SU
SU
Hayatın dört unsur üzerine kurulduğu (anasır-ı Erbaa) söylenir: Hava, su, toprak, ateş.
Yaşamak bu dört unsurla mümkün. Yaratıcı; hava, su, toprak ve ateşi bizim için yarattı. Onları bizlere armağan etti.
Yaşamamız için havaya, suya ihtiyacımız var. Nefes almadan, su içmeden yaşamak mümkün değil. Toprak beslenme kaynağımız, mutfağımız. Ateş, pek çok ihtiyacımızı karşılamamamız için gereken bir araç. Isınmak, besinlerimizi pişirmek onunla.
Su bir hayat. Hayatın her anı onunla iç içeyiz. O, her varlığa can taşıyan bir sıvı.
Dünyamızın yüzde sekseni o. Vücudumuzun yüzde yetmişini o oluşturuyor. Kanımızın yüzde doksanına yakını yine o. İçtiğimiz suyun yüzde sekseni beynimize gidiyor. O bedenimize zindelik, canımıza can katıyor. Sağlık armağan ediyor. Beynimizi açıyor, ruhumuzu dinlendiriyor.
Su temizler. Hem maddî kirlerden hem de aldığımız abdestle bedenî ve ruhî kirlerden arınırız. Öldüğümüzde son kez onunla yıkanır, ebedî yolculuğa çıkarız.
Su eritir, değiştirir. Değişime neden olur. Kupkuru bir üzüm dalından, koskocaman bir çımar kökünden damla damla yükseklere uzanır. Üzüme, dala, yaprağa, meyveye dönüşür. Kuru dal yeşile bürünür, canlanır, büyür.
Su onarır, tedavi eder. Beden ve ruh sağlığımız onunla dengelenir. Vücudumuzdaki su oranı düştüğünde susuz kalan ir ağaç gibi kurur, hastalanır, solarız.
Su medeniyettir. Temizliğin, saflığın, rahmetin medeniyetidir. Bizim medeniyetimizin mimarîsinde, fisebilillah, yalnızca Allah için yapılan çeşmeler, sebiller şehirlerimizi su sesleriyle onarır, inşa eder.Sebiller, su sesleri, kanat şakırtıları ve güvercin hu hu’larıyla manevî bir ziyafet sofrasına dönüşür, yüreklerimizi serinletir.
Atalarımız su sesiyle tedavi konusunda önemli adımlar atmışlar. Su sesi terapisiyle bimarhaneler, şifahaneler açmışlar. Hastalıklara şifa aramışlar. Ruhî sıkıntıları suyun ilahileriyle, besteleriyle aşmışlar.
Günün stresinden, yeşilliğin ortasında bir derenin şırıltısında nasıl da dinlenir insan. Nasıl da huzur bulur.
Atalarımızın “Su gibi aziz ol!” duasında dile geldiği gibi su azizdir, değerlidir.
Su canlı bir varlık halinde insanla iletişim kurar. Onunla dertleşir, onu teskin eder. Yapılan deneyler onun canlılığını ortaya koyuyor. Bir bardak suya söylenen güzel ya da kaba sözler farklılaştırıyor bardaktaki suyu. Bardak içindeki su sözlerin niteliği ve söylenişiyle farklı özelliklere dönüşür.
“Susayan toprağın ey dost yeri sensin göğü sen”diyor Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu.Toprağın suya hasretini dile getiriyor.Su yağmur olup toprağın susuzluğunu gideriyor.Yıkıyor kirlerini. Sonsuz bir bereketi yeryüzüne bırakıyor. Bir rahmeti sağnak sağnak sunuyor toprağa ve bizlere.
Bir kar haline dönüşüyor kışın. Bembeyaz rengiyle gönüllere, toprağa doyumsuz bir ziyafet sunuyor.
Su cana dönüşür. Su, kaynaktan akışıyla dereye, ırmağa dönüşür. İnsan, Yunus’un mısralarıyla “Sular gibi” çağlayarak onunla dost olur.Yaylalarda şırıl şırıl akan derenin sesi, çoban çeşmesinden aka suyun sesiyle Faruk Nafiz’in mısralarıyla bir çobanın kavalına eşlik eder:
“Derinden derine ırmaklar çağlar/Uzaktan uzağa çoban çesmesi
Ey suyun sesinden anlayan bağlar/Ne söyler şu dağa çoban çesmesi.”
Şelâle olur çağlar sonsuza dek, çağıldar.
Su acıyı, kederi, hüznü bir insan gibi üstlenir. Fırat, Dicle, Tuna olur. Tuna, Osman Paşa ile birlikte seslenir tarihin derinliklerinden:
“Tuna nehri akmam diyor/Etrafıma yıkmam diyor,
Şanı büyük Osman Paşa/Plevne’den çıkmam diyor.”
Necip Fazıl, insanı “kıvrım kıvrım” akan suya benzetir, Sakarya Türküsü’nde:
“İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya/Bir yanda aktan benim öbür yanda Sakarya.
Sen ve ben gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız/Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız.”
Küçük Musa’yı Asiye’den emanet alan ırmak onu Firavun’un sarayına götürür. Gün gelir Kızıldeniz Firavun’a mezar olur.
Damlalar bir araya gelir, göl olur. Irmaklar bir araya gelir deryaları oluşturur. Deniz sonsuzluğa alıp götürür bizi.
Yahya Kemâl, Açık Deniz’de onun tadını unutamadığından söz eder:
“Mahzun hudutların ötesinden akan sular/Gönlümde hep o zanla beraber çağıldadı.
Gittim son diyara ki serhaddidir yerin/Hala dilimdedir tuzu engin denizlerin.
…
Duydum ki ruhumuzla bu gurbette sendeniz.”
Abdullah Satoğlu, “Suya Övgü” dizer:
Ey Rabbın en büyük nimeti/Sen Kabe’de zemzem/Cami avlusunda sebil
……
Her duasında rahmetli annem/“Su gibi aziz ol” derdi/Annem gibi aziz olan su/Sebil sebil cami avlusu.”
Nurullah Genç, evrenin susuzluğunu bitirecek Rahmet Peygamberimizi anlatır mısralarıyla:
“Yağmur seninle biter susuzluğu evrenin,
Sana mümindir sema, sana muhtaçtır zemin.”
Divan şairi Fuzulî’nin su redifli şiiri, “Su Kasidesi”edebiyatımızın en güzel naatlerinden biri.
“Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl /Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su”
(Su senin –Peygamberimizin- ayağının toprağına erişeyim diye durmadan, ömürler boyu başını taştan taşa vurarak âvâre gezer durur.)
Su, rahmet, yağmur, bereket, gül…İlâhi, bizi susuz bırakma.
Rıfkı Kaymaz