_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Nisa-161
Nisa-161
“Yasak edilmişken fâiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü onlardan inkâr edenlere, elem verici azap hazırladık.”
Kendilerine yasak edildiği halde fâizden yana olmaları, fâizci bir hayatı sürdürmeleri ve helâl yollar dururken haram yollarla insanların mallarını yemeleri sebebiyle bu yasa onlara hak oldu. Bu onların kendi hür iradeleriyle, kendi elleriyle kazandıkları bir cezadır, bir âkıbettir. Halbuki asla fâize bulaşmayacaklardı, haram yollarla insanların mallarını yemeyeceklerdi. Allah önceki kitaplarda bunun yasasını anlatmıştı onlara. Haram helâl yasalarını bildirmişti Allah onlara. Allah’a, Allah’ın kitaplarına, Allah’ın yasalarına inanan ve haram helâl yasalarını belirleme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu bilen bir Müslümanın hiçbir zaman Allah’ın istemediği bir yolla mal elde etme hakkı yoktur. Mal kazanma ve harcama konusunda Allah helâl yolları nasıl belirlemişse Müslüman öylece bir tavır almak zorundadır.
Allah fâiz haram demişse, Allah rüşvet haram demişse, reklâmlarla, enflasyonlarla insanların ceplerine uzanmak kötüdür demişse, Müslümanım diyen bir kimsenin bu yollara tevessül etmesi düşünülemez. Yalanla, dolanla, eksik ölçüp tartmayla Müslümanın ilgisi olamaz. Ama eğer insanlar Allah’ın helâl-haram yasalarını çiğneyip haram yollara yönelirlerse o zaman unutmasınlar ki Allah da onları tıpkı İsrail oğulları gibi cezalandıracaktır. Bakın âyetin sonunda diyor ki Rabbimiz:
Kâfirlere acıklı bir azap hazırladık. Evet kim ki Allah’la bir çatışma içine girer, Allah’ın yasalarına riâyet etmez, Allah’ın helâl-haram sınırlarını tecavüz eder, Allah’ın helâl dediklerine haram, haram dediklerine de helâl demeye kalkışırsa, karşısındakinin mallarını haram yollarla yer, kâfirce bir ekonomik hayatın içine girerse onlar için dayanılmaz bir azap vardır diyor Rabbimiz.
162. “Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitaba ve senden önce indirilen Kitaba inanan mü'minlere, namaz kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.”
Demek ki toplumlar, insanlar ne kadar da bozulmuş, tefessüh etmiş olurlarsa olsunlar mutlaka onların içinde bozulmayanlar da olabilecektir. İşte bu sapmış yahudilerin içinde, yahudileşmiş İsrail oğulları içinde yahudileşmeyen, bozulmayan Allah’ın istediği biçimde Müslümanca tavırlarını sürdüren samimi Müslümanların varlığını anlatıyor Rabbimiz.
Onlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, ilimde derinleşenler ve de önceden dosdoğru iman sahibi olanlar hem indirilmiş olan kitaba hem de senden öncekilere indirilmiş kitaplara iman ederler, namazı ikâme edip ayağa kaldırırlar. Zekâtlarını verirler. Namazla Allah’ın hayatlarına karıştığına, zekâtla da mallarına karıştığına imanlarını gündeme getirirler. Namazla Allah’ın bedenlerinde söz sahibi olduğuna, zekâtla da malları konusunda Allah’ın söz sahibi olduğuna imanlarını gündeme getirirler. Ve onlar âhiret gününe de iman ederler. Ölüm ötesi hayatın hesabına kitabına iman ederler. Hayatlarını bu imana bina ederek yaşarlar.
Âyeti ya böyle anlıyoruz, ya da o ehl-i kitaptan ilimde derinleşmiş olanlar, önceki kitaplarına vakıf olup samimiyetle onunla amel edenler, kör bir taklide kapılarak atalarının yanlışlarına düşmeden önceden de vahyi tanıyanlar şimdi aynı kaynaktan gelmiş son kitaba da iman ederler. Burada Rasulullah Efendimiz döneminde Medine ve çevresinde yaşayan yahudileşen ve hıristiyanlaşan kitap ehli arasında bir kısım âlimler vardı ki bunlar Tevrat’a, İncil’e, Zebur’a samimiyetle inanmış ve bu imanlarını samimiyetle sürdüren kitap ehli kastedilmektedir.
Bunlar peygamberler ve kitaplar arasında hiçbir ayırım yapmayan, önceki kitaplarına ve peygamberlerine samimiyetle iman ettikleri için son elçiyle karşı karşıya geldikleri zaman da hiçbir sıkıntı çekmeden, hiçbir ön yargı içine girmeden hemen iman eden kimselerdir. İşte bunlar ve önceden kitapla, dinle hiçbir ilgileri olmadığı halde şimdi bu son kitaba iman eden, namaz kılan, zekât veren muhacir ve ensâr var ya, işte onlar için elbette büyük bir mükafat vereceğiz, buyuruyor Rabbimiz.
İlim sahibi olanlar, âlim özelliğine sahip olanlar, okuyanlar, araştıranlar, vahiyle ilgi kuranlar anlıyoruz ki kıyamete kadar dünyanın hangi coğrafyasında olurlarsa olsunlar mutlaka Kur’an’a ve peygambere iman etmişler ve edeceklerdir. Bunlar mutlaka inandıkları Allah’a kulluğun en belirgin sembolü olarak namazı kılacaklar ve toplumda Allah için mallarını harcayacaklardır.
Ve işte onların bu yaptıklarını asla boşa çıkarmayacaktır Allah. Hayatlarını böylece Allah için yaşayan kullarına Rabbimiz büyük mükafatlar ve cennetler vaad ediyor.
Nisa-161
“Yasak edilmişken fâiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü onlardan inkâr edenlere, elem verici azap hazırladık.”
Kendilerine yasak edildiği halde fâizden yana olmaları, fâizci bir hayatı sürdürmeleri ve helâl yollar dururken haram yollarla insanların mallarını yemeleri sebebiyle bu yasa onlara hak oldu. Bu onların kendi hür iradeleriyle, kendi elleriyle kazandıkları bir cezadır, bir âkıbettir. Halbuki asla fâize bulaşmayacaklardı, haram yollarla insanların mallarını yemeyeceklerdi. Allah önceki kitaplarda bunun yasasını anlatmıştı onlara. Haram helâl yasalarını bildirmişti Allah onlara. Allah’a, Allah’ın kitaplarına, Allah’ın yasalarına inanan ve haram helâl yasalarını belirleme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu bilen bir Müslümanın hiçbir zaman Allah’ın istemediği bir yolla mal elde etme hakkı yoktur. Mal kazanma ve harcama konusunda Allah helâl yolları nasıl belirlemişse Müslüman öylece bir tavır almak zorundadır.
Allah fâiz haram demişse, Allah rüşvet haram demişse, reklâmlarla, enflasyonlarla insanların ceplerine uzanmak kötüdür demişse, Müslümanım diyen bir kimsenin bu yollara tevessül etmesi düşünülemez. Yalanla, dolanla, eksik ölçüp tartmayla Müslümanın ilgisi olamaz. Ama eğer insanlar Allah’ın helâl-haram yasalarını çiğneyip haram yollara yönelirlerse o zaman unutmasınlar ki Allah da onları tıpkı İsrail oğulları gibi cezalandıracaktır. Bakın âyetin sonunda diyor ki Rabbimiz:
Kâfirlere acıklı bir azap hazırladık. Evet kim ki Allah’la bir çatışma içine girer, Allah’ın yasalarına riâyet etmez, Allah’ın helâl-haram sınırlarını tecavüz eder, Allah’ın helâl dediklerine haram, haram dediklerine de helâl demeye kalkışırsa, karşısındakinin mallarını haram yollarla yer, kâfirce bir ekonomik hayatın içine girerse onlar için dayanılmaz bir azap vardır diyor Rabbimiz.
162. “Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitaba ve senden önce indirilen Kitaba inanan mü'minlere, namaz kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.”
Demek ki toplumlar, insanlar ne kadar da bozulmuş, tefessüh etmiş olurlarsa olsunlar mutlaka onların içinde bozulmayanlar da olabilecektir. İşte bu sapmış yahudilerin içinde, yahudileşmiş İsrail oğulları içinde yahudileşmeyen, bozulmayan Allah’ın istediği biçimde Müslümanca tavırlarını sürdüren samimi Müslümanların varlığını anlatıyor Rabbimiz.
Onlardan ilimde rüsûh sahibi olanlar, ilimde derinleşenler ve de önceden dosdoğru iman sahibi olanlar hem indirilmiş olan kitaba hem de senden öncekilere indirilmiş kitaplara iman ederler, namazı ikâme edip ayağa kaldırırlar. Zekâtlarını verirler. Namazla Allah’ın hayatlarına karıştığına, zekâtla da mallarına karıştığına imanlarını gündeme getirirler. Namazla Allah’ın bedenlerinde söz sahibi olduğuna, zekâtla da malları konusunda Allah’ın söz sahibi olduğuna imanlarını gündeme getirirler. Ve onlar âhiret gününe de iman ederler. Ölüm ötesi hayatın hesabına kitabına iman ederler. Hayatlarını bu imana bina ederek yaşarlar.
Âyeti ya böyle anlıyoruz, ya da o ehl-i kitaptan ilimde derinleşmiş olanlar, önceki kitaplarına vakıf olup samimiyetle onunla amel edenler, kör bir taklide kapılarak atalarının yanlışlarına düşmeden önceden de vahyi tanıyanlar şimdi aynı kaynaktan gelmiş son kitaba da iman ederler. Burada Rasulullah Efendimiz döneminde Medine ve çevresinde yaşayan yahudileşen ve hıristiyanlaşan kitap ehli arasında bir kısım âlimler vardı ki bunlar Tevrat’a, İncil’e, Zebur’a samimiyetle inanmış ve bu imanlarını samimiyetle sürdüren kitap ehli kastedilmektedir.
Bunlar peygamberler ve kitaplar arasında hiçbir ayırım yapmayan, önceki kitaplarına ve peygamberlerine samimiyetle iman ettikleri için son elçiyle karşı karşıya geldikleri zaman da hiçbir sıkıntı çekmeden, hiçbir ön yargı içine girmeden hemen iman eden kimselerdir. İşte bunlar ve önceden kitapla, dinle hiçbir ilgileri olmadığı halde şimdi bu son kitaba iman eden, namaz kılan, zekât veren muhacir ve ensâr var ya, işte onlar için elbette büyük bir mükafat vereceğiz, buyuruyor Rabbimiz.
İlim sahibi olanlar, âlim özelliğine sahip olanlar, okuyanlar, araştıranlar, vahiyle ilgi kuranlar anlıyoruz ki kıyamete kadar dünyanın hangi coğrafyasında olurlarsa olsunlar mutlaka Kur’an’a ve peygambere iman etmişler ve edeceklerdir. Bunlar mutlaka inandıkları Allah’a kulluğun en belirgin sembolü olarak namazı kılacaklar ve toplumda Allah için mallarını harcayacaklardır.
Ve işte onların bu yaptıklarını asla boşa çıkarmayacaktır Allah. Hayatlarını böylece Allah için yaşayan kullarına Rabbimiz büyük mükafatlar ve cennetler vaad ediyor.