DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
n) Müslümanlara duâ
Haşr suresi ayet 10
Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin."
20. Buraya kadar, Fey ile ilgili kanunlarda Fey'in Allah'a, Rasulüne, Rasul'ün akrabalarına, yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara, Muhacirlere, Ensara ve kıyamete kadar gelecek tüm Müslüman nesillere ait bir hak olduğu beyan edilmiştir. Kur'an'ın bu önemli yasası ışığında Hz. Ömer (r.a) Irak, Şam ve Mısır'ın fethi sonrasında ele geçen mülk ve arazi ile oranın eski yöneticilerinin mal ve mülkleri hakkında bu şekilde karar vermiştir. Bu ülkeler fetholunduktan sonra, bazı ileri gelen sahabiler, örneğin Hz. Zübeyr, Hz. Bilal, Hz. Abdurrahman bin Avf ve Hz. Selman-ı Farisî ele geçen mal ve mülkün ganimet olarak askerlere dağıtılması gerektiğini savunmuşlardır.
Onlar bunun Haşr Suresi'ndeki tanıma girdiğini sanıyorlardı. Çünkü Müslümanlar bunları ele geçirmek için atları ve develeri koşturmuşlardır. Bu bakımdan savaşmadan teslim olan şehir ve bölgelerin dışındakilerin ganimet tanımına girdiğini düşünüyorlardı. Bu hükme göre, bu bölgelerin arazisinin ve halkının beşte biri, Beyt'ul-Mal'a verildikten sonra geriye kalan beşte dördün askerler arasında paylaştırılması gerekiyordu. Ancak bu görüş, şu nedenlerden dolayı doğru değildir. Hz. Peygamber'in hayatında bile, fetholunan bölgelerin arazisi ve halkı ganimet gibi, beşte biri Hz. Peygamber (s.a) alıp, beşte dördün askerler arasında paylaştırılmamıştır. Bu konuda iki örnek vardır. Birincisi Mekke'nin Fethi, ikincisi Hayber'in Fethi. Mekke ele geçtikten sonra Hz. Peygamber (s.a) herşeyi oranın halkına bırakmamıştır. Hayber'e gelince Beşir bin Yasar'dan rivayet olduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) Hayber'i 36 parçaya bölüp, içinden 18 parçayı toplumsal zorunluluk dolayısıyla vakfetmiş ve geri kalanı askerler arasında paylaştırmıştır. (Ebu Davud, Beyhaki, Kitab'ul-Emval, Ebu Ubeyd; Kitab'ul-Haraç, Yahya bin Adem; Fütuhu'l-Buldan, Belazuri; Fethu'l-Kadir, İbn'ul-Humam) Hz. Peygamber'in (s.a.) bu tatbikatından anlaşıldığına göre, bir arazi savaş sonucunda bile ele geçmiş olsa ganimet sayılmayabilir. Aksi takdirde Hz. Peygamber (s.a) nasıl olur da Mekke'yi ve halkını aynen bırakıp, Hayber'in beşte birini değil de, yarısını Beyt'ul-Mal'a alabilirdi? Bu bakımdan uygun gördüğü şekilde davranmanın döneminin imamının hakkı olduğu sünnet ile sabittir. İsterse onları askerler arasında paylaştırabilir, isterse Mekke örneğinde olduğu gibi orayı halkın kendisine bırakabilir.
Ancak Hz. Peygayber döneminde pek fazla ülke ele geçmediği için, mesele ayrıntılı bir şekilde açığa çıkmamıştır. Hz. Ömer döneminde büyük ülkeler ele geçtiğinden, sahabiler ele geçen mülkün Ganimetin mi, Fey'in mi kapsamına girdiği hususunda tereddüt etmişlerdir. Örneğin Mısır'ın fethinden sonra Hz. Zübeyr, tüm ülkenin Hz. Peygamber'in (s.a.) Hayber'i paylaştırdığı gibi taksim edilmesi gerektiğini teklif etmiştir. Yine Şam ve Irak fetholunduğunda Hz. Bilal, tüm arazinin askerler arasında ganimet şeklinde dağıtılmasında ısrar etmiştir. (Kitabu'l-Haraç, Ebu Yusuf) Diğer yandan Hz. Ali, bu arazilerin onu işleyenlere bırakılıp, gelirinin Müslümanlara verilmesi görüşündeydi. (Ebu Yusuf, Ebu Ubeyd) . Musa bin Cebel'e göre, bu mülkün böyle dağıtılması halinde çok kötü sonuçlar doğabilirdi. Yani büyük topraklar sayılı bir grubun, birkaç kişinin eline düşer, onların ölümünden sonra da bu mallar varislerine kalır ve onca arazinin sahibi bir kadın veya bir erkek olabilirdi.
Sonuçta da gelecek nesillere bir şey kalmayacağı için onların ihtiyaçları güçlükle giderilecektir. Üstelik İslâm topraklarının sınırlarını korumak için yapılan harcamalar nasıl karşılanacaktır? O halde bu topraklar, gelecek nesillerin de, şimdiki nesillerin de menfaatlerinin zedelenmeyeceği bir şekilde dağıtılmalıdır. (Ebu Ubeyd, sh. 59, Feth'ul-Bari, cilt: 6, sh. 138) Hz. Ömer, ırak paylaştırıldığında kişi başına 2-3 köle düşeceğini hesaplamıştır. (Ebu Yusuf, Ebu Ubeyd) . Hz. Ömer bu toprakların taksim edilmemesi gerektiğine kanaat getirdikten sonra, kendisine itiraz edenlere, "Siz kendinizden sonra gelenlere hiçbir şeyin bırakılmamasını ister misiniz?" demiştir. (Ebu Ubeyd) "Bizden sonra gelecek olan Müslüman nesil, tüm arazi ve kölelerin, önceden veraset olarak bazı kimselere kaldığını görecektir. Bu ise kesinlikle doğru değildir" (Ebu Yusuf) "Sizden sonra gelecek olan Müslümanların durumu ne olacak? Endişe ediyorum ki, ben bunları paylaştırırsam, siz su için bile birbirinizle savaşırsınız" (Ebu Ubeyd) "Şayet ben gelecek nesilleri düşünmemiş olsaydım fetholunan ülkeleri, Hz. Peygamber'in (s.a.) paylaştırdığı gibi taksim ederdim" (Buhari, Muvatta, Ebu Ubeyd) "Hayır bu, gayrimenkul bir maldır. Ben bunu hem askerler hem de diğer Müslümanların ihtiyaçları için muhafaza edeceğim" (Ebu Ubeyd)
Bu cevaplara rağmen, birçok Müslüman ikna olmamış ve Hz. Ömer'e "sen zulmediyorsun" demeye başlamışlardı. En sonunda Hz. Ömer, Şura'yı toplayarak, meseleyi onlara arzeder. Hz. Ömer, Şura karşısında şöyle konuşmuştur: "Ben sizleri şu husus için çağırdım. Taşıdığım bu emaneti bana teslim eden ve idaresini veren sizlersiniz. Ben de sizlerden biriyim. Sizler Hakkı ikrar etmiş kişilersiniz. Görüşüme katılmanız veya itiraz etmeniz sizin hakkınızdır. Zaten ben, beni körü körüne taklit etmenizi ve görüşüme uymanızı istemiyorum. Siz de Hakkı söyleyen Allah'ın Kitabı'nı okuyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki, söylediklerimden haktan başka bir şey kastediyor değilim (...) Sizler, haklarını vermediğimi ve kendilerine zulmettiğimi iddia eden kimseleri de dinlediniz. Oysa ben zulmetmekten Allah'a sığınırım. Bende hakkı olanın hakkını vermediğim takdirde bir gasıp olmuş olurum. Ancak ben, İran Kisrası'nın ülkesinden sonra, bu kadar büyük başka bir ülkenin fethedileceğini sanmıyorum. Allah İranlıların mal, mülk ve topraklarını bize nasip etti. Askerlerimizin elde ettiği ganimetten beşte birini aldıktan sonra, gerisini aralarında paylaştırdım.
Taksim edilmemiş bazı ganimet malları var, onları da paylaştırmayı düşünüyorum. Ancak arazileri ve işleticilerini taksim etmemek görüşündeyim. Çünkü o arazilerden bize devamlı ödeyecekleri haraç ve işleticilerden cizye almak istiyorum. Şimdiki Müslümanlar, askerler, Müslümanların çocukları ve gelecek Müslüman nesiller için bunu Fey olarak elde tutmak istiyorum. Sınırları korumak için, sürekli askerlere ihtiyacımızın olduğunu ve Irak, Şam, Kufe, Basra, Mısır gibi büyük vilayetlere de sürekli askerler gerektiğini ve tüm bunlara maaş vermek durumunda olduğumuzu sizler de görüyorsunuz. Şayet bu toprakları ve işleticileri paylaştırırsam, bütün bunların masraflarını nasıl karşılayacağız?"
Bu münazara iki üç gün devam etti. Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Abdullah ibn Ömer, Hz. Ömer'in görüşünü destekliyorlardı ama, kesin bir karara varamamışlardı. En sonunda Hz. Ömer, Allah'ın Kitabı'ndan bir delil bulunduğunu açıklayarak, Haşr Suresi'ni 6. ayetinden 10. ayetine kadar okumuştur. "Allah'ın bağışladığı mülkün, sadece içinde yaşadıkları dönemdeki kimselere değil, gelecek nesilleri de kapsadığından dolayı fethedilen ülkeleri fethedenlere dağıtıp, ondan sonra gelenlere birşey bırakılmamasının bu delile ters düşeceğini öne sürmüştür. Ayrıca Allah Teâlâ "Ta ki o mal sizden sadece zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın" diye buyurmuştur. Fakat şimdi biz bu toprakları, fetheden askerlere dağıtırsak, mülk sadece zenginler arasında dolaşır ve diğerlerine birşey kalmaz" Bu delil herkesi ikna etmiş ve tüm fetholunan ülkelerin Müslüman ümmetinin Fey'i olduğu konusunda icma hasıl olmuştur. Toprağın, onu işletenlerin eline bırakılacağına ve kendilerinden haraç ve cizye alınacağına karar verilmiştir. (Kitabu'l Haraç, Ebu Yusuf sa: 23-27-35, Ahkamu'l Kur'an, el-Cassas)
Bu karara göre, fetholunan ülkelerin toprakları tüm ümmetin malı, araziyi işletenler ise ümmetin kiracıları gibi olmuştur. Onlar, İslâm Devleti'nin belirlediği bir miktarda vergi ödeyeceklerdir. Böylece bu toprakları işletenler, bunları miras olarak bırakma veya satma haklarına sahip olmuşlardır. Ancak arazinin asıl sahibi yine de ümmettir. İmam Ebu Ubeyd, Kitabu'l Emval adlı eserinde Hz. Ömer'in Irak topraklarını, işletenler üzerine bıraktığını, onlara cizye ve haraç koyduğunu söylemektedir. (Sayfa. 57) . Yine sa: 84'de İmam'ın, (yani İslâm Devlet Başkanının) fetholunmuş ülkelerin topraklarını işleyenlerin eline bırakması halinde, onların bunu miras olarak bırakma veya satma hakkına sahip olduğunu söylemektedir.
Ömer bin Abdülaziz döneminde Şa'bi'ye, "Iraklılarla bir antlaşman var mı?" diye sorulduğunda, O, "Antlaşma yok ama onlar haraç vermeyi kabul ettikten sonra bu bir antlaşma sayılır" demiştir. (Ebu Ubeyd sa: 49, Ebu Yusuf sa: 28) Hz. Ömer döneminde Utbe bin Ferkad Fırat Nehri kenarında bir parça arazi satın aldığını söyleyince Hz. Ömer "Bu arazinin asıl sahibi bunlar (Muhacirler ve Ensar) 'dır." demiştir. Hz. Ömer'e göre arazinin gerçek sahibi Müslümanlardı. (Ebu Ubeyd sa: 74)
Bu karar gereğince, fetholunan ülkelerin toprakları tüm Müslümanlarındır.
a) İslâm Devleti'nin bir barış sonucunda eline geçen arazi ve topraklar;
b) Bir ülkeden savaşılmaksızın Eman karşılığında alınan fidye, haraç ve cizye;
c) Sahiblerinin bırakarak kaçtığı terk edilmiş mülk ve araziler;
d) Sahibinin vefat ettiği ve varisinin bulunmadığı mallar;
e) Daha önceden kimsenin sahib olmadığı topraklar;
f) Sahibinden cizye ve haraç alınan topraklar;
g) Önceki hükümdarların sarayları, malları ve mülkleri;
h) Önceki devletlerin malları ve mülkleri.
Ayrıntı için bkz. (Beda'iü's-Senayi cild: 7 sa: 116-118, Kitab'ul-Haraç, Yahya bin Adem sa: 22-64, Mugni'ul-Muhtaç cild. 3, sa: 93, Haşiyet'ud Dusûkî cild. 2, sa: 190, Gayet'ul-Muhtehi cild. 1 sa: 467-471)
Sahabe bu malların Fey olduğuna ittifak ile karar vermiş olduğundan fakihler arasında bazı konularda görüş ayrılıkları varsa da prensip itibariyle bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu ihtilafları aşağıda kısaca arzettik.
Hanefilere göre, fetholunan ülkelerin toprakları hakkında İslâm Devleti (fıkhî literatürde İmam) yetki sahibidir. O, Beyt'ül-Mal için beşte bir alıp, gerisini askerler arasında paylaştırabilir veya isterse onları sahiblerinin eline bırakır ve kendilerinden cizye ile haraç alır. İmam'ın bu şekilde davranması halinde bu mülk, Müslümanların vakfı sayılır. (Beda'iü's-Senayi, Ahkamu'l Kur'an, Cassas, Hidaye, Fethul Kadir) Aynı görüşü İbni Mübarek, Süfyan-ı Sevri'den nakleder. (Yahya b. Adem ve Ebu Ubeyd)
Malikilere göre, Müslümanların fethettikleri araziler kendiliğinden vakıf haline gelir. Bu toprakların vakıf olması için ne İmam'ın izni, ne de askerlerinin rızası gerekir. Malikiler, bunun yanısıra sadece arazilerin değil, binaların da Müslümanların vakfı olduğu görüşündedirler. Ancak İslâm Devleti binalardan kira almaz. (Haşiyet-ud-Dusukî)
Hanbeliler, savaşanlar arasında mülkü paylaştırmak veya Müslümanlara vakfetme İmam'ın yetki sahibi olduğunda Hanefiler ile ittifak halindedirler. Ele geçen ülkelerdeki binaların vakıf olduğu ve onlardan kira alınmayacağı konusunda da Malikilerle ittifak halindedirler. (Gayetul-Muntehi) .
Şafiilere göre, fetholunan ülkelerin menkul olan bütün malları ganimet, gayri menkul mallarıysa Fey'dir.
Bazı fakihlere göre, İmam, fetholunan ülkelerin topraklarını vakfetmesi halinde askerlerden izin alması gerekmektedir. Bu görüş için Hz. Ömer'in Irak'ın fethinden önce Cerir b. Abdullah el-Bahli'ye -ki onun kabilesi Kadisiyye Savaşı'nda ordunun dörtte biriydi- fetihten sonra ele geçen toprakların dörtte birini kendilerine vereceğine söz vermesini delil olarak öne sürmektedirler. Gerçekten de toprakların bir bölümü iki sene onların elinde kalmıştır. Fakat Hz. Ömer, daha sonra onlara, "Başkalarından da sorumlu olmasa idim eğer, bu toprakları sizlere bırakırdım. Ancak başkalarının da hakkı olduğu için sizler bu toprakları iade edin." demiştir. Hz. Cerir'in bu teklifi kabul etmesi üzerine de Hz. Ömer onu seksen dinarla taltif etmiştir. (Ebu Yusuf-Ebu Ubeyd) Hz. Ömer'in askerlerden rıza aldıktan sonra bu araziyi vakfetmiş olması ile istidlâl ediyorlar. Ancak fakihlerin çoğunluğu bu delili ikna edici bulmamıştır; zira fetholunan topraklarla ilgili olarak askerlerin tümünden rıza alınmamıştır. Hz. Ömer'in karar almadan önce kendisine söz verdiği Cerir b. Abdullah bu konuda istisna idi. Hz. Ömer, daha önce ona söz verdiği için kendisinden bu rızayı almıştır. Dolayısıyla bu bir kanun olarak vaz edilemez.
Bazı fakihlere göre vakıf kararı sonrasında bile İslâm Devleti dilerse bu toprakları orduya paylaştırabilir. Bu görüş sahipleri, Hz. Ali'nin şu görüşünü delil olarak öne sürüyorlar. Bir defasında Hz. Ali halka hitap ederken "Birbirinizle savaşmayacağınızdan emin olsaydım eğer, fetholunan bu toprakları aranızda paylaştırırdım demiştir" (Ebu Ubeyd, Ebu Yusuf) Ancak, cumhuru ulema bu görüşü de kabul etmemişlerdir. Onlara göre fetholunan bir ülkenin arazisinden bir kez cizye ve haraç alma kabul edilmişse, artık bu karar değiştirilemez.
Ayrıca, Hz. Ali'ye atfedilen bu sözü inceleyen İmam Cassas, Ahkam'ul-Kur'an adlı eserinde bu rivayeti ayrıntılarıyla ele alarak bu sözün Hz. Ali'ye ait olmadığını söyler.
Devam edecek