Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

SOKAKTAN MEKTUP VAR (1 Kullanıcı)

SOKAKTAN MEKTUP VAR

  • EVET OLABİLİR.

    Oylama: 0 0.0%
  • HAYIR OLAMAZ.

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ Bİ FİKRİM YOK

    Oylama: 0 0.0%
  • ABD DEN HERŞEY BEKLENİR

    Oylama: 0 0.0%
  • HİÇ BİRİ

    Oylama: 0 0.0%

  • Kullanılan toplam oy
    0

Hak-Er

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2008
Mesajlar
133
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Anlayabilmek

Anlayabilmek

"Satılık Köpek Yavruları" ilanının hemen altında
küçük bir çocuğun başı gözüktü ve
çocuk dükkan sahibine sordu :
-"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"
Dükkan sahibi :
-"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi
-"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk
-"Bir bakabilir miyim yavrulara"
Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve
köpek kulübesinden beş tane yumak halinde yavru çıktı.
Yavrulardan biri arkadan geliyordu. Küçük çocuk
yürümekte zorluk çeken
sakat yavruyu işaret edip sordu:
-"Bunun nesi var?"
Dükkan sahibi onun kalça çıkığı olduğunu ve
hep sakat kalacağını açıkladı.
Küçük çocuk heyecanlanmıştı.
-"Ben bu yavruyu satın almak istiyorum.”
Dükkan sahibi:
-"Hayır o yavruyu satın alman gerekmiyor.
Eğer gerçekten istiyorsan o yavruyu sana bedava veririm"
Küçük çocuk birden sinirlendi.
Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak:
-"Onu bana vermenizi istemiyorum.
O da diğer yavrular kadar değerli ve
ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim.
Aslında şimdi size 2 dolar 37 cent vereceğim ve
geri kalanını ayda 50 cent ödeyerek tamamlayacağım."
Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı:
-"Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum.
Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup,
zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak."
Bunun üzerine küçük çocuk eğildi,
pantolonunu sıvadı ve
büyük bir metal parçasıyla desteklediği
sakat bacağını dükkan sahibine gösterip,
tatlı bir sesle:
-“Ben de çok iyi koşamıyorum
ve bu yavrunun
kendisini çok iyi anlayacak
bir sahibe gereksinimi var" dedi.

Allah En iyi Anlayacak Dostlardan Mahrum Bırakmasın,
 

cennet_agaci

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Kas 2006
Mesajlar
2,468
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
iStAnBuLL
esselamü aleyküm gerçekten harıka bir yazıydı...
Rabbım razı olsun ...:A:A
selam ve dua ile..



AMİN İNŞAALLAH...
 

Hak-Er

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2008
Mesajlar
133
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Çirkin Postacı

Çirkin Postacı

Çirkin Postacı


Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da
evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
bekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde
daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...


"Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."


Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.
Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...


Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
"Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

Çirkin Postacı..."


Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
"Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,
aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...
 

Hak-Er

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2008
Mesajlar
133
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Tuzlu Kahve

Tuzlu Kahve

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

“Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının...
Çok tatlı!.. dedi...
 

Hak-Er

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2008
Mesajlar
133
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Evlilik Ağacı

Evlilik Ağacı

10975637837gsij0.jpg


Yeni evli bir çift vardı.
Evliliklerinin daha ilk aylarında,
bu işin hiç de hayal ettikleri gibi
olmadığını anlayıvermişlerdi.

Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da,
evlenmeden önce sık sık birbirlerini
çok sevdiklerine dair ne kadar da
dil dökmüşlerdi.

Ama şimdilerde, küçük bir söz,
ufak bir hadise aralarında orta çaplı
bir kavganın çıkasına yetiyordu.

Bir akşam oturup ilişkilerini
gözden geçirmeye karar verdiler.
Her ikisi de, boşanmayı
istememekle beraber, işlerin böyle
gitmeyeceğinin farkındaydılar.

Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer
bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım.
Kurumaz da büyürse bunu bir daha
aklımızdan geçirmeyelim.
Bu süre içinde de
ayrı ayrı odalarda kalalım."

Bu ilginç fikir
hanımının da hoşuna gitti.
Ertesi gün gidip
bir meyve fidanı aldılar ve
birlikte bahçeye diktiler.
Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılatılar.
Her ikisinin de elinde
içi su dolu birer bidon vardı.



Yazarı Bilinmiyor​
 

gecekondu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
1,726
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
37
Konum
Aşıklar Diyarı
selamun aleyküm Kardeşim Allah razı olsun Çok Güzel Paylaşımdı

:A:A Allah En iyi Anlayacak Dostlardan Mahrum Bırakmasın, ( amin amin )
 

cennet_agaci

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Kas 2006
Mesajlar
2,468
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Konum
iStAnBuLL
esselamü aleyküm kardeşim ;
emeğinize sağlık ... Allah (c.c) razı olsun inşaAllah
selametle..
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
selamun aleykum kardeşim ellerinize saglık güzel bir paylaşımdı rabbim razı olsun
rabbimize emanetsiniz inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>
 

salih_43

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ocak 2008
Mesajlar
366
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Sevilenle İmtihan

Sevilenle İmtihan

Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum.

Her şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız... Hayallerimiz ve hedeflerimiz... Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın…

Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık. 'Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız.' diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım…

Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır 'yaşıyordum.'

Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının 'birbirine bakmak' değil, 'birlikte aynı yöne bakmak' olduğunu anlıyorduk... Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki. Huzurluyduk… Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar…

17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık. Onların dualarını almıştık 'iki dünya mutluluğu' adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik. Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük… O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna…

Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu. "Artık uyumalıyız." diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an… Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah'ım… Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah'ın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu, bu bir zelzeleydi… Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı… Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz… Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.

On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik. On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana 'Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim.' dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.

Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile…

Sekizinci gündü… Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler... Çığlıklar, 'Sesimi duyan var mı?'lar... İsyanlar, sabırlar… Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı… Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim… Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu… Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar… İnsanların dilinde tek kelime: Deprem.

Fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı… Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları… Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye-i hayâllerimiz… Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, 'Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun.' diyorlar. Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle " ötelere" sevdalandık.

Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter…

Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana 'unutursun' diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli "öteleri" aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ.

İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil.

Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol...



GÜZEL BAKAN GÜZEL GÖRÜR,
GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR,
GÜZEL DÜŞÜNEN HAYATTAN LEZZET ALIR...
 

Hak-Er

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2008
Mesajlar
133
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Selamun Aleykum

Paylaşım için Allah Razı olsun çok duygulu çok anlamlı.

selametle
 

evrim84

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2008
Mesajlar
48
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Gerçekten çok Etkileyici Duygulu:((
 

ikraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Şub 2007
Mesajlar
300
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Yaşanmış yanlışlardan yaşanacak doğrulara yönelme örnekleri...

Yaşanmış yanlışlardan yaşanacak doğrulara yönelme örnekleri...

Yaşanmış yanlışlardan yaşanacak doğrulara yönelme örnekleri...


Yeni çıkan "Sözüm Gençlere" kitabında, gençleri doğruya yönlendirmek için geçmişin yaşanmış bazı yanlışlarından örnekler de verdik. Maksadımız yaşanmış yanlıştan yaşanacak doğruları çıkarmak, aynı yanlışı bir daha tekrar etmemek için tedbir almak... İsterseniz sözü uzatmadan sizi kitaptaki yaşanmış yanlışlarla baş başa bırakayım.

Bakalım tecrübesiz bir gencimiz hayatının başındaki evlenme teşebbüsünde nasıl bir yanlış yaşamış, dindar kayınpeder ve kayınvalide de bu yanlışı nasıl bir felsefe ile benimseyip örnek olmuş, görelim.
***
Dindar bir ailenin kızıyla evlenecek olmasından dolayı çok seviniyordu tecrübesiz gencimiz... Ancak gencin bu sevinci çok sürmedi. Daha ilk çarşı pazar alışverişinde en pahalı zinet, en pahalı elbise, en pahalı ayakkabı, en en pahalı çanta.. gibi alışveriş onu şaşkına döndürdü. Kendi kendine sorular soruyordu:
-Bunları bana kendilerini çevrenin israflı alışkanlıklarına göre değil de Müslümanların mütevazı hayatlarına göre ayarlamış dindar aile olarak takdim ettiler. Ama daha ilk günlerin alışverişi beni yıkmaya yetti. Hayata yeni başlayan bir genç böylesine lüks ve pahalı eşyanın masrafını nasıl karşılayacak, bunu hiç düşünmediler?...
Nişanın böylesine yüksek faturaya mal oluşu, nikâhın nasıl olacağı endişesini de hatırlattı. Nitekim dinî nikâhta da beklemediği bir yüksek maliyetle karşılaştı. Bu maliyet mehir'di. Mehri de konuştular. Ama ne kadar konuştular? Tam elli altın!.. Tekrar düşünmeye başladı. Gerçekten de bunlar dindar insanlar. Tesettürlü, namazlı niyazlı kimseler... Ama bu türlü yüksek rakamlar, hayata yeni başlayan bir genci yıkan miktarlar. Bunlar nasıl dindarlar böyle?..
Kitaplarda okudukları canlanmaya başladı hayalinde. Dindarların biricik örneği Allahın Resulü Efendimiz (sas) Hazretleri böyle ekonomik gücü aşan masraflarla evlilik yapmayı yasaklamış; "Nikahın hayırlısı az masraflı ve kolay olanıdır!" buyurmuştu. Mehir için de mehr-i misli (emsallerinin mehrini) tavsiye buyurmuştu... Bir ara bu şaşkınlıklarını kızın annesine, yani kayın validesine açmak istedi. Ne var ki bomba gibi bir karşılık aldı:
-Bu bir defa olur evladım!.. Ne kadar pahalı olsa yeridir. Bizi görenler duyanlar var. Onlara karşı aşağıya düşmek olmaz!.. Düğün salonunu da sakın ucuz bir yerden düşünmeyesin. Çevreye karşı kendimizi aşağıya düşüremeyiz. En pahalı yerden tutacağız salonu da. Bu bir defa olur... Düşünmeye devam etti:
-Doğrudur, bu bir defa olur. Ama bir defada beni yıkan ailenin yanılışı, ömür boyu unutulmaz. Sonra kime gösteriş yapıyoruz?.. Bizi görenler dindarlar ise, onlara karşı bu pahalı ve israflı başlangıç kötü örnek olmaz mı?.. Nişanın ve nikâhın hayırlısı, örnek aldığımız Peygamberimizin ikazıyla, (en kolay olanı) değil midir? Halbuki daha başlangıçta en pahalı ve en zor olanı tercih edilmektedir... Bu yanlışları düşünerek gittiği camide itimat ettiği hocaefendiye durumu açtı ve dindar diye yakınlık duyduğu aileden gördüğü zorluğu anlattı, çelişkinin izahını istedi. Şöyle yorum yapıyordu itimat ettiği alim zat:
-Bir başörtüsü, bir namaz, artık tercih sebebi olarak kâfi gelmemektedir evladım!.. Şuur mühimdir şuur!.. Kendini başkalarına göre ayarlayan Müslüman'ın dindarlığı şuurlu değildir. Kendini imkânlarına ve İslam'a göre ayarlayan dindarlık gerekmektedir artık. Bundan böyle evlenecek eşlerde sadece tesettür ve namaz yeterli bulunmayacak, bunları şuurlu şekilde yaşayıp yaşamadığına da dikkat edilecektir. Ayrıca ekonomik konular da dahil her şey karşı tarafla baştan çok açık seçik şekilde konuşulacak, hiçbir husus, ben bunları bilmiyordum, mazeretine sığınılacak şekilde boşta bırakılmayacaktır!.. Tecrübesiz genç, -Demek ben de yanlış yapmışım, diye söylendi... Evleneceğim eş adayının sadece görüntüdeki dindarlığını yeterli bulmuşum. Bu dindarlığın ne kadar şuura dayalı, çevrenin etkisinden kurtulmuş dindarlık olduğunu hiç düşünmemişim. Ayrıca ekonomik durumumu anlatmada da ihmalim olmuş. Keşke her şeyi açık seçik konuşsaydım işin başında da böyle beni soğutan şok harcamalarla karşılaşmasaydım?.. Bir ay içinde ikinci baskısını yapan "Sözüm Gençlere!" kitabından verdiğim bu yaşanmış yanlış, okuyucuya aynı yanlışa düşmeme duygusu veriyorsa, kitap mesajını veriyor demektir.

AHMET ŞAHİN
 

BULENT TUNALI

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
2,307
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Konum
BURSA-m.k.paşa
Web Sitesi
www.bilsankimya.com
S.A HARİKA BİR KONU AÇMIŞSINIZ GERÇEKTEN OLMASI GEREKENLER EN GÜZEL BU ŞEKİLDE ANLATILABİLİRDİ.NİKAHIN HAYIRLISI AZ MASRAFLI VE KOLAY OLANIDIR.NE GÜZEL DEMİŞ.ZATEN KOLAYLIKLA BERABER GÜZELLİK VARDIR.ALLAH RAZI OLSUN
 

ikraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Şub 2007
Mesajlar
300
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
aleykum selamm..
Allah hocamızdan razıı olsunn inşallahh..ve bızlerde gercekten islami anlayan ve yaşayan kullarından eylesinn..bu zamanın imtihanı "varlıkla " degıl mıı??yoklukla imtihanıı asrı saadet yaşadı bız ıse!!!!

alah yar ve yardımcımız olsunn...
 

ikraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Şub 2007
Mesajlar
300
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Allah En iyi Anlayacak Dostlardan Mahrum Bırakmasın,[/quote]

selamun aleykumm..
duanıza en içten dugularımla AMIN dıyorumm
allah bız anlayan ve başının tacı yapıcak ınsanlarla karşılaştrsın..
 

ikraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Şub 2007
Mesajlar
300
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü,
hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı
yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.

s.a allah razı olsunn cok guzel bır olaya değinmişsiniz...

allahın selamı uzerınıze olsunn..
 

ikraa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Şub 2007
Mesajlar
300
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
"Ruhları da günde sekiz saat mesaiye zorlayan yeni toplu sözleşmeler de
getirecekmiş yanında."
Bu marx'ın kapitalist düşüncesiyle tamamen çelişki:)

şaka bir yana, çok guzel bır yazıı olmuşş..
allah razıı olsunn..
dua ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt