HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLAKINDAN-114 (Gönlü Rahmet Dergahı Kılmak )
MERHAMET UFKU
İşte İslâm ahlâkı, gerektiğinde kendi ihtiyacından fedâkârlık ederek bir din kardeşinin gönlünü hoşnud etmekle huzur bulan, böylesine mükemmel bir gönül kıvâmı inşâ etmiştir. Bu kalbî olgunluğa ulaşanlar;
“Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen, onlardan değildir.”1
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”2 hadîs-i şerîflerini bütün mânâ ihtişâmıyla kavramışlardır. Yani ellerinin ulaşabileceği her yerden ve her şeyden sorumlu olduklarını anlamışlardır. Açlığınsa sadece mîdenin acıkmasından ibâret olmadığını, asıl ruhların aç kalmasının insanı çok daha ciddî hastalık ve buhranlara sürükleyebileceğini idrâk etmişlerdir.
Emsalsiz örnek şahsiyetimiz Hazret-i Muhammed Mustafa r Efendimiz ashâbına bir gün:
“–Nefsim kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Yâ Rasûlâllah! Biz hepimiz merhametliyiz.” dediler.
Allah Rasûlü r buyurdular ki:
“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilâkis bütün mahlûkâta şâmil olan merhamettir, (evet) bütün mahlûkâta şâmil merhamet!..” (Hâkim, IV, 185/7310)
Yani Rasûlullah r Efendimiz’in şefkat ve merhameti, cihânşümûl bir vasfa sahipti. Zira O’nun mübârek gönlü, bütün mahlûkâta Hâlık’ın nazarıyla bakış tarzı kazanmıştı.
Bunun içindir ki O, düşmanına bile merhametle bakabilen bir ruh asâletine sahipti. Nitekim Bedir Gazvesi’nde ordular karşı karşıya gelmiş, Rasûlullah r Efendimiz, savaş yapmadan anlaşmak için müşriklere elçiler göndererek son îkazlarını yapmaktaydı. Bu esnâda Hakîm bin Hizâm’ın da aralarında bulunduğu bâzı müşrikler, müslümanların havuzundan su içmeye geldiler. Müslümanlar onlara mânî olmak istedikleri zaman Allah Rasûlü r:
“–Bırakınız içsinler!” buyurdu. Gelip içtiler. Daha sonra ise Hakîm hâriç bu müşriklerin hepsi, kılıç çektikleri İslâm ordusu tarafından öldürüldü. Hakîm ise ileride hidâyetle şereflenecekti.3
Yine müslümanlara yıllarca her türlü zulmü revâ gören Mekke müşrikleri açlık ve kıtlığa mâruz kaldıklarında Rahmet Peygamberi Efendimiz r onlara erzak göndermişti. Böylece vaktiyle ambargo uygulayıp kendilerini açlıktan ölüme terk etmiş olanlara, İslâm’ın ne kadar yüksek bir ahlâk anlayışına sahip olduğunu tebliğ etmişti.
Yine Efendimiz r, her fırsatta Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, nezâket ve bilhassa gönül kırmama ve kırılmama hassâsiyetini telkin ediyordu. Bu sâyede kalpler inceliyor, nezâket ve zarâfet zirveleşiyor, İslâm’ın güler yüzünü temsîl edecek bir gönül kıvâmı inşâ ediliyordu.
Hattâ Rasûlullah r hayvanların bile bakımı ve temizliği husûsunda pek çok tavsiyelerde bulunuyor, bilhassa koyun ve keçilerin üzerindeki kir ve tozların temizlenmesini istiyordu.4
Bir yılan veya zararlı bir hayvan öldürüleceği zaman bile ona eziyet edilmeden, tek vuruşta öldürülmesini emrediyordu.
Sahâbeden Ebu’d-Derdâ t develerine çok fazla yük vuran insanlara rastlamıştı. Deve, yükün ağırlığından ayağa kalkamıyordu. Ebu’d-Derdâ t hemen devenin üzerindeki fazlalıkları atıp hayvanı ayağa kaldırdıktan sonra sahiplerine şöyle dedi:
“–Eğer Allah Teâlâ, hayvanlara yaptığınız eziyetleri affederse, size büyük bir mağfirette bulunmuş olur. Ben Rasûlullah r Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:
«Allah Teâlâ bu konuşamayan hayvanlara iyi davranmanızı emrediyor! Verimli bir arâziden geçiyorsanız hayvanların biraz otlamasına müsâade edin! Kurak bir yerden geçiyorsanız oradan çabuk geçin, bu tür yerlerde fazla oyalanarak hayvanlara sıkıntı ve zarar vermeyin!»” (İbn-i Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, II, 226/1978)
Yine Rasûlullah r bir koyunu sağmakta olan bir şahsa rastlamıştı. Ona:
“–Ey filân! Hayvanı sağdığında yavrusu için de süt bırak!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 196)
Sevâde bin Rebî t şu muhteşem incelik ve merhamet misâlini nakleder:
“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp kendisinden bir şeyler istedim. Bana birkaç tane (3 ile 10 arasında) deve verilmesini söyledi. Sonra da bana şu tavsiyede bulundu:
«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle, hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)
Yine Efendimiz r ashâbıyla Mekke’ye giderken yolları üstünde kıvrılmış uyuyan bir ceylana rastladılar. Âlemlere Rahmet Efendimiz, ashâbından bir şahsa, herkes geçinceye kadar ceylanın yanında bekleyip kimseye hayvanı tedirgin ettirmemesini emretti.5
On bin kişilik orduyla Mekke fethine gidilirken de, yolda yavrularının üzerine gerilmiş ve onları emzirmekte olan bir köpek görüldü. Efendimiz r ashâbından Cuayl bin Sürâka t’ı yanına çağırarak onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi dikti. Onların İslâm ordusu tarafından ürkütülmemesi husûsunda tembihte bulundu.6
Bir ara Efendimiz r ateşe verilmiş bir karınca yuvası gördü. Bu hâli kabullenemedi; karıncaların yanık yuvası, onun rakik kalbini dehşete sevk etti. Büyük bir teessürle:
“Kim yaktı bunu? Ateşle azap vermek sadece ateşin Rabbine mahsustur.” buyurdu.7
Yine Peygamber Efendimiz r, hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüştü. Yanındakilere:
«–O bedevîyi bana getirin, ancak ona yumuşak davranın, onu korkutmayın!» buyurdu.
Bedevî yanına geldiğinde nâzik bir üslûpla:
«–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!» buyurdu.(İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, Beyrut 1417, VI, 378)
Yaş bir dalın bile gereksiz yere kırılmasına gönlü râzı olmayan Efendimiz r, ümmetini her fırsatta ve her şeye karşı nezâket, zarâfet, letâfet ve merhamete dâvet ediyordu. Nebâtâta karşı bile hassas davranmamız gerektiğini ifâde sadedinde şöyle buyuruyordu:
“Yerde bitmiş olan hiçbir bitki yoktur ki, onu nezâretçi bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiye basıp ezerse, melek ona lânet eder.” (Ali el-Müttakî, Kenz, III, 905/9122)