Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz Peygamber'den (s.a.v) Gençlere 50 Nasihat (1 Kullanıcı)

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Beş Vakit Namazı Kılmak

Sevgili gençler...

Sizlere farz olması, vaktinde kılınması, ruh ve hedefinin bilincinde olunması ve huşu içinde yerine getirilmesi bakımlarından, Allah Resûlü’nün (s.a.v.) namaza dair nasihatını önceki sayfalarda aktardığımın elbet farkındayım.

Bunların hiçbirini unutmuş değilim...

Allah Resûlü (s.a.v.) bunların, altını çizerek, üzerinde basa basa durarak ashabına aktarmış, aynı şekilde bunları size de bildirmiş bulunmaktadır. Siyer derslerinden bildiğiniz; fakat hedef ve gayesini tam olarak kavrayamadığınız bir emri size bir kere daha hatırlatmaktan çekinecek değilim... Bu emir; bir ibadet olarak namazın İsra ve Miraç gecesi farz kılınmasıdır.

Diğer ibadetlerden farklı olarak, namazın farz kılındığı mekanın yüceliğine bir bakın ve üzerinde dikkatle düşünün!
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
İtaat Etmek

Bu öğüt içerdiği bütün anlam ve ruhuyla uyanış neslinin çocukları, ümmetin önde gelenleri, ümmetin gelecekteki kutupları ve islâm medeniyetinin ekseni olan sizleredir...

Tamamı Hakk olan Allah’ın Kitab’ından Hakk söze kulak veriyorsunuz...

Aynı şekilde Peygamberinizin hadisini de dinliyorsunuz...

Sadece kulağınız ile değil; bilakis bütün benliğiniz ve tüm organlarınızla kulak veriyor ve dinliyorsunuz. Kulak, dinleme araçlarından sadece bir tanesidir. Sizler akıl, kalp, gönül ve ruhlarınızla dinliyorsunuz.

Sonra... itaat ediyorsunuz.

Sizden körü körüne bir itaat istemiyoruz. Aksine kavrayışlı, bilinçli bir itaat bekliyoruz. İyiyi kötüden, Hakkı bâtıldan ve yararlıyı zararlıdan seçip ayırdedebilen bir itaat.

Şahsınıza, toplumunuza, din ve şeriatinize bir kötülük ve zararı dokunmadığı sürece anne-babanızın, eğitimcilerinizin tavsiye ve talimatlarına, genel asayiş kurallarına ve kanunlara itaat edersiniz.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
İnsanlardan Hiçbir Şey İstememek

Hadiste geçen nasihatlerin sonuncusu...

Ne kadar doğru söylemiş: “İnsanların elindekilerden ümidini kes, insanların en zengini olursun.” İzzet, onur, ululuk gerçek müslümanın özellikleridir.

İnsanın, başkalarına yaptırabilecek durumda iken özel ve genel işlerini kendisinin yapmasını; yâni kendisine hizmet etmesini bir ayıp ve kusur zanneden kimseler, büyük bir cehalet ve gurur içindedirler.

Rivayet edildiğine göre;

Hz. Peygamber bir gün çarşıya çıktı. Ailesinin ihtiyacı olan birtakım şeyler satın aldı. Satın aldıklarını kendisi taşıyordu. Çarşıda kendisine yoldaşlık eden sahâbeden biri Allah Resûlü’nün (s.a.v.) pazar yükünü taşımak istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onun bu isteğini redderek şöyle buyurdu: “İhtiyaç sahibi ihtiyacını taşımaya daha layıktır.”

İşte sevgili gençler...

Bu şekilde sizler, kendisiyle hayâtınızı düzenleyeceğiniz bilgiler öğreniyorsunuz.

Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Kıskançlık Yapmayın

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:[1]

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kıskançlık yapmaktan sakınınız. Zira kıskançlık, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.”


Ebû Davud

“...ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi...”

Bu söz beni duraklattı ve bana bir olayı hatırlattı.

Günlerden bir gün fırındaydım. Fırın sahibi yakıt olarak hâlâ odun kullanıyordu. Durdum, ateşin tutuşmasını, alev ve ısısını korumak için fırıncının ateşi odunla nasıl da beslediğini seyretmeye başladım. Farkında olmaksızın uzun bir süre ayakta öylece dikildim.

Sonra fırıncıya.

–Yıllık ne kadar oduna ihtiyaç duyuyorsunuz?! diye sordum

Fırıncı gülerek tebessüm etti, ardından da bir kahkaha attı.

Sonra şöyle dedi:

–Bu veya herhangi bir fırın, yeryüzünde bulunan bütün odunları içine atsan, muhakkak hepsini yer bitirir!

Durdu, sonra konuşmasına şöyle devam etti.

–Bir zamanlar işçi olarak çalıştım. Sonra Allah-u Teâlâ bana bu fırını ikram etti. Fırın için düşündüğüm ilk şey yakıt oldu. Geri kalan bütün paramla odun aldım. Kendi kendime: Bu yıl artık başka oduna ihtiyacım olmaz; çünkü yetecek kadar odunum var, diye düşünüyordum. Ne var ki senenin yarısına geldiğimizde odunun tamamı çoktan bitmişti. Beyefendi... Ateş, tutuştuğu alan ile ölçülmez. Ateş ancak yanma gücüyle ölçülebilir. Sözü gediğine koydum:

–Öyleyse Allah; “O gün cehenneme ‘doldun mu?’ deriz. O da ‘daha var mı?’ der” buyururken çok doğru söylemiş.

Bu hatırayı sana iki sebepten dolayı anlattım:

• Genişlik, derinlik... vb. bakımlardan cehennemin hacmi ile alakalı olarak akla gelebilecek soruya cevap olması.

Şurası kesindir ki cehennem ateşi, hacimlerle kıyaslanamaz; ancak yanma/tutuşma gücüyle kıyaslanabilir.

• Kıskançlığın ateşe benzetilmesi.

Hiç şüphesiz kıskançlık, öyle bir hastalıklı huydur ki, insanın kalbine girdi mi, tutuşmuş alevi ve ateşiyle oradaki bütün güzel huyları ve faziletleri yer bitirir. O insan şahsiyetini, hastalıktan bitkin düşmüş bir et parçası haline getirir.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Sizler de kendi yaş ve sosyal statünüz düzleminde bu tehlikeli olgu ile karşılaşabilirsiniz. Aman, ona teslim olmaktan sakının. O insanlarda gördüğünüz üstünlüğe ilişkin kimi zaman içinizde duyduğunuz kıskançlık hastalığını, onlarla beraber olarak, onlara benzeme ve onları geçerek üstünlüğe ulaşma azminizle tedavi ediniz.

Kıskançlık, kin doğurur. Kin; başkalarında gördüğünüz nimetin varlığını çekememek ve yitirmesi için elinden geleni yapmaktır. Hırs ise, o insanın sahip olduğu nimete gıpta etmek ve var gücüyle, bütün enerjisiyle o nimetin aynısına sahip olmaya, o kişiye benzemeye ve bu konuda onu geçmeye çalışmaktır.

Sevgili gençler...

İşte insan toplumları, böyle bir verimli hareketlilik içinde karşılıklı olarak birbirinden etkilenirler ve kıskançlık ateşinden kurtulurlar.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Öfkelenmeyin

Ebû Said el-Hudri (r.a.)anlatıyor:[2]

Allah Resûlü şöyle buyurdu:

“Dikkat edin! Öfke, Ademoğlunun kalbinde yanan bir ateş parçasıdır. Onun şah damarının şişmesini ve gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz?! Kendisine bu hal gelen kimse hemen alnını yere koysun.”


Tirmizî

Bir başka konuşmasında ise Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“Öfke, Ademoğlunun iki gözü arasında yanan cehennem ateşlerinden bir ateş parçasıdır. Öfkelendiğinde gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz?!”

Allah Resûlü (s.a.v.) bir diğer konuşmasında bu şeytani dürtüyü yenmenin yolunu ve çarelerini şöyle açıklamıştır:

“Ayakta ise otursun; oturuyorsa ayağa kalksın.”


Öyleyse... Öfke, gözlerin kızarmasına ve ışıl ışıl yanmasına neden olmakta, şah damarlarının şişmesine ve ardından da kanın kalpten başa doğru hızla akmasına neden olmaktadır. Halk dilinde buna ‘kan beynine sıçradı’ denmektedir. Tıp sözlüğünde ise bu hal ‘tansiyon yükselmesi’ biçiminde tanımlanmaktadır. Hiç kuşkusuz bu hal, bedensel bir olgu olup hiç de hayra alamet değildir.

Biraz önce aktardığımız hadis-i şerîfler bizi şu soruları sormaya yöneltmektedir:

• Allah’ın Peygamberi, Abdullah oğlu Hz. Muhammed bir sağlık doktoru ya da bir uzman psikolog mudur?!

• Hangi üniversiteden mezun olmuştur?! Bütün bu bilgiyi ve ilmi nereden elde emiştir?!

Bu sorular karşısında uzun süre suskun kalamıyoruz. Zira derhal Kitap’tan, hikmet ve hamd sahibi Allah’ın peyderpey indirdiği, ne önünden ne de arkasından bâtılın kendisine asla yaklaşamadığı Kur’an-ı Kerîm’den bize cevap geliyor. Allah-u Teâlâ şöyle cevaplıyor bu soruları:

“O hevasından (keyfinden) konuşmaz. O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu kuvvetlinin kuvvetlisi (Cebrail) öğretti.”[Necm suresi 3-5]

Öfkenin çeşitli pek çok sebebi vardır.

İnsan yaşayan bir canlı olup çalıştığı, çaba sarfettiği ve insanlarla ilişkilere girdiği sürece çarpmalara ve sıçramalara hedef olmaya devam edecektir. Bu da onun psikolojisine sevinç, mutluluk ve üzüntü, keder ya da öfke olarak yansıyacaktır.

Bu ruh halleri, öncelikle kişinin iç dinamik güçlerine ve ikinci olarak da olay ve kişilere bağlı olarak sertlik-şiddet veya nitelik-nicelik bakımlarından farklılık arzeder.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Sizler iş, okul ve aile hayâtınızın henüz başlangıcında bulunuyorsunuz. Gelecekte sizi öfkelendirecek durumlarla karşılaşacak ve tabi ister istemez mutlaka öfkeleneceksiniz. Bu durumda ne yapacaksınız?! Aman sakın, öfkeyi kendi haline bırakıp da içinizde tepkimesine, hareket ve davranışlarınıza tahakküm etmesine izin vermeyin. Zira öfke, insanı hüsran ve helaka götürür.

Kalplerinizi yumuşak huyluluk azığıyla besleyin. Hiç şüphe yok ki yumuşak huyluluk, ahlâkın efendisidir.

Öfkelendiğinizde öfkenizi nasıl dindireceğinizi size öğreten Peygamberinizin nasihatine kulak verin.

Hz. Peygamber (s.a.v.) öfkelenen kimse için “hemen alnını yere koysun” buyurmaktadır. Doğrusu bu sözle, gerçekten alnını yere koyması kastedilmemiştir. Bilakis bu sözle, kendini dizginlemek, sinirlerine hakim olmak ve dengeyi yitirmemek kastedilmiştir.

Ya da bu sözle, oturuyorsanız ayakta dikilmeniz yahut ayakta dikiliyorsanız oturmanız kastedilmiş değildir. Aksine sizden istenen, konumunuzu değiştirmenizdir. Çünkü hareket etmek, insanın ruhsal etkileşimini değiştirmektedir.

Son olarak...

Sevgili gençler...

Allah’tan niyazım odur ki, size ilmin iyisini ve yumuşak huyluluğun da güzelini versin.

Sizi Allah’ın, kendi katında mübarek olan güzel selâmı ile selâmlıyorum.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Abdest Almak

Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) kabirleri ziyaret ederek şöyle dedi:

“Mü’min toplulukların diyarı! Size selâm olsun. İnşaallah çok yakın zamanda biz de arkanızdan geleceğiz. Kardeşlerimizi görmeyi arzu ettim.” buyurdu. Sahâbe:

–Ya Resûlallah, biz senin kardeşlerin değil miyiz?! dediler. Allah Resûlü (s.a.v.) :

–Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerimiz henüz dünyaya gelmediler, diye karşılık verdi. Ashab:

–Ümmetinden henüz dünyaya gelmeyen kimseleri nasıl tanırsın, dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) :

–Bir insanın, hepsi baştan aşağı siyah renkli atlar arasında alnı ve üç ayağı beyaz bir atı olsa hiç onu tanımaz mı? diye cevap verdi. Ashab:

–Evet ya Resûlallah, elbette onu tanır, dediler. Allah Resûlü (s.a.v.) :

–Onlar abdest âzâları parlak bir şekilde geleceklerdir, buyurdu.”


Müslim

Evet, ya Rasulallah... Çok doğru söylüyorsun.

Yüzlerinde nişanları vardır: alında ışıl ışıl yanan bir parıltı, bir beyazlık ve dalga dalga yayılan bir nur...

Alnı ve üç ayağı beyaz olan ata” gelince; bu, derisindeki beyazlık, siyahlığından daha fazla olan yağız attır. Kulaklarının arkasından ve gözlerinin üstünden bir tutam beyaz saç salınır. Güzelliğine güzellik, değerine değer katar.

Bu at, diğer atlar arasında hemen fark edilir. Yüzündeki nişanından tanınır.

İnsanlar haşr günü renk renk, sınıf sınıf ayrılırlar. Kimilerinin, işledikleri küfür ve şirkten dolayı yüzleri kapkaradır. Kimilerinin ise imanları, güzel kullukları ve Rabblerine içten yönelmeleri nedeniyle yüzleri pırıl pırıldır. Bu yüzden Allah Resûlü’nün (s.a.v.) o günde kardeşlerini tanıması hiç de zor değildir.

Yüzlerdeki abdest izi, namaza ve uzun tutulan rükû ve secdelere delalet eder. Namaz; ibadetlerin zirvesi, kullukların en yücesidir.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili genç...

Geçen sayfalarda Allah Resûlü’nün (s.a.v.) seni namaza teşvik eden öğütlerinden birkaç tanesini okudun. Ancak o öğütlerden bir tanesi ile şimdi anlattığımız öğüt arasında derin ve sağlam bir ilişki vardır. Bu yüzden o öğütün de hatırlanıp üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekmektedir.

Allah Resûlü (s.a.v.) o nasihatında şöyle buyuruyordu:

–Ne dersiniz; birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve günde beş defa o nehirden yıkansa, onda kirden eser kalır mı?! Sahâbîler:

–Hayır, onda kirden eser kalmaz, dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) :

–Beş vakit namaz da işte bu nehir gibidir. Allah, beş vakit namazla günahları yıkar, yok eder, buyurdu.”[
Buhari, Muslim, Tirmizi....]

Nehirin, kirlerden arınmadaki önem ve değerini kavramışsan, abdestin yüzde bıraktığı izin önem ve değerini de kavramışsın demektir.

Allah sana velilik etsin ve seni Sevgili Peygamberiyle (s.a.v.) Kevser’in başında buluşan kardeşlerinden eylesin..
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
İslam İnsanin İç Âlemine Önem Verdigi Kadar Dis Görünümüne De Önem Verir

Ata b. Yesar (r.a.) anlatıyor:

“Allah Resûlü (s.a.v.) mescidde idi. Saçı sakalı birbirine karışmış, dağınık bir adam içeri girdi. Allah Resûlü (s.a.v.) saçını sakalını düzeltmesini emreder gibi eliyle adama çıkmasını işaret etti. Adam çıktı, saç ve sakalını düzeltip geri geldi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.v.) buyurdu ki:

‘Bu durum sizden herhangi birinizin şeytan gibi saçı başı dağınık bir halde gelmesinden daha iyi değil mi?!’


İmam Malik
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Nasihatın amacı ve hedefi gayet açıktır. Şıklık, zerafet, temizlik ve düzenli, derli toplu olma konularında dış görünümün güzelliğine dair söylenmiştir.

Yine dış görünümün güzel olması gerektiği konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle dediği de anlatılmaktadır:

“İnsanlar arasında al bir benek gibi olunuz.”

Yâni: İnsanlar arasında iç âleminiz ve dış görünümünüzle seçkin, saygın insanlar olunuz. Zira biçim ve endam güzelliği, kişinin vicdanının derinliklerinde gizli bulunan anlamın asâletine delildir. Dış görünümü derli toplu olan insanın, hiç şüphesiz düşünce ve duyguları da derli topludur. Bedeni ve kılık kıyafeti temiz olan insanın elbette gönlü ve aklı da temizdir.

Fakat bu asla övünmek, büyüklenmek ve israf anlamına gelmez. Gerçekte bu, kişinin iç dünyası ile dış görünümü arasındaki denge ve paralellikten başkası değildir.

Aynı şekilde bu, bir ziynet, kusurları örterek güzel görünme çabası, reddedilmiş bir tüketim ya da istenmeyen bir savurganlık da değildir.

İnsan eğer küçük yaşlardan itibaren alışkanlık ve adet haline getirmemiş ise kolay kolay güzel görünümlü, derli toplu, temiz, dahası seçkin bir insan olamaz.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Sizler de zaman zaman davranışlarınızda, oyunlarınızda, çabuk hareketlerinizde ve hızlı cevaplarınızda gereken titizlik ve dikkati göstermiyor olabilirsiniz. Aman, buna çok dikkat edin ve şeytan gibi bir görünüşe sahip olmaktan son derece sakının.

Top... pijama... sokak... vs.

Bütün bunlar, temiz olmamaya bir davetiye ve pejmürde olmaya bir sebeptir. Tam bir kararlılık ve ciddiyet içinde, düşüncesizce davranışlardan, hoppalıktan ve hafif meşreplikten uzak durunuz ki medeniyetin adresi ve insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin evlatları olasınız.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Yoldan Önce Yoldaş


Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse herbiriniz kiminle dostluk yaptığına dikkat etsin.”

Müslim ve Ebû Davud

Sevgili gençler...

Okul arkadaşlığının, en uzun süre devam eden ve insanın ahlâk ve ilişkilerine en çok etki eden arkadaşlıklardan olduğu söylenmektedir. Bu sözde, gerçeklik ve doğruluk payı oldukça fazladır. Çünkü çocukluk çağı, insan hayâtındaki en tehlikeli ve en önemli çağdır. Zira insanın gelecekteki şahsiyetinin temel taşları bu çağda konur.

Çocuk; toprak, hava, güneş gibi gelişmenin zorunlu ihtiyaçlarından olan doğal faktörlerin etkisinde kalan taze, nazik bir dal gibidir.

Toprak iyi ve verimli, güneş ısı ve ışığıyla cömert, hava yumuşak ve hoş, çiftçinin eli şefkatli ve bilinçli olduğunda dalın çiçek açması ve meyve vermesi için gereken tüm şartlar yerine gelmiş demektir.

Bunlar yerine gelmediği takdirde arzulanan netice elde edilemeyecek ve ümitler yok olup gidecektir.

Temyiz çağındaki çocuk, çok âşikâr ve basit bir biçimde iyiyi kötüden ayırma yetenek ve kabiliyete sahiptir. Nitekim her akıl sağlığı yerinde olan kişinin tereddütsüz tasdik edeceği birtakım hususlarda da, sağlamı çürük olandan ayırdedebilmektedir. Bununla birlikte bu ayırım işleminde zaman zaman anne-babanın veya eğitimcinin yardımına da gereksinim duyabilmektedir.

Bunları söylerken her ne kadar çocuğun aklı, kalbi ve vicdanı sağlam ölçü ve kriterlerle beslenmiş olsa bile, sürekli bir gözetimin faydasını hafife almıyoruz.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) size yaptığı bu öğüt, dost ve arkadaş seçiminde öncelikli temel prensibinizdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘...dini üzeredir...’ derken arkadaş seçiminde konuyu en geniş çerçevede yâni inanç çerçevesinde ele alıp aydınlatmaktadır.

İnsan, ciddiyet ve şaka zamanlarında bile arkadaş veya dostundan –iyi ya da kötü yönde– etkilenmektedir. Muhakkak bu, sürekli bir ilişki içinde bulunmak ve etki altında kalmaktan dolayı olmaktadır. Devamlı ilişkiler sonucunda dostta bulunan iyi ya da kötü birtakım huylar karşı taraftaki insanın karakterine işler. Hatta düşüncesinin en derin noktalarına kadar girip onun dizginlerini eline alır. Artık o huylar onu ya doğruya ulaştırır ya da saptırır!

Sevgili gençler...

Kendisinde bir sapıklık ve aykırılık gördüğünüz; yoldan çıkmış, bozuk tabiatlı her arkadaştan elinizden geldiğince uzak durun!

Sizi ancak Hakk’a teşvik eden, dosdoğru yola (sırat-ı müstakime) ileten güzel, iyi insanlarla oturup kalkın.

Hikaye edilmektedir ki;

Bir gün adamın biri oğluna, oğluna kötü arkadaşın zararlarını anlatmak istedi. Bunun için içi elma dolu bir sandık getirdi. Elindeki çürük elmayı oğluna göstererek:

–Birkaç gün geçince, sandıktaki elmalar ne haldeler bak!

Ardından o çürük elmayı diğer sağlam elmaların arasına koydu. Aradan birkaç gün geçmişti ki sandıktan çürük kokusu etrafa yayılmaya başladı. Baba oğlunu yanına alarak çocuğun gözleri önünde sandığın kapağını açtı. Elmaların çoğu bozulmuştu. Çocuğuna dönerek şöyle dedi:

–Sevgili yavrum, işte kötü kimselerle arkadaşlık eden insanın hali budur!.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Allah İçin Sevmek

ALLAH İÇİN SEVEN VELİ KULLAR

Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Allah-u Teâlâ’nın kullarından öyleleri vardır ki –onlar ne peygamberlerdir ne de şehidler– kıyamet günü Allah katındaki makamlarından dolayı hem peygamberler hem de şehitler o kullara imrenirler. Sahâbe:

–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) onlar kimdir, bize anlat?! dediler.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

–Onlar, aralarında herhangi bir akrabalık ya da ticari bir ilişkisi olmadığı halde, sırf Allah’ın rızası için birbirlerini seven bir topluluktur. Vallahi onların yüzleri nur gibidir. Nurdan tahtlar, koltuklar üzerine kurulup otururlar. İnsanlar korkuya kapılırlarken onlar asla korkuya kapılmayacak; insanlar hüzünlenirlerken onlar kesinlikle hüzünlenmeyeceklerdir.
(Ardından şu ayeti okudu)

“İyi bilin ki Allah’ın veli kullarına asla korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.”[Yunus suresi]

İnsanlar arasındaki ilişkiler iki temel üzerine kurulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bize böyle haber vermiştir.

Akrabalık.. “...aralarında bir akrabalık olmadığı halde...”

Maddi çıkar.. “...ya da aralarında ticari bir ilişki olmadığı halde...”

İnsanlar arasındaki ilişkileri iyiden iyiye inceleyenler, bu peygamberî sözün bütünüyle doğru olduğunu hiç şüphesiz görecektir. İnsani ilişkilerin temeli, akrabalık ve maddi çıkar olarak belirecektir.

Bu iki esas, insanların hayâtında doğru konumlarına oturur, olmaları gereken yerde olurlarsa düzen, emniyet ve güvenin gerçekleşmesini sağlarlar.

Fakat...

Akrabalık ve maddi çıkar üzerine kurulu ilişkilerden çok daha yüce, çok daha üstün olan ve insanı hayâtın, maddenin kir ve pisliğinden çekip alarak vicdani temizliğe ulaştıran bir ilişki türü daha vardır.

Bu dereceye, ancak Allah için seven mü’min kullar ulaşabilir
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Sizler peygamberlerin Allah katındaki derece, makam ve saygınlıklarını hiç şüphesiz biliyorsunuz. Dünya hayâtını çok ucuz bularak canlarını Allah yolunda satan şehidlerin makam ve mevkilerini de biliyorsunuz.

İşte o peygamberler ve şehidler, ahirette Allah katında sahip oldukları makam ve mevkilerinden dolayı Allah’ın birtakım kullarına imrenir, onlara gıbta ederler. O makam, Allah’ın veli kullarını bütün hücrelerine varıncaya kadar dörtbir yandan kuşatıp bürüyen nur makamıdır...

İşte o insanlar Allah’ın veli kullarıdır!

Allah’ın kendileri hakkında “İyi bilin ki Allah’ın veli kullarına asla korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de” dediği veli kullardır.

Çünkü gönüllerini, yüzlerini ve ruhlarını engin bir nur okyanusu kaplamıştır. Onlar burada emniyet, güven ve iç huzuru bulmuşlardır. Onlara artık ne korku ulaşabilir ne de hüzün.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Peki niçin?!

Çünkü insan kalbi gerçekten Allah’a olan sevgisinde samimi olur ve hareket halindeyken, durgun, uyanıkken ve uykuda, uzanmış yatarken ve ayakta iken, görmesinde, işitmesinde ve çalışmasında sürekli olarak bu sevgiyi iç dünyasında hissederse bu sevginin ışınları ondan bütün kainata, mahlukata ve mevcudata doğru yayılır. Böylece her şeyi, bu içten ilahi sevgi terazisiyle ölçüp tartar. Bütün varlığını bu sevginin üzerine kurar.

Sizler çocukça, masum ve temiz halinizle gerçekten büyüklerden daha çok o veli kullardan olabilirsiniz. Çünkü -canlarım- sizler, henüz halkın örf ve gelenekleri içinde kaybolup gitmediniz. Maddi çıkar sebepleri ve neticeleri sizi etkisi altına almadı. Çıkarcı ilişkiler size baskın gelmedi.

Büyük sahâbî Süheyb b. Sinan el-Rûmi’nin (r.a.)yaşam hikayesini, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında gösterdiği tavrı bilmelisiniz?!

Gerçekten Süheyb, Mekke’de çok büyük bir servetin sahibiydi. Son derece zengin idi. Hicret edip Medine’de Hz. Peygamber’e (s.a.v.) katılmak istediğinde Kureyşliler yolunu kestiler. İçlerindeki akılsızlar, onun geçmişteki fakirliğini ve köleliğini yüzüne vurdular. Onlar bu sözleriyle, sahip olduğu serveti ima ediyorlardı.

Süheyb, anlamlı anlamlı Kureyşlilere baktı. Sonra bütün servetini onlara terketti. Onlar da Süheyb’i bırakarak yoluna devam etmesine izin verdiler.

Süheyb, Allah’ı ve O’nun sevgisini bütün dünya servetlerine tercih etti; bu uğurda ne ailesini önemsedi ne de başkalarını. Acaba, Hz. Peygamber (s.a.v.) onu Medine’de karşıladığında ona ne söyledi?!

Hz. Peygamber (s.a.v.) onu görünce tebessüm etti ve dudaklarından şu sözler döküldü:

“Ey Ebû Yahya! Kârlı bir alışveriş oldu!.. Ey Ebû Yahya! Kârlı bir alışveriş oldu!..”


Sevgili gençler...

Faziletli dostlar...

Evet... faziletli, felâha ermiş, kâr eden insanları örnek almanızı ve Allah’ın rızası uğrunda sevenler makamına yükselmenizi istiyoruz. Hiç şüphesiz bu, kendilerine peygamberlerin ve şehidlerin bile imrendiği veli kulların makamıdır.

Görüşmek üzere...
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Allah’ın Kullarına Karşı Büyüklenmekten Sakının

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kalbinde hardal tanesi ağırlığınca kibir bulunan kimseyi Allah yüzüstü cehenneme atar.”


İmam Ahmed

Sevgili gençler...

Kibir: Kendini beğenmek ve başkalarından üstün görmektir.

Hardalı biliyor musunuz?!

Hardalı baharatçıya sorunuz. Çok küçük tanecikler olduğunu göreceksiniz. O kadar küçük ve hafif ki, bir hardal tanesinin ağırlık ve hacmi, kum tanesinden fazla değildir!

Kalbinde ve duygularında hardal tanesinin büyüklüğüne denk bir kibir duygusu taşıyan insanı, Allah yüzüstü cehenneme atar.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hadis-i şerîfinde “Kimin kalbinde...” buyuruyor. “Kimin aklında...” dememiştir. Çünkü duygunun kaynağı öncelikle kalptir. Kibir aslında bir boşluktur.

Adamın biri küçük oğluyla birlikte buğday ekili tarlalardan birine gitti. Başaklar henüz yeni olgunlaşıyordu. Boyu diğerlerinden daha uzun bir başak, çocuğun çok hoşuna gitti. Başağa yaklaştı ve onu kopardı.

Babası oğluna başağı neden kopardığını sordu.

Çocuk, başaktan çok hoşlandığını, ayrıca içinde pek çok buğday tanesinin bulunduğunu söyledi.

Baba gülümsedi... Başağı eline aldı ve eliyle kırarak içini açtı. Başak bomboştu, içinde bir tek buğday tanesi dahi yoktu.

Ardından baba oğluna şöyle söyledi:

–Ey çocuğum...

Buğday dolu başaklar tevazu ile baş eğer

Ancak içi boşların başları yüksekmiş meğer.

Sevgili gençler...

İşte kibirli insanın boşluğu da böyledir.

Kibirli insan, sırf bu yüzden dolayı mı yüzüstü cehenneme atılıyor? diye sorabilirsiniz.

Bu sorunuza kısaca cevap verelim:

Bildiğiniz gibi kibir; kendini beğenmek, gururlanmak ve büyüklenmektir. Bu ise insanın kendini mahlukattan üstün görmesine yol açar. Halbuki üstünlük yanlızca Allah-u Teâlâ’ya mahsustur!

Kibirli insan, Allah’ın güzel isimlerinden (esmaü’l hüsnâ) birinde adeta O’nunla çekişmekte, O’na benzemeye kalkışmaktadır. Bu ise apaçık küfürdür. Bundan dolayı kibirli insan hakkında Kur’an’ın şu sözü hak ve gerçek olmuştur.

“Kibirlenenler için cehennemde barınacak bir yer mi yoktur.”[zumer suresi]

Kibir ya da kendini büyük görmek, zenginlik ve güzellik gibi dünya değerlerinden ileri gelmektedir. Halbuki zenginlik de güzellik de yok olmaya mahkumdur.

Zenginlik, ticaretten dolayı ise; ticaret kâr getirebileceği gibi zarar da getirebilir. Eğer zenginlik sahip olunan akardan dolayı ise; akar da doğanın ani hareketlerine hedeftir.

Güzellik, geçen seneler ve ilerleyen ömürle birlikte kurumakta, solmaktadır. Tabi daha önce bir âfete ya da musibete kurban gitmezse.

Hz. Süleyman (s.a.v.) servet ve zenginlik hakkında şöyle demişti: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabb’imin lütfundandır.”[neml suresi]

Güzellik ve endam... Hz. Yusuf’u (s.a.v.) aldatamamış, onu gurura sevkedememişti. Bilakis onun dillere destan güzelliği, kendisi için hem bir fitne ve imtihan hem de bir sabır ve kurtuluş vesilesi olmuştu.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de kalbinde hardal tanesi ağırlığınca kibir bulunan insan hakkında “Allah onu yüzüstü cehenneme atar” buyurmaktadır.

Hz. Peygamber kibirli insan için neden ‘Allah onu yüzüstü haşr eder’ dememiştir.

Cehenneme yüzüstü atılmak niçin?!

Halkın, kibirli kimse için “Burnu havada...” dediğini zaman zaman işitiyorsundur. Onlar bu sözle kibirli insanın, yüzdeki en belirgin organı olan burnuyla kibirlendiğini, büyüklük tasladığını anlatmak istemektedirler. Dolayısıyla cehenneme yüzüstü atılmak, ceza olarak kibire çok uygun düşmektedir. Allah’ın Resûlü (s.a.v.) gerçekten sözünde isabet etmiş ve doğru söylemiştir.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Ömür, Gençlik, Mal ve ilmimizden Sorumluyuz

Ebû Berze b. Ubeyd el-Eslemi anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü insanlar şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar: ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede harcadığında, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ilmi ile ne amel işlediğinden.”


Tirmizî

Sevgili gençler...

Şu dört şey hayâtın özetidir:

1-2. Gençlikle ihtiyarlık arasındaki ömür.

3. Çalışıp kazanma, elde etme.

4. İlim, tecrübe, bilgi.

Hz Peygamber (s.a.v.) bu nasihatinde iş işten geçmeden, henüz elde fırsat varken uyarıp ikaz ediyor.

Bugün; dünya hayâtında çalışmak ama hesaba çekilmek, yarın; ahirette ise hesaba çekilmek ama çalışmamak var!

Bu uyarı ve ikazların anlam ve hedeflerini kavrayıp, ardından da yaşantılarını bu uyarı ve ikazlar doğrultusunda düzenleyenleriniz, hem dünya hem de ahiret mutluluğunu kazanırlar. Ama kim de öğüt almayıp bu uyarı ve ikazları dikkate almazsa, hem dünya hem de ahiret mutluluğunu kaybeder. Çünkü dünya yok olmaya, ömür son bulup tükenmeye doğru hızla yol almaktadır. Allah katında olanlar ise elbet sürekli ve kalıcıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) nasihatinde “Kıyamet günü insanlar şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar...” buyurmaktadır.

Yerlerinden ayrılamazlar. Ne sağa ne de sola hareket edip kımıldayamazlar. Çünkü bu hesap duruşudur.

1) İnsan ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede harcadığından sorguya çekilecektir.

Hayât kitabından ve orada geçirdiği gün sayfalarından hesaba çekilecektir.

“İşte alın kitabımı okuyun!”[Hakka suresi] diyecek ve kendisine şöyle cevap verilecektir:

“Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter!”[isra Suresi]

O gün insan, dünya hayâtındaki yaşantısını, halini ve yaşadığı olayları diliyle anlatmaya başlayacaktır. Sonra, gizlediği bir halden ya da bir kusurdan dolayı dili duraklamaya başlayınca, bu kez elleri ve ayakları söz alacaktır. İnsan, el ve ayaklarının bu konuşması karşısında hayret edip şaşıracaktır. Onun bu hayret ve şaşkınlığını gören elleri ve ayakları kendisine şu cevabı verecektir:

“Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu!”[Fussilet suresi]

İnsan niçin sorguya çekilecektir?

Çünkü hayât, Allah’ın bize bir lütfu ve karşılıksız bağışıdır. Sayıya ve istatiklere sığmaz nimetlerinden sadece bir tanesidir. İnsan bu emaneti keyfince, arzuları doğrultusunda kullanma ya da şehevi arzularına tâbi kılarak yok etme hakkına asla sahip değildir.

Ayrıca sorgu, özellikle ömrün ilk yarısı üzerinde yoğunlaşacaktır. Çünkü bu dönem kişide canlılık, güç ve dinamizmin zirvede olduğu bir dönemdir. İnsan ömrünün bu zaman dilimi üretim ve verim çağıdır.

Çocukluktan gençliğe doğru olan yaşam süreci; olgunlaşma merhalesi, gençlikten ihtiyarlığa doğru olan yaşam süreci ise eksilme merhalesidir.

Çocuk, bir haramdan ya da kötü bir işten uzak kalabilir. Çünkü, henüz ya o haram eylemi ya da kötü işi bilmiyordur ya da kendisini ona ulaştıracak olan araçlar bunu gerçekleştirmemişlerdir.

İnsan, ihtiyarlığında da, bedenî veya ekonomik yetersizliklerden ve yahut da ölüme yakın olmanın verdiği korkudan -ki bu korkuya, âcizin tevbesi denir- dolayı birtakım kötülüklerden uzak kalabilir.

Ne var ki çocukluk ile ihtiyarlık arasındaki gençlik dönemi, adeta yaşam, güç ve canlılık fışkırır. Gençlik, hayât kasidesinin seçilmiş en güzel beyitidir.

Çünkü gençlik, yaşamın zirvesidir. İnsan bu dönemde kendini koruyabilirse dünya ve ahiretini kazanır.

Hem ne ahiret!

Kendisinden daha büyük nimetin, konforun ve mutluluğun olmadığı bir ahiret. Bu, arşın gölgesinde bulunma nimeti, konforu ve mutluluğudur.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili gençler...

Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) şu hadisini iyi ezberleyiniz:

“Yedi grup insan vardır ki Allah-u Teâlâ onları kendi gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı o günde gölgelendirir. Bu insanlar şunlardır: Gençliğini Allah’a ibadetle geçiren genç...”

2) İnsan malını nereden kazandığından sorguya çekilecektir.

Mal: yaşamı saran kol, yaşam savaşının yörüngesi. Biz elbet malın önem ve değerini küçük görmüyoruz. Ancak her şeyi maldan ibaret kabul eden bir anlayışı da kabul etmiyoruz.

Mal elde etme, çalışıp kazanma ancak ihtiyaç ve gereksinimlerin giderilmesi için bir çözüm ve çare olabilir. Mal, insanın yaşantısında zahmet, ter ve gözyaşının ardından mutluluk, rahatlık ve afiyette olma arzusunun doyuma ulaşmasını sağlar.

Aynı şekilde kazanç mal sahibi olma, çalışmak ve ticaret yapmak gibi helâl yollardan olmalıdır. Gasb, hırsızlık, rüşvet ya da bunlara benzer bir şekilde elde edilmiş olmamalıdır.

En güzel, en temiz kazanç, kişinin kendi emeği ile çalışıp kazanmasıdır.

Bazı zamanlar insan şart ve imkanlara bağlı olarak çalışıp kazanmasına rağmen temel ihtiyaçlarını dahi temin edemez... veya ancak ihtiyaçlarını karşılar... ya da kat kat fazlasıyla kâr ederek büyük servet sahibi olur. Zulüm ve hile karışmadığı sürece bu çalışma çeşitlerinin hepsi de makbul ve övülmüştür.

Kazanmanın ardından tüketim ve harcama safhası gelir.

Bu aşamada üçüncü sorunun ikinci maddesi gündeme gelmektedir:

3) İnsan malını nereye harcadığından sorguya çekilecektir.

Helâlinden kazanma prensip ve anlayışı aynı şekilde kazanılan malı harcarken de geçerlidir.

Kaldı ki ihtiyaç sahibi fakir insanlara ve Allah yolunda, Allah’ın rahmet ve lütfunu umarak, cömertçe harcanmalı, infak edilmelidir.

Rivayet edilmektedir ki;

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün Allah yolunda, İslam daveti uğrunda harcamak için bir miktar mala ihtiyaç duydu. O sırada Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer huzurunda bulunuyorlardı. Çıkmak için izin istediler. Sonra Hz. Ömer, getirdiği bir miktar parayı Allah Resûlü’nün (s.a.v.) önüne bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.v.) :

–Ey Ömer, bu da nedir? diye sordu. Hz. Ömer (r.a.):

–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) , malımın yarısı! diye karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) :

–Geride ailene ne bıraktın? diye yeniden sordu. Hz. Ömer:

–Diğer yarısını! cevabını verdi. Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) Ömer’e (r.a.)hayırla dua etti... Biraz sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.)huzura girdi. Beraberinde getirdiği paraları Hz. Peygamber’in (s.a.v.) önüne bıraktı. Hz. Peygamber (s.a.v.) aynı soruyu ona da sordu:

–Ey Ebû Bekir, bu da nedir?! Hz. Ebû Bekir (r.a.):

–Ey Allah’ın Resûlü (s.a.v.) , bütün mal varlığım! cevabını verdi. Hz. Peygamber tekrar sordu:

–Geride ailene ne bıraktın? Hz. Ebû Bekir (r.a.):

–Onlara Allah’ı ve Peygamberini bıraktım! yanıtını verdi.

Hz. Peygamber bu cevabı duyunca tebessüm etti, gözleri yaşardı ve ona hayır dualar etti...


Sevgili gençler...

“Yarışanlar ancak bunda yarışsınlar!”[Mutaffifin suresi]

Kişinin kendisine ve ailesine yapacağı harcamanın sınırları aşağıdaki âyet-i kerîme ile çizilmiştir:

“Onlar, harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”Furkan suresi]

İsraf ve kibire kaçmaksızın, cimrilik ve eli sıkılık da yapmaksızın rahat bir yaşam... Zira Hz. Peygamber (s.a.v.) bir başka hadis-i şerîfinde bize şunu öğütlemektedir:

“Allah verdiği nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır.”[8]

Kıyamet günü insanlar şu dördüncü sorudan sorguya çekilmedikçe yerlerinden ayrılamazlar:

4) İnsanlar ilmi ile ne amel işlediklerinden sorguya çekileceklerdir.

İlmini, insanları sömürmek ve istismar etmek için mi kullandı?!

Onu gizledi mi?! Ya da ilke ve değerlerini bilmezlikten mi geldi?!

Kendisine âlim (bilgili insan) densin diye beyinsiz insanlarla tartışma ve münakaşalara mı girdi?!

Yahut kendini korumak, seviyesini yükseltmek ve halkına, ülkesine daha hayırlı ve verimli olabilmek için mi ilim öğrendi? İşte arzulanan ilim talebi budur.

Sevgili gençler...

Sizler mukaddes ilim okullarında, ilmî atmosfer içinde, ders sıralarında bulunduğunuz zaman diliminde yüce gayeler ve hedefler için ilim öğrenmeye aşırı istekli olunuz. Size hayır, istikâmet ve şeref; halkınıza da ileri bir seviye ve medeniyet kazandıracak bilgiler öğrenin.

Son olarak, sevgili gençler...

İnsanı bu dört temel husustan sorguya çeken, ona hesap soran kim?! Hiç şüphesiz O, şanı yüce, saltanatı güçlü, isim ve sıfatları mukaddes ve karşılıksız veren, cömert olan Allah’tır. Sorguya çekmek O’nun hakkı; bize düşen de ancak cevap vermektir.

Sevgili gençler...

Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz!

Sorgulanmadan önce kendinizi sorgulayınız!

Ahirette ayağınız kayıp da cehennem ateşine yuvarlanmadan önce, dünya hayâtında dosdoğru yol üzere olunuz. Allah hepimizi cehennemden muhafaza etsin, şerrinden bizi korusun.

Hiç şüphesiz Allah ne güzel yâr ve yardımcıdır. Kudret ve kuvvet ancak Allah’ın yardımı iledir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt