Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz Peygamber'den (s.a.v) Gençlere 50 Nasihat (2 Kullanıcı)

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sevgili oğlum ve kızım...

Amansız bir hastalığa yakalanmış bir hastanın kendi canına kıydığını, imtihanda başarısız olan birinin intihar ettiğini, iflas etmiş bir tüccarın kendi hayâtına son verdiğini, büyük bir aşka düşmüş bir aşığın silahla kendini vurduğunu, zehir içtiğini veya kendini yüksekçe bir yerden aşağıya attığını zaman zaman duymaktayız.

Böyle pek çok haber duymaktayız. Bu haberler sadece erkeklerle ilgili değildir. Kadınlar da aynı şekilde bu tür haberlerin konusu olmaktadırlar.

Bütün bunların sebebinin ‘ümitsizlik!!’ olduğunu, ümitsizlikten kaynaklandığını görürüz.

İyileşmekten ümidi kesmek... başarıdan ümidi kesmek... ve hedefe ulaşmaktan ümidi kesmek...

Ne var ki ümitsizlik, Allah’a iman etmiş bir insanın kalbinde barınamaz. Mü’min bir insanın vicdanında ümitsizliğe asla yer yoktur. Çünkü;

“Kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”[3]

Kafir olmanın ötesinde, ondan daha büyük günah yoktur!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Haksız yere Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın!”[4]

Muhakkak Allah cana kıymayı hem de mutlak cana kıymayı yasaklamıştır. Ya bu kıydığın, katlettiğin can senin kendi canın ise?! O can ki Allah onu sana bahşederek de yaşam ve varlığının sebebi kılmıştır.

Ey Allah’ın rahmetinden ümidini kesen zavallı insan! İntihar ederek kendi canına kıymakla ne büyük bir günah işlemektesin. Bu günahın sebebiyledir ki, dünyayı terkettiğin ölüm biçimi üzere cehennem ateşinde ebedi ve daimi kalmayı hak etmiş oluyorsun.

Sevgili gençler...

Allah hem sizleri hem de bizleri ümitsizliğe düşerek kafir olmuş insanlar olmaktan korusun.

Allah’ın selâmı üzerinize olsun.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Anne Babaya İyilikte Bulunmak Cihad Hükmündedir

Abdullah b. Amr b. As (r.a.) anlatıyor:

“Bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gelerek cihada katılmak için kendisinden izin istedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona:

–Annen baban sağ mı? diye sordu. Adam:

–Evet sağdırlar, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) adama:

–Öyleyse onların rızasını kazanma uğrunda cihad et! buyurdu.


Buhârî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî ve Nesaî

İslam dinine göre cihad, menzillerin sonu ve arzuların en önde gelenidir.

Çünkü mü’min cihadı neticesinde iki güzellikten birini elde eder: Ya zafere kavuşur ya da şehid olur...

Düşmanlara galip gelip zafer elde ederek İslam sancağını yükseltmek ve yeryüzünde Allah’ın dinini hâkim kılmak ya da bu uğurda şehid olmak...

Şehidler için cennette, peygamberler sıddîklerin mertebesinden hemen sonra gelen ve pek çok insanın kıskandığı bir mertebe ve makam vardır. Şehidler bile şehâdet makamının yüceliğinden dolayı dünyaya tekrar gönderilmeyi, orada Allah için savaşıp tekrar şehid olmayı çok fazla arzularlar. Doğru sözlü, güvenilir Peygamber Muhammed (s.a.v.) bize bu şekilde bildirmiştir.

Her konuda önde gelen öncü nesil sahâbe, Allah’ın dinini savunmak, İslam’a zarar vermek isteyen müşriklerin kökünü kazımak için cihad meydanlarına koşuyorlar ve savaşçı birliklerin saflarına tereddüt etmeden katılıyorlardı.

Yaşı küçük sahâbîlerin halleri de aynıydı. Cihada katılmak isteyen topluluğun içinde, büyüklerinin hemen yanında duruyorlardı. Savaşa katılacak sahâbenin arasında, savaşçı olmak, savaşabilecek yaşta göstermek için ayak parmaklarının uçlarına basıyorlar ve böylece kendilerini uzun boylu göstermeye çalışıyorlardı.

Örneğin, Semre b. Cündeb adlı genç sahâbî böyle yapanlardan sadece biriydi. Yaşının küçük olması nedeniyle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendisini geri çevirmesinden korktuğu için parmak uçlarına basarak boyunu olduğundan uzun göstermeye çalışmıştı. Bununla da yetinmeyerek, yeterlilik ve gücünü ispat etmek için akranı olan bir başka genç ile güreşe tutuşmuştu.

Cihad bu...

Allah Resûlü (s.a.v.) cihadı, anne babanın nafakası için çalışmak ve onların rızasını kazanma uğrunda çabalamak ile bir tutmuş. Cihada katılmak için izin isteyen adama:

–Annen baban sağ mı? diye sormuştu. Adam:

–Evet, sağdırlar, cevabını verince bu kez ona:

–Öyleyse onların rızasını kazanma uğrunda cihad et! buyurmuştu.

Hz. Peygamber (s.a.v.) cihada katılmak için kendisinden izin isteyen adama yine cihad sözcüğünü kullanarak cevap verdi. Örneğin, ‘Onlar için çalışıp kazan’ ya da ‘onları koru, gözet’ yahut ‘onların işlerini idare edip yürüt’ gibi bir söz kullanmadı. Bilakis bu sözlerin yerine ‘Öyleyse onların rızasını kazanma uğrunda cihad et!’ dedi.
 

sümeyye_90

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Şub 2008
Mesajlar
189
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
allah razı olsun güzel paylaşımlar için
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Allah Resûlü (s.a.v.) bu sözüyle, anne babanın –özellikle de iyice ihtiyarlayıp işten güçten kesildiklerinde– işlerini görüp yürütmenin ne derece önemli ve saygın bir davranış olduğunu anlatıyordu.

Sevgili gençler...

Hiç şüphesiz anne babalar, ciğerpareleri olan çocuklarını ilim ve ahlâk sahibi kılmak, onlara rahat bir yaşamı sağlaya bilmek için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemezler. Çocukları için hayâtın acılarına, her türlü sıkıntılarına göğüs gererler, katlanırlar.

En azından, bize ikram ettikleri ya da bizim için yaptıkları fedakarlıkların basit de olsa bir bölümünün bedelini ödeyebiliriz. Bir gün bizim de aynı ömür merhalesinden geçeceğimizi ve aynı durumlara düşeceğimizi aklımızdan hiç çıkarmayalım.

Hikaye olunur ki;

Bir ihtiyar adamcağız vardı. Elleri ve ayakları titriyordu. Bir gün sofrada yemek yerlerken tabağını elinden düşürdü ve tabak kırıldı. İçindekiler sofranın üzerine döküldü. Evin gelini bu duruma çok sinirlendi ve bundan sonra yemeğini mutfakta yalnız başına ve tahta bir tabaktan yemesi gerektiğini ihtiyara öfkeyle söyledi.

İhtiyar adam bir gün bu şekilde yalnız başına mutfakta yemeğini yerken, kendisini çok seven ve onunla oturmaya alışmış olan küçük torunu yanına geldi. Dedesine niçin bu şekilde ezilip büzülerek mutfakta, evin bir köşesinde, tek başına yemek yediğini sordu. İhtiyar dede, torununu kucağına aldı, poposuna hafif hafif vurarak pışpışlamaya başladı.[1] Bir yandan da torununa bunun ihtiyarlığından dolayı böyle olduğunu anlatıyordu.

Küçük çocuk derhal dedesinin kucağından kalktı. Bir tahta parçası alarak onunla bir şey yapmak istermişcesine keserle yontmaya başladı. Bu durumu gören annesi ne yaptığını sordu. Çocuk derhal cevap verdi:

–İki tahta tabak yapacağım. İhtiyarlayınca kullanasınız diye, birisi senin diğeri de babam için...

Kadın kendinden utandı. Artık tekrar eskisi gibi ihtiyar dedeye saygılı davranmaya, ona karşı sevecen olmaya ve onunla iyi geçinmeye başladı.
 

Zeki.42

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
447
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
off allah razı olsun sagolasın
 

muberra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Tem 2006
Mesajlar
527
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
İSTANBUL
“Ben ve yetime kefil olan (onun bakım, beslenme ve işlerinin yürütülmesini üzerine alan) şu iki parmak gibiyiz" buyurmuşlar peygamber efendimiz
iki üç arkadaşbirleşerek ayda 70 ytl.ye yetim bakabilirsiniz. İhh nın böyle bir kampanyası var.Hadi hayırda yarışalım kardeşler:)
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
“Ben ve yetime kefil olan (onun bakım, beslenme ve işlerinin yürütülmesini üzerine alan) şu iki parmak gibiyiz" buyurmuşlar peygamber efendimiz
iki üç arkadaşbirleşerek ayda 70 ytl.ye yetim bakabilirsiniz. İhh nın böyle bir kampanyası var.Hadi hayırda yarışalım kardeşler:)

Allah (Celle Celaluh) razi olsun kardesim
Rabbim bizleri bakima muhtaç insanlari sevindiren onlara yardimci olan ve hayirda yarisan kullarindan eylesin. Amin
Selamun Aleykum
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
İslamî Şahsiyet, Her Türlü Durumda Olumlu Ve Yapıcı Rol Oynar

Huzeyfe b. el-Yeman (r.a.)anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Biz insanlarla beraberiz. İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, onlar kötülük yaparlarsa biz de kötülük yaparız, diyen düşünce yoksunu, kararsız, zayıf karakterli insanlar olmayınız. Aksine nefsinizi iyilikte sabit tutunuz da insanlar iyilik yaptıklarında siz de iyilik yapın, kötülük yaptıklarında zulme yer vermeyiniz.”


Bir başka rivayette ise son bölüm şu şekildedir:

“Kötülük yaptıklarında kötülüklerinden uzak durunuz.”

Tirmizî

Muhterem hocamız Prof. Dr. Muhammed Gazali bu konuda şu açıklamaları yapmıştır:

“Zayıf insan; toplumdaki yaygın geleneğin kendisine baskın geldiği ve bütün amellerine tahakküm ettiği insanlardır. Hatta bu gelenek onu dünya ve onun ahirette sıkıntılara soksa bile bu böyledir.”

İnsanlar sevinç ve üzüntülerini ortaya koyarlarken çeşitli bid’atler uydurdular. Dinin bizzat kendi gerçeklerine sarıldıklarından daha sıkı bir biçimde bu bid’atlere sarıldılar.

Ama gerçek mü’min, Allah’ın dininde herhangi bir dayanağı olmayan şeyleri önemsemez. O, bu örf ve geleneklere cesurca karşı koyduğu için ileride pek çok sıkıntı, meşakkat ve inkarla karşılaşacaktır. Ne var ki, Allah’ın dinini yaşama hususunda kendisini kınayan insanların kınamalarından endişe etmek ve korku duymak ona yakışmaz. Ona yakışan; eleştirilerin şiddet ve katılığına, ağır sözlere aldırmaksızın hedefine doğru yol almaktır.

Bir dönem insanlar nezdinde revaçta ve değerli olup da, ardından güçlü mü’minlerin başını ezdikleri bâtıl,[2] taraftarları ne kadar çok olursa olsun varlığını uzun süre devam ettiremez. Günümüzde, bâtıl uğrunda mücadele veren nice insan sonradan mü’minlerden doğruyu öğrenerek İslam’ın saflarına katılmaktadır.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
İbn-i Abbas (r.a.)anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Her kim insanları hoşnut etmek pahasına Allah’ı kızdırırsa, Allah ona hem kendi öfkesini indirir, hem de Allah’ı kızdırmak pahasına hoşnut ettiği insanların öfkesini üzerine çeker. Her kim de insanları kızdırmak pahasına Allah’ı hoşnut ederse, Allah ondan hem kendisi hoşnut olur, hem de Allah’ı hoşnut etmek pahasına kızdırdığı insanları ondan hoşnut eder. Hatta o insanın hem kendini, hem sözünü, hem de amelini kendisine kızan o insanların gözüne güzel gösterir.”[3]


Müslüman kesin olarak iman ettiği şeyler üzerinde sebat etmelidir. Câhil insanların örf ve geleneğine aykırı olarak, kendisi için Allah’ın hoşnut olacağını umduğu bir yaşam modeli belirlediği zaman insanların alay ve inkarlarını asla önemsememelidir.

Madem ki asılsız şeylere olan iman, birtakım müntesiplerini mü’minlerle alay etmeye ve öfkeyle üzerlerine hücum etmeye kadar götürebilmektedir; o halde İslam dinine olan imanda, mü’minleri, yerinde sabit duran ulu dağlar gibi güçlü kılmalıdır:

“Seni gördükleri zaman ‘Bu mu Allah’ın peygamber olarak gönderdiği?’ diye hep seni alaya alıyorlar. ‘Şayet tanrılarımıza sebat göstermeseydik, gerçekten bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı!’ diyorlar. Azabı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler!”[4]

Sevgili genç...

Evet... artık müslüman, İslamî şahsiyetindeki gücünün ve gönlündeki iman şaheserinin bilincinde olmalıdır. Sahip olduğu bu inancı ve imanı çevresindeki insanlara kabul ettiremiyorsa bile kendisi ulu bir çınar gibi dimdik ayakta kalacak, her yanı sarmış olan çirkinlikler onu beraberinde sürükleyemeyecek, birbirini döven şiddetli dalgalar onu içine çekemeyecektir.

İmanından güç ve izzet alan ve Rabbiyle olan irtibatının, dininde istikamet üzere olmasının kendisine verdiği gücün bilincinde olan bir mü’mine insanlar ne yapabilirler ki?!.

Hepsi birden onun üzerine çullansalar bile, ona asla ne küçük ne de büyük bir zarar veremezler.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Bismillahirrahmanirrahim
Hadis

Resûlullah (s.a.v.)şöyle buyurmuştur: "Halka teşekkürde bulunmayan Allah'a da şükretmez."

Tirmizî, Bir 35, (1955)
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Allah, Yetime Kefil olana Makamlarin En Güzelini Hazirlamistir

Sehl b. Saidi (ra) anlatiyor:
Allah Resulu (sav) söyle dedi:
"Ben ve yetime kefil olan (onun bakim,beslenme ve islerinin yürütülmesini üzerine alan) su iki parmak gibiyiz." (bunu söylerken sehadet ve orta parmaginin aralarini açarak isaret etti.)

Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmislerdir.

Sevgili Gençler...
Allahu Teala "Duha" suresinde ardarda iki yerde söyle diyor;
" O, seni yetim bulup barindirmadi mi?" ve ardindan:
" Yetime gelince, sakin onu üzme."

Her iki kitap da, yetim olarak dogup Allahu Tealanin koruyu^p gözettigi, geçim ve bakimini üstlendigi ve en güzel sekilde terbiye ettigi Allah Resulu'ne (sav) yöneliktir.

Yetimlik, hayati kesinti ve psikolojik yenilginin bir çesididir. Sÿle ki; yetim çocukmerhametli bir kalpten, sicak bir sefkatten mahrum oldugu gibi, nafakasini saglayacak bir koruyucudanda mahrumdur. Bu sebepledirki yetim yokluk içinde büyür.

Hayati kesintiden kastim; varolusun sebebi olan babasi ile yetim çocuk arasinda meydana gelen kesinti ve kopukluktur.

Dogal ve mantikli olani, bu kesintinin; insanin kendi islerini yürütmekten, geçimini temin etmekten, yasam sartlarini olusturabilmekten ve varligini devam ettirebilmesi için kaçinilmaz olan gereksinimlerini görmekten aciz oldugu zaman diliminde, çocukluk çaginda olmasidir. Yoksa çocukluk çagi gerilerde birakildiktan sonra gençlik ve delikanlilik çaginda meydana gelen yetimlik anlamini kaybeder.

Psikolojik yenilmislik sözüyle de çocugun karsi karsiya kaldigi yokluk ve kederi kastediyorum. Yetim çocuk ister aile çevresinde ister dis çevrede olsun bir yokluk yasar. Keder, çesitli yas ve seviyelerdeki insanlarla girdigi iliskilerde yetimin gögsünü siktikça sikar. Yetim çocuk sirtini yaslayacagi saglam bir dayanak ve üzüntüsünü eritip yok edecek bir sicak kalp bulamaz.

Hadisi Serifinde Hz. Peygamberimiz (sav) bize kendi çocuklugunu ve beraberinde bir büyük hakikati hatirlatiyor. Bu hakikat: ' Yetimlerin korunup gözetilmesidir.'

Hiç süphesiz, Hz. Peygamber (sav) bütün hal ve hareketlerimizde bizim en güzel örnegimiz oldugunu biliyorsunuz.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Allah Resulu'nun (sav) hadisinde "Ben..." derken kendi sahsina ne kadar büyük deger ve kiymet verdigini anlamissinizdir. Ayni sekilde "ve yetime kefil olan..." derkende, Hz. Peygambere (sav) yakin olmanin onur ve serefini; dolayisiyla yetime kefil olan insanin bu davranisiyla yükseldigi makamin büyüklügünü bilmissinizdir.

Nerede?!

Cennet'te!

Bundan daha yüksek, daha muazzam bir istek ve hedef var midir?!

Ve daha yüce bir makam?!.

"Ôyleyse yarisanlar ancak bu nimeti elde etmek için yarissinlar ve nefisleri de ancak bunu arzulasin." (Mutaffifin suresi)

Allah Resu'lunun (sav) duyu organlarina yönelik bir anlatim ve somut bir isaret olmasi için sehadet parmagi ile orta parmaginin arasini açip " su iki parmak gibiyiz" buyurmasi peygamberlik makaminin diger makamlardan üstünlügünü ortaya koymaktadir.

Bu Hadis-i Serif sevgili çocuklarimizi iki bakimdan ilgilendirmektedir:

-çocukluk çagi açisindan... bu dönem öncelikli ve önemli hedefimizdir. Zira çocuklar erken yaslardan itibaren gerçekleri kavrayabilirlerse; gençlik ve olgunluklarinda bu gerçeklerin dogrultusunda sahsiyetleri kivamini bulup mükemmellesir.

Sevgili Gençler...

Yetim çocuklarla olan davranislarinizi, onlarla dostça iliskiler kurmak ve onlarla sefkatle yaklasmak anlayisi ve esasi üzerine kurun. Bunu dogal gelisimi içerisnde, sikinti ve rahatsizlik veren bir asiriliga kaçmaksizin gerçeklestirin.

örnegin; Bunu gerçeklestirmenin pek çok yolu vardir. Hediye vermek bu yollardan biridir. Verilen bir hediye saygin , makbul ve sevecen bir iliskinin temellerini atmada etkin rol oynar.

- Bagimsiz kisiligin kazanildigi çagdir... Söyle ki; insan bu çagda hem yasi hem de nafakasini temin etme bakimindan kendi kendine yetecek bir konuma gelir.

Ayrica aldigi temel egitim ve tertibi itibariyle de, küçüklügünde aldigi tüm degerleri bu dönemde beraberinde tasir. Cünkü kendisi, küçüklügünde yetimin hakkini koruyup gözetmeyi, ona sefkatle davranmayi, keder ve üzüntülerine ortak olmayi ögrenmis ve bu sekilde egitilmistir.

Ey Müslüman Genç...

Yüzünü aklini ve gönlünü yüce Peygamber'inin (sav) nasihatine çevir, kendini ona ver ki böylece dünyada salih, ahirette de selamete eren kullardan olasin.

Allah'in selami üzerine olsun.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Haya İmandandır

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.) anlatıyor:

“Bir gün Alah Resûlü (s.a.v.) Ensar’dan bir adamın yanından geçiyordu. Bu adam, bir din kardeşini hayâ etmekten men ediyordu. Allah Resûlü (s.a.v.) ona dönerek:

–Ona ilişme, zira hayâ imandandır! buyurdu.

Buhârî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Nesaî ve İbn Mâce

Yine rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün Hz. Aişe’nin (r.a.)evinde istirahat ediyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.)girmek için izin istedi, izin verildi. Allah Resûlü (s.a.v.) bu sırada arkasını bir şeye yaslamış oturuyordu. İnciklerinin[1] bir bölümü açılmıştı.

Ardından Hz. Ömer (r.a.) girmek için izin istedi, ona da izin verildi. Ancak Allah Resûlü (s.a.v.) istifini hiç bozmadı.

Biraz sonra Hz. Osman (r.a.) geldi, girmek için izin istedi. Ona da izin verildi. Fakat Allah Resûlü (s.a.v.) bu kez oturduğu yerde derhal doğruldu, kendine çeki düzen verdi.

Gelenler gidince Hz. Aişe (r.a.) Allah Resûlü’ne (s.a.v.) bu davranışının sebebini sordu. Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle cevap verdi:

“Kendisinden meleklerin bile utandığı bir kimseden ben utanmayayım mı?!”


Sevgili gençler...

Her ne kadar bu olay Hz. Osman hakkında bir menkıb gibi görünse de, gerçekte O’nun hayâ ahlâkını gözler önüne sermektedir.

Hz. Osman’ı ‘çok utangaç, çok iffetli... diye niteleyen yine bizzat Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendisidir. Ama elbette Hz. Peygamber, hayâ vasfında çok daha ileri bir derece ve makamdadır.

Sevgili gençler...

Saygı, şefkat, nezaket, güleryüzlülük ve alçakgönüllülük bakımlarından hayâ, insandaki ahlâkın doruk noktasıdır.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Hayâ ancak şu üç şeyle; söz, bakış ve davranışla ortaya çıkar.

Söz...

Hayâlı söz; müstehcenlik, çirkinlik ve aşağılıktan uzak, iffetli, onurlu, her türlü ilişkilerde inci taneleri gibi uyumlu, düzgün ve güzel sözdür.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : “Güzel söz sadakadır..” demedi mi?!

Ne gariptir ki kimi ailelerin, daha konuşmaya başlar başlamaz çocuklarına ilk öğrettikleri söz, küfür literatüründen özenle seçilmiş çirkin sözleridir. Çocuklarının küfürlü konuşmaları, aileleri memnun ediyor, onlar bununla sevinç duyuyorlar. Kahkahalar atıyorlar. Bu çocukların hayâ üzerine eğitilmeleri nasıl mümkün olacaktır?!
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Bakışlar...

Zira gözü haramdan ve rahatsızlık veren her görüntüden sakınmak hayâ ahlâkındandır.

Rivayet edilmektedir ki; Allah Resûlü (s.a.v.) Antere b. Şeddad el-Absi’nin:

İndiririm görünce komşumu karşımda bakışlarımı

Girinceye değin evine yeniden komşumun kadını.

Şeklindeki şiirini duyunca şöyle buyurmuştur:

“Ben Antere dışında, bana vasıfları anlatılan hiçbir Arap gencini görmeyi arzu etmedim.”


Bu sözüyle Hz. Peygamber (s.a.v.) hayânın faziletine dair beğenisini açığa vurarak onun sahâbesinin ve tüm müslümanların gönüllerinde olması gereken değerini göstermek istemiştir.

Sizler öyle durumlarla karşı karşıya kalacaksınız ki, bu durumlar karşısında siz bakışlarınızı indirmek, başınızı çevirmek zorunda kalmanizi gerektirecektir. Böylesi durumlar yaşadığımız çağda ne kadar çoktur!.

Kendisiyle çocukluğunuzu ve gençliğinizi süsleyeceğiniz ve hem kendiniz hem de toplumunuz doğru yolu bulsun diye vicdanlarınızın derinliklerinde kökleştireceğiniz hayâ ahlâkına olan ihtiyacınız ne kadar da fazladır!.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Davranış...

Bu ise ancak bedenin organlarıyla gerçekleşir.

Hareket, davranışın yönü ve adresidir. Gidişat ve davranış hakkında haber verir. Hareket, iç denetim ve vicdan kontrolünden uzak olduğunda bir sağa bir sola yalpalar ve... zararlı olur.

Aileyle, tanıdıklarla ve bütün insanlarla olan ilişkilerde hareketin durumu budur.

Sevgili gençler...

Elbet, siz de biliyorsunuz ki hayâ, kişinin kendi şahsından başlayarak basamak basamak diğer insanlara uzanır. Aynı şekilde yine çok iyi biliyorsunuz ki gönlünüzde taşıdığınız derin Allah inancı, adım adım her yerde her an sizinle birliktedir.

Yalnız başınıza kaldığınız kimi zamanlarda hayâ edebini aşan birtakım davranış ve eylemlerde bulunabilirsiniz. Ancak o çirkin işi yaptığınız esnada yalnız başınıza olduğunuzu zannetmeniz, saçma bir düşünceden başka birşey değildir! Zira siz her an Allah ile berabersiniz... Bilesiniz ki Allah, yalnız kaldığınız zamanlarda bile kendisinden utanılmaya en layık ve uygun olanıdır. Yanınızda hiç kimsenin bulunmadığı bir zamanda bile hayâ edebine aykırı o çirkin davranışı yapamamışken insanlar içinde nasıl yaparsınız?!

Söz buraya gelmişken, doğru sözlü ve güvenilir Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisine tekrar kulak veriyor ve O’nun: “Hayâ imandandır!” öğüdünü hatırlıyoruz. Hatırlatma, ancak akıl sahibi olan, düşünen ve bütün kalbi ile kulak veren insanlaradır.

Bütün kalbinizle bu peygamberî öğüde kulak vereceğinizi ümit ediyorum.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Güzel Ahlâk, Olgun İmanın Göstergesidir

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“İmanca mü’minlerin en olgunu, ahlâkı en güzel olan ve ailesine en yumuşak davranandır.”


Tirmizî ve Hakim

Ahlâk...

Pek çok biçimi ve bölümü vardır.

Yaşantıyı ilgilendiren hiçbir alan veya davranışa ilişkin saha olmasın ki, orada ahlâktan söz edilmesin. Ahlâk derinleşip kök salmış ve iyice yerleşmiş ise, birey ve toplumu sağlam, sabit, dosdoğru bir karakter üzerine kurar. Ama zayıflamış, yavaş yavaş çözülmeye ve dejenere olmaya yüz tutmuş ise, birey ve toplumu dönüşü olmayan bir sona yuvarlar.

Hikmet ehlinin öyle sözleri var ki, ne yazık ki çokça tekrarlanmaktan ve olur olmaz yerlerde delil olarak öne sürülmesinden dolayı etkisini kaybetmiş, değerlerin ulvi dünyasından donuk harflerin alçak zeminine düşmüştür.

Bu güzel sözlerden birisi de Hafız İbrahim’in aşağıdaki şiiridir.

Bir millet ancak ahlâkı ile ayakta kalır

Ahlâkı çökmüş bir millet ergeç yıkılır.

Bu şiiri güzel bir yazı halinde yaldızlı bir çerçeve içinde asılı olarak pek çok yerde görmüşüzdür. Ama ne yazık ki sadece bulunduğu mekanı süslesin diye asılmıştır!

Bu şiiri görürüz, okuruz, sonra geçip gideriz. Gönlümüzde ne bir etkileşim meydana getirir ne de bir tepkime.[3]

Hakikat şu ki, milletlerin varlıklarını devam ettirebilmeleri ve ilerleyebilmeleri, hiç şüphesiz ahlâk ile paralellik arzetmektedir.

Tarihi derinlemesine inceleyip milletlerin hayâtlarına inceden inceye vâkıf olan, onların yaşantılarının özüne ve görünen dünyalarına nüfuz etmiş insanlar çok iyi bilirler ki, tarihten silinmiş milletler önce güç, egemenlik ve saltanatlarını; ardından da kalıcılık ve devamlılıklarını ziyan etmişlerdir. Bunların sebebi ise ahlâkî çözülme ve İslam dini dairesi dışına çıkmaktan, sapmaktan başka birşey değildir.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bu nasihatında bize iki şeyi öğretiyor. Bunlardan biri genel, diğeri de özel karakterdedir.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Genel olan şudur: Genel çerçevesiyle, geniş anlamıyla güzel ahlâk... Hz. Peygamber (s.a.v.) güzel ahlâkı mü’min insanın kalbindeki imanın olgunluk ve mükemmelliğine bağlamıştır. İmanca mü’minlerin en olgunu ahlâkı en güzel olanıdır.

Sevgili gençler...

Hiç kuşkusuz bu durum, müslümanın inancına göre, dünya hayâtı ile ahiret hayâtı arasında var olan kopmaz bağlantının bir tezâhürüdür. Bu iki hayâtı birbirinden koparmak, ayırmak asla mümkün değildir. Bu bağlantı nedeniyledir ki ne dünya hayâtında bir zarara uğramak söz konusudur ne de ahiret hayâtında... Ne çökme, ne dağılma, ne yokolma ve ne de cehennem. Doğrusu cehennem ne kötü sondur...

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet günü meclisce bana en yakın olacak olanlarınız, ahlâkı en güzel olanlarınızdır.”


Dünya kazancı olan mutlu ve onurlu bir yaşam da, ahiret kazancı olan Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yakın olmak da güzel ahlâklı olmayı zorunlu kılıyor.

Bize kaça mal olur?! (Ticaret dili ile anlatım). Hiçbir şeye!!

Tüccar, insanlarla olan ticaretinde zaman zaman zarar edebilir; ama Allah ile yapılan bir ticarette asla kesada uğramak yoktur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt