Akşam
Akşam
Akşam
Akşam, yine akşam, yine akşam…
Ahmet Haşim; bir başka duyuş ve onun iç dünyasından hayal içre bir zaman. Bir manzaranın büyülü tüllenişi binbir renkli bulutlardan.
Vakit ermiş, hayatın akışı durulmuş, yorgun kanatlar gökyüzü sahnesinden çekilmişken; şimdi dağlar... Çiçekler, toprak ve göl bir rüyanın örtüsüne bürünmekte ve bütün bu hengame içersinde, gün, zevale ermektedir.
Güneş, artık bu anlarda, kızıldan altın sarısına açtığı renk yelpazesiyle nakşolmuştur ufuklara. Az bir zaman sonra ise; siyahın özünden sıyrılmakta olan gece mavisi, yıldızlar, göl ve kamışlar, bu masal dünyasının parçası, altın suyuyla yıkanmış unutulmaz hatırası olacaklar.
İnsanı hayallere düşüren, sükunete erdiren, bilmediği bir şeyi keşfetmiş izlenimi verdiren mısralar.
Harika bir tablonun resmediliş efsanesi.
“Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam.”
Göllerdeki Kamışlar... Bir Ahmet Haşim gibi şairi, kendileri olmaya nasıl da özendirmişler.
Onlar, mahzun yalnızlıklarında suskun, sırlı bir seslenişi beklemişler böyle akşamlarda.
Henüz narin bedenleri delinmemiş, aşk ateşiyle dağlanmamış, başpare’yle taçlanmamışlar. Halden bilir bir dost dudağına hasretleri bitmemiş. Mehtabın duru yansımasıyla ürperen göl sularında, gölgelerine, bir de kaderlerine bağlanmışlar.
Gönül ehli Mevlana’ya yar olmuşlar. Gölde bir kamış iken, her biri sevda tüten yanık sesli Ney’e dönmüş, ayrılıklardan şikayete durmuşlar. Mesnevi’de can bulmuş, billur sedalarıyla yüreklere akmışlar. Mevleviler sema’sız, sema’lar da ney’siz ve neyzensiz kalamamışlar.
Göllerdeki Kamışlar... Gönül sayfalarına yazılmış, hep orada kalmışlar. Ahmet Haşim gibi bir şairi, kendileri olmaya demek böyle özendirmişler.
Hasan Parlak