Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Hz Peygamber'den (s.a.v) Gençlere 50 Nasihat (2 Kullanıcı)

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Şükür, Allah’ın Hakkıdır

Ebû Büreyde (r.a.) anlatıyor:

Allah Resûlü’nü dinledim, şöyle diyordu:

“İnsanda üçyüz altmış eklem yeri vardır. Her bir eklem yeri için bir sadaka vermesi gerekir.

Bunu işiten sahâbe:

–Ey Allah’ın Peygamberi, buna kimin gücü yeter? dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.):

–Mescitte üstünü örteceğin bir tükürük, yoldan kaldıracağın eza verici bir engel. Bunları da bulamazsan kuşluk vakti kılacağın iki rekat namaz sana kâfi gelir, buyurdular.”


Ebû Davud

Hikaye olunur ki:

Bir adam işine gitmekteydi. Bu esnada karşısına halinden fakir ve aç olduğu anlaşılan bir dilenci çıkıverdi. Açlığını gidermesi için bir miktar para vermesini kendisinden istedi.

Dilenci, saçı sakalı dağınık, kirli ve yırtık, eski elbiseli yaşlı bir adamcağızdı. Dilencinin haline adamın kalbi yumuşadı ve durumuna çok üzüldü. Elini cebine attı, para bulamadı. Sonra diğer cebine... ama orada da para yoktu. Pantolonunun bütün ceplerine baktı, karıştırdı, altını üstüne getirdi. Ama nafile; cepler bomboştu. Dilencinin karşısındaki bu arayışından ve bir şey bulamamanın utancından yüzü kızardı. Herhalde parasını diğer elbisesinin cebinde unutmuş olmalıydı. Titremekli bir hal ve utanç içinde, dilencinin uzanmış eline elini uzattı, onunla tokalaştı. Bu manzara karşısında dilenci gülümsedi, gözleri yaşardı, ardından ekledi:

–Bakın, beyefendi bu da bir sadakadır.

Herkes ayrılıp kendi yoluna gitti.


Evet, sevgili gençler...

Kaldı ki Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dediği gibi “Hiç şüphesiz kardeşinin yüzüne gülümsemen de bir sadakadır.” Zira sadakalar sadece mala endeksli değildirler. Sadakanın pek çok çeşidi ve biçimi vardır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbesine bu hadisi bildirip üç yüz altmış eklem yerine karşılık sadaka vermelerini tavsiye ettiği zaman onlar şaşkınlık içinde şu yanıtı vermişlerdi:

–Ey Allah’ın Peygamberi, buna kimin gücü yeter?

Zira onlar meselenin sadece mal ile verilen sadakadan ibaret olduğunu zannederek işin dayanılmaz ağırlık ve meşakkatini anlamışlardı. Bu yüzden, değil kendilerinin, zenginlerinin bile buna güç yetiremeyeceğini düşünmüşlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara sadakanın geniş ve kapsamlı anlamını şöyle açıkladı:

Mescitte üstünü örteceğin bir tükürük, yoldan kaldıracağın eza verici bir engel...” buyurdular.

Ardından Hz. Peygamber (s.a.v.) ekledi:

“Bunları da bulamazsan kuşluk vakti kılacağın iki rekat namaz sana kâfi gelir!”

Yâni yol üzerinde gelip geçene eza veren bir engelin bulunmaması ya da bulunup da o engeli yoldan kaldıracak güce sahip olunamaması gibi sebeplerle sevabını kaçırmışsan, iki rekat kılacağını Duha namazı bunlara denk sadaka olarak sana kafi gelir.

İki rekat Duha namazı, müslümanın nafile olarak kıldığı iki rekat namaz. Allah Resûlü (s.a.v.) bu namazın kılınma zamanını ve kılınış şeklini amcası Hz. Abbas’a (r.a.)öğretmişti. İki rekatlık Duha namazına ilişkin rivayet kendisinden nakledilmektedir.

Eklem Yerleri İçin Sadaka Niye?!

Allah doğrusunu daha iyi bilir ya, biz şu düşüncedeyiz: İnsanın bedensel iskelet yapısında eklem yerleri, insanın hareketinin kaynağı ve sebebidir. Hareket ise yaşamın var olduğunun delilidir. Çünkü hareket; koşmak, yürümek, ayağa kalkmak, oturmak... vs. demektir.

Şayet insan, kendisine hareket etme imkanı veren eklem yerleri olmaksızın tek bir parça halinde yaratılmış olsaydı, elbette ruhsuz, cansız, sert, katı bir madde olurdu.

Allah’ın insana bahşettiği yaşam nimeti, kesinlikle Allah’ın insana verdiği en büyük ve en muazzam nimettir. Bundan dolayıdır ki bu nimete karşılık, yaşamı en belirgin biçimde ortaya koyan eklem yerleri aracığılıyla sadaka vermek kaçınılmaz olmuştur.

İnsanı en güzel biçimde yaratan Zat-ı ilahi ne yüce, ne münezzehtir!

Sevgili gençler...

Sizler imkan, yetenek, kabiliyet ve gücünüz ölçüsünde Hz. Peygamberin (s.a.v.) eklem yerleri için sadaka vermeyi öğütlediği tavsiyesine uymakla yükümlüsünüz.

Sözü bitirmeden önce, hadis-i şerîfte geçen önemli bir noktaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Hz. Peygamberin (s.a.v.) insan bedenindeki eklem yerlerinin sayısına ilişkin verdiği rakam önemlidir. Sorabilirsiniz:

–Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sayıyı nereden biliyordu?! Bu sayı doğru mudur?

Allah Resûlü’nün (s.a.v.) bilgisi, kendi katından olan, kendi çabası ile elde ettiği bir bilgi değildir. Sevgili gençler, işte bu bilgi onun peygamber oluşunun delillerinden bir tanesidir.

Pek çok kereler söyledik ve arzettik. Şimdi bir kez daha hatırlatmakta bir sakınca görmüyoruz:

“O keyfine göre konuşmaz. O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu, kuvvetlinin kuvvetlisi (Cebrail) öğretti...”[Necm suresi]

Sayının doğruluğuna ve üç yüz altmış olarak sabit oluşuna gelince. Anatomi biliminin kesinlikle bu sayıya itiraz ettiğini sanmıyorum. İstediğiniz doktora sorabilirsiniz.

Son olarak...

Sizlere ve kendime Hz. Peygamberin (s.a.v.) tavsiyesini öğütlüyorum. Hiç şüphesiz onun nasihatı, yaşamakta olduğumuz an ve geleceğimiz için bize ne güzel azıktır!

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Gençler Büyüyünceye Kadar Yeriniz Burası

Ebû Malik el-Eş’ari (r.a.) anlatıyor:

“Size Hz. Peygamberin namazını anlatayım mı? O şöyle namaz kılardı: Namaz için kâmet getirirdi. Adamları düzgünce saf yapar, onların arkasına gençleri düzgünce saf yapar ve sonra onlara imam olurdu.”


Ebû Davud

İslam’da gördüğüm –ve hâlâ görmekte olduğum– insani edep ve ahlâkı, hak ya da bâtıl hiçbir dinde, hiçbir beşeri hukuk sisteminde veya herhangi bir sosyal rejimde görmedim!

Hiç kuşkusuz İslam; küçük ya da büyük hiçbir hususu ihmal etmeyen ve mutlaka onu ele alan, insanlık için konulmuş mükemmel bir hukuk sistemidir.

Yukarıda verdiğimiz peygamberî nasihat, cami ve cemaatle namaz âdâbına ve gençlerin namazdaki yerlerine ilişkin çok ayrıntı bir konuda olacaktır.

Sevgili gençler...

Günümüzde ister günlük namazlarda isterse cuma namazlarında olsun, camilerimizde gördüğümüz pek çok tutum ve görüntüyü yeniden gözden geçirmeye şiddetle ihtiyacımız var. Bu konuda sözü fazla uzatarak hadisin genel çerçevesininin ve içeriğinin dışına çıkmak istemiyorum.

Sahâbe Ebû Malik el-Eş’ari (r.a.), Hz. Peygamber’le (s.a.v.) görüşüp konuşma imkanı bulamamış birtakım insanlara (tabiuna):

–Size Hz. Peygamberin (s.a.v.) namazını anlatayım mı? diye sesleniyor. Ardından anlatmaya başlıyor:

“Namaz için kâmet getirirdi... Adamları düzgünce saf yapardı.” Başka bir hadiste de belirttiği gibi “Safları sıkı ve düzgün yapmak, namazın tamam olmasındandır.” Aynı şekilde “Allah eğri safa rahmet nazarı ile bakmaz” buyurarak “Saflar arasındaki boşlukları doldurunuz” ikazını yapmıştır. Çünkü “Saflardaki boşluklar şeytanın giriş kapılarıdır.” Bundan dolayı bizler cemaatle namaz kılarken saflar arasında hiçbir boşluk ya da aralık bırakmayız. Bilakis yanlarımız birbirine yapışır, saflarımız kurşun gibi kenetlenir.

Safların, bir hizada dümdüz yapılması esnasında ayakların dikkate alınması çok yaygın görülen bir hatadır. Halbuki biliyoruz ki Hz. Peygamber (s.a.v.) bize omuz ve kürek kemiklerimizi aynı hizada dümdüz yapmamızı emretmiştir!

“...Adamların arkasına gençleri düzgünce saf yapardı...”


Öyleyse... Gençlerin saftaki yerleri arka saflardır, ön saflar değildir. Bu durum kesinlikle onların haklarını eksiltme ya da gençlerin değerini düşürme değildir. Bu ancak işi gediğine koymaktır. Bir gün gelecek sizler de büyüyüp yetişkin insanlar olacaksınız. Ön saflarda yerinizi alacaksınız.

Sevgili gençler...

Cemaatle namaz kılmak ya da cuma namazlarını kılmak için yalnız başınıza camilere koştuğunuz zaman, biliniz ki ön saflar büyüklerin hakkıdır. Şayet babalarınız ya da ağabeyleriniz eşliğinde camiye gelirseniz, onlar sizi ön saflara almak isterlerse bu konuda sakın onlara itaat etmeyiniz. Yahut sizi gençlerin safına yerleştirirlerse onlarla aynı safta kılmak için sakın onları zorlamayınız.

Biliniz ki Allah-u Teâlâ, hak ettiğiniz sevap ve ecri sizin için amel defterinize yazmıştır. Cami disiplin ve âdâbına uymaya son derece özen gösteriniz ki itaatkar, felâha eren kullardan olasınız. Allah iyi iş yapan kulların ücret ve sevabını zâyî edecek değildir.
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
islâm: Her Türlü Şefkatin Kaynağı

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor:[3]

Allah Resûlü (s.a.v.) buyurdu ki:

“Bir kadın bağlayıp hapsettiği bir kedi yüzünden cehennem ateşine girdi. Kediyi bağlayıp hapsettiği zaman ona hiçbir şey yedirmemiş ve yerin haşerelerini yemesi için de salıvermemişti.”


Buhârî

Cehenneme girmesini gerektirecek nispette günahı olan bir adamı Allah affetmiştir. Allah onu, sıcağı çok şiddetli bir günde, çölde susuzluktan kavrulmuş bir köpeğe olan şefkatinden dolayı affetmişti.

Adam çölde giderken aşırı derecede susamış, bitkin düşmüştü. Bir kuyuya rast geldi. Kuyuya indi, suyundan kana kana içti ve Allah’a hamd etti.

Biraz ilerisinde, aşırı susuzluktan dolayı dilini çıkarmış bitkin bir köpeğin hızlı hızlı soluduğunu gördü. Kendi kendine: ‘Benim başıma gelen hal, bu köpeğin de başına gelmiş’ diye düşündü. Hemen yeniden kuyuya indi. Ayakkabısının tekini çıkardı, suyla doldurdu, kuyudan çıktı ve köpeği suladı. Allah da bu davranışından ötürü o adamı bağışladı.

Hayvanlara şefkat gösterip acımak, kişinin insaniyetliğinin ve ileri seviyesinin göstergelerinden biridir.

Tabi ki her hayvan değil. Kimi hayvanlar vardır ki sıcak kanlıdırlar ve insanlarla birlikte yaşamaya alışkındırlar. İnsanlara besin, yiyecek ve elbise türleri sunarlar veya onları eğlendirirler yahut da onları korurlar.

Kimi hayvanlar da, aynı şekilde, insanlara pek çok işlerinde hizmet ederler; onları yüklerini hafifletir, onlara yardımcı olurlar.

Boşlukta iki kanadıyla uçan, ağaçları ya da dağ oyuklarını yuva ve mesken edinenleri vardır. Bunlardan bazıları insanların besin elde etmesinde ya da ağaçların aşılanma işleminde faydalı olurlar. Diğer bazıları da güzel, şen şakrak sesleriyle insanları coştururlar.

Kibir ve edâyla ormanda serbestçe dolaşanları vardır. Bunların bazılarının eti iyi, besin değeri yüksek olup hapis kalmaya alışkın değillerdir. Ceylan ve geyik böyledir.

Zararlı ve vahşi olanları vardır... İnsan hayâtı için tehlikeden başka bir şey değildirler. Bunları evcilleştirmek, beslemek mümkün değildir. Ya bunlardan uzak durulacak ya da bunlarla mücadele edilecektir.

İnsanlığın ilerlemesi ve yükselmesiyle birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinde, hayvanlara şefkat sorumluluğunu omuzlarına alan dernekler kurulmuştur. Bu dernekler, maddi imkanları dahilinde, çeşitli beyan ve yayınlarda bulunmakta, elde edilen bilgileri dağıtmakta ve her alanda yardımcı olmaktadırlar.

Son asırlarda bu derneklerin ilke ve esasları, hedefleri İslam dünyasına sıçradı. Müslümanlar bunlardan etkilendiler. İslam ülkelerinde de aynı ilke ve esasları gaye edinen dernekler kuruldu.

Sevgili gençler...

Ancak bu sıçrama ve etkileşim öyle bir zamanda gerçekleşti ki o sırada İslam’ın öğreti ve talimatlarını terketmiş, bütün yaşantımızı tahakküm altına alan bir câhiliyye içinde yitip kaybolmuştuk.

Halbuki biz kesinlikle, dinimizin gerçeklerini bize hatırlatacak ve gönüllerimize hayvanlara şefkat gösterme prensibini üfleyecek insanlara muhtaç değiliz.

Sevgili gençler...

Bu derneklerin ortaya koydukları ilke ve prensipler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) öğretisinin içeriğine kıyasla çok kısır bir yapıdadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) hayvanlara şefkat edip acımaya o kadar değer vermiştir ki nihayet onu cennet ya da cehennem, sevap ya da azap nedeni yapmıştır.

Öyleyse... Allah’ın yarattığı bir varlık olan hayvanlara şefkat göstermekle inanç ve iman arasında güçlü bir bağ vardır!

Hatta Allah’ın hizmetimize sunduğu hayvanların etinden yararlanmak amacıyla yaptığımız boğazlama işleminde bile şefkatli olmak zorundayız. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

“Hayvanı keserken güzel kesin!”

Bir başka hadisinde ise şöyle buyurmaktadır:

“Her biriniz bıçağını iyice bilesin de, kestiği hayvanı rahatlatsın, fazla eziyet vermesin.”

Sevgili gençler...

Hz. Peygamberin (s.a.v.) kadın ve kedi hakkındaki hadisinde çok önemli bir meseleye dikkatimizi çektiğini unutmuyoruz. Bu önemli mesele: Hayvanın hapsedilmesidir. Bu takdirde ya onu doyuracak, şefkatli davranacak ve ona acıyacaksın ya da salıverip kendi haline bırakacaksın.

Sevgili gençler...

Mahlukata eziyet etmekten sakının. Eziyet etmek şöyle dursun; bilakis onlara son derece iyi davranın, koruyup kollayın. Şefkatinizi elinizden geldiğince sağanak halinde üzerlerine boşaltın. Elbette bu işte sizin için sevap ve ecir vardır.

Allah’ın selâmı üzerinize olsun...
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Müslümanın Malıda Canı Gibi Korunmuştur

Ebû Hüreyre (r.a.)anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kim insanların mallarını, geri iade etmek niyetiyle alırsa, Allah o kimseyi aldığını geri iade etmeye muvaffak kılar. Kim de insanların mallarını geri vermemek, telef etmek niyetiyle alırsa, Allah da onu telef eder.”


Buhârî

İnsanların mallarını almak nasıl olur?

Burada almaktan maksat, insanların malını şiddet kullanarak zorla ya da aldatarak almak değildir. Aksine yaşamın günlük olağan işlerinde ödünç ve borç kabilinden ve kararlaştırılan zamanda geri iade etmek üzere almaktır.

Sevgili gençler...

Bu uygulama, ticaret alanında sık görülen bildik bir durumdur. Diğer alanlarda ise bu tür bir uygulamaya pek rastlanılmamaktadır.

Öyleyse... İçinizden: ‘Bu bizi ilgilendirmez. Çünkü henüz ticaretle doğrudan uğraşmayacak bir yaştayız. İnsanların mallarıyla da hiçbir işimiz olmamaktadır!’ diyenleriniz çıkabilir.

Sevgili gençler...

Hz. Peygamberin (s.a.v.) hadislerinden sizin için derlediğim bu öğütlerin, anlık bir zaman dilimiyle sınırlandırılmasını istemiyorum. Zira bu öğütler genel ve kapsamlıdır. Gelecekte olması beklenen olayları açıkça gözlerinizin önüne sermektedir. Siz de bunlara dayanarak tedbirinizi alır, işinizde adımlarınızı sağlam basar, apaçık bir delil ile hareket edersiniz.

Sizden biriniz ağır bir mâlî (parasal) sıkıntıya düşebilir ve sıkıntısını giderip işlerini yoluna koymak için borç para istemek durumunda kalabilir. Bundan dolayıdır ki böyle durumlar başa gelmeden önce nasihat almak gereklidir. Zira korunmak, tedavi olmaktan iyidir.

Sevgili gençler...

Günümüzde alışılagelmiş borç anlayışı ‘kâr’ prensibi üzerine kuruludur. Bu sözcük Fransızca’dan motomot bir tercümeyle dilimize aktarılmıştır. Bu kelimeyi dilimize aktaranlar, insanın ruhunda bıraktığı çağrışımdan dolayı onun, mâlî ilişkilerde ‘fâiz’ sözcüğünün hafifletilmiş şekli olmasına son derece dikkat etmişlerdir. Öyle ya, ‘kâr’ denildiği sürece insan nefsi onu belli bir sınıra kadar rahatlıkla kabul edebilmektedir!

Banka fikrini ilk defa ortaya atıp da bankaları mâlî–fâizsel ilişkilerin merkezi yapanların yahudilerin ta kendileri olduklarını elbet biliyorsun.

Bütün çeşit ve renkleriyle fâiz zulümdür... Çünkü fâiz insanın emeğinin ve alın terinin kanına girmekte, bunları sömürmektedir. Bundan dolayıdır ki Allah fâizi haram kılmış, yasaklamıştır. Allah-u Teâlâ fâiz hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Oysa ki Allah, ticareti helâl; fâizi haram kılmıştır.”[Bakara suresi]

Fâize mukabil olarak da, müslümanların mâlî ilişkileri kolay yürüsün ve karşılıklı dayanışma sağlıklı bir toplum binasının temelini oluştursun diye bizim için ‘Karz-ı Hasen’[Allah rizasi için verilen ödünç, faizssiz verilen borç] prensibini koymuştur. Allah-u Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için kim Allah’a karz-ı hasen verir?”[Bakara suresi]

Biliyoruz ki sadakalar, Allah’a verilen karz-ı hasen çeşitlerinin ilkini oluşturmaktadır.

Sevgili gençler...

Karz-ı hasenin şartlarından bazılarını şöylece sıralayabiliriz:

1) Malı/borcu zamanında geri iade etmek, ödemek.

2) Vadeyi uzatmamak.

3) Borçlunun aldığı karz-ı haseni helâl yollarda kullanması... vs.

Kimileri sorabilir:

– Bazen borçlu insan, isteği dışında gelişen birtakım sebeblerden dolayı borcunu kararlaştıralan zamanda ödeyememektedir. Böyle bir durumda ne yapmalı?

Bu sorunun cevabını Allah-u Teâlâ şu şekilde vermektedir:

“Eğer borçlu, darlık içinde ise, rahatlığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek gerekir.”[Bakara suresi]

Yâni borçlu kişi, mâlî bir sıkıntı çekip darlık yaşıyorsa ve ödeyemeyecek durumda ise alacaklı, onun vâdeyi uzatma isteğini dikkate almalıdır. Sert ve kırıcı olmaması gerekir. Bilakis hali düzelip işleri de yoluna girinceye kadar borçluya süre tanımalıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) aynı zamanda çok önemli bir konuda borçluyu da uyarıp ikaz etmektedir. Bu da şudur:

• Borçlu borcunu ödeyebilecek durumda olduğu halde bolluğa ulaşıncaya kadar süre istemeye kalkışmamalıdır.

• Vicdanının derinliklerinde, malı telef etmek ya da yok etmek gibi kötü bir niyet taşımamalıdır.

Karz-ı hasen alıp da onu helâl yerlerde kullanmayan ya da içinde bir kötülük gizleyen insan iyi bilsin ki, Allah sürekli olarak onu görüyor. Ve onu çok şiddetli bir biçimde cezalandıracaktır.

Sevgili gençler...

Sizin yaşlarınızda bu tür olaylar pek nâdir meydana gelir. Fakat şayet böyle bir olayla karşılaşırsanız biliniz ki, bu sizin için farkına varamadığınız bir tecrübedir. Kendinizi erken yaşlardan itibaren bilinçlendirmeye gayret ediniz. Güvenilir, dürüst insanlarla birlikte olunuz.

Allah’ın selâmı üzerinize olsun...
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
İlim Öğrenmekteki Gayeniz Hakk’a Hizmet Olsun

Ebû Hüreyre (r.a.)anlatıyor:

Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kim sadece Allah’ın rızası arzu edilmesi gereken bir ilmi sırf dünya amacı için öğrenirse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”


Ebû Davud

Sevgili gençler...

Bu hadis-i şerîfte genel ve dar anlam söz konusudur.

Dar anlamda hadisi şöyle anlayabiliriz:

Amacı insanlara hizmet ederek Allah katında sevap kazanmak olan belirli bir ilmi, sırf dünyevi maddi bir kazanç için öğrenen kimse hakkında söz çok açıktır. Allah kıyamet günü o insana cennetin kokusunu bile haram kılmıştır.

Günümüzde pek çok insanın yaptığı da budur. Kimi insanlar, bu görüşümüzde bize katılmasalar da, özellikle de Kur’an ticareti yapan insanlar böyledirler.

Sevgili gençler...

Genel anlamda ise hadisi şu şekilde anlamak mümkündür:

Sizler ilim öğrenme çağındasınız. İlim öğrenmek, sizi yakından ilgilendirmektedir. Çünkü sizler onun ehlisiniz ve ona layıksınız.

Hz. Peygamber (s.a.v.) öğrenmek istenilen ilmin, hem size hem de toplumunuza faydası dokunacak bir ilim olması yönünde öğütte bulunmaktadır. Böylece maddi ve manevi durumunuzu iyileştirir, kendinize saygın bir yaşamın kapılarını açarsınız. Bu ilim sayesinde hem câhil kimseler olmaktan kurtulursunuz hem de başkasına yük olmazsınız. Sanayi, ziraat, ticaret... vs. her alanda daha iyi bir toplumun kurulmasına da katkınız olur.

Ama ilminizi, insanları sömürmek ya da onlara tahakküm etmek için bir araç yapmayınız. Böyle yaparsanız, ilim temel dayanak noktalarını yitirir ve ilmin ahlâkî prensipleri ile bağdaşmayacak bir biçimde eğilip bükülür.

Sevgili gençler...

Hadisin genel anlamı çerçevesinde önemli bir noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu nokta: İlmin bir gösteriş aracı yapılmamasıdır. Gösteriş için ilim öğrenmiş bir insan, kıyamet günü hesap için Allah’ın huzuruna getirilir. Kendisine:

–Öğrendiklerinle ne amel işledin? diye sorulur.

–Şöyle şöyle yaptım! diye cevap verir.

Ona:

–Hayır, sen âlim -ne bilgili- desinler diye ilim öğrendin! denir. Ardından bu riyakâr insanın yakalanması emredilir ve cehenneme atılır. Böylece cennetin kokusundan bile mahrum edilir.

Nefsin kötülüklerinden ve keyfi arzuların tuzaklarından Allah sizleri de beni de esirgesin.

Allah’ın selâmı üzerinize olsun...
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
Sonsöz

Sevgili gençler...

Bu peygamberî tavsiye ve öğütleri seçmeye ve onları sizlere sunmaya beni muvaffak kılan Allah’a hamd ediyorum. Zaten hamd yalnızca O’nadır. Bu mütevâzî çalışma, sizin için faydalı olacaktır. Allah’ın izni ile sizlerden temiz, saygın bir nesil meydana getirecek ve sizleri insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet, İslam toplumu için iyi bir adres yapacaktır.

Sevgili gençler...

Sizler umut ve ümit kapısısınız. Sizlerin ciddi, bilinçli atılımlarınız ve dininiz İslam’ın öğretilerine derin vukufiyetiniz olmaksızın bizler, cehâlet ve sapıtmışlığın karanlıklarında bocalamaktan kendimizi alamayacağız. Ve tabi gelecek de sizin için daha bir zalim ve karanlık olacaktır. Yitip gitmekten sakının!

Yitip gitmekten maksadım, birey ve toplum olarak İslami şahsiyetin temel dayanaklarının sarsılması ve diğer milletlerden derhal ayırdedildiğiniz güzel ahlâkın çökmesidir!

Varlığınızı araştırın ve bu varlığın temel esaslarına sımsıkı sarılın. Aslınıza, asâletinize, kendi orjinal yapınıza dönünüz.

Vâiz, mürşid, öğretmen ve eğitimci kardeşlerime arzettiğim her düşüncenin basitçe açıklanması her konunun derin ve kapsamlı bir şekilde tartışılması gerektiğini hatırlatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. Kaldı ki ben, isteğim dışında meydana gelen her kusurdan dolayı o kardeşlerimden de özür diliyorum.

Kalemin satırlara yazdığı, zihine dolan ve gönlü coşturan bu sözleri en güzel biçimde kabul etmesini Allah’tan rica ve ümit ediyorum.

Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun...
 

gurbette

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2008
Mesajlar
2,850
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
50
BİR GECE


Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,

Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!



Lakin, o ne husrandı ki: Hissetmedi gözler,

Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!



Neden görecekler? Göremezlerdi tabiî;

Bir kerre, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi,



Bir kerrede, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,

Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.



Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!



Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin.

Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.





Derken, büyümüş kırkına gelmişti ki öksüz,

Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!



Bir nefhada insanlığı kurtardı o Ma'sum,

Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!



Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;

Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi geberdi!



Âlemlere rahmetti evet şer-i mübîni,

Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.



Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;

Medyûn ona cemiyyet-i, medyun O'na ferdi.



Medyundur o mâsûma bütün bir beşeriyet...

Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.


Mehmet Akif Ersoy
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt