Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

SOKAKTAN MEKTUP VAR (1 Kullanıcı)

SOKAKTAN MEKTUP VAR

  • EVET OLABİLİR.

    Oylama: 0 0.0%
  • HAYIR OLAMAZ.

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ Bİ FİKRİM YOK

    Oylama: 0 0.0%
  • ABD DEN HERŞEY BEKLENİR

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ BİRİ

    Oylama: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Ayın En İyi Üyesi
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,972
Tepki puanı
8,073
Puanları
163
Yaş
53
Konum
Alanya
Selamünaleykum...

Selamünaleykum...

Elinize, emeğinize sağlık kardeşim....
Değerli Senai Hocamızın güzel bir yazısını da düşünerek okudum...
Allah CC. a ne kadar şükretsek az...
Binlerce, milyonlarca şükür....

Selam ve dUA ile...
:evet:H
 

s.s.s

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Şub 2008
Mesajlar
2,871
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
47
Elinize, emeğinize sağlık kardeşim....
Değerli Senai Hocamızın güzel bir yazısını da düşünerek okudum...
Allah CC. a ne kadar şükretsek az...
Binlerce, milyonlarca şükür....

Selam ve dUA ile...
:evet:H

ve aleyküm selam kardeşim,RABBİM şükrümüzü arttırsın.
hayırlı ve bereketli günler dilerim,selametle.
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
selamünaleyküm kardeşim...
bu güzel paylaşım için teşekkürler...
bir efsanedir bu nadide şehir... anlatılmakla bitmeyen...
kalabalığına, bozulmuşluğuna ve ne olursa olsun...tüm keşmekeşine rağmen maneviyatına, tarifine cümlelerin yetmediği istanbuldur işte...
:HALLAHA EMANET OLUNUZ

Aleykümselam güzel kardeşim çok teşekkür ederim
evet İSTANBUL :evet anlatmaya cümleler yetmiyor
ALLAH c.c. emanet olun...selam ve dua ile...İNŞALLAH...
(özürdilerim geç cevap verdiğim için)
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
s.a her kelimesiyle çok doğru bir paylaşım olmuş.
bize uygulamak pek nasip olmadı,İNŞAALLAH kardeşlerim istifade eder.
ALLAH razı olsun değerli kardeşim,selametle...

Aleykümselam değerli kardeşim ALLAH c.c. sizden de razı olsun
İNŞALLAH kardeşim...selam ve dua ile...B)
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
9113.jpg




Selamün Aleyküm gönlü güzel canım ablam..B)
Emeğinize ve güzel yüreğinize sağlık olsun inşallah..Beğeniyle okudum bu güzel hikayeyi..Çok zarif kuşlardır martılar..Çok seviyorum onları..Böyle güzel ve gizemli bir hikaye de ancak bu güzel kuşların tabiatına yakışırdı..Allah c.c razı olsun değerli ablacım bu güzel paylaşımınız için..Kıymetli anneanneme Selam ve Sevgilerim ve dualarımla En Emin'e emanetimsiniz inşallah.B)

Aleykümselam canım kardeşim ALLAH c.c. sizden de razı olsun İNŞALLAH...
emeğine sağlık ...güzel kardeşim yorumun ve resim için teşekkür ederim
Anneannenize selamınızı ilettim canım kardeşim...dualarındasınız
(özürdilerim geç cevap verdiğim için canım kardeşim9
ALLAH c.c. emanet olun...selam ve dua ile...İNŞALLAH...
 

s.s.s

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Şub 2008
Mesajlar
2,871
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
47
s.a değerli kardeşim,beğenerek okuduğum bir paylaşımdı.ALLAH RAZI olsun,selametle...
 

dinci

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Ara 2006
Mesajlar
2,686
Tepki puanı
1
Puanları
0
selamün aleyküm kardeşim emeyine sağlık keyifle okudum ALLAH CC razı olsun
 

nuresma

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2006
Mesajlar
2,975
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Konum
ankara
Selamün Aleyküm güzel kardeşim benim.
Emeğinize ve güzel yüreğinize sağlık olsun inşallah.. Güzel mesajlar veren, çok güzel paylaşımlarınızdandı yine güzel kardeşim..Beğeniyle okudum..Modern çağa herşey ve herkes gibi çocuklar daayak uydurmuş durumda..O masumca oyunların yerini artık silahşörler ve Tv karakterlerinden aşırdıkları kabadayı ve mafya özentisi söz ve oyunlar almış..Yanıbaşımızda da asrın en büyük katliamına tanık olduğumuz savaşlar da, yeryüzünde insana ne kadar değer verildiğini ve çocukların da bu hezeyana nasıl çekilmek istendiğini gözler önüne seriyor... Devlet büyükleri bunları yapıyorsa, doğrudur diye düşünüyorlar..

Her çocuğun bir saklambaç ve mızıka oyunlarındaki masumiyeti ile kalması ve kirlenen değerlere, dünyaya rağmen gerçekten ''çocuk'' kalabilmesi duası ile..

En Emin'e emanetimsiniz can Esmacım..Baki muhabbetle kalın inşallah..Hayırlı ve nurlu geceler..B)B)

ve aleykum selam güzel kardeşim,
çok güzel özetlemişsiniz ve katkıda bulunmuşsunuz, emeğinize güzel yüreğinize sağlık.

amin duanıza...güzel olan ne varsa kirletilmeye başlandı..."çocukluk" kalmıştı masumluklarla, yalansızlıklarla, sevgi yumaklarıyla dolu ; onu da çağın gerektirdiği(!) şekilde uyum sağlatmayı başardılar mı ne? Rabbim muhafaza buyursun, yazarın da dediği gibi yüreğe çamur değmesin.

selam ve dua ile, size de hayırlı geceler, güzel günlerB)
Allah'a emanet olun...
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
47
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
Tam yolu yarilamisken yanindan gecen bir kac marti arkadasina haber verip hepsinin dugune davetli oldugunu soylemek icin gagasini actiginda mektubu :(dusurmus.

Prensesin kendisini artik unuttugunu, istemedigini, martilarin da onun icin yanina gelmedigini sanan delikanli uzuntusunden sonunda kendisini fenerden kayalarin :(uzerine atarak intihar etmis.

neden mutlu sonla bitmedi yazık ama begenmedim sonunu:(

emegine saglık degerli kardeşim
heyecenla okudum
selamün aleykümB)
 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
42
Konum
sakarya
selamun aleykum nihalcim.Sonunun mutlu sonla bitmemesine üzüldüm:(.Neyse kısmet değilmiş.Emeğinize sağlık allaha emanet olun
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
Tam yolu yarilamisken yanindan gecen bir kac marti arkadasina haber verip hepsinin dugune davetli oldugunu soylemek icin gagasini actiginda mektubu :(dusurmus.

Prensesin kendisini artik unuttugunu, istemedigini, martilarin da onun icin yanina gelmedigini sanan delikanli uzuntusunden sonunda kendisini fenerden kayalarin :(uzerine atarak intihar etmis.

neden mutlu sonla bitmedi yazık ama begenmedim sonunu:(

emegine saglık degerli kardeşim
heyecenla okudum
selamün aleykümB)

Aleykümselam değerli kardeşim teşekkür ederim
selam ve dua ile...
 

nihalim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2,593
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
45
Konum
*meftun*
Web Sitesi
www.hatim-online.com
Hicret Eden Kalemim

Hicret Eden Kalemim

Hicret Eden Kalemim

Bir kâğıt ve titrek bir kalem... Neden titriyorsun ki kalemim? Bugüne kadar kâğıdın önünde eğilmeyen başın nerede? Kendinden emin, o her şeyi bilen ve tartan terazine ne oldu? Seni bu kadar mahzunlaştıran, terazinin kaldıramadığı güllerin ağırlığı mı? Öznesiz kurduğun, sevgiden ve muhabbetten uzak, bencil cümlelerin nerede şimdi? Tükenmez zannettiğimiz kalemler, bitmez dediğimiz sevgiler çoktan göçüp gitmedi mi? Gel, sahip olduğumuz her şey tükenmeden, kokusu bugünlere ulaşan gül çağına seyahat edelim. Artık yüzleşme zamanı geldi sevdiğimizi zannettiklerimizle…

Yer Mekke... Yer Medine... Haneleri, hanedanları güle boyanan beldeler. Hissediyorsun değil mi kalemim bu eşsiz kokuyu? Hayatımız boyunca görmüş müydük böylesine mütebessim, böylesine pak sîmâları? Üzerimizdeki bu pamuk elbise, sâde bir sevginin kaftanı olmalı. Nasıl unuturum? Bu kıyafetleri ne gurur, ne kibir giymişti. Ayaklarım yanıyor kalemim! Aşktan kızgın, kirden arınmış bu çöl kumlarında. Kopmuş takvimlere inat yürüyorum sonsuzluğa. Ben hiç yalınayak toprağa basmamıştım ki...

Burası felekleri tutuşturan aşkın merkezi, burası rahmet vadisinden âb-ı hayat dökülen belde. Ey güneşi bağrında taşıyan şehir! Ey kıskançlık ve muhabbetin birbirine küs olduğu şehir! Gül’e hasret olan beni ve mahcup kalemimi misafir eder misin bağrında? Biz ki günaşırı sevmeler şehrinden, her zerresini sevginin inşa ettiği muhabbet şehrine hicret etmek isteyen âşıklarız.

Bu, yanımızdan geçen, ömrünü biricik Sevgili’ye (sas) adayan Hz. Ebu Bekir (ra) değil mi? Bedeni, kuvveti, canı, malı ve dostluğuyla Peygamber’e (sas) siper olan, dünya malı adına neyi varsa bir an bile düşünmeden Sevgili uğruna infak eden Ebu Bekir! İslâm’ın davet yılında eza ve cefalarla karşılaşmış, Utbe bin Rebia’nın çivili ayakkabılarının darbesiyle, mübarek yüzü tanınmayacak hâle gelmişti. Kendine gelir gelmez ilk sözü; “Allah’ın peygamberi nasıl?” olmuştu ve yemin etmişti Efendimiz’in (sas) durumunu öğrenmeden yemek yemeyip, su içmeyeceğine. O, yaşadığı müddetçe her dâim Efendimiz’in (sas) dostu ve yoldaşı olmuştu. Hicret esnasında Resulullah’ın (sas) parçalanan, kanayan ayaklarını gözyaşlarıyla temizlemiş, Sevr Mağarası’nın boşluklarını kapattığı ayaklarını (ihtimal Kâinatın Efendisi’ni bir kez görebilmek uğruna) ısıran yılanın acısına, Kâinatın Sevgilisi (sas) uyanmasın diye tebessümle sabretmişti. O’nu (sas) öyle seviyordu ki, Sevgili’nin amcası Ebu Talib’in imanını, kendi öz babası Ebu Kuhafe’nin imanından daha çok arzu ediyordu. Ebu Bekir demek sevmek, Sevgili’yi (sas) kendine tercih etmek demekmiş kalemim! Şu hüzünlü bakışlardaki mânâyı çözebildin mi? İnanmışlık ve adanmışlık süzülüyor bu gözlerden...

Sevmek, huzur bulmakmış kalemim. Huzursuzluk nedir bilinmeyen bu şehirde, Sevgili’nin (sas) bütün güzelliğinin yansıdığı bu şehirde, ben de huzurluyum şimdi. Ayakkabıya alışmış ayaklarım acımıyor artık!

Şu küçük, kimsesiz çocuğun başını okşayan Hazreti Ömer (ra) değil mi? Hak ile bâtılı birbirinden ayıran Ömerü’l-Faruk. Adalete asıl mânâsını veren, adaletin en büyük temsilcisi... Neden korktun, neden ürktün ki kalemim? Aşka ihanet etmemişsek neden korkalım ki, doğunun ve batının kendisinden çekindiği Ömer’den. Gerçi sen de haklısın. O hep sâdık kaldı aşkına, riyasız bir sevgiyle bağlıydı Resulullah’a (sas). Zaten onun adaletinin kaynağı da, Sevgili’ye (sas) duyduğu bu aşktı. O aşk sayesinde, mâşûkunu örnek almıştı. “Kızım Fatıma bile hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim!” diyen Sevgili’nin (sas) izinden, oğlu Abdurrahman’ı bile cezalandırmaktan çekinmeden gitmişti.

Korkusundan çoçuğunu düşüren kadına diyet ödemiş, zımmîlerden bir ihtiyara maaş bağlamış, hattâ ölümüne sebep olduğu bir kuş için bile müşaverede bulunmuştu. Sevmek, canından vazgeçmekmiş kalemim. Sevgili’ye (sas) o kadar müştak idi ki Ömer (ra), kılıcını kuşanıp bütün Kureyş’e meydan okuyarak hicret etti Medine’ye. Can endişesi taşımadan... Sadece Cânân’a (sas) kavuşmayı düşünerek... Ey yüce Ömer! Buğulu bakışların yıktı bütün dayanaklarımı. Sevda lügatımdaki kelimeler silindi gitti. Ellerime kar yağıyor çöl sıcağında; üşüyorum, titriyorum. Sevgili’ye (sas) aşkından bir nebze istesem, görebilir miyim yıldızlara ışık veren yüzünü? Yalnızlığım bana bir zindan gibi bakarken, seninle hükümlü olsam güle, kelepçemiz gülden olsa...

Ne görsem aşk bu şehirde, rüzgâr bile seviyor, okşuyor insanı... Ve Mescid-i Nebevî karşımda... Sağ köşede, hasırın üzerinde uzanan biri var. Üzerinde eski bir örtü... Hz. Osman (ra) bu... Bir defa olsun Peygamber’in (sas) yüzüne dikkatlice bakamayan, hayâ sahibi insan. O’nun (sas) huzurunda, başındaki kuşu kaçırmak istemez gibi kıpırdamadan oturan, meleklerin kendisinden hayâ ettiği kahraman. Peygamber aşkıyla, öfkesini yok eden hilm sahibi Osman (ra). Neden utandın ki kalemim? Bugüne kadar yazdıklarından mı? Yoksa yazmadıklarından mı? Sevmek, sevdiğinin ahlâkıyla terbiye olmakmış kalemim. Ah, hayâ âbidesi Osman (ra)! Seni böylesi yakan, gözyaşlarının söndüremediği aşkından bir kıvılcım da bana versen. Ben de yansam senin gibi... Küllerimden çiçekler açsa, yüzü, Sevgili’ye (sas) bakan...

Şu kılıcı gördün mü kalemim? O kılıç ki Sevgili’nin sımsıcak aydınlığıyla büyüyen Hazreti Ali’nin (ra) kılıcı. O kılıç ki küfrün karşısında keskin, Peygamber (sas) huzurunda bir hurma dalı kadar narin... Ey aşkın fermanını yazan gül kokulu kılıcın sahibi! Kalemimi kılıcınla bilesem, ben de -Peygamber’in (sas) hicret ettiği gece yatağına yattığın gibi- canımı hiçe sayabilir miyim? Allah’ın rahmet soluğundan ibaret bu cana, aşkından bir tutam versen, korkulardan emin olarak feda edebilir miyim kendimi?

Bir bir seyreyle kalemim. Edep, tevazu, fazilet, muhabbet âbidesi, peygamber âşığı sahabe efendilerimizi. Hz. Bilâl’i (ra) meselâ. Demirden gömlekler giydirilerek güneşte kavrulduktan sonra Mekkeli çocukların elinde sokaklarda dolaştırılan, bütün işkencelere “Ehad, ehad!” haykırışlarıyla mukabele eden, taşınamaz taşları bağrında Sevgili’nin (sas) hayaliyle taşıyan Bilâl’i (ra). Her gün beş vakit, asırlara meydan okuyan sesiyle Sevgili’yi zamana müjdeleyen, muhtaç olan her sineye Sevgili’yi (sas) duyuran Bilâl’i (ra).

Anne ve babasının makamını Rasulullah’a (sas) veren, bu kutlu tercihle Peygamber ailesinden olan Zeyd bin Hârise’yi. “Sen, bizim kardeşimiz ve arkadaşımızsın.” dediğinde Sevgili, mescitten sevinç gözyaşlarıyla, uçarak çıkan Zeyd’i (ra). Sığınacak bir mecra ararken Taif’te Sevgili (sas), ona âdeta bir zırh olan Zeyd (ra) Hazretleri’ni. Taiflilerin attığı taşlar, toprak olmayı dilerken Hakk’tan, Taif halkına; “Bana atın taşları, incitmeyin Kâinatın Sevgilisi’ni!” diye yalvaran Zeyd’i (ra). Mute’de şehit olana kadar peygamber aşkıyla yanıp tutuşan, onu canından özge can bilen Zeyd’i.

Kalemim! Zikrini nefesinde taşıyan ağaçlardan yapılan kalemim! O’nun (sas) sevgisini dilesem, Nebi sevdasını dilensem ben de böyle yanabilir miyim aşkla? O’nu (sas) bilmek, sevmeye yeter mi? Bir el uzanışı kadar yakınken O’na (sas), canımdan yakınken, sinemde incim aynı zamanda çilemken, sürgün düştüğüm beldeden aşk şehrine gelmişken yıldızlar kadar uzak düşer miyim O’ndan? Ah, kalemim! Kalın dallı hurma korkulukları evim olsa. Hiçbir şeyim olmasa ama, O’nu (sas) bir kez görsem ve gömülsem mübarek ayaklarının dokunduğu bu mukaddes topraklara...

Bak kalemim! Sevginin öğretmenine bak! Peygamberin Medine elçisi Mus’ab bin Umeyr’e (ra)... Peygamber aşkıyla coşan yüreği, yerinde duramayan kalbi, ancak yine Sevgili’nin (sas) mübarek elleri dokununca okyanus derinliğine dönüşen Mus’ab’a... Uhud’da düşmanın dikkatini Efendisi’nin üzerinden çekmek için, şehadet şerbetini düşünmeden içen Mus’ab’a... Sancağı eline alıp, “Allahuekber” nidalarıyla meydana atılan ve önce sağ elini sonra da sol elini kaybedip sancağı pazularıyla tutan Mus’ab’a... Sancağı şehit olmadan bırakmayan ve en sonunda sancakla birlikte toprağa düşen Mus’ab’a...

Gör kalemim! Hepsini gör! Halid bin Velid’i, Abdullah ibn-i Mesud’u, Hz. Sümeyye’yi ve her biri bir yıldız olan sahabe efendilerimizi gör! Hazreti Sevban’ı gör, meselâ. Bir gün Peygamber’e gelip, “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsimden daha sevimlisin. Sen’i (sas) çocuğumdan daha fazla severim. Evimde otururken hatırlayıp da gelip Sen’i (sas) göremezsem rahat edemiyorum. Sen’in (sas) ölümünü ve kendi ölümümü düşününce hâlimden endişe ediyorum. Biliyorum ki, Sen (sas) Cennet’e dâhil olduğunda peygamberlerle olacaksın. Benimse Cennet’e girmem şüpheli. Girsem bile, Sen’inle (sas) beraber olamamaktan korkuyorum.” diyen Sevban’ı. Sevgisinin tertemiz gözyaşları Rahmân’ın kapısına düşer düşmez, “Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, işte o Allah’ın kendilerine lütufta bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaşlardır.” müjdesine mazhar olan Sevban’ı.

“Sevmek, Allah’a ve Resulüne itaat etmekmiş” diyorsun kalemim, bildim. “Kır artık belimi sahibim, yazmak bana ağır geliyor!” diyorsun. “Göm beni gül kokan, aşk tüten bu topraklara... At beni sahabe yüreklerinde yanan ateşlere, at ki hakiki sahibime kavuşayım, yanıp kül olayım!” diyorsun. Yakarışın son bulsun artık kalemim! Seni buz gibi, asfalt yollu, gri renkli betondan şehirlere götürmeyeceğim. Cehaletle sırçalanmış, sevmeyi bir yük sayan, aşk fakirlerinin masalarına koymayacağım. Kim bilir belki nurdan bir kalem olur, na’tlar yazarsın Sevgili’ye. Sevgiler şehrine, Sevgili’nin şehrine göçen kalemim, hicretin kabul olsun. Atıyorum seni Mekke çöllerine, fısıldıyorum kulağına, “Anam, babam sana feda olsun ya Resulallah!” diye. Yakıyorum, gün aşırı sevmelere alışmış benliğimi ve dönüyorum yüzümü sadece Sevgili’ye... En Sevgili’ye...

Yasemin Açıkgöz
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
tulips.jpg




Selamün Aleyküm gönlü güzel ablam..B)
Rahman c.c razı olsun inşallah hicret kokan güzel paylaşımınız için.. Kalem, Allah c.c ve Gül Resulü için yazıyorsa hicrettedir..Kurşununu, mürekkebini Sevgiliye damlatıyorsa, Maşuk için tükeniyorsa, kalem görevini bulmuş, damlalarının hakkını vermiştir..Ruhumuzu ve kalemimizi En Güzel'e ve En Güzel'in Habibi (s.a.v)'e iltica ettirmek duası ile..B)

Canım ablam güzel lalem için çok teşekkür ederim..Güzel yüreğinize sağlık olsun inşallah..Çok güzeldi..Allah c.c razı olsun inşallah..
Kıymetli anneanneme de Selamlarm, sevgilerim ve hürmetlerimle..Ellerinden öpüyorum inşallah..Dualarımdasınız ablacım..

Rahman c.c yar ve yardımcınız olsun inşallah her daim..
Hayırlı, nurlu ve feyiz dolu geceler dilerim ..B)

 

s.s.s

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Şub 2008
Mesajlar
2,871
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
47
Hoşgeldin kalbimize sevgili pişmanlık...

Hoşgeldin kalbimize sevgili pişmanlık...

Tenimizdeki çizik olmadan nasıl anlamıyorsak canımızın incinebilirliğini, pişmanlığın sızısı olmadan fark edemiyoruz içimizde saklı masumiyetin kırılganlığını.
Sessizce akıp giden suyun önüne çıkan bir çağlayan yahut kaya gibi suçlarımız; vicdanımızın sessiz bekçiliğini hatırlatırlar bize, girdaplar, fırtınalar katarlar masum sandığımız hayatımıza. Kendimizi masum ve günahsız, hatasız ve kusursuz bildiğimizde kalınlaşıveren, kalınlaştıkça da ruhumuzu sağırlığa hapseden demir perdeyi yıkar günahlar. Dokunulmazlığımız üzerine kurduğumuz sırça sarayın yıkılışını haber verir içimizde yükselen “ah!”lar. Gururun kalesinin yangına verilişine denk düşer hatamızın utancını kıpkızıl yüzümüze taşıdığımız anlar. Pişmanlığın o kekremsi tadı, o akrepsi sokulganlığı utançla tanıştırır bizi. Utançla tanıştığımızda da, utanabilen yanımızla, içimizde suskunca bekleyen vicdanımızla buluşuruz ilk defa. Film gibi hani… Sevdiğimizle çarpışmak gibi köşe başında; defterler kitaplar dağılırken havada, kalpler buluşur, gözler el ele tutuşur ya. O hata; o sakarlık, o dikkatsizlik, o sürçme, o ayak kayması, o kaza, utanabilen yanımızla tanıştırır bizi. “Ah!” ettiren her günah, bağışlanmanın ve affın, rahmetin ve gufranın serin pınarlarına susatır bizi.

Hiç istemeden olmuş gibi, kaza ile değmiş gibi sokulur günah ve kirler ruhumuzun billur sularına. Paslı bir bıçak gibi bulandırıverir kalbin duru ayazmalarını. Sular üzerinde rüzgâr ürpertisi gibi, dudaklarımızda içli yakarışların kıpırtısını başlatır hatalar. Yağmurun çöllerin kumunu yarması gibi, içimizin de içinde sancılı itiraflara kuytular açar günahların darbesi. Vicdanımızın kulağının dibinde fısıltılı hesaplaşmalara çağırır bizi pişmanlıkların nefesi. Utandırır bizi. Utandırdığı gibi, utanabilir olduğumuzu da hatırlatır bize. Yüzümüz kızarır, başımız öne eğilir, mahcubiyetle kısılır gözlerimiz, belki gözyaşı dökeriz. Müşfik bir baba gibi teselli eder bizi pişmanlığımız: “Ağlıyorsun ya işte; o işi yapmayı yakıştıramadın kendine. Sen elinle ettiğinden fazlasısın. Sen bile isteye ettiğin günahtan daha yukarıdasın…”

Kucağımızda hiç durmadan ağlayan bebek gibi, habire sızlanan bir hasta gibi buluruz pişmanlığı. Ne inkar edebilir, ne unutabilir ne acısını dindirebiliriz. Bırakalım öyle kalsın! Acısın. Kanasın. Ağlasın. Sızlansın. Dağlasın göğsümüzü. Yırtsın yüzümüzü. Kendi gözlerimizin içine baktığımızda, hemen yüzünü gösterip utandırsın bizi. Bizi bize gammazlasın. Acısına ihtiyacımız var pişmanlığın. Ya hiç acıtmasaydı günah kalbimizi? Ya pişmanlığın sızısı hiç yapışmasaydı yakamıza? Kurtulmak için çırpındıkça üzerimize atılıvermeseydi pıtraklar gibi? Kıvrandıkça, kıvrandıkça yine yeniden yakalamasaydı bizi bileklerimizden?

İyi ki öyle... Kaynağı saptanamayan ağrılarda hastalara, kural gereği, ağrı kesici verilmez. Çünkü ağrısı olmazsa, hasta çare aramaz. Kıvranmazsa, ağrının odağını bulmaya yönelik zahmetlere katılmaz, katlanmaz.

Pişmanlığın da soğuk sert taşlar gibi vurması beklenir ayaklarımıza. Hiç bitmeyen kışlar gibi soğuk buzlar düşürmesi gerekir alnımıza. Firari mahkûmlar gibi köşe bucak tedirginliklere mahpus etmesi istenir bizi. İlk fırsatta, saati geri alma telaşına düşmek, takvim yapraklarını yerine yapıştırma telaşıyla yanıp tutuşmak gerek. Günahı, ömrünün son deminde ak örtülere sarılmış adamı/kadını acı bir sırla kirletmek diye bilmek gerek.

“Kim aklar beni?” diye bütün kapılardan eli boş döndüğümüzde, “illâ O” diyecek çaresizliğin dizi dibine oturtmalı bizi pişmanlığımız. Rahmetin ve gufranın dergâhında kusurluluğumuzu ve günahkârlığımızı şefaatçi bilip öylece ümitlenmeliyiz ALLAH’tan. Hiç koşulsuz affedileceğimiz kapının eşiğinde umutla ve gözyaşıyla oturabilmeyi öğretmeli bize pişmanlık. Kimselere diyemediğimiz sırlarımızı kabuğunda sızlanan bir inci gibi rahmetin kucağına itiverme ihtiyacını tir tir titreyerek hissetmeliyiz pişmanlık göğsümüze sarıldığında. Ne kadar çok hata etmişsek etmiş olalım, sonsuz serin bir okyanusun maviliğinde kir pasımızı kimselere göstermeden yıkayıverme umudunu göğsümüzde cılız pınarlar gibi biriktirmeyi vaat eder bize pişmanlığımız.

Sevapça hiçbir şey edemediğimizi, ettiklerimizin de bize ait sayılmayacağını aniden görebilmek demektir günahların “ah!”ları. O’ndan korkup yine O’na kaçacak denli anaç ve müşfik olan rahmeti acıyan dudaklarımızla içmeyi sadece pişmanlığımız öğretir bize..

O tatlı Şebnem Ferah şarkısı gibi, “Sil baştan başlamak gerek bazen. Hayatı sıfırlamak. Sil baştan sevmek gerek bazen. Her şeyi unutarak, yeni baştan sevmek gerek.”

Sil baştan başlama telaşıyla affın boynuna sarılırız pişmanlığımızla. Sil baştan sevildiğimizi ummak adına rahmetin kucağına bırakırız gözyaşımızı. Sancıyan vicdanımızla, utanan yüzümüzle, ağlayan gözümüzle, titreyen dudağımızla içten bir özür, mahcup bir tövbe fırsatı sunar bize pişmanlığımız. Ya hiç olmasaydı pişmanlığımız? Hiç yakmasaydı canımızı? Ağrı hissedemeyen hastalar gibi yakardık rahmete yürüyen ayaklarımızı, kırardık affı avuçlayan ellerimizi.



SENAİ DEMİRCİ
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38

Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü.
Allah razı olsun kardeşim, Hayırlı geceler
Selam ve baki dua ile kalın.

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt