HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-93 (ŞÜKÜR)
GERÇEK NÎMET…
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Ben’i zikredin; Ben de sizi zikredeyim! Bana şükredin; sakın küfrân-ı nîmette bulunmayın!” (el-Bakara, 152)
“…Eğer şükrederseniz, elbette size olan (nîmetlerimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir!” (İbrahim, 7)
Şükretmek, nîmetlerin bereketlenmesine vesîledir. Şükürsüzlük ise, küfrân-ı nîmettir, nankörlüktür, bereketsizliğe, nîmetlerin geri alınmasına ve Allâh’ın gazabına sebeptir. Bu hususta Fudayl bin Iyaz -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyurmuştur:
“Şükre devam edin. Zira bir kez elden giden nîmetin geri dönmesine pek az rastlanır.” (İhyâ, IV, 232)
Şükür bahsinde Hak âşıklarının durumu ise, nîmetlerin artması veya eksilmesi kaygılarından âzâdedir. Onlar için mühim olan, o nîmetler vesîlesiyle şükrederek Cenâb-ı Hakk’a yakınlıklarını artırabilmektir.
Mevlânâ Hazretleri bu hakîkati ne güzel izah eder:
“Nîmete şükretmek, nîmetten daha hoştur. Şükrü seven kimse, şükrü bırakır da nîmet tarafına gider mi hiç?.. Seni dostun kapısına ancak şükür götürür. Nîmet, insana uyanıklığın zıddına gaflet de verebilir. Şükretmek ise dâimâ uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şükür nîmeti ile gerçek nîmeti avla!”
ŞÜKRÜ TELKİN EDEN AY…
Her ibâdet, kulun menfaati îcâbıdır. Bu sebeple bilhassa Ramazân-ı şerîfi şükran hisleriyle karşılamak îcâb eder. Zira Ramazan olmasaydı kimse orucun feyzinden istifâde edemezdi. Bunun için Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Ayrıca bu mübârek ayda çok küçük gayretlere bile çok büyük ecirler verilmektedir.
Ramazân-ı şerîf, yaşattığı oruç terbiyesiyle, muhtaçların hâlinden anlamayı öğreten, nefislerin ihtirâsını dizginleten, sabrı tâlim eden, nîmetlerin kadrini hatırlatarak hamd ve şükre sevk eden müstesnâ bir mânevî kazanç mevsimidir.
Bu mübârek ayda tuttuğumuz oruçlar, bizlere bir bardak suyun, bir lokma ekmeğin bile aslında ne büyük nîmetler olduğunu hatırlatıyor. Üzerimizdeki sayısız nîmetlerin şükrünü ne kadar ödeyebildiğimizin muhâsebesine sevk ediyor.
Lâyıkıyla ihyâ edilen bir Ramazân-ı şerîf, günahların affına vesîledir. Nitekim Allah Rasûlü r buyurur:
“…Ramazân’ı idrâk edip de bağışlanmamış olan kimseye yazıklar olsun! Kişi Ramazan’da da bağışlanmaz ise, peki ne zaman bağışlanacak?!” (İbn-i Şeybe, Musannef, II, 270; Heysemî, Mecma, III, 143)
Ayrıca içinde bulunan bin aydan hayırlı Kadir gecesiyle Ramazan, müstesnâ bir kazanç mevsimidir. Hazret-i Mevlânâ bu nîmetin kadrini bilmek husûsunda şu ikazda bulunur:
“Ramazan geldi, artık maddî yiyeceklerden elini çek ki, gökten mânevî rızıklar gelsin. Bu ay, gönül sofrasının kurulduğu aydır. Gönlün, bedenin hatâlarından kurtulduğu aydır. Gönüllerin aşk ve îmân ile dolduğu aydır.”
Bu mübârek ayın şükrünü îfâ edebilmek de büyük bir dikkat ve îtinâ ister. Nasıl ki şükür, sırf sözle olmayıp bütün uzuvların da şükre iştirâk etmesi gerekliyse, oruç ibâdeti de sadece mîdeye tutturularak kâmil mânâda edâ edilemez. Midenin açlığına ilâveten, dil, göz, kulak gibi diğer uzuvları da günahlardan muhâfaza etmek zarûrîdir ki oruç cehenneme kalkan olsun.
Yine bu mübârek ayda, iç dünyamızı yoksul ve kimsesizlere açmak, yalnızların yanıbaşında olmak, merhametimizi artırmak; sadakaları, fitre ve zekâtları severek ve cân u gönülden vermek, verirken alana teşekkür edâsı içinde bulunmak, muhtacı minnet yükü altında bırakmamak; namazlarımızı, teheccüdleri, terâvihleri Rabbimizle müstesnâ bir mülâkat vasfında kılmak îcâb eder. Yalnızca ümmet-i Muhammed’e has olarak lutfedilmiş olan Kadir gecesinin kadrini bilmek için de, Cenâb-ı Hakk’ın ebedî saâdet vaad ettiği bu nîmetlere şükür duyguları içinde bulunmak şarttır.