün buldum! Yâni iki gün önce olsaydı tam size ihtiyacımız vardı, ama maalesef o şubeyi kapattım, imkân kalmadı” diye insanlar ona ihtiyaçlarının olmadığını, zaten müdür değilsen bize yaramazsın demeyi alnının ortasına vurmuşlar, ama o da; “peki siz bilirsiniz demiş ve hayatına devam etmiş. Ne haber, yoksa sizin dostlarınız ve dostluklarınız da böyle mi? Allah için bir düşünün ve hükmü siz kendiniz verin.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-126

Nisa-126

“Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ın­dır. Allah her şeyi kuşatır.”
Göklerde ve yerde ne vara hepsi Allah’ındır. Mülkün sahibi Al­lah’tır. Mülkün sahibi Allah’sa, mülke mâlik olan o ise elbette o mülk konusunda söz sahibi de o olacaktır. Mâlik o ise elbette kulluk edil­meye lâyık olan da o olacaktır. Hayatın sahibi o ise elbette hayatın karışıcısı, hayatın program yapıcısı da o olmalıdır. Mâlik Allah’sa Rab da, İlâh da o olmalıdır. O her şeyi kuşatmıştır. Öyleyse ey Allah’a tes­lim olmayanlar, ey Allah’a kulluktan kaçarak nefislerine, şehvetlerine tâğutlarına, şeytanlara kulluk yapmaya, onlara teslim olmaya çalı­şanlar, çıkın çıkabilirseniz Allah’ın mülkünden?
İşte cennete gidişin yolu, cennete gidişin pasaportu budur. İşte cennetin sahibinin hükmü, değerlendirmesi budur. İşte böylece ina­nan, böylece Allah’a teslim olan ve böylece ihsan içinde bir kulluk ya­şayan kimselere Müslüman denir ve bu dine de İslâm denir. Ve işte cennete kesinlikle girecek olanlar da bunlardır, bunlardan başkaları asla değildir.
İşte cennete gidecek olanların temel özellikleri budur. Allah’a Allah’ın istediği iman, Allah’a Allah’ın istediği teslimiyet, Allah’a Allah’ın istediği salih amel, İbrahim’in yoluna, İbrahim’in dinine girmek. Bir kimse istediği kadar ben Mûsâ (as) nın yolundayım, ben Mûsâ (a.s)’a iman etmişim, ben Îsâ (a.s)’a iman ettim, Îsâ (as) nın yolunda­yım veya ben Muhammed (a.s)’a inanmışım, ben Muhammed (as) in yolundayım desin, istediği kadar bu peygamberlere inandığını iddia etsin değil mi ki o kimse İbrahim (as) in pratikte uyguladığı ve İbrahim dininin temelleri üzerine gelmiş son elçi Muhammed (as) in yaşadığı bir hayatı kabul etmedikçe, Muhammed (as) in örnekliğinde bir Müs­lümanlık yaşamadıkça o dünyada da kaybedecektir âhirette kaybe­denlerden olacaktır. Ama şu anda Rasulullah Efendimizin pratikte uy­guladığı bir dini, bir hayatı yaşarsa o kişi mutlaka cennete gidecektir.
Demek ki cennete gidecek olanların Allah’a tümüyle teslim olmaları yâni Müslüman olmaları ve de Allah Resûlünün pratikte gösterdiği bir salih ameli gerçekleştirmeleri gerekecektir. Bunun başka yolu yoktur. Kitap ve sünnete teslim olup sürekli bunlarla kendisini kontrol eden kişiler cennete gideceklerdir. Vahye teslim olup vahiy rehberliğinde bir hayat yaşayanların hakkıdır cennet.
Yâni Allah diyor ki cennete Müslüman olanlar girecektir. Biz inanıyoruz ki Hz. Mûsâ dö­nemindeki yahudiler de Müslümandı ve onlar da gireceklerdir bu cen­nete. Hz. Musa aleyhisselâma iman eden, ona gönderilen kitaba iman eden ve onlar rehberliğinde bir hayat yaşayanlar cennete gideceklerdir.
Ve yine inanıyoruz ki Hz. Îsâ dönemindeki Hz. Îsâ’ya ve ona gönderilen İncil’e inanan hıristiyanlar da Müslümandı ve onlar da cennete gireceklerdir.
Ve yine Hz. Muhammed (a.s)’a ve onun şah­sında tüm insanlığı kıyamete kadar hidâyete ulaştırmak üzere inen Kur’an’a inanan ve onunla amel eden, onun istediği şekilde bir hayat yaşayan ve onun gösterdiği yoldan giden Müslümanlar da cennete gi­receklerdir. Cennete gidebilmenin temel şartı budur. Allah’a iman, Allah’ın hayata karıştığına iman ve bu imanın gereği olarak Allah’ın gönderdiği kitaplara ve peygamberlere iman ederek onlar rehberliğinde yaşanacak bir hayatın neticesidir cennet. Sadece salt bir iman iddiasının neticesi olarak Allah kimseye cennet vermiyor.
Ama bu kitabı tahrif eden, bozan veya bu kitaptan habersiz yaşayan, ona karşı nötr davranan, böyle bir kitap yeryüzüne ha gelmiş ha gelmemiş fark etmez yaşayan veya bu âyetlerin gösterdiği yolun dışında hareket edenler de cehenneme gideceklerdir diyoruz. İşte bu âyetler grubunun bize anlattığı budur.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Nisa-65

“Hayır; Rabb'ine andolsun ki, aralarında çekiş*tikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.”


Peygamberi hayatımızda karar mercii bilmek zorundayız.

ALLAH’ın Resûlü kıyamete kadar tek otorite insan olarak kalacaktır. Bir insanın gerçek Müslüman olup olmadığına bu otoriteyi kabul edip etmediği, bu otoriteye itaat edip etmediği belirleyecektir. Ona itaat edenler mü’min, itaat etmeyenler de kâfir sayılacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-127

Nisa-127

“Ey Muhammed! Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: “Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva, kendilerine yazılan şeyi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız ye­tim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bak­manız hususunda Kitapta size okunandır. “Ne iyilik yaparsanız Allah onu şüphesiz bilir.”
Burada Rasulullah Efendimize kadınlar hakkında sorulan bir soru gündeme geliyor. Rabbimiz buyuruyor ki peygamberim, kadınlarla alâkalı sana soru soruyorlar. Kadınlarla alâkalı senden fetva isti­yorlar, bilgi istiyorlar. İçinde bulundukları bir müşkili halletmek istiyorlar. De ki, onlara dair fetvayı size Allah veriyor. O kadınlar hak­kında Allah size fetva veriyor.
Ve kendileri hakkında Allah’ın size yaz­dığı, Allah’ın size belirlediği, farz kıldığı haklarını vermediğiniz, mehirlerini vermeden kendinize nikâhlamayı istediğiniz yetim kızlar hakkındaki fetvayı Rabbiniz size böylece okuyor.
Ve bir de zayıf bırakılan, zayıflaştırılan mus’taz’af çocuklar hakkında da Rabbiniz size fetva veriyor. Yetimler hakkında da adâleti hâkim kılmanız, adâleti gerçekleştirmeniz, adâletle hüküm vermeniz konusunda Allah kitapta yazılanı size yasa olarak belirliyor. Ve unut­mayın ki hayırdan ne yapmışsanız Allah onu bilmektedir.
Müslümanlar kadınlar konusunda Rasulullah Efendimize sorular soruyorlardı. Daha önce bir zulüm ortamında yaşamış, güçlünün her zaman haklı, güçsüzlerin de haksız sayıldığı, güçlülerin güçsüzle­rin haklarını gasbettikleri bir zulüm ortamından, kadınların, yetimlerin, çocukların hiçbir siyasal haklarının bulunmadığı bir şirk ortamından kurtulup tamamen Allah egemenliğinde âdil bir İslâm ortamına göç eden Müslümanlar artık her şeylerini İslâm’la sorgulamaya, yargıla­maya başladılar. Önceki hayatlarına ilişkin her konuda gelip Rasulullah Efendimize sorular soruyorlardı. Ey Allah’ın Resûlü biz ön­ceden şöyle biliyor, şöyle uyguluyorduk. Şimdi Allah ve Resûlüne tes­lim olmuş Müslümanlar olarak şimdi nasıl yapacağız? Nasıl davrana­cağız? Allah bu konuda neden razıdır? Nasıl davranmamızı istiyor­sun? gibi gelip sorular soruyorlar ve işte Rabbimiz de onların bu so­rularına binaen yasa belirliyordu.
Kadınlar hakkında, yetim kız ve erkek çocukları hakkında Allah size fetva veriyor. Sûrenin başından itibaren Rabbimiz bize bu ko­nuyu anlatmıştır. Eğer yetim kızlar konusunda adâletli davranamayacağınızdan, onlara, onların hakkı olan mehirlerini âdil bir şekilde veremeyeceğinizden, onların hukukuna riâyet edemeyeceğinizden korkarsanız size helâl olan öteki kadınlardan ikişer, üçer, dörder ev­lenin buyurmuştu. Sonra o âyetlerden sonraki kesimde yine Rabbimiz mîrası konu edinen âyetlerinde de erkek olsun, kadın olsun, çocuk ol­sun, yetim olsun herkesin mîrastan belli bir payı olduğunu ve herkese payının adâletle verilmesi gerektiğini anlatmıştı. İşte burada da o âyetlerin fetvası gündeme getiriliyor.
Evet gerek bundan önce Rabbimizin bu konuda verdiği hükümler ve gerekse bundan sonra gelecek hükümlerle fetva verilmemiş hiçbir husus kalmamıştır. Size bu dünyada sizin müslümanca bir hayat yaşayabilmeniz için açıklanmamış hiçbir konu bırakmamıştır Rabbiniz. Elverir ki sizler Rabbinizin size açıkladığı bu bilgilerine müracaat ederek bir hayat yaşayın, hayatınızı Rabbinize sorarak belirleyin. Rabbinizin size açtığı bu rahmet kapılarından istifade edin.
Öyleyse bütün bu âyetler ışığında şunları söyleyelim. Bir kere İslâm toplumunda hiç kimsenin ne kadınların, ne yetim olan kız çocuklarının, ne yetim olan erkek çocuklarının hakkını yemeye, onları haklarından mahrum etmeye, onlara zulmetmeye hakkı yoktur. Hiç kimsenin cahiliye döneminde olduğu gibi kadınları, yetim kız ve erkek çocuklarını istismar ederek onların hakkı olan mehirlerini vermeden onlarla evlenmeye göz dikmeye veya o yetim kızların sahip oldukları mallarına göz dikerek, o mallar başkalarına gitmeyip kendisinde kal­sın diye onların başkalarıyla evlenmelerine engel olmaya hakkı yok­tur. Ve yine Allah’ın o kadınlara, o yetim kız ve erkek çocuklarına tak­dir etmiş olduğu mîraslarını gasbetmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. İslâm toplumunda ister kadın, ister çocuk Allah herkese ne takdir et­mişse onlara hakları verilmelidir. Allah bu konuda, her konuda adâleti ikâme etmemizi istiyor.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-128

Nisa-128

“Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığın­dan endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmala­rında kendilerine bir engel yoktur. Andlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler kıskançlığa meyyaldir. Eğer iyi davranır ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.”
Eğer bir kadın kocasından korkarsa. Arkadaşlar sûrenin önceki âyetlerinde evliliğin dörtle sınırlandırılması, evlenilecek kadınlara Allah’ın belirlediği yasal hakları olan mehirlerinin mutlak sûrette veril­mesi, birden fazla kadınla evlenildiği takdirde kadınlar arasında Al­lah’ın istediği şekilde adâletin gerçekleştirilmesi gibi konular gündeme gelince elbette ki bunlar beraberinde bir çok soruyu ve sorunu da gündeme getirdi. Bazı durumlarda eşler arasında bu adâletin gerçek­leştirilmesi imkânsız oluyordu. Meselâ karısı kısır olduğu için, ondan çocuk alamadığı için veya hasta olduğu için, veya fiziki güzelliği, çeki­ciliği olmadığı için bir başka kadınla evlenen kocanın, beğendiği bu ikinci karısıyla öteki karısı arasında adâleti gerçekleştirmesi zor olu­yordu.
Acaba bu koca iki karısını da aynı derecede sevecek miydi? Acaba kendisinden bu iki karısına da sevgi tevziinde bir adâlet isteni­yor muydu? Veya acaba cinsel ilişki konusunda her ikisine de eşit davranabilecek miydi? Eğer fıtrat gereği bunu beceremeyecekse adâlet gereği bunlardan birini boşamalı mıydı? Veya bu kadınlardan kocası tarafından beğenilmeyeni boşanmamak için bazı haklarından fedâkârlıkta bulunması veya kocasına kendisini boşamamasının kar­şılığında bir şeyler vermesi mümkün olacak mıydı? İşte bütün bu problemler çözüm bekliyordu da Rabbimiz bu âyetinde bunlara çözüm getirdi. Bakın Allah buyurdu ki:
Eğer bir kadın kocasının serkeşliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden, öteki kadınlarına meylederek, gönlü onlara kayarak, onların fiziki güzellikleri, ahlâkî ve dinî güzellikleri, ya da malları­nın çokluğu sebebiyle veya o kadınlarının kendisine olan ilgisi, sev­gisi, itaati sebebiyle onlara meylederek kendisine soğuk davranma­sından, kendisine yaklaşmamasından, nafaka vermemesinden, haka­ret etmesinden, eziyet etmesinden, kendisinden bıkıp usanmasından, cinsel arzu ve ülfetinin azalıp yok olmasından korkarsa, onda böyle bir tavır sezerse o zaman o kadının kocasıyla kendi arasını sulh et­mesinde, kocasıyla arasında barışı sağlamak üzere fedâkârlıkta bu­lunmasında hiçbir beis yoktur diyor Rabbimiz.
Yâni bir kadın gerek yaşlılığı, gerek fiziki, ahlâkî güzelliğinin ol­maması, gerek sağlığının yerinde olmaması sebebiyle kocasının kendisinden uzaklaşması, ilgisizlik içine girmesi gibi bir problemle karşı karşıya kalmışsa, kocasıyla sulh ederek arasını düzeltmesinde bir sa­kınca yoktur. Peki nasıl sulh edecek aralarını? Nasıl düzeltecek? Şöyle: Kadın böyle bir durumda kocasına karşı bazı haklarınan fedâ­kârlıkta bulunacak. Meselâ kocasına diyecek ki efendi, sen bana ge­leceğin gecelerinden bazılarını öteki kadınlarına ayırabilirsin. Öteki kadınlarının yanına gidebilirsin. Ben bu hakkımdan vazgeçiyorum. Bana yapman gereken harcamalarının bazılarını onlara yapabilirsin. Ben buna razıyım, ben bu haklarımdan vazgeçiyorum.
Veya ben mehrimin bir kısmından vazgeçiyorum veya tamamını sana bırakıyorum diyerek veya eğer kendisinin malı varsa ondan kocasına bir şeyler vererek kocasıyla arasını sulh etmesinde, kocasıyla arasındaki nikâh bağını sürdürmeyi sağlamasında hiç bir beis yoktur. Böylece o kocanın nikâhı altında bir hayatı sürdürebilir kadın. Allah diyor ki:
Sulh, anlaşmak daha hayırlıdır. Böylece anlaşıp arayı düzeltmek ayrılmaktan daha hayırlıdır. Anlaşmak serkeşlikten ve her ko­nuda düşmanca tavırlar sergilemekten daha hayırlıdır. Haklarının bir kısmından fedâkârlıkta bulunarak ömrünün bir kısmını birlikte geçir­diği kocasıyla nikâh bağını sürdürmesi kadın için boşanmaktan daha hayırlıdır diyor Rabbimiz. İşte böyle çeşitli sebeplerden ötürü kocası kendisinden soğumuş, boşanmayı düşünen veya öteki kadınlarına meylederek onlara gösterdiği ilgiyi kendisine göstermeyen, onlara verdiği hakkı kendisine vermek istemeyen bir kadın nikâh bağını ko­parmamak için bazı haklarından vazgeçerek anlaşma zemini arar ve anlaşırsa bu kadın için hayırlıdır diyor Rabbimiz. Meselâ peygamber Efendimizin hanımlarından Sevde Rasulullah Efendimiz tarafından boşanma endişesinden ötürü nöbetini Hz. Ayşe annemize bırakmıştır.
Çünkü nefisler kıskançlığa meyyaldir. Nefisler bencil tutkulara hazır yaratılmıştır. Yaratılış gereği, fıtrat gereği insanlarda bencillik ve hırs vardır. Öyleyse insanlar arasında bu kıskançlık ve bencillikler olabilecektir. Bu, ya kocaya, yâni erkeklere yöneliktir. Yâni fizik güzel­liği, boy pos kadının elinde olmadığı halde, Allah’ın bir takdiri olduğu halde bazı erkekler illa da kadında bunun olması konusunda haristir. Her şeyin en güzelinin kendisinde olmasını ister. Beğenmediği karı­sına karşı ilgisini azaltarak, onu kendi haline terk ederek, haklarını vermemeye çalışır.
Veya kadın yaşlılığı, ya da fizik güzelliği olmama­sına, kocasının ilgisini çekecek özelliklerini yitirmiş olduğunu bilme­sine rağmen yine de kocasının bu özelliklere sahip kadınlarına gös­terdiği ilginin aynısını kendisine de göstermesi konusunda kıskanç ve haristir.
Kendisine ayrılması gereken gecenin illa da kendisine ayrılması konusunda cimri davranır, bu konuda bir şey bağışlamak iste­mez. Herkes kendi rahatından, kendi menfaatinden yana hareket eder. İşte bu noktada Rabbimiz kadınlara seslenerek diyor ki: Bir ka­dın kocasından kendisine karşı bir ilgisizlik, bir hoşnutsuzluk gördüğü zaman fedâkârlıkta bulunarak bu hoşnutsuzluğun tedavi yönlerini ararsa onun hakkında daha hayırlı olacaktır buyurduktan sonra sözü erkeklere döndürerek der ki:
Ey erkekler, eğer sizler de kadınlarınıza karşı ihsanda bulunur, güzel davranır, muhsin davranırsanız, Allah’ın sizi gördüğü şuuru içinde onlara karşı bir adâlet gerçekleştirme çabası içine girerseniz, yaptıklarınızı Allah kontrolünde ve Allah’a lâyık yapmaya çalışırsanız, onların her birerinin haklarına Allah’ın istediği biçimde riâyet etmeye gayret ederseniz, çekiciliğini, güzelliğini yitirmiş olsa bile yıllarını size vermiş o önceki kadınlarınızı kullanılmış bir eşya gibi bir kenara atma konusunda Allah’tan korkar ve gerek gün sayısı konusunda, gerek yeme içme ve kendilerine yapacağınız harcama konusunda onlara âdil davranırsanız, onlara karşı geçimsizlik ve yüz çevirmeden sakınırsanız bilesiniz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır buyuruyor.
Erkeklere bunu tavsiye eden Rabbimiz kadınlara da: Sizler de ey kadınlar kocalarınıza ve onların öteki hanımlarına, yâni kumaları­nıza karşı muhsin davranırsanız, yâni Allah’ın sizi gördüğü ve yaptık­larınızın tümünden sizi hesaba çekeceği şuuruyla hareket eder, ve yaptıklarınızın tümünü Allah için yaptığınızın bilincine ererseniz, eğer akıllıca, Müslümanca bir tavırla kocalarınızın âdil davranmasına ze­min hazırlayabilirseniz, sadece sizinle evli iken, tek evli iken kocanıza nasıl davranıyor idiyseniz, üzerinize bir kuma gelince de bunun bir Allah izni, Allah ruhsatı olduğunu bilir ve Allah’ın yasalarının daima si­zin hayrınıza işlediği şuuru ve imanı içinde kocanıza ve yeni gelen ar­kadaşınıza, kardeşinize aynı tavrı gösterip onun kulluğuna ve âdil davranmasına yardımcı olursanız, kocanızın cennetini zorlaştırmaz­sanız, toplumun gayri İslâmî anlayışlarını, baskılarını değil de Allah’ın rızasını ararsanız, Allah’ın rızasını ve ona kulluğu, onun emirlerine teslimiyeti ön plana çıkarırsanız, muttaki olursanız, yolunuzu Allah’la bulursanız, hayatınızı çevre için değil Allah için yaşayabilirseniz bile­siniz ki yaptıklarınızın mükafatını Allah verecektir size.
Bu durumda olan kadınlar muhsin davranır, hayatlarını Allah için yaşarlarsa onların mükafatı cennettir. Ama Allah’ın yasalarını görmezden gelerek, ben bir kocaya sahiptim, şimdi ikinci bir ortağa asla razı olamam. Ben bana ait olan kocamı asla bir başkasıyla paylaşamam. Ben buna dayanamam. Allah da dese bun bunu reddederim. Olmaz böyle şey. Ben bunu kesinlikle hazmedemem gibi tama­men cahili düşüncelerle hareket ederse imanını bile kaybeder Allah korusun kadın. Bu tür cahili düşüncelerden vazgeçip Allah rızası için hayatını bir Müslüman kardeşiyle paylaşmadan yana, yıllardır toplum içinde kendisi gibi kocaya muhtaç yaratılmış, ama helâl bir şekilde ni­kâhla bir kocaya ulaşıp ondan istifade edememiş, Allah’ın helâl kıldığı bir nîmetten mahrum kalmış, bunun için de fıtratına ters bir hayata mahkûm olmuş, bunalımlar geçiren bir kardeşinin de kocasından isti­fade etmesine razı olursa ve onun üzerine kuma olarak gelen, böy­lece helâl yoldan cinsel ihtiyacını giderme mutluluğuna ulaşmış ikinci hanım da, kocasını kendisiyle paylaşma fedâkârlığını gösteren koca­sının birinci hanımına, canciğer kardeşine karşı muhsin davranabi­lirse, güzellik yapabilirse bilesiniz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır ve sizi onlarla mükafatlandıracaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-129

Nisa-129

''Âdil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar ara­sında eşitlik yapamayacaksınız, bari bir tarafa kalben tamamen mey­letmeyin ki diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız. İşleri dü­zeltir ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.”
Ne kadar da gayret ederseniz edin, ne kadar da hırsla çaba sarf ederseniz edin muhakkak ki kadınlar arasında adâleti gerçekleş­tiremezsiniz. Arkadaşlar, burada birkaç eşi olan bir kocaya Rabbimizden bir uyarı geliyor. Kadınlar arasında ne kadar da adâleti gerçekleştirmeye gayret ederseniz edin buna güç yetiremeyeceksiniz. Hepsini aynı ölçüde sevmeniz konusunda, her birerinin yanında aynı ölçüde gecelemeniz konusunda, onlara yapacağınız harcama, nafa­kaları konusunda, onların yüzlerine bakmanız konusunda, onlarla il­gilenmeniz konusunda, onlara yönelmeniz, konuşup şakalaşmanız konusunda, onlarla cinsel ilişkileriniz konusunda âdil davranma husu­sunda ne kadar da istekli olursanız olun bunu gerçekleştiremezsiniz diyor Rabbimiz. Bunu beceremezsiniz. Zaten Allah da sizden bunu istememektedir. Bakara sûresinin son ayeti, 286. âyeti bunu anlatır. Onu biraz sonra söyleyeceğim inşallah. Evet bunu beceremezsiniz ama:
Hiç olmazsa bari tamamiyle bir tarafa meylederek, kadınlarınız­dan birine meylederek, ona yönelerek ötekisini, ya da öte­kileri askıdaymış gibi bırakmayın. Tümüyle birine fazla sevgi, fazla ilgi göstererek, ötekisini terk ederek, unutarak, evli mi bekar mı olduğu belli olmayacak biçimde boşlukta bırakmayın
Evet sûrenin üçüncü âyetinde birden fazla kadınla evlenme yasasını belirlemişti Rabbimiz. Ve hatırlayacaksınız orada mutlak mânâda bir adâletten söz etmişti. Kadınlar arasında mutlak mânâda adâleti gerçekleştirmek zorundasınız buyurmuştu. Eğer elinizin altın­daki yetim kızlar konusunda onlara âdil davranamayacağınızdan kor­kuyorsanız âdil davranabileceğiniz öteki kadınlarla evlenin buyur­muştu. Oradaki mutlak adâlet bu âyetle sınırlandırılıyor. Gerek gün ve gece taksimi konusunda, gerek rızık taksimi konusunda kadınlar ara­sında adâlet gerçekleştirilmelidir.
Ama dikkat ederseniz bu âyette onlar arasında sevgi tevziinde, muhabbet taksiminde bir adâletin ger­çekleştirilmesinin gerekli olmadığı anlatılıyor. Çünkü insanların yapı­sal özellikleri, fıtrî özellikleri, fiziki özellikleri, duyguları, düşünceleri, sevgileri, zevkleri, tavırları, davranışları ayrı ayrıdır. Onun içindir ki bu fıtratı gereği bir erkeğin kadınları arasında sevgide, birliktelikte farklı­lıkları olabilir. Binaenaleyh bizleri yaratan ve bizim fıtratımızı herkes­ten daha iyi bilen Rabbimiz bizim bu fıtrî faklılıklarımızdan ötürü bu konuda bizi sorumlu tutmuyor.
Fıtrat gereği bir kocanın evli olduğu hanımlarının hepsine aynı ölçüde sevgi göstermesi, her birerini aynı ölçüde sevmesi mümkün değildir. Bu, fıtratı zorlar. Nasıl ki bir anne ve baba da çocuklarının hepsinin farklı özelliklerde olmaları sebebiyle hepsini aynı ölçüde se­vebilme, sevgide onlara karşı âdil davranma konusunda zorluk çek­tikleri gibi. Veya kardeşlerin de birbirlerini aynı ölçüde sevme konu­sunda zorlandıkları gibi.

Evet Allah diyor ki bu mümkün değildir. İste­seniz de kadınlarınızın hepsini aynı ölçüde sevip onlar arasında adâ­leti gerçekleştiremezsiniz. Tamam fıtratınızı bilen Rabbiniz zaten sizin beceremeyeceğiniz bir şeyi de sizden istemiyor, ama hiç olmazsa onlardan birisinin sizin hoşunuza gitmesi sebebiyle, size karşı tavrın­dan, güzelliğinden, ilgisinden ötürü büsbütün ona meylederek diğerini kocasız gibi muallakta bırakmaya da hakkınız yoktur. Yâni tamamen adâleti sağlayamamış olsanız da tümüyle onu terk etmeye hakkınız yoktur.

Onun payına düşen günü, geceyi ona da ayırarak, onun ya­nına da giderek onu terk edilmişlikle baş başa bırakmayın. Onu terk etmeniz demin söylediğim gibi onun kendi rızası dışında olursa bu ha­ramdır. Az evvel kadınlara söylediğini şimdi de erkeklere söylüyor ba­kın Rabbimiz.
Eğer kocalar arayı sulh eder, kadınlarıyla aralarını bulurlarsa, eğer Allah’la barışırlar, Allah’la aralarını düzeltirlerse, eğer Allah’ın bu âyetlerine kulak verir, Allah’ın bu yasalarıyla tanışır ve onlara Allah’ın istediği gibi bir adâlet uygulama gayreti içine girerse, Allah ona karşı Gafûr ve Rahîm olacaktır. Allah ona imkân verecektir, başarı vere­cektir, işlerini düzeltecek, kendisine sabır ve dayanma gücü verecek ve de ellerinden gelmediği halde kalplerinin kadınlarından birisine kayması konusunda, adâleti gerçekleştirme konusunda yaptığı ufak tefek falsolarını, kusurlarını Allah affedecektir.
Evet sûrenin önceki âyetleriyle birlikte bu âyetten anlıyoruz ki kadınlar hususunda iki tür adâlet vardır. Bunlardan birincisi onlara ya­pılacak infak, nafaka, harcama ve gün taksimi gibi hukukî adâlettir ki bunun güç nisbetinde gerçekleştirilmesi mümkündür ve işte erkekler­den istenen adâlet de budur. İkincisi de sevgide, muhabbette adâlettir ki bu Rabbimizin beyanıyla insanın elinde olmayan bir şeydir ve Allah bu konuda bizi sorumlu tutmuyor. Ama kadınlarından birine meylede­rek ötekisini tümüyle muallakta bırakmamak kayd u şartıyla. Nitekim insanların kullukta en önde olanı Allah’ın Resûlü bile Ebu Dâvûd’un rivâyet ettiği bir hadislerinde şöyle buyuruyordu:
“Ya Rabbi ben benim imkânlarım çerçevesinde ha­nımlarım arasında adâleti paylaştırdım. Benim elimden gelen budur, ama senin sahip olup da benim sahip olma­dığım kalbimin meylinden ötürü beni kınama”
Burada bir hususa daha dikkat çekelim. Dikkat ederseniz sosyal olayları, aile hayatını düzenlemeyi hedefleyen bu âyetlerde ısrarla ihsan ve takva konusu vurgulanıyor. Çünkü hayatı ihsan ve takva dü­zenleyecektir. İnsanlar, erkekler ve kadınlar Allah kontrolü altında bir hayat yaşadıklarının, hayatı Allah için yaşamak zorunda olduklarının, her an Allah’ın kendilerini görüp gözettiğinin şuuruna erdikleri zaman hayat güzel olacaktır. Hayat Allah için takvalı oluşun, hayatın kuralla­rını Allah’tan alışın, Allah’la yol buluşun sonunda güzel olacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-129

Nisa-129

''Âdil hareket etmeye ne kadar uğraşsanız, kadınlar ara­sında eşitlik yapamayacaksınız, bari bir tarafa kalben tamamen mey­letmeyin ki diğerini askıdaymış gibi bırakmış olmayasınız. İşleri dü­zeltir ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.”
Ne kadar da gayret ederseniz edin, ne kadar da hırsla çaba sarf ederseniz edin muhakkak ki kadınlar arasında adâleti gerçekleş­tiremezsiniz. Arkadaşlar, burada birkaç eşi olan bir kocaya Rabbimizden bir uyarı geliyor. Kadınlar arasında ne kadar da adâleti gerçekleştirmeye gayret ederseniz edin buna güç yetiremeyeceksiniz. Hepsini aynı ölçüde sevmeniz konusunda, her birerinin yanında aynı ölçüde gecelemeniz konusunda, onlara yapacağınız harcama, nafa­kaları konusunda, onların yüzlerine bakmanız konusunda, onlarla il­gilenmeniz konusunda, onlara yönelmeniz, konuşup şakalaşmanız konusunda, onlarla cinsel ilişkileriniz konusunda âdil davranma husu­sunda ne kadar da istekli olursanız olun bunu gerçekleştiremezsiniz diyor Rabbimiz. Bunu beceremezsiniz. Zaten Allah da sizden bunu istememektedir. Bakara sûresinin son ayeti, 286. âyeti bunu anlatır. Onu biraz sonra söyleyeceğim inşallah. Evet bunu beceremezsiniz ama:
Hiç olmazsa bari tamamiyle bir tarafa meylederek, kadınlarınız­dan birine meylederek, ona yönelerek ötekisini, ya da öte­kileri askıdaymış gibi bırakmayın. Tümüyle birine fazla sevgi, fazla ilgi göstererek, ötekisini terk ederek, unutarak, evli mi bekar mı olduğu belli olmayacak biçimde boşlukta bırakmayın
Evet sûrenin üçüncü âyetinde birden fazla kadınla evlenme yasasını belirlemişti Rabbimiz. Ve hatırlayacaksınız orada mutlak mânâda bir adâletten söz etmişti. Kadınlar arasında mutlak mânâda adâleti gerçekleştirmek zorundasınız buyurmuştu. Eğer elinizin altın­daki yetim kızlar konusunda onlara âdil davranamayacağınızdan kor­kuyorsanız âdil davranabileceğiniz öteki kadınlarla evlenin buyur­muştu. Oradaki mutlak adâlet bu âyetle sınırlandırılıyor. Gerek gün ve gece taksimi konusunda, gerek rızık taksimi konusunda kadınlar ara­sında adâlet gerçekleştirilmelidir.
Ama dikkat ederseniz bu âyette onlar arasında sevgi tevziinde, muhabbet taksiminde bir adâletin ger­çekleştirilmesinin gerekli olmadığı anlatılıyor. Çünkü insanların yapı­sal özellikleri, fıtrî özellikleri, fiziki özellikleri, duyguları, düşünceleri, sevgileri, zevkleri, tavırları, davranışları ayrı ayrıdır. Onun içindir ki bu fıtratı gereği bir erkeğin kadınları arasında sevgide, birliktelikte farklı­lıkları olabilir. Binaenaleyh bizleri yaratan ve bizim fıtratımızı herkes­ten daha iyi bilen Rabbimiz bizim bu fıtrî faklılıklarımızdan ötürü bu konuda bizi sorumlu tutmuyor.
Fıtrat gereği bir kocanın evli olduğu hanımlarının hepsine aynı ölçüde sevgi göstermesi, her birerini aynı ölçüde sevmesi mümkün değildir. Bu, fıtratı zorlar. Nasıl ki bir anne ve baba da çocuklarının hepsinin farklı özelliklerde olmaları sebebiyle hepsini aynı ölçüde se­vebilme, sevgide onlara karşı âdil davranma konusunda zorluk çek­tikleri gibi. Veya kardeşlerin de birbirlerini aynı ölçüde sevme konu­sunda zorlandıkları gibi.

Evet Allah diyor ki bu mümkün değildir. İste­seniz de kadınlarınızın hepsini aynı ölçüde sevip onlar arasında adâ­leti gerçekleştiremezsiniz. Tamam fıtratınızı bilen Rabbiniz zaten sizin beceremeyeceğiniz bir şeyi de sizden istemiyor, ama hiç olmazsa onlardan birisinin sizin hoşunuza gitmesi sebebiyle, size karşı tavrın­dan, güzelliğinden, ilgisinden ötürü büsbütün ona meylederek diğerini kocasız gibi muallakta bırakmaya da hakkınız yoktur. Yâni tamamen adâleti sağlayamamış olsanız da tümüyle onu terk etmeye hakkınız yoktur.

Onun payına düşen günü, geceyi ona da ayırarak, onun ya­nına da giderek onu terk edilmişlikle baş başa bırakmayın. Onu terk etmeniz demin söylediğim gibi onun kendi rızası dışında olursa bu ha­ramdır. Az evvel kadınlara söylediğini şimdi de erkeklere söylüyor ba­kın Rabbimiz.
Eğer kocalar arayı sulh eder, kadınlarıyla aralarını bulurlarsa, eğer Allah’la barışırlar, Allah’la aralarını düzeltirlerse, eğer Allah’ın bu âyetlerine kulak verir, Allah’ın bu yasalarıyla tanışır ve onlara Allah’ın istediği gibi bir adâlet uygulama gayreti içine girerse, Allah ona karşı Gafûr ve Rahîm olacaktır. Allah ona imkân verecektir, başarı vere­cektir, işlerini düzeltecek, kendisine sabır ve dayanma gücü verecek ve de ellerinden gelmediği halde kalplerinin kadınlarından birisine kayması konusunda, adâleti gerçekleştirme konusunda yaptığı ufak tefek falsolarını, kusurlarını Allah affedecektir.
Evet sûrenin önceki âyetleriyle birlikte bu âyetten anlıyoruz ki kadınlar hususunda iki tür adâlet vardır. Bunlardan birincisi onlara ya­pılacak infak, nafaka, harcama ve gün taksimi gibi hukukî adâlettir ki bunun güç nisbetinde gerçekleştirilmesi mümkündür ve işte erkekler­den istenen adâlet de budur. İkincisi de sevgide, muhabbette adâlettir ki bu Rabbimizin beyanıyla insanın elinde olmayan bir şeydir ve Allah bu konuda bizi sorumlu tutmuyor. Ama kadınlarından birine meylede­rek ötekisini tümüyle muallakta bırakmamak kayd u şartıyla. Nitekim insanların kullukta en önde olanı Allah’ın Resûlü bile Ebu Dâvûd’un rivâyet ettiği bir hadislerinde şöyle buyuruyordu:
“Ya Rabbi ben benim imkânlarım çerçevesinde ha­nımlarım arasında adâleti paylaştırdım. Benim elimden gelen budur, ama senin sahip olup da benim sahip olma­dığım kalbimin meylinden ötürü beni kınama”
Burada bir hususa daha dikkat çekelim. Dikkat ederseniz sosyal olayları, aile hayatını düzenlemeyi hedefleyen bu âyetlerde ısrarla ihsan ve takva konusu vurgulanıyor. Çünkü hayatı ihsan ve takva dü­zenleyecektir. İnsanlar, erkekler ve kadınlar Allah kontrolü altında bir hayat yaşadıklarının, hayatı Allah için yaşamak zorunda olduklarının, her an Allah’ın kendilerini görüp gözettiğinin şuuruna erdikleri zaman hayat güzel olacaktır. Hayat Allah için takvalı oluşun, hayatın kuralla­rını Allah’tan alışın, Allah’la yol buluşun sonunda güzel olacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-131

Nisa-131

“Ayrılırlarsa, Allah her birini nîmetinin genişliğiyle yoksul­luktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır, Hakîm'dir.”
Eğer karı koca aralarında anlaşamayarak ayrılmak isterlerse, boşanmaya karar verirlerse Allah Vasi ve Hakîm olandır. Allah’ın onlar üzerine rahmeti, merhameti ve genişliği boldur. Ve Allah hikmet sahibidir, yaptığı her şeyi bir hikmetle yapar. Yâni Allah niye böyle bir boşanma yasası koymuştur? Evlilik güzel ama, bu boşanma da ne olacaktı? Demeyin, Allah hikmet sahibidir.
Evlenme yasasını koyan da Allah’tır, boşanma yasasını belirleyen de odur. Çünkü eğer karı koca artık birbirlerine tahammül edemeyecek, birbirlerini çekemeyecek bir duruma gelmişlerse boşa­nacaklardır. Arkadaşlar, boşanmak İslâm’da sevilmeyen, Allah’ın is­temediği çok zor bir şeydir. Ama buna rağmen eğer taraflar anlaşa­mayacak bir duruma gelmişler, birbirlerini kırıp dökecek bir duruma gelmişlerse o zaman elbette birbirlerine işkence çektirmelerinin ve kulluklarını tehlikeye düşürmelerinin de anlamı yoktur. Güzellikle ayrı­lırlar ve her ikisi de sevebilecekleri, anlaşabilecekleri birileriyle evle­nebilirler. Rabbimiz buna imkân tanımıştır.
İşte böyle bir durumda ayrılmalarının herhangi bir sakıncası ol­mayacaktır buyuruyor Rabbimiz. Ve üstelik ayrılan eşlere daha çok bolluk, daha çok vüsat, genişlik vaadediyor. Allah böyle buyurduğu halde şu anda, şu bizim toplumda boşanmış erkek ve kadınların hor görülmesi, dışlanması, kınanması asla doğru değildir. İslâm toplu­munda Allah’ın bir emriyle, nikâh bağıyla, Allah’ın bir yasasıyla bir araya gelmiş ve böylece Allah’ın rızasını kazanma, hayatı birlikte Al­lah için yaşama hedefini gerçekleştiremeyen, anlaşamayan erkek ve kadınların yine bir başka yasasıyla, boşanma yasasıyla ayrılmala­rında hiçbir beis yoktur.
Eğer erkek ve kadının birliktelikleri Allah’a isyan noktasına gelmişse, kulluklarını ters yönde etkileyecek bir noktaya gelmişse, yâni aralarında sürekli bir anlaşmazlık varsa, birbirlerinin fıtratları uyuşmamışsa, birbirlerinden hoşlanamamışlarsa ayrılmalarında bir sakınca yoktur. Allah için evlendiler, Allah için bir araya geldiler, Allah için hayatlarını birleştirmeye ve anlaşmaya çalıştılar, ayrılmamayı de­nediler, birbirlerine fırsat tanıdılar, önceki ayetlerde ifade edildiği gibi aralarında sulhu denediler, karşılıklı fedâkârlılarda bulundular, hakem gönderdiler, boşanmamayı denediler, denediler ve nihâyet olmamış ve ayrılmak zorunda kalmışlarsa bunda bir günah yoktur diyor Rabbimiz.
Üstelik onlara hayırlar, bereketler, bolluklar ve genişlikler vaadediliyor. Eğer böyle değil de azaplar, belâlar, mûsîbetler, lânetler vaadedilseydi o zaman bu toplumun onlara karşı yargısı doğru ola­caktı.
İşte Rasulullah Efendimizin bizzat evlendirdiği iki yakını, Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep anlaşamadılar ve ayrıldılar. Olabilir. Öyleyse ne birbirlerinden boşanan eşlerin birbirlerini ne de toplumun onları kötü­lemeye hakları yoktur. Çünkü ayrılmış olsalar da, nikâh bağlarına son vermiş olsalar da o ikisi İslâm kardeşidirler. Nikâh bağı bitmiş olsa da İslâm bağı kıyamete kadar sürecektir. Onun içindir ki ayrılmış olsalar bile toplum içinde ebediyen birbirlerine düşman olamazlar.
131. “Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Andolsun ki, sizden önce Kitab verilenlere ve size, Allah'tan sakınma­nızı tavsiye ettik. İnkâr ederseniz bilin ki, göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ındır. Allah müstağnî ve övülmeğe lâyık olandır.”
Göklerde ve yerlerde ne varsa hepsi Allah’ındır buyurarak Rabbimiz kadının da erkeğin de sahibinin kendisi olduğunu, hem yaratılışları konusunda, hem varlıklarının devamı konusunda hem de rızıkları konusunda kendisine muhtaç olduğumuzu ortaya koyuyor. Ve sonra da buyuruyor ki ey Müslümanlar, andolsun ki biz hem sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlara, hem de size Allah’a takvalı olmanız, yolunuzu Allah’la bulmanız, Allah’ın koruması altına girip ha­yatınızı Allah için ve Allah’ın istediği şekilde yaşamanız için tavsiyede bulunduk.
Rabbimizin tüm peygamberlere, tüm peygamber taraftarlarına, tüm kitap sahiplerine Rabbimizin tavsiyesi, vasiyeti ve yasası işte budur. Allah’tan ittika edin, Allah’a karşı takvalı olun, Allah huzurunda olduğunuzu unutmayın, hayatınızı Allah için yaşayın. Çünkü hayat işte bunun üzerine bina edilecektir. Hayat takva üzerine bina edile­cektir. Doğumumuz Allah için olacak, ölümümüz Allah için, evlenme­miz boşanmamız, küsmemiz barışmamız, almamız vermemiz, yeme­miz içmemiz, yatmamız kalkmamız, her şeyimiz, tüm hayatımız Allah için olacak. Allah adına müslümanca bir hayat yaşayıp sonunda yine müslümanca öleceğiz. İşte bu, insanlığın yeryüzünde varoluşundan beri devam eden bir emir, bir yasadır ki hayat bununla güzel olacaktır, insan bununla mutlu olacaktır.
Ama eğer küfreder, nankörlük eder, Rabbinizin bu tavsiyesini, bu yasasını görmezden gelir, hayatınızı Allah’a sormadan yaşar, Al­lah’ın korumasından çıkar, Allah’ın istemediği bir hayatı yaşamaya kalkışırsanız, ailenizi, evlenmenizi, boşanmanızı, düğününüzü, mîra­sınızı, yetimlerle ilişkilerinizi, yemenizi, içmenizi Allah’ın istediği bi­çimde peygamber standartlarına uygun olarak gerçekleştirmezseniz bilesiniz ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.
Allah Ğanî’dir, Allah zengindir, Allah Hamîd’dir. Göklerin ve yerin mülkünün sahibi olan Allah’ın sizin kulluklarınıza ihtiyacı yoktur. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O çok zengindir, O Hamîd’dir. Sizden hiçbiriniz Ona hamd etmese de, hiç biriniz Ona kulluk etmese de O kendi kendini hamdedendir. O ne sizin hamdinizle değer kazanır, ne de isyanları­nızla değer kaybeder. Siz ne yaparsanız bilesiniz ki kendiniz içindir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-132

Nisa-132

“Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil ola­rak Allah yeter.”
Yine aynı ifade. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Ve vekil olarak Allah yeter. Göklerde ve yerdekiler konusunda hükmetmek, tasarrufta bulunmak sadece Allah’a aittir. Tüm varlıklar üze­rinde egemen olan sadece O olduğu için vekil de sadece Odur.
Vekil, işte bizim adımıza, bizim hayat programımız adına aldığı kararlar konusunda kendisine güvenebileceğimiz, yasalarına teslim olabileceğimiz, boyunlarımızdaki kulluk ipinin ucunu eline teslim ede­bileceğimiz ve çektiği yere gözü kapalı gidebileceğimiz bir tek varlık biliyoruz. O da bizi bizden daha iyi bilen, bizim hayatımızı, bizim hayat programımızı herkesten daha iyi bilen, bilgisi tam olan, bilginin kay­nağı olan Rabbimizdir. Çünkü O bizim için bize en uygun, en faydalı, en yararlı, en güzel, en münâsip ve en mütenasip kararları alandır. İşte böyle Velî vekil bildiğimiz Rabbimize hayatımızı düzenlemesi ko­nusunda vekaletimizi veriyoruz.
Ya Rabbi! Beni yaratan sen olduğuna göre, benim sahibim sen olduğuna göre, beni en iyi tanıyan da sensin! Benim nasıl mutlu olacağımı? Nasıl huzurlu olacağımı? Nasıl bir hayat yaşarsam dengede olacağımı bilen de sensin. Öyleyse ben bu konuda vekaletimi sana veriyorum. Benim adıma, benim hayatıma ne karar alırsan ben onları aynen uygulayacağım ya Rabbi! diyoruz.
Uunutmayalım ki Allah’ı vekil bilmek, Velî bilmek her şeyiyle ona teslim olmak ve hayatın tümünü onun belirlediği biçimde yaşa­mak demektir. Eğer onu vekil biliyoruz, ama hayatımızı ona danışma­dan yaşıyorsak veya onu vekil biliyoruz ama hayat programımız konusunda biz kendimiz karar veriyoruz sonra da Allah’a onaylattırmaya çalışıyorsak bu vekalet işi sapıklıktan başka bir şey değildir bilelim.
Allah’ın mutlak egemen kabul edildiği, Allah’ın mutlak güçlü ka­bul edildiği, Allah’ın vekil kabul edildiği ve sadece Allah’ın yasalarına teslim olunduğu ve Allah için hayat yaşandığı bir dünyada hiçbir kimsenin şefkatsiz, merhametsiz kalması, hiç kimsenin bir başkasına zulmetmesi mümkün değildir. Herkesin mutlak güçlüye teslim olduğu, herkesin mutlak egemene boyun büktüğü, herkesin kalbinin Allah’a imanla dolduğu, herkesin aklının doğru bilgiyle, Allah bilgisiyle meşbu olduğu, herkesin karnının helâl rızıkla doyduğu, herkesin helâl elbi­selerle örtüldüğü, ekonomik ve cinsel yönden herkesin meşru dairede doyuma ulaştığı bir dünyada, yâni hayatın belirleyicisinin Allah olduğu bir dünyada huzur olacaktır, sükun olacaktır.
Önceki âyetle birlik söyleyecek olursak, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Öyleyse ey erkekler, ey kadınlar isteyeceğinizi Allah’tan isteyin. Neye ihtiyacınız var? Ne isteyeceksiniz? Evlenmek mi istiyorsunuz? Meşru yoldan cinsel arzularınızın doyumunu mu isti­yorsunuz? Bir kocaya, bir kadına ihtiyacınız mı var? Allah’a yönelin, ona iltica edin, ondan isteyin. Mülkün sahibi odur. O size kadınlar ve­rir, kocalar verir. Midesi aç olanlarınıza bol bol rızıklar verir, kalbi aç olanlarınıza bol bol imanlar verir, kafası aç olanlarınıza bol bol bilgiler verir. Çünkü Ğanî olan odur, zengin olan odur, mülkün sahibi olan, egemen olan, güçlü olan, vekil olan, kendisine kulluk edilmeye, hamd edilmeye lâyık olan, kendisinden istenilmesi gereken ve istediğine hükmeden odur.
Ama bütün bunlara rağmen, Rabbimiz kendisini bize böylece anlatmış olmasına rağmen, Rabbimiz bu kadar mülkün sahibi olma­sına ve mülkünü cömertçe bize sunmuş olmasına rağmen, mülk onun iken, mülkün sahibi o iken, eğer biz kullar sadece onu vekil bilip, vekaletimizi sadece ona vermemiz, sadece onun emirlerine teslim olmamız gerekirken, sadece ona hamd edip, onun istediği bir hayatı yaşamamız gerekirken tutar da ona yönelmez, ona kulluk etmez, ona teslim olmaz ve onun istediği bir hayatı yaşamazsak o zaman bilelim ki:
133. “Ey İnsanlar! Allah dilerse sizi yok eder, başkalarını getirir, O, buna Kâdirdir.”
Evet Allah’ın buna gücü yeter. Dilerse Allah sizi giderir, sizi yok eder, sizi def eder, sizi ortadan kaldırır da sizin yerinize sizden daha iyi kullar getirir.
Evet asla unutmayın ki yaptıklarınızın tümünü siz kendiniz için yapıyorsunuz. Çünkü Allah Ğanî’dir, Allah zengindir ve sizin yaptıklarınızın hiçbirisine ihtiyacı yoktur. Allah hiç kimseye ve hiç kimsenin amellerine muhtaç değildir. Ne ibâdetlerinize, ne çalışmalarınıza, ne gayretlerinize hiçbir şeye ihtiyacı yoktur onun. Hiçbiri­nize ihtiyacı olmadığı gibi üstelik sizin için sonsuz rahmet ve merha­met sahibidir de o Allah. Yokken sizi yaratan odur. Sizi size ihtiyacın­dan dolayı, yalnızlığını gidermek veya sizin yapacaklarınızdan istifade etmek için de yaratmadı. Dilediği zaman da sizi yok etmeye muktedir­dir. Size de yaptıklarınıza da ihtiyacı yoktur onun. Dilerse sizin def­terlerinizi dürer de daha önce sizi sizden öncekilerin yerine dünya sahnesine getirdiği gibi sizin yerinize de başkalarını halef kılar. Sizi başkalarının neslinden getirdiği gibi sizin neslinizden de başkalarını getirir.
Nuh toplumunu yok edip yerine Ad’ı getirip yerleştirdiği gibi. İsyanlarından dolayı Âd’ın da defterini dürüp yerine Semûd’u yerleş­tirdiği gibi. Küfürlerinden ötürü Semûd’u da yerin dibine batırıp yerine başkalarını getirdiği gibi. Veya Selçukluyu, Osmanlıyı yok edip şu anda onların yerine sizleri getirdiği gibi. Sizi de yok edip yerinize baş­kalarını getirir O Allah. Öyleyse size hâkim olan, sizin üzerinize Kahhâr olan Rabbinize teslim olup onun istediği hayatı yaşayın. Asla onun emirlerine isyan içine girmeyin. Onu ve onun hayat programını hesaba katmayarak bir hayat yaşamaktan sakının.
Eğer bizler Rabbimizin bunca nîmetlerine, bunca lütuflarına karşı nankörlük yapar, Onun ihsanlarına lâyık bir hayat yaşamazsak, Allah bir azapla bizi yok edip yerimize başkalarını getirir. Bu asla Al­lah’a zor değildir.
Ve Allah’ın bize de asla bir ihtiyacı yoktur. Bu hayat bizim üzerimize bina edilmemiştir. Yâni biz gidersek bu dünya, bu ha­yat perişan olacak filan da değildir. Veya biz gidersek Rabbimize kulluk edecek başka varlık kalmayacak da değildir. Allah Ğanî’dir, Allah zengindir, Allah Hamîd’dir, kimsenin hamdine, kimsenin kulluğuna ih­tiyacı yoktur. Allah’ın sizden istediği kulluğun, takvanın faydası sizin kendinizedir. Sizler Allah’a Allah’ın istediği kulluğu yapmazsanız bun­dan zarar görecek olan Allah değil bizzat kendilerinizdir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
134.

134.

“Dünya nîmetini kim isterse, bilsin ki, dünyanın ve âhiretin nîmeti Allah'ın katındadır. Allah, işitir ve görür.”
Kim dünya sevabını isterse, dünya güzelliğini, dünya başarısını, dünya nîmetlerini, dünya mal mülklerini, dünya ev barklarını is­terse, dünya kadınlarını, dünya erkeğini isterse bunların tamamı Al­lah’ın yanındadır. Kim de âhiret sevabı, âhiret güzelliği, âhirette ba­şarı, âhirette kurtuluş isterse o da Allah’ın yanındadır. Dünya sevabı da, âhiret sevabı da Allah katındadır. Dünyayı isteyen de, âhireti iste­yen de Allah’a yönelsin, Allah’tan istesin.
Ne isteyeceksiniz? Neye ihtiyacınız var? bir kocaya mı ihtiyacınız var? Allah’tan isteyin. Bir kadına mı ihtiyacınız var? Allah’tan isteyin. Bir dünya mülküne mi ihtiyacınız var? Bir âhiret başarısına mı ihtiya­cınız var? Allah’tan isteyin.
Kur’an’ın başka yerlerinden öğreniyoruz ki mü’mine yakışan hem dünyayı hem âhireti birlikte istemektir. Çünkü eğer sadece dünyayı istersek onu bize verir Allah ama âhirette de hiç bir nasibimiz ol­maz.
Bakın Bakara sûresinde Rabbimiz şöyle buyurur:
"İnsanlardan kimileri de vardır ki Rabbimiz bize dün­yada ver! derler. Onların âhirette nasipleri yoktur. İn­sanlardan kimileri de Rabbimiz bize dünyada hasene (iyi­lik) ver! Âhirette de hasene ver! Ve bizi ateşin azabından koru! Derler." (Bakara 200,201)
İnsanlardan kimileri derler ki; Ya Rabbi bize dünyada mal mülk ver! Biz dünyada senden makam mevki istiyoruz, ev bark istiyoruz, mark dolar istiyoruz, eş dost, çevre, kredi istiyoruz! Bize bunlardan haber ver sen! Biz gerisini bilmeyiz derler. Bize dünyada ver de öbür tarafta ne olursa olsun, bizim için fark etmez derler. Dualarının ko­nusu budur bunların. Evet dua dedim yanlış duymadınız. Aslında her­kes dua eder. Yeryüzünde dua etmeyen insan yoktur. Bütün insanlar dua ederler, ama duadan duaya fark vardır. Kişinin bir şeye yönel­mesi, onu elde etme adına çırpınması, ona ulaşma adına çalışıp ça­balaması dua demektir. Evet bu adamlar her şeyin dünyada bitip tü­kenmesi adına dua etmektedirler. Dünyada bitip tükenecek şeyler is­teyerek dua etmektedirler. Böyle diyenlere, böyle dua edenlere, böyle hedefler uğruna çırpınıp duranlara dünyada her şeyi verir Allah, ama âhirette onların hiçbir nasipleri yoktur.
Ama kimileri de inşallah biz de onlardan olalım, bakın şöyle derlermiş: Ya Rabbi bize hem dünyada, hem de âhirette hasene ver. Arkadaşlar, hasene, güzel güzellik demektir. Gerçek güzellik, gerçek hasene başlangıcı ve sonucu güzellik olandır. Kazanılması, elde edilmesi, kendisine ulaşılması başlangıçta güzel olan nice şeyler var­dır ki neticeleri felâket olabilir, sonuçları acıyla bitebilir. Onun içindir ki asıl hasene, asıl güzellik sonu güzel olan hasenelerdir.
Birinci gruptaki insanlar için, sadece dünyayı isteyen dünyalık isteyen tüm planlarını programlarını dünyada bitecek, öbür tarafa inti­kal etmeyecek biçimde ayarlayan insanlar için hasenenin sadece başlangıçlarının güzel olması yeterlidir. Elde ettikleri şeylerin, kazan­dıklarının sadece dünyada onları sevindirmesi mutlu etmesi yeterlidir. Bize sadece dünyada ver derler. Dünyada elde edelim de, dünyada tadalım da gerisi önemli değildir derler. Ama bu ikinci grupta anlatılan gerçek akıl sahipleri ise hem başlangıcı, hem de sonu güzellik olan, evveli de, ahiri de güzellik olan hasene isterler. Hem dünyada, hem de âhirette hasene olacak şeyler isterler. Hattâ bununla da yetinmeyip cehennem ateşinden koruyacak şeyler olmasını isterler. Ve işte bu dua tüm hayırları kapsayan bir du­adır. Onun içindir ki Allah’ın Resûlü tüm namazlarının arkasında sü­rekli bu duayı yapardı. Biz de böyle olalım, böyle dua edelim inşallah.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-135

Nisa-135

“Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakın­larınız aleyhlerine de olsa, Allah için şahit olarak adâleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adâletinizde heveslere uymayın. Eğer eğ­riltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işledikleri­nizden şüphesiz haberdardır.”
Ey iman edenler, Allah için şahitliği ayakta tutun. Allah için şahit­liği ikâme edip ayağa kaldırın. Allah için adâletle şahitliği dimdik ayakta tutun. Allah için şehâdetinizde adâletten ayrılmayın. Allah için adâleti tam yerine getirerek Allah’a şahitlik edenlerden olun. Hayatı­nızda İslâm’ı öyle güzel yaşayın ki, öyle bir adâlet örnekleyin ki, öyle âdil bir Müslümanlık sergileyin ki varlığınız Allah’a, Allah’ın varlığına şahit olsun. Sizi görenler sizin şahsınızda, sizin hayatınızda Allah’ı hatırlasınlar. Bu kesimin anlattığı ana fikir çerçevesinde elbette ka­dınlarınıza karşı âdil davranmakla birlikte tüm hayatınızda âdil davra­nın. Kendiniz Allah için âdil davrandığınız gibi toplumunuzda da tüm zulümlerin kökünü kazıyıp adâleti ikâme edin. Adâletle hakkı ve hak­lıyı ayakta tutun. Vereceğiniz kararlarınızda Allah için adâletten ayrıl­mayın.
Kendinizin, kendi nefislerinizin aleyhine de olsa, ana ve babala­rınızın aleyhine de olsa, akrabalarınızın, yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitliklerinizde, hükümlerinizde haktan, adâ­letten ayrılmayın. Şehâdetlerinizde, hükümlerinizde, yargılarınızda daima hak hâkim olsun, adâlet hâkim olsun. Allah rızasının dışında hiçbir kişisel çıkar, hiçbir menfaat duygusu ve tarafgirlik anlayışı ol­masın. Allah’ın rızasını her şeyin üzerinde tutun diyor Rabbimiz.
Dikkat derseniz Rabbimiz kendi aleyhimize de sonuçlansa, en yakınlarımız zarar görecek de olsalar haktan adâletten ayrılmamamız gerektiğini emrediyor. Yâni dünya üzerinde hiçbir beşer hukukunun, hiçbir beşer yasasının gerçekleştiremeyeceği en doğru, en dürüst hayat tarzını, en doğru karar alma, en doğru hareket etme özelliğini kazandırıyor Rabbimiz. Eğer toplumda insanlar Allah’ın bu yasalarına teslim olur, Allah’ın istediği gibi hareket eder, hayatlarını Allah için yaşarlar, hedefleri Allah rızası olursa, o zaman kesinlikle bilelim ki insanlar ne bireysel hayatlarında, ne ekonomik hayatlarında, ne siyasal, ne aile hayatlarında birbirlerine zulmetmeyecekler, birbirle­rine haksızlık etmeyecekler, tüm hayatlarında her şey doğru olacak, her şey adâletle yerli yerine oturtulmuş olacaktır. Böyle bir toplumda Allah yasalarına teslim olan Müslümanlar elbette verecekleri tüm kararlarında haktan, adâletten ayrılmayacaklar, kendi aleyhlerine bile olsa, en yakınlarının aleyhine bile olsa Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine uygun hareket edeceklerdir.
O haklarında hükmedeceğin kişiler, aleyhlerine yahut lehlerine şahitlikte bulunacağınız kimseler zengin de olsalar, fakir de olsalar unutmayın ki Allah onlara daha yakındır. Yâni zengini zengin diye, fa­kiri de fakir diye hukukunu korumadan, lehlerine hareket etmeden yana olmayın. Çünkü Allah onlara sizden daha yakındır. Onları rahmetiyle koruyup gözetme konusunda, onların hukuklarını koruma ko­nusunda onlara sizden daha yakındır.
Öyleyse ey iman edenler, biri­leri kendim diye, birileri kendim diye, birileri babam anam diye, birileri akrabam yakınım diye, birileri fakir diye, birileri gariban, birileri zengin diye kendileri hakkında vereceğiniz kararlarda haktan adâletten ay­rılmayın. İnsanların konumları, size yakınlıkları ne olursa olsun onlar hakkında vereceğiniz hükümler konusunda sakın taraf tutup haktan sapmayın. Ne akrabalık bağları ne de menfaat düşünceleriniz sizin insanlar arasında şahitliğinizi âdil bir şekilde yerine getirmenize engel olmasın. Ne akrabanın akrabalığı, ne zenginin zenginliği, ne de fakirin fakirliği sizi adâletten sapmaya götürmesin. Sakın ha sakın:
Adâletten vazgeçip hevâ ve heveslerinize uymayın. Adâleti bir tarafa bırakarak nefislerinizin hevâ ve heveslerine tabi olmayın. Irkçı­lık, kavmiyetçilik mülahazalarıyla, insanların size buğz etmesi, insan­ların sizi sevmesi, kişisel çıkarlarınız sebebiyle adâleti bir kenara bı­rakıp da zulme yönelmeyin. Basit dünya hesapları sebebiyle, altın, gümüş hesabıyla, mark dolar hesabıyla yamukluk yapmayın. Nefislerinizin hevâ ve heveslerine tabi olmayın.
'Heva'; boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara gelir. Bu kavram nefsin şehvete ve zevke düşkünlüğünü anlattığı gibi, ilim sahibi olmadan sahibine emir veren nefis anlamında da kullanılmaktadır. Böyle bir nefis sahibini şehvete ve aşırı zevke düşürüp günaha sürükler, sahibini de uçurumlara ve cehenneme düşürür.
İnsanın aşırı isteklerine, Allah’tan gelen ilme yani vahye uymayan tutumlarına ‘heva’ denilmektedir. Nefsin sınırları istekleri, meşru arzuları normal yoldan karşılandığı zaman hata değil sevap bile oluyor. Nefis her zaman çeşitli isteklerde bulunur. Bu isteklerin bir kısmı insanın ihtiyacı değil, nefsin aşırı istekleridir. Kişi nefsinin meşru isteklerini inandığı Rabbin gönderdiği ölçüler içerisinde karşılayabilir. Aşırı isteklere uyulması; nefsin Rabbin ölçülerine aldırmaması anlamına gelir. Bu şüphesiz bir hatadır ve sahibine zarar veren bir şeydir. Eğer nefis Allah’tan gelen ilme, yani vahye uyarsa, görüşlerini, kararlarını, isteklerini bu ilme uygun bir şekilde ayarlarsa; o nefis doğru yolda olan nefistir. Fakat bir kimse Allah’tan gelen ilme-vahye kulak asmaz, yalnızca kendi görüşünü, zevkini, kararını, arzusunu ön plana çıkarırsa bu nefis doğru yoldan azan bir nefistir ve o kişi heva’sına uydu demektir.
Yeryüzündeki bütün günahların, bütün şirklerin, bütün kafirliklerin sebebi heva’ya uymaktan ileri gelir. Bir iş yaparken, bir şey hakkında karar verirken, bir ibadet fiilini yerine getirirken, bir şey yanlış mı doğru mu diye düşünürken; kişi ya kendi aklına ya da inandığı dinin ölçülerine uyar. Eğer akıl Allah’tan gelen ilme yani vahye uyuyorsa, o akıl isabetli karar verir. Eğer bir akıl Allah’tan gelen haberlere inanmıyorsa, o aklın sahibi kesinlikle yanılacaktır ve heva’sına uymuş olacaktır. İşte böyle bir insan kendi görüşünden, kendi kararından başkasını beğenmiyorsa, kendi zevkinden daha üstün bir şey tanımıyorsa o insan kendi heva’sını, kendi nefsini tanrı haline getiriyor demektir. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle açıklıyor:
“Gördün mü hevasını (arzularını-isteklerini) ilah haline getireni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan, 43)
Böyle bir kimseler canlarının isteğinden başka kutsal bir şey bilmezler. Bunlarda hakseverlik yoktur. Bu gibiler bencil insanlardır. Peşine düştükleri arzuları da normal bir istek değil, canlarının istediği kuruntulardır. Böyleleri hak, hukuk, delil, âyet, şahit tanımazlar, yalnız kendi isteklerini en üstün tutarlar. Onlara göre din de, insanların vicdanlarından gelen arzularıdır. Dolaysıyla kendi nefislerini doyurmaya, keyiflerini tatmin etmeye çalışırlar. Bunlar, hakkı ve gerçeği kabul etmezler ama, keyfiliği hayat anlayışı olarak alırlar.
‘Heva’nın yerleştiği kalpte, başta şirk olmak üzere bütün olumsuz davranışlar, bütün kötülükler yerleşmeye başlar. Böyleleri ‘heva’nın bir benzeri olan zanlarının (boş kuruntularının) ve keyiflerinin peşine giderler. Allah’ın gönderdiği hidayet rehberine aldırmazlar bile. Öyleyse kişinin kendi ‘heva’sına uyması, Hakk’tan yüz çevirmesi demektir. Nitekim Kur’an, ‘kendi hevalarına uyanlara tabi olmayın’ buyurur (Sâd, 26; Mâide, 77)
Zaten onların Allah’ın hidayetinden yüz çevirmelerinin, ya da âyetleri yalan saymalarının sebebi, vahyi bırakıp kendi hevalarına uymalarıdır. (En’âm, 150; Kehf, 28)
Heva’larına uyanların özelliklerinden biri de istikbar (kendini büyük görme) ve Peygamberlerin getirdiği vahye karşı çıkmadır. Bu gün de hayata ve dünyaya kendi heva’ları doğrultusunda yön vermek, keyiflerine göre yaşamak isteyenler Kur’an mesajına, İslâm’ın güzelliklerine karşı çıkmaktadırlar.
Heva’larına uyanlar Allah’tan gelen ilmi (vahyi veya âyetleri) bilgisizce bir tarafa atarlar. Onlar gerçekten cahillerdir. Kur’an, Hz. Peygamberi ve onların şahsında müslümanları uyararak: ‘Sana gelen bu ilimden (Kur’an ve hükümlerinden) sonra onların hevasına uyarsan, senin için Allah’tan bir veli ve yardımcı yoktur. (Bakara,120) ‘Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların hevasına uyma’ (Mâide,48,49) ‘Emrolunduğu gibi dosdoğru ol ve onların hevasına uyma’ (Şura,15) diye söylemektedir.
Şüphesiz ki heva’ya uymak dengeyi bozar, hakları ihlal eder, tarafgirliğe ve taassuba sebep olur, düşmanlığı körükler. İnsan, Allah’ın hidayet kitabı olarak gönderdiği Kur’an’ı, yani vahyi dışlayarak, her şeyi kendi aklına, kendi heva’sına göre çözmeye, her şeyin hükmünü işine geldiği gibi vermeye kalkışırsa, insanın içinde de yeryüzünde de huzurun olması mümkün değildir.
Vahyi dışlayanlar hem kendilerine yani ilâhlar bulurlar, hem de küçük, önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde, ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar. Heva’sına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adaletin olması mümkün değildir. Bu gerçeğe hem tarih şahittir, hem de içinde yaşadığımız şartlarda bunu açıkça görmekteyiz.
Mü’minler, sık sık heva’larına uymamaları konusunda uyarılmaktadırlar. Kur’an, Allah’ın âyetlerine tabi olanlar ile heva’larına uyanların bir olmayacağını söylüyor:
“Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici’ gösterilmiş ve kendi hevasına uyan kimse gibi midir?” (Muhammed, 14)
Elbette bir olmaz. Birisi de Allah’tan gelen açık, sağlam, Hakk, doğru, hidayet gösterici, iki dünyada da kurtuluşa götürücü, kişiyi adam yapan ilâhí belgelere, yani vahye (Allah’ın âyetlerine) uymakta, öbürü ise nefsinin aşırı isteklerine, kuruntulara, ilmí dayanağı olmayan zanlara, boş hayallere uymaktadır. Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
“Yüce Allah’ın yanında gök kubbe altında Allahtan başka tapınılan tanrılar içinde, kendisine uyulan heva (aşırı istek ve tutkulardan) daha büyüğü yoktur.” Taberaní)
Heva’sına uyan insanların çok olduğu toplumlarda hata çok yapılır, suç çok işlenir, fitne ve fesat çok yaygınlaşır, insaní değerler rağbet görmez, adaletle hareket etme ahlakı zayıflar. Bu bakımdan insanlara düşen heva’larına uymak değil, kendi heva’sından konuşmayan bir peygambere (Necm,3-4) ve O’nunla beraber Allah’tan gelen ilme (vahye) tabi olmaktır.
Evet, ey mü’minler, sakın adâletten vazgeçip hevâ ve heveslerinize uymayın. Adâleti bir tarafa bırakarak nefislerinizin hevâ ve heveslerine tabi olmayın. Hep Allah yasaları eşliğinde âdil bir hayat yaşayın. Sürekli Allah kontrolünde olduğunuzun bilincinde olun. Yaptıklarınızı Allah’a lâyık yapmaya çalışın. Unutmayın ki yarın yapıp ettiklerinizden hesaba çekileceksiniz. Hesap gününde rezil ve perişan bir konuma düşürmeyin kendinizi. Dünyada güzel bir hayat yaşadığınız gibi öbür tarafta da cennete görürecek bir hayat yaşayın.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt