Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir dersleri (1 Kullanıcı)

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-161

Nisa-161

“Yasak edilmişken fâiz almaları ve insanların mallarını hak­sızlıkla yemelerinden ötürü onlardan inkâr edenlere, elem verici azap hazırladık.”
Kendilerine yasak edildiği halde fâizden yana olmaları, fâizci bir hayatı sürdürmeleri ve helâl yollar dururken haram yollarla insanla­rın mallarını yemeleri sebebiyle bu yasa onlara hak oldu. Bu onların kendi hür iradeleriyle, kendi elleriyle kazandıkları bir cezadır, bir âkı­bettir. Halbuki asla fâize bulaşmayacaklardı, haram yollarla insanların mallarını yemeyeceklerdi. Allah önceki kitaplarda bunun yasasını an­latmıştı onlara. Haram helâl yasalarını bildirmişti Allah onlara. Allah’a, Allah’ın kitaplarına, Allah’ın yasalarına inanan ve haram helâl yasala­rını belirleme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu bilen bir Müslümanın hiçbir zaman Allah’ın istemediği bir yolla mal elde etme hakkı yoktur. Mal kazanma ve harcama konusunda Allah helâl yolları nasıl belirlemişse Müslüman öylece bir tavır almak zorundadır.
Allah fâiz haram demişse, Allah rüşvet haram demişse, reklâmlarla, enflasyonlarla insanların ceplerine uzanmak kötüdür demişse, Müslümanım diyen bir kimsenin bu yollara tevessül etmesi düşünülemez. Yalanla, dolanla, eksik ölçüp tartmayla Müslümanın ilgisi olamaz. Ama eğer insanlar Allah’ın helâl-haram yasalarını çiğneyip haram yollara yönelirlerse o zaman unutmasınlar ki Allah da onları tıpkı İsrail oğulları gibi cezalandıracaktır. Bakın âyetin sonunda diyor ki Rabbimiz:
Kâfirlere acıklı bir azap hazırladık. Evet kim ki Allah’la bir ça­tışma içine girer, Allah’ın yasalarına riâyet etmez, Allah’ın helâl-haram sınırlarını tecavüz eder, Allah’ın helâl dediklerine haram, haram de­diklerine de helâl demeye kalkışırsa, karşısındakinin mallarını haram yollarla yer, kâfirce bir ekonomik hayatın içine girerse onlar için daya­nılmaz bir azap vardır diyor Rabbimiz.
162. “Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitaba ve senden önce indirilen Kitaba ina­nan mü'minlere, namaz kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük ecir verece­ğiz.”
Demek ki toplumlar, insanlar ne kadar da bozulmuş, tefessüh etmiş olurlarsa olsunlar mutlaka onların içinde bozulmayanlar da ola­bilecektir. İşte bu sapmış yahudilerin içinde, yahudileşmiş İsrail oğul­ları içinde yahudileşmeyen, bozulmayan Allah’ın istediği biçimde Müslümanca tavırlarını sürdüren samimi Müslümanların varlığını anlatıyor Rabbimiz.
Onlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, ilimde derinleşenler ve de önceden dosdoğru iman sahibi olanlar hem indirilmiş olan kitaba hem de senden öncekilere indirilmiş kitaplara iman ederler, namazı ikâme edip ayağa kaldırırlar. Zekâtlarını verirler. Namazla Allah’ın ha­yatlarına karıştığına, zekâtla da mallarına karıştığına imanlarını gün­deme getirirler. Namazla Allah’ın bedenlerinde söz sahibi olduğuna, zekâtla da malları konusunda Allah’ın söz sahibi olduğuna imanlarını gündeme getirirler. Ve onlar âhiret gününe de iman ederler. Ölüm ötesi hayatın hesabına kitabına iman ederler. Hayatlarını bu imana bina ederek yaşarlar.
Âyeti ya böyle anlıyoruz, ya da o ehl-i kitaptan ilimde derinleş­miş olanlar, önceki kitaplarına vakıf olup samimiyetle onunla amel edenler, kör bir taklide kapılarak atalarının yanlışlarına düşmeden ön­ceden de vahyi tanıyanlar şimdi aynı kaynaktan gelmiş son kitaba da iman ederler. Burada Rasulullah Efendimiz döneminde Medine ve çevresinde yaşayan yahudileşen ve hıristiyanlaşan kitap ehli arasında bir kısım âlimler vardı ki bunlar Tevrat’a, İncil’e, Zebur’a samimiyetle inanmış ve bu imanlarını samimiyetle sürdüren kitap ehli kastedil­mektedir.
Bunlar peygamberler ve kitaplar arasında hiçbir ayırım yapmayan, önceki kitaplarına ve peygamberlerine samimiyetle iman ettikleri için son elçiyle karşı karşıya geldikleri zaman da hiçbir sıkıntı çekmeden, hiçbir ön yargı içine girmeden hemen iman eden kimse­lerdir. İşte bunlar ve önceden kitapla, dinle hiçbir ilgileri olmadığı halde şimdi bu son kitaba iman eden, namaz kılan, zekât veren mu­hacir ve ensâr var ya, işte onlar için elbette büyük bir mükafat vere­ceğiz, buyuruyor Rabbimiz.
İlim sahibi olanlar, âlim özelliğine sahip olanlar, okuyanlar, araş­tıranlar, vahiyle ilgi kuranlar anlıyoruz ki kıyamete kadar dünya­nın hangi coğrafyasında olurlarsa olsunlar mutlaka Kur’an’a ve peygambere iman etmişler ve edeceklerdir. Bunlar mutlaka inandıkları Allah’a kulluğun en belirgin sembolü olarak namazı kılacaklar ve top­lumda Allah için mallarını harcayacaklardır.
Ve işte onların bu yaptık­larını asla boşa çıkarmayacaktır Allah. Hayatlarını böylece Allah için yaşayan kullarına Rabbimiz büyük mükafatlar ve cennetler vaad ediyor.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Nisa-145

“Doğrusu münâfıklar cehennemin en alt tabakasındadır*lar. Onlara yardımcı bulamayacaksın.”



Kâfirlerden daha aşağı bir konumdadır onlar. Çünkü bun*lar kâfir olmakla birlikte bir de üstelik Müslüman görüntüsü sergileye*rek hem Allah’ı, hem de mü’minleri kandırma cüretinde bulunuyor*lardı. Evet onlar cehennemin en alt derekesindedirler. Alt da olsa, üst de olsa doğrusu cehennem gidilecek bir yer değildir. Ama ne yazık ki onu insanlar kendi elleriyle işledikleri günahlarla kazanıyorlar. Kendi tercihleriyle elde ediyorlar.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-163

Nisa-163

“Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a torunlarına, Îsâ'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi ey Muhammed, şüphesiz sana da vahyettik. Dâvûd’a Zebur verdik.”
Bu âyetinde de kitap şeklinde gelmiş vahiyleri anlatıyor. İnsanlığın ilk atası ve ilk peygamberi Hz. Adem (a.s)’dan bu yana tarihin hiçbir döneminde insanlığı, yeryüzünü vahiysiz bırakmadığını, her topluma elçiler ve kitaplar gönderdiğini anlatıyor.
164. “Gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını daha önce sana anlatmıştık, kimilerini de anlatmadık. Allah Mû­sâ'ya hitap etmişti.
Ey peygamberim, biz bu kitapta o önceki peygamberlerden kimilerini anlattık, kimilerini de gündeme getirmedik. Evet senden önce nice peygamberler gelip geçmiştir ama onlardan kimilerinin hayatını sana anlattık, kimilerinin hayatlarının sadece kısa bir bölümünü anlat­tık, sana lâzım olan kadarını anlattık, kimilerinin de hayatlarını hiç anlatmadık. 124 bin peygamber. Bunlardan sadece çok azının haya­tını, onu da hayatının çok az bir kısmını anlatmıştır Rabbimiz. Mekke döneminde indirilen sûrelerde En’âm’da, Arâf’ta, Furkân, Şuarâ, Neml, Kasas, Sâffât, Yunus, Hud ve Yusuf’ta Rabbimiz bu elçilerini anlatmıştı. Ama çoğunu değil azını anlatmıştı.
Ayrıca Mûsâ (a.s)’a bir de ayrıcalık olarak vahyini konuşma şek­linde gönderdiğini haber veriyor Rabbimiz. Evet işte Nisâ sûresinin bu 164. âyetinde peygamberler, yeryüzünün en şerefli kahramanları geçidiyle karşı karşıyayız. İşte yeryüzünde Allah’ın en çok sevdiği mümtaz kullarla karşı karşıyayız. Onların şahsiyetleriyle, onların imanlarıyla, kulluklarıyla, teslimiyetleriyle karşı karşıyayız. Eğer Al­lah’ın bu yasal örnekleriyle, bu kulluk modelleriyle birlikte olursak, onları örnek alır, onlar gibi olmaya, onlar gibi bir hayat yaşamaya, onlar gibi Allah’a kulluk yapmaya çalışırsak kesinlikle bilelim ki dün­yada onların ulaştıkları mutluluk ve saâdete, âhirette de onların ulaş­tıkları şerefli bir cennet hayatına gitme imkânına sahip olabiliriz.
165. “Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı bir hüccetleri olmaması için. Allah güçlüdür, hakimdir.”
İşte peygamberin geliş gâyesi. İşte peygamberin misyonu. Tıpkı kendilerinin örnekledikleri gibi Allah’a iman edip Allah’ın istediği bir hayatı yaşayan mü’minleri cennetle müjdelemek, Allah’ı ve kendi­lerini gündeme almadan yaşayanları da cehennemle uyarmak üzere gönderilen elçilerinin her bir dönem insanının hayatındaki yeri bakın şuymuş:
Kendilerinin gelişlerinden sonra artık insanların Allah’a karşı bir mâzeret hakları, bir delilleri, bir hüccetleri kalmasın diye. Artık in­sanların Allah’a karşı arkasına saklanacakları bir mâzeretleri, ileri sü­recekleri bir delilleri kalmasın diye o elçiler gönderiliyor. Yâni, ya Rabbi! Madem ki Rabbimiz olarak sen vardın! Madem ki bizi sen ya­ratmıştın! Madem ki hayatımızı sana borçluyduk! Madem ki Rab ola­rak, İlâh ve Mâbud olarak sadece seni dinleyecektik! Senden başka­larına asla minnetimiz ve kulluğumuz olmayacaktı! Madem ki bizi ya­şadığımız bu hayatın sonunda hesaba çekecek olan sendin! Madem ki hesabı sadece sana ödeyecektik! Madem ki öbür tarafta cennetin vardı, cehennemin vardı! Madem ki bizden kulluk istiyordun! Eh öyle de bize bunları niye bildirmedin? Niye bize önceden haber vermedin? Bize niye kitaplar ve elçiler göndermedin? Madem ki bu kadar güzel bir cennetin vardı da neden bizi önceden bilgilendirmedin? Madem bu kadar dayanılmaz bir cehennemin vardı da niye önceden bizi onunla uyarmadın diyerek Allah’a karşı delil getirmeye hiç kimsenin hakkı kalmasın diye peygamberlerini gönderdiğini anlatıyor Rabbimiz.
166. “Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder, onu bilerek inirmiştir, melekler de şahitlik ederler. Şahit olarak Allah yeter.”
Lâkin Allah sana indirdiğine şehâdet ediyor. Allah şahittir ki o sana indirdiği kitabını kendi ilmiyle indirmiştir. İlim kendisinden olan Allah, ilmin kaynağı olan bizzat kendi ilmiyle, bilerek o kitabı sana göndermiştir. Arkadaşlar, gerçekten müthiş bir ifadedir bu. Biz mü’-minler için en büyük bir şereftir bu. Arkadaşlar bizler gözlerimizle gördüğümüzden de öte Rabbimizin varlığına şehâdet ederiz. Bizler Allah’tan başka İlâh olmadığına, ve Muhammed (a.s) in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna, elimizdeki hayatımızı düzenlediğimiz şu kitabın kesinlikle Allah’tan geldiğine gözlerimizle gördüğümüzden daha emin bir şekilde şehâdet ediyoruz değil mi? Bakın bizim şehâdet ettiğimize Allah da şehâdet getiriyor. Allah da şehâdet ediyor ki bu kitap Al­lah’tan gelmedir. Yine biz kitabımızın başka bir âyetinden de biliyoruz ki Rab-bimiz kendisinden başka İlâh olmadığına da şehâdet etmekte­dir. Âl-i İmrân sûresinin 18. âyetinde Rabbimiz bu hususu şöyle anla­tır:
“Allah, melekler ve adâleti yerine getiren ilim sa-hipleri, Ondan başka İlâh olmadığına şahitlik etmişlerdi. Ondan başka İlâh yoktur, O güçlüdür, Hakimdir.”
(Âl-i İmrân 18)
Evet, kendisinden başka İlâh olmadığına Rabbimiz de şehâdet ediyor. Ne büyük bir şeref değil mi bizler için? Rabbimizin yaptığını biz de yapıyoruz, bizim yaptığımızı Allah da yapıyor, Allah bizim safı­mızda ve biz de Rabbimizin safında yer alıyoruz. Mü’min için bundan daha büyük bir şeref düşünmek mümkün değildir. Mü’minler Allah’la aynı safta, Allah mü’minlerle aynı safta. Mü’minler Allah’ın yaptığını yapıyorlar Allah da mü’minlerin yaptığını yapıyor işte bu bizim için şe­reflerin en zirvesidir. Kabul ettiğimiz bu kitaba Allah şehâdet ediyor, melekler de şehâdet ediyorlar. Ama zaten Allah’ın şehâdeti başka şa­hitlere gerek bırakmayacak biçimde bizim için yeter elhamdülillah.
Elhamdülillah ki bizim şu anda kabul ettiğimiz bir dine, hayatı­mızı kendisiyle düzenlediğimiz bir kitaba, kulluk yolunda kendisini ör­nek aldığımız bir peygambere, yaşadığımız bir hayat programına Rabbimiz şehâdet ediyor. Bu yolumuzun doğruluğu ve sonunda cen­nete çıkacağı konusunda bizim için yetmez mi? Ama beri tarafta:
 

GEVHER

Yönetici
Katılım
9 Eyl 2008
Mesajlar
3,971
Tepki puanı
2,515
Puanları
163
“ Bir iyiliği açığa vurur veya gizler yahut bir kötülüğü affederseniz, bilin ki Allah da affedendir, güçlü olandır. ”

Nisa - 149
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-167

Nisa-167

“İnkar edenler, Allah yolundan alıkoyanlar, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmışlardır.”
Küfredenler, örtenler, örtbas edenler var ya. Hayatlarında hem Allah’ı, hem Allah’ın âyetlerini, Allah’ın gönderdiği hayat programını, o programın uygulanması noktasında Allah’ın gönderdiği örnek elçilerini yok farz ederek yaşayanlar ve de kendi küfürleri, kendi şirkleri yetmiyormuş gibi insanları da Allah yolundan alıkoyanlar, dinin önüne en­geller koyanlar, insanların dinlerini bozanlar, insanların önüne resmi dinler koyarak gerçek Allah dininin anlatılmasına, yaşanmasına engel olmaya çalışanlar var ya. Böylece hem kendilerine, hem Allah’a ve hem de çevrelerine karşı zulmeden kâfirler var ya, onlar gerçekten derin bir sapıklığın içindedirler.
168,169. “İnkar edenleri ve zalimleri Allah şüphesiz bağışlamaz, onları içinde temelli ve ebediyen kalacakları cehennem yolun­dan başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah'a kolaydır.”
Bu tür insanlık düşmanı zalimleri Allah asla bağışlamayacak. Bunlar bağışlanma hakkını kaybetmişlerdir. Ve Allah onları hiçbir yola da ulaştırmayacak. Hakk’a giden, hayra giden, doğruya giden hiçbir yolu bulmaları mümkün olmayacak onların. Doğru diye sarıldıkları onları daha da batıracak. Doğruyu bulduk dedikleri üç gün bile ken­dilerine huzur vermeyecek.
Ancak cehennem yoluna, ateş yoluna, dünyada ve âhirette azap yoluna iletecek Allah onları. Onların gidecekleri sadece bir tek yol var. Varacakları bir tarik var. O da sadece cehennemdir. Ve orada ebediyen kalacaklardır onlar. Ama Allah’ın bu azabıyla hiç kimsenin Allah’ı suçlama hakkı yoktur. Çünkü kâfirler kendi hür iradeleriyle Al­lah’ı reddetmişler, Allah’ın elçilerini reddetmişler, Allah’ın kitaplarını reddetmişler, Allah’tan gelen hayat programını reddedip kendi hevâ ve hevesleri istikâmetinde bir hayat yaşamadan yana tavır sergile­mişlerdir. Tercihlerini bu istikâmette kullanan kâfirlerin bu tercihlerini de Rabbimiz onaylamıştır. İşte bu Allah’a gâyet kolaydır.
Bundan sonra yine tüm insanlığa bir hitap, bir çağrı geliyor:
170. “Ey İnsanlar! Peygamber Rabbinizden size gerçekle geldi, inanın, bu sizin hayrınızadır. İnkâr ederseniz bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir, hakimdir.”
Ey insanlar! Muhakkak ki size Rabbinizden hakla bir elçi geldi. Hak olan Rabbinizden hak bir yasayla hak bir peygamber geldi. Hak kelimesi kitabımızda çok geçer. Rabbimiz hak, kitabı hak, peygamberi hak, yasaları hak, sistemi hak, yolu hak, cenneti hak, cehennemi hak, Sırat hak, terazi hak, Mizan hak, hepsi haktır.
"Haktan başka sadece dalâlet vardır."
(Yunus: 32)
Eğer hakkı Allah’ın gönderdiklerinin dışında görürseniz, Al­lah’ın vahyinin ötesinde, Allah’ın hak olarak gönderdiği elçisinin beri­sinde hak peşine düşerseniz, problemlerinizin çözümünü bu kitabın ve bu elçinin sünnetinin dışında başka yerlerde ararsanız mutlaka bâtıla düşmek zorunda kalacaksınız.
Ey insanlar! Ey Müslümanıyla, kâfiriyle, yahudisiyle, hıristiya-nıyla, Mecusisiyle, ateistiyle, beyazıyla, siyahıyla, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle ihtiyarıyla ey tüm insan cinsi! Size Hak olan Rabbinizden hakla bir elçi geldi. Eğer Rabbinizin gönderdiği bu elçiye iman eder­seniz bilesiniz ki bu sizin hayrınızadır. Çünkü bilesiniz ki sizin hakkı­nızda yalnız Allah’ın indirdiği haktır. Yalnız Allah’ın gönderdiği hayır­dır, hayırlıdır. Ona muhalefet eden her şey bâtıldır ve sapıklıktır.
Tüm insanlık bir şey üzerinde toplanıp bu haktır deseler de şâyet o Allah’ın indirdiğine ters düşüyorsa o bâtıldır. Evet Allah’ın in­dirdiğinin dışında hak yoktur, hayır yoktur. Allah’ın indirdiğinin dışında hüküm de yoktur. Elhamdülillah ki hak da bellidir, hayır bellidir, hayır yolu belli ve açıktır. Allah’ın elçisi son derece berrak bir şekilde orta­dadır. Elverir ki sizler bu size gönderilen elçinin sünnetine müracaat ederek bir hayat yaşarsanız hayra ulaşmış olursunuz. Bu hak hüküm, bu hak peygamber ortaya konulmadıkça insanlar arasındaki ihtilafla­rın bitmesine de imkân ve ihtimal yoktur. Allah’ın hak olarak indirdikle­riyle hükmetmedikçe de yeryüzünde asla salah da olmayacaktır. Yer­yüzünde sulh ve sükun asla gerçekleşmeyecektir. İhtilafları çözecek bir tek yol, bir tek kaynak vardır. O da Allah’ın yeryüzünde ihtilafları çözmek üzere indirdiği kitap ve peygamberdir. Ama küfrederseniz, peygamberin sünnetini, peygamberin örnek­liğini örter, örtbas ederseniz, peygamberi yok farz ederek bir hayat yaşamaya kalkarsanız bilesiniz ki göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ın kuludur. Allah’a en ufak bir zarar veremediğiniz gibi, O’nun sizin kulluğunuza da ihtiyacı yoktur. Gelin aklınızı başınıza alın diyor, Rabbimiz.
Burada tüm insanlığa seslenen Rabbimiz bundan sonraki âye­tinde de tarih içinde kendi dinlerini bozup, kitaplarını tahrif edip der­beder bir hayat yaşayıp giderlerken birdenbire hak bir dinle, hak bir peygamberle karşı karşıya kalan ve aynen önceki kitaplarına ve pey­gamberlerine yaptıklarının aynısını bu son elçiye ve onun kitabına da yapmaya soyunan, bu son dini de bozarak hak bir din olma özelliğin­den çıkarmaya sa’y eden ehl-i kitaba sesleniyor:
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-171

Nisa-171

“Ey Kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin, Al­lah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu Îsâ Mesih, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine ina­nın, “Üçtür” demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tek İlâhdır, çocuğu olmaktan münezzehtir, gök­lerde olanlar da yerde olanlar da O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.”
Ey ehl-i kitap! Ey yahudi ve hıristiyanlar! Dizinizde aşırılığa git­meyin. Allah hakkında da ancak hak söyleyin, hakkı ve doğruyu söy­leyin. Allah ve dini konusunda bidatlerden ve aşırlıklardan sakının. Kendinizce peygamberlerinize çok yüce makamlar vereceğiz diye, onlara saygı ve ihtiramlarda bulunacağız derken, kitabınızı herkesin saygı duyacağı bir mevki takdir edeceğiz derken aşırılıklara gitmeyin. Hakkın ötesine aşmayın. Allah hakkında da, kitaplar hakkında da, peygamberler hakkında da bidatlere gitmeyin. Peygamberi tanrılaş­tırmaya kalkmayın. Doğru neyse, hak neyse onu söyleyin. Allah, kitap ve peygamberler hakkında doğru sözleri, hak sözleri ihtiva eden eli­nizdeki İncil’i bozdunuz, Tevrat’ı tahrif ettiniz. Bütün bu konularda doğruyu öğrenebilecek kaynaklarınızı kuruttunuz. Sap gibi ortada kal­dınız.
Şimdi Rabbiniz size tek doğru sözü, tek doğru bilgiyi öğretecek, sizin tarih içinde sapıklıklarınızı, sapma noktalarınızı gösterecek son bir kitap gönderdi. Gelin bu son kitaba karşı da eski davranışları­nızı sergilemeyin. Gelin bu son hakkınızı da kaybetmeyin. Gelin Rabbinizden gelen bu son kitapla kendilerinizi bir sorgulayın. Bakın bu son kitapta Rabbinizin size haber verdiği bir yanlışınız, bir sapak noktanız şöyledir:
Muhakkak ki Mesih, Îsâ (a.s) Allah’ın Meryem’den İlâhi bir yasa olarak babasız dünyaya getirdiği bir elçisidir. O, Allah’ın bir keli­mesi, bir yasası, bir âyeti, bir mûcizesi, bir ruhudur ki onu Meryem’e ilkah etmiştir. Rabbinizin Cebrâil (a.s)’ı görevlendirerek Meryem’e gönderdiği ve onu oluşturacak olan ruhu Meryem’e ilkah ettiği ve Meryem’in rahminde meydana getirdiği bir ruhudur. Böyle mûcizevi olarak babasız dünyaya getirdiği Allah’ın bir âyeti, bir yasasıdır o. Öyleyse gelin ey ehl-i kitap, aşırılıklara giderek Îsâ (a.s) hakkında bundan başka söz söylemeyin. İşte Rabbinizin peygamberiniz hak­kında söylediği hak söz budur.
Gelin Îsâ (a.s)’ı Allah, ya da Allah’ın oğlu kabul etmeyin. Gelin Allah’ı üçlemeyin. Allah’a ortaklar, yardımcılar izafe etmeyin. Hâşâ hâşâ Allah’ın kulu olan Meryem’i ve Onun oğlu olan peygamberi Allah’a yardımcılar yapmayın. Eğer hakkınızda hayırlı olan bu son ki­taba iman eder, bu son kitabın uyarılarına kulak vererek bu sözleri­nizden, bu iftiralarınızdan vazgeçerseniz bilesiniz ki bu sizin hakkı­nızda hayırlı olacaktır. Çünkü Allah tek İlâhtır. Yardımcıya, karıya ve oğula ihtiyacı olmayandır. Meryem gibi bir kulunu, bir yaratığını ken­disine yardımcı edinecek kadar, Îsâ (a.s) gibi bir kulunu kendisine oğul edinecek kadar Allah’ı güçsüz bilmekten, aciz tanımaktan vaz­geçin.
Evet bu âyetiyle Rabbimiz Îsâ Allah’ın oğludur, Üzeyr Allah’ın oğludur diyerek kendileri bir yanlışın içine düşerek kâfir olurlarken bir de üstelik tüm dünya insanlığını kendi yanlışlarına, kendi Cehennemlerine çağıran, yeryüzünde hak bir kitabın sahibi olan Müslü­manlara hayat hakkı tanımayan yahudi ve hıristiyanlık dünyasına sesleniyor Rabbimiz. Gelin ey zavallılar! Bu sapıklıklarınızdan vazge­çin. Gelin geceli gündüzlü tüm dünyada toplantılar yaparak insanları kendi sapıklığınıza, kendi cehenneminize çağırmaktan vazgeçin. Ge­lin Müslüman olun da hem kendinizi, hem de saptırdıklarınızı kurtarın. Geceli gündüzlü, hummalı çalışmalarınızla sapık anlayışlarınızla hem kendinizi hem de insanlığı cehenneme nasıl sürükleyeceğinizin hesa­bını yapacağınıza gelin Müslüman olun da kurtulun. Dünyanızı da âhiretinizi de berbat etmekten vazgeçin çağrısında bulunuyor Rabbimiz.
Sizler istediğiniz kadar Îsâ tanrıdır, Îsâ Allah’ın oğludur, melek­ler Allah’ın kızlarıdır diye sapıklıklarınıza devam edin. İstediğiniz ka­dar bu herzelerinizden vazgeçmeme konusunda dayanın, direnin. İs­tediğiniz kadar Allah’ın dediği hakkın ve hayrın dışında bâtıl inanışla­rınızı sürdürmeye devam edin. İstediğiniz kadar kulları ilâh yerine koymaya çalışın. Ama unutmayın ki:
172. “Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul ol­maktan asla çekinmezler. Kim O’na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, hepsini huzuruna toplaya­caktır.”
Mesih de, melekler de Allah’ın kuludurlar. Ne Mesih, ne de me­lekler asla Allah’a kulluktan istinkâf edip çekinmezler. Îsâ (a.s) da melekler de Rablerine kulluktan geri durmazlar. Bunlar kendileri Rablerine kul köle iken sizlere ne oluyor da onları İlâhlaştırmaya kal­kışıyorsunuz? Nereden alıyorsunuz bu cesareti? Onlar Allah’a kul­luktan asla çekinmezler. Çünkü kul olarak onlar için Rablerine, yaratı­cılarına kulluk şereflerin en büyüğüdür. Bu varlıklar eğer biz Rabbimize kulluk yaparsak bizim şerefimiz azalacak, onun için biz O’na kul olacağımıza O’nun yanı başında O’na ortak İlâhlar olalım, O’nun oğulları ve kızları olarak şerefimiz artsın mı diyecekler? Nasıl da kötü hükmediyorsunuz? Nasıl da sapık inanıyorsunuz? Yaratıcıya kulluk­tan daha büyük şeref olur mu? En büyük şeref Allah’a kulluk değil mi­dir? Kim Allah karşısında büyüklenir, müstekbir davranır ve Allah’a kulluktan çekinirse bilsinler ki nasıl olsa yarın hesap kitap dönemi Al­lah onların hepsini kul olarak huzuruna toplayacaktır. O zaman onlar Rablerine kulluk yapmamanın cezasını çok ağır ödeyeceklerdir. Bunu herkesten iyi bilen, Rablerini herkesten daha yakın tanıyan peygam­berler ve melekler nasıl terk edecekler Rablerine kulluğu? Hiç aklınız ermez mi sizin?
173. “İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini ödeyecek, onlara olan bol nîmetini daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar.”
Allah’a ve elçilerine ve de son elçiye iman eden, Allah’ın istediği gibi inanan ve bu imanını da söz planında, iddia planında bırak­mayarak amele dönüştüren, hayatını bu imanla düzenleyen, salih amel işleyen, mü’mine yaraşır ameller işleyen kimselere Rabbimiz üc­retlerini tastamam ödeyecektir. Ve üstelik de kat kat artıracağını be­yan buyuruyor Rabbimiz. Evet cennet ve nîmetler vaadediyor. Ama Rablerine kulluktan istinkaf edenlere, kibirlenen Allah’a kulluktan vaz­geçenlere, şeytanlara ve Allah’tan başkalarına kulluk yapanlara ge­lince, onları da elim bir azaba uğratacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nisa-174

Nisa-174

“Ey İnsanlar! Rabb'inizden size açık bir delil geldi, size apaçık bir nûr, Kur’an indirdik.”
Ey iman edenler! Rabbinizden siz açık bir delil, bir burhan geldi. Delil Kur’andır, delil peygamberdir, nûr Kur’andır. Rabbimiz delil göndererek, nûr göndererek kullarının yolunu açmıştır. Yol bellidir, yol Allah yoludur. Delil bellidir, delil kitap ve sünnettir. İşte bundan sonra:
175. “Allah kendisine inananları ve Kitabına sarılan­ları rahmetine ve bol nîmetine kavuşturacak, onları kendisine götüren doğru yola eriştirecektir.”
Kim Allah’a Allah’ın istediği gibi iman ederse, kim Allah’a Allah’ın kitabında ve Resûlünün sünnetinde örneklediği biçimde iman eder ve Allah’a sarılırsa, Allah’ın dinine, Allah’ın kitabına, Allah’ın yo­luna evet der ve tüm hayatını düzenlemek üzere sarılırsa, Allah’ı par­çalamadan, Allah’ın yetkilerinden bir kısmını kullarından birilerine vermeden, peygamberleri parçalamadan, peygamberlerin arasını ayırmadan, Allah’la peygamberlerin arasını ayırmadan, peygamberin hayatını parçalamadan, kitabı parçalamadan iman ederse Allah da onu bol bol nîmetlerine kavuşturacaktır. Onlar Allah’ın rahmeti ve faz­lıyla birlikte olacaklardır.
Ve Allah onları dosdoğru yoluna, hak yola, İslâm yoluna hidayet edecektir. Onları razı olduğu bir hayatın içinde tutacaktır. Onlara hem dünyalarını güzelleştirecek, hem de âhiretlerini güzelleştirecek bilgilerini ulaştıracaktır.

Son âyette de Rabbimiz sûrenin ilk inen âyetlerinde gündeme getirilen bir konuyu gündeme getiriyor.
176. “Ey Muhammed! Senden fetva isterler, de ki: “Allah size ikinci dereceden mirasçılar hakkında fetva ve­riyor: Şâyet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse ölürse, bıraktığının yarısı kız kardeşe kalır. Fakat kız kar­deşinin çocuğu yoksa kendisi, ona tamamen varis olur. Eğer iki kız kardeş kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onla­radır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki dişinin hissesi kadar vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor. “Allah her şeyi bilir.”
Peygamberim, senden fetva istiyorlar. Allah size ikinci derece­den mirasçı olan kelale hakkında fetva veriyor. Bir adam öldü. Ölen bu kişinin oğlu ve kızı olmayıp kız kardeşi varsa. İşte bu kelaledir. Çocuğu ve babası yok. Onun mirasının yarısı kız kardeşine verilecek. O kız kardeşinin çocuğu yoksa erkek kardeşi ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki kişiyse terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer ölen kimsenin varisleri erkek ve kız kardeşlerse o zaman kendi aralarında oğul ve kızın paylaştıkları gibi ikili birli paylaşırlar. İşte sapmayasınız, yanlışa düşmeyesiniz diye yasayı size böy­lece açıklıyor. Unutmayın ki Allah’ın yasasını çiğneyenler, Allah’ın koyduğu sınırlara riâyet etmeyenler cehenneme gidecektir. Önceki âyetlerde bunu demeye çalışmıştık.

Evet arkadaşlar, Nisâ sûresinin başından sonuna öğrendik ki Allah her şeyi en iyi bilendir. Allah en iyi bilendir. Toplumu en iyi bilen, aileyi en iyi bilen, evliliği, boşanmayı en iyi bilen, toplumsal problem­leri en iyi bilen, ailevi problemleri en iyi bilen, mirası en iyi bilen, sa­vaşı en iyi bilen, geçmişleri en iyi bilen, sapanları, sapıtanları, hidâ­yette olanları en iyi bilen Allah’tır. Madem ki her şeyi en iyi bilen, tam bilen Allah’tır, öyleyse bizler de Allah bilgisine sahip olmak, Allah bil­gisine sarılmak ve hayatımızın sonuna kadar o bilgilerle hayatımızı düzenlemek zorundayız. Bundan başka seçeneğimiz yoktur. Hedefi­miz vahiyle ve onun pratik örneği olan peygamberle beraber olmaktır.
Eğer bunu becerebilirsek hem dünyada mutlu bir hayat yaşa­yacağız, hem de âhirette Rabbimizin vaâdettiği en büyük mükafatlara ulaşma imkânı bulacağız. Dünyamız da güzel olacak, ahiretimiz de. Bir sûreyi daha birlikte tanıma imkânı bulduk. Bundan sonra Rabbimizin öteki sûreleriyle birlikte olma dileğiyle Allah yardımcımız olsun velhamdü lillahi Rabbil Âlemin.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
175. “Allah kendisine inananları ve Kitabına sarılan­ları rahmetine ve bol nîmetine kavuşturacak, onları kendisine götüren doğru yola eriştirecektir.”

Kim Allah’a Allah’ın istediği gibi iman ederse, kim Allah’a Allah’ın kitabında ve Resûlünün sünnetinde örneklediği biçimde iman eder ve Allah’a sarılırsa, Allah’ın dinine, Allah’ın kitabına, Allah’ın yo­luna evet der ve tüm hayatını düzenlemek üzere sarılırsa, Allah’ı par­çalamadan, Allah’ın yetkilerinden bir kısmını kullarından birilerine vermeden, peygamberleri parçalamadan, peygamberlerin arasını ayırmadan, Allah’la peygamberlerin arasını ayırmadan, peygamberin hayatını parçalamadan, kitabı parçalamadan iman ederse Allah da onu bol bol nîmetlerine kavuşturacaktır. Onlar Allah’ın rahmeti ve faz­lıyla birlikte olacaklardır.

Ve Allah onları dosdoğru yoluna, hak yola, İslâm yoluna hidayet edecektir. Onları razı olduğu bir hayatın içinde tutacaktır. Onlara hem dünyalarını güzelleştirecek, hem de âhiretlerini güzelleştirecek bilgilerini ulaştıracaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nâs sûresi

Nâs sûresi

Mushaf’taki sıralamaya göre kitabımızın 114., Nüzûl sıralamasına göre 21., Mufassal sûreler kısmının on beşinci grubunun on ikinci ve sonuncu sûresi olan Nâs sûresi Mekke’de nâzil olmuş olup âyetlerinin sayısı 6’dır.

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”
Hamd yalnız ve yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Allah’ın Rasûlü’ne, O’nun pâk aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen her şeyi işitensin, her şeyi bilensin.

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.”

1. “De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. 2. İnsanların Melikine. 3. İnsanların İlâhına. 4. Sinsice kalplere vesvese ve kuşku verip duran vesvâs’ı hannâs’ın (vesvesecinin) şerrinden. 5. Ki o insanların göğüslerine vesvese verir. 6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardandır o.”

Allah’ın Resûlü:
“Yaratıkların şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım”
buyurmaktadır.
Evet Allah’ın kelimelerine sığınıyor Rasûlullah zira onlar mahluk değildir ve Allah’ın kelimelerine, ya da o kelimeler, o âyetler vasıtasıyla Allah’a sığınmak caizdir.
Kur'an-ı Kerim'in yüz on dördüncü sûresi. Altı ayet, on altı kelime ve yetmiş dokuz harften ibarettir. Fasılâsı sin harfidir. Medenî sûrelerden olup, Felak sûresinden sonra nazil olmuştur. Mekkî olduğu da söylenmektedir. Muavvizeteyn sûreleri de denen bu iki surenin Mekkî mi yoksa Medenî mi oldukları tartışmalıdır. Felak sûresi ile aynı konuyu işleyen sûre, bilinen ve bilinmeyen bir takım zararlı şeylerin şerrinden Allahu Teâlâ'ya sığınmayı emretmektedir. Sûre, Mekkeli müşriklerin, İslam'ın mesajını boğup, yok etmek için, bütün güçleriyle Resulullah (s.a.s)'in başına üşüştükleri bir zamanda nâzil oldu. Müşrikler onu susturmak için kullandıkları zorbaca yöntemler yanında, sihir yoluna da başvurmaktan geri kalmıyorlardı. Allah Teâlâ, Resûlunü ve kendine inanan bütün insanları, bu tip kötü insanların ve onların yardımcı ve yol göstericileri olan şeytanların vereceği zararlardan korumak için bu iki sûreyi gönderdi.
Felak sûresinde, büyü ve hasetten doğabilecek kötülüklerden dolayı bir sığınmadan bahsedilmektedir. Bu sûrede ise, insanın kalbine vesvese verenlerin şerrinden korunmak için bir sığınma söz konusudur. Sûrenin ilk üç ayeti, kendisine sığınılması emredilen Allah Teâlâ'nın Rablik, Hükümdarlık ve İlâhlık sıfatlarını zikretmektedir. Bu, sığınılan Allah Teâlâ'nın dilediğini her türlü kötülükten koruyabileceğini ve izni olmadan kimsenin kimseye bir zarar vermesinin mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Vesvesecinin şerrinden bu sıfatlara sığınıldığı gibi, diğer bütün kötülüklerden korunmak için yine bu sıfatlara iltica edilir:" De ki: Sığınırım bütün insanların Rabbine bütün insanların hükümdarına, bütün insanların ilâhına" (1-3).
Peşinden, sığınılması gereken şer zikredilir: "İnsanlara kötü şeyler (vesvese) fısıldayan o sinci vesvesecinin şerrinden. O ki tekrar tekrar döner ve insanların göğüslerine (kötü şeyler) fısıldar" (4-5). İnsanları saptırmak, başlarına kötü şeyler getirmek isteyenler, görünmez varlıklar olan cinlerden olabildikleri gibi, insanların arasında dolaşan hemcinslerinden de olabilirler:" Bu vesveseci gerek cinden, gerek insandandır" (6).
Bu şerden Allah'a sığınmanın anlamı, şerrin kalbe yerleşmemesi için Allah'a dua etmek ve sığınma isteminde bulunmaktır. İkinci anlamı: Allah yolunda çalışanların aleyhinde halkın kalbine vesvese verene karşı daima Allah'a sığınmaktır. Hak davetçilerinin, Allah'a daveti bırakarak, her bireyin davetçiler hakkındaki yanlış düşüncelerini düzeltemeyeceği ve ithamlara cevap veremeyeceği ve bunlar için vakit ayıramayacağı bilindiğine göre, tek çare bütün bunlardan Allah'a sığınmaktır. Ayrıca muhaliflerin seviyesine inilerek, kendini savunmak için onlara cevap verilmesi de uygun değildir. Onun için Allah, hak davetçilerine yol gösterir ve şöyle buyurur: "Şerre karşı Allah'a sığınarak hiç bir şeye aldırmadan davete devam edin".
Burada vesvesecinin, şer fiilinin başlangıcı olduğu sonucu diş çıkmaktadır. Vesvese, gâfil ve zihni boşalan bir insan üzerinde önce etkili olur ve kalbinde kötülüğe istek meydana getirir. Bu kötü niyet daha sonra irade haline gelir ve vesvesenin de etkisiyle irade pekişir. Son adımda ise, şer amel ortaya çıkar. Vesvese verenin şerrinden Allah'a sığınmanın anlamı, Allah'ın henüz başlangıcında şerri yok etmesini istemektir.
Bu kısa mukaddimeden sonra sûrenin âyetlerini tek tek tanımaya başlayabiliriz inşallah. Bu sûrede de öncekinde olduğu gibi istiâze emrini görüyoruz. İstiâzenin ne olduğunu demeye çalışmıştık. Sığınan kuldur, sığınan zayıftır, sığınan güçsüzdür, Müsteaz da yani kendisine sığınılan da yalnız Allah'tır. Başkasına sığınma büyük günahtır. Lâkin burada dikkat ediyorsanız Allah’ın kelimeleri vasıtasıyla Allah sığınmamız emredilmektedir. Rasûlullah efendimizin bir duasından da öğreniyoruz ki Allah’ın Resûlü:
“Yaratıkların şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım”
buyurmaktadır.
Evet Allah’ın kelimelerine sığınıyor Rasûlullah zira onlar mahluk değildir ve Allah’ın kelimelerine, ya da o kelimeler, o âyetler vasıtasıyla Allah’a sığınmak caizdir.
Rabbin nas'a, insanların Rabbine sığınırım de. Rabb; yeryüzünde yarattığı her canlıyı yaratan ve yarattıklarının hayat programını çizen, her varlığın kulluk programını belirleyen demektir. Rabb, kişiye yaptığını yaptıran, yapmayıp terk ettiğini terk ettiren demektir. Rabb, terbiye eden, düzenleyen, besleyen, büyüyen, sahip olan demektir.
Rabb, kişinin hayat programını belirleyen varlık demektir. İnsanın hayat programını belirleyen kimse onun Rabbidir. İnsan kimin arzularını gerçekleştiriyorsa, kimin dediği gibi yaşamaya çalışıyorsa onun Rabbi odur. Rabb, insanın hayatına hakim olan, hayatında etkili olan, yaptıklarını yaptıran, yapmadıklarını da yaptırmayan güçtür. Şöyle giyiniyor veya böyle giyinmemeye çalışıyoruz. Kim dedi bunu? Kimi razı etmek için böyle yapıyoruz?
Yani öyle, ya da böyle giyinirken bunun yaptırıcısı kimse, o konuda Rabbimiz odur. Moda mı? Toplum mu? Çevre mi? Âdetler mi? Töreler mi? Müdür mü? Âmir mi? Yönetmelikler mi? Yasalar mı? Yoksa Allah mı? Kim dedi böyle giyinin diye? Kimdir bize bunu yaptıran? Kimse işte, kişinin Rabbi odur.
Birine küsüyoruz yaptırıcısı kim? Allah mı? Yoksa para mı? Menfaat mı? Birini seviyoruz. Kim dedi diye? Birileriyle beraber olmaya çalışıyoruz. Kimi memnun etmek için? Filan mektepte okuyoruz. Kim dedi bunu? Evimizi şöyle şöyle tefriş ediyoruz. Kim dedi diye? Şu şu meslekleri seçiyoruz kim dedi?
Evet yaptıklarımızın yaptırıcısı kimse bizim Rabbimiz odur. Öyleyse geçen ay neler yaptınız ve kim yaptırdı bunları size? Veya dün neler yaptınız? Bugün neler yaptınız ve kim yaptırdı? Bunları düşünmek zorundayız.
İşte mü’minler bunu düşünen ve yaptıklarını Allah dedi diye yapan, Allah kitabında böyle istiyor diye yapan, Allah şu anda beni görüyor diye yapan ve yaptıklarının tümünü Allah'a lâyık olarak yapan kimselerdir.
Çünkü Allah bizim Rabbimizdir. Bizi yaratan, bizi büyütüp besleyen, bizi koruyup doyuran, bizim için yeryüzünde yasa belirleyen Rabbimiz Allah'tır. O’nun tarafından getirildiğimiz şu dünya hayatında neler yapacağımızı, neler yapmayacağımızı, O’na ait olan bu hayatımızı nasıl yaşayacağımızı belirleyen Allah'tır. Bizim günlük hayat programımızı tespit eden Allah'tır. Bizim boynumuzdaki kulluk iplerinin ucu elinde olan ve çektiği yere gitmemiz gereken Rabbimiz O’dur. Gece hayatımızın nasıl olacağını, gündüz hayatımızın nasıl olacağını, aile hayatımızın nasıl olacağını, sabah kaçta kalkacağımızı, soframızda nelerin bulunacağını, nelerin asla bulunmayacağını, neleri yiyip neleri yemeyeceğimizi, nerelerden kazanıp nerelerde harcayacağımızı, çocuklarımızı nasıl eğiteceğimizi, hanımlarımızla nasıl bir münasebet kuracağımızı, onları nasıl giydireceğimizi, kılık kıyafetimizin nasıl olacağını belirleyen Rabbimiz Allah’tır.
İşte Rabbimiz sûrenin birinci âyetinde kendisinin insanların yegane Rabbi olduğunu anlatarak kendisine sığınmamızı, kendisinin koruması altına girmemizi, kendisiyle yol bulmamızı ve tüm hayat programımızı kendisinden almamızı, kendisi için bir hayat yaşamamızı emrediyor.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nas-2

Nas-2

“İnsanların Melikine”
İnsanların Melikine Mâlikine sığınırım de. Evet Allah Meliktir, insanların Meliki ve Mâlikidir Rabbimiz. İnsanı yoktan var eden Allahtır. İnsanın sahibi ve Mâliki Allah’tır. Mülkü üzerinde tasarruf hakkı da sadece Allah’a aittir. Mülkü üzerinde söz söyleme hakkı Allah’a aittir. Zaten mülkün sahibi Allah’tır demek, o mülk üzerinde söz sahibi Allah’tır demektir.
Allah Melik ve Mâlik, bizler de O’nun mülkü olduğumuza göre mülkün Mâlik üzerinde hiçbir söz, itiraz hakkı olamaz. Çünkü O bizi yaratmasaydı şu anda olmayacaktık. Olmayan bir varlığın da elbette itiraz hakkı da olamaz. Bizler de O’nunuz, dünyamız da O’nundur, sahip olduğumuz her şey de O’nundur.
Melekler, cinler, insanlar hepsi O’nun kullarıdır. Hiçbir varlık onun ulûhiyetine ve rubûbiyetine ortaklık iddia edemez. Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka melikler, söz sahipleri varsa o zaman onların sınırlarına girdiğimiz zaman onlara kulluk yapalım. Değil mi? Farz edin ki bir yere girdik. Soralım, burası kimin diye? Veya gökyüzüne çıktığımız zaman burası kimin diyelim, varsa Allah’tan başka bir sahip ona kulluk yapalım. Yahut zamana beş dakikalığına söz geçirebilen birisi varsa ona da kulluk edelim. Meselâ güneşe beş dakikalığına sahip olabilen birisi varsa, o beş dakikalığına biz de ona kulluk edelim. Diyelim ki ey bu beş dakikayı bize veren tanrılar tanrısı! Kulluk sizin hakkınızdır! Ubûdiyet sizin hakkınızdır? diyelim. Var mı böyle yeryüzünde birileri? Yoksa, o zaman hiçbir kimseyi rubûbiyet makamına geçirmeye hakkımız yoktur.
Şu soruyu soralım kendi kendimize. Bu mülkün sahibi kimdir? Göklerdeki ecramı semaviye, melekler, ay, güneş, yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve bilmediğimiz daha nice varlıklar kimindir? Yerdekiler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar, ağaçlar, evler villalar, köşkler, paralar, mallar, mülkler, altınlar, gümüşler kimindir?
Tabi bu soruyu önce kendimize soracağız, sonra da karşımızdakilere soracağız. Soracağız ama beklemeyeceğiz karşımızdakinin cevabını. Çünkü karşımızdaki yanılabilir yanlış anlayabilir. Onun cevabını beklemeden biz kendimiz diyeceğiz ki Allah’ındır. Her şey Allah’ındır. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Madem bütün kâinat Allah’ın, o zaman siz kiminsiniz? Bütün kâinat O’nun mülküyse siz kimin mülküsünüz? Ya da tüm kâinat O’nun emrine boyun bükmüşken, tüm varlıklar O’na teslim olmuşken siz kime teslim oluyorsunuz? Bütün varlıklar Allah’a kulluk ederken siz kime kulluk ediyorsunuz? Yegâne hakim olarak Allah’ı mı tanıyorsunuz? Yoksa göklerde Allah’ın hâkimiyetini kabul edip de yerde kabul etmeyen müşriklerden misiniz?

Mekke müşrikleri böyleydi. Onlar göklerin hâkimiyetini Allah’a veriyorlardı ama O’nu yeryüzüne karıştırmamaya çalışıyorlardı. Onlar yerde Allah’ın yardımcıları olduğuna inanıyorlardı. Onlar yeryüzünde Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin tasarruf hakkının olmadığını bir türlü kabule yanaşmıyorlardı. Hayatlarının bazı bölümlerine Allah’ı karıştırmayıp, bazı bölümlerinde onu hakim, mâlik kabul ediyorlardı. Onun için bunlara müşrik denmiştir. Peki ya günümüzde her türlü hâkimiyet haklarını Allah’tan alıp kendi ellerinde toplamaya çalışanlara ne demek lâzım? Yani bunların adı nedir? Varın onu siz düşünün.
Yaratıldıkları günden beri gökler, göktekiler ve yerdekiler Rablerinin emrine teslimken, Rablerinin emrine boyun bükmüşken ey insanlar siz kime teslimsiniz? Siz kimi sahip ve mâlik biliyorsunuz? Sizin sahibiniz kim? Siz kimin arzularına boyun büküyorsunuz? Siz hayat programınızı kimden alıyorsunuz? Siz kime kulluk ediyorsunuz?
İnsanların Melikine, Mâlikine, insanların sahibine, insanların sevk ve idare edicisine, insanlar adına emreden, nehy eden, kanunlar koyan, organize eden, insanlara egemen olan, insanlara hükmetme makamında olan insanların hükümdarına sığınırım de.
 

Hasıl ı Kelam

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2008
Mesajlar
2,034
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Nisa-139“Onlar, inananları bırakıp da kâfirleri dost edinirler; onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Doğrusu kudret bütün olarak Allah'ındır.”

Müslümanların köylerini, kentlerini kan gölüne çevirme konusunda kâfirlerle işbirliği yapan, kâfirlerin yanında yer alan insanlar.
Kâfirlerle el ele vererek, kafa kafaya vererek Müslümanların kalplerine, kafalarına küfrü ve şirki empoze etme konusunda kâfirden daha kâfir davranan insanlardır onlar.

Ağızları Müslümanlardan yana ama kafaları, kalpleri ve fiilleri hep küfürden, kâfirlerden yana olan insanlar. Bunlar Müslümanların arasında kâfirlerin sözcüsü ve temsilcisidirler. Çıkarları söz konusu olduğu zaman Müslümanlıktan, dinden, imandan dem vururlar. Böylece Müslümanları aldatmak isterler. Bu yüzden onlara hem dünyada hem de âhirette çok büyük bir azap vardır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nas-3

Nas-3

“İnsanların İlâhına”
İnsanların İlâhıdır Allah. İlâh, kendisine kulluk edilen varlık demektir. İlâh, kişinin boynundaki ipin ucu elinde olan varlık demektir. İlâh, kişinin hatırını kazanmak için çırpındığı, arzularını gerçekleştirmek için can attığı, itirazsız ve gönül rahatlığıyla isteklerini yerine getirdiği varlık demektir. İlâh, kişinin uğrunda feday-ı can ve feday-ı malda bulunduğu varlık demektir. İlâh, kişinin uğrunda seve seve malını ve canını feda ettiği varlık demektir. İlâh, kişinin hayat programını kendisi için hayat programı kabul ettiği varlık demektir. Kişinin boynundaki doğuştan getirdiği kulluk ipin ucunu eline verdiği varlık, kişinin İlâhıdır.
Tüm peygamberler insanlığı “La İlâhe illallah” temel esasına çağırmışlardır. Allah’tan başka sözü dinlenecek, hatırı kazanılacak hayata hakim olan İlâh yoktur. Allah’tan başka kendisine kulluk yapılacak, hayat programı program kabul edecek varlık yoktur esasına çağırmışlardır. Zaten tarih boyunca en büyük problem işte burada çıkmıştır. Tarih boyunca en büyük problem sadece Allah’a kulluk etmek, sadece Allah’ı dinlemek ve hayata hakim olarak sadece Allah’ı kabul etmek konusunda çıkmıştır. Değilse Allah’a da ibadet konusunda hiç problem çıkmamıştır.
Yani İlâhlardan bir İlâh olarak Allah’a da kulluğu herkes kabul etmiştir. Öteki İlâhlar yanında Allah’a da kulluğa kimse ses çıkarmamıştır. Yani göklerin ve yerin, göklerdekiler ve yerdekilerin yaratıcısı olarak, dağların ve denizlerin yaratıcısı olarak, rızık verici, öldüren, yaratan, yaşatan bir İlâh olarak her kez onu kabul etmiştir. Ama inandığınız bu Allah kendisinden başka İlâh olmayandır, bu Allah hayata karışan ve kendisinden başka hayata karışıcı olmayandır. Ama bu Allah insanların kulluk programlarını belirleyendir ve kendisinden başka kanun koyucu olmayandır. Ama bu Allah boyunlarınızdaki kulluk ipinin ucu elinde olan ve sadece kendisinin çektiği yere gidilmesi gerekendir. Yani bu Allah kendisinden başka Rabb, Melik, İlâh olmayandır dendiği zaman işte kavga burada başlamıştır. Göklerin ve yerin yaratıcısı, rızık vericisi olarak kabul ettikleri bu Allah’ı insanlar hayatlarına karışıcı olarak reddetmeye çalışmışlardır. İlâh olarak Allah’ı kabul edelim ama tek İlâh olarak asla kabul etmeyiz diyorlar. İlâhlardan birisi olarak onu da dinleyelim, İlâhlardan birisi olarak ona da kulluk yapalım ama tek İlâh olarak sadece ona kulluğa hayır diyorlar. Çünkü bizim hayatımıza karışacak başka İlâhlarımız da var. Hayatımızda sözünü dinleyeceğimiz başka Rablerimiz de var.
Bizim Allah’tan başka hukuk, eğitim, şifa tanrılarımız, siyaset tanrılarımız da var. Tamam bu tanrılardan birisi olarak Allah’ı da dinleyelim ama öteki tanrılarımızı da dinlemek zorundayız diyorlar. Aslında bu iddiaların altında Allah’tan, Allah’a kulluktan kurtulup kendi keyiflerince bildikleri gibi bir hayat yaşama arzuları yatmaktadır.
Bunlar Allah’a kulluktan kurtulup kendi kendilerine, kendi hevâ ve heveslerine tapınmak istiyorlar. Keyiflerinin istediği gibi sorumsuz ve sınırsızca bir hayat yaşamak istiyorlar. Çünkü bakıyoruz bu adamlar Allah’tan başka kendilerinin İlâhları olduklarını iddia ettikleri kimseleri de kendileri seçiyorlar. Seçtiklerini istedikleri gibi yönlendirebileceklerini bildikleri için seçiyorlar. Seçtiklerine bizi şöyle şöyle idare ederseniz sizi seçeriz değilse sizi seçmeyiz diyebildikleri için seçiyorlar. Bizden şunları şunları istemeyeceksiniz! Bizi şu şu sorumluluklar altına almayacaksınız! Bizden namaz, zekât, tesettür gibi ağır sorumluluklar istemeyeceksiniz! İçki, kumar, fâiz, zina gibi bizim alışık olduğumuz şeyleri bizim için yasaklamayacaksınız! Bize lüks ve müreffeh bir hayat sağlayacaksınız!
Yani biz ne istersek nasıl bir hayata razıysak onu sağlayacaksınız! Eğer bizim istediğimiz kanunları çıkarır, bizim istediğimiz hayatı hazırlarsanız, Rabb olarak, İlâh olarak biz de sizleri seçeriz diyebildikleri için onları seçebiliyorlar. Tamam göklerde İlâh olan O’dur ama O Allah yeryüzüne karışmaz, diyorlar. Allah bizim hayatımıza karışmaz, diyorlar.
Halbuki göklerde İlâh olan da O’dur, yerde İlâh olan da O’dur. Göklerde sözü geçen de O’dur, yerde de. Göklerde egemen olan da O’dur yerde de. Göklerdekiler de O’na teslim, yerdekiler de. Göklerdekiler de O’nu dinler, yerdekiler de. Göklerde de, yerde de tapınılacak, ibadet edilecek, sözü dinlenecek, çektiği yere gidilecek, yasaları uygulanacak tek İlâh O’dur.
Nasıl da bozuk düşünüyorsunuz böyle? Nasıl da yanlış inanıyorsunuz? Nasıl da iftira ediyorsunuz Allah’a? Yani göklerin hâkimiyeti Allah’a ait de, yerdekilerin hâkimiyeti başkalarına mı ait? Göklere egemen olan Allah da, yerdekilere egemen başkaları mı var diyorsunuz? Tamam gökler O’nun olsun, yıldızlar, güneşler O’nun olsun, göklerde O’nun sözü geçsin, göklerde egemen O olsun, göklerde O’nun sözü dinlensin ama yeryüzüne karışmasın bu Allah. Bizim hayatımıza karışmasın bu Allah mı demeye çalışıyorsunuz? Yeryüzüne egemen başka İlâhların, başka Rablerin varlığından mı söz ediyorsunuz? Göklerin Rabbi ayrı, yerdekilerin Rabbi ayrı mı demeye çalışıyorsunuz?
Ya da yaratan ayrı ama yaratıkları idare eden ayrı mı demeye getiriyorsunuz? Bu ne kötü bir düşünüş! Bu ne çirkin bir iftira! Yaratan ayrı, idare eden ayrı olur mu? Yaratan yarattıklarını idare edemez mi? Yaratan, yarattıklarının hayat programını bilmez mi? Yaratan, yarattıklarını başıboş bırakır mı? Ya da yaratmayan İlâh olabilir mi? Kendisini bile yaratmaktan aciz varlıklar Rabb olur mu? Hiç aklınız yok mu sizin? diyor Rabbimiz.
Allah kendisinden başka İlâh olmayandır ve işte biz göklerde ve yerde tek İlâh olan Allah’a sığınıyoruz. Dikkat ediyorsanız sûrede Rabbimizin üç sıfatı peş peşe sıralanarak bu sıfatların sahibi olan Allah’a sığınmamız emrediliyor. Buradan şunları anlıyoruz:
1. Rabbimiz bu sıfatının üçünde de kendisini kullarına izafe etmiş. “Rabbin nas” (insanların Rabbi), “Melikin nas” (İnsanların Meliki), “İlâhi’n nas” (İnsanların İlâhı) buyurarak kendisini kullarına izafe etmiştir ki, bu insanlar için en büyük bir şereftir. Rabbimiz bu sıfatlarıyla tavsif buyurduğu zatını kullarına izafe ederek kullarına en büyük bir şeref kazandırmıştır.
2. Bir de aslında Rabbimiz tüm varlıkların, tüm kullarının Rabbi, Meliki ve İlâhı iken sadece insanların zikrinden şunu anlıyoruz. Bu varlıklar içinde Rabbimizin bu sıfatları konusunda irade sahibi olmaları hasebiyle sadece insanlar istismarda bulunabilecekleri için Rabbimiz bu üç sıfatına dikkat çekmiştir diyoruz. Zira Cenab-ı Hakk’ın öteki sıfatlarını istismar eden hemen hemen hiç çıkmamıştır. Yaratıcı, Kâdir oluşunu, rızık verici oluşunu hiç kimse reddetmezken, O’nun Rabb oluşunu, insan hayatına karışıcı oluşunu, hayat programı belirleyici, kanun koyucu oluşunu, Melik, mülkün sahibi, mülkü konusunda tasarruf yetkisine sahip oluşunu ve sadece kendisine kulluk yapılıp, sadece kendisi dinlenilecek, çektiği yere gidilecek tek İlâh oluşunu reddedenler hep olagelmiştir.
Yani bugüne kadar ben Allah’ım diyenler, ben yaratıcıyım diyenler, benim her şeye gücüm yeter diyenler hiç olmamış, ama ben Rabbim, ben kanun koyma yetkisine sahibim, egemenlik bendedir, ben mülkün sahibiyim, bu ülke benimdir, ben İlâhım, benim sözlerim dinlenmeli diyenler çok olmuştur. Her halde insanların istismarlarına müsait olduğu için Rabbimiz peş peşe bu üç sıfatını zikrederek özellikle bu sıfatların yegane sahibi olarak kendisine sığınmamızı istiyor bu sûresinde.
Rabb, Melik ve İlâh O’dur. O’ndan başka Rabb, O’ndan başka Melik, O’ndan başka İlâh yoktur. Rabb makamında, Melik, ulûhiyet makamında hayatınızın kanunlarını düzenleme konusunda Rabbiniz O’dur. Ve bu Rabbiniz olan Allah kendisinden başka İlâh olmayandır. O her şeyin yaratıcısıdır. Varlığımızın sebebi O’dur. Hayatın kaynağı O’dur. Göklerin, yerin, gecenin, gündüzün, meyvelerin, sebzelerin sa-hibi O’dur. Malımızı, evimizi, ailemizi, çocuklarımızı, makamımızı, paramızı, pulumuzu, aklımızı, zekamızı, bilgimizi, havamızı, suyumuzu her şeyimizi yaratan O’dur. Allah yaratıcıdır, o halde O’na kulluk edin. Madem ki her şeyinizi yaratan O’dur, madem ki her şeyinizi veren O’-dur, o halde sadece O’nu dinleyin.
Allah her şeyin yaratıcısıdır ve kendisinden başka İlâh, Rabb, otorite, egemen, yetkili olmayandır. Çünkü İlâh olanın, Rabb olanın yaratıcı olması gerekir. Ondan başka yaratıcı da olmadığına göre Rabb sadece O’dur. Öyleyse sadece ona kulluk edin, sadece O’nu dinleyin. Sadece O’nun emirlerini dinleyin ve sadece O’nu razı etmeye çalışın. Rabb olarak, İlâh olarak O’na inandığınızı ortaya koymak üzere hayatınızı O’nun adına yaşayın. Yirmi dört saatinizi O’nun belirlediği yasalar istikâmetinde yaşayın
Allah’tan başka toplum, moda, baba, ana, amir, müdür, âdetler, yönetmelikler gibi putları Allah makamına oturtup onların istedikleri bir hayatı yaşayıp Allah’a şirk koşmaya kalkışmayın. Yaşadığınız bu hayatın sonunda O’nun huzuruna gideceğinizi ve hayatınızın hesabını sonunda O’na ödeyeceğinizi asla unutmayın.
Eğer böyle Rabb, İlâh olarak Allah’a iman eder, Allah’ı böyle güçlü kuvvetli bilir ve sadece O’nu hesaba katar, O’nun istediği hayatı yaşarsanız, O’nun dışında her şeyin hatırını ayaklarınızın altına alabilirseniz o zaman bilesiniz ki O Allah sizin her şeyinize vekildir. Bilesiniz ki sizin arkanızda Allah vardır. Sizin önünüzde Allah vardır. Dayanacağınız güveneceğiniz Allah’tır. Sizi herkese karşı ve her şeye karşı koruyacak olan Allah’tır. Böyle bir Allah’a sığındığınız takdirde göklerde ve yerde sizi yenecek, size zarar verebilecek hiçbir varlık yoktur. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi de O’nun kuludur. Hepsinin üzerinde egemen olan O’dur. Hepsinin boyunlarındaki iplerin ucu elinde olan hepsine söz geçiren O’dur. Böyle bir Allah’a sığındığınız, dayanıp güvendiğiniz takdirde size yol gösterecek olan O’dur. Sizin tüm problemlerinizi çözümleyecek ve sizi her sahada sahili selamete çıkaracak olan O’dur. Tarih boyunca dostlarını tüm düşmanlarına karşı nasıl korumuş ve galip getirmişse, sizi de koruyacaktır. Bu konuda en küçük bir şüpheniz olmasın.
Öyleyse ey Allah’ın kulları gelin sadece O’na sığının! Sadece O’nun koruması altına girin! Sadece O’na ve O’nun hayat programına yönelin! Sadece Allah’ı dinleyin! Yalnızca Allah’a kulluk yapın! Sadece Allah’ın hayat programını uygulayın! Eğitiminizi Allah’ın istediği biçimde düzenleyin! Hukukunuzu Allah’ın istediği biçimde ayarlayın! Ticaretinizi Allah yasalarına göre belirleyin, evinizi, eşyanızı, kazanmanızı, harcamanızı, hayata bakışınızı, insanlarla olan ilişkilerinizi, gecenizi, gündüzünüzü Allah’ın istediği biçimde ayarlayın! Çünkü sizin için Allah’tan başka sözünü dinleyeceğiniz İlâhınız yoktur. Allah’tan başka hayat programı kabul edilmeye lâyık Rabb ve İlâh yoktur.
Buraya kadar Rabbimiz kime sığınacağımızı anlattı. Bundan sonrada bakın kimden sığınacağımızı, kime karşı kendisine sığınma-mız gerektiğini anlatacak. Acaba bu Rabb, Melik ve İlâh olan Allah’a kimden sığınacağız? Kime karşı korunma dileceğiz?
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nas-4

Nas-4

“Sinsice kalplere vesvese ve kuşku verip duran vesvâs’ı hannâs’ın (vesvesecinin) şerrinden”

Rabbimiz kendisine sığınmamız gereken en büyük tehlikeyi, en büyük düşmanı bize haber veriyor. İnsanlığın baş düşmanı Vesvâs ve Hannâs olan şeytanın şerrinden insanların Rabbi, Meliki ve İlâhı olan Allah’a sığınırız.
Vesvâs, çok vesveseci, sürekli vesvese veren, tekrar tekrar vesvese veren anlamına şeytanın bir ismidir. Zira onun mesleği ve bütün işi vesvese ve iğvâdır
Hannâs da onun isimlerinden birisidir. Hannâs kancık, kaypak, dönek anlamlarına geldiği gibi bir de Tekvir sûresinde bu kelime yıldızlar için de kullanılmaktadır.
“Gündüz sinip geceleri gözüken gezegenlere andolsun;”
(Tekvir 15,16)
Gündüz saklanıp gece göründükleri için ya da buluta gömülüp görünmez olduktan sonra tekrar göründükleri için yıldızlara da hunnes denmiştir.
İşte şeytan da sinip sinip ortaya çıktığı için, saklanıp saklanıp hücuma geçtiği için, bir gerileyip bir saldırıya geçtiği için, kaybolmuş gibi görünüp tekrar hücuma geçtiği için, geri çekilerek, büzülüp yok olarak, sinerek, saklanarak fırsatını bulunca saldırdığı için ona da hannâs denmiştir. Hannâs, geri dönen sonra saldıran mânâsına gelir. Tıpkı güneşi görünce kaybolup sonra yine yeniden ortaya çıkan yıldızlar gibi. Veya buluta girince kaybolup sonra tekrar açığa çıkan yıldızlar gibi.
Şeytan insanı kandırabilmek, saptırabilmek, onu kulluktan koparabilmek için tekrar tekrar gelir. Namazdan önce gelir kişinin namazına engel olmak ister, orada yenersiniz namazda bir daha gelerek namazınızı gafletle boşa çıkarmak ister. Kıyamda beceremezse, rükuda bir daha gelir. Rükuda atlatırsınız secdede bir daha gelir. Gitti zannedersiniz bir daha gelir. Sindirdik zannedersiniz, kovduk zannedersiniz tekrar gelir. Sürekli insanın gafil zamanını yakalamak ve onun işini bitirmek ister.
Veya şeytanın hannâs oluşunu bir de şöyle anlamaya çalışıyoruz. Farklı kılıklarda, farklı kimliklerde gelir insana. “Oğlum sakın ileri gitme! Sakın şunları şunları yaparak kendini tehlikeye atma! Bu soğukta derse gitme! Benim yanımda otur! Yoksa sana analık hakkımı helal etmem!” diyerek ananız kılığında gelir. Onu yenersiniz, öldürürsünüz, bu defa da baba olarak çıkar karşınıza üzerinizde baskılar kurarak sizin kulluğunuzu engellemeye çalışır.
“Yemeğini şöyle yemelisin! Sofranda şunları şunları bulundurmalısın! Şöyle giyinmelisin! Başörtünü şöyle bağlamalısın! Pantolonunun paçası, gömleğinin yakası şöyle olmalı! İki günde bir tıraş olmalısın! Nişanlınla mutlaka şöyle şöyle görüşmelisin! Eğer evine gelen misafir dindarsa dinden, imandan; fâizciyse fâizden, tüccarsa ticaretten bahsetmelisin! Her gün eve şu saatte geleceksin! Çoluk çocuğunun başında olacaksın! İleri gitmeyeceksin! Allah adına da olsa, din adına da, hizmet adına da olsa kendini tehlikeye atacak işlere girmeyeceksin!” Şeytan size böyle gelir, onu da aşarsınız.
Bu defa toplum olarak çıkar karşınıza: “Aman ha! Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı! Gömleğin yakası şöyle olmalı! Pencerenin perdesi böyle olmalı, tavandan tabana olmalı, içerden dışarıyı dikiz edebilecek biçimde olmalı! Mutfağın dizaynı, oturma odasının tefrişi şöyle olmalı! Şöyle kazanılmalı, böyle harcanmalı! Üç günlük ömre dokuz günlük rızık hazırlanmalı! Sekiz saat çalışılmalı! Şuralarda okunmalı! Şu şu bilgiler alınmalı! Şu şu okullar bitirilmeli! Şu şu noktalara gelinmeli! Topluma ters düşülmemeli! Toplumun eğilimi neyse ona sahip çıkılmalıdır! Yılda bir iki mevlüd okuttun mu artık senden iyisi yoktur vs. vs. diyerek şeytan karşınıza toplum olarak, toplum baskısı olarak çıkıp sizin kulluğunuzu bitirmek ister
Onu da aşınca ev ihtiyacı olarak çıkıyor karşınıza. Şekil değiştirip tekrar tekrar çıkıyor karşımıza. Tıpkı büyük şeytan olarak öldürdük zannederken vusta olarak karşımıza çıktığı, onu da öldürdük derken küçük şeytan olarak karşımıza çıktığı gibi. Saklanıp saklanıp hücuma geçen, sinip sinip tekrar saldıran, tam öldürdük dediğiniz anda birdenbire karşınıza dikilen ve fırsat kollayan, gafil bir anımızı bekleyip duran, bizi hak yoldan saptırmak için tüm izinleri kaldırmış olan o hannâstan o dönek ve sinsi vesvese kaynağının şerrinden de Allah’a sığınmak zorundayız.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
5. “Ki o insanların göğüslerine vesvese verir.”
Evet o sinsi şeytan insanın göğsüne vesvese verir.
Kulağa takılan küpenin kulakta hafif hareketinden doğan sese vesvese denir. Aslında küpenin kulağa yakınlığı sebebiyle çok hafif bile olsa çıkardığı sesin kulak tarafından duyulması algılanması gibi, şeytan da tıpkı küpenin kulağa yakınlığı gibi insana yakınlığından ötürü onun verdiğine de vesvese denmiştir. Şeytanın fis! hiş! gibi sesler çıkararak insanı haramlara, isyana çağırışına, kalbe ilka ettiği hayırsız duygulara vesvese denir.
Vesvese, Kur’an'ın başka âyetlerinden de anladığımıza göre insanın içinden ve dışından kaynaklanan dinde sapıklığa, şehvete dâ-vet, masiyeti irtikaba dâvetin adıdır.
Şeytan, kişinin boş bulduğu kalbine oturur, her türü günahları akla getirir, düşündürür, hayal ettirir. İnsanları Allah’a itaatten, Allah’ı dinlemekten çıkarıp onları isyan, küfür, şirk, ateistlik, dinsizlik, dindarlara düşmanlık, Allah’a peygambere savaş açmak gibi yollara sevk etmek ister. İnsanlara bunları temenni ettirir, aklına getirir, dürtükler, günahlara, isyanlara ve şehvete sürükler, bu tür şeyleri onlara güzel gösterir. Kişiyi Allah’a isyan olan hangi konu varsa onlara meylettirir, sonunu düşündürmez, kalbini içini bu duygularla öyle bir sarar ki, bundan sonra artık o kişinin ilmi kalmaz, iradesi ve düşüncesi kalmaz her şeyi altüst olur. Bu iş yapılır mı yapılmaz mı? Haram mı helâl mi? Caiz mi değil mi? Adam düşünemez artık.
Haramlara bir yorum getirerek insanlar nazarında onları basitleştirir. Bunu bugün yapmayan kaldı mı? Bugün bunu yapmayanı göster de onun alnını karışlayalım gibi düşüncelerle insanları günahlara teşvik eder. Ya da büyük günahları küçük gösterir. Veya eğer insanı büyük günahlara razı edememişse küçük günahlara meylettirir. Böylece küçüklerini işlettirerek büyüklerine zemin hazırlar. Veya işlettiği günahların akabinde bu günahları işledikten sonra senin artık ne dünyada, ne de ukbada Allah katında yerin kalmamıştır diyerek mü’-minin rahmet-i ilâhiyeden ümit kesmesini sağlayarak temelli onu kulluktan çıkarmak ister.
İnsanı önce kulluktan, Allah’a itaatten çıkarıp küfrün, inkârın, şirkin, isyanların, haramların, günahların içine çekmek ister. Eğer bu konuda muvaffak olamamış, insanı küfre ve şirke düşürememişse, yani her şeye rağmen kişi yine de şeytanın vartalarına düşmeyerek Allah’a kullukta ısrarlı davranmışsa, bu sefer de o kişinin dinini, girdiği yolunu bozar. Yani karşısındakinin yolunu ne yapar yapar İslâm’dan saptırır. Yani o kişinin girdiği yolu, girdiği İslam’ı eğri büğrü yapmaya çalışır.
İslam’ını bozar adamın. Din yaşıyorum diye bidatleri karşısına çıkarır onun, ya da din diye insanların sunduğu, aslını bir türlü öğrenemediği bir yığın felsefenin içine çeker onu. Yani Allah’ın kitabına, peygamberin Sünnetine değil de insanların kitaplarına, insanların sözlerine sevk eder onu. Ya da yerdeki iki ayaklı şeytanlarla el ele vererek resmî bir din çıkarır onun karşısına. Hayata karışmayan, kılık-kıyafete karışmayan, kazanmasına harcamasına karışmayan, hukukuna, eğitimine karışmayan sadece vicdanlara hapsedilmiş resmî bir din çıkarır kişinin karşısına, böylece onu saptırır.
Yani Allah’a değil de başkalarına kulluk yaptırır. Allah’a değil de güneşlere, güneş gibi büyüklere secde etmelerini sağlar. Allah dururken büyüklerin önünde secde ettirir. Böyle güneş gibi piyasada yıldızı parlayan niceleri vardır ki, niceleri onlara secde etmektedirler, onlara secde etmek için çırpınmaktadırlar Allah korusun.
Yine şeytanın insana verebileceği vesveselerden birisi de insanı mubahlarla meşgul etmeye çalışır. Farzlardan uzaklaştırıp mubahların peşine takar. Mubahları dinin vazgeçilmez unsurlarıymış gibi göstererek onlar peşinde kişiyi koştururken farzlara zaman bıraktır-maz. Akvaryumun başında uzun uzun bekletiverir insanı. Veya ekranın başında namazları geçirtiverir. Veya bülbülün sesi de güzelmiş, bunu dinlemek de ibadettir dedirtiverir.
Yine şeytan bazen de insanı kendisine döndürür. Kişiyi kendisine döndürür ve zannettirir ki yeryüzünde sadece müslüman bir tek kendisidir. Varsa da, yoksa da dünyada müslüman kendisi vardır. Şeytanın vesveseleri sonucu kişi yeryüzünde kendisinden daha iyi müslümanın olmadığını, yaşadığı hayatın Allah'ın istediği hayatın ta kendisi olduğunu, bundan daha güzel bir müslümanlığın yaşanamayacağını iddia etmeye başlar.
İşte bu, Allah korusun değişmenin önünde en büyük engeldir. Ben iyiyim, biz iyiyiz düşüncesi değişmenin, iyiye doğru gitmenin, daha güzel müslümanlığa ulaşmanın önüne dikilmiş en büyük puttur. Veya bazen de kişinin müslümanlığının kendisiyle sınırlı kalmasını sağlamak adına, müslümanlığını dışa taşımasını, çevresini de müslü-manlaştırmasını, yani tebliğ ve talimde bulunmasını engellemek adına şeytan ona vesveselerde bulunur. Sen kendine bak yeter, el âlemden sana ne? Peygamber misin ki ümmet kayıracaksın? Senin gibi şerefli bir âlimin bu şerefsizlerin ayağına gitmesi senin şerefine leke getirir gibi vesveselerle müslümanın önünü kapatmak ve müslümanlığını kendi şahsıyla sınırlı bırakmak ister.
Eğer müslüman şeytanın bu vesveselerine karşı uyanık olur, onun vartalarına düşmez ve Allah’ın istediği biçimde davranmaya çalışırsa, Allah kullarına din duyurmaya, ilim halkalarında Allah kullarını eğiterek onları cennete kazandırmaya devam ederse bu defa da onun bu çalışmalarını engellemek için der ki ona, “yahu gerçekten çok çalıştın ve yoruldun. Aslında bir umreyi çoktan hak ettin. Hadi bir umreye git ve biraz da Rabbinle baş başa dinlen.” Böylece onu bir umreye sevk ederek sohbetini, ilim halkasını, ilmi çalışmalarını sekteye uğratmak, hem ona, hem de talebelerine soğukluk vermek ister.
Veya bazen Allah adına koşturan, Allah kullarına din anlatarak onların daha iyi müslüman olmaları sağlamaya çalışan hasbi müs-lümanların bu çalışmalarını bitirebilmek için, onları oyalayabilmek için onların üzerine ordular gönderir. Cinlerden ve insanlardan kimilerini o müslüman hakkında tahrik ederek, kışkırtarak onun üzerine saldırtır. Halkı onun aleyhinde kışkırtarak o mücahit müslümanın üzerine saldırtır. Onun aleyhinde bağırıp çağırmalarını sağlar. O mücahid müs-lüman kul kendisinin aleyhinde bağırıp çağıran bu ordularla karşı karşıya gelince de şeytan ona şöyle akıl vermeye başlar: “Bak bu adamlar senin aleyhinde konuşuyorlar, hadi sen de cevap ver onlara! Sen de karşılık ver onlara! Değilse eğer suskun kalırsan haksızlığına hük-medecekler, ya da sana korkak diyecekler” diyerek alçak şeytan onu da onlarla uğraşmaya teşvik eder ve böylece hedef saptırır.
Yani o müslüman onlara cevap vereceğim derken, onlarla oyalanacağım derken müslüman esas hedefini kaybeder, esas çalış-malarını unutur. Zaten şeytanın derdi de budur. İstiyor ki o müslüma-nın hayırla çalışmaları bitsin, hayırlı planları sekteye uğrasın.
Demek ki şeytanlar bazen hak yolunun yolcusu olan dâvetçi müslümanlar hakkında diğer müslümanların kalplerine vesveseler vererek onları onlara dümen yapmaya ve böylece dâvetin onlara ulaşmasına engel olmaya çalışan insan ve cin vesvâslarından sürekli Allah’a sığınacağız. Gerçekten bizler Allah için Kitap ve Sünnet mesajını Allah kullarına ulaştırma kavgası verirken birileri insanlara bizim hakkımızda bir takım vesveseler vererek onlarla bizim aramıza perdeler germeye çalışıyorlarsa, bizim insanlara sunduğumuz mesajın etkisini kırmaya çalışıyorsa, bizim bunu düzeltmemiz gerçekten çok zordur ve zaman alacaktır. Bizim o zihinleri idlâl edilmiş insanların her birerine giderek hakkımızda oluşturulmuş yanlış düşüncelerini, kanaatlerini düzeltmeye çalışmamız çok zaman alacaktır. Bu iş bizim çok zamanımızı alacak ve bizim tebliğimizi engelleyecektir. Yapacağımız hayırlı ve bereketli çalışmaları sekteye uğratacaktır.
Onun için bizim hakkımızda vesveselerle insanları idlâl etmeye çalışan bildiğimiz ve bilmediğimiz vesvâslardan Allah’a sığınacak ve korunmuş olacağız. Rabbimiz işte bu sûrelerinde bize bu konuda yol gösteriyor. “Ey kullarım siz yolunuza devam edin, bana sığının, onları bana bırakın ve işinize bakın. Çünkü onların Rabbi, onların Meliki ve İlâhı benim. Onların tümünün boyunlarındaki ipler benim elimdedir. Onların sahibi benim ve benim iznim olmadan onların size karşı yapabilecekleri hiçbir şeyleri yoktur” diyor.
Şeytanın sadırda vesvese vermesi meşguliyet mânâsına gelmektedir. Namazda bile vesvese vererek insanı meşgul edip unutmaya sevk eder. Ezanda kaçarsın kamette gelir, kamette kurtulursun na-mazda gelir bulur seni. Farzda kaçarsın, sünnetle gelir yakalar. Ves-vese vererek unutturmaya çalışır sana. Hatta kaç rekat kıldığını bile hatırlayamaz insan.
Onun için şeytanın bu tür vesveselerinden kurtulabilmek için meşguliyetlerimizi azaltmaya çalışacağız. Bakışta, kelâmda, taamda ve insanlarla ihtilatta fazlalıktan sakınacağız. Bakışın çoğundan sakınacağız. Eşyayı azaltacağız. Öyle değil mi? Yumuyorsun gözünü Allah’ı düşünmek için karşında pek çok şey duruyor. Elbette namazda da devam edecektir bunlar. Meselâ çok yiyorsa kişi namazda hep onu hatırlayacaktır. Hattâ sofrada yemek hazırsa namazdan önce yemeği yiyip sonra da namaza durma emri zannediyorum onu düşünmekten kurtulmak için verilmişti. Namazdan önce çok konuşulmuşsa elbette namazda onlar hatıra gelecektir. Veya meyhanede ömür geçiren bir adam namaz da kılsa elbette o hayatı düşünecektir namazında. Bizim toplum şu anda sanki meyhane. Adam bilgisayar düşünecek namazda, matematik çözecek namazda, borç ödeyecek namazda, mal satacak, İngilizce öğrenecek, telefona cevap verecek, çekleri düzenleyecek namazda. Bunların hepsini birden yapmak zorundadır namazda.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Nas-5 devamı

Nas-5 devamı

İşte vesvese budur ve bu tür vesveselerin pek çoğu kendimizden kaynaklanır. Yaşadığımız hayatın bozukluğundan kaynaklanır. Malın çokluğu, paranın çokluğu, dükkânın çokluğu, işin çokluğu, düşüncenin çokluğu, eşyanın çokluğu, konuşmanın ve meşgalenin çokluğu vesvese kaynağıdır. Meselâ adamın bir anahtarı olsa onu dü-şünür, ama 40 anahtarı varsa kırkını da düşünecektir adam namazda. Bir dükkânı olan bir dükkânlık düşünecek, on dükkânı olan da elbette on dükkânlık düşünecektir. Yangın mı çıktı? Hırsız mı girdi? Sel mi bastı? İflas mı götürdü? Elbette on dükkânı olan bunun onunu da düşünmek zorundadır namazda.
Adamın bir günlük endişesi varsa dünya adına o kadar düşünecek, kırk günlük endişesi varsa o da o kadar düşünecek kırk yıllık endişesi olan da o kadar düşünecektir. Yani kişinin kafasındaki he-defi neyse o kadar düşünecektir. Vesvese budur işte. Unutmayalım ki o zaman biz kendi kendimize şeytanlık yapmaya, şeytanın görevini üstlenerek kendi kendimizi mahvetmeye yönelmişiz demektir Allah korusun.
Rasûlullah efendimizin bir hadisinden öğreniyoruz ki kalpte iki delik varmış birinde devamlı şeytan, öbüründe de melek oturur fısıldarmış. Tabi şeytan boş bulduğu kalbe oturarak orada vesvese vermeye çalışmaktadır. Eğer kişinin kalbi boş değilse, şeytana yer bırakmayacak biçimde Allah’la, Allah’ın Kitabı ve Resûlünün Sünnetiyle meşgul ise elbette şeytanın o kalpte etkili olması mümkün olmayacaktır.
Yâni biz kendimiz şeytana dâvetiye çıkarmayacağız. Şeytana kapı açmayacağız. Bakın Rasûlullah efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
“Sizden biriniz hanımıyla kavga ettiğiniz zaman sakın boşamadan, boşanmadan söz etmeyin. Çünkü o anda sizi dinleyen şeytanlar sizden bunu duyunca ümide kapılırlar.”
Yani karı-koca aranızda kavga ettiğiniz zaman sakın iki taraf ta boşanmadan söz etmesin. Çünkü çevrenizde sürekli sizi takip eden, sürekli sizin bir gafletinizi yakalayıp sizi Allah’a kulluktan koparmak isteyen şeytanlar bunu duyunca ümide kapılıp sizin üzerinize daha çok çullanırlar. “Bizim telkinlerimiz bu karı-koca üzerinde etkili olmaya başladı. Burada bize ekmek var. Aman biraz daha üzerlerine gidersek bu işi başaracağız” diye ümide kapılıp daha çok üzerinize gelirler. Onun için onlara karşı zaaflarınızı açıp onlara dâvetiye çıkar-mayın buyuruyor Rasûlullah efendimiz.
Yine tuvalet yaptıktan sonra acaba üzerime bir sıçrantı filan oldu mu ki? Diye sürekli şeytanlardan vesveselere maruz kalanlar için Rasûlullah efendimiz tuvalet yaptıktan sonra avucunuza bir miktar su alıp serpiverin ki nereye ne değmiş bilemez olup böylece şeytanların vesveselerinden kendinizi kurtarmış olursunuz buyurmaktadır.
Tabi şu anda piyasada bütün bu hadisleri bilmeyen, şeytanı ve onun verebileceği vesveseleri tanımayan yığınlarla insan farkında olmadan şeytanlara kapı açıp, onlara dâvetiye çıkarmaktadırlar. Meselâ nasıl? Meselâ adam konuşmaya başlıyor: Efendim, galiba benim nasibim bağlanmış. Galiba benim rızkım bağlanmış. Hiç bir şey ala-mıyorum. Hiç bir şey satamıyorum. Hiç bir müşteri gelmiyor.
Veya bir başkası şöyle diyor: Galiba benim nasibim bağlanmış. Beni hiç isteyen kalmadı. Tüm dünürcülerim kesildi. Bütün bunlar bilelim ki şeytanlara dâvetiye çıkarmaktır. Bunu duyan şeytanlar birbirlerini çağırırlar. Gelin, gelin burada bir enayi var. Burada bizi bir şey zanneden, bizi güçlü zanneden bir müşteri var. Biraz daha üzerine gidelim, çünkü bizim telkinlerimiz, bizim vesveselerimiz sonuç ver-meye başladı diye birbirlerini çağırıp onun vücudunu istilaya başlarlar. Öyleyse onlara karşı hep böyle inançlı, Allah’a güvenen, onlardan korkmayan bir tavır takınmalıyız ki bizden ümit kesip çekip gitsinler
Zaten onlar karşısında biz hep ayakta dimdik olursak bize yapabilecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Hani insan vücudu dengede iken, vücudun ısısı, dengesi yerinde iken onun vücuduna bir mikrop girer. O mikrobun bünyeye girdiğini gören kanımızın içindeki akyuvarlar, antikorlar yani İslam askerleri hemen harekete geçip yarı yolda o mikrobun işini bitirirler. Ama öyle değil de eğer vücudun ısısı, dengesi bo-zulmuşsa, meselâ çok uykusuz kaldığı için, çok korktuğu için, çok aç ve susuz kalığı için, ya da doğum yapıp çok kansız kaldığı için vücudun direnci azalmışsa vücuda giren bir mikrop nasıl etkili olabiliyorsa aynen bunun gibi Allah’la diyalogu kopmuş, Allah’ın desteğini kaybetmiş, Allah’a kulluğu bozulmuş, bunun tabii sonucu olarak ta şeytanlara karşı direnci azalmış bir kişiye şeytanlar etkili olabilecektir.
Yine Rasûlullah efendimizin bir başka hadisinden öğreniyoruz ki şeytan bir adamın vücudunun herhangi bir yerine girer ve rahatsızlık vermeye başlar. Ta ki adam bir doktora, bir hocaya, veya bir tekkeye, türbeye gidince hemen oradan çıkar ve ağrı vermekten vazgeçer. Maksadı o adam beni hoca kurtardı, doktor kurtardı, beni falan türbe veya falan tekke kurtardı diyerek şirke düşmesini ister hain. Oraya gidene kadar adamın o uzvunda ağrı ve sancı veren hain tam orada çıkıverir ve adamı beni kurtaran falandır diyerek şirke düşürmek ister. Bunu Rasûlullah hadislerinde aynen böyle anlatır.
Yine biliyoruz ki şeytan hayır yollarına oturur ve bunlardan insanları meneder. İnfak etmek isteyen insanın karşısına aç kalma, fakir düşme korkusuyla çıkarak ona bu tür vesveseler vererek infaktan alıkoymaya çalışır. Cihada ve hicret yolunda mü’minlere vesveseler vererek onları durdurmaya çalışır. Mü’minleri namazdan alıkoymaya çalışır.
Hatta Rasûlullah efendimizin bir hadislerinden öğreniyoruz ki şeytan uykuda insana üç düğüm vurur. Bunlar zikir, abdest ve namazla çözülür. Mü’min sabahleyin namaz vaktinde kalkıp bismillah diyerek Allah’ı zikredince birinci düğüm çözülür, namaz için abdest alınca ikinci düğüm çözülür, Allahu ekber diyerek namaza durduğu zaman da üçüncü düğüm çözülür. Eğer namaz vaktinde kalkmayarak bu düğümleri çözmezse kişi artık şeytan onun kulağına işer de onun üzerine ağırlık çöküverir diyor Allah’ın Resûlü. Evet işte şeytanın engellemeleridir bunlar.
Bir de Rasûlullah efendimizin bu beyanından anlaşılıyor ki ab-destsiz zikir, Kur’an okumak caizdir. Abdestsiz Kur'an okunabileceğine delildir bu. Çünkü burada zikir abdestten önce gelmiş. Kişi sabaha kadar uyanmamışsa şeytan kulağına işer. Uyanıp zikir, abdest ve na-mazı yapmamışsa tabii. Öyleyse şeytanın bu vesveselerine, bu iğva-larına kapılmamak için Rabbimizin istediği biçimde O’nun bizden istediği kullukların tamamını icra etmeye çalışacağız, üşengeçlik göstermeyeceğiz inşallah.
Yine kul günah işler, Allah affeder, Allah onun ayıplarını örter de şeytan açığa çıkarır ve insanı rezil eder. Böylece onun haya damarını çatlatıp artık günahları aleni işleyecek duruma getirmek ister
Şeytandan gelebilecek tüm dürtülere karşı, tüm vesveselere ve fısıltılara karşı insanların Rabbi, insanların Meliki ve insanların İlâhı olan Allah’a sığınacağız. Allah’ın koruması altına gireceğiz. Allah’ın gösterdiği yola girerek, Allah’ın gönderdiği Kitap ve Sünnet istikâmetinde bir hayat yaşayarak, Allah’ın belirlediği sınırların içine girerek kendimizi koruma altına alacağız. Allah’ın gösterdiği usullerle şeytanlardan korunmasını bileceğiz. Allah’ı tanıyacağız, Allah’ın kitabını tanıyacağız, Allah’ın yasalarını tanıyacağız, şeytanı tanıyacağız, şeytanın hilelerini tanıyacağız ve ondan korunma imkânı elde etmiş olacağız.
Şeytanı tanımak bu kitapla mümkündür, İslâm’ı tanımak ta bu kitapla mümkündür. Kitabı tanırız, böylece şeytanı tanırız. Şeytanı tanırız şeytan yolundan uzaklaşırız, İslâm’ı tanırız İslâm yoluna gireriz. Allah’ı tanırız, Allah yoluna gireriz ve tüm şeytanlardan Allah’a sığınırız. Rabbimiz buyurur ki bakın:
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işitir ve bilir.” (Fussilet 36)
Eğer bu konuda şeytandan sana bir dürtü, bir kamçı, bir teşvik gelecek olursa hemen ondan Allah’a sığının diyor Rabbimiz.
 

gözlerde derman

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2010
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
selamun aleyküm çok güzel bende tevsirdersleri almak istiyorum bir sohbet gurubum var araştırıp paylaşıcaz ama benim yararlanabilecegim,bilgi alabilecegim biyer bulmam lazım yardımcı olursanız çok memnun olurum ilgilenirseniz cin suresinden basladık.yazdıgınız tevsirler içinde ALLAH RAZI OLSUN TEŞEKKÜRLER
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Aleyküm Selam
Aşağıdaki adreste Değerli hocalarımızın tefsir dersleri sesli olarak yayınlanmaktadır.Buradan yararlanabilirsiniz.

Cin Suresinin tefsirini burada daha paylaşamadık.İnşaAllah ilerleyen zamanlarda yayınlayacağız.
http://www.israfm.com/

Hayırlı bereketli günler
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Selamün Aleyküm.
inşallah bundan sonra ben daha sık bu dersi ve konuyu takip edenlerden olacağım.
Allah celle celalüh sizden razı olsun emeklerinize sağlık.
çok güzel biraz geriden başlasamda yetişirim en kısa zamanda inşallah.
Rabbimiz doğru anlamayı ve doğru uygulamayı nasip eylesin. amin.

selam ve dua ile
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
43
Selamün Aleyküm.
inşallah bundan sonra ben daha sık bu dersi ve konuyu takip edenlerden olacağım.
Allah celle celalüh sizden razı olsun emeklerinize sağlık.
çok güzel biraz geriden başlasamda yetişirim en kısa zamanda inşallah.
Rabbimiz doğru anlamayı ve doğru uygulamayı nasip eylesin. amin.

selam ve dua ile

Aleyküm Selam
İnşaAllah kardeşim.
Mevlam cümlemizden razı olsun
Selam ve dua ile
 

gözlerde derman

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Şub 2010
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Allah razı olsun gerçekten çok bereketli geçti kendimi ziyafet sofrasında buldum.umdugumdan fazlasıydı.kurucusundan ulastıran insanlardan da allah razı olsun her dinledigimde allah sizi sevabına nail etsin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt