Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Kuranda namaz kavramı (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
e) Hataların affı için duâ

Kasas suresi ayet 16
Dedi ki: "Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." Böylece (Allah) onu bağışladı. Hiç şüphe yok O, bağışlayandır, esirgeyendir.

Hz. Musa'nın (a.s) bu duası şu anlama gelir: "Ey Rabbim! Bu günahımı affet: Bu günahı isteyerek işlemediğimi biliyorsun, onu ört ve halktan gizle!"

Bu ifade iki anlama gelir ve ikisi de burada kullanılmıştır: Allah, Hz. Musa'nın suçunu halktan gizlediği gibi, hatasını da bağışladı. Zira ne bir Mısırlı, ne de Mısır hükûmetinin herhangi bir yetkilisi, olaya şahid olabileceği bir zamanda yoldan geçmedi. Böylece Hz. Musa (a.s) cinayet mahallinden teşhis edilmeden uzaklaşma imkânı bulmuş oldu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
e) Hataların affı için duâ

Haşr suresi ayet 10
Bir de onlardan sonra geleNler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin."

Bu âyette zikredilen ve "Medine'yi kendilerine yurt edinen Ensar'dan sonra geldikleri beyan edilen insanlardan" kimlerin kasdedildiğı hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Bir kısım âlimlere göre bunlar, Medine'ye hicret eden muhacirlerdir. Buna göre âyetin manası şöyledir: "Medine'yi kendilerine yurt edinen ve kalbîerine imanı yerleştiren Ensar'dan sonra Medine'ye gelen muhacirler de şöyle dua ederler: "Ey rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Müminlere karşı kalbimizde bir kın bırakma. Ey rabbimiz şüphesiz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin."

Mücahid'e göre;
bu âyette zikredilen insanlardan maksat, daha sonra müs-İüman olan insanlardır. Bunların kendilerinden önce geçen müslümanlan hayır ile anacakları zikredilmiştir.

Katade'ye göre;
Allah teala, Resulullahın, muhacir ve Ensar'dan olan sahabilerini zikrettikten sonra bu âyette, onlardan sonra gelen müslümanlan zikretmiş ve bu müslümanlann, sahabileri hayırla anmalarını emretmiş, onlan dil uzatmayı yasaklamıştır.

İbn-i Ebi Leyla diyor ki:
İnsanlar üç zümre olarak değerlendirilmişlerdir. Önce hicret eden muhacirler. Onlardan sonra gelen ve onlara güzellikle uyan tabiler, bir de tabilerden sonra gelen müslümanlardır. İşte âyette bu son gurup zikredilmektedir
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
e) Hataların affı için duâ

Mümtehine suresi ayet 5
"Rabbimiz, küfretmekte olanlar için bizi fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz sen, üstün ve güçlüsün, hüküm ve hikmet sahibisin."

Müminlerin, kafirler için fitne (imtihan) kılınması, birkaç şekilde olabilir ve her müminin bundan sakınması gerekir. Bu, kafirlerin müminleri yendikten sonra, hak üzerinde oldukları için müminleri mağlup ettiklerini sanmaları ve "Eğer bunlar (müminler) Allah yolunda olsalardı, biz onları yenemezdik" demeleri şeklinde olabilir. Müminlerin kafirler için imtihan konusu olmalarının bir şekli böyledir. Başka bir şekli ise, kafirlerin aşırı bir baskı ve zulüm uygulamaları sonucunda, Müslümanların din ve ahlakları konusunda onlarla anlaşma yapıp taviz vermek zorunda kalmalarıdır. Böyle bir durum, diğer insanlar için alay olurken, kafirlere de dini ve müminleri zelil etmeye vesile çıkar. Üçüncü bir şekilde şöyle olabilir: "Hak dinin temsilcileri, yüce bir dâvânın elemanları olmalarına rağmen, içinde bulundukları makama yakışmayacak bir şekilde, ahlakî vasıf ve faziletlerden mahrum olurlarsa ve cahiliyye toplumunda yaygın olduğu gibi, diğer insanların düştükleri ahlakî zaaflara düşerlerse, kafirlere fırsat verilmiş olacak ve onlar, "Bu kimselerin ne özellikleri var ki bizden daha şerefli kabul edilsinler" diyebileceklerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
e) Hataların affı için duâ

Tahrîm suresi ayet 8
Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman etmekte olanları küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşup-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz sen, her şeye güç yetir

"Tevbeten nasûha"; Nasuh, lugatte, ihlas ve iyilik karşılığında kullanılır. Kendisinde mum vs. bulunmayan, saf ve halis bal, "aslı nasih" denilir.
Sökülmüş bir elbise, dikildikten sonra, "nasahat'us-Sevb" ifadesi kullanılır. Bu bakımdan, "nasuh bir tevbe" dendiğinde lugavî olarak kendisinde riya ve nifaktan birşey bulundurmayan bir tevbe anlaşılır. Yahut günahlardan tevbe edip, insanın kendi nefsini kötü bir sondan kurtarması veya kişinin işlediği bir günahtan tövbe edip, ıslah olarak dinindeki bir açığı kapatması ya da başkalarına örnek ve onların selametlerine vesile olacak derecede tevbe ederek, hayatını düzeltmesi de anlaşılabilir. Tüm bunlar ifadenin lügavî karşılıklarıdır. İstılahî anlamı ise hadisler vasıtasıyla elde edilmektedir. Örneğin İbn Ebi Hatim'in Zirr bin Hubeyş'ten naklettiğine göre, o şöyle demiştir: "Ben Ubey bin Kab'e" Tevbeten Nasuha"nın anlamını sorduğumda, O bana şu şekilde cevap verdi. "Bu soruyu ben de Rasulüllah'a (s.a) sordum ve O bana: "Bir günah işlediğinde, günahından pişmanlık duyup, Allah'tan af dilemen ve bir daha o günahı işlememendir." Aynı anlamda bir söz İbn Mes'ud, Hz. Ömer, İbn Abbas'tan nakledilmiştir. Başka bir rivayette Hz. Ömer nasuh tevbesini şöyle tarif etmiştir: "Kişinin bir günahı tekrar işlemekten sakınması ve bir daha böyle bir günahı aklına bile getirmemesidir." (İbn Cerir) Hz. Ali, bir defasında bir bedevinin tevbe ve istiğfar kelimelerini aceleyle tekrarladığını görür ve "Bu sahte bir tevbedir"der. Bedevi "O halde sahih tevbe nasıl olur?" diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle cevap verir: "Tevbenin sahih olabilmesi için 6 şart gerekir.
1) Yaptığına pişman olman,
2) Gaflet ettiğin farzları yerine getirmen,
3) Gasbettiğin hakkı geri vermen,
4) Eziyet ettiğin kimseden özür dilemen,
5) İşlediğin günahı tekrarlamamaya azmetmen,
6) Nefsini Allah'a itaatle eğitip, günah işlerken zevk aldığın gibi, Allah'a itaat ederken de sıkıntı çekmen. (Keşşaf) Tevbe ile ilgili diğer bir takım hususlarında anlaşılması gerekmektedir.
Birincisi,
Tevbe, kişinin Allah'a yaptığı itaatsizlikten pişman olmasıdır. Yoksa bir günahtan uzak durabilmek için, kişinin kendi kendisine söz vermesi yahut sıhhat, kötü şöhret ve mal kaybı gibi nedenler dolayısıyla şarap içmekten vazgeçmek tevbe tanımına girmez.
İkincisi,
Allah'a itaatsizlik yaptığını hisseden kimse, hemen oyalanmadan tevbe edip, günahını telafi yoluna gitmelidir.
Üçüncüsü,
Tevbe ettikten sonra günah işleyen kimse, tekrar tekrar tevbe edip günah işlememelidir. Bu şekilde davranan bir kimsenin bu davranışı, onun tevbesinin sahte olduğuna bir delildir. Çünkü tevbenin asıl ruhu, insanın işlediği günah sonrasında pişman olmasıdır. Fakat sürekli aynı günahı işleyen kimse, gerçekte pişman olmamış demektir.
Dördüncüsü,
samimiyetle tevbe edip, bir daha o günahı işlememeye azmeden kimse, yine de beşerî zaaf dolayısıyla aynı günahı işlediğinde, tevbe ettiği günah tazelenmiş olmaz. Lakin o kimse sonra işlediği ganahından tevbe edip, bu günahı tekrarlamayacağına daha bir kuvvetle azmetmelidir.
Beşincisi,
kişinin, işlediği günahı her hatırlayışında tevbe etmesi gerekmez. Ancak o kişinin nefsi, daha önce işlediği günahtan hâlâ haz alıyorsa, o takdirde tekrar tekrar tevbe etmelidir. Ta ki o günahını hatırladığında pişmanlık duyana kadar... Bu bakımdan gerçekten Allah korkusuyla, işlediği günahtan tevbe eden kimse, artık o günahından haz almaz. Çünkü o Allah'a itaatsizlik yapmıştır. Ve buna rağmen işlediği günahtan haz almaya devam ediyorsa, bu onun kalbinde, Allah korkusunun henüz kök salmadığının işaretidir.

Ayetin lafzı iyice düşünüldüğünde, "Tevbe ederseniz, sizi muhakkak affedeceğim ve cennete koyacağım" denilmediği farkedilecektir. Sadece "samimiyetle tevbe ederseniz, ola ki Allah sizi affeder ve cennetine koyar" şeklinde ümit verilmektedir. Bunun anlamı şudur: Günah işleyen bir kimseye ceza verilmeyip, onu affettikten sonra Allah'ın cennete sokması vacip değildir. Ancak onun günahını affedip, onu mükafatlandırmak Allah'ın bir lütfu olur. Dolayısıyla bir kul Allah'tan mağfiret ümit etmeli ama tevbe ettikten sonra affedilirim diye günah işlememelidir.

Yani, bir müminin yaptığı iyi ameller ve onların mükafatı zail olmaz. Yani kafir ve münafıklar, müminler hakkında "inandılar da ne oldu?" diyebilme fırsatını asla elde edemeyeceklerdir. Sonuçta zelil ve rezil olacak olanlar Allah'a isyan edenlerdir, itaat edenler değil.

Bu ayetle Hadid Suresi'nin 12-13. ayetlerini birlikte müteala ettiğimizde, mminlerin önlerindeki nurun, haşr meydanından cennete kadar beraberlerinde geleceği anlaşılmaktadır. Haşr meydanında cehennem ehli karanlıklar içerisinde çırpınıp dururlarken, müminler bu nur ile yollarında yürüyeceklerdir. Herkesin karanlıklar içerisinde ahu figan eylediği böylesine nazik bir atmosferde, müminler de kendi işledikleri günah ve hataları düşünüp, "Sakın biz de bu nurdan mahrum olup, o bedbahtların haline düşmeyelim!" diye bu nurun kendilerine yetip yetmeyeceği endişesi içerisinde olacaklar ve şöyle dua edeceklerdir: "Rabbimiz! nurumuzu tamamla, bize mağfiret et, bu nur bize cennete kadar yetsin." İbn Cerir, İbn Abbas'tan şöyle bir görüş nakletmiştir: "Rabbena etmim lena nurena" onlar "Ey Allah'ım bu nuru sırat köprüsünden geçene kadar bize nasip eyle!" diye dua edeceklerdir. Hasan Basri, Mücahid ve Dahhak'ın yorumları da hemen hemen bu şekildedir. İbn Kesir, onlara ait şöyle bir görüş nakleder: "Müminler, münafıkların nurdan mahrum kaldıklarını (onlara yetmediğini) görünce, Allah'tan bu nurun devamını dileyeceklerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
f) Çocuk isterken yapılacak duâ

Aliimran suresi ayet 38
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işetensin" dedi.

Hz. Zekeriya (a.s.) o döneme kadar çocuksuzdu. Bu temiz genç kızı görünce bir çocuğu olsun istedi. O'nun Allah'ın özel koruması altında ve O'nun tükenmez kaynaklarından verilen nimetlerle nasıl büyüdüğünü görünce, bu ileri yaşında bile Allah'ın kendisine, eğer dilerse, bir çocuk verebileceğini ümit etmeye başladı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
f) Çocuk isterken yapılacak duâ

Araf suresi ayet 189
Sizi bir tek insandan yaratan ve onunla gönlü huzura kavuşsun diye eşini de kendisinden var eden, Allah'tır. Erkek eşine yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi. Ye bu halde bir müddet onu taşıdı. Hamileliği ağır-laşınca, erkek ve kadın, rableri olan Allah'a şöyle dua ettiler: "Yemin ol*sun ki bize sağlam bir çocuk verirsen, muhakkak ki şükrcdenlerden olu*ruz.

Sizleri tek bir can olan Âdemden yaratan Allah'tır. Allah, Âdemin eşi Havvayı da o candan yarattı ki Âdem onunla mutlu olsun. Erkek, hanımına yak*laşınca o ilk anda kendisine ağır gelmeyecek bir şekilde hamile kaldı. Zira o an*da rahminde sadece nutfeyi taşıyordu. Hamileliği devam edip kamında taşıdığı çocuk kendisine ağırlık verince, erkek ve kadın, Allah'a şöyle yavlardılar: "Ey Allah'ım, yemin olsun ki, bize sağlam bir çocuk verirsen, muhakkak ki şükredenlerden olacağız."

Âyet-i kerimede, Hz. Âdem ile Havva'nın, Allah'a yemin ederek kendi*lerine salih bir evlat vermesi halinde ona şükredeceklerini bildirdikleri beyan edilmektedir. Buradaki "Salih" olmaktan neyin kastedildiği hususunda farklı gö*rüşler zikredilmiştir.

Hasari-ı Basri'ye göre
buruda zikredilen "Salihten maksat, çocuğun er*kek olmasıdır.

Ebul Buhturi, Ebu Salih, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Süddiye göre ise
buradaki "Salihten maksat çocuğun, kendileri gibi eksiksiz bir insan olması, başka herhangi bir hayvan şeklinde olmamasıdır.
Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki:
"Âdem ile Havva yeryüzüne inince Âdem'e şehvet verildi. O, Havva ile evlendi. Havva hamile kaldı. Çocuk karnında hareket etmeye başladı. Havva "Bu da nesi?" dedi.
İblis ona geldi ve dedi ki:
"Sizler yeryüzünde ancak deve veya sığır yahut koyun, yahut keçi görüyorsunuz. Senin karnında olan işte bunlardan birisi."
Bunun üzerine Havva:
"Vallahi benim hiçbir yerim bunlara güç yetiremez. Ben âciz kalırım." dedi.
Bunun üzerine Şeytan dedi ki:
"Sen beni dinle Ona "Abdülhâris" ismini ver, O sizin benzeriniz olarak doğar." Havva me*seleyi Âdem'e anlattı. Âdem "O, bizi cenneten çıkaran kimse" dedi. Havva'nın karnındaki çocuk ölü doğdu. Havva ondan sonra tekrar hamile kaldı. İblis yine geldi ve ona: "Beni dinle onu "Abdülhâris" diye isimlendir, (İblis'in meleklerin yanında adı Hârîs'di) Aksi halde o çocuk, bir deve veya sığır yahut koyun ya da keçi olarak doğar. Yahut da ben onu Öldürürüm. Zaten birincisini de ben öldür*düm." dedi.
Havva meseleyi tekrar Âdem'e anlattı. Âdem, karşı çıkmaz gibi bir tavır takındı. Bunun üzerine Havva ona "Abdülhâris" adını verdi ki, kendileri gibi bir insan olark doğsun ve yaşasın. İşte bu ve bundan sonra gelen âyet buna işaret etmektedirler.

Taberi diyor ki:
Allah Teâlâ bu âyet-i kerime'de, Hz. Âdem ile Havva'nın çocuklarının salih kimseler olmasının istediklerini beyan etmiştir. Salih olmanın bir çok manası vardır. Kişinin vücutça sağlam olması, dininde samimi olması, aklının ve iradesinin sağlam olması, onun salih olması manasına gelir. Resulul-lah'tan bunlardan herhangi birinin kastedildiğine dâir sahih bir haber rivayet edilmediğine göre buradaki salih olma"yı bütün manalarında almak âyetin umu*mi ifadesine daha uygundur, Hz. Âdem ile Havva, rablerine çocuklarının her yönüyle sağlam olması için duada bulunmuşlardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
f) Çocuk isterken yapılacak duâ

Enbiya suresi ayet 89
Zekeriyâ'yı da. Hani: "Rabbim, beni bir başıma bırakmal Sen varislerin en hayırhsısın" diye Rabbine dua etmişti.

"Hani Rabbim, beni bir başıma" tek başıma ve çocuksuz "bırakma! Sen vârislerin en hayırlısısın, diye Rabbine dua et*mişti." Yani ölen herkesten sonra ebedi kalan en hayırlı Sensin.

Burada onun: "Sen vârislerin en hayırlısısın" demesi, daha önce: "Ba*na mirasçı olsun" (Meryem* 19/6) demiş olmasındandır. Yani ben dinini za*yi etmeyeceğini biliyorum, fakat dinin emirlerini yerine getirip uygulamak şek*lindeki bu fazileti soyumdan kesme, demişti.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
g) Hacdan sonra duâ

Hac suresi ayet 28
Kendileri için bir takım yararlara şahid olsunlar ve kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine belli günlerde (kurban adarken) Allah'ın adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun.

"Faydalar" hem dini hem de dünyevi faydalardır. Hz. İbrahim (a.s) ile Hz. Muhammed (s.a) arasında geçen 2500 yıl boyunca, kabile hayatı sürmelerine rağmen Arapların bir tek merkezi yere bağlı kalmalarının asıl nedeni Kabe'ydi ve Araplar her yıl Arabistan'ın çeşitli bölgelerinden hacc için Kabe'ye gelmeye 2500 yıl boyunca devam etmişlerdi. Bu da onların dillerini, kültürlerini ve Arap kimliklerini korumalarını sağlamıştı. Bundan başka yolculuk edebileceği dört ay gibi bir barış zamanları da vardı. Bu nedenle hacc menasiki, ülkenin ekonomik hayatını olumlu yönde doğrudan etkiliyordu. Ayrıntılar için bkz. Al-i İmran: 97 ve an: 80-81; Maide: 97 ve bununla ilgili an: 113.

Burada "hayvan"la; En'am: 142-144'de açıkça değinildiği gibi, deve, inek, koyun ve keçi kasdedilmektedir. "... üzerinde Allah'ın adını ansınlar" sözü ile hayvanı Allah için ve Allah adına kesmeleri gerektiği ifade edilmektedir. Hayvanlar kesilirken müslümanların hayvanları sadece Allah için O'nun adına boğazladıklarını ve kurban ettiklerini göstermek üzere Allah'ın adı anılmalıdır. Böylece müslümanlar, hayvanlarını Allah'ın adını anmaksızın veya Allah'tan başka adlar anarak boğazlayan kafirlerden ayrılmış olacaklardır.
"Bilinen günler" ifadesinin gerçek anlamı hakkında farklı görüşler vardır. "Bilinen günler"in ne olduğu konusundaki bazı görüşler şunlardır:
1) Zil-Hicce'nin ilk on günü. Bu görüş İbn Abbas, Hasan Basri, İbrahim Nahâi, Katade ve daha bir çok sahabe ve tabiun tarafından desteklenmektedir. İmam Ebu Hanife, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel de bu görüştedir.
2) Zil-Hicce'nin onuncu günü ve bunu takip eden üç gün. Bu görüş İbn Abbas, İbn Ömer, İbrahim Nahai, Hasan Basri ve A'ta tarafından desteklenmektedir. İmam Şafii ve İmam Ahmed'de bu görüşü desteklediklerine işaret eden birer sözleri rivayet edilmiştir.
3) Zil-Hicce'nin onuncu günü ve bunu takip eden iki gün. Bu görüş Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Enes b. Malik, Ebu Hureyre, Said b. Müseyyeb ve Said b. Cübeyr tarafından desteklenmektedir. Süfyan-ı Sevri, İmam Malik ve fakihlerden İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed de bu görüşü benimsemişlerdir. Hanefiler ve Malikiler de genellikle bu görüştedirler.

Fiilin emir kipinde kullanılması onların etinden yemenin ve fakirlere vermenin zorunlu olduğu gibi bir yanlış anlamaya neden olmuştur. İmam Şafii ve İmam Malik, onun etinden yemenin iyi, fakirlere vermeninse vacip olduğu görüşündedirler. İmam Ebu Hanife'ye göre ikisine de izin verilmiştir, fakat bunlar vacip değildir. Onların etinden yemek hayırlıdır, çünkü cahiliye döneminde insanlar kendi kestikleri kurbanın etinden yemeyi yasak sayarlardı. Yine bu etlerden yardım amacıyla fakirlere vermekte de fayda vardır. İbn Cerîr, Hasan Basri, A'ta, Mücahid ve İbrahim Nahâi 'den emir kipinin her zaman emir ve zorunluluk ifade etmeyeceğini gösteren örnekler rivayet eder. Mesela Maide: 2 ve Cuma: 10. O halde "... onun etinden yoksulu, fakiri de doyurun." ifadesi bu etten zenginlere verilemeyeceği anlamına gelmez. Çünkü Peygamber'in (s.a) ashabı, kurban etinden zengin olsun, fakir olsun dostlarına, komşularına, akrabalarına verirlerdi. İbn Ömer'e göre kurban etinin üçte biri evde kalmalı, üçte biri komşulara dağıtılmalı, üçte biri de fakirlere verilmelidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Bakara suresi ayet 286
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Kazandığı lehine, kazandırdıkları da aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan ya da yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."

Yani, "Allah hiç kimseyi yapması mümkün olmayan bir şeyden sorumlu tutmaz ve onu bundan dolayı cezalandırmaz. Çünkü o (kul) imkânsız olmadıkça o işten yüz çeviremez." Bununla birlikte, kişinin neyi yapabilip neyi yapamayacağına kendisinin karar veremeyeceği de açıkça anlaşılmalıdır. Belli bir kimsenin, neyi yapabilip neyi yapamayacağına karar verecek olan Allah'tır.

Bu bir hukuk ilkesidir. Hem cezalar, hem de mükâfatlar her ferdin kendi işlediği iyi ve kötü amellerinin sonuçlarıdır.
Kişi ancak kendi işlediği iyi amellerin mükâfatını alır, başkalarının yaptığı iyiliklerin karşılığını değil. Bununla birlikte, eğer bir kimse ölümünden sonra da iyi sonuçlar doğurmaya devam eden bir iyilik yapmışsa, bu iyi sonuçların hepsi o iyiliği yapan kimsenin hesabına yazılır. Aynı şekilde eğer bir kimse, ölümünden sonra da kötü sonuçlar doğurmaya devam eden bir kötülük yapmışsa, bu sonuçların tümü o kimseye yazılacaktır. Fakat tüm bu iyi ve kötü sonuçlar, kişinin kendi işlediği amellerin karşılığı olacaktır. Kısacası kişi ancak bilerek ve isteyerek katkıda bulunduğu bir şey nedeniyle ceza ve mükâfat alacaktır. Allah'ın sünnetinde hesapların, ceza ve mükâfatların başkalarına devredilmesi söz konusu değildir.

Yani, "Rabbimiz, bizden önce senin yolundan gidenlerin sınandığı zor engel ve sınavlarla bizi sınama" Hak yola tâbi olanların zor sınav ve deneylerden geçirilmelerinin Allah'ın kanunu olmasına rağmen, bir mümin bu yolda kendisine kolaylıklar göstermesi ve zorluklarla karşılaştığında cesaret ve sabır vermesi için Allah'a dua etmelidir.

Yani, "Bize sadece taşıyabileceğimiz kadar zorluk ve yük yükle ve bizi gücümüzün yetebileceği sınavlardan geçir. Aksi takdirde biz bu yükü taşıyamayız ve doğru yoldan saparız."

Bu duanın ruhunun anlaşılabilmesi için, bu ayetlerin Medine'ye hicretten yaklaşık bir yıl önce Mirac'da (göğe yükseliş) vahyedildiği gözönünde bulundurulmalıdır. O dönemde imanla küfür arasındaki çatışma çok şiddetli idi ve müminlere yapılan işkenceler en aşırı dereceye ulaşmıştı. Ve bu sadece Mekke ile sınırlı değildi; tüm Arabistan'da bir müminin huzur içinde yaşayabileceği bir yer yoktu. Bu şartlarla başa çıkabilmeleri için müslümanlara bu dua öğretilmişti. Allah, kuluna kendisine nasıl dua edeceğini öğrettiğinde, kul bu duanın kabul olacağından emin olabilir. Bu nedenle bu dua müslümanlara büyük cesaret verdi ve en çok işkence gördükleri zamanlarda bile huzur içinde olmalarını sağladı. Ayrıca bu dua, onlara arzularını kontrol altında ve bu duada öğretilen sınırlar içinde tutumlarını ve bu arzuları yanlış yollara kanalize etmemelerini de öğretiyordu. Bu nedenle bu duada düşmanlara karşı acımasızlık, intikam gibi dünyevi hiçbir konuya değinilmemektedir. Buna o dönemde acil ihtiyaç vardı, çünkü müslümanlar büyük zorluklar, maddî kayıplarla karşı karşıya kalıyorlar, işkence çekiyorlar ve hem fiziksel, hem de ekonomik baskı altında tutuluyorlardı. Müslümanların bu duasında yer alan yüce ideallerle, o dönemde çektikleri işkenceler arasındaki zıtlık, onların bu kritik dönemde bile, ahlâkî yönden nasıl eğitildiklerini göstermektedir. İşte bu, her gerçek müminin ulaşmak için çalışması gereken yüce ahlakî seviyedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Ali imran suresi ayet 147
Onların söyledikleri: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et." demelerinden başka bir şey değildi.

Rabbimiz, günahlarımızı bağışla demekten başka bir söz söylemiyorlardı" anlamındaki buyruk olur ki, burada günahlardan kasıt da küçük günahlardır.
"İçimizdeki taşkınlığımızı" ile kastedilen de büyük günahlardır.
Taşkınlık (israf): Herhangi bir şeyde aşırıya kaçmak ve sınırı aşmak demektir.
Müslim'in Sahih'inde de Ebu Mûsâ el-Eşarî'den nakledildiğine göre, Peygamber (sav) şu şekilde dua edermiş:
"Allah'ım, bana günahımı, bilgisizliğimi, isimdeki taşkınlığımı ve Senin benden daha iyi bildiğin yaptığım şeyleri bana bağışla!" diyerek hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir.
O halde insana düşen şey, Allah'ın Kitabı ile sahih sünnette yer alan duaları yapmak, onun dışında kalanları da bir kenara bırakmaktır. Ben bu duayı, tercih ediyorum, dememelidir. Çünkü yüce Allah, hem Peygamberi, hem gerçek dostları için yapacakları duaları seçmiş, onlara nasıl dua edeceklerini öğretmiştir.
 

acizanegünahkar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ara 2009
Mesajlar
1,082
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
ALLAH razı olsun Kardeşim
Öyle güzel şeyler yazmışsınızki,
Namaz konusu en güzel en hassas konu
RABBİM nuruyla nurlandırsın.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
acizanegünahkar,
Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Yunus suresi ayet 88
Musa dedi ki: "Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun'a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalblerinin üzerini şiddetle bağla; onlar, acıklı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler."

Bu dua, Hz. Musa (s.a) tarafından Mısır'daki ikametlerinin son demlerinde edilmiştir. Bu duanın edilişiyle, daha önceki ayetlerde zikredilen Risalet'in ilk döneminde vuku bulan olaylar arasında uzun bir fasıla bulunmaktaydı. Bu ara dönemle ilgili ayrıntılar Kur'an-ı Kerim'in diğer bölümlerinde bulunabilir.

Arapça "zinet" kelimesi, onların kültür ve uygarlıklarının, diğer kavimleri taklit insiyakıyla kendine cezbeden şatafatına, haşmet, büyüklük ve ihtişamına delalet eder.

"Mallar", Firavun benzeri kimselerin plan ve hilelerini uygulamaya koymak ve hakikat öncülerini görevlerinden alıkoymak için kullandığı araçlar ve kaynaklardır.

Daha önce de zikredildiği gibi, Hz. Musa (a.s) bu duayı Mısır'daki ikametinin son döneminde yapmıştı. Firavun ve ileri gelenlerine peşpeşe mucizeler göstererek onları Hak yola çağırdığı zaman onlar Hakka düşmanlıklarında inad edince Hz. Peygamber, (a.s) Rabbinden onların mallarını yerin dibine geçirmesini ve kalblerini sıkıca bağlamasını diledi. Ve Allah'ın emriyle dua gerçekleşti. Böylece onlar ilahi ikab yasası gereğince bu cezaya müstehak oldular. Allah ısrarlı inkarlarıyla kendilerini uzak tuttukları iman nurundan hiçbir şekilde pay alamamalarını ferman buyurdu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Enbiyâ suresi ayet 112
Dedi ki: "Rabbim, hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı yardımına sığınılan Rahman'dır."

"Dedi ki: Rabbİm, hak ile hükmet!" Yüce Allah bu sûreyi Peygamber (sav)a işi kendisine havale etmesini, kurtuluşu da kendisinden beklemesini emretmekle sona erdirmektedir. Yani benimle şu yalanlayıcılar arasında hükmet, onlara karşı bana yardım et, bana zafer ver!

Said, Katade'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Peygamberler: "Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında sen hak ile hükmet!" (ei-A'râf, 7/89) diye dua ederlerdi. Peygamberi Muhammed (sav)a da: "Rabbim, hak ile hük*met" demesini emretti. O bakımdan o, düşmanı ile karşılaştığında ken*disinin hak üzere, düşmanının da batıl üzere olduğunu bilerek: "Rabbim, hak ile hükmet" yani hak gereğince hükmünü ver, onu yerine getir, diye dua ederdi.

Ebu Ubeyde dedi ki:
Burada sıfat (hak), mevsufun yerine ikame edilmiş*tir. İfadenin takdiri: Rabbim hak olan hükmünle hükmet, şeklindedir.

"Rabbim" kelimesi nasb mahallindedir. Çünkü muzaf olan bir nidadır

Ebu Ca'fer b, el-Ka'kâ1 ve İbn Muhaysın:
"Rabbim, hak ile hükmet" buyruğunu; şeklinde "be" harfini ötreli olarak okumuşlar*dır.

ed-Dahhak, Talha ve Ya'kub ise;
Muhammed dedi ki: Rabbim her bir hükmedenden daha çok hak ile hükmedendir.

"Bizim Rabbüniz Rahmandır. Sizin niteleyegeldiklerinize" Onu küfür ve yalanlama türünden nitelendirmelerinize "karşı yardımı İstenen O'dur."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Ankebût suresi ayet 30
Dedi ki: "Rabbim, fesat çıkarmakta olan (bu) kavme karşı bana yardım et."

Hz. Lut, kavminin iman etmesinden ümit kesince rabbine yalvardı ve onlara karşı rabbinden imdat istedi. Allah teala da ona melekleri gönderdi. Me*lekler önce Hz. İbrahim'e uğrayıp ona, bir oğlu olacağını müjdelediler, Lut kav*mini de helak edeceklerini bildirdiler. Nihayet Cebrail (a.s.) Lut kavmim yaşa*dığı bölgeyi göğe kaldırıp altını üstüne çevirerek yere bıraktı ve Allah, bunların üzerine ateşten taş yağdırdı ve onların yerlerini pis kokan ölü bir göl haline ge*tirdi ve kıyamete kadar insanlara ibret olacak bir şekle soktu.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Kamer suresi ayet 10
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı: böylece kulumuz (Nuh) u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O baskı altına alınıp engellenmişti.

Yani, "O gün herkes, iyi ya da kötü yaptıkları hakkında hesap verecektir. İnsanlar hayatta iken ne yapmışlarsa ona göre Ahirette ceza ya da mükafat göreceklerdir." şeklindeki haberi yalanlamışlardır.

Yani, onlar sadece Hz. Nuh'u (a.s) yalanlamakla kalmamışlar, O'na "mecnun" diyerek hakaret etmişlerdir. Hatta O'nu tehdit ederek tebliğ görevini ifa etmesine engel olmaya çalışmışlar ve O'na hayatı zorlaştırmışlardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Nuh suresi ayet 24
"Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma."

Girişte de beyan edildiği gibi, Hz. Nuh'un bu bedduası sabırsızlık dolayısıyla değildi. Fakat senelerce Hakk'ı tebliğ ettikten sonra, kavminin artık iman etmeyeceğini anlayınca ağzından bu kelimeler döküldü. Musa'da (a.s) aynı şartlar altında Firavun'un kavmi için beddua etmişti." Ey Rabbim! Bunları malların içerisine göm ve kalplerini mühürle ki o şiddetli azabı görmeden iman ezmezler." Allah Teâlâ da cevaben "Senin duana isabet ettim" buyurmuştu. (Yunus Suresi: 88-89.) Hz. Musa gibi Hz. Nuh da bedduasını Allah'ın rızası doğrultusunda yapmıştır.
Hud Suresi'nde "Nuh'a vahy edildi: Gerçekten iman edenlerin dışında kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme' denilmişti.

Nuh suresi ayet 26
Nuh "Rabbim, yer yüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi.

Nuh suresi ayet 27
"Çünkü sen onları bırakacak olursan, senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar."

Nuh suresi ayet 28
"Rabbim, beni, annemi-babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalim olanlara da yıkımdan başkasını arttırma"
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
ı) Düşmanlara bedduâ

Tebbet suresi ayet 1
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.

Bu şahsın asıl ismi Abdu'l Uzza idi. Ebu Leheb denmesinin nedeni, yüzünün kırmızıya yakın buğday renkli olmasındandı. "Leheb" kıvılcım manasındadır. "Ebu Leheb", kıvılcım gibi parlak yüzlü anlamı taşır. Burada bu lâkab ile zikredilmesinin birkaç nedeni vardı:
Birincisi, O isminden çok lâkabı ile tanınıyordu.
İkincisi, onun ismi Abdu'l Uzza (yani Uzza'nın kulu) idi. Bu ise, bir müşrik ismiydi. Kur'an onu bu isimle zikretmek istememiştir.
Üçüncüsü, bu surede onun akıbeti de açıklandığı için lâkab ile anılması daha uygun düşmektedir.
"Tebbet yedâ Ebi Leheb"in manası bazı müfessirlere göre, "Ebu Leheb'in elleri kırılsın" şeklindedir. "Tebbet"in manası için, "ölsün, helâk olsun veya helâk olmuş" anlamları verilmiştir. Aslında bu kelime bir lanetleme değil, onun akıbetini önceden haber vermektir. Yani gelecekte olacak olay, mazî sigasıyla şimdi beyan edilmiştir. Bu olayın vuku bulması o kadar kesindir ki vukubulmuş gibi anlatılmaktadır. Gerçekten de birkaç sene sonra surenin bildirdiği gibi olay gerçekleşmiştir. "Elin kırılması"ndan kasıt, elin cismanî olarak kırılması değildir. Bunun anlamı, bir şahsın, başarmak için herşeyini ortaya döktüğü maksadını gerçekleştirmede başarısız kalmasıdır.
Gerçekten de Ebu Leheb Rasulullah'ı yenebilmek için varını yoğunu ortaya dökmüştü. Bu surenin nüzulundan sonra 7,8 sene geçmeden vuku bulan Bedir savaşında, İslam düşmanlığında Ebu Leheb'in arkadaşları olan Kureyş'in pek çok ileri gelen reisinin öldürüldüğü haberi Mekke'ye ulaştığında Ebu Leheb o kadar üzüldü ki ancak 7 gün yaşayabildi. Ayrıca, ölümü de çok ibret vericidir. Ebu Leheb, çiçek hastalığına benzer bir hastalığa yakalandı. Evdeki yakınları bile, bulaşmasından korkarak ona dokunmuyorlardı. Ölümünden sonra üç gün boyunca kimse ona yanaşmadı. Cesedi çürüyerek kokmaya yüz tuttu. Bunun üzerine herkes oğullarını kınamaya başladı. Bir rivayete göre oğulları bazı zencilere ücret vererek cesedini kaldırtmış ve yine ücretle defnettirmişlerdi. Diğer bir rivayete göre, bir hendek kazdırtmışlar ve babalarının cesedini içine sopayla iterek toprakla kapatmışlardı. Ebu Leheb'in en köklü yenilgisi ise, İslam aleyhinde herşeyini ortaya döktüğü halde çocuğunun bile İslam'ı kabul etmesidir. Önce kızı Derre hicret ederek Medine'ye gelmiş ve İslam'ı kabul etmiştir. Mekke fethinden sonra da iki oğlu Utbe ve Muattab, Hz. Abbas vesilesiyle Rasulullah'ın huzuruna gelerek iman ve biat etmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
i) Korku esnasında duâ

Ali imran suresi ayet 173
İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız size karşı ordu topladı. Onlardan korkun." dediklerinde bu, onların imanını artırmıştır ve şöyle demişler: "Allah bize yeter o ne güzel vekildir.

Müşrikler, Uhut savaşının sona ermesinden sonra Mekkeye doğru yola çıktıklarında Ebu Süfyan: "Medineye dönüp müslmanların kökünü kazımadan niçin geri dönüyoruz?" diyerek geri dönüp tekrar hücum etmek istemiş ve yanlarından geçen bir Bedeviye bahşiş de vererek "Git Muhammede söyle tekrar geliyoruz." demiş bu sırada Allah teala, durumu Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)e bildirmiş o da ordusunu hazırlayarak Hamraul Esede doğru yürümüş ve orada o Bedevi ile karşılaşmış. Bedevi kendisine söyleneni onlara iletmiştir, işte gelen bu haber üzerine müminlerin aldıkları tavın âyet-i kerime şöyle beyan etmektedir.

İnsanlar o müminlere: "Düşmanlarınız size karşı koymak ve sizinle savaşmak için asker topladılar. Onlardan korkun çünkü onlara karşı sizin gücünüz yoktur." dediklerinde bu, onlann imanlarını artırdı ve onlar: "Allah bize yeter, Allah kendisini dost edinenlere ne güzel bir vekildir." diye cevap verdiler.

Müfessirler, Resulullahın sahabilerine "Düşmanlarınız size saldırmak üzere toplandılar." sözünün ne zaman ve kimler tarafından söylendiği hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- İbn-i İshak, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Katadeden nakledilen bir görüşe göre sahabilere bu söz Uhut savaşından sonra, müşriklerin takibine çıkan Resulullaha Hamraul Esed mevkiinde, Abd-i Kays oğullarına ait Kervan tarafından söylenmiştir.

Bu hususta, Muhammed b. İshak, şunları anlatmaktadır.: Mabed b. Ebu Mabed el-Huzai, Hamraul Esed mevkiinde, Resulullahın yanından geçiyordu. O sırada Mabed müşrikti. Ancak Hazaa oğullarının müslümanlan da müşrikleri de Tihame bölgesinde, Resulullahın sırdaşları ve müttefikleriydiler. Orada olup biten şeyleri Resulullahtan saklamazlardı. Mabed dedi ki: "Ey Muhammed, vallahi senin uğradığın şey, bizim ağırımıza gitti. Bizler Allanın seni muhafaza etmesini isterdik." Sonra Mabed, Resulullahı Hamraul Esed'de bırakıp yoluna devam etti. "Revha" denen yerde Ebu Süfyan ve arkadaşlarına kavuştu. Onlar, tekrar, Resulullah ve sahabileriyle savaşmak üzere hazırlık yapıyorlardı ve kendi kendilerine şöyle demişlerdi: "Biz Muhammedin arkadaşlarını, onlann ileri gelenlerini ve komutanlarım yahutta öldürdükten sonra onlann kökünü kurutmadan geri mi dönelim? Onlann geride kalanlanna tekrar hücum edelim ve onlardan kurtulalım." Eb Süfyan, Mabedi görünce: "Ey Mabed, arkanda ne var?" dedi. Mabed de: "Arkamda Muhammed var. Arkadaşlarıyla birlikte yola çıkmışlar. Daha Önce benzerini görmediğim bir kalabalıkla sizi arıyorlar. Onlar size karşı ateş püskürüyorlar. Karşılaştığınız zaman, Muhammedden geri kalmış olanlar onun yanında toplanmışlar. Daha önce yaptıklarına pişman olmuşlar. Onlann içinde size karşı öyle bir kin var ki, ben bundan Önce böyle bir kin görmemiştim." Ebu Süfyan ise "Vay haline, sen ne diyorsuıı?"dedi. Mabed: "Vallahi senin (Medine) tarafına gitmemeni, böylece senin atlarının kaküllerini görmeyi istiyorum. (Yani, gidersen öldürülürsün. Ben de senin atlarının kaküllerini gönnez olurum.) dedi. Ebu Süfyan "Vallahi onların geri kalanlarının kökünü kurutmak için toplanıp hücuma hazırlanmıştık." dedi. Mabed: "Ben senin, bunu yapmamanı isterim." dedi. Ebu Süfyan "Vallahi onlardan gördüğüm halleri, beni onlar hakkında şiir söylemeye şevketti" diye ilave etti. Mabedin bu telkinleri Ebu Süfyanı ve onunla beraber olanları Medine üzerine yürümekten vaz geçirdi. Ebu Süfyanın yanından Abd-i Kays oğullarına ait bir Kervan geçiyordu. Ebu Süfyan: Nereye gidiyorsunuz?" dedi. Onlarda "Medineye gidiyoruz." dediler. Ebu Süfyan "Niçin?" dedi. Onlar: "Biz, yiyecek maddeleri almak için gidiyoruz." dediler. Ebu Süfyan: "Sizler, benden bir mektup götürüp Muhammede verir misiniz? Bunun karşılığında ben size daha sonra Ukaz panayırında şuna kuru üzüm yükliyeyim." dedi. Onlar da "Evet, olur." dediler. Ebu Süfyan: "Ona deyin ki, biz onlann geride kalanlarının kökükünü kurutmak için toplanıp ona ve sahabilerine doğru geliyoruz." dedi. Resulullah, Hamraul Esed mevkiinde iken bu Kervan gelip ona Ebu Süfyanın söylediklerini anlattı. Resulullah da: "Allah bize yeter o ne güzel vekildir." dedi. İşte âyet-i kerime bu olayı anlatmaktadır.

Bu izaha göre âyete zikredilen "İnsanlar"dan maksat, Abd-i Kays oğullarına ait olan Kervandır. "Ordu toplayan düşman"dan maksat ise Ebu Süfyan ve ordusudur. ,

b- Mücahid ve İkrimeye göre ise, düşmanlarının bir araya gelerek kendi*lerine saldıracağı haberi, Resulullaha ve sahabilerine, Uhut savaşından bir sene sonra gittikleri küçük Bedir mevkiinde söylenmiştir. Zira, Uhut savaşı bittikten sonra Ebu Süfyan, Resulullaha "Gelecek yıl, karşilacağımız yer, adamlarımızı öldürdüğünüz Bedir mevkii olsun." demiş Resulullah da "Evet, olur." demişti. Resulullah verdiği sözün gereğini yerine getirerek ertesi yıl, küçük Bedir mevkiine gitti. Onlar, müşriklerle karşılaştıklarında Kureyşin ne yaptığını soruyorlardı. Müşrikler de müminlerin kalbine korku salmak için "Onlar sizinle savaşmak için çokça adam topladılar. Onlardan korkun." diyorlardı. Fakat müminler onlardan korkmuyorlar "Allah bize yeter o ne güzel vekildir." diyorlardı. İşte orada müslümanlar, Bedir mevkiinde panayıra rastladılar. Oradan alış veriş edip ticaret yaptılar. Bu sebeple bundan sonra gelen âyet, onlann bu durumunu tasvir ederek "Kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allanın nimeti ve lütfuyie geri döndüler." buyurmaktadır.

Taberi bu görüşlerden birinci görüşün daha evla olduğunu, zira bundan önce geçen âyetin, Resulullaha tabi olan kişilerin yaralı olduklarını beyan ettiğini, müminlerin ise Uhut savaşını müteakiben yaralı oldukları muhakkaktır. Bir yıl sonra meydana gelen Bedir olayında, yaralıların bulunmadığı bilinmektedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
DUA VAKİTLERİ VE ORTAMLARI
i) Korku esnasında duâ

Enam suresi ayet 63
De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz."

Allah teala bu âyet-i celilede, yeryüzünün veya denizin korkunç karan*lık yerlerine düşen insanların, lıerşeyden ümidi kesilip ancak Allaha döndükleri*ni beyan etmekte, benzeri diğer âyetlerde de, Allahın, kendilerini bu sıkıntılardan kurtarmasından sonra da yine eski azgınlıklarına döndüklerini açıklamakta*dır. Bu âyetlerde Duyurulmaktadır ki:

"Denizde herhangi bir tehlikeye maruz kaldığınızda, Allahtan başka, yar*dımını istediğiniz bütün putlar hatırınızdan silinir gider. Allah sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüzcevilirsiniz. Zaten insanoğlu nankördür.

"Sizi karada ve denizde yürüten Allahtır. Bulunduğunuz gemi, içindekile*ri tatlı bir rüzgarla muntazam götürürken ve yolcular da neşeli iken bir fırtına çı*karak onlara her taraftan dalgalar gelip çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca dini sadece Allaha tahsis ederler. Ve ona şöyle dua ederler: "Yemin olsun ki sen bizi bu durumdan kurtarırsan şükredenlerden oluruz." Allah onlan kurtarınca da he*men yeryüzünde haksız yere azgınlık ederler. "Ey İnsanlar, azgınlığınız ancak kendinizedir. İstediğiniz şey, dünya hayatının geçimiğidir. Sonra dönüşünüz bi*zedir. Yaptıklarınızı size haber vereceğim.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt