Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

NAMAZ VAKİTLERİNİN SIRRI.... (2 Kullanıcı)

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
NAMAZDAN sonra DUA

NAMAZDAN sonra DUA

Namazdan sonra dua yapmak da menduplardandır.nitekim şu hadise bunun önemini ortaya koymaktadır

Rivayete göre:asr-ı saadette Ebu Dücane(Radıyallahu Anh) denen bir zat vardı.bu kişi sabah namazını kıldımı RASÜLÜLLAH(sallalahu Aleyhi ve Sellem) in duasını dinlemeyi beklemeden acele çıkardı

Birgün RASÜLÜLLAH(sallallahu Aleyhi ve Sellem)senin ALLAH c.c. ihtiyacın yokmu buyurunca tabiki var dedi peki ozaman duayı işitecek kadar neden durmuyorsunbuyurdu

O: Benim bir özrüm var deyince RASÜLÜLLAH(Sallallahu Aleyhi ve Sellem):özrün nedir die sordu.Oda şöyle anlattı

Benim evim bir adamın eviyle bitişik onun bahçesindeki bir hurma ağacı benim bahçeme sarkmış bir vaziyette olduğundan gece rüzgar esince onun taze hurmasından bir kısmı benim bahçeme düşüyor

Benim korkum açlıktan dara düşmüş olan çocuklarım uyandıklarında bulduklarını yemeleridr onun için onlar uyanmadan acele ediyorum bahçeme düşenleri toplayıp komşunun bahçesine topluyorum birgün çocuğumun bir hurmayı ağzına attığını gördüğümde

Ey yavrum babanı ahrette rüsvay etme diyerek hemen parmağımı sokup onu ağzından çıkardım oda açlığın şiddetinden ağla-maya başladı
Bende ona Cannda çıksa haramın midene girmesine müsade edemem dedim ve onu da diğerleri de birlikte komşunun bahçesine götürüp bıraktım
Bunu duyan RASÜLÜLLAH(sallallahu Aleyhi ve Sellem)in gözleri yaşardı ve o bahçenin sahibinin kimliğini sordu kendisine falan münafık denilince onu çağırtarak kendisine

Şu bahçendeki hurma ğacını(cennette)dalları yeşil zebercedden.gövdesi kırmızı altından.yaprakları da beyaz inciden olan on hurma ağacına karşılık bana sat.üstelik üzerindeki yaş hurma sayısınca.iri gözlü huriler de senin olsun buyurdu

O münafık:ben veresiye satan bir tacir değilim vaadle değil nakitle satarım deyince Ebu Bekr-i sıddik(Radıyallahu Anh)şıçrayarak

Ona mukabil falan yerdeki on hurma ağacını veriyorum ki medinede öyle hurmalık yoktur dedi

Bunu duyan münafık sevinçle sattım dedi Ebu Bekir(radıyallahu anh) da aldım dedi sonra onu Ebu Dücane(R
adıyallahu Anh)a bağışladı

Ozaman RASÜLÜLLAH(sallallahu Aleyhi ve Sellem)ya Eba Bekr onun karşılığında gerçekten sesnin için üstlendim buyurdu

Böylece Hz Sıddik da Ebü Dücane de(radıyallahu anhuma)çok sevindiler

Münafık da karısına dönerek bu gün çok büyük kar ettim diye kıssayı anlattı ve karşılığında on hurma ağacı alarak sattığım ağaç da bahçemde duruyor ebedi ondan yiyeceğiz ondan hiçbir şeyi sahibine ulaştırmayacağız dedi

O gece uyuyup sabah çıktığında ise birde ne görsün o hurma ağacı kudret eseri olarak Ebu Dücane nin bahçesine intikal etmiş o derece ki sanki o münafığın bahçesinde bulunmamış

Bu durumu gören münafık da şaşa kalmış tabi ki bu RASÜLÜLLAH(sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz'in bir mucizesidir

ALLAH-U TE'ALA'nın kudretinde bundan büyük nice şeyler vardır.
(İbni Hicazi.Tuhfetü'l-ihvan.sh:64)

Bu olay Ahmet Mahmut ÜNLÜ(cüppeli ahmet hoca) ALLAH c.c onlardan razı olsun başımızdan eksik etmesin amin.NAMAZ ilmihali kitabına bakarak yazılmıştır.bunu okuyan bütün kardeşlerden ALLAH (c.c.) razı olsun mütün müslümanlardanda tabi AMİN.
 

umeyye

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2007
Mesajlar
1,936
Tepki puanı
0
Puanları
36
Selamün Aleyküm Ablacım ...

Eline emeğine sağlık RAHMAN razı olsun çok güzel ve değerli bir paylaşım MEVLA faydalanmayı nasip eylesin

Selam ve Baki DUA ile ALLAH a emanet ol
 

hüzünlüköprü

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Mar 2008
Mesajlar
342
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
selamüaleyküm kardeşim paylaşımın için ALLAH razı olsun a.e.o.
 

ALİCİİ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 May 2008
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
S.A.
Kardeşim paylaşım için allah razı olsun. amin
 

uzgun_42

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Mar 2008
Mesajlar
1,218
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
40
Konum
KONYA
Namaz kılmamak, imansızlıktan veya iman zayıflığından ileri gelir. İmanın kuvvetli olmasının alameti, dinimizin emirlerine severek, kolaylıkla uymaktır. Bedeni hasta olana bazı işleri yapmak güç geldiği gibi, kalbi ve ruhu hasta olana da ibadet etmek güç gelir.

EVET KAAN KARDEŞİM. SON DERECE HAKLISIN.
BİRAZDA ÜŞENGEÇ OLUŞUMUZDA OLABİLİR TABİKİ.
ALLAHA EMANET OL.
SELAM VE DUA İLE KAL
 

Hakendiş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
112
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Namaz'ın Kıymeti ve Vesveselerin Devaları(Risale-i Nur)

Namaz'ın Kıymeti ve Vesveselerin Devaları(Risale-i Nur)

Yirmibirinci Söz
[İki Makamdır]
Birinci Makam
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا
Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: «Namaz iyidir. Fakat hergün hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.»
O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor ve ona baktım gördüm ki; tenbellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zât o sözü, bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: «Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım.»

Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tenbellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil «beş ikaz»ı benden işit.

Birinci ikaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir! Hiç kat'î senedin var mı ki, gelecek seneye belki yarına kadar kalacaksın? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasa idin ki, ömrün azdır hem faidesiz gidiyor. Elbette onun yirmidörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarfetmek; usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebeb olur.


İKİNCİ İKAZ: Ey şikem-perver nefsim! Acaba hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Mâdem vermiyor; çünki ihtiyaç tekerrür(tekrar) ettiğinden, usanç değil belki telezzüz(lezzet) ediyorsun. Öyle ise: hâne-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayâtı ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandırmamak gerektir. Evet nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti; herşeye kadir bir Rahîm-i Kerîm'in kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir. Evet şu fâni dünyada Kemâl-i sür'atle vaveylâ-yı firakı koparan giden ekser mevcûdâtla alâkadar bir ruhun âb-ı hayâtı ise; herşeye bedel bir Mâbûd-u Bâki'nin, bir Mahbûb-u Sermedî'nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir. Evet fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve Ezelî ve Ebedî bir Zât'ın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur(nur sahibi) bir lâtife-i Rabbâniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.


ÜÇÜNCÜ İKAZ: Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibâdet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini, bugün düşünüp muzdarib olmak, hem gelecek günlerdeki ibâdet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır? Şu sabırsızlıkta misâlin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde; o tutar mühim bir kuvvetini sağ cenâha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta düşmanın askeri yok iken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, «Ateş et!» emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder; tar ü mar eder. Evet buna benzersin. Çünki; geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuş; elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, kerâmete iltihak ve meşakkati, sevaba inkılab etmiş. Öyle ise ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzımgelir. Gelecek günler ise mâdem gelmemişler. Şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek(kederlenme); aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divâneliktir. Mâdem hakikat böyledir. Âkıl isen, ibâdet cihetinde yalnız bugünü düşün ve onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarfediyorum, de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılâb eder.
İşte ey sabırsız nefsim! Sen üç sabır ile mükellefsin. Birisi: Tâat(ibadet) üstünde sabırdır. Birisi: Mâsiyetten(günah) sabırdır. Diğeri: Musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikatı rehber tut. Merdâne «Ya Sabur » de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakk'ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musîbete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan.


DÖRDÜNCÜ İKAZ: Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet(ibadet) neticesiz midir, ücreti az mıdır ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kût ve gınâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıdâ ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahşer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır? Bir adam sana yüz liralık bir hediye va'detse, yüz gün seni çalıştırır. Hulf-ul va'd(va'dinden dönme) edebilir o adama îtimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulf-ul va'd hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu va'dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tazibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?


BEŞİNCİ İKAZ: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgil-i dünyeviyenin kesretinden(dünya meşgalesinin çokluğundan) midir veyahut derd-i maişetin(geçim derdi) meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımatını tedârikte iktidar cihetiyle, bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil; belki hakikî bir insan gibi, hakikî bir hayat-ı dâime için sa'y(çalışmak) etmektir. Bununla beraber meşâgil-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzûli bir Sûrette karıştığın ve karıştırdığın malâyâni(boş) meşgalelerdir. En elzemini(lazım) bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmat ile vakit geçiriyorsun. Meselâ: Zühal'in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır ve Amerika tavukları ne kadardır? gibi kıymetsiz şeylerle kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun.

Eğer desen: «Beni namazdan ve ibâdetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin(geçim derdi) zarurî işleridir.» Öyle ise ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan; sonra biri gelse, dese ki:

«Gel on dakika kadar şurayı kaz, yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.» Sen ona: «Yok, gelmem. Çünki on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak » desen; ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen şu bağında, nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terketsen, bütün sa'yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviyye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki mâden-i mânevî bulursun:

Birinci Mâden: Bütün bağındaki (Haşiye) yetiştirdiğin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebâtın(bitki), her ağacın tesbihatından, güzel bir niyyet ile, bir hisse alıyorsun.

(Haşiye): Bu makam, bir bağda bir zâta bir derstir ki, bu tarz ile Beyân edilmiş

İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulattan kim yese -hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müşteri olsun, hırsız olsun- sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şart ile ki: Sen, Rezzak-ı Hakikî nâmına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını, Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan...

İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hâsâret(zarar) eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa'ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. «Neme lâzım» der. «Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?» diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: «Daha ziyade ibâdetle beraber sa'y-i helâle çalışacağım. Tâ, kabrime daha ziyade ışık göndereceğim âhiretime daha ziyade zahîre tedârik edeceğim.»

Elhasıl: Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at. Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde Alem-i Misâlde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyyeti(kalite), o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasılki âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem onun keyfiyyetine bakar. O âyine şişesi düzgün ise, sarayı güzel gösterir. Düzgün değil ise, çirkin gösterir. En nâzik şeyleri kaba gösterdiği misillü; sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni'-i Zülcelâl'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür(ışıldar) eder. Âdeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyyetin, onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümatını dağıtır ve o herc ü merc-i dünyyeviyedeki karmakarışık perişaniyyet içindeki tebeddülât(değişmeler) ve harekât, hikmetli bir intizâm ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir. اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyet-i pür-envârından bir nûrû, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikâsıyla ışıklandırır. Senin lehinde nuraniyyetle şehâdet ettirir.

Sakın deme: «Benim namazım nerede, şu hakikat-ı namaz nerede...» Zira bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmâl ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âminin(avam) -velev hissetmezse- namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikattan bir sırrı vardır -velev şuurun taallûk etmezse-. Fakat derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden, tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar ne kadar merâtib(mertebeler) bulunur. Öyle de: Namazın derecâtında da daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-ı nûrâniyyenin esâsı bulunur.
اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى مَنْ قَالَ اَلصَّلَوةُ عِمَادُ الدِّينِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
* * *
YİRMİBİRİNCİ SÖZ-Birinci Makam(Risale-i Nur Külliyatı)

(Bir sonraki mesaj vesvese bahsidir.)
 

Hakendiş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
112
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
Yirmibirinci Söz'ün İkinci Makamı
[Kalbin beş yarasına beş merhemi tâzammun eder.]
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Ey maraz-ı vesvese ile mübtelâ! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer. Ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî(gizli) kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise, şu musibetli vesvesenin aksâm-ı kesîresinden(birçok kısımdan) kesîr-ül vuku olan yalnız beş vechini Beyân edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder(def eder). Tanımazsan gelir, tanısan gider.
BİRİNCİ VECİH - Birinci Yara: Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabûl etmezse, şübheden şetme(küfür) döner. Hayale karşı şetme benzer Bâzı pis hâtıraları ve münâfî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe «Eyvâh» dedirtir. Ye'se(umutsuzluk) düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı sû'-i edebde(kötü edeb) bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranın merhemi budur:

Bak ey bîçare vesveseli adam! Telâş etme. Çünki senin hatırına gelen şetm değil, belki tahayyüldür(hayal). Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tahayyül-ü şetm dahi, şetm değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir. Şetm ise, hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yâni onu zararlı tevehhüm(zannetme) etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünki hükümsüz bir tahayyülü(hayali) hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zâten şeytanın da istediği odur.

İKİNCİ VECİH: Budur ki: Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, Sûretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan Sûretleri giyerler. Hâyâl ise, her vakit bir sebeb tahtında bir nevi Sûretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin Sûretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mânâ geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mânâlar münezzeh ve temiz iseler, Sûretler mülevves(kirli) ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle(giymek) iltibas eder. «Eyvâh!» der. « Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefs(nefsin alçaklığı), beni matrud(kovulmuş) eder. » Şeytan onun şu damarından çok istifade eder. Şu yaranın merhemi şudur:

Dinle ey bîçâre! Nasılki, senin namazın edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batnının bâtınındaki necaset(pislik) ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de: Maânî-i mukaddesenin(temiz manalar), Sûret-i mülevveseye(pis sûretlere) mücâvereti(yakınlığı) zarar etmez. Meselâ sen âyât-ı İlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iştiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic(Heyecan veren iş), şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kazâ-i hacetin levâzımatını görecek, bakacak, onlara münasib süflî Sûretleri nescedecek ve gelen mânâlar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatâr(tehlike) var. Yalnız hatâr ise hasr-ı nazardır(bakıp dikkat etmek), zann-ı zarardır.

ÜÇÜNCÜ VECİH: Budur ki; eşya mabeynlerinde(aralarında), Bâzı münasebât-ı hafiyye(gizli münasebet) bulunur. Hattâ hiç ümid etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayâlin, meşgul olduğu san'ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münasebettendir ki, bâzan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i Beyân'da Beyân olunduğu gibi, «Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir(yakınlık).» Yâni: İki zıddın Sûretlerinin cem'ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyyedir. Bu münasebetle gelen tahattura(hatırlama), tedâi-yi efkâr(başka şeyi çağrıştırması) tâbir edilir. Meselâ: Sen namazda, münâcatta, Kâ'be karşısında, huzur-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde; şu tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak malâyâniyyat-ı rezileye sevkeder. Senin başın, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakın telâş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. «Aman ne kusur ettim» deyip tedkikle meşgul olup durma. Tâ o zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zaîf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsızdır. Hususan hassas asabilerde daha galibdir. Şeytan, şu nevi vesvesenin mâdenini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki:

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedâîde, mücâveret var; temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasılki şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücâveretleri(yakınlık) var ve füccar(günahkar) ve ebrarın(iyiler) karabetleri(yakınlıkları) ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de, tedâi-yi efkâr sâikasıyla(sevk) istemediğin pis hayalât, gelip nezih efkârın içine girse; zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bâzan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

YİRMİBİRİNCİ SÖZ-İkinci Makam
 

Hakendiş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
112
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
İkinci Makamın devamıdır. (Vesvese bahsi)


DÖRDÜNCÜ VECİH: Amelin en iyi Sûretini taharriden(araştırma) neş'et eden bir vesvesedir ki, takvâ zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlâsını ararken, harama düşer. Bâzan bir sünnetin araması, bir vâcibi terkettiriyor. «Acaba amelim sahih oldu mu?» der, iade eder. Bu hal devam eder. Gâyet ye'se(umutsuzluk) düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var:

Birinci merhem: Bu gibi vesvese ehl-i Îtizale lâyıktır. Çünki onlar derler: «Medâr-ı teklif olan ef'al(fiiller) ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu(çirkinlik) var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlâhî ona tabidir.» Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: «Acaba amelim nefs-ül emirdeki güzel sûrette yapılmış mıdır?» Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemâat derler ki: «Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh mükellefin ıttılaına(bilgisine) bakar ve ona göre takarrür(yerleşir) eder. Şu hüsün ve kubh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebeb, nefs-ül emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mu'tezile der: «Hakikatte kabih ve fâsîddir. Lâkin senden kabûl edilir. Çünki cehlin var, bilmedin ve özrün var. Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i şeriate muvafık olarak işlediğin ameline: » «Acaba sahih olmuş mu?» deyip vesvese etme. Fakat, «Kabûl olmuş mu?» de. Gururlanma, ucbe girme.

İkinci merhem: Dinde harec(zorluk) yoktur. لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ Mâdem dört mezheb haktır. Mâdem istiğfara müncer olan derk-i kusur(kusuru anlamak) ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü'yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtır(tercih edilir). Yâni böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır. Mâdem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-ı hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre(kolaylık) münafîdir. يُسْرٌاَلدِّينُ لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ esâsına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibâdeti lâyık-ı veçhile edâ edemediğimden istiğfar ve tazarru' ile merhamet-i İlahiyyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabûl olunmak için mütezellilane(kusur ve aczini anlayarak) bir niyaza vesiledir.
 

Hakendiş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Nis 2008
Mesajlar
112
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
BEŞİNCİ VECİH: Mesâil-i îmâniyede şübhe Sûretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bâzan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yâni: Hayale gelen bir şübheyi, akla girmiş bir şübhe tevehhüm edip, îtikadına halel gelmiş zanneder. Hem bâzan tevehhüm ettiği bir şübheyi, îmânâ zarar veren bir şek zanneder. Hem bâzan tasavvur ettiği bir şübheyi, tasdik-ı aklîye girmiş bir şübhe zanneder. Hem bâzan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yâni dalaletin esbabını anlamak Sûretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tedkikatını ve bîtarâfâne muhakemesini, hilâf-ı îmân zanneder. İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, «Eyvah! Kalbim bozulmuş, îtikadıma halel gelmiş » der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz'-i ihtiyârîsiyle ıslah edemediğinden ye'se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:
Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür değildir. Tasavvur-u dalâlet dalâlet olmadığı gibi; tefekkür-ü dalâlet dahi, dâlalet değildir. Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz'ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz'-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an, öyle değiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasılki tasdik ve iz'an değiller. Öyle de şübhe ve tereddüd sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstakar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şübhe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarâfâne muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizâm ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizâm eder. Ona vâcib olan hakkın iltizâmı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir hâlet, zihninde takarrür eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yâni: Bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkûk tevehhüm eder. Halbuki İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki: İmkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmiye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şübhesiz biliyoruz ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî, bize şek vermez, bir şübhe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû' etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şübhe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ hakaik-i îmâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i îmânîye zarar vermez. Hem لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ yâni: "Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhûre; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fıkhın kaide-i mukarreresindendir.
Eğer desen: Bu derece mü'minlere muzır ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize belâ olmuş?"

Elcevab: İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehâvünü def'eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydân-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm'e şekva etmeli, اَعُوزُ بِاللَّهِ مِنَ الشَيْطَانِ الرَّجِيمِdemeli.
* * *
 

hafizkiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ağu 2007
Mesajlar
1,923
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Konum
manevi iklimden selamlar
namaz kılıyormusun? lütfen okuyun

namaz kılıyormusun? lütfen okuyun

NAMAZ NURDUR...
NAMAZ DİNİN DİREĞİ MÜMİNİN MİRACIDIR
NAMAZ HASTA RUHLARIN TESİRLİ İLACIDIR
NAMAZ KILAN KURTARIR YIKILMAKTAN DİNİNİ
NAMAZ KILMAYAN BULUR CEHENNEMDE KENDİNİ
NAMAZ KORUR İNSANI ÇİKİN KÖTÜ HER ŞEYDEN
NAMAZ DIR İNSANA GÜNAHLARI TERK ETTİREN
NAMAZ NURDUR IŞIKTIR İNSANLARIN KALBİNE
NAMAZ MÜNKER NEKİRE CEWAPTIR KABİRDE
NAMAZ KILAN KİMSENİN KALBİ TEMİZ PAK OLUR
NAMAZ KILAN HER ZAMAN HUZURLU RAHAT OLUR
NAMAZDIR KÜSKÜNLERİ BARIŞTIRIP DOST YAPAN
NAMAZ KÖTÜLERE OLUR MANİ WE ENGEL
NAMAZI KİM BEŞ WAKİT GETİRİRSE YERİNE
NAMAZ İLE KAWUŞUR CENNET NİMETLERİNE
 

yalniz_yolcu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Şub 2008
Mesajlar
634
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
emeğine sağlık haklısın kardeşim namaz nurdur. ....
 

sarmasik

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2008
Mesajlar
379
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
allah namaz ile cennete kavusan kullarından eylesin bizleri...allah razı olsun...
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Namaz Kilmayan Kimse Için Islam Alimleri Ne Demiştir?

Namaz Kilmayan Kimse Için Islam Alimleri Ne Demiştir?

[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]İmam Ebu Hanife (rh)'ye göre namazı terk eden kimse namaz kılıncaya kadar hapis edilir. Kan çıkıncaya kadar dövülür. Tevbe edip namaz kılıncaya kadar tutuklu kalır. (Reddü'l-Muhtar Haşiyesi)

İmam Safi (rh) ve İmam Malik (rh)'e göre bir vakit namazı terk eden ya ela zaruret vaktinden çıkaran kimse tevbeye çağırılır. Namazı terk üzerinde ısrar ederse hadd cezası olarak öldürülür. (Umdetu'I-Kari 24/81)

İbn-i Hazm (rh) şöyle diyor:"Namazın terki konusunda bize Umer İbn-i Hattab (ra), Muaz İbn-i Cebel (ra), Abdurrahman İbn-i Avf (ra), Ebu Hureyre (ra) ve daha bir çok sahabelerden namazı terk eden kimsenin kafir ve mürted olduğuna dair bir çok rivayetler gelmiştir. Sahabelerin bu konudaki görüş birliğine aykırı hiç bir şey duyulmamıştır." (Muhalla)

İmam Ahmed ibn-i Hanbel'e göre namazı terk eden kafir ve mürteddir. Malı varsa İslam devletinin hazinesine kalır. Öldürülür ve öldürüldükten sonra da müslümanlara ait kabristanlara gömülmez. Namazı inkar ederek terk etmesi ile tembellik yüzünden terk etmesi arasında fark yoktur.
Ahmed İbn-i Hanbel (rh)'de şöyle eliyordu:"Namazı terk eden kimse kafirdir ve dinden dönmüş bir mürteddir. Kendisinden tevbe etmesi istenilir. Eğer tevbe etmezse öldürülür. Yıkanmaz, cenaze namazı kılınmaz ve Müslüman kabristanlığına gömülmez."

Safilerden Mansuru'l-Fakih ve Maliki'lerden İbn-i Habib'de İmam Ahmed İbn-i Hanbel (rh) ile aynı görüştedirler.

Şeyhu'l-İslam İbn-i Teymiye (rh) de şöyle diyor."Ergenlik yaşına ermiş birisi farz namazlarından birisini terk eder veya farz olduğu kesin olan kısımlarından birisini terk ederse, tevbe ettirilir, eğer tevbe etmezse öldürülür." (Vasiyyetü'l- Kübra 320)
SON SÖZ
[/FONT]Konuşulan ve anlatılan sözleri dinlemek ve sözlerin en güzeline uymak mü'minlerin özelliklerindendir.
İslam'ı anlamak için hiç kimseye aklımızı kiraya vermemiz gerekmez. Duyduklarımızın ve dinlediklerimizin sağlamasını mutlaka İslam'ın gerçek kaynaklan olan Kur'an ve Sünnetle yapmalıyız. Gerekli sağlamayı yaptıktan sonra da Allah (cc)'a sığınarak İslam'a uygun bulduklarımızı almalı ve İslam'a aykırı bulduklarımızı da atmalıyız. Çünkü Allah (cc) ve O'nun Rasulü (sav)'nden başka herkesin sözü alınabilir ve atılabilir. İnsanların sözleri incelemeye ve değerlendirmeye tabi tutulabilir. Ancak bundan Rasulullah (sav) müstesnadır.
Unutmayalım ki sözlerin en güzeli Allah (cc)'m Kitabı'ndaki sözler ve geriye bırakılan hediyelerin en güzeli ele Muhammed (sav)'in geriye bıraktığı sahih sünnetidir.
Kur'an ve Sünnet kaynaklarında asla tezat ve birbirleriyle çelişen hükümler yoktur. Çelişkileri ve tezatları ortaya atanlar fikirleri bulanık, geleneksel bilgi birikimlerini sahiplenen bağnaz kimselerdir.
Bu yazıyı okuyunca çok iyi anlamış olduk ki, namaz kılmayan ya da farz olan namazlardan herhangi birisini zaruret vaktinden çıkaran ve kılmayan bir kimse ne kadar tevhid akidesi üzerinde olduğunu iddia ve zann etse bile kafir, müşrik, dinsiz ve imansız olmuştur. Bile-bile geçirilen hiçbir namazın kazası da yoktur. İslam'da kaza edilebilmesi caiz ve mümkün olan namaz, ancak uyku ya da unutma halinde geçirilen namazdır ki, bunu da uyuyan kişi uyandığında, unutan kişi de hatırladığında hemen kılacaktır. Bunun dışında bile-bile geçirilen hiçbir namazın kazası olamaz. Uyku ve unutma gibi iki özür halinin dışında namazının kazasının olabileceğini ve yapılabileceğini söyleyen kimseler asla bu tutarsız ve mesnetsiz iddialarına Kur'an ve Sünnet'ten delil getiremeyeceklerdir.
Çok iyi bilinmelidir ki, İslam sadece kendi kaynaklarından öğrenilir. Bu meseleyi de İslam'ın temel kaynaklarından doğru bir öğrenme ve algılama yöntemi ile araştıran ve aklını bir başkasına kiraya vermeyen kimseler bu mesele hakkında da sağlıklı bir düşünceye sahip olacaklardır.
Namazın kazasına fetva veren gayretsizler, meşru mazeretler olduğunda caiz olduğu ve bizzat da Rasulullah (sav) sağlığında bu konuda tüm ümmete pratik yaşantısı ile örnek olmuş olduğu halde birleştirilmesi mümkün olan namazları birleştirmeyi caiz görmemişler ve hatta haram kabul etmişlerdir. Böylesi bir düşünceye sahip olan cahil ve bağnaz kimselerin bile bile geçirilen ve vakti dışına çıkarılan namazların kaza edilebileceğine dair İslam dışı fikirler ortaya atarken ele, birleştirilerek kılınması caiz ve mümkün olan namazların birleştirilmesini haram kabul ederken de tutundukları tek dayanakları geleneksel bilgi birikimleri ve batıl mezheplerinin bu konudaki mesnetsiz fetvalarıdır. Bunların bu gibi söz ve davranışlarının sebeplerinin en başlıcalarından bir tanesi mezhep taassubudur.
Teshillerimizden dolayı Allah (cc) bizden razı olsun, inşaallah (cc). Hatalarımızdan dolayı ela O'nun rahmet ve mağfiretine sığınırız.
Rabbimizden sözlerimizin ve yazılarımızın ıslahını, amellerimizin doğru ve makbul olanını yapmaya bizi muvaffak kılmasını dileriz.
Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah (cc)'a hamd etmektir.
Hidayete tabi olanlara selam olsun.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Allah, hepimizin muîni olsun!.
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
46
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
Bu yazıyı okuyunca çok iyi anlamış olduk ki, namaz kılmayan ya da farz olan namazlardan herhangi birisini zaruret vaktinden çıkaran ve kılmayan bir kimse ne kadar tevhid akidesi üzerinde olduğunu iddia ve zann etse bile kafir, müşrik, dinsiz ve imansız olmuştur. Bile-bile geçirilen hiçbir namazın kazası da yoktur.

______aleyküm selam
rabbim razı ve memnun olsun inşallah
nasip ölçüsünde istifade ettik hamdolsun
izniniz olursa bu yazıyı sürekli güncellemek isterim .. umulurki gafflette olanlara ışık olur... inşallah
rabbimize emanet olunuz
selam ve dua ile__________
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Sahabe-i Kiram’dan Muaz Bin Cebel (ra) şöyle buyuruyor: "İlmi öğrenin, zira Allah için öğrenmek, öğrenene Allah korkusu verir. İlmi talep etmek ibadettir. Müzakeresi tesbihtir. Araştırması en büyük cihattır, ilmi bilmeyenlere öğretmek sadakaların en makbulüdür ilmi ehline vermek ise Allah'a en yaklaştırıcı bir davranıştır. Yalnız kaldığı zaman âlimin en yakın arkadaşı ilimdir. Tenha yollarda ise en emin yoldaşıdır. Dinde delilidir. Genişlikte ve darlıkta sabrı öğretir. Dostlar yanında yardım eden bir vezirdir. Yabancılar yanında ise sana en büyük destektir.”

"Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin."
Ali İmran 8

Rabbimiz bizleri dua edememe illetinden korusun ve hepimizi "rızasına ve cemâline ermek dileğiyle korku ve ümitle gece gündüz kendisine dua edip yalvaran kullarından eylesin"Gazanız Mübarek Olsun.!
Âmin.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Allah, hepimizin muîni olsun!.
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
46
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
İmam Ebu Hanife (rh)'ye göre namazı terk eden kimse namaz kılıncaya kadar hapis edilir. Kan çıkıncaya kadar dövülür. Tevbe edip namaz kılıncaya kadar tutuklu kalır. (Reddü'l-Muhtar Haşiyesi)

İmam Safi (rh) ve İmam Malik (rh)'e göre bir vakit namazı terk eden ya ela zaruret vaktinden çıkaran kimse tevbeye çağırılır. Namazı terk üzerinde ısrar ederse hadd cezası olarak öldürülür. (Umdetu'I-Kari 24/81)

İbn-i Hazm (rh) şöyle diyor:"Namazın terki konusunda bize Umer İbn-i Hattab (ra), Muaz İbn-i Cebel (ra), Abdurrahman İbn-i Avf (ra), Ebu Hureyre (ra) ve daha bir çok sahabelerden namazı terk eden kimsenin kafir ve mürted olduğuna dair bir çok rivayetler gelmiştir. Sahabelerin bu konudaki görüş birliğine aykırı hiç bir şey duyulmamıştır." (Muhalla)

İmam Ahmed ibn-i Hanbel'e göre namazı terk eden kafir ve mürteddir. Malı varsa İslam devletinin hazinesine kalır. Öldürülür ve öldürüldükten sonra da müslümanlara ait kabristanlara gömülmez. Namazı inkar ederek terk etmesi ile tembellik yüzünden terk etmesi arasında fark yoktur.
Ahmed İbn-i Hanbel (rh)'de şöyle eliyordu:"Namazı terk eden kimse kafirdir ve dinden dönmüş bir mürteddir. Kendisinden tevbe etmesi istenilir. Eğer tevbe etmezse öldürülür. Yıkanmaz, cenaze namazı kılınmaz ve Müslüman kabristanlığına gömülmez."

Safilerden Mansuru'l-Fakih ve Maliki'lerden İbn-i Habib'de İmam Ahmed İbn-i Hanbel (rh) ile aynı görüştedirler.

Şeyhu'l-İslam İbn-i Teymiye (rh) de şöyle diyor."Ergenlik yaşına ermiş birisi farz namazlarından birisini terk eder veya farz olduğu kesin olan kısımlarından birisini terk ederse, tevbe ettirilir, eğer tevbe etmezse öldürülür." (Vasiyyetü'l- Kübra 320)
SON SÖZ
Konuşulan ve anlatılan sözleri dinlemek ve sözlerin en güzeline uymak mü'minlerin özelliklerindendir.
İslam'ı anlamak için hiç kimseye aklımızı kiraya vermemiz gerekmez. Duyduklarımızın ve dinlediklerimizin sağlamasını mutlaka İslam'ın gerçek kaynaklan olan Kur'an ve Sünnetle yapmalıyız. Gerekli sağlamayı yaptıktan sonra da Allah (cc)'a sığınarak İslam'a uygun bulduklarımızı almalı ve İslam'a aykırı bulduklarımızı da atmalıyız. Çünkü Allah (cc) ve O'nun Rasulü (sav)'nden başka herkesin sözü alınabilir ve atılabilir. İnsanların sözleri incelemeye ve değerlendirmeye tabi tutulabilir. Ancak bundan Rasulullah (sav) müstesnadır.
Unutmayalım ki sözlerin en güzeli Allah (cc)'m Kitabı'ndaki sözler ve geriye bırakılan hediyelerin en güzeli ele Muhammed (sav)'in geriye bıraktığı sahih sünnetidir.
Kur'an ve Sünnet kaynaklarında asla tezat ve birbirleriyle çelişen hükümler yoktur. Çelişkileri ve tezatları ortaya atanlar fikirleri bulanık, geleneksel bilgi birikimlerini sahiplenen bağnaz kimselerdir.
Bu yazıyı okuyunca çok iyi anlamış olduk ki, namaz kılmayan ya da farz olan namazlardan herhangi birisini zaruret vaktinden çıkaran ve kılmayan bir kimse ne kadar tevhid akidesi üzerinde olduğunu iddia ve zann etse bile kafir, müşrik, dinsiz ve imansız olmuştur. Bile-bile geçirilen hiçbir namazın kazası da yoktur. İslam'da kaza edilebilmesi caiz ve mümkün olan namaz, ancak uyku ya da unutma halinde geçirilen namazdır ki, bunu da uyuyan kişi uyandığında, unutan kişi de hatırladığında hemen kılacaktır. Bunun dışında bile-bile geçirilen hiçbir namazın kazası olamaz. Uyku ve unutma gibi iki özür halinin dışında namazının kazasının olabileceğini ve yapılabileceğini söyleyen kimseler asla bu tutarsız ve mesnetsiz iddialarına Kur'an ve Sünnet'ten delil getiremeyeceklerdir.
Çok iyi bilinmelidir ki, İslam sadece kendi kaynaklarından öğrenilir. Bu meseleyi de İslam'ın temel kaynaklarından doğru bir öğrenme ve algılama yöntemi ile araştıran ve aklını bir başkasına kiraya vermeyen kimseler bu mesele hakkında da sağlıklı bir düşünceye sahip olacaklardır.
Namazın kazasına fetva veren gayretsizler, meşru mazeretler olduğunda caiz olduğu ve bizzat da Rasulullah (sav) sağlığında bu konuda tüm ümmete pratik yaşantısı ile örnek olmuş olduğu halde birleştirilmesi mümkün olan namazları birleştirmeyi caiz görmemişler ve hatta haram kabul etmişlerdir. Böylesi bir düşünceye sahip olan cahil ve bağnaz kimselerin bile bile geçirilen ve vakti dışına çıkarılan namazların kaza edilebileceğine dair İslam dışı fikirler ortaya atarken ele, birleştirilerek kılınması caiz ve mümkün olan namazların birleştirilmesini haram kabul ederken de tutundukları tek dayanakları geleneksel bilgi birikimleri ve batıl mezheplerinin bu konudaki mesnetsiz fetvalarıdır. Bunların bu gibi söz ve davranışlarının sebeplerinin en başlıcalarından bir tanesi mezhep taassubudur.
Teshillerimizden dolayı Allah (cc) bizden razı olsun, inşaallah (cc). Hatalarımızdan dolayı ela O'nun rahmet ve mağfiretine sığınırız.
Rabbimizden sözlerimizin ve yazılarımızın ıslahını, amellerimizin doğru ve makbul olanını yapmaya bizi muvaffak kılmasını dileriz.
Dualarımızın sonu alemlerin Rabbi olan Allah (cc)'a hamd etmektir.
Hidayete tabi olanlara selam olsun.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Allah, hepimizin muîni olsun!.
.................................
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt