Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

SOKAKTAN MEKTUP VAR (1 Kullanıcı)

SOKAKTAN MEKTUP VAR

  • EVET OLABİLİR.

    Oylama: 0 0.0%
  • HAYIR OLAMAZ.

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ Bİ FİKRİM YOK

    Oylama: 0 0.0%
  • ABD DEN HERŞEY BEKLENİR

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ BİRİ

    Oylama: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0

kehle

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Mar 2008
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Kehle!bir Edebiyat Fanzini

Kehle!bir Edebiyat Fanzini

KEHLE FANZİN İLK SAYISI İLE YOLA ÇIKTI. İLK SAYISINDA BİR MANİFESTO YAYINLAYAN FANZİN, SANATININ 50. YILINDA ERDEM BAYAZITI ELE ALIYOR. YİNE UĞUR IŞILAK ÜZERİNE BİR ÇALIŞMANIN YER ALDIĞI FANZİNDE KÖYDE METROPOL EDEBİYATI ÜRETEN MUSTAFA YÜCEER İLE RÖPORTAJ YAPILMIŞ. FARKLI ÇİZGİ VE MİZAMPAJIYLA FELLUCE VE TÜRBAN KONUSUNA DEĞİNİLMİŞ. BİLGİSAYARINIZA İNDİRMEK İÇİN LÜTFEN AŞAĞIDAKİ LİNKİ TIKLATINIZ. KEHLE AİLESİ YORUMLARINIZA ÖNEM VERMEKTEDİR. HER TÜRLÜ GÖRÜŞ İÇİN İRTİBATA GEÇİNİZ. TEŞEKKÜRLER... KEHLE AİLESİ
İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ
File Hosting - Web Hosting - Dedicated Server
 

gecekondu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
1,726
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Aşıklar Diyarı
Sen ıslah ettin yüreğimi, huzuru oldun kalbimin. Bense nice sıkıntılı dostlarıma, yüreğimdeki senden bir buket sunup, huzur veremedim ya Resûlallah!



selamun aleyküm kardeşim Allah razı olsun çok güzeldi ... sıkıntılı dostlarıma yüreğimdeki senden bir buket veremedim ya resullallah :(
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Sen ıslah ettin yüreğimi, huzuru oldun kalbimin. Bense nice sıkıntılı dostlarıma, yüreğimdeki senden bir buket sunup, huzur veremedim ya Resûlallah!



selamun aleyküm kardeşim Allah razı olsun çok güzeldi ... sıkıntılı dostlarıma yüreğimdeki senden bir buket veremedim ya resullallah :(


aleykum selam kardeşim gözlerine saglık amin inşallah rabbim senden de razı olsun
rabbimize emanetsin inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>
 

gecekondu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
1,726
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Aşıklar Diyarı
Sağa çektim Bekliyorum ..!!

Sağa çektim Bekliyorum ..!!

BİRAZ UZUN OLDU AMA LÜTFEN SABIRLA OKUYUN!!

Bu bir şizofrenin hikayesidir…
Şizofreni, zihin bölünmesi anlamına gelen bir hastalıktır.Biyolojik ve genetik faktörlerin yanı sıra, özellikle eğitimde tutarsızlık, verilen çelişkili mesajlar yahut belirsiz, anlamsız, korkutucu olaylar ruhsal dünyada bir parçalanmaya yol açabiliyor, bu da sonunda gerçeklerden tamamen kopma ve bir hayal dünyasında yaşama sonucunu getirebiliyor.
Bu hastalığa yakalanan delikanlı, o noktaya gelene dek neler yaşamıştı kimbilir?
"Ben iyiyim doktor abi, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim, bekliyorum." Böyle demişti Hüseyin, daha odaya ilk girişinde. Onsekiz yaşındaydı.


Şizofreni hastasıydı. Gözlerinde hayalet görmüşçesine bir korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu. Çocuk gibiydi tavırları.




Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir çocuğun o problemsiz, saf dünyasına dönmüştü sanki. Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya kapılarını kapatmıştı. Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı. Neyi neden yaptığını, ne zaman ne yapacağını kestiremiyordu ailesi. İnsanlardan kaçıyor, bazen kendi kendine bir şeyler konuşup gülüyordu. Ama gariptir, halinden memnun görünüyordu. Ve yerli yersiz aynı sözü tekrarlayıp duruyordu: "İyiyim ben, iyiyim. Sağa çektim, bekliyorum."



Çocukluğundan ilk hatırladığı, babasından yediği bir tokattı. Oyundan eve biraz geç gelmiş, evdekiler onu çok merak etmişlerdi. "Geldim işte, sevinin" dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu bakışları, yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı. Neye sinirlenmişti babası, bilemedi. Çok korktu ve yatağına gidip ağladı.



Babasının asabi olduğunu, bazen işten gergin geldiğini, o yüzden ufak şeylere sinirlendiğini, aslında iyi bir insan olduğunu zamanla annesinden öğrenmişti. İyi de, kendisinin ne kabahati vardı ki? Hem babası " Sizin için çalışıyorum, ablanın ve senin geleceğiniz için yoruluyorum" Demiyor muydu? Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu için bizi dövmesi nasıl işti? Bizden intikam mı alıyordu yoksa?

Neden ki?



Bazen Aslan oğlum, akıllı oğlum derdi babası kendisine, bazen de salak, haylaz! Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini kemiriyordu. Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime

güvenebilirdi ki?



Annesi, babasının aksine, çok şefkatliydi. Bir o kadar da evhamlı. Devamlı peşinde dolaşır, hasta olacaksın? der, başka şey demezdi. Bu aşırı ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama seviyordu kendisini ve dövmüyordu ya; yetebilirdi bu. Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi gerekiyordu ama, olsundu. Hep sevildiğini bilmek güven vericiydi zira.



Ama hayır; maalesef her zaman sevmiyordu annesi onu. Uslu olduğu zamanlarda geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani. Annesinin hoşlanmadığı birşey yaptığında “Seni doğuracağıma taş doğursaydım?” sözünü sık sık duydu. Bir gün dayanamayıp acaba benim gerçek anne-babam siz değil misiniz? Sorusunu sorduğunda, annesi öfkeli gözlerle “Saçmalama salak!” diye bağırdı. Bu cevap acaba ne anlama geliyordu?



Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi. Daha doğrusu, öyle hissediyordu. İçeriden bağırışlar gelir, yanlarına gidince susarlardı. Bir şey yokmuş gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir gerginlik olurdu. İçini dağlardı bu gergin dönemler. Neydi problem, anlayamadı hiç. Neden anlatmazlardı ki? Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet etsinlerdi. Böylesi daha mı iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk olmuştu

artık.



Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyfi biraz yerine gelirdi. Anne baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında gülümserlerdi çünkü. Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan görmek hoşuna

gidiyordu. Hoşuna gidiyordu da, neden biz bize iken böyle davranmıyorlardı ki? Biz komşulardan daha mı değersizdik?



Saflık derecesindeki patavatsızlığı misafirliklerde başına dert oldu. Anne-babasının evde “Keltoş” dedikleri komşu evlerine misafir olduğu bir gün ona “keltoş” diye seslenince, buz gibi bir hava esmişti. Ablası çimdikledi. Yanlış mı söylemişti adını yoksa? Adı bu değil miydi? Niye öyle diyorlardı o zaman?



Gelen giden arttıkça, çelişkiler de artıyordu. ?Yine mi o gıcık tipler geliyor?”Aman efendim ne iyi oldu da geldiniz”…O Ayten de çok saçmalıyor canım…”Haklısın Aytenciğim, naaparsın” Keşke evde yok deseydin oğlum…İnanın çok özlemiştik.?



Bir kenara çekilmiş, sessizce izliyordu çoğunlukla. Bu karmaşık oyunun kuralı acaba neydi?



İlkokula başlayışını, evdeki sıkıntılardan kaçış olarak, sevinçle karşılamıştı. Ama siyah önlükler, anlamsız kısıtlamalar olmasa daha iyi olurdu. Hele bazen bayat nutuklar atıp bazen de öfkeyle bağıran asık

suratlı öğretmenler olmasa çok da güzel olabilirdi. Nutuklarda başka konuşuyorlardı, koridorlarda başka. ..Gelecek sizin elinizde…Siz haylazsınız!..Okuyup büyük adam olacaksınız…Adam olmazsınız siz!? "Bu ülkenin umudu sizlerde… Sizi her gün dövmek lazım!" "Atatürk bu ülkeyi sizlere bıraktı… Aptallar!"



Anlayamıyordu çoğu şeyi. Atatürk’ü öğretmişlerdi ona önce ve sonra ve hep…beden eğitimi dersinde bile. "En büyük o! Bizi kurtardı. Bir millet yarattı." Ama Hüseyin dedesinden "Allah en büyüktür, tek yaratıcı Odur" diye öğrenmişti. Bir gün öğretmenine "Allah mı büyük, Atatürk mü?" diye sordu. Öğretmen ters ters baktı ve "Böyle saçma soruları bir daha sorma; fena olur" dedi. Korktu yine. Korkmaya alışmıştı zaten. Korkutucuydu dünya. Nasıl korunacaktı?



İlkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda kopya çeken bir arkadaşını sınıfın ortasında evire çevire dövmüş, hatta bacağını kanatmıştı. Kopya kötüydü, çekmemeliydi. Hiç çekmedi de. Son sınıfta ilkokullar arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final yarışmasında öğretmeni yanlarına yanaştı ve "Şöyle bir soru gelecek, cevabı da şu" diye fısıldadı. Duymazdan geldi. Kopya kötü değil miydi? Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde. Yarışma sonrasında öğretmen "Beni niye dinlemediniz? Size cevabı söyledim. Ya yarışmayı kaybetseydiniz?" diye bağırınca, kafası iyice karıştı. Bir gün birisi ?Bunlar kamera şakasıydı? diyecek diye bekliyordu. Ama ya değilse?



Bir de kafasındaki çelişkileri tutabilseydi! Anlaşılan, onları kendi kendine ve kendince çözmesi gerekecekti. Yapabilirse?



Susmak çok iyiydi aslında. Zaten ilkokulda öğretmenleri hep "Susun! Çok konuşmayın bakayım!" derdi. Ama lisede öğretmenler "Niye aval aval bakıyorsunuz, derse katılın biraz, sizin gibi koyunlar yüzünden bu millet geri kaldı!" deyince, sessiz ve uslu olma konusunda da çelişkide kaldı.



Büyümeseydi keşke. Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne iyi olurdu. Zaten genellikle odasında tek başına oyuncaklarıyla oynamasına, onlarla konuşmasına annesi; “Hâlâ çocuk gibisin” diye tepki gösteriyordu.



Ergenliğe girdiğinde garip şeyler yaşamaya başladı. Öteden beri bildiği bedeninde o güne dek bilmediği şeyler oluyordu. Ama kimseye soramadı. Kimse de, ne olup bittiğini ona doğru düzgün anlatmadı. Ayıp deyip sustular. "Kızların şeyi var mı?" sorusunun cevabını bile arkadaşlarıyla baş başa verip üç ayda öğrenebildi. Yine o dönemde öğrendiğini sandığı bir yığın şeyi düzeltmesi yıllarını alacaktı.



Zaten kızlardan yana başı dertteydi hep. Çıktığı bir kız olmadığı için arkadaşları kendisiyle alay ediyorlardı. Üzülüyordu. Neredeyse sırf bu

alaylardan kurtulmak için, hoşlandığı bir kızı gözüne kestirdi. Ders aralarında onunla konuşmaya başladı. Hatta ona âşık oldu bile denilebilirdi.Ama bu kez de âşık olmasıyla alay edildi. İnsanlar neden böyleydi ki?



Bir gün teneffüste hoşlandığı kıza ?Seni seviyorum? demek geldi içinden. Dedi de. Ama kız ağlamaya başladı. Hatta kendisini öğretmene şikayet etti. Tabii ki, dayak yedi öğretmenden. Çok üzülmüştü. Durumu düzeltmek için kızın yanına gitti, özür diledi ve “Tamam, seni sevmiyorum” dedi. Ama kız buna da ağladı. Yine şikâyet edildi, yine dayak yedi, yine anlayamadı neler olup bittiğini. Şu kızlar da garipti doğrusu.



Okul dışındaki kızlara yöneldi ilgisi. Yaşça büyük, tecrübeli ağabeylerle gezmeye başladı. Çok şey öğrenebilirdi onlardan. Öğrendi de. Caddelerde gezip, gelen geçen kızlara laf atmaya başladı. "Uf abi, şu kıza bak, çok güzel." "Hakikaten Hüseyin, ne kız bee? Sana bakıyor oğlum, asıl şuna." "Yok abi şu gelene asılayım. Baksana o daha hoş. Değil mi Ali abi?" Değildi maalesef. “Daha hoş” deyip laf attığı kız, Ali abisinin kız kardeşiydi.

Birkaç küfürle paçayı kurtardı. Sahipsiz kızlara asılmak iyiydi,

sahipliler ise bacımız olurdu. Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim gibi birilerinin ablası yahut kardeşi değil miydi? Acaba şu an ablasına kim nerede laf atıyordu? İğrendi bu çifte standarttan. Çözemedikçe çözülüyordu.





Kur?ân okumanın ve ondaki emirlere uymanın çok güzel olduğunu öğrenmişti lise yıllarında. Anne babası Kur?ân okumazlardı, ama “Okumak lazım”iyidir? derlerdi. ?Okumak lazım, iyidir? derler, ama okumazlardı. Normaldi artık bu çelişkiler; pek üstünde durmadı. O okudu, etkilendi. Namaza başladı.



Kızlarla mesafeli olması gerektiğini de öğrenmişti. Kız arkadaşlarıyla samimiyetini azalttı. Bira içmez oldu. TV izlemedi, sohbetlere gitti. Bir gün anne babasını fısır fısır konuşurken gördü. O akşam babası onu karşısına alıp konuşmaya başladı. Bir problem olduğunu anlamıştı. Bir problem olmasa babası onunla konuşmazdı çünkü ancak bir problem varsa konuşurdu.



Sonunda babası dilinin altındaki baklayı çıkardı: "Evladım, aşırı gitme. Namazını da kıl, gereğinde bara, pavyona da git. Kur’ân da oku, kızlarla gezip içki de iç. Dengeli yaşa." "Nerede yazıyor bu denge baba?" diye sordu. Babası sinirlenip "İşte burada yazıyor" dedi ve avucunu gösterip yanağına okkalı bir tokat yapıştırdı. Ağlamıyordu artık. Etkileniyormuş gibi yapmaya çalışıyordu. Ama direnci zayıflamıştı. Kur’ân?ı da, namazı da bıraktı.



Evlerinde televizyon hep açık dururdu. Bazen açık-saçık programlar olurdu. Spiker; Şok, Şok! Şu rezilliğe bakın!? diye ekranı inletirken bir yandan da o rezillikler en ayrıntılı biçimde gösterilirdi. Babası da hem onları seyreder, hem de "Tövbe, tövbe! Başımıza taş yağacak; şunların yaptıklarına bakın" derdi. Hüseyin "Baba, başka kanala geçelim" deyince de, "Biraz bakalım canım, meraktan izliyorum zaten, neler olup bitiyor bilmek lazım" diye cevap verirdi. Babasının bakışlarında merak denilemeyecek garip bir pırıltı olurdu oysa. Hüseyin farkındaydı bunun.



Lise son sınıfta siyasetle ilgilenmek ama aşırı gitmemek gerektiğini öğrendi; nasıl olacaksa? Ve haber programlarını izlemeye, gazetelerdeki köşe yazılarını okumaya başladı. Birçok şey öğrendi; özellikle dış politika konusunda. Batılı olmak lazımdı. Batılılar bizden üstündü. Yok hayır, biz en üstündük. Sadece, biraz geri kalmıştık. Ama en güçlü, en akıllı bizdik. Bu millet adam olmazdı. Biz Batılıları seviyorduk, ama onlar bizi sevmiyordu. Onlar bizi sevmediği için biz de onları sevmiyorduk. Ama onlar gibi olmalıydık yine de. Sevmeliydiler bizi, biz onları sevmesek de.



Zihni iyice dağılmaya başlamıştı. İçine kapanmaya başladı. Odasından çıkmamaya başladı. Hayallerle avundu. Hayallerinde herşey netti, kontrolü altındaydı. En iyisi buydu galiba. Ama annesi neden ona garip garip bakmaya başlamıştı…



Askere gitmeden önce bir işe girip çalışmak istedi. Birkaç yere başvurdu. Torpilliler yüzünden ilk başvurduğu yere alınmadı. Babası öfkelendi. "Bu torpil yüzünden memleket batacak" dedi. Bir hafta sonra ikinci başvurduğu yer için torpil bulunca sevindiler. Başkası lehine olunca kötüydü torpil. Ama, biz yapınca iyi oluyordu.



İşyerinde bir kıza âşık oldu. Tutunacak bir dal arıyordu bu çalkantılar arasında. Her şey bozulmuştu, o kız tertemizdi. Onunla hayatı sihirli bir değnek değmişçesine değişecekti. O da Hüseyin’i sevecekti mutlaka, hatta seviyordu galiba. Zaten geçen gün işyerinde sudan bir sebepten bağırmıştı ona; tıpkı küçükken annesinin yaptığı gibi. Seviyordu kesin, ama tutucu bir aileden geldiği için bunu pek belli etmiyordu. Özellikle sessiz, mazbut bir kız oluşundan hoşlanmıştı onun. Ama yaz gelince son hayal kırıklığını yaşadı. Sevdiği kız bazen kısacık etekler giyiyordu. Otururken de, görünmesin diye eteğini habire çekiştiriyordu. Niye kısa giyiyordu ki o zaman? Uzun giyse rahat ederdi. Dayanamayıp bunu söyledi bir gün. Kız utançla karışık gülümsedi, ama giyimini değiştirmedi. Sonra bir gün onun yazın plajda bikiniyle dolaşıp erkek arkadaşlarıyla denize girdiğini öğrendi. "Nasıl yani???"



Karşımda oturmuş kendi kendine konuşup gülen bu delikanlı, aslında kendince kurtuluşu seçmişti anlaşılan. Çocukluğundan beri bu hayatı, bu insanları çözememiş, doğru bir pusula, tutarlı bir rehber bulamamış, çifte standartların, yaman çelişkilerin çekiştirmesine daha fazla dayanamamış ve huzuru ancak gerçeği reddederek bulmuştu işte. Bu kuralsız trafik, üstüne gelenler, arkadan sıkıştıranlar, yol isteyenler, küfredenler yüzünden, hayat yolculuğunda sağa çekmişti. Bekliyordu.



"Ben iyiyim artık, hiçbir şeyim yok doktor abi, çok iyiyim ben. Sağa çektim, bekliyorum." ……..
 

salih_43

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ocak 2008
Mesajlar
366
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
SelamunAleykum cok güzel bir
paylasimdi ALlAH RAZI OLSUN
Selametle...
 

ysmnkaos

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Ağu 2007
Mesajlar
1,327
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
16
Konum
kaosşehristanbul
selamünaleyküm kardeşim...:T
çok ilginç bir konuydu... ama bir o kadarda reel....
günümüzde bu paradoksların çıkmaz sokaklarında yolunu şaşırıp kaybolanlar o kadar çokki...
hayatımız bir karmaşa....
ne inandığımızı yaşayabiliyoruz, nede yaşadığımıza inanabiliyoruz...
ama herşey gibi bunun kökeninde de cahillik mevcut...
Rabbim şaşırmayan ve şaşırtmayan kullarından olmamızı nasib etsin...
ALLAHA EMANET OLUNUZ
 

cerennurum

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Ara 2007
Mesajlar
1,298
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
48
yarısını okuyabildim çocuklara kahvaltı yaptırayım devam ederim hayırlı sabahlar
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
47
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
Kalbini atınca İnşallah'ın asude iklimine

Kalbini atınca İnşallah'ın asude iklimine

Asil bir sukunetin dizi dibinde nefeslenmektir 'insallah'!!


Varlığın sarp yokuşlarında nefesi kesilir insanın.


Dudağına değince “İnşallah!” sözü; varlığı yoktan var edenin, yokluğu hiç sebepsiz varlığa doğru genişletenin iradesinden nefeslenir.


Zamanın dar köşelerinde sesi eksilir insanın.


Sesini bürüyünce “İnşallah!” kelamı, zamanı genişletenin, ömrü ebede bitiştirenin dilemesinden beslenir.


Gündelik telaşların hızla inip kalkan göğsünde aklı daralır, kalbi yorulur insanın.


Kalbini atınca “İnşallah!”ın asude iklimine, aklı aklanır, kalbi durulur.


Dünyevî önceliklerin hazla gidip gelen sarkacında ruhu hoyratça savrulur insanın.


Yüzüne gülünce “İnşallah!”ın muştusu, ruhu sılaya taşınır, hüzünleri yağmurda ıslanır.


Asil bir sükûnetin dizi dibinde nefeslenmektir “İnşallah”...


“Ben benden ötesine teslimim...” diye/bilenin inşirahıdır “İnşallah”.


Kendi varlığının yükünü zayıf omuzlarından atıp hafiflediğinin resmidir “İnşallah”.


Kendini kendinden öte taşıyan/taşıran insanın kabuğunu zorlayışıdır “İnşallah”..


“Ben buradayım ama burada kalmaya razı değilim...” diye/bilenin meydan okuyuşudur.


Ellerine kudret elinin sarıldığını, gözlerine bin kutlu nazarın ışık olduğunu, yüzünü çevirdiği her yönde tek ve bir teselli vechinin beklediğini ilan edişidir.


Kalbine yüklenmiş dağları bir nefeste silip süpürmektir inşallah.


Varlığın koynuna tutunmuş insanı sonsuzluğun ufkuna doğuran bir sızıdır “İnşallah”...


İnşallah, sebeplerin kör kuyusuna uzatılan ışıltılı bir kovadır.


Ağaç köklerini ve toprağı kucaklaştıran “İnşallah”tır; toprağa hayat bahşetmektir, taşa pınarlar dilemektir.


“Allah dilerse” tohum toprağa katışır; toprak ve tohumun boş ellerine çiçekler sunulur, kurak avuçlarına hayat akıtılır.


Nereye indiklerinden habersiz, rüzgâr nereye eserse oraya gitmeye hevesli yağmur taneleri, “Allah’ın dilediğince” boynu bükük toprağı sevindirir, güllerin al yanağına gözyaşı olur, sabahın ak göğsüne şebnem diye tutunur.


“Allah’ın dilemesiyle” sert ve ağır taşlar, ince ve nazenin köklere yol olur; o latif güzellerin kalplerine dokunmasıyla yollarında toprak olur.


İnşallah, Yusuf’un[as] kuyuya iten hainlerin tuzaklarının itildiği kuyudur.


O’nun dilemesidir ki Yusuf’u kuyudan çıkardı, kuyuyu Yusuf yüzlülere sırdaş eyledi.


İnşallah, Yusuf’u[as] ucuza satan bezirgânları yok pahasına satan sırdır.


O öyle istedi ki, kölelik ve kulluk Yusuf’la nice kralların erişemeyeceği şeref ve itibar bilindi.


İnşallah, İbrahim’i[as] ateşe savuran ateş yüzlülerin kavrulduğu ateştir.


O öyle diledi ki İbrahim’in teninde ateş güle çevrildi, alevin yanağından serinlik devşirildi.


Dudak ile tebessümü birbirine yapıştıran sırdır “İnşallah”...


Yüzün yüzüne düşen hüzünleri dağıtan dokunuştur “İnşallah”...


İki kalb arasındaki soğuk mesafeleri eritip ısıtan ateştir “İnşallah”...


Güneşin alevlerini gülün yanağına al al indiren serinliktir “İnşallah”....


Kelimelerin suskun hecelerinin koynuna anlamlar sunan hikmettir “İnşallah”...


Sesleri söze bürüyerek birbirine bitiştiren, kaynaştıran mayadır “İnşallah”...


Göğüslere nefesleri ele avuca gelmez, dokunulmaz, şeffaf bir genişlik olarak dokunduranın tenezzülüdür “İnşallah”....


“Elif”tir İnşallah...


Varlığın alfabesinde dimdik duruştur.


“Lâm”dır İnşallah...


Yokluğun koynunda dupduru bir b/akıştır.


“Mim”dir İnşallah...


Hicranın solgun yanağına dosdoğru bir Muhammedî eğiliştir
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
emeğine sağlık kardeşim...çok güzel bir yazı daha. ALLAHa emanet olunuz...selamünaleyküm...
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selamün Aleyküm kardeşim.
Rabbimiz c.c razı olsun bu değerli ve güzel paylaşımınız için.
Rahman c.c'nin izni ve dilemesinin bir senedi olan bu kelamı, hayatımızda alışkanlık edinenlerden oluruz inşallah..Emeğinize, gönlünüze sağlık olsun kardeşim..Rabbimize emanetsiniz.Selam ve dua ile. B)
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
47
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
Selamün Aleyküm kardeşim.

Rabbimiz c.c razı olsun bu değerli ve güzel paylaşımınız için.

Rahman c.c'nin izni ve dilemesinin bir senedi olan bu kelamı, hayatımızda alışkanlık edinenlerden oluruz inşallah..Emeğinize, gönlünüze sağlık olsun kardeşim..Rabbimize emanetsiniz.Selam ve dua ile. B)
aleyküm selam aliye kardeşim
inşallah inşallah ne güzel bir kelime degilmi ne güzel bir nimet tüm sıkıntıların çözüm noktası gibi herşeyi yaradana havale etmek "o" isterse "o " ol derse olur demek.dilimizden bu sözcük kalbimizden teslimiyet eksik olmasın sagol kardeşim rabbime emanetsin
hayırla kal
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Aglama Meleğim

Aglama Meleğim

Ağlama Meleğim

Ağlama meleğim, kendini mahvetme!...
Başını eğip de "Başlarını açamasak bile baş eğdirdik" dedirtme... Unutma, "Şeref ve üstünlük Allah'ındır, bir de Resûlünün ve müminlerin"...
Sana "başını ört!" diyen Allah böyle buyuruyor.

Sen başını yiğitçe örterek gerçek kişiliğini ortaya koydun... başörtünü inancınla bütünleştirdin...
Onu kimliğinin bir parçası haline getirdin ve böylece dünya aleme "Ben müslümanım" diye haykırdın... Başını örtmeni emreden Allah'a yemin ederim, sen bu yiğit duruşunla her zaman şanlı ve
galipsin...
Seni mağlup edecek adam daha anasından doğmadı...

Senin başın dumanlı dağlardan daha yüce... Başörtün bulutlardan daha güzel...
Cennette Allah, ayın on dördü gibi ayan beyan görüldüğü zaman,
eminim o gün sen, Kâinatın Rabbini, daha yakından göreceksin o yücelerdeki
başınla...

Seni ezmek isteyene ezilme!..
Allah'ın sana doğduğun gün verdiği hakkı söke söke almaya çalış!...
Bu gün vermezlerse yarın verecekler.

Yorulduğuna, yıprandığına üzülme...
Dünya didinme ahiret dinlenme yeri...
Rabbine kavuşuncaya kadar mü'mine rahat yok...
Rahat cennette, o ebedi yurdumuzda...
Dünya denen şu ağacın altında biraz nefeslenip yeniden yola
koyulacağımızı aklından çıkarma...

Ayağımıza batan dikenler bizi yıldırmasın...
Belli ki cennet yakınımızda...
Çünkü cennet dikenlerle çevrilidir...
yorgunluk, sürekli hastalık, tasa,
keder, sıkıntı ve gam, hatta ayağa batan dikene varıncaya kadar başa gelen her şey müslümanın hatalarının bağışlanmasına vesiledir... Allah hayrını dilediği kişiye sıkıntı verir...
Biraz korku, biraz açlıkla imtihan bizim kaderimizde var...

Çetin bir imtihandasın, dayan...
Seni zor yıldırmasın...
Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır...
Şüphesiz her güçlükle birlikte bir kolaylık...
Ve Allah sabredenlerle beraberdir...

Kainatın Efendisi şu dünyada rahat yüzü görmedi...
Öz yurdunda, müslüman kimliğiyle yaşayamadı...
Zalimler bastırdıkça o dayandı...
Her şeye Allah için katlandı...
Ama davasından taviz vermedi...
İyice tıkandığı zaman, yurdunu terk edip hicret etti...
Boynu bükük, gönlü kırık, boğazında hıçkırık gurbet ele gitti... Çünkü Allah'ın arz-ı genişti...
Gittiği yere İslam'ın ışığın götürdü...
İnsanlar bilmediklerini öğretti...
Gerçek varlığı, gerçek hayatı, gerçek mü'mini...
Ve bir gün yurduna zaferle girdi...
Onu öldürmek isteyenler ondan aman dilediler...
Zulmün süngüsü düştü, cihanın tarihi değişti...
Gerekirse sen de git...
Mekke devrini yaşayan topraklara Medine'yi getir...
Sabrın meyvelerini devşir...
Sen varsın Allah var, dünya var, ahiret var... Bunlar inkarı mümkün olmayan gerçekler...
Sen ebediyetin kokusunu almış bir bahtiyarsın...
Gönüllere cennetin kokusunu sen taşıyacaksın...

Her şeyi diplomadan ibaret sanma.. Ashab-ı Kirâmın diploması yoktu...
Tâbiînin diploması yoktu... daha sonra gelen İslam büyüklerinin de diploması yoktu...
Ama dünyanın bir ucundan diğer ucuna İslâmı onlar götürdüler...
Bir an bile susmadan kainatı çınlatan ezanı gök kubbeye onlar perçinlediler...
Bir gün medreseler açılıp da diplomalı tahsil başlayınca, büyüklerimiz çok üzüldüler; artık ilmin sonu geldi dediler...
İlmin sonu gelmedi, yine devam etti ama, Onlar sırf Allah rızası için okuyup okutmanın daha bereketli olacağına inancından vazgeçmediler...
Büyüklerimizin aydınlık yolundan ayrılma...
Elinden diplomayı alanlar ağzını da bağlayamazlar ya...

İşte sen o büyüklerin izinden gideceksin...
Sen peygamber yurdunu ev ev dolaşarak aydınlatan sahâbî analarımız gibi, ev ev dolaşarak yurdunu aydınlatacaksın... Peygamberimizi, kendine örnek alacak, onun ahlakını
özümseyeceksin...
Yüzünden eksilmeyen tebessümünle; insanları hoş görüp
bağışlama merhametinle; gösterişe pirim vermeyen sadece yaşayışın ve eşsiz tevazuunla; müslüman hanıma en çok yakışan o zarif nezaketinle; herkesi imrendiren iffetinle; özü, sözü doğru güvenilir şahsiyetinle; elinde olanı başkasıyla paylaşmaktan zevk alan cömertliğinle; tabansızlara pabuç bırakmayan cesaretinle; haksızlığa haddini bildiren asil öfkenle; Allah için
gözyaşı dökmeyi ihmal etmeyen duygulu halin, ibadet ve tâatinle; özellikle de dilinden düşürmediğin dua ve zikirlerinle gittiğin yere Peygamber kokusu götüreceksin...
Seni görenler Peygamber'i görmüş gibi sevinecekler; evimize
Peygamber nefesi geldi diye bayram edecekler...
Başındaki o aziz örtüye "siyâsal simge" diye seni mektebi kapısında işkenceye tâbi tutanlar yapmasa bile, onların çocukları utanıp senden af dileyecekler...

Sen ağlama yavrum, senin işin çook...
Sen torunlarımı büyüteceksin...
"Bismillâh" diyerek emzireceksin onları, zemzem kadar temiz, ak sütünle...
Konuşmaya başlarken kelime-i tevhidi öğreteceksin onlara...
"La ilâhe illallah" diye diye büyüyecekler...
Dillerine, gönüllerine, beyinlerine Allah kelâmını nakşedeceksin, silinmemecesine O nur topu yavrular,
"Bismillâh" diyerek dikecek kelime-i tevhid fidanını dikecek bütün
gönüllere...
Aşkla sabırla teenni ile...
Usanmadan, bıkmadan, yılmadan...
İşte o zaman güzel yurdum bir cennet olacak. Orada hiç kimse
horlanmayacak... İnansa da inanmasa da...
Gözyaşını boşuna harcama...
Ağlamasını bilmeyen elbette bizden değildir.
Daha iyi kulluk edemedim diye ağla...
Allah için gözyaşı dök...
Resûlullah'ın karasevdalısı ol...
Seccaden kurumasın kızım.

alıntı
 

Mustafa Cilasun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2007
Mesajlar
4,488
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
67
Konum
Kayseri
Web Sitesi
www.facebook.com
Mecburdum!

Mecburdum!

Günlerden Perşembe, yıl 1995, yöneticilik yaptığım bölge şefliğine, kümbet bölgesinin şefliğini yapan, Mak. Müh. Yusuf Bey geldi.

Biraz şaşırdım, mesai dâhilinde ve bölgesinden hayli uzak sayılan bir mekâna, zatımı ziyarete gelmişti! Her neyse, hoş, beşten sonra Yusuf beyin sıkıntılı olduğunu gözlemledim.

Hayırdır Yusuf bir durum mu var diyerek kelam ettim. Hemen bekliyormuş gibi ağabey hiç sorma, durum kritik demez mi! Haliyle daha çok şaşırdım!

Nedir mesele diyerek yeniden sordum!
Ağabey Yakup Yamanı, yanıyorsun değil mi dedi.
Elbet te tanıyorum, senin baş şoförün değil mi dedim. Evet, ağabey doğru dedi.

Peki, ne olmuş dedim.
Bu adam servise çıktığında, liseye giden bir kız çocuğunu, müşterilerin indiği bir anda, sıkıştırarak korkutmuş ve cinsel istismara yönelmiş.

Zavallı kız çocuğuna, bir kimseye söylersen seni, rezil ederin diyerekten tehdit etmiş!
Bu kız, korkusundan birkaç kez çıkmak zorunda kalmış ve artık dayanamadığından, ağlayarak bana konuyu anlattı.

Ben gizlice takip ettim, gerçekten tehdit ediyordu.
Çaresiz kaldım ve ne yapacağımı bilemediğimden sana geldim dedi!

Bak Yusuf durum tehlikeli, seni ezer geçer, sen şimdilik sessiz kal, ben mutlaka bir çaresini bulurum, diyerek yolcu ettim.

Yüzüm kızardı!
Hiddetim arttı!
İçim kan ağladı!
Körpe bir kız çocuğuna, bu zulüm, nasıl yapılırdı!

O gece uyuyamadım!
Bir strateji geliştirmeliydim.

Bir gün sonra, icradan sorumlu daire başkanı, teftiş yapmak maksadıyla ziyaretime geldi. Aramız oldukça iyiydi, çalışmalarımı takdir ederdi!
Öğle saatleri olduğundan, yemek ikram ettim, radyo da hüzzam bir eser çalıyordu, biraz sesini açtım, bu durumdan keyif aldı.

İçimde kanayan yarayı, ilmi siyasetin ritmik vurgularıyla, teneffüs etmeye başladım.

İlk olarak, mevzua girmeden, ilgili kızın ismini zikrederek, kanaatini sordum.
Konuya vakıfmış, fakat hiç beklemediğim bir üslupla, …miş ki, sen kendi bölgene bak, başka şeylerle ilgilenmeyi bırak deyince!

Öyle bir afalladım ki, gözlerine hiddetle baktım.
Aniden kalkarak, kapıyı çarparak, mıntıkayı terk etti!

Diğer gün ve sabahleyin saat 8.30 da öyle bir telsiz anonsu geldi ki, hiddet bin parçaydı! Yardımcısı olan zavallı Nurullah beye, Mustafa beyle, derhal kümbet harekete, gelin dedi.

Tabii olarak Nurullah beyde şaşırdı!
Daire başkanından çok korkardı!

Bir araca binerek, ilgili mekâna intikal ettik.
Daire başkanı adeta kükrüyordu!

Kümbet bölgesinin eksiklerini, peş peşe sıralıyordu!
Nihayet kümbeti bitirdi ve gelelim besinse bölgesine dedi!

Zavallı Yusuf zaten silkelendiğinden perişanlaşmıştı!
Bir kelime dahi söyleyemedi!

Bay başkan, sakın ha, hadsizlik yapma ve beni kimseyle karıştırma, dün belsin bölgesindeydin, neden orada eksiklerimi, benim yüzüme söylemedin.

Ben sana bir zarf attım ve sende bu zarfa düştün, ben ne olduğunu anlatmadan, sen bizzat abesle iştigal ettin.
Bakın sizin asla bir saygınlığınız yok, saygıyı katiyen hak etmiyorsunuz.

Seçilmiş bir insan, sizi bu makama getirdiği için, saymak zorunda kalıyoruz.
Bizzat müdahale etmen gereken, mazlumu koruma gayretini esirgerken, bir de haklıymış gibi edepsizce bağırıyorsun.

Bakın şu anda sizi dövmemek için kendimi zor zapt ediyorum deyince, arkasına dahi bakmadan, kapıyı süratle çarparak ayrıldı gitti.

Beni genel sekreter yardımcısına şikâyet etmiş!
Hayatta, asla bir rızk endişesi duymuyordum. Çalıştıktan sonra, sıra semere gelsin!

İlgili makama vardım ve dinledim.
Genel sekreter yardımcısı, bakın Mustafa bey, daire başkanınız olan Ahmet bey, sizi gıyabınızda oldukça methediyor.

Dürüst, harbi, çalışkan olmasına rağmen, kızınca gözü bir şey görmüyor diyor.
Lütfen biraz daha itidalli olalım, olmaz mı dedi!

Peki, neden kızdığımı, söyledi mi diye sordum, bir şeyler anlattı fakat pek anlayamadım dedi. Duramadım, sizin liseye giden kız çocuğunuza, bizde çalışan bir şoför, sarkıntılık yapsa ne yaparsınız dedim.

Gerçekten böyle mi dedi, bende aynan böyle diyerek karşılık verdim.
Şoför işten atıldı ve ilgili daire başkanı bir müddet sonra görevden alınmıştı.
Oysaki ben, kız çocuğunu dahi hiç görmemiştim!
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
47
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
selamün aleyküm
kardeşim sabırla sonuna kadar okudun iyi de oldu okumam ..
toplumun gerçek yapısı bu aslında şiddet önce anne be babadan sonra okuldan sonra gündelik hayatta..çocuklar sevgi ve şevkat ortamında büyüyemiyor.. aslında hüseyinin anne ve babasının yaptıklarıda onların kendi anne ve babasının yaptıkları yanlışlardan dolayı yani bu kısır döngü sürüp gidiyor....ne istedigini bilemeyen özgür saglıklı kendine güvenen bireyler yetişemiyor...ancak saglıklı bireyler islam ahlakıyla yogrulmuş evlerde olur..madde ve metaryal hırsı olan maneviyattan yoksun ailelerde hüseyin gibiler olur ...
selametle​
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt