Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

SOKAKTAN MEKTUP VAR (1 Kullanıcı)

SOKAKTAN MEKTUP VAR

  • EVET OLABİLİR.

    Oylama: 0 0.0%
  • HAYIR OLAMAZ.

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ Bİ FİKRİM YOK

    Oylama: 0 0.0%
  • ABD DEN HERŞEY BEKLENİR

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ BİRİ

    Oylama: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0

anka kuşu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Ara 2007
Mesajlar
26
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Gül Sandiği

Gül Sandiği

Gül kokulu odasında ninemin, sedef kakmalı kocaman bir kutuydu gül sandığı. Penceresinin kanatlarını açardı seherde ninem. Gül bahçesinde ince parmaklı elleriyle dikip suladığı güller, kapalı birer kutu gibi gizemli başlarını usulca eğerler, onu selamlarlardı. Gül kokusu, odasına gül melekleri gibi kanatlanarak girer, dağılırdı dört yana. Komodinin üstündeki cam şişeden gül yanaklarına gülsuyu ile gül pudrası serperdi. İyice olgun, katmer güllerden içine buz kalıpları attığı gül şerbetleri yapardı. İçtikçe içimizde bir cennet şehri kuran bu şerbetleri hep gül bahçesine bakarken, gül lokumunun yanında içerdi. İşte artık o zaman, bahçenin bülbülünün yanık türküsünü dinler, ağlardı. Yanaklarında gözyaşları ipek gül yaprağındaki çiğ taneleri gibi parlardı. Adına da “gül” eklemişti. “Habibegül” olmuştu Habibe ninem.
Biz ondaki gül sevgisini hep bilirdik. Ama ninemin adeta gül yiyip, gül içmesini; gül konuşup gül dinlemesini, hatta kendisinin gül olmasını galiba biraz abartılı bulmuştuk. Fakat ben ancak sessiz ve hareketsiz durabildiğim odasında, içinde ne olduğunu bilemediğim gül sandığını öylesine merak ediyordum ki. Kaç defa gözlerimle o sandığı açtım, gözlerimle karıştırdım, gözlerimle odanın kapısına kadar götürdüm. Ama çıkaramadım dışarıya. Kaç defa o gül kokulu, gülfidanlı seccadesinde uzun dua secdesine eğilmişken parmaklarımın ucuna basarak o gül sandığının yanına ulaşıvermeyi ve çabucak açıp içine bakıvermeyi istedim. Ama olmadı, yapamadım. Ninemin sanki arkasında gözleri vardı. Kalkar, gülümser, “gül sandığı kızım o, gül var içinde gül” derdi. Biz o sandığa dokunmamayı öğrenmiştik. Onu açana hakkını helal etmeyecekti ninem. Bu yüzden mi bilmem, hiç kilitlemedi. “İşte anahtarını da çöpe atıyorum, size güveniyorum çünkü” demişti. Güven en büyük kilitti ona göre. Gerçekten öyle oldu. Şeytan beni ne kadar dürtüklese de, hayallerimde kutunun başından ayrılmamış olsam da o kutuyu asla açmadım, açamadım.
Yıllar sonra ninem vefat ettiğinde gül mühürlü zarftan çıkan vasiyetinde gül sandığını bana bıraktığını okudum. Hiçbir heyecan duyamadım. Dünya gülsüz kalmıştı sanki. Odasından gül kokusu çekilmiş, gül dalları kurumuş, rüzgârda bile o eski yumuşaklık yok. Gül şerbetini bırakın, artık gülsuyu bile yapay kokuyor. Yastığındaki gül kanaviçe sanki yapayalnızım diye inliyor, tavandan sarkan gül avizeden kanlı yaşlar damlıyor yerdeki gülkurusu Isparta halıya. Ninem odasındayken onunla sohbet eder gibi mutlu duran eşyalar şimdi ölüm sessizliğinde. Oraya girdiğimde bana ürkerek baktılar sanki. Ben de dilim tutulmuş olarak gittim. Gül sandığını aldım. Yanındaki gül sabunlarını, gül şekerlerini, gülfidanı üstünde bülbülün ağladığı minyatür resmi, bir de bir ucu gül işlemeli pembe mendili. Bu mendille gözlerini kurulardı ninem ama yaşlıydı hep içi gülen gözleri. Orada fazla kalamayarak odama gittim. Bunlar bana ninemin mirası. Kucağıma koydum, hepsini tek tek öptüm. Gül sandığı beni süzüyor sanki gülden kakma gözlerle. Ağır kapağını yavaşça açtım. Belki de o bana içini açtı. Sanki bir ses “ah” dedi. “Kurtuldum şu sırrın ağırlığından”. Sırtını dayayıverdi bu rahatlıkla sandığın kapağı, yaslandı arkasına. Ezik bir gül kokusu duydum içimde. Kutuda sadece bir gül beyazı mektup ve bir de tarifsiz güzellikte bir gül kurusu vardı. Mektupta ninem, rüyasında Peygamber Efendimizi gördüğünü, onun bu rüyayı ölene kadar kimseye anlatmaması gerektiğini söylediğini, kendisini tertemiz ahlâkından dolayı pek sevdiğini, bu nedenle ona, kendi kokusunu hatırlatmak için bir gül bıraktığını yazıyordu. Yastığında görmüş bu gülü ninem uyanınca.
Gülü elime aldım. Gördüğüm hiçbir güle benzemiyordu. Ne açılmış, ne açılmamıştı. Ne kırmızıydı ne pembe. Ne canlıydı ne ölü. Üstünde bir rüzgâr dalgası donup kalmış, içinde bir gül fosforu yanıp sönüyor. Ne kadife, ne ipek; ne sündüs ne atlas. Seher vakti ufuklardan biçmiş, gül iplikle dikmiş bülbüller onu. Ninem kimseye anlatamamış ama her hali kendiliğinden anlatmış aslında onun sevincini, teşekkürünü. Gül muhabbeti aslında bambaşka bir sevginin işaretiymiş.
Ninemin mezarına gülfidanları diktim. Her cuma Yasin okuyup suladım ağlayarak onları. Güller öylesine güzel açarlardı ki. Işıltıları birer dönen lamba, kokuları gelip gidenin üstüne sinen birer hatıra. İçlerinde, kat kat örtülerinin altında bir sır saklıymış gibi dururlar, ninem gibi bana mahcup gülümserlerdi.
Gül sandığına sahip olduğum halde hâlâ bir gül sandığı açılmamış durur gibi bir gizli çekmecede. Her gülün, kuyusundan, iç içe geçmiş helezonlarından, deniz minaresi uğultusuna benzer bir sesle “bir sır var, ama onu toprak anlatır ancak size” dediğini duyar gibiyim gül kulağıma. Hiç açılmadı sanki gül sandığı bana. Nineme malum olan, ama biz toprağın üstündekilere henüz belli olmayan bir sır. Ölmeden önce ölenlere gizlice fısıldanan, bir gülün sandığında saklanan o sır.


AYLA ABAK
 

desertrose

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
3,480
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
İstanbul
Selamun aleykum kardeşim..
Muhteşem bir hikayeydi, özellikle benim gibi bir gül tutkunu için..
Allah c.c. razı olsun, emeğine sağlık..
Sitemize de hoşgelmişsin.. Allah'a emanet ol.:)
 

uğur21

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2008
Mesajlar
83
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Meleğim

Meleğim

Sevdanı bu gün son kere iade ediyorum
Kırık dökük iki kelimeyi çok görme
Öldürdüğün aşk ayrılık taziyelerini kabul ediyorum
Puslu aynalara bakıp küsüp ta sırtın dönme
Yalvarıyorum bırakma kurtlar sofrasında meleğim?

Haykırışlarım kör düğümlerle düğümlendi çözülmez
Ne çölleri nede dağları delecek gücüm kaldı
Can toz zersine bezendi gözüne görünmez
Hasretin işte şimdi ömrümün tamamını çaldı
Yalvarıyorum bırakma kurtlar sofrasında meleğim?

Yürek ürperrir yalınızlıktan çekildi korku kılıfına
Zamanı geriye saracak derman bulmam kendimden
Bak eserine gördün mü girdim kimsesizler sınıfına
Suskunluk tayına binmişsin ne gelir elden
Yalvarıyorum giderken bari anılarını toplayı ver meleğim?
 

kasım hadi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Kas 2007
Mesajlar
5,714
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
56
SELAMUN ALEYKUM KARDEŞİM.

:T:T:T:T SELAMETLE.
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
Insanlara Gülümseyiniz

Insanlara Gülümseyiniz

York'un Central Parkında verilen bir ziyafete katılmıştım. Misafirler arasında kendisine miras kalan bir kadın vardı ve bu kadın toplantıya katılanlar üzerinde iyi bir izlenim bırakmak istiyordu ki; incilerine, elmaslarına çok para harcadığı belliydi. Fakat yüzünü değiştirememişti. Yüzünden sevimsizlik akıyordu. Bu kadın, herkesin bildiği bir şeyi anlamamıştı: Bir kadının yüzünde taşıdığı ifade, sırtında taşıdığı giysiden daha önemlidir.

Charles Schwab gülümsemenin bir milyon dolar değerinde olduğunu söyler. O'nun sözleri apaçık göze çarpıyor. Çünkü Schwab'ın kendini sevdirmek kabiliyeti, onun en önemli başarısı olmuştur. Ve O'nun en hoşa giden özelliklerinden birisi gülümsemesi idi.

Bir gün Moris Şövalyeyi ziyaret etmiştim. Ve bu ziyaret oldukça hoşuma gitmişti. Moris asık suratlı, durgun ve umduğumdan bambaşka bir adamdı. Fakat gülümsediği zaman durumu değişti. Bulutlar arasında bir güneş doğmuş gibi oldu. Moris'in bu gülümsemesi olmasaydı, belki de babası ve kardeşleri gibi Pariste ev eşyası satan basit bir esnaf olarak kalırdı. İnsanların hareketleri, sözlerinden daha önemlidir. Ve bir gülümseme: "Ben sizi seviyorum. Beni mes'ut ediyorsunuz. Sizi görmekle bahtiyarım!" der.

Köpeklerimizin bize karşı gösterdikleri bağlılık bu yüzdendir. Onlar bizi gördükçe üzerimize atılırlar ve adetâ bize sarılmak isterler. Biz de bu yüzden onları görmekten büyük bir zevk alırız. Sırıtmayla gülümseme çok ayrı kavramlardır. Sırıtma ile gülümseme arasındaki farkı tanımayacak ve hissedemeyecek kimse yoktur. Sırıtmanın yapmacık bir hareket olduğunu hepimiz anlarız ve ondan nefret ederiz. Biz gerçek gülümsemeden, kalbi ısındıran, insanın içinden doğan ve değeri olan gülümsemeden bahsediyoruz. Newyorkta büyük bir şirketin personel müdürü işe alacağı kızlar arasında seçim yaparken, hiçbir okul bitirmemiş, fakat gülümsemeyi bilen bir kızı, asık suratlı doktora yapmış bir üniversite mezununa tercih edeceğini söylemişti.

ABD'nin en büyük lastik fabrikalarından birinin yöneticisi bana, yaptığı işten zevk almayan bir insanın başarılı olamayacağını söylemişti. Ona göre sadece çalışmak her şeye çözüm değildi. "Öyle insanlar tanırım ki, çalışarak başarıya ulaşmışlardı, fakat daha sonra enerjilerini tüketmişler, işlerini sıkıcı bulmuşlar ve sonunda başarısız olmuşlardır."

İnsanların sizi iyi karşılamalarını istiyorsanız sizin de onları iyi karşılamanız lazımdır.

Kursuma katılan işadamlarına, saat başı bir adamın yüzüne gülmelerini ve hafta sonunda neticeleri sınıfta açıklamalarını söyledim. Newyork borsasında çalışan Steinhart'dan aldığım mektubu ele alalım.

"Onsekiz yıldır, evliyim. Karımın yüzüne nadiren, gülümser, onunla çok az konuşurdum. Asık suratlı bir insan olarak tanınmıştım. Sizin önerileriniz üzerine faaliyete geçtim. Ertesi gün saçlarımı tararken aynada asık yüzümü gördüm ve kendi kendime bu asık suratlılığı terkedeceksin, gülümseyeceksin ve bunu hemen şimdi yapacaksın!" dedim.

Sabah kahvaltısı için sofraya oturduğumda eşime güler yüzle:

- Günaydın! dedim.

Bunu eşimin hayretle karşılayacağını daha önceden söylemiştiniz, halbuki eşimin tepkisi tahmininizden fazla oldu. Karım şaşkına dönmüştü, sanki şok geçiriyordu. Ben de eşime bu davranışımı devamlı tekrarlayacağımı söyledim, iki aydır bunu yapmaktayım. Bu iki ay içinde son bir yıl içinde olduğumuzdan daha mutluyuz, işe giderken asansörcü çocuğa tebessümle karışık günaydın demeyi ihmal etmiyorum. Kapıcıyı gülümseyerek selamlıyorum. Para bozdurmam gerektiğinde sarrafa tebessüm ediyorum. Borsada bu zamana kadar bir defa gülümsediğimi görmeyenlere gülümsüyorum. Ve bu insanlar tebessümüme tebessümle karşılık veriyorlar. Bana şikayette bulunmaya gelenleri tebessümle karşılıyorum ve görüyorum ki anlaşmak daha kolay oluyor.

Gülümsemenin bana maddi bakımdan kazanç sağladığının da farkına vardım. Büromda başka bir komisyoncu ile birlikte çalışıyoruz. Onun memurlarından birisi çok sevimlidir. Güleryüzden elde ettiğim sonuçları ona anlattım.

O da bana ben ilk yazıhaneye geldiğimde beni kötü bir insan olarak düşündüğünü, fakat son zamanlarda hakkımdaki düşüncelerini değiştirdiğini ve gülümsediğim zaman daha cana yakın bir insan olduğumu söyledi. Artık insanları eleştirme huyumdan da vazgeçtim. ' Başkalarının kötü yönlerini açığa çıkarmak yerine onların iyi yönleri üzerinde durmaya çalışıyorum, itiraf etmeliyim ki bütün bunlar yaşam tarzımı değiştirdi. Şimdi daha mutluyum, daha çok dostum var ve daha zenginim."

Bu mektubu yazan kişinin New York borsasında çalışan ünlü bir işadamı olduğunu hatırlatırım.

İçinizden gülümsemek gelmiyor mu? O halde yapılacak iki şey var. Kendinizi gülümsemek için zorlayın. Veya yalnızsanız şarkı söyleyin. Kendinizi mesut hissediniz bu da sizi mesut eder. Profesör William James bunu şu şekilde açıklıyor.

"Hareketlerin duyguları takip ettiği görülür. Fakat gerçekte hareket ve duygular birliktedir, irademizin denetimi altında bulunan hareketlerimiz sonucunda irademizin denetimi altında bulunmayan duygularımız ortaya çıkar.

"Bundan dolayı neşemizin kaybolduğu zaman neşeli davranmak her şeyi halledecektir."

Dünyada herkes mutlu olmak ister ve mutluluk arar. Bunun bir tek yolu vardır. O da düşüncelerimizi kontrol etmektir. Mutluluk dış etkenlere bağlı değildir, iç dünyamızla alakalıdır.

Sizi mutlu eden şey ne olduğunuz, nerede bulunduğunuz veya ne iş yaptığınıza bağlı değildir. Sizin bunlar hakkındaki düşüncelerinize bağlıdır. Hemen hemen aynı şartlarda bulunan iki insandan birisi kendini mutlu, diğeri mutsuz hisseder. Neden? Çünkü bu iki insanın düşünceleri farklıdır.

Ben New York'un Park caddesinde gördüğüm mesut insanlar kadar Çin'in öldürücü sıcağı altında çalışan hamallar arasında da o kadar mesut insana rastladım.

Shakespeare: "Hiçbir şey iyi veya kötü değildir, bir şeyi iyi veya kötü yapan düşüncedir" demişti.

Abraham Lincoln "İnsanların çoğunun mutluluğu, kendi düşüncelerine bağlıdır." der. Ben buna şahit oldum. Bir gün New York'ta (Long İsland) istasyonunun merdivenlerinden çıkıyordum, tam önümde otuz veya kırk tane özürlü çocuk bastonlara ve koltuk değneklerine dayanarak güle oynaya merdivenlerden çıkmaya çalışıyorlardı. Hatta çocuklardan bir tanesini sırtta taşıyorlardı. Bu durumu görünce hayret ettim ve bunun nedenini çocuklara nezaret edenlerden birine sordum. O da bana dedi ki:

" Bir çocuk hayatı boyunca sakat kalacağını anlayınca önce buna üzülür, fakat buna zamanla alışır; kaderine razı olur ve normal çocuklardan daha mutlu olur." dedi.

Bu çocukları şapkamı çıkararak selamladım. Onlar bana unutamayacağım bir ders vermişlerdi.

Mary Picford Douglas Fairbanks'tan boşanmaya hazırlandığı zaman yanındaydım. Herkes onun mutsuz olduğunu zannediyordu. Fakat onu son derece mutlu gördüm. Neden mi? Kendisi bunu 35 sayfalık bir kitapla açıklamıştı. Okumaktan hoşlanacağınız bir kitap.

Bugün Amerika'da başarılı sigortacılardan birisi olan Franklin Bettger, bana güler yüzlü bir kimsenin hayatta başarılı olacağını söylemişti. Kendisi bir yeri sigortalamak için gittiğinde hayatın iyi yönlerini düşünür, gülümser ve gülümseme ifadesi yüzünden silinmeden içeriye girermiş. Sigorta işinde bu şekilde başarılı olmuştu.

Gülümsemenin hiç masrafı yoktur ve insana birçok şey kazandırabilir. Bir saniyede meydana gelir ve hafızalarda uzun süre yaşayabilir.

Gülümseme parayla satın veya ödünç alınamaz. Ama öyle bir şeydir ki kullanılmazsa kimseye fayda sağlamaz. Hızla bir yere yetişmek için giderken birisi size tebessüm edemeyecek kadar yorgunsa ona tebessüm ediniz. Çünkü gülümsemeye en çok muhtaç olan kişi, başkalarına verecek tebessümü olmayan kimsedir.

O halde herkesin sizi sevmesini istiyorsanız, 2. Kural şudur:

Gülümseyin!


ALINTIDIR
 

Y.e.K.M

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Eki 2007
Mesajlar
116
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
27
Selamın aleyküm
paylaşımın çok güzel çok güzel Allah a emanet olun...
selametle...
 

gecekondu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
1,726
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Aşıklar Diyarı
kalbimizdeki yaralar

kalbimizdeki yaralar

KALBİMİZDEKİ YARALAR


Genç bir adam kentin merkezinde durmuş, o yöredeki en güzel kalbin
kendi kalbi olduğunu söylüyordu.
Çevresinde büyük bir kalabalık olmuştu. Herkes en küçük bir leke ya
da çatlak olmayan bu kalbe imrenerek bakıyor, onun güzelliğini
konuşuyordu. Sonunda hepsi de bu kalbin gördükleri en güzel kalp
olduğuna karar verdiler. Genç adam çok gururlandı ve daha yüksek sesle
kalbini övmeye başladı. Aniden kalabalığın önünde yaşlı bir adam ortaya
çıktı kalbinin güzelliğini öven bu adama seslendi;
'Bir dakika genç adam `'dedi''senin kalbin benimki kadar güzel değil.'
Kalabalık ve genç adam hep birlikte yaşlı adamın kalbine baktılar.
Çok güçlü atıyordu ama izler ve yarıklarla doluydu. Kimi parçaları yok
olmuştu, kimi parçaların yerine küçük, küçük parçalar konmuştu, ancak
bunlar tam yerine oturmamıştı,gelişi güzel konmuştu ve kimi
yerlerinde kocaman oyuklar vardı. İnsanlar hayretle baktılar'
'Nasıl bu adam kalbinin daha güzel olduğunu söyleyebiliyor? Dediler.
Genç adam da yaşlı adamın kalbinin haline baktı ve''şaka yapıyor
olmalısın''dedi' kendi kalbini nasıl olurda benimkiyle
karşılaştırabilirsin. Bak benimki mükemmel, senin ki ise yarık ve eksiklerle dolu''
Yaşlı adam kendisinden emin biçimde yanıtladı genç adamı;
''Evet'' dedi .'seninki mükemmel görünüyor, ben seninkiyle
yarışamam, Ama bak, benim kalbimde gördüğün her yarık sevgimi
verdiğim bir kişiyi temsil eder.

Kalbimin bir parçasını koparıp onlara verdim ve
çoğu kez onlarda bana kendi alplerinden birer parça koparıp verdiler.
Ama tam benim parçanınbüyüklüğünde olmadığı için arada boşluklar
kaldı.Ancak ben buboşluklara Şükrediyorum. Çünkü onlar,paylaşılan
sevgileri bana anımsatıyor.

Bazen ben insanlara sevgimi cömertce vermeme karşın onlar
bana karşılığını vermediler.Bu derin boşlukların nedeni işte bu
karşılıkalamadığım sevgilerdir.Bunlar acı veriyor ama olsun,onlar da
benim sevgime karşılık vermeyen insanları bana anımsatıyorlar.
Ben yine de benim sevgime karşılık verecekleri bu boşlukları
dolduracakları günü bekliyorum.
Şimdi GERÇEK GÜZELLİĞİN NE OLDUĞUNU ANLADIN MI ?
Genç adam yanağından akan yaşlarla sessizce duruyordu.
Yaşlı adama doğru yürüdü harika güzellikteki kalbinden bir parça
kopardı ve yaşlı adamın titreyen ellerine verdi.
Yaşlı adam aldı ve onu kalbine yerleştirdi.Sonra kendi yara dolu
kalbinden bir parça koparıp adamın
kalbindeki boşluğa yerleştirdi.Boşluk doldu ama köşelerde biraz
boşluk kaldı. Genç adam kalbine baktı.Artık mükemmel değildi ama
öncekinden daha güzeldi. Çünkü yaşlı adamın kalbinde sevgi onun kalbine akmıştı.

Birbirlerine sarıldılar ve yan yana yürümeye başladılar... B)

(?)
 

erciyes1984

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Kas 2007
Mesajlar
1,019
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
SElamunaleykum kardeşim emegine saglık Allah razı olsun paylasım guzeldi a.e.ol
 

gece gözlü

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ocak 2008
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
ücretsiz bilettir tebessüm yürek yolculugunda

ücretsiz bilettir tebessüm yürek yolculugunda

Ücretsiz bilettir TEBESSÜM yürek yolculugunda...
Kolay degil belki, ama imkansizda degil.

Hangi küskünlük bitmemis, hangi dostluk baslamis ha !

Yüregin senin elinde dostum. ?nsanlari degistiremezsin, ancak onlara olan
düsüncelerini degistirebilirsin.

Herkesi oldugu gibi kabul et, sen de olmasi gerektigince ol. ?nancinin
kazanmasini , ondan uzaklasarak elde etme saçmaligindan kurtul.

Hatirla,İYİLİĞİN,HALLEDEMEDİĞİNİ KÖTÜLÜK HİÇ HALLEDEMEZ Kİ. . Yüregine de kaydet bunu.

ÜCRETSİZ BİLETTİR TEBESSÜM YÜREK YOLCULUGUNDA. .

Sevgiye davet çikar sen de hadi. Kanaat getir, olumsuzluklari eritecegine.
Geçmise üzülme. Yaptigin hatalardan ders aldiysan, mutlu edebildiysen eger;
bugünü bugünle yasa. Fakat biraz dur.

Hayatina deneyimler eklemen için sart degil yanlislardan geçmen.
Baskalarinin edindikleri dogrulari yerlestir zihnine. Ölümün ne zaman
gelecegini bilmediginden, yolu uzatip kaderini zorlama. Güzellikleri de
bizzat kendin uygula.

Savrulma sakin. Bak BATSA DA GÜNES, BIKMAMISTIR DOGMAKTAN. SONUNDA TOPRAK
OLSA DA CANLI, YORULMAMISTIR NEFES ALMAKTAN.

Dostum, bedelsiz degildir ki mutluluklar unutma. “O bedellerle olmanin
neresi zarar” de, yorulma. Dertlere de yenilme hiç, galiptir iyilikler sen ilerledikçe.
Sonra benim varligiyla mutluluk duydugum güzel dostum. Bir martinin yaninda
yer al. Gökyüzü meskenin olsun senin de. Kat kendini maviye, hayran
bakislari çek üzerine. Özgürlügü uçuslarinla anlat. Hem , kirik olsaydi
kanadin ne önemi kalirdi ki genisligi dünyanin.
Kaldir basini ve egilme, sakin güçsüzce.Dipsizse de karanlik, dal içeri...Öyle bir dal ki; sen degil
o korksun.. “Ne çikar” deme, bir nur da senden olsun.


GÜLÜMSE... Fakat cenneti kazanmisçasina degil, dogdugun güzel fitrat için...

GÜLÜMSE.... O’nun ümmetlerinden biri olarak yasadigin için...

GÜLÜMSE... Duydugun ezan sesi, kiblen KABE oldugu için..

GÜLÜMSE... Öldügünde Azrail’le bulusup, RABB’ ine kavusacagin an için.HİÇ DEG?LSE TATLI İNSAN,

RAZI OLDUGUN ALLAH ’in rizasi için gülümser misin?
_
 

gece gözlü

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 Ocak 2008
Mesajlar
9
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
MiŞ'li GeLECeK ZaMaN

MiŞ'li GeLECeK ZaMaN

GöKHaN öZCaN
Gelecek zaman da birgün gelecekmiş. Omzunda kabukları soyulmuş imgelerle
dolu bir heybesi olacakmış. Dokunduğu her yerde plastik erguvan çiçekleri
peydahlanacakmış. Erguvan çiçeklerine iğneleri kafa bulduran korsan arılar
konacakmış.


Bu yüzden insanlar çocuklarına çiçeklerin kötü olduğunu söyleyecek ve onları
sevmemeleri gerektiğini öğütleyecekmiş. Çocuklar onlara hiç kulak asmayacak,
çiçekleri asıl kötü oldukları için sevecekmiş.


Gelecek zaman da birgün gelecekmiş. Kafasının içinde patlamış bir volkan da
getirecekmiş. Ateşten nehirler şehirlerin üstüne yürüyecekmiş. Bu nehirlerin
ateşten kollarına yakalanan insanlar kavrulup eriyecek ve fakat beş para
etmez gevezeliklerini kesmeye yine de yanaşmayacaklarmış.


Ortalığı saran yanık et kokusu, beş para etmez gevezeliklerin kokusuna
karışıp göklere yükselecekmiş. Yükselen bu ağır koku bulutları gökyüzünden
sürüp çıkaracakmış. Gelecek zaman da birgün gelecekmiş. Ağzından her şeyi
şeffaflaştıran esrarlı kelimeler de dökülecekmiş.


Herşeyin içi dışı görünür hale gelecekmiş. Kimsenin gizlisi saklısı
kalmayacakmış. Ama aynı kelimeler, bir yandan da insanların görme yeteneğini
köreltecekmiş. Kimse hiçbir şey göremez hale gelecekmiş. İnsanlar görmemek
konusunda yine bahanesiz kalmayacakmış böylece. Kalplere takılan gözlüklerin
hiç alıcısı olmayacakmış. Gelecek zaman da birgün gelecekmiş. Cebinde
hayatımızı kolaylaştıracak yeni icatlar da getirecekmiş. Mesela, fikirlere
somut bir varlık kazandırabilen kimyasal bir formül, rahatlıkla eğilip
bükülebilmelerini sağlayan özel bir alaşım olacakmış bunların arasında.
Mesela, aşk acılarını anında indiren duygu kesici tabletler olacakmış. Ve
mesela, neyin üstüne dökülürse onu yenebilir hale getiren bir tür sos da
olacakmış.


İnsanlar bu sosu döküp sandalyeleri, vazoları, mücevherleri ve hatta
yüzlerini acımasızca eskiten aynaları yiyebileceklermiş afiyetle. Gelecek
zaman da birgün gelecekmiş. Her tür yüzeye yapışabilen kara delikler de
olacakmış elinde. Onları sanki bir deterjan reklamının afişlerini
yapıştırıyormuş gibi büyük bir soğukkanlılıkla yapıştıracakmış caddelerin en
dikkat çekmeyecek yerlerine. Caddeler düzensiz korna seslerinin ritimleriyle
akıp duracakmış bu kara deliklerin gözünün önünde. Caddelerle aralarında
zaten güçlü bir bağ kuramamış zayıf insanlar, çekim güçlerine dayanamayıp
bir bir kapılacaklarmış bu kara deliklere. Kapılıp ortadan kaybolacaklarmış.
Kendi seslerinden başka hiçbir şey duymayan caddelerse, bu zavallı
insanların bir bir eksilmesinin farkında bile olmayacaklarmış. Gelecek zaman
da birgün gelecekmiş.


Ruhları da günde sekiz saat mesaiye zorlayan yeni toplu sözleşmeler de
getirecekmiş yanında. Böylece çalışanlardan tam iki katı verim alınacakmış.
Üretim de böylece iki katına çıkacakmış. Ama bu katlanmış üretim bile
insanların tüketim iştahlarını doyurmaya yetmeyecekmiş. Canları durmadan
yeni şeyler istemeye devam edecekmiş. Bu yüzden de ruhlara, bedenler paydos
ettikten sonra da çalışabilecekleri fazla mesai saatleri ayarlanacakmış.
Böylece ruhlar ceplerini daha fazla parayla dolduracak ama giderek
bedenlerini de boşaltacaklarmış. Böylece ruhsuz bedenlerle, bedensiz
ruhların dünya denen fabrikanın ayrı ayrı vardiyalarında çalışmalarının bir
sakıncası kalmayacakmış. Gelecek zaman da birgün gelecekmiş. Ve geldiği
hızla hiç eğlenmeden ve hiç oyalanmadan gidecekmiş geçmiş bütün zamanların
yanına korkuyla, aceleyle.

(alıntı)
 

salih_43

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ocak 2008
Mesajlar
366
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Hayat

Hayat

Hayat!


Ne denli sürprizler ve ibretlerle dolusun.


Bazen torbanın içinden birden öyle bir şey çıkarıveriyorsun ki mutluluktan uçuruyorsun. Bazen de hiç beklenmeyen bir gerçekle çıkıyorsun önümüze, durduruyorsun bizi adeta. Düşündürüyorsun…


Hiç beklenmeyen bir anda, hiç beklenmeyen birisiyle, belki de, belki de hiç beklenmeyen bir şekilde. Aksi halde hiç düşünmezdik belki de…


“Seni düşünmemizi istiyorsun.”


Hayat!



Okşuyorsun…


Hem de şefkatle okşuyorsun.


Bazen anne ve babalarımızın elleriyle okşuyorsun bazen de önümüze serdiğin nimetlerin çeşitleriyle ve güzellikleriyle. Bizi hiç ihmal etmiyorsun. Verdikçe cömertliğinle okşuyorsun, sevdikçe sevdirdiklerinle okşuyorsun.


Her ihtiyaç duyduğumuz anda, her sıkıştığımız yerde, her çaresizliğimizi ve zayıflığımızı anladığımızda.


Şımarıklık ve avarelik yerine sevgi ve vefa istiyorsun.


“Seni hissetmemizi istiyorsun”


Hayat!


Öğretiyorsun…


Sadece kimlik bilgilerinden ibaret olmadığımızı, sadece nefes almak, yemek, içmek, uyumak ve eğlenmekten ibaret bir varlık olmadığımızı öğretiyorsun.


Hayatta olmakla mekanik olmanın, hayatta olmakla paralı olmanın, hayatta olmakla sahip olmanın, hayatta olmakla şöhret olmanın, hayatta olmakla yapmacık ve sahte olmanın çok farklı şeyler olduğunu öğretiyorsun.


Ama sadece öğrenmek isteyene, samimi olana, yüreğini açana, seni bir mektep, bir ders, bir imtihan gibi görebilene öğretiyorsun.


Nefsimizde, görüp yaşadıklarımızda, tadıp dokunduklarımızda, her bir şeyde, her bir hadisede:



“Seni okumamızı istiyorsun”


Hayat!


Pişiriyorsun…


Verilenleri yavaş yavaş aldığında, bitmeyecek zannedilenleri bitirdiğinde, hastalık, bela ve musibetlerle karşılaştırdığında, “bizim” diye kavga edip canımızı verdiklerimizin, “her şey olmadığını” çok derinden hissettiriyorsun. Çok güçlüyken, gençken, sağlıklıyken, sevdiklerimizle beraberken, varlıklıyken anlayamadıklarımızı; zayıflatarak, bir mikroba, bir kansere mağlup ederek, belki de yeri gelince bir parça kuru ekmeğe muhtaç ederek, iftiraya uğratarak, korkutarak, düşmanlarımızı çoğaltarak, ihtiyarlatarak, sevdiklerimizi bizden alarak anlatıyorsun. Anlamakta güçlük çektiğimiz veya anlamak istemediklerimizi öyle güzel anlatıyorsun ki çirkin gibi görünenler bile güzelleşiyor dolayısıyla...


Evet yanmadan pişmek mümkün olmuyor.


Öylesine hamız ki şu fani dünyada…


Her yanlışımızda, her aldanışımızda, her düştüğümüzde, her kaybettiğimizde pişiriyorsun.


“Bizim pişmemizi istiyorsun”
Hayat!


Rengârenksin.


Her güzel rengin ve her güzel ismin tonlarını ve mânâsını gönlünde taşıyorsun.


Bazen yağmur gibi ıslatıyorsun…


Bazen güneş gibi aydınlatıyor, bazen yıldızlar gibi haşmetle parlıyorsun.


Bazen gece kadar haşyetle bazen de bir gül goncası letafeti ve muhabbetiyle sarıyorsun ruhumuzu. Bazen fırtınalı bir denizin Celâlli dalgaları gibi gönüllerimizin sahillerine çarparken bazen de bir kelebeğin nazlı ve niyazlı uçuşu gibi bir uğur böceğinin, şefkatini haber veren salınışı gibi duygularımızı teskin ediyorsun.


Bir çekirgenin ruha sükûn veren tarifsiz lezzeti gibi benliğimizde seni zikretmemizi istiyorsun.


Maviden yeşile, beyazdan eflatuna, her isminle ve her tonunla güzelsin.


Acıdan tatlıya, hüzünden huzura, sevinçten sabra her şeyinle hoşsun, her şeyinle muhteşemsin.


Böylece bizi renkten renge boyuyor halden hale


sokuyorsun.


Her vurduğun renkte, her boyadığın tonda ve her halükârda;


“Seni tanımamızı istiyorsun”



Hayat!


Adaletlisin.


Seni tanıyana da tanımayana da mühlet veriyorsun.


Kim seni nasıl görürse öyle karşılık veriyorsun. Kim ne istiyor ve arzuluyorsa onu veriyorsun. Kim nasıl bakarsa öyle görünüyorsun. Her arayana aradığının karşılığı oluyorsun. Fırsatlar veriyor, çağrılar yapıyorsun. Kim hangi dilden anlıyorsa onun diliyle cevap veriyorsun.


Öyle tatlısın ki seni tanıyan da seviyor tanımayan da…


Öyle gerçeksin ki seni ellerinde tuttuklarını sananlar da hissedebiliyor, senin şefkatli ellerine tutunanlar da…


Velhasıl; muamelen, kim, sana nasıl yaklaşıyorsa, aynen öyle.


İyiye iyi, kötüye kötü.


Şefkatle muamele ettiğine inanana şefkatle, acımasızca muameleye maruz kaldığına inanana acımasızca. Dedik ya kim nasıl bakarsa öyle görünüyorsun. Dolayısıyla problem sende değil sana bakanların bakışlarında, nasıl baktıklarında…


Yani her musibetin arkasında, her zulmün altında, her haksızlığın karşısında, her güzelliğin ve iyi şeyin, her şefkatli rahmetin içinde senin “adaletin” var.


Bu yüzden her hükmümüzde, her hareketimizde, her işimizde;


“Adaletli olmamızı istiyorsun”



Ey atom altı parçacıklardan Alp dağlarına, galaksilerden insan kalbinin derinliklerine varıncaya dek her şeyi kuşatan güzel!


Seni işitmemizi, anlamamızı istiyorsun.


Seni bilmemizi, tanımamızı istiyorsun.


Seni sevmemizi ve kendimizi sana


sevdirmemizi istiyorsun


Seni iliklerimizde, seni zerrelerimizde


hissedelim istiyorsun.


Eşya ve mahlûk, âlem ve her şey “sana muhabbetle ve senin muhabbetinle” hayat bulmuş.


Ey merhametlilerin en merhametlisi!


Adaletlilerin en adaletlisi!


Şüphesiz ki sen hayatsın.


Hayat sensin........
 

keltepe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ağu 2007
Mesajlar
2,305
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Konum
BuR$A
selamun Aleyküm Kardeşim..

çok Güzel Bir PAYLAŞIMDI...

Rabbim Razi Olsun InşaallAh..

Hayirli Cumalar...
 

cennet_agaci

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Kas 2006
Mesajlar
2,468
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
iStAnBuLL
esselamü aleyküm;
çok güzeldi emeğine sağlık kardeşim..
selam ve dua ile hyaırlı cumalar....
 

ReisulKurra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ara 2007
Mesajlar
414
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Selamun Aleykum

Çok Güzel Bir paylaşım, Peki biliyormuydunuz Allah ismi Celilinin Her Şekilde Okunuşu yine Allahtir.

Bakiniz.

Allah isminin Arapca Yazildigi Sekilde Ele Alalim, ilk Harf Olan "A" Harfini Cikarttigimiz Zaman kalan harfler "llah" Arapca Olarak yazildiginda bu dort harf Lillah Olarak okunuyor, Lafzi Celali Yine Allah demek, ikinci Harfi cikartalim "L" lah kaliyor buda Arapcada "Lehu" Olarak okunuyor ve Yine Lafzi Celali Allah Demek, ucundu Harfide cikaralim "L" Ehu kaliyor buda Arapca Allah Demek, Son Harf Kaliyor "H" Buda Arapca Okunduğunda "Hu" Diye Okunuyor. Nefes Alip vermek gibi hu hu hu nefes alip verirken bile rabbi zikrediyoruz, Rabbim Nefes Alirken bile Kulum Sevap kazansin istemiş. Merhametlilerin En merhametlisi bizi senden ayırma, habibini habibimiz kıl, Günahlarımızı bağışla Şüphesiz Sen içten yapılan samimi tevbeleri kabul edersin. Amin
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Selamun Aleykum

Çok Güzel Bir paylaşım, Peki biliyormuydunuz Allah ismi Celilinin Her Şekilde Okunuşu yine Allahtir.

Bakiniz.

Allah isminin Arapca Yazildigi Sekilde Ele Alalim, ilk Harf Olan "A" Harfini Cikarttigimiz Zaman kalan harfler "llah" Arapca Olarak yazildiginda bu dort harf Lillah Olarak okunuyor, Lafzi Celali Yine Allah demek, ikinci Harfi cikartalim "L" lah kaliyor buda Arapcada "Lehu" Olarak okunuyor ve Yine Lafzi Celali Allah Demek, ucundu Harfide cikaralim "L" Ehu kaliyor buda Arapca Allah Demek, Son Harf Kaliyor "H" Buda Arapca Okunduğunda "Hu" Diye Okunuyor. Nefes Alip vermek gibi hu hu hu nefes alip verirken bile rabbi zikrediyoruz, Rabbim Nefes Alirken bile Kulum Sevap kazansin istemiş. Merhametlilerin En merhametlisi bizi senden ayırma, habibini habibimiz kıl, Günahlarımızı bağışla Şüphesiz Sen içten yapılan samimi tevbeleri kabul edersin. Amin


ve aleyna aleyküm selam. beğenmiş olmanıza sevindim kardeşim. sağolasınız.
Allah razı olsun değerli paylaşımınız için. gerçekten çok etkileyiciydi..
Samimi dualarınıza "amin" diyorum. Rabbimiz makbul eylesin inşaAllah..Hayırlı cumalar..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt