Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
berat05
Vealeykümselam Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 68.
İçtiğiniz sudan Bana haber verin.

Size can gelmesi, susuzluğunuzu da dindirmeniz için "içtiğiniz sudan Bana haber verin!" Çünkü İçecek, genelde yenilen şeyin arkasından gelir. Bundan dolayı âyet-i kerimede de önce yenilecek şeyler zikredilmiştir. Nitekim kişinin misafirine yemek yedirdikten sonra içecek ikram ettiği bilinen bir husustur. ez-Zemahşerî dedi ki:
Araplardan birisine içecek ikram edilmişte o: Ben onu tutacak bir şey üzerine olmadıkça içmem (altında bir şey olmadıkça içmem), demiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 69
Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren biz miyiz?

Yani, "Sizlerin sadece beslenme ihtiyacınızı karşılamakla kalmadık, ayrıca susuzluğunuzu girdermeniz için de suyu yarattık. Çünkü su, hayatınız için ekmekten daha önemlidir. Suyu siz yaratmadınız, tam aksine onu da sizlerin yararlanmanız için Allah yaratmıştır. Ayrıca denizleri de biz yarattık. Öyleki o denizlerden suyu, güneşin harareti vasıtasıyla buharlaştırarak yağmur yağdırırız. Belli dönemlerde buharlaşması, bulutlara dönüşmesi gibi özellikleri de suya veren biziz. Öyle ki rüzgarlar bu bulutları bizim emrimizle sürüklerler ve belli bölgelerde yine bizim tayin ettiğimiz zamanlarda yağmur yağdırırlar. Biz sizleri tek başınıza bırakmadık. Ayrıca, hayatınızı sürdürebilmeniz ve neslinizi devam ettirebilmeniz için de tüm koşulları düzenledik. Çünkü bu koşullar olmadan, sizlerin yaşaması mümkün olmayacaktır. Benim verdiğim rızıktan yararlanmanıza, yine bağışladığım suyu içmenize rağmen hangi cesaretle kendinizi benden müstağni sanıyor ve başkalarına kulluk edebiliyorsunuz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 70
Eğer dilemiş olsaydık onu tuzlu kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?

Bu cümle, Allah'ın hikmet ve kudretine işaret etmektedir. Çünkü suyun hayat verici özelliğinden başka bir özelliği de belli bir derece ısıda buharlaştığında içinde buharlaşan suyun saf olmasıdır. Şayet su bu özelliğe sahip olmasaydı, denizlerden buharlaşan su, muhtevasında tuz da bulunduracak ve sonuçta yağmur yağdığında tüm yeryüzü çorak bir hale gelecekti. Aynı zamanda bu suyu insanlar içemeyecek ve hiç bir bitki yetişemeyeceği için de yeşillik olmayacaktı. Şimdi bir düşünün, sağır ve kör bir kuvvet böylesine hikmet ve kudrete dayalı bir nizam kurabilir mi? Öyle ki denizlerden saf su yükselmekte ve bulutlar halinde yeryüzünün belli bölgelerine belli zamanlarda ve belli noktalara yağmaktadır. Bu sular vasıtasıyla tatlı sular, çeşmeler, dereler, nehirler, kuyular oluşarak hayati ihtiyaçların sağlandığı, hikmete dayalı bir nizam kurulmuştur. Bu nizamda denizlerde yaşayan varlıklar tuzlu suda hayatlarını devam ettirebilirken, karada yaşayan varlıklar ise yağmur vasıtasıyla (tatlı su elde ederek) hayatlarını sürdürebilmektedirler.

Diğer bir ifadeyle, kiminiz nimeti yağmur tanrılarının bir lütfu, kiminiz de bunun sadece bir doğa kanunu olduğunu sanmaktadır. Fakat bu nimetin, Allah'ın rahmetinin bir sonucu olduğunu hiç düşünmüyorsunuz. Gerçekten de Allah'ın bu rahmeti karşısında O'na itaat ve ibadet edilmesi lazım gelmez mi? Ancak onlar, Allah'ın bu kadar büyük nimetlerinden yararlanıyor olmalarına rağmen, hâlâ şirk, küfür ve isyan içindedirler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 71
Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü?

"Şimdi çakmakta olduğunuz ateşten Bana haber verin." Yaş ağaçtan çakmak taşı ile ortaya çıkardığınız ateşten Bana haber verin.

Vakıa suresi ayet 72
Onun ağacını sizler mi inşa edip-yarattınız, yoksa onu inşa edip-yaratanlar mıyız?

"Onun ağacını siz mi yarattınız?" Yani ateş çakmakta kullandığınız iki çubuğun adı olan "merh ve afar"ın meydana geldiği ağacı meydana getiren sizler misiniz? Arapların: "Her ağaçta ateş vardır, fakat merh ve afarda bu daha fazladır" sözleri de buradan gelmektedir. Sanki bu iki tür çubuk yetecek kadar ateşi bünyelerinde taşıyor gibidir.
Bu iki çubuğun çok çabuk, ateş yaktıklarından ötürü böyle denildiği de söylenmiştir.
"Ateş çaktım" demektir. "Çakmaktan ateş çaktı, çakar" denilir. Bir diğer söyleyiş her ikisinde de "re" harfi kesreli olarak şeklindedir.
"Yoksa yaratanlar" yoktan var edenler "Bizler miyiz?" Benim kudretimi böylece görüp bildiğinize göre Bana şükredin ve öldükten sonra dirilişe kadir olduğumu inkâr etmeyin.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 73
Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu) ; hem de ihtiyacı olanlara bir meta kıldık.

Yani, "ateş", insana her zaman, yokluğu halinde insan hayatının hayvanlarınkinden pek farklı olmayacağını hatırlatır. Çünkü insanlar yemek yapmada ateşten yararlanırlar. Yine ateş olmadan sanayi gelişemezdi. Ayrıca icadlar için pek çok alan insana kapalı kalacaktı. Fakat insanoğlu, Allah'ın kendisine bir takım yetenekler bahşederek bu yetenekleri kullanabilmesi için gerekli şartları sağlamış olduğunu unutur. Sadece kendisinden yararlandığımız ateşin bile ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşünecek olursak onu da Allah'ın yarattığını görürüz.

"Mukvin" lügatte çölde dinlenen yolcular için kullanılan bir kelimedir. Bazılarına göre bu kelime "aç olan kimse" anlamına gelirken bazılarına göre de yemek pişirmek, ısınmak, aydınlanmak vs. herhangi bir nedenden dolayı yakılan ateşten yararlanan kişi demektir.

Vakıa suresi ayet 74
Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et.

Yani Allah'ın mübarek ismini açıkça tesbih edin ve O'nun her tür eksiklik, ayıp ve kusurdan münezzeh olduğunu beyan edin. Çünkü kafirler ahireti ve tevhidi inkar ederlerken, şirki ve küfrü seçerken bunu Allah'a atfetmektedirler.

Vakıa suresi ayet 75
Hayır, yıldızların yer (mevki) lerine yemin ederim.

Yani, "sizlerin sandığı gibi değildir." Burada Kur'an'ın Allah tarafından nazil olduğuna yemin edilirken lam-elif kullanılmış olmasından anlaşıldığına göre, bazı kimseler Kur'an hakkında yanlış iddialar ortaya atmışlardır. İşte burada bu iddialara reddiye olmak üzere yemin edilmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 76
Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.

"Gerçekten bu büyük bir yemindir" buyruğundaki "bu" zamirinin Kur'ân-ı Kerim'e ait olduğu söylenmiştir. Şüphesiz ki bu Kur'ân büyük bir yemin*dir, demek olur. Bu açıklamayı İbn Abbas ve başkaları yapmıştır.

Bir diğer açıklamaya göre yüce Allah'ın kendisine yemin ettiği herşey pek büyüktür.

"Şüphesiz o oldukça şerefli bir Kur'ân'dır" buyruğunda da kendisine ye*min olunan şey sözkonusu edilmiştir. Yani Ben yıldızların doğup battıkları yerlerine yemin ederek söylüyorum ki, gerçekten bu Kur'ân çok şerefli bir Kur'ân'dır. O bir büyü ve bir kehânet olmadığı gibi, uydurulmuş bir söz de değildir, Aksine o çok şerefli ve çokça öğütmeye değer bir Kur'ân'dır.

Yüce Allah, bunu peygamberine bir mucize kılmıştır. O, müminler için çok şereflidir, çünkü Rabblerinin sözüdür, kalblerinin şifasıdır. Semadakiler İçin de çok değerli ve şereflidir, çünkü o Rabbleri tarafından indirilmiştir ve O'nun vahyidir.

"Oldukça şerefli" buyruğunun mahluk değildir, anlamında olduğu söy*lendiği gibi, muhtevasında üstün ahlaki değerler ve pek önemli hususlar di*le getirildiği için "çok şereflidir diye de açıklanmıştır. Bir diğer açıklama*ya göre:
Çünkü Kur'ân-ı Kerim kendisini hıfz edeni şereflendirir, kendisini okuyanı büyültür.

Vakıa suresi ayet 77
Hiç tartışmasız bu, Kur'an-ı Kerim'dir.

Yıldızların mevkilerine yemin edilmesinin amacı, onların muhtelif mesafelerde bulunmuş olmalarındandır. Kur'an'ın yüce mertebeye haiz bir kitap oluşu dolayısıyla yine muhkem ve merbut olan yıldızlar sistemine yemin ediliyor.
Yani bu nizam, nasıl muhkem ve merbut ise Kur'an da muhkem ve merbut bir sözdür. Dolayısıyla kainattaki bu gezegenler sistemini yaratan Zat ile Kur'an'ı nazil eden Zat aynıdır. Yıldızlar gökte nazıl yayılmışlarsa ve görünüşte hiçbir bağlantıları yokmuş gibi görünüyorlarsa -ki aslında birbirlerine sıkıca bağlı bir sistem içindedirler- Kur'an'ın ayetleri de aynı şekilde birbirlerine bağlı, uyum ve ahenk içindedirler. Bir hayat nizamını tebliğ eden bu kitaptaki sistem, bir inanca dayalı ahlak, ibadet medeniyet, kültür, ekonomi, adalet, barış ve savaş kanunlarını, kısaca hayatın tüm yönlerini kapsamaktadır. Ve bu hayat nizamının el kitabında emredilen tüm talimatlar birbiriyle uyum içinde olmalarına rağmen ayrı mahal ve mevkilerde indirilmiştir. Ayrıca bu gezegenler sistemi nasıl bağımsız ise ve kendisinde hiç bir değişiklik yapılamazsa, Kur'an da aynı şekilde muhkem ve merbut bir yol göstericidir.

Vakıa suresi ayet 78
Saklanmış-korunmuş bir kitaptadır.

Yani, Levh-i Mahfuz'da. Bundan dolayı Kitab-ı Meknun (korunmuş kitap) denilmiştir. Öyle ki, hiç kimse ona yaklaşamaz. Yani Kur'an, Rasulullah'a (s.a) nazil olmadan önce Allah indinde mahfuz idi. Dolayısı ile hiç kimse onu değiştiremez ve ona yaklaşamaz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 79
Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunmaz.

Bu ayet, kafirlerin, "Kur'an'ı Muhammed'e Allah vahyetmiyor. O'na cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki iddialarına bir reddiyedir. Nitekim bu iddialanın cevabı Kur'an'ın muhtelif yerlerinde verilmiştir. Örneğin, Şuara Suresi'nde (210-212) şöyle buyurulmuştur:
"O Kur'an'ı şeytanlar indirmedi. Bu onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da, çünkü onlar işitmekten uzaklaştırılmışlardır."
Aynı konu bu ayette de ele alınmıştır. "İlla'l-Mutahharun" (Temiz olanlar hariç) Yani Kur'an'ın vahyolunmasına, nüzulüne, değil şeytanların müdahale etmesi, tahir (temiz) olan meleklerden başkası onun yanına dahi yaklaşamaz. Melekler için "mutahharûn" ifadesinin kullanılmasının nedeni, Allah'ın onları her türlü kötülükten arınmış varlık kılmış olmasıdır.
Bu ayeti, Enes bin Malik, İbn Abbas, Said bin Cübeyr, İkrime, Mücahid, Katade, Ebu-l Aliye, Süddî, Dahhak ve İbn Zeyd yukarıda açıkladığımız şekilde yorumlamışlardır. Nitekim ayetin siyak ve sibakından da aynı anlam çıkmaktadır. Zira bu ayet, kafirlerin Tevhid ve Ahiret akidesi hakkında yanlış düşünceleri beyan edilirken onların bu yanlışlarının vurgulanması sadedinde zikredilmiştir.
Kur'an yüce bir kitap olduğu ve hiç kimsenin ona müdahale edemeyeceği gerçeğinden hareketle yıldızlar üzerine yemin edilmiştir. Çünkü O, Allah indinde mahfuzdur ve ayrıca Hz. Peygamber'e (s.a) nazil olurken pâk ve temiz (Mutahharûn) meleklerden başkası O'na yaklaşamaz. Bazı müfessirler ayette geçen (La) yı nehiy La'sı olarak kabul etmiş, ayeti "temiz olanlardan başkasının Ona dokunmaması gerekir" şeklinde yorumlamıştır. Bazıları ise nehiy "La"sı olarak kabul etmiş ve ayete "temiz olanlardan başkası Ona dokunamaz" şeklinde anlam vermiştir. Bu müfessirler, bu nehyin, Rasulullah'ın (Müslümanlar kardeştir. Biri diğerine zulm etmez." hadisindeki gibi kullanıldığı görüşündedirler. Yani, "Bir Müslüman diğerine zulmetmesin" denilmek istenmiştir. Dolayısı ile ayetin anlamı da "temiz olmayan bir kimse Kur'an'a dokunmasın" şeklinde anlaşılmalıdır.
Ancak bu yorum ayetin siyak ve sibakı ile uygunluk arzetmemektedir. Çünkü ayette kafirlere seslenilmektedir. Yani şöyle buyurulmuştur: "Bu, Allah tarafından nazil edilen bir sözdür ve "Rasulullah'a cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki düşünceniz batıldır. Zira O'na temiz olandan başkası yaklaşamaz bile."
Görüldüğü gibi bu ayetten, "Kur'an'a abdestsiz dokunmak yasaktır" şeklinde fıkhi bir hüküm çıkarmak doğru değildir ve açıkça ayetin nüzul sebebinin de bu olmadığını söyleyebiliriz. Ancak, Allah indinde bu kitaba temiz olanların dışında hiç bir mahluk nasıl yaklaşamaz ise, dünyada da bu kitaba, ilahî bir kitap olarak iman edenlerin, temiz olmadan ona dokunmaktan kaçınmaları gerektiği öne sürülebilir. Bu mesele hakkında muhtelif rivayetleri aşağıda zikretmekte yarar görüyoruz:
1) İmam Malik'in Muvatta adlı eserinde, Abdullah bin Ebubekir, Muhammed bin Ömer bin Hazm'dan naklettiği rivayete göre, Hz. Peygamber'in (s.a.) , Ömer bin Hazm ile Yemen beldesi liderlerine gönderdiği yazılı emirlerden biri "La yemessuhûl-Kur'ane illa tahîrûn" şeklindedir. Aynı konu ile ilgili mürsel bir rivayeti Ebu Davud, İmam Zühri'den nakletmiştir. O, Rasulullah'ın Ebu Bekir Muhammed bin Ömer bin Hazm ile gönderdiği yazılı vesikayı Ömer bin Hazm'ın elinde gördüğünü söylemektedir.
2) Hz. Ali'nin rivayet ettiğine göre, cünüplüğün dışında hiçbir şey Hz. Peygamber'i Kur'an okumaktan alıkoymazdı. (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei)
3) İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, cenabet ve hayız halinde olanların Kur'an okumamalarını emretmiştir. (Ebu Davud, Tirmizi)
4) Buhari'nin rivayet ettiğine göre, Bizans İmparatoru Herakliyus'a Hz. Peygamber'in (s.a.) gönderdiği mektupta "Ey Ehli Kitap, sizinle bizim aramızdaki ortak bir kelimeye gelin..." ayeti yazılı idi.
Bu mesele hakkında Sahabe ve Tabiun'dan çeşitli görüşler naklediyoruz.
Hz. Selman el-Farisî "Abdestsiz Kur'an okumanın bir sakıncası yoktur ama dokunmak caiz değildir." demiştir. Sa'd bin Ebi Vakkas ve İbn Ömer de aynı görüştedirler. Hasan Basri ve İbrahim Nehaî, "Abdestsiz Kur'an'a dokunmak mekruhtur" demişlerdir. (Ahkamûl-Kur'an, el-Cessas) Ayrıca Ata, Tavus, Şa'bî ve Kasım bin Muhammed'den de aynı görüş nakledilmektedir. (El-Muğni, İbn Kudeme) "Kur'an'ı, dokunmamak kaydıyla görerek ve ezbere okumak, abdestsiz de caizdir" şeklindeki görüşe hepsi katılmaktadır. Hz. Ömer, Hz. Ali, Hasan Basri, İbrahim Nehai ve İmam Zühri'ye göre Cünüp, hayız ve nifas halinde Kur'an okumak mekruhtur. İbn Abbas ise, Kur'an okumayı düzenli bir şekilde devamlı sürdüren kimseler için, "ezberden okuyarak devam etsinler" demiş ve kendisi de bu şekilde davranmıştır. Said bin Müseyyeb ve Said bin Cübeyr kendilerine bu meseleyle ilgili bir soru yöneltildiğinde "Zaten Kur'an hafızalarda saklı değil mi? O halde okunmasında ne zarar var?" diye cevap vermişlerdir. (El-Muğni ve İbn Hazm, El-Muhalla)
Fakihlerin görüşleri:
İmam Kâşânî, "Bedaiüs-Senayî" adlı eserinde Hanefilerin görüşlerini açıklarken şunları söylüyor: "Nasıl abdestsiz namaz kılmak caiz değil ise abdestsiz Kur'an'a dokunmak da caiz değildir. Fakat Kur'an bir kılıf içinde bulunuyorsa dokunulabilir." Bazıları Kur'an'ın cildini kılıf kabul ederler. Ayrıca tefsir kitaplarına veya ayetin yazıyla bulunduğu herhangi bir şeye de abdestsiz dokunulmamalıdır. Fıkıh kitaplarına dokunulabilir ama abdestli dokunmak müstehaptır. Çünkü bu eserlerde de ayet bulunmaktadır. Bazı Hanefî fakihleri, Kur'an ayetlerinin yazılı olduğu şeylere abdestsiz dokunulabileceğini söylemektedirler. Nitekim haşiyelere de dokunulabilir. Fakat haşiyelerin de Kur'an'ın bir parçası sayılması gerektiği bir hakikattir. "Kur'an'a dokunmadan ezbere okumak ise caizdir" Ancak Fetevay-ı Hindiye'ye göre çocuklar bu hükümden istisna kılınmışlardır. Abdestsiz olsalar bile öğrenmeleri için çocukların eline Kur'an verilebilir.
Şafiî mezhebi imamlarından, İmam Nûdi, "el-Minhac" adlı eserinde Şafiilerin görüşlerini şöyle açıklar:
"Namaz ve Tavaf'da olduğu gibi Kur'an'a abdestsiz dokunmak haramdır. Kur'an cilt içinde olursa da bu caiz değildir. Şayet Kur'an valiz içinde, para üzerinde veya tefsirde olursa, bunlara abdestsiz dokunulabilir. Ancak Kur'an bir tahtada yazılı ise veya sandık içinde ise tahtaya veya sandığa abdestsiz dokunmak caiz değildir. Ayrıca çocuklar abdestsiz Kur'an'a dokunabilirler. Abdestsiz Kur'an okuyan bir kimse sopa vb. araçlarla Kur'an'ın sayfalarını çevirebilir."
Malikî Mezhebi, abdestsiz Kur'an'a dokunulmayacağı konusunda Cumhur ile ittifak halindedir. Fakat öğretmen ve öğrenci Kur'an öğrendikleri, öğrettikleri için bu hükümden istisna edilmişlerdir. Hatta Kur'an öğrenmek için hayızlı kadınlar dahi Kur'an'a dokunabilirler. İbn Kudame, el-Muğni adlı eserinde İmam Malik'in görüşünü nakletmiştir. "Cünüp bir halde Kur'an okumak yasaktır. Ama hayız halinde kadının Kur'an okuması caizdir. Çünkü, onu uzun bir süre Kur'an okumaktan nehyederseniz, Kur'an'ı unutur."
İbn Kudame'nin naklettiğine göre "Hanbeli Mezhebinde cünüplük, hayız ve nifas halinde Kur'an veya Kur'an'dan tam bir ayet okumak caiz değildir. Ancak "bismillah", "elhamdülillah", "maşaallah" demek caizdir. Gerçi bunlar da Kur'an ayetlerinden bir cüzdür ama, Kur'an okuma gayesiyle söylenmediğinden, denilmesinde bir mahzur yoktur. Kur'an'a abdestsiz dokunmak ise kesinlikle caiz değildir. Ancak bir ayetin yazılı olduğu fıkıh kitabına veya mektuba dokunulabilir. Ayrıca Kur'an kılıf içinde ise yine abdestsiz ona dokunmak caizdir. Tefsir kitaplarına da dokunulabilir. Şayet Kur'an'a dokunmak acilen gerektiyse, teyemmüm alınır ve öyle dokunulur. "Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı"nda Hanbeli Mezhebi'ne göre "çocukların abdestsiz olarak Kur'an'a dokunmaları doğru değildir. Çünkü onlara abdest aldırmak büyüklerin görevleridir" denilmektedir.
Zahiriye Mezhebine göre, Kur'an'ı okumak veya dokunmak her halükârda (cünüp, hayız, nifas, abdestsiz vs.) caizdir. (İbn Hazm, el-Muhalla, cilt: 1, sh. 77-84) Bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alan İbn Hazm, kendi görüşleri hakkında sağlam deliller öne sürmüş ve "Fakihlerin Kur'an'a dokunmak ve okumak hakkında ileri sürdükleri delillerin hiç biri ne Kur'an'da ne de Sünnet'te sabit değildir" demiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 80
Alemlerin Rabbinden indirilmedir.

Bu kitap Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın indirmesidir. Bu Kur’an, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın indirmesi olarak tenzîlen, peyderpey indirilmiştir.” Allah onu yerine ve zamanına göre, ihtiyaca göre indirmiştir. Bu kitabın indirilişi Allah’tandır. Bu Kur’an Allah’tandır. Bu kitabı indiren Allah’tır. Kitabın indirilişi konusunda peygamberin bile bir yetkisi yoktur. Allah’tan başka hiç kimsenin böyle bir kitabı peygambere indirmeye güç yetirmesi mümkün değildir. Bu kitabı peygamberine indiren, bu kitapla peygamberini, onun şahsında da bizleri şereflendiren, bilgilendiren, bu kitapla kendi bilgisinden bize aktarımda bulunan Allah’tır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 81
Şimdi siz bu sözü hor mu görüyorsunuz?

AbduIIah b. Abbas ve Dehhak bu Ayet-i kerimeyi şöyle izah etmişlerdir:
Ey insanlar, şimdi bu Kur'anı sizler yalanlıyor musunuz?"

Mücahid ise şöyle izah etmiştir:
"Şimdi sizler Kur'anı yalanlayanlara kar*şı yumuşak mı davranıyorsunuz? Onlara yağcılık mı yapıyorsunuz?

Vakıa suresi ayet 82
Kur'ani yalanlamakla rızkınızın şükrünü mü eda ediyorsunuz?

Bu âyet-i kerime, "Yıldızlar sayesinde bize yağmur yağdırıldı." diyen müşriklere cevap vermekte, onlara: "Size yağmur yağdıran Allaa şükretmeniz yerine o yağmurun Allah tarafından yağdırıldiğını yalanlamaya mı kalkışıyorsu*nuz?" diye sormaktır.

Uz. Ali (r.a.) Resulullah (s.a.v.)in bu âyeti okuduktan sonra şöyle buyur*duğunu rivayet ediyor
"Sizler şükrünüzün yerine yalanlamada mı bulunuyorsunuz? Şu ve şu gezegen şu ve şu yıldız sayesinde bize yağmur yağdı." diyorsunuz,

Zeyd b. Halidel-Cüheni (r.a.) diyor ki:
"Resulullah, Hudeybiye musalahası sırasında gece yağan bir yağmurdan sonra bize sabah namazı kıldırdı. Namazı bitirince cemaate döndü ve şöyle bu*yurdu:
"Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?"
İnsanlar:
"Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler..
Bunun üzerine buyurdu ki: "Rabbiniz şöyle dedi:
"Kulla*rımdan bazıları bana iman etmiş olarak bazıları da kâfir olarak sabahladılar. "Bize, Allahın lütfü ve rahmetiyle yağmur yağdı." diyenler bana iman etmiş olan ve yağmuru yıldızların yağdırdığını inkar edenlerdir. "Şu ve şu yıldız se*bebiyle bize yağmur yağdı." diyenler ise beni inkar eden ve yıldızlara iman edenlerdir.
Ebu Hureyre ve Abdullah b. Abbas da bunlara benzer hadis-i şerifler ri*vayet etmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 83
Hele can boğaza gelip dayandığında,

Hele o bir boğaza gelince" yani hele can yahut ruh boğaza geldiğinde... Candan daha önce sözedilmemiş olmakla birlikte (burada sözkonusu edilmesi) anlarrnn bilinmesinden ötürüdür.
Hadis-i şerifte de söyle buyurulmuş tur:
"Ölüm meleğinin damarları kesen ve ruhu kısım kısım toplayan yardımcıları vardır. Nihayet can boğaza geldiğinde bu sefer ölüm meleği onu alır.

Vakıa suresi ayet 84
Ki o sırada siz (sadece) bakıp durursunuz,

"O vakit siz de" Benim emrim ve egemenliğime "bakar dururken..." Siz
hiçbir şeye güç yetiremeksizin can çekişene bakıp dururken diye, de açıklanmıştır.
İbn Abbas dedi ki:
Bu buyrukla, can çekişen ölünün yakınlarından hazır bulunup canının ne zaman çıkacağını bekleyen kimseleri kastetmektedir. Diğer taraftan: Bu onların kardeşleri hakkında: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi yahut öldürülrnezlerdi" (Â)-i îmran, 3/156) diyenlerin kanaatlerini reddetmektedir. Yani madem böyle (diyorlar) ne diye onlardan herhangi bir kimsenin canını boğaza gelip dayandığı vakit geri çeviremiyorlar.
Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir:
Can çekişme esnasında herhangi birinizin canı boğazına gelip dayandığında ve siz de onun yanında bulunuyorken niçin onun ruhunu o kimsenin ömrünün uzamasını şiddetle arzulayıp, hayatta kalmasını istemenize rağmen bedenine geri çeviremiyorsunuz?
Bu da onların: "O dünya hayatımızdan başka bir şey değildir Ölürüz, diriliriz ve bizi ancak zaman helak etmektedir " (el-Câsiye, 45/24) şeklindeki sözlerini de reddetmektedir.
Canını alınması halinde olan kimseye hitab olduğu da söylenmiştir. Yani eğer senin başına gelen bu hal, Allah'tan değil ise, ne diye canını koruyamıyor, çıkmasını önleyemiyorsun?

Vakıa suresi ayet 85
Biz ona sizden daha yakınız; ancak siz görmezsiniz.

Evet, o zaman Biz O'na sizden" kudret, ilim ve durumunu görmekle "daha yakınız."
Amir b. Abdi'1-Kays dedi ki; Ben her neye baktımsa mutlaka yüce Allah'ın o şeyden bana daha yakın olduğunu görmüşümdür. Bu buyrukla yüce Allah, onun canını almakla görevli olan Bizim elçilerimiz "sizden daha yakındirlar demek istemiştir. "Ama" onları "göremezsiniz."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 86
Eğer siz gerçekten Hesaba çekilmeyecek olsaydınız;

Eğer siz gerçekten hesaba çekilmeyecek olsaydınız..." Siz gerçekten amellerinizin karşılığını görmeyecek ve bundan dolayı hesaba çekilmeyecek olsaydınız,., demektir. Yüce Allah'ın: "Gerçekten biz mi hesaba çekilip cezalandırılacağız?" (es-Saffat, 37/53) buyruğunda da bu anlamda (aynı kökten gelen kelime) kullanılmıştır ki; hesaba çekilip, cezalandırılacağız, amellerimizin karşılığını göreceğiz, demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
(Allah'ın) mülkiyeti ve kahr u galebesi altında bulunmayanlar (olsaydınız).,, diye de açıklanmıştır. el-Ferrâ ve başkaları"Ona sahih ve malik oldum" demektir, demişlerdir. Ayrıca el-Ferrâ, el-Hutay'a'nın şu beyitini de zikretmektedir:
"Sen oğullarının işlerine öyle malik kılındın ki, sonunda Onları undan da daha ince bir hale soktun."
Bununla sen onlara egemen ve hakim kılındın, onların maliki oldun, demek istemiştir. "Onu zelil kıldı, onu köleleştirdi" demektir. "Onu itaatim ve mülküm altına aldım, o da itaat altına girdi" denilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 87
Eğer doğru sözlüler de iseniz, onu, (çıkmakta olan canı) geri çevirsenize.

Doğru söyleyenler iseniz önu* ruhu bedene "geri çevirebilirdiniz." Yani bunu asla geri çeviremeyeceksiniz. Böylelikle sizin malik ve egemeniniz olmadığım ve hesaba çekilmeyeceğinize dair iddialarınız da çürütülmüş olmaktadır.
Onu geri çevirebilirdiniz buyruğu yüce Allah'ın: "Hele o bit boğaza gelince" buyruğu ile: "Eğer siz gerçekten hesaba çekilmeyecek olsaydınız"
buyruklarının cevabını teşkil etmekte, her ikisine tek bir cevab verilmiş bulunmaktadır.
Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. Arapların kimi zaman aynı anlamdaki iki hususu tekrar ettikleri de olur. Yüce Allah'ın: "Benden size bir hidayet gelir de kim Benim hidayetime uyarsa, onlar için korku yoktur ve onlar asla üzülmezler de" (el-Bakara, 2/38) buyruğu da bu kabildendir. Burada iki şarta tek bir cevab verilmiştir.
Diğerinin kendisine delâlet etmesi dolayısıyla birisinin hazfedildiği de söylenmiştir, İfadede takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir ki, ifadenin takdiri şöyledir: Eğer sizler gerçekten hesaba çekilmeyecek kimseler olsaydınız, onu geri çevirebilmeli değil miydiniz? Şu ölenin canını boğazına gelip dayandığı vakit niye, tekrar bedenine geri döndüremiyorsunuz?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 88
Eğer o yakınlaştırılmışlardan ise

Eğer o yakınlaştırılmışlardan ise" buyruğu ile yüce Allah, Ölüm esna¬sında ve öldükten sonra diriliş halinde insanların tabakalarını sözkonusu et¬mekte ve derecelerini açıklayarak şöyle buyurmaktadır; "Eğer o" ölen şahıs "yakınlaştırılmışlardan ise" buyruğunda sözü edilenler (ileriye geçenler olan) es-Sâbikûndur.

Vakıa suresi ayet 89
Artık Rahatlık, güzel kokular ve Naîm cenneti vardır"

Artık Rahatlık, güzel kokular ve Naîm cenneti vardır" buyruğunda (rahatlık anlamı verilen): lafzı genel olarak "re" harfi üstün ile okunmuştur.
İbn Abbas ve başkalarına göre bu dünyadan yana bir rahatlık vardır, anlamındadır.
el-Hasen ise bu, rahmet demektir, diye açıklamıştır.
ed-Dahhak istirahat ve dinlenmek diye açıklamıştır.
el-Kutebi buyruk kabirde onun için güzel esintiler vardır, demektir, diye açıklamıştır.
Ebu'l-Abbas b. Ata dedi ki:
"Rahatlık" yüce Allah'ın yüzüne bakmak "reyhan (güzel kokular)" ise O'nun kelâmını ve vahyini dinlemektir. "Naim cenneti" ise orada yüce Allah'ı görmekten yana perdelenmemesi demektir.
el-Hasen, Katade, Nasr b. Âsim, el-Cahderi, Ruveys ve Yakub'dan rivayetle Zeyd ise -"rahatlık" anlamındaki lafzı "re" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Bu kıraat İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
el-Hasen dedi ki:
(Bu okuyuştaki) Ruh'tan kasıt rahmettir, çünkü o da merhum (ölen) kimse için hayat gibidir.
Aişe (r.anha) da şöyle demiştir: Peygamber (sav) "re" harfini ötreli olarak: okumuştur. Bu da; O kimse için cennette ebedi kalıcılık ve hayat vardır, demektir. İşte rahmet budur.
"Güzel kokular" buyruğu hakkında Mücahid ve Said b. Cübeyr rızık, Mukatil Himyer dilinde rızktır diye açıklamışlardır. "Allah'ın rızkını taleb etmek üzere çıktın" denilir.
Katade, bu cennettir derken, ed-Dahhak rahmettir diye açıklamıştır. Bunun, hoş kokusu koklanan, bildiğimiz reyhan (fesleğen) olduğu da söylenmiştir. Bunu el-Hasen ve yine Katade de söylemiştir.
er-Rabî' b, Haysem dedi ki: Bu ölüm esnasında olacaktır, cennet ise öldükten sonra diriltileceği vakte kadar onun için saklı tutulacaktır. Ebu'1-Cevzâ dedi ki:
Bu ruhunun kabzedileceği vakit olacaktır. O reyhan demetleriyle karşılanacaktır.
Ebul-Âliye dedi ki:
Dünyada mukarreblerden olan bir kimseye iki reyhan dalı getirilip, onları koklamadıkça hiçbir kimsenin ruhu bedeninden ayrılmaz. O bunları koklarken ruhu kabzedilir
.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 90
Ve eğer "Ashab-ı Yemin"den ise,

"Ve eğer o Ashabu'l-yeminden ise..." yani "eğer o" bu ölen şahıs "Asha-bu'1-yeminden ise,

Vakıa suresi ayet 91
Artık, "Ashab-ı Yemin"den selam sana.

Ashabu'l-yeminden sana selam olsun!" Yani sen onlardan sevdiğin esenlikten başka bir şey görmeyeceksin. Onlar adına üzülme, şüphesiz onlar Allah'ın azabından kurtulacaklardır.
Anlamın: Onlardan selam ulsun sana, şeklinde olduğu da söylenmiştir ki; sen onlar için üzülmekten yana kurtulacaksın, demektir. İkisinin de an¬lamı birdir. Bir diğer açıklamaya göre; ey Muhammet! Ashabu'l-yeminden olan kimseler Allah'ın sana salat ve selam getirmesi için sana dua ederler, demektir. Onlar sana selam söylerler ey Muhammed, anlamında olduğu da söylenmiştir.
Bir başka açıklamaya göre anlamı şudur: Ey kul, sen hoşuna gitmeyecek şeylerden yana esenliktesin. Çünkü sen Ashabu'l-yemindensin. Buna göre bu¬rada: "Çünkü sen" lafzı hazfedilmiş olmaktadır. Ona ikram olmak üzere ona "es-selam" denilerek selam verilir, diye de açıklanmıştır. Buna göre selâmın nerede sözkonusu olacağı hususunda üç görüş bulunmaktadır.
Birincisine göre,
kişinin dünyada iken ruhunun kabzedileceği esnada ölüm meleğinin ona selam vereceğidir.
İkinci görüşe göre;
kabirde kişiye soru sorulacağı vakit, Münker ve Ne-kir ona selâm verir.
Üçüncü görüşe göre
kıyamet gününde ölümden sonra diriltileceği vakit melekler oraya (cennete) ulaşmasından önce ona selam vereceklerdir.
"Eğer"in cevabı e]-Müberrid'e göre hazfedilmiş olup, ifadenin takdiri: Her ne olursa olsun "Ashabu'l-yeminden selam olsun sana." Eğer o kimse Ashabu'l -yeminden ise "Ashabu'l-ycminden selam olsun sana" anlamındadır. Burada şartın cevabı (ikinci defa tekrarlanan! Ashabu'l-yeminden selam olsun, sana, ibaresi) daha Önceki ifadenin delâleti dolayısıyla hazfedil mistir. Nitekim bir kimsenin: "Sen zalimsin, eğer bunu yaparsan" ifadesinde cevabın lıazfedümesi de bu kabildendir, çünkü daha önce geçen ifade (sen zalimsin tabiri) buna delâlet etmektedir.
el-Ahfeşin görüşüne göre ise; "sana selam olsun" anlamındaki buyruğun başındaki "fe" harfi hem: İse" edatının cevabı, hem de: "Eğer"in cevabıdır. Bu da şu demektir: "İse" anlamındaki lafzın cevabı daha önceki lak di re göre "eğer" anlamındaki edatın cevabının yerini tutmaktadır. "Fe" harfi de buna göre her ikisinin cevabını teşkil etmektedir.
ez-Zeccac'a göre "İse" edatının anlamı, bir şeyden bir başka şeye geçişi ifade eder. Daha önce sözünü ettiğimiz hususu bırak, başka bir konuya geç, anlamına gelir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 92
Ve eğer o, yalanlayan sapıklardan ise,

"Eğer o" ölümden sonra dirilişi "yalanlayıcı" ve hidayetten, hak yoldan uzak "sapıklardan ise,

Vakıa suresi ayet 93
Artık (onun için de) alabildiğine kaynar sudan bir ziyafet vardır.

Ona kaynamış sudan bir ziyafet vardır." Yani onların kaynar sudan bir nzıkları olacaktır. Nitekim yüce Allah: "Sonra gerçekten sizler ey sapıklar, yalanlayıcılar. Siz elbette Zakkum ağacından yiyeceksiniz," (el-Vâkıa, 56/51-52) diye buyurduğu gibi; "Sonra onun üzerine kaynamış sudan bir katkıları olacaktır." (es-Sâffât, 37/67) diye buyurmaktadır.

Vakıa suresi ayet 94
Ve çılgınca yanan ateşe bir atılma da.

"Ve cehenneme bir atılış" yani cehennem ateşine girdiriliş vardır. Cehennemde bir ikamet ve onun türlü azablannın tadılması vardır, diye de açıklanmıştır.
"Atılış" ile aynı kökten olmak üzere: "Onu cehenneme attı, ona cehennemi boylattı" denilir.
Burada (âyette) mastar mefule izafe edilmiştir. Nitekim Filan kişiye mal verilişi söz konusudur" tabiri ona mal verilir anlamında kullanılır. Bu buyruk; şeklinde "te" harfi kesreli olarak da okunmuştur ki: "Cehenneme atılış şeklinde bir ikram vardır" demek olur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Vakıa suresi ayet 95
Şüphesiz ki bu, kesin bilgi veren hakkın ta kendisidir.

Bizim sana bu anlattıklarımız katıksız ve kesin bilgidir. Burada -ki her ikisi de aynı şey oldukları halde- "hak"ın yakîn (kesin bilgi)'e izafe edilmesi lafızlarının farklı oluşundan dolayı uygundur. el-Müberred dedi ki: Bu senin "aynu'l-yakîn, mahzu'l-yakîn (hakkın ta kendisi, katıksız kesin hak, gerçek)" demene benzer, O halde böyle bir tabir Kûfelilere göre bir şeyin kendi kendisine izafe edilmesi kabilindendir. Basralılara güre ise İşin gerçeği Kesin bilgi yahut kesin haberdir" takdirindedir.
Bunun tekid olduğu da söylenmiştir. "Yakîn: kesin bilgi" lafzının aslında "hak: gerçek"in sıfatı olduğu, mevsufun sıfata -mecaz ve kullanım genişliği imkânı ile- böyle geldiği de söylenmiştir ki; bu Oa yüce Allah'ın: "Âhiret yurdu" (Yusuf, 12/109) buyruğuna benzemektedir.
Katade de bu âyet-i kerime hakkında şunları söylemektedir: Yüce Allah bu Kur'ân-ı Kerim'in bildirdiklerinin kesin bilgiler olduklarını göstermedikçe hiçbir kimseyi bırakmaz. Mümin dünyada iken buna kesin olarak inanır, bu inancının da kıyamet gününde ona faydası olacaktır. Kâfir ise kesin bilgi ve inancın kendisine fayda vermeyeceği bir zaman olan kıyamet gününde buna kesin olarak inanacaktır.

Vakıa suresi ayet 96
Öyleyse büyük Rabbini ismiyle tesbih et.

Yani yüce Allah'ı kötülükler¬den tenzih et.
"İsmiyle* buyruğunun başındaki "be" harfi zaiddir. "İsim" de müsemmânın kendisidir,
"Tesbih et" buyruğunun Rabbini hatırlamak ve O'nun emri ile namaz kıl, demek olduğu da söylenmiştir.
Büyük Rabbînin adını an ve O'nu tesbih et anlamında olduğu da söylenmiştir.
Ukbe b. Âmir'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "O halde Rabbini büyük adıyla tesbih et" buyruğu nazil olunca, Peygamber (sav): "Bunu rükûıınuzda söyleyin" diye buyurdu. "O en yüce Rabbinin ismini tesbih et" (el-Âla, 87/1) buyruğu da nazil olunca Peygamber (sav): "Bunu da sücudunuzda söyleyin." diye buyurdu. Hadisi Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Rahman suresi ayet 1
Rahman (olan Allah) .

"Rahman" olan Allah "Kur'ân'ı Öğretti" buyruğu hakkında Said b. Cü-beyr ile Âmir eş-Şa'bî şöyle demişlerdir:
"er-Rahmân" bir araya getirilmele¬ri halinde yüce Allah'ın isimlerinden birisini teşkil eden üç sûrenin başlangıcıdır: "Elif, lâm, Ra" ile "Hâ, Mîm" ve "Nün." Bunların bir araya getirilmeleri halinde "er-Rahmân" adı ortaya çıkar.

Rahman suresi ayet 2
Kur'an'ı öğretti.

"Kur'ân'ı öğretti." Yani yüce Allah onu peygamberine öğretti, o da onu bütün insanlara eksiksiz tebliğ etti.
Bu sûre Mekkeli müşrikler: Rahman da neymiş? demeleri üzerine inmiştir.
Bu buyruğun Mekkelilere: Ona bu Kur'ân'ı bir insan öğretiyor ve o da Yemâme'nin Rahmân'ıdır sözlerine cevab olmak üzere indiği de söylenmiştir. Onlar bu sözleriyle yalancı Müseylemeyi kastediyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah: "Rahman (olan Allah) Kur'ân'ı öğretti" buyruklarını indirdi.
ez-Zeccac dedi ki:
"Kur'ân'ı öğretti." Onun hatırlanmasını ve okunmasını kolaylaştırdı demektir. Yüce Allah'ın: "Andolsun ki Biz Kur'ân'ı öğüt almak için kolaylaştırdık." (en-Necm, 54/17) buyruğu da bu anlamdadır.
Yüce Allah, Kur'ân'ı insanların kendisi ile kendisine ibadet etmelerinin bir alâmeti kılmıştır, diye de açıklanmıştır,

Rahman suresi ayet 3
İnsanı yarattı.

Diğer bir ifadeyle, insanı yaratan Allah olduğu için, insana bir gayeye mebni bir yol göstermek de O'na düşer. Bu bakımdan, Allah'ın Kur'an'ı bir yol gösterici olarak göndermesi, Rahman sıfatı yanında "Hâlık" sıfatının bir gereğidir. Çünkü bir şeyi yaratan, onun yaratılış nedenini bileceğinden fonksiyonunu da belirler. Dolayısıyla Kur'an'ın Allah tarafından gönderilmiş olması gayet doğaldır.
Şayet böyle olmasaydı, bu şaşılacak birşey olurdu; zira bir şeyi yaratanın onun nedenini bilmemesi ve fonksiyonunu belirlememesi mümkün değildir. Allah, kainatın ve içindeki her mahlukun yaratılış gayesini belirlemiş, ona bir yol çizmiş ve bu yolda yaratılış gayesine uygun yürümesi için onu görevlendirmiştir. Hatta insanın bedenini, saçının her telini, küçücük hücrelerin fonksiyonlarını bile belirlemiştir. Bu, onların yaratılışından önce takdir edilmiştir. Buna rağmen, insan gibi bir varlığı yol göstericisiz bırakmak nasıl mümkün olabilir? Bu husus, Kur'an'da çeşitli yerlerde ve çeşitli konularla da açıklanmıştır.
"Doğru yola iletmek bize aittir" (Leyl: 12)
"Doğru yolu göstermek Allah'a aittir" (Nahl: 9)
(Firavun) "Rabbiniz kim ey Musa? dedi, (Musa) Rabbimiz, herşeye yaratılışını verip, sonra onu doğru yola iletendir dedi." (Taha: 49-50)
Yani, Allah bu kainatın nizamı içerisinde herşeyin vazifesini tayin etmiştir. Bu, kendi başına öyle kuvvetli bir delildir ki, ön yargısız düşünen herkes, "İnsana Allah tarafından bir peygamber gelmesini ve bir kitap gönderilmesini" gayet doğal karşılamak zorunda kalır.

Rahman suresi ayet 4
Ona beyanı öğretti.

"el-Beyan" kelimesinin bir anlamı, insanın kendi maksadını açıklaması, diğeri ise, hayır ve şer arasındaki farkın açıklanması demektir. Bu her iki anlamı da taşıyan küçük cümle ile (Ona beyanı öğretti) deliller tamamlanmıştır. Çünkü insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellikler, konuşmak ve açıklamaktır. Bu özellikleri, insanın diğer varlıklardan üstünlüğünü ortaya koyar. Bu sadece konuşma özelliği değildir. Zira konuşmanın ardında akıl, şuur, idrak, fehim gibi yenetekler vardır ki, bunlar olmaksızın konuşmak mümkün değildir. Dolayısıyla insanda konuşma melekesinin olması, onun şuur ve irade sahibi olmasının delilidir. Kendisine böylesine yetenekler bağışlandıktan sonra, elbette insanın hidayeti şuursuz varlıklarınki gibi olacak değildir. Ayrıca insanoğlunun bir diğer özelliği de ahlâk duygusudur. İşte bu yüzdendir ki, insan gayet doğal olarak iyi-kötü, haklı-haksız, zulüm-adalet, doğru-yanlış arasındaki farkları anlar ve ahlâksızlık bataklığına gömülse dahi, bu özelliğini tamamen yitiremez. Bu özelliklerinin gereği olarak, insanlığın hidayeti, cebrî ve tabii kanunlara göre değil de vicdana ve şuura dayalı olarak düzenlenmiştir. Örneğin balığın yüzmesi, kuşun uçması ve insanın organlarının faaliyeti için her hangi bir eğitime ve öğretime gerek yoktur. Çünkü fıtraten nasıl görevlendirilmişlerse, o şekilde hareket etmek zorundadırlar. İnsanlar, kendi hayatları için kitapları, tebliğ ve telkinleri, okuma ve yazmayı, mantığı, eğitim ve öğretimin bir vesilesi olarak kabul edip doğal yeneteklerini bu konuda yeterli kabul etmezler. O halde insanı yaratanın, kendilerine verdiği bu görevi daha iyi yerine getirebilmeleri için insanlara yol gösterici olarak peygamberler ve kitaplar göndermesine niçin hayret edilsin? İnsan için hidayetin en uygun yolu budur. Çünkü "beyan" gibi bir nimet ile şereflendirilmiş bir varlığa, en uygun yol göstericilik vazifesini Kur'an yerine getirebilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Rahman suresi ayet 5
Güneş ve ay (belli) bir hesap iledir.

Yani, Güneş, Ay ve yıldızların doğuş ve batışı, değişmeyen, muazzam bir kanuna tabidir. Bu kanunun sayesinde insanlar, mevsimlerin vaktini, günlerin sayısını, ürünlerin olgunlaşma zamanlarını tespit edebilmektedirler. Bunca varlığın yeryüzünde yaşayabilmesinin nedeni, Güneşin yeryüzünden belli bir mesafede tutulmuş olmasıdır. Şayet Güneş ölçüsüz hareket etseydi ve yeryüzüne yaklaşsa, ya da uzaklaşsa idi, bunca varlık yok olurdu. Ayrıca Güneş ve Ay birbirleriyle uyum içindedirler ve bizlerin kullandığı takvimler onların hareketlerine bağlıdır.

Rahman suresi ayet 8
Sakın mizanda 'haksızlık ve taşkınlık yapmayın.'

Rahman suresi ayet 9
Tartıyı adaletle tutup doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın.

"Çünkü, kainatın nizamı adalet ve dengeye dayanır. Dolayısıyla size verilen yetki ve hareket dairesi içerisinde adaleti teessüs etmeniz gerekir. Şayet siz, kendinize tevdi edilmiş bir başkasının hayatını telef ederseniz, böyle yapmakla temelinde adalet saklı olan bu nizamı ifsad etmiş olursunuz. Bu nizam haksızlık ve adaletsizliği kabul etmez. Değil büyük bir zulüm, terazide hile yapmak suretiyle müşterinin hakkını yemek gibi küçük bir haksızlık dahi, adalet ve denge üzerine kurulu bu alemin nizamını sarsar.
Bu üç ayette, Kur'an talimatının biri tevhid, diğeri adalet olan iki önemli bölümünden, ikincisi açıklanmıştır. Böylece bu kısa cümlelerle, Rahman olan Allah'ın Kur'an vasıtasıyla gönderdiği hidayet vurgulanmış olmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Rahman suresi ayet 10
Yere gelince; onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçaltıp koydu.

Bu ayetten, 25. ayete kadar, insanların ve cinlerin, kendilerinden yararlandıkları Allah'ın nimet ve ihsanları hakkında sözedilmiştir. Bu ayetlerden çıkarılacak ahlâki ders, insanların kendi iradeleriyle Allah'a ibadet ve itaat etmelerinin istenmiş olmasıdır. Kendilerine verilen serbest irade dolayısıyla ister Allah'a itaat ederler, isterlerse etmeyebilirler. Ancak doğal olarak ve ahlâken Allah'a ibadet etmeleri gerekir.

"" tertip ve tanzim etmek, yapmak, hazırlamak ve koymak demektir. Ayrıca yaratmak anlamında da kullanılır. Yani insanları ve diğer mahlukatı yaratmak gibi. İbn Abbas'a göre, "Enaam", sadece bedeni değil ruhu da kapsar. Mücahid, bu kelimeyi "Hakaik" şeklinde açıklar. Katade, İbn Zeyd, Şa'bi, tüm canlıların "Enaam" kapsamına girdiğini söyler. Nitekim lugat alimleri de aynı görüştedirler. Tüm bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, bazı kimselerin bu ayete dayanarak "Yeryüzündeki kaynakların hakimi devlettir" şeklinde çıkardıkları sonucun beyhude olduğu ortadadır. Bu kimseler, diğer ideolojilerin anlayışlarını Kur'an'a da sokmak istiyorlar. Oysa bu ayetin lafızlarından, siyak ve sibakından, "Enaam" kelimesinin sadece insanlığı kapsamayıp tüm mahlukatı da içerdiği açıkça anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu ayet, yeryüzünün "Halk" için yaratıldığı gibi komünist bir anlayışı doğrulamaz. Çünkü burada vurgulanmak istenen husus, kainat içinde her mahluk için uygun şartların sağlanmış olmasıdır. Yani, bu kainat kendi kendine meydana gelmemiştir. Onu yaratan ve uygun bir hale getiren Allah'tır.

Rahman suresi ayet 11
Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar vardır,

Rahman suresi ayet 12
Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler.

Yani, insanlar için yiyecekler, hayvanlar için yem.

Rahman suresi ayet 13
Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?

"Âlâî" kelimesi ilerideki ayetlerde de tekrar tekrar kullanılmıştır. Biz bu kelimeyi çeşitli yerlerde çeşitli anlamlarda tercüme ettiğimiz için, başlangıçta bu kelimenin geniş anlamlarını açıklamak gerekiyor.
Bu kelime (Âlâî) genellikle müfessir ve lugat alimleri tarafından "nimetler" olarak tercüme edilmiştir.
a) İbn Abbas, Katade ve Hasan Basri'den de bu anlam nakledilmiştir. Bu hususta en önemli delil, Rasulullah'ın (s.a) "Cinler bu ayeti işittiklerinde, tekrar tekrar -biz Rabbimizin hiçbir nimetini yalanlamayız- diye cevap verdiler" şeklindeki hadisidir. Dolayısıyla bazı modern araştırmacıların "Bu kelime hiçbir surette -nimetler- anlamında kullanılmamıştır." şeklindeki görüşlerine itibar etmek mümkün değildir.
b) "Âlâî" kelimesi, "mükemmel ve şaşılacak kuvvet" anlamına da gelmektedir. Nitekim İbn Cerir et-Taberi, İbn Zeyd'in "Febi eyyi âlâî Rabbi kuma..."nın "Febi eyyi kudretillah" anlamına geldiği şeklindeki görüşünü nakletmektedir. Zaten kendisi de 37. ve 38. ayetleri yorumlarken "Alai" kelimesini "kudret" olarak açıklamıştır. İmam Razi'de 14-16. ayetleri tefsir ederken, bu ayetlerin nimeti açıklamak için değil, kudreti açıklamak için kullanıldığını, 22-23. ayetleri tefsir ederken de, yine bu ayetlerin Allah'ın nimetlerini değil, şaşılacak kudretini açıkladığını söyler.
c) "Âlâî" kelimesinin bir diğer anlamı ise özellikler, hamde layık sıfatlar, kemalat ve faziletler demektir. Bu anlamı hem müfessirler hem de lugat alimleri kullanmışlardır

"Tükezziban" (yalanlıyorsunuz) ifadesiyle, insanların Allah'ın nimetlerine ve hamde layık sıfatlarına karşı takındıkları tavır kastedilmektedir.
a) Bazı kimseler, bu nimetleri Allah'ın yarattığına inanmazlar ve tüm bu maddelerin kendi kendilerine oluştuğunu ya da bir tesadüf sonucu kendiliğinden meydana geldiğini zannederler. Dolayısıyla bunun ardında bir hikmet olduğunu düşünmezler.
b) Bazı kimseler ise, bu nimetleri yaratanın Allah olduğunu kabul etmekle birlikte, O'nun ilahlığında başkalarının da pay sahibi olduğunu düşünerek onlara ibadet ederler. Allah'ın verdiği rızıktan faydalanmalarına rağmen, başkalarına "hamd-ü sena" ederler. Örneğin, bir kimseye bir takım yardımlarda bulunduğunuzu farzedin. Şimdi bu şahıs, sizin yanınızda ve sizin yardım ettiğiniz şey için, bir başkasına teşekkür ederse, siz ona ne dersiniz? Ona nankör ve yalancı demez misiniz?
c) Bazı kimseler de, tüm bu nimetleri Allah'ın verdiğine inanırlar fakat O'nun emirlerini yerine getirmezler. Allah'ın gönderdiği mesaja hiçbir şekilde kulak asmazlar. İşte bu da başka türlü bir nankörlüktür. Ve Allah'ın nimetlerini yalanlamaktır.
d) Bazı kimseler ise, Allah'ın nimetlerini yalanlamadıkları gibi, ayrıca nankörlük de etmezler. Ancak bu kimselerin yaşadıkları hayat tarzının nankörlük edenlerinkinden bir farkı yoktur. Bu tür kimseler, her ne kadar dilleriyle inkar etmemiş olsalar bile, fiilen Allah'ın nimetlerini yalanlamaktadırlar.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt