Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kurandan okuyalım (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 4
Yer, şiddetli bir sarsıntıyla sarsıldığı,

Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre sarsıldığı ve hareket ettirildiği zaman demektir, "Onu sarstı, sarsar" hareket ettirdi, sarsıntıya uğrattı demektir. "Hörgücü büyük dişi deve" demektir.
Hadiste de: "Dalgalandığı vakit deniz yolculuğuna çıkan bir kimsenin himayesi olmaz. " denilmektedir ki, dalgaları hareket halinde olduğu vakit anlamındadır.
el-Kelbî dedi ki: Çünkü yüce Allah yere vahyedeceğinde o da yüce Allah'tan korktuğundan ötürü alabildiğine sarsılacaktır.
Müfessirler de şöyle demişlerdir: Beşikteki çocuk nasıl sallanıyorsa, yer de Öylece sallanacak. Öyle ki, üzerindeki bütün binalar yıkılacak, üzerinde dağ ve daha başka her ne varsa hepsi kırılıp dökülecek.
İbn Abbas'tan gelen rivayete göre: "Sesi duyulacak şekilde şiddetli hareket" demektir.
"Zaman" lafzının îrabtaki mahalli ise "gerçekleştiği zaman" lafzından bedel olarak nasbdır. Bununla birlikte; "o azaltıcıdır, yükselticidir" anlamındaki buyruk ile nasbedilmesi de mümkündür. Yani yeryüzü sarsılacağı vakit, dağlarda parçalanacağında (kıyamet) alçaltır ve yükseltir. Çünkü o zaman yüksek olan şey alçalacak, alçak olan şey de yükselecektir.
Şöyle de açıklanmıştır: Yeryüzü iyice sarsılacağı vakit o vakıa gerçekleşecektir, demektir. Bu açıklamayı da ez-Zeccâc ve el-Cürcânî yapmıştır.
Buyruğun; "Yeryüzü şiddetle sarsılacağı zaman"ı hatırla, anlamında olduğu "Sarsıntı" lafzının ise mastar (mefus-i mutlak) olduğu da söylenmistir. Bu ise bu sarsıntının tekrarlanacağının delilidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 5
Dağlar parça parça ufalandığı zaman,

İbn Ab bas'tan gelen rivayete göre darmadağın edildiği zaman demektir.

Yani onlar (dağlar) birbirine karışmış olacak ve bir miktar suya karıştırılmış un gibi olacaktır.

Bu da şu demektir: Dağlar toprak olacak ve birbirine karışacaklardır.
el-Hasen: Dağlar kökünden koparılıp yak olup gidecektir demiştir. Bunun benzeri de yüce Allah'ın; "Rabbim onları kökünden koparıp parça parça dağıtacak" (Ta-Ha, 20/105) buyruğudur.

Atiyye:
Kum ve toprak gibi serilmiş olacaklardır, diye açıklamıştır.
"sürmek" anlamında olduğu söylenmiştir. Yani dağlar sürülecektir.
Ebu Zeyd dedi ki:
Bu lafız sürmek anlamındadır. "Develeri önüme katıp sürdüm, sürerim" demektir,

Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
“Medine'den, Yemen'e, Şam'a ve Irak'a bir topluluk çıkıp dağılacaklardır. Fakat eğer onlar bilseler Medine onlar için daha hayırlıdır. "
Bir diğer hadiste de bu anlamda kullanılmıştır: "Yemenliler çoluk çocuklarını önlerine katıp sürenler olarak size geldiler."

Mücahid:
Dağlar bir çeşit akacaktır.
İkrime: Bir çeşit yıkılacaktır.
Muhammed b. Ka'b: Bir çeşit sürüleceklerdir, diye açıklamıştır.
el-Hasen de:
Paramparça edildiklerinde, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirlerine yakındır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 6
Dağılmış toz haline geldikleri zaman...

"Dağılmış toz haline gelecekleri zaman" buyruğu hakkında Ali (r.a) şöyle demiştir:
"Dağılmış toz" atların toynaklarından yükselip sonra da kaybolan toz zerrelerine denilir. Yüce Allah amellerini böyle kılmıştır.
Mücahid;
"Küçük pencerede toz zerrecikleri şeklinde görünen ışık'a denilir. Buna yakın bir açıklama İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir. Yine İbn Abbas'tan nakledildiğine göre o şöyle açıklamıştır: Bu alev aldığı zaman ateşin etrafa saçtığı kıvılcımlardır. Bu kıvılcımlar yere düştü mü yok olup gider. Atiyye de böyle açıklamıştır.
"Dağılmış" anlamı verilen; lafzı genel olarak üç noktalı "se" ile okunmuştur. Darmadağın olmuş demektir. Yüce Allah'jn: "Orada her canlıdan etrafa dağıttı." (Lukman, 31/10) buyruğunda da bu anlamda kullanılmıştır ki; dağıttı ve yaydı, demektir.
Mesrûk, Nehâî ve Ebu Hayve ise iki noktalı "te" ile diye okumuşlardır kî, bu da kesilmiş demek olup, onların (Arapların) "Allah onu koparsın" şeklindeki tabirlerinden alınmıştır: "ki Kestirip atmak, bir şeyi kesinlikle bir şekle bağlamak" mastarı da buradan gelmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 7
Ve sizler üç sınıfa ayrıldığınız zaman.

AlIah teala, bu âyet-i kerimede insanların kıyamette üç sınıfa aynlacakları beyan etmektedir. Gelecek ayetlerde de belirtileceği gibi bunlardan
birincisi,
amel defterleri sağlarından verilenlerdir. Bunlar cennetliklerdir.
İkincisi ise
amel defterleri sollarından verilenlerdir. Bunlar da cehennemliklerdir.
Üçüncü sınıf ise
Allanın en öne geçirdiği bir guruptur. Bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerden daha üstündürler. Bunların içinde peygamberler, siddıyklar ve şehitler bulunacaktır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 8
İşte o "Ashab-ı Meymene" olanlar, ne (kutlu) "Ashab-ı Meymene"dir.

"Ashab'ul-Meymene"; Meymene, lügatte "yemin" (sağ el) veya "yumn" (uğurlu) anlamlarının her ikisin ede gelebilir. Şayet yemin kelimesinden türediğini kabul edersek, Meymene "sağ el" anlamına gelir. Ancak burada lügavî anlamında değil, "yüksek mertebe" anlamında kullanılmış olabileceğini belirtmeliyiz. Çünkü Araplar sağ eli, kuvvet ve şerefin sembolü olarak nitelerlerdi. Nitekim hürmet ettikleri kimseleri, meclislerde sağ köşeye oturturlardı. Ayrıca bir kimse, başka bir şahsın kendi yanında önemli bir yeri olduğunu söylemek istediğinde "Fulanun minnî bil-yemin" (o benim sağ kolumdur) derdi. Urduca'da da önemli bir adamın yardımcısına "Desterast" (sağ kolu) denir. Fakat "Meymene" kelimesinin "yumn" dan türediğini kabul edersek, "ashabu-ul meymene" uğurlu, bahtı iyi olan, saadet sahipleri anlamına gelir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 9
Amel defterleri sollarından verilenler. Ne bedbaht insanlardır amel defterleri sollarından verilenler.

Amel defterleri sol taraflarından verilen bu zümre de sol taraftan cehennem ateşine götürüleceklerdir.

Muaz b. Cebel diyor ki:

"Resulullah bu iki âyeti okudu ve iki avucuna bir şeyler doldurdu ve sağ elini göstererek şöyle buyurdu; "İşte bunlar cennettedir. Artık endişem yoktur." Sonra (sol elini göstererek) işte bunlar da cehennemliktir. Artık endişem yoktur." buyurdu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 10
Dünyada hayır için önde gidenler âhirette de öndedirler.

Ayet-i kerimede zikredilen "Önde gidenler"den maksat, îbn-i Sîrîn'e göre, iki kıbleye karşı (Önce Kudüs'e karşı, kıble değiştirildikten sonra da Mekke'ye karşı) namaz kılanlardır.
Osman b. Ebi Sevda'ya göre ise "Önde gidenler"den maksat, camilere Önce gidenler ve Allah yolunda cihada önce koşanlardır.
Muhammed b. Kâ'b ve Yakub b. Mücahid'e göre ise "Önde gidenler"den maksat, peygamberlerdir. Süddi'ye göre ise "A'la-i İUiyyîn"e yükseltilecek olanlardır.
Abdullah b. Abbas'taıî nakledilen bir görüşe göre ise bunlar, Hz. Musa'ya iman etmeye koşan, Yûşâ b. Nîin, Hz. İsa'ya iman etmeye koşan Âl-i Yâsîn, Hz. Muhammed'e iman etmeye koşan Hz. Ali'dir.
Hasan-ı Basrî ve Katade ise âyette zikredilen "Önüe gidenler" den maksat, her ümmetin hayira önce koşanlarıdır.
Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:
"Resulullah şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde Allanın var ettiği gölgeye koşacak olanlar kimlerdir biliyor musunuz?" Sahabiler: "Allah ve Resulü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Onlar, kendilerine hak verildiğinde kabul ederler. Kendileinden hak istendiğinde onu da verirler. İnsanlara kendi haklarında verdikleri karar gibi hüküm verirler.
 

__henza__

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Mar 2010
Mesajlar
182
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Alalh razı olsun vaktim oldukça bu sayafda olacağım artım son 3 ayeti okudum gerçekten çok etkili bir paylaşımö oluş mealler
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
__henza__
Allah CC sizden de razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 11
İşte onlar yakınlaştırıltnış olanlardır

"İşte onlar yakınlaştınlmış olanlardır" buyruğu ise onların niteliklerindendir.
Şöyle de denilmiştir: Mukarreb olan es-sâbîkundan bir kişi cennetteki evinden dışarıya çıkacak olursa, ondan daha aşağılarda bulunan kimselerin, kendisini o ışık ile tanıyacakları bir aydınlığı olur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 12
Nimetlerle-donatılmış Cennetler içinde;

Vakıa suresi ayet 13
Birçoğu geçmiş ümmet lerden.

Vakıa suresi ayet 14
Birazı da sonrakilerden.

Müfessirler "evveliyn" ve "ahiriyn" ifadelerinin yorumu hakkında ihtilaf etmişlerdir.

Birinci grup,
Hz. Adem'den Hz. Muhammed'e kadar gelen tüm ümmetleri "evveliyn", Hz. Muhammed'den kıyamete kadar yaşayanları ise "ahiriyn" olarak kabul etmektedir. Bu yorum kabul edildiğinde, Rasulullah'tan binlerce yıl önce yaşayan insanlar arasındaki "sabıkların" sayısı, kendisinden sonra yaşayanlar arasındaki "sabıkların" sayısından daha çok olacak demektir.

İkinci grup;
bu ifadelerin sadece Hz. Muhammed'in (s.a) ümmetini tazammun ettiği görüşündedirler. Yani İslâm'ın ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha çok olacaktır.

Üçüncü grup ise
bu ifadelerin, her peygamberin ümmetini ayrı ayrı tazammun ettiği görüşündedirler. Yani, her peygamberin ilk dönemlerindeki sabıkların sayısı, daha sonraki sabıklardan daha fazladır. Bu üç görüş de makuldur ve her üçünün de doğru olması mümkündür.

Bir de dördüncü bir görüş daha vardır ki,
bu görüşün de doğru olması mümkündür. Onlara göre, her devrin ilk dönemlerinde sabıkların sayısı nisbeten fazladır. Sonraki dönemlerde ise bu sayı azalır. Çünkü nüfus artışının hızıyla, sabıkların sayısının artma hızı aynı olmaz. Dolayısı ile toplam rakam oran olarak ilk dönemlerde daha fazladır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 15
Özenle mücevherlerden işlenmiş' tahtlar üzerindedirler;

Vakıa suresi ayet 16
Üstlerinde karşılıklı olarak dayanıp-yaslanmışlardır.

Vakıa suresi ayet 17
Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır;

Bu ifade ile, yaşlarının değişmeyeceği gençler kastolunuyorlar. Hz. Ali ve Hasan Basri'ye göre bu gençler, dünyada ne günahları ne de sevapları olmayan gençlerdir. Sevapları olmadığı için Cenneti, günahları olmadığı için de Cehennemi hak etmemişlerdir. Onların ebeveyni de Cennete girmemiştir. Çünkü Müslümanlara, çocuklarının da kendileriyle birlikte olacağı, Allah'ın bir va'didir.
(Bkz. Tur: 21)

Bu hususu te'yid eden bir hadis, Hz. Enes ve Hz. Semire bin Cündüp'tan nakledilmektedir. "Rasulullah şöyle dedi: Müşriklerin çocukları Cennet ehline hizmet edeceklerdir." (Ebu Davud, Tayâlisi, Tabaranî ve Bezzar.)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 18
Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler,

Bu tür kaplar, kulpları da, emzikleri de bulunmayan kaplardır.
İbrikler" ise kulpları ve emzikleri bulunan su kaplan olup, tekili "ibrik" diye gelir. Buna bu adın veriliş sebebi ise berraklığı dolayısı ile renginin parlamasından ötürüdür.
"Maîn" su ya da şarap akan pınar demektir. Şu kadar var ki, burada maksat pınarlardan akan şaraptır. Gözle görülen pınarlar diye de açıklanmıştır. O takdirde "maîn" lafız olarak, "gözle görmek" demek olan "nuıâyene"den İsm-i mef'u! olur. Bunun çokiuk demek olur; "fâîl" veznindeki şekli olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah, bunun sıkmak suretiyle çeşitli zorluklarla ve birtakım işlemlerden geçirildikten sonra elde edilen dünya şarabı gibi olmadığını da açıklamaktadır.


Vakıa suresi ayet 19
Ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.

O içkiyi içmelerinden ötürü başlan ağrıma-yacaktır. Yani bu şarap dünyadaki içkiden farklı olarak herhangi bir rahatsızlık vermeyen lezzetli bir şaraptır.
"Ve akılları da giderilmez. ki, sarhoş olmaları sonucunda akıllan başlarından gitmez, demektir,
Mücahid "başları da ağrımaz" anlamındaki buyruğu; şeklinde ve; anlamında okumuştur ki, bu da "dağılmazlar" demek olur. Yüce Allah'ın: "Bölük bölük ayrılacakları gün" (er-Rum, 30/43) buyruğunda olduğu gibi okumuştur.
Kufeliler "akıllarıda giderilmez" anlamındaki buyruğu şeklinde "ze" harfi kesreli olarak okumuşlardır ki, bu da şarapları bitmez, içkilerinin sonu gelmez, demektir.

ed-Dahhak'ın îbn Abbas'tan gelen rivayetine güre şoyîe demiştir: İçkide dört özellik vardır. Sarhoşluk, başağrısı, kusmak ve idrar sökmesi. Şanı yüce Allah da cennetteki şarabı sözkonusu ederken bu özelliklerden münezzeh (uzak) olduğunu belirtmiştir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 20
Arzulayıp seçecekleri meyveler,

Yani çokluğundan ötürü istediklerini seçerler. Bunun seçilen ve beğenilen türden meyve anlamına geldiği de söylenmiştir, "Seçmek" demektir.

Vakıa suresi ayet 21
Canlarının çektiği kuş eti.

"Ve canlarının çekeceklerinden kuş eti" buyruğu ile ilgili olarak Tirmi-zî'nin rivayetine göre Enes b. Malik şöyle demiştir: Rasûlullalı (sav)'a: "el-Kev-ser" nedir? diye sorulmuş, o da; "O yüce Allah'ın bana vermiş olduğu -cennette vermiş olduğu demek istemektedir- bir ırmaktır. Sütten daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Orada boyunları deve boyunları gibi kuşlar vardır." Ömer (r.a): Şüphesiz ki bunlar şişman kuşlardır, deyince Rasûlullah (sav): "Onları yemek ondan da güzeldir" diye buyurdu.
(Tirmizi) dedi ki: Hasen bir hadistir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 22
Ve iri gözlü huriler,

Vakıa suresi ayet 23
Sanki saklı inciler gibi


"Güzel gözlü huriler" lafzı ref, nasb ve cer ile okunmuştur.
Cer ile okuyanların -ki Hamza, el-Kisâî ve başkalarıdır- kıraati bu durumda "testilerle" anlamındaki lafza atfedilmiş olması mümkündür ki, bu da anlama göre hamledilir. Çünkü buyruk: Onlar testilerle, meyvelerle, etlerle ve hurilerle nimetlenirler, demek olur. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır.
"Cennetlerinde" anlamındaki lafza atfedilmesi de mümkündür. Bu durumda onlar "Naim cennetlerinde"dirler ve muzafın hazfedilmiş olduğu takdiri ile "Huriler arasındadırlar" demek olur ki huriler ile birliktedirler denilmiş gibidir.
el-Ferrâ dedi ki: Cer ile okuyuş, mana itibariyle farklı olsalar dahi lafzen ona tabi kılmak suretiyle olur. Çünkü hurilerin, etraflarında dolaştırılmaları sözkonusu olmaz.
Bilindiği gibi gözler uzatılmaz, ancak onlara sürme çekilir.
Kutrub dedi ki: Lafız testilere ve ibriklere -manaya hamletmek sözkonu-su olmaksızın- atfedilmiştir. O şöyle demiştir: Bununla birlikte hurilerin etraflarında dolaştırılmaları ve bundan dolayı da lezzet almaları kabul edilmeyecek bir şey değildir.
Nasb ile okuyanlara -ki bunlar el-Eşheb, el-Ukaylî, en-Nehâi, İsa b. Ömer es-Sakafîdir, Ubeyy'in mushafında da böyledir- gelince, bu da bir fiil takdirine göre böyle okunmuştur. "İri gözlü hurilerle eşleştirilirler" denilmiş gibidir. Nasb halinde de manaya hamletmek güzeldir. Çünkü onunla etraflarında dolaştırılır ifadesinin anlamı o onlara verilir demektir.
Cumhurun kıraati olan ref e gelince -ki bu aynı zamanda Ebu Ubeyd ve Ebıı Hâtim'in de tercih ettiği kıraattir-; "Onlann yanlarında güzel gözlü huriler de vardır" anlamındadır. Çünkü onların etrafında huriler dolaştırılacaktır.
el-Kisâî dedi ki: "Güzel gözlü huriler de vardır" buyruğunu ref ile okuyup onların etraflarında dolaştırılmayacağım da hu okuyuşuna gerekçe gösteren kimselerin aynı şeyi meyve ve kuş eti hakkında da söylemeleri gerekir. Çünkü bunlar da etraflarında dolaştmlmayacaktır. Etrafta dolaştırılan sadece şaraptır.
el-Ahfeş dedi ki: Bunun manaya hamledilmiş olması da mümkündür. Çünkü buyruk; Onlar için testiler vardır ve onlar için güzel gözlü huriler de vardır" anlamındadır.
Bunun "Birçoğu" (13. âyet) lafzına atfedilmiş olması da mümkündür. Bu lafız da mübtedâ olup bunun da haberi "işlenmiş tahtlar üzerin-de(dirler.)" (15, âyet) buyruğudur.
Aynı şekilde; "Güzel gözlü huriler de vardır" buyruğu da bu şekilde (haber durumunda)dır. Mübtedanın nekre olarak gelmesi ise, aldığı sıfaı ile özellik kazanması (tahsis edilmesi) dolayısıiledir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 24
Yapmakta olduklarına bir karşılık olmak üzere onlara sunulur

"Yapageldiklerine bir karşılık olarak"
bir mükâfat olarak demektir, "Bîr karşılık olarak" lafzının nasb ile gelmesi mefulün leh olmasından dolayıdır. Bunun mastar (meful-i mutlak) olduğundan dolayı nasb ile gelmiş olması da mümkündür. Çünkü; "Etraflarında ebedi kılınmış evlatlar dolaşır ...bir karşılık olmak üzere onlara verilir' anlamındadır.
el-Huru'1-îne dair açıklamalar daha önce et-Tur Sûresi'nde (52/20. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde (ed-Duhan, 44/54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
Enes dedi ki: Peygamber (sav) buyurdu ki: "Allah hur-u'e îni zaferandan yaratmıştır."
Halici b. el-Velid dedi ki: Peygamber (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Cennet ehlinden bir kişi cennet elmalarından bir tanesini eline alır. Elinde parçalanır. Ondan bir huri çıkar, eğer güneşe bakacak olursa, güzelliğinden dolayı güneş utanır ve elmadan da bir şey eksilmez." Bir adam ona: Ey Süleyman'ın babası, şüphesiz ki bu hayret edilecek bir şeydir. Üstelik elmadan bir şey eksilmez öyle mi? Halid b. Velid dedi ki: Evet, bu bir başka kandilden yakılan bir kandil ve hatta kandiller yakıldığı halde ondan bir şey eksilmemesine benzer. Allah dilediği herşeye kadirdir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 25
Orada ne batıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler.

İbn Abbas der ki:
Ne batıl, ne yalan bir süz işitirler. Bani (lağv) boş söz demektir. 'Günahı gerektiren" (te'sim) de; "Ona günaha girdin dedim" sözünün mastarıdır.
Muhammed b. Kah dedi ki: "Günahı gerektiren" bir sözün olmaması, birinin diğerini günaha girdiğini söylememesi demektir.
Mücahid dedi ki:
"Onlar orada ne batıl, ne de günahı gerektiren bir söz işitirler." Herhangi bir sövgü ve günahı gerektiren bir söz işittirmezler, demektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 26
Yalnızca bir söz işitirler: "Selam, selam."

"Selâm, selâm diye bir sözden başka"
buyruğundaki "Diye" lafzı "işitirler" fiili ile nasbedilmiştir, veya munkatı' bir istisnadır. Yani ancak onlar ... diye bir söz söylerler, yahut böyle.bır söz işitirler, demektir.
"Selâm selâm" buyruğu da "diye" anlamındaki fiil ile nasbedilm iştir. Bu da, onlar ancak hayır söz söylerler, demektir. Mastar olarak da nas-bedilmiş olabilir. Bu da; ancak onların birinin diğerine selam demesi müstesnadır, demek olur. Yahutta; "Diye" lafzının sıfatı, ikinci "selam" lafzı da birincisinden bedel olabilir. Anlam da: Boş sözden uzak kalına bilecek ve ondan kurtulmanın mümkün olabileceği bir söz (işitmeleri) müstesnadır, şeklinde olur. Bununla birlikte Selam olsun size" takdiri iLe mer-fu olması da mümkündür.
İbn Abbas: Biri diğerine selam verir, birbirleriyle selamlaşırlar demektir, demiştir.
Onları melekler selâmlar, yahutta aziz ve cetil olari Rabbleri onları selâmlar, diye de açıklanmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 27
"Ashab-ı Yemin", ne (kutludur o) "Ashab-ı Yemin."

Ashâbu'l-yemîn, ne Ashâbu'l-yemmdir" buyruğu ile tekrar -önceden geçtiği üzere- es-Sâbikûn(üeri geçenler)in kendileri olan Ashâbu'l-meymene'nin konumlarını sözkonusu etmektedir. Buradaki ifadenin tekrarlanması, içinde bulunacakları nimetlerin büyüklüğünü anlatmak İçindir.

Vakıa suresi ayet 28
Yüklü dalları bükülmüş kiraz ağaçları,

Yani dikenleri alınmış yahut kesilmiş arabistan kirazı arasında olacaklardır. Bu açıklamayı İbn Abbas ve başkaları yapmıştır.
İbnu'l-Mübarek şu rivayeti zikretmektedir:
Bize Safvan, Süleym b. Âmir'den anlattı, dedi ki: Peygamber (sav)in ashabı şöyle diyorlardı: Şüphesiz ki bedeviler ve soru sormaları bize çok faydalı oluyor. Bir gün bir bedevi Arap gelip; Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim"de eziyet verici bir ağaçtan sözetmektedir. Halbuki ben cennette sahibine eziyet verecek bir ağacın olacağı kanaatinde değildim. Rasûiullah (sav):
"Sözünü ettiğin ağaç hangisidir?" diye sordu,
bedevi: Bu arabistan kirazı ağacıdır, onun rahatsız edici dikenleri vardır, dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Yüce Allah: "Dikensiz arabistan kirazı altında" demiyor mu' Allah onun dikenlerini almış ve herbir diken yerine bir meyve koymuş olacaktır. O ağaç öyle bir mahsul verir ki, bundan biri diğerine hiçbir şekilde benzemeyen yetmişiki çeşit meyve çıkacaktır.”
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Vakıa suresi ayet 29
"Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında"

"Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" buyruğunda geçen "Muz ağacı" demek olup, tekili dır. Müfessirlerin çoğu Ali, İbn Abbas ve başkaları böyle demişlerdir.
el-Hasen de şöyle demiştir: Burada sözü edilen muz değildir, fakat serin ve nemli bir gölgesi bulunan bir ağaçtır.
ei-Ferra ve Ebu Ubeyde de şöyle demişlerdir: Bunlar dikenleri bulunan büyük ağaçlardır.
ez-Zeccac dedi ki: Cennette bu ağacın dikenlerinin izale edilmiş olması mümkündür. Yine ez-Zeccac şöyle demiştir: Um Gayİan ağacı gibi. Bu ağacın oldukça hoş beyaz bir çiçeği vardır. Onlara böylece hitab edildi ve benzerini sevdikleri şeyler onlara vaadolundu. Şu kadar var ki, bu tür ağaçların dünyadaki benzerlerine üstünlüğü, cennette bulunan diğer nimetlerin dünyadakilere üstünlüğü gibidir.
es-Süddî dedi ki: Cennetteki talh, dünyadakine benzer. Şu kadar var ki onun baldan tatlı bir meyvesi vardır.
Ali b, Ebi Talib (r.a) bu buyruğu "ayn" harfi ile "Meyveleri birbirine girmiş yemişler altında" diye okumuş ve (bu okuyuşunu gerekçelen-dirmek üzere de) şu âyeti zikretmiştir: "Ve meyveleri olgunlaşmış güzel hurma ağaçlan arasında" (eş-Şuara, 26/148) Ancak bu kıraat, mushafın hattına uygun değildir. Bir rivayete göre de onun önünde; "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçları altında" diye okutmuş o da taİhın burada işi ne? demiş, bu şeklindedir. Daha sonra da "Ve tomurcukları üstüste binmiş..." (Kaf, 50/10) buyruğunu okumuştur. Ona: Bunu değiştirmeyelim mi? diye sorulunca, o: Kur'ân'ın bu şekilde değiştirilmesi ve tahvil edilmesi gerekmez demiştir. Böylelikle o, bu kıraati tercih etmiş olmakla birlikte, icma ile kabul edilmiş olan hat şekline muhalefeti dolayısıyla mushafta yazılmasını uygun bulmamıştır.
Bir açıklamayı el-Kuşey-rî yapmıştır.
Ebu Bekir el-Enbarî senedini kaydederek şöyle demiştir: Bana babam anlattı, dedi ki: Bize el-Hasen b. Arafe anlattı. Bize İsa b. Yunus, Mücalid'den anlattı. O el-Hasen b. Sa'd'dan, o Kays b. Ubad'dan dedi ki: Ben Ali'nin yanında; "Meyveleri birbirine girmiş muz ağaçlan altında" diye okudum -Mücalid şüphe ederek: Ya da Ali'nin huzurunda böyle okundu dedi. Bunun üzerine Ali (r.a) şöyle dedi; Burada "talh (muz ağaçlart)"ın ne işi var? Sen hiç diye okumaz mısın? dedikten sonra "Ve tomurcukları üstüste binmiş" (Kaf, 50/10) buyruğunu okudu. Ona dedi ki: Ey müminlerin emi-ri, bunu mushaftan kazıyalım mı? diye sorunca, o: Hayır, artık bugün Kur'ân'da bir değişiklik olmaz. Ebu Bekr dedi ki: Bu ifadenin anlamı şu ki;
o mushafta yazılı olana dönmüş ve doğru olanın o olduğunu kabullenmiş olup, daha önce kullanmış olduğu -belki de kasti olmayan- o yanlış ifadeyi çürütmüş olmaktadır.
"Meyveleri birbirine girmiş" öncekileri de, sonrakileri de üs-tüste yüklenmek suretiyle birbiri üstüne gelmiş demektir. Bundan dolayı da onun açığfi çıkan dallan görülmeyip, aksine sıkı sıkıya dizilmiş olur. "Üstüste iyice istif etmek" demektir. "Üstüste iyice dizilmiş" anlamındadır. en-Nâbiğa da şöyie demiştir:
"Kendisini alıkoyan (bir engel varken) açtı yolunu küçük ırmağın Ve onu evin önündeki iki perdeye doğru gelmesini sağladı, sonra da tepeden tırnağa kadar meyve ve yaprakla dolu {ağaca ulaştırdı.)"
Mesrûk dedi ki: Cennetin ağaçlan kökünden dallarına kadar hepsi üstüs-te yığılmış meyvelerle doludur. (Cennetlik kişi) bir meyve yedi mi onun yerine ondan daha güzeli gelir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt